Durumu: Medine No : 5998 Üyelik T.:
02 Ocak 2009 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Yaş:40 Mesaj:
1.956 Konular:
885 Beğenildi:21 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cvp: Sünnet ve Cemaat Kavramı Prof. Nâsır b. Abdülkerîm
İKİNCİ BÖLÜM
CEMAAT KAVRAMI
Sözlük Anlamıyla Cemaat:
Şer’î Bir Terim Olarak Cemaat:
a- Ashabın kendi dönemlerindeki “sahâbe cemaati”
b- Cemaat dinde kendilerine uyulan, hidayet önderleri ve ilim erbabıdır.
c- Hak etrafında toplanmak ve dağılmamak anlamıyla cemaat.
d- Cemaat müslümanların tümü ve sünnet üzere olan büyük çoğunluktur.
e- Cemaat hal ve ahd ehlinin kendisidir.
f- Cemaat herhangi bir iş etrafında toplanan bir grub insan demektir.
g- Cemaat sözü geçen bu anlamların tümünü ya da bir kısmını kapsayabilir.
Cemaat kavramına dair açıklamaların özü.
Cemaat kavramının dışında kalanlar.
Sözlük Anlamıyla Cemaat:
Sözlükte cemaat çeşitli anlamları ihtiva eden şekillerden türemiş olabilir:
1- Tefrikanın ve ayrılmanın zıttı olan “ictimâ”dan türemiş olabilir. Nitekim bir topluluk şuradan, buradan toplanıp (ictimâ’) ettikleri vakit “kavim tecemmu etti” denilir.[104] Yine “cemea’l-müteferrik” ifadesi dağınık olan kısımları, parçaları birbirine kattı demek olur. “Cemaa ileyhi’l-kulûb” de kalbleri ona ısındırdı, bağladı anlamındadır. [105]
2- İnsanlar topluluğunun adı olan “el-cem”den türemiş olabilir. “el-Cem” ise “cemaatu’ş-şey’e” ifadesinin mastarıdır. [106]
O halde sözlükte “cemaat” lafzı ile insanlar cemaati kastedilecek olursa, bunlar herhangi bir mesele hakkında toplanıp, bir araya gelen topluluk demek olur.
el-Ferrâ dedi ki: Dağınık olanları bir araya getirip,” topladığın takdirde “cema’tu’l-kavme; topluluğu, kavmi bir araya getirdim dersin. Bu durumda bir araya gelen kimseler “mecmû’ûn” diye ifade edilirler. [107]
3- İttifak ve sağlamlaştırmak demek olan “icmâ”den gelmiş olabilir. Mesela “ecmaa’l-emra” ifadesi onu sağlam ve muhkem kıldı demektir.[108] Mesela, ilim ehli icma etti denilirken, ittifak ettiler demektir.
Cemaat çok sayıda insan[109] ve aynı maksat etrafında birleşen insanlar topluluğu demektir.
“Cemaat”e bu ismin veriliş sebebi cemaatin ictimâ ile aynı anlamı taşımasındandır, zıttı tefrikadır. Her ne kadar cemaat lafzı toplanan bir topluluğun bizatihi adı olsa bile bu böyledir.[110]
Şer’i Bir Terim Olarak Cemaat:
Sünnette varid olduğu ashabın, tabiûnun ve salih selefimizin ifade ettiği şekliyle “cemea” kavramı birkaç anlam etrafında dönüp dolaşır. Bunlardan bazıları:
a- Ashabın -Allah hepsinden razı olsun- Kendi Dönemlerindeki Cemaati:
Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın döneminde özellikle de raşid halifeler döneminde ashabın çoğunluğu, cemaatin kendisi idiler. Onlar çeşitli işlerinde imamet, ahkâm, cihad ve din ile dünyayı ilgilendiren diğer bütün hususlarda hak üzere ictimâ eden (toplanmış olan) kimselerdir. Çünkü onlar dinin taşıyıcılarıdır. Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın kendilerinden razı olarak vefat ettiği, Allah’ın kendilerini tezkiye ettiği dinin taşıyıcıları ve nakledicileridir. Onlar sapıklık üzere asla birleşmeyen kimselerdir. Şâtıbî insanların “cemaat” kavramı ile ilgili görüşlerini sunarken şunları söylemektedir:
“Üçüncüsü; “cemaat” özel olarak ashab-ı kiramın kendisi demektir. Çünkü onlar dinin esaslarını dimdik ayakta tutanlar, onun kazıklarını yere sağlamca yerleştirenlerdir. Onlar asla sapıklık üzere ictimâ etmeyenlerdir. Bu husus ise onlardan başkaları hakkında gerçekleşmesi imkânsız olan bir şeydir.”[111]
Muhtemeldir ki burada sözü edilen cemaatten kasıt Abdullah b. Ömer -Radıyallahu Anh-’ın sözlerindeki şu ifadeler ile örtüşmektedir: Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem- buyurdu ki:
“Allah bu ümmeti bir sapıklık üzerinde ebediyyen birleştirmez.” -Yine- buyurdu ki: “Allah’ın eli cemaatin üzerindedir. O halde sizler de o en büyük kalabalık hangisi ise ona uyunuz. Çünkü kim cemaatten ayrılırsa, cehennem ateşine doğru ayrılmış olur.”[112]
“En büyük kalabalık (es-sevâdu’l-âzam)” hak üzere bulunanlardır. Bunlar ise kendi dönemlerinde ashab-ı kiramdır, tabiûndur, kendilerine uyulan din ve hidayet imamları ile onların izlerinden gidenlerdir.[113]
O halde ashab-ı kiram, Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın döneminde ve hidayet bulmuş raşid halifeler zamanında cemaatin kendisini teşkil ederler. Allah onlarla İslamı aziz kılmıştır. Onlar Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ı desteklemiş, ona gereken şekilde saygı göstermiş, ona yardımcı olmuşlardır. Onlar İslamdaki ilk ve en faziletli cemaattirler. Sünnet-i seniyyede varid olmuş cemaate dair naslar herkesten önce bizzat onlar hakkında söz konusu olur. Çünkü onlar hem zaman, hem fazilet itibariyle öne geçmişlerdir. Bundan sonra ise İslamda sünnet ve hak üzere olan her cemaat hakkında kullanılır. Çünkü bunlar da hidayet bulmak ve uymak bakımından ashabın bir uzantısıdır. O halde tabiînden, cemaatten kasıt, ashab cemaatinin metodu, gidişleri ve sünnetleri üzere olanlardır. Bizim salih selefimizden onlara tabi olanlar da aynı şekilde salih selefimizden onlara uyanlar da böyledir, onlar da ancak cemaate ve sünnete uymaktadırlar. İlim ve ameli onlardan nesilden nesile günümüze kadar ve kıyametin kopacağı vakte kadar miras alagelmişlerdir.
b- Cemaat, Din Hususunda Kendilerine Uyulan İlim ve Hidayet Ehli ve Onlara Uyan Kimseler Hakkında Da Kullanılır. Bunlar İse Kurtuluşa Eren Fırka Olan Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaattir:
“Cemaat” lafzı dinde ilim ve fıkıh sahibi, hadis ehli kimseler ile kendilerine uyulan ve sünnet ile amel eden hidayet önderleri, onların yollarını izleyip, izlerinden giden kimseler hakkında kullanılmıştır. İşte bunlar Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’a ve müslümanların ilk cemaatini teşkil eden onun ashabına uyan kimselerdir. Hak üzere bulunan herbir cemaat de onların devamıdır. Onlar ashab-ı kiram ve ashaba uyanlarla, onlara uyanların oluşturduğu selef-i salihtir. Avf b. Malik, Muaviye b. Ebî Süfyan, Enes b. Malik ve başkalarının rivayet ettiği hadiste Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın ifade ettiği ehl-i sünnet ve’l-cemaatin kendisi olan fırka-i nâciye (kurtuluşa eren fırka)dırlar. Bu hadiste Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Ve şüphesiz ki bu millet (İslâma mensub olanlar) yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunların yetmişikisi cehennemde, bir tanesi de cennette olacaktır. Bu ise cemaattir.”[114]
İşte bu “cemaat”in sünnet üzere olan kimseler olduklarının, kurtuluşa eren fırkanın kendileri olduğunun delilidir. İsterse sayıca az olsunlar. Nitekim Abdullah b. Mesud -Radıyallahu Anh- şöyle demiştir: “Cemaat Allah’a itaate uygun düşen şeydir, sen tek başına bile kalsan.”[115] Bu ise sünnet üzere olmayanların sayıca ne kadar çok olurlarsa olsunlar cemaatten olmadıklarını ifade eder.
Abdullah b. el-Mübârek -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 181 h.)’e cemaat hakkında sorulduğunda şöyle demiştir: “Ebu Bekir ve Ömer’dir. Ona: Ebu Bekir de Ömer de öldü denilince, bu sefer filan ve filandır dedi. Ona: Filan ve filan ölmüş bulunuyor denilince, İbnu’l-Mubarek: Ebu Hamza es-Sükkerî bir cemaattir, demiştir.”[116]
Ebu Hamza es-Sükkerî ise 168 h. yılında vefat eden Muhammed b. Meymun el-Mervezî’dir.[117] İbnu’l-Mubarek de onun hakkında onun cemaat olduğunu söylemiştir. Yani o faziletli, salih, sünnet üzere ve selef-i salihin yolu üzere yürüyen, cemaatin yolunu izleyen hak ehli olan bir kimsedir. O halde muteber olan sayısal çokluk değildir. Asıl itibar sünnete uymaya ve bid’atleri terketmeyedir. Uyanların çokluğunu bid’atlerin meşruiyetine delil gösteren kimselerin delilleri temelinden çürüktür.
Buharî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- cemaati ilim ehli diye açıklamıştır. O Sahih’inde i’tisam bölümünde şöyle demektedir:”’Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık.’ (el-Bakara, 2/143) buyruğu ile Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın -ilim ehlinin kendisi demek olan- cemaate bağlılığa dair vermiş olduğu emirler bahsi.”[118]
İbn Hacer de Buharî’nin bu sözünü açıklarken şunları söylemektedir: “O bu ifadeleriyle sözü edilen nitelikten maksadın, şer’î ilim ehli kimseler olduklarını bildirmektedir.”[119]
Buharî gibi bir kimse “ilim ehli” ifadesini kullandığı takdirde onlarla elbetteki ilim, hidayet ve basiret üzere sünnet ile amel eden kimseleri kasteder.
İbn Hacer, Fethu’l-Bâri’de Taberî’den cemaatin tarifi ile ilgili olarak şu sözleri de aktarmaktadır: “Birtakım kimseler de şöyle demiştir: Onlardan kasıt ilim ehlidir. Çünkü yüce Allah onları diğer insanlara karşı bir delil kılmıştır ve din işlerinde sair insanlar onlara uymak durumundadır.”[120]
c- Cemaat, Hak Üzere Toplanmak ve Ayrılıp Dağılmamak Hakkında Da Kullanılır:
Bu anlamıyla cemaat genel olarak müslümanların ve onların büyük çoğunluklarının özellikle birinci nesil arasında genellerini ilgilendiren iş ve maslahatlarında izlemeyi kabul ettikleri yoldur. Nitekim en-Numan b. Beşir -Radıyallahu Anh-’ın rivayet ettiği hadiste Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem- şöyle buyurmuştur: “... Ve cemaat rahmettir, tefrika ise azabtır.”[121]
Cemaatin izlediği yola sımsıkı sarılmak rahmet ve kurtuluştur. Ayrılığa düşmek ve onlardan uzaklaşmak ise azabı gerektiren helak oluş ve sapıklıktır.
Ömer b. el-Hattab -Radıyallahu Anh-’ın rivayet ettiği şu hadiste buna benzemektedir: Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem- buyurdu ki:
“Cemaate sıkı sıkıya sarılınız. Tefrikadan uzak durunuz, çünkü bir başına kalanın arkadaşı şeytandır. İki kişiden uzaktır. Kim cennetin bolluk ve rahatlığını, genişliğini arzu ediyorsa, o cemaate sıkı sıkıya bağlı kalsın.”[122]
Ebû Mesud el-Ensarî -Radıyallahu Anh- kendisine fitneye dair soru sorulunca şöyle demiştir: “Sen cemaate sarılmaya bak. Şüphesiz Allah Muhammed -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın ümmetini sapıklık üzere bir araya getirmez. Tefrikadan uzak dur, şüphesiz tefrika sapıklığın kendisidir.”[123]
İbn Mesud -Radıyallahu Anh-’ın şu sözleri de bu türdendir: “Cemaat içerisinde hoşlanmadığınız bir şey şüphesiz tefrika halinde sevdiğiniz bir şeyden hayırlıdır.”[124]
Ali -Radıyallahu Anh-’ın, ummu’l-veled (efendisinden çocuk doğurmuş cariye)’nin satılması meselesinde kendi dönemindeki ashaba hitab ederken söylediği şu sözler de bu türdendir: “Daha önce ne şekilde hüküm veriyor idiyseniz, böylece hüküm veriniz. Ben insanlar cemaat olarak kalsınlar diye ihtilâftan hoşlanmıyorum.”[125]
Abîde b. Ömer es-Selmanî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 72 h.) Ali -Radıyallahu Anh-’a şöyle demiştir: “Cemaat halinde senin ve Ömer’in görüşü ayrılık halinde tek başına senin görüşünden daha çok hoşuma gider.”[126]
Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye ehl-i sünnet ve’l-cemaat yolu ile ilgili açıklamalarda bulunurken şu sözleriyle de buna işaret etmektedir: “Onlara cemaat ehli denilmesinin sebebi cemaatin bizatihi ictimâ (bir araya gelme) demek olduğundandır. Bunun zıttı ise tefrikadır. Her ne kadar cemaat lafzı bir araya gelip toplanmış bir topluluğun adı haline gelmiş olsa bile (bu böyledir).”[127]
Nitekim Ebû Şâme -Allah’ın rahmeti üzerine olsun-’nin sözü de buna delil teşkil etmektedir: “Cemaate bağlanmaya dair emir zikredildiği takdirde bundan kasıt hakka bağlanmak ve ona uymaktır. İsterse hakka sarılanlar az olsun, muhalefet edenler çok olsun. Çünkü Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın ve ashabının döneminden itibaren ilk cemaatin izlediği yol hakkın kendisidir. Onlardan sonra bâtıl ehlinin çokluğuna bakılmaz.”[128]
d- Cemaat, Müslümanlar Topluluğu Hakkında ve Bir İmam Yahut Şeriatte Asıl Dayanağı Bulunan Herhangi Bir Dini Mesele Yada Herhangi Bir Dünya Maslahatı Etrafında Birleşmeleri Halinde, Sünnet Üzere Bulunan En Büyük Toplulukları (es-Sevhâdu’l-A’zam) Hakkında Da Kullanılır:
Cemaat kavramı, herhangi bir kayda bağlı olmaksızın mutlak olarak kullanıldığında, ilk anlaşılan budur. Burada cemaat imamet, cihad gibi herhangi bir iş yahut müslümanların büyük maslahatlarından, din ve dünya işlerinden birisi etrafında toplanmaları halinde sünnete sımsıkı sarılan müslümanların büyük çoğunluğu anlamındadır. Çünkü bu durumda müslümanlardan ayrılmak ve onlara muhalefet etmek helâk oluştur, ayrılıktır, cemaatin dışına çıkmaktır ve din bundan sakındırmıştır.
Buhari’nin, Sahih’inde Huzeyfe b. el-Yemân -Radıyallahu Anh-’dan kaydettiği şu hadis bunlardan birisidir: “İnsanlar Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’a hayra dair soru sorarlar ben de ona beni gelir bulur korkusuyla şerre dair soru sorardım...” Daha sonra bir takım şer ve fitneleri sözkonusu ettikten sonra Huzeyfe -Radıyallahu Anh- şunları söylemektedir: “Eğer bu beni yetişecek olursa, bana ne emredersin? (Peygamber) buyurdu ki: “Müslümanların cemaatine ve imamlarına bağlı kalınız.” Şâyet cemaatleri de, imamları da yoksa diye sordum, şöyle buyurdu: “Bütün bu fırkalardan uzaklaş, istersen sen bu halde ölüm gelip seni yetişinceye kadar sürecek olsun, bir ağacın gövdesini dişlerinle ısırmış ol.”[129]
Usâme b. Şerîk -Radıyallahu Anh- da Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’dan şöyle buyurduğunu zikretmektedir:
“Allah’ın eli cemaatin üzerindedir.”[130]
İbn Abbas -Radıyallahu Anh-’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem- buyurdu ki:
“Allah’ın eli cemaat ile birliktedir.”[131]
İbn Abbas -Radıyallahu Anh- Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’dan, şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
“Her kim emirinden hoşuna gitmeyecek bir şey görürse, ona sabretsin. Çünkü hiç şüphesiz cemaatten bir karış ayrılıp da ölen bir kimse mutlaka cahiliye ölümü ile ölür.”[132]
Abdullah b. Mesud -Radıyallahu Anh- dedi ki: Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem- buyurdu ki:
“Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim Allah’ın Rasûlu olduğuma şehadet eden müslüman bir kimsenin kanı ancak şu üç husustan birisi ile helâl olabilir: Cana karşılık can, zinakâr evli ve dininden ayrılıp cemaati terkeden bir kimse.”[133]
Kimi ilim ehli şöyle demiştir: “Bundan maksat dinini terketmesi suretiyle müslümanların cemaati terketmiş olacağıdır.”[134]
Zeyd b. Sabit -Radıyallahu Anh-’ın rivayet ettiği hadiste Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın şu buyruğu da bu kabildendir:
“Üç haslet vardır ki hiçbir müslüman kalbi bunları yerine getirmekte kusur göstermez: Ameli Allah için ihlâsla yapmak, yöneticilere nasihat etmek ve cemaate bağlı kalmak. Çünkü onların davetleri (onları) arkalarından kuşatır.”[135]
İbn Hacer’in, Fethu’l-Bâri’de naklettiğine göre de Taberî şöyle demiştir: “Doğrusu şu ki bu haberden[136] maksat başlarına emir olarak getirmekte bir araya geldikleri kimseye itaat etmekte olan cemaate bağlı kalmaktır. Kim ona yapılan bey’ati bozarsa, cemaatin dışına çıkmış olur.”[137]
O halde sünnette varid olmuş “cemaat” ile ilgili lafızların çoğu bu anlamlara yönelik kabul edilir. Yani bir emir yahut din ya da dünya işlerinden herhangi bir iş etrafında çoğunlukları ya da -çoğunluğu teşkil etmeseler dahi- ilim adamları fazilet, salâh ve istikamet sahibi kimseler ile hal ve akd ehli kimselerin şahsında temsil edilmeleri halinde, din ya da dünya işlerinden herhangi bir iş yahutta bir emir etrafında toplanmaları halindeki müslüman cemaat anlamındadır. Ancak bütün bunlar(da itaat), sünnete ve ma’rufa uymak şartına bağlıdır.[138]
e- Ehl-i Hal ve’l-Akd Anlamında Cemaat:
Aynı şekilde ilim adamları, emirler, kumandanlar, valiler, hakimler ve ileri gelenlerin yahutta bunların bir bölümünün müslümanlara ait herhangi bir iş etrafında ittifak etmeleri hakkında da “cemaat” terimi kullanılır. Bir imam (İslam devlet başkanı)’ı başa geçirmek, ona bey’at etmek yahut onu görevinden almak ve buna benzer hususlar gibi. Müslümanlar arasında hal ve akd ehli olmaya en lâyık olan kimseler dini hususlarda kendilerine uyulan şeriat ilminin âlimleridir. Daha sonra da fazilet, salâh ve ileri gelmek özelliklerine sahib önde gelenler, sırasıyla bunların arkasından gelir. Bunların da söz ve fiillerinin ümmetin maslahatlarını belirleyip işlerini yönlendirmekte etkisi olan kimseler arasından olmasına dikkat edilmelidir.
İbn Hacer, İbn Battal’dan şöyle dediğini nakletmektedir: “Cemaatten kasıt her dönemin hal ve akd ehlidir.”[139] Hal ve akd ehli ise az önce belirttiğim gibi öncelikli olarak ilim adamlarını kapsar. İşte bu, cemaat kavramının geniş anlamının bir parçasını teşkil eder. Hal ve akd ehli bir yöneticiye bey’at yahut bir cihadın ilân edilmesi gibi herhangi bir husus üzerinde ittifak edecek olurlarsa, şüphesiz ki cemaati temsil ederler. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
f- Büyük Cemaatin Dışında; Herhangi Bir Şey Etrafında Toplanan İnsanlar Topluluğu Yada Mescitte Cemaatle Namaz Kılan Kimseler Anlamı İle Cemaat:
Sünnette ve selefin ifadelerinde “cemaat” kelimesinin yemek, yolculuk, namaz, ilim taleb etmek ya da insanların biraraya gelmelerine sebep teşkil eden din ve dünya maslahatlarından herhangi bir iş için biraraya gelmiş bulunan belirli bir kesim hakkında da kullanılır ki, bu da büyük “cemaat” kavramının dışında bir manadır. Bu anlamı ile cemaat lafzının vârid olduğu rivayetlere örnekler:
Ömer b. el-Hattab -Radıyallahu Anh-’ın rivayet ettiği bir hadiste Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem- şöyle buyurmuştur:
“Hep birlikte yemek yeyiniz ve dağılmayınız. Çünkü şüphesiz ki bereket cemaat ile birliktedir.”[140]
Bununla bir yemek etrafında toplanan kimseler kastedilmektedir. Nitekim daha genel kapsamlı olan şeylerde cemaatin bereketli olacağı öncelikli olarak da anlaşılan bir husustur.
Cundub b. Abdullah -Radıyallahu Anh- dedi ki: Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem- bizlere dehşete kapıldığımız zaman cemaati, çarpıştığımız zaman da sabırlı ve sükûnetli olmamızı emrederdi.[141] Yani kendilerini korku ve dehşete düşüren herhangi bir işle karşılaştıklarında biraraya gelmeye, ittifak etmeye ve birbirleriyle yardımlaşmaya bakmalıdırlar.
Buharî’nin, Sahih’teki şu ifadesi de bu kabildendir: “İki ve daha fazlasının cemaat olduğuna dair bir bahis.”[142]
Bununla kastedilen de namaz için cemaat olacaklardır. Diğer işler de buna kıyas edilir.
Cemaat mescidde imam ile birlikte namazda hazır bulunan kimseler hakkında da kullanılmıştır. Osman b. Affan -Radıyallahu Anh-’ın rivayet ettiği şu hadiste olduğu gibi: Ben Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem-’ı şöyle buyururken dinledim:
“Kim yatsı namazını cemaat ile birlikte kılacak olursa, gecenin yarısını namaz kılmış gibi olur. Kim sabah namazını cemaat ile birlikte kılarsa, sanki geceyi tamamen namazla geçirmiş gibi olur.”[143]
İbn Ömer ve başkalarının rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamberin şu buyrukları da bu kabildendir:
“Cemaat ile kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmiyedi derece daha faziletlidir.”[144]
Bununla mescidde imam ile birlikte namaz kılanların cemaatini kastetmektedir. Çünkü Abdullah b. Mesud -Radıyallahu Anh- şöyle buyurmuştur: “Rasûlullah -Sallallahü aleyhi vesellem- bizlere hidayet sünnetlerini (sünen-i hüdâyı) öğretti. Ezan okunulan mescidde namaz kılmak da hiç şüphesiz hidayet sünnetlerindendir.”[145]
Dolayısıyla belirli imamın arkasında namaz kılan herkes bu anlamı ile cemaat kavramı içerisinde yer alır.
g- Bütün Bu Anlamlar Hakkında, Yahut Bazıları Yada Çoğunluğu Hakkında “Cemaat” Kavramının Kullanılması:
Yani sünnette ve selef ifadelerinde cemaat tabirinin kullanıldığı şer’î bir takım lafızlarda sözü edilen bu manaların çoğu ya da bir kısmı birarada kastedilmiş olabilir ve bu durumda cemaat, nasların akışı, lafzı ya da mefhumundan hareketle bu işaret olunan anlamlardan birisi, bir kısmı ya da çoğunluğu esas alınarak yorumlanabilir. Bundan dolayı imamların benimsemiş olduğu “cemaat” kavramının pek çok şekilde yorumlandığını görebilmekteyiz. Şatıbî “el-İ’tisâm” adlı eserinde bunların bir bölümüne işaret etmiş bulunmaktadır. Ben de onun bu açıklamalarını burada özetle kaydetmenin faydalı olabileceğini düşünüyorum:
“İnsanlar bu hadislerde kastedilen cemaat anlamı hakkında beş ayrı görüş ortaya atmışlardır:
1- Cemaat müslümanların en büyük çoğunluğunu (es-sevâdu’l-a’zam)’ı ifade eder. Bu da Ebû Galib’in şu ifadelerinin delâlet ettiği bir anlamdır: Şüphesiz ki en büyük çoğunluk, diğer fırkalar arasında kurtuluşa eren kimselerdir.[146] Bunların dinleri ile ilgili izledikleri yol hakkın kendisidir. Onlara muhalefet eden bir kimse ise cahiliye ölümü ile ölür. İster şeriat ile ilgili herhangi bir hususta onlara muhalefet etsin, ister imamları ve sultanları hakkında muhalefet etsin, o hakka muhalefet eden bir kişi demektir.”[147]
Bu görüşü benimseyenler arasında Ebû Mesud el-Ensâri ve Abdullah b. Mesud -Radıyallahu Anh-’ın da bulunduğunu zikretmektedir.[148] Daha sonra şunları söyler: “Bu görüşe göre ümmetin müctehidleri, alimleri, şeriat ile amel eden şeriat ehli kimseler cemaatin kapsamı içerisindedir. Onların dışında kalanlar da onların hükmü kapsamı içerisindedirler. Çünkü onlara tabidirler, onlara uyarlar. Buna göre onların cemaati dışına çıkan herkes (cehenneme doğru gitmek üzere) ayrılan kimselerdir. Bunlar şeytanın talan ettiği kimselerdir. Bütün bid’at ehli olanlar bu kapsama girerler. Çünkü onlar bu ümmetten önceden geçmiş olanlara muhalefet ederler, hiçbir şekilde onlar arasına katılamazlar.”[149]
2- Bundan maksat müçtehid, alim imamların cemaatidir. Ümmetin âlimlerinin kabul ettiklerinin dışına çıkan kimse cahiliye ölümü ile ölür. Çünkü Allah’ın cemaati[150] ilim adamlarıdır. Allah onları alemlere karşı bir hüccet kılmıştır. Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın: “Şüphesiz Allah benim ümmetimi dalâlet üzere toplayıp, biraraya getirmez.”[151] buyruğu ile kastettiği kimseler de bunlardır.”[152]
“Bu görüşü kabul edenler arasında Abdullah b. el-Mubârek, İshak b. Rahaveyh (Rahuye) ve seleften bir topluluk da vardır. Usul alimlerinin görüşü de budur.”[153]
Taklid ve bid’at ehli kimseler hakkında da şunları söylemektedir: “Durum ne olursa olsun, bunlar doğrudan en büyük kalabalık (es-sevâdu’l-a’zam)’in kapsamına girmezler.”[154]
3- “Cemaat özellikle ashab-ı kiram anlamındadır. Dinin direğini ayakta tutanlar, kazıklarını yere sağlamca çakanlar, onlar oldukları gibi hiçbir şekilde sapıklık üzere biraraya gelip görüş birliğine varmamış olanlar da onlardır.”[155]
Daha sonra bu görüşü kabul edenler arasında Ömer b. Abdulaziz olduğunu belirtmektedir. İmam Malik de bu hususta onun kanaatini desteklemiştir.[156]
Daha sonra Şatıbî şunları söyler: “Bu görüşe göre “cemaat” lafzı Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın diğer rivayette belirtmiş olduğu “(cemaat) benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu haldir.”[157] şeklindeki rivayete uygun düşmektedir. Sanki bu açıklama onların söyledikleri, yaptıkları uygulamalarla, içtihad ettikleri hususların kayıtsız ve şartsız olarak delil olduğunu belirten kanaatin kapsamında gibidir.”[158]
Daha sonra da şunları söylemektedir: “Buna göre onların ortaya koydukları herbir iş herhangi bir tartışma sözkonusu olmaksızın bir sünnettir. Başkaları ise böyle değildir. Çünkü bu hususta içtihad ehlinin onu tetkik edip, red ya da kabul etmek imkânları vardır. O halde bid’at ehli olan kimseler -bu görüşe göre- cemaat kapsamına kesinlikle girmezler.”[159]
4- “Cemaat, herhangi bir iş hakkında icma etmeleri halinde bütün müslümanların cemaati demektir. O halde bunların dışında kalan diğer din mensuplarına da onlara uymak gerekir. Peygamberine yüce Allah’ın kendilerini sapıklık üzere biraraya getirmeyeceği taahhüdünü verdiği kimseler bunlardır. Şâyet aralarında bir görüş ayrılığı ortaya çıkacak olursa, anlaşmazlık konularında doğruyu bilmeye çalışmak gerekir.”[160]
5- “İmam Taberî’nin tercih ettiği şu görüştür: Cemaat bir emir etrafında toplanan müslümanlar demektir. Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem- ona bağlı kalmayı emretmiş, ümmetin bu emiri önlerine geçirmek hususu üzerinde ittifak sağladıkları bu noktada ayrılığa düşmesini yasaklamıştır.”[161] Bu ifadelerinden sonra Şatıbî, Taberî’nin uzunca bir açıklamasını zikretmekte ve arkasından şunları söylemektedir: “Hulâsa cemaat, kitab ve sünnete uygun davranan imam etrafında toplanmak anlamı çerçevesinde döner durur. Bu ise açıkça şunu göstermektedir ki, sünnet olmayan bir husus üzerinde toplanmak sözü edilen hadislerde anılan cemaat anlamının dışına çıkmaktadır. Haricilerle onların durumunda olanlar gibi.”[162]
Sonuç: Şer’î nasların toplamından, imam ve ilim adamlarının nakledilen sözlerinden çıkartılan “cemaat”in şer’î kavramı birbirine yakın anlamlar etrafında dönüp dolaşmakta ve hepsi de şer’an cemaatin şu anlam çerçevesi ile çerçevelendiği sonucunu ortaya koymaktadır:
Cemaat, ehl-i sünnet, sünnete tabi olanlar, hak ehli ve kurtuluşa eren fırka (fırka-i naciye)dır. Bunlar da ashab-ı kiram ile onlara güzel bir şekilde uyan hidayet imamları, dinde fıkıh ve ilim ehli ile kıyamet gününe kadar müminler arasından onlara uyup, yollarını izleyecek olan kimselerdir.
Cemaat, sünnet etrafında toplanıp, onu ittifakla kabul eden, hakkın etrafında ve imamları etrafında toplanan kimselerdir. O bakımdan onların isim ve nitelikleri “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” tabiri ile terkib edilerek ifade edilmiştir.
Buna göre onlar gerçek anlamıyla sünnet ehli kimselerdir. Onlar sünneti nakletmiş, bellemiş, sıkı sıkıya ona sarılmış, ona uymayı tavsiye etmiş, öğretmiş, gereğince amel etmiş ve hakkıyla ona gereken itinayı göstermişlerdir. Bunlar, hak üzere toplanmaları, Peygamber ve ashabının izlediği yol etrafında toplanmaları halinde Allah Rasûlünün kastettiği cemaati teşkil ederler. Cemaat kavramının genel çerçevesi içerisine bazı anlamları ile özelleştirici ifadeler de girmektedir. Hal ve akd ehli, belirli bir imam yahut müslümanların maslahatlarından büyük herhangi bir maslahat etrafında toplanan, ayrıca bir mesciddeki cemaat ve buna benzer ifadelerde olduğu gibi;
“Cemaat” Kavramı Dışında Olanlar:
Şer’î naslar ve hidayet imamlarının bu nasları açıklaması çerçevesinde “cemaat” kavramı içerisine girenlerin kim olduklarını öğrendiğimize göre şer’an kastedilen cemaat kavramı dışına çıkan kimseleri de bilmemiz -yine şer’î naslar ve imamların sözleri çerçevesi gereğince- faydalı olacaktır:
1- Bid’atçiler, hevâ ehli ve dinde olmayan yeni şeyler ortaya koyanlar “cemaat” kavramının dışındadırlar. Çünkü Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın: “Ümmetim sapıklık üzere asla birleşmez” buyruğu yanında: “Her bid’at bir sapıklıktır” şeklindeki genel ifadesi bunu gerektirmektedir.
Ayrıca: “Her kim bizim bu işimizde ondan olmayan bir şeyi ortaya koyarsa, o merduddur.” buyruğu da bunu ifade eder.[163]
2- Şia, hariciler, kaderiye, mutezile, cehmiyye, kelâmcılar ve onlardan dallanıp budaklananlar, tarikat sahibi sufiler ve benzerleri ile bütün bu bunlardan dallanıp budaklanan çeşitli fırkalar, onların yönelişleri, itikadi mezhebleri -eskisiyle, yenisiyle- bütün fırka tabileri de (cemaat kavramı dışındadırlar.) Çünkü Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın bu ümmetin yetmişüç fırkaya ayrılacağını, biri dışında hepsinin cehennem ateşinde olacağını belirten umumi hadisi ile bu tek fırkayı da “cemaat” diye yorumlaması, bunun da kendisinin ve ashabının üzerinde gittiği yoldan ibaret olduğunu ortaya koyması bunu gerektirmektedir.[164]
3- Müslüman imamlar ve onların cemaatinin dışına cemaatten uzaklaşıp, ayrılığı ve tefrikayı beraberinde getirecek şekilde çıkan yahutta fitnenin ortaya çıkmasına, çiğnenilmesi yasak şeylerin çiğnenmesine, din ve dünyasında ümmetin büyük fesadlara uğramasına veya Peygamber -Sallallahü aleyhi vesellem-’ın sakındırdığı şeylerin kapsamına giren benzeri şeylerin ortaya çıkmasına sebeb teşkil edecek şekilde cemaatten uzaklaşmak.
Fitneye, yasakların çiğnenmesine, cihad, iyiliğin emredilip, münkerden alıkonulması gibi müslümanların büyük maslahatlarının çalışmayacak hale gelmesine sebeb teşkil edecek yahut yolların korkulu bir hal alması ve kesilmesi ile sonuçlanıp, insanları korku ve dehşete düşüren neticelere götürecek şekilde (İslam devletinin) meşru yöneticilerine karşı çıkan yahut ümmete kılıç çeken yahut itaati bölen, ayıran hariciler gibi. Bu tür sonuçlara götüren herbir iş, cemaatin dışına çıkmaktır. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.[165]
4- Sünnete uygun yolu izlemeyen, bulamayan, ilim ehline uymayan, engelleyici meşru otoriteyi engel tanımayan, şer’an kastedilen cemaatin istikametine boyun eğmeyen ve böylelikle cemaat kavramının dışına çıkarak onların kapsamına girmeyen cahiller, beyinsizler, günahkârlar, fasıklar ve karıştırıcılar da “cemaat” kavramının dışında kalırlar. Böyleleri müslüman cemaatten sayılmazlar, aksine bunlar ayrılıp, uzaklaşmak ve helâk olmak yolundadırlar. Cemaatin işinin dosdoğru bir şekilde yola koyulması ancak bu gibi kimselerin hizaya getirilmesi ve sadece hakkın çerçevesinde tutulmaları ile mümkün olabilir.
__________________ Söz işlemez yüreklere sükûtum dağlar gibi... |