Tekil Mesaj gösterimi
Alt 19 Mart 2009, 11:28   Mesaj No:1

MERVE DEMİR

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:MERVE DEMİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5587
Üyelik T.: 05 Aralık 2008
Arkadaşları:14
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
Yaş:35
Mesaj: 2.537
Konular: 2038
Beğenildi:116
Beğendi:0
Takdirleri:270
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Kıssa Nedir Konuları ve Gayeleri Nelerdir?

Kıssa Nedir Konuları ve Gayeleri Nelerdir?

KUR’û‚N-I KERİM’DE KISSALAR



KISSA NEDİR?

Dildeki anlam kayması sebebiyle, "kıssa" kelimesi, Kur'ân-ı Kerîm'in indirildiği çağdaki mânasını az çok değiştirerek, "hikâye" ile eş anlamlı sayıldığından, kimi okuyucuların da böyle telakki etmeleri normaldir. Bundan dolayı önce, "kıssa"nın eski Arapçada ve özellikle Kur'ân'da taşıdığı anlam üzerinde durmamız gerekmektedir.

"Kassa" ve "el-kasas", bir kimsenin izini sürüp ardınca gitmek mânasına gelir ki, Arapçadaki "kassa el-eser" sözünde bu anlam vardır.
“Ferteddâ alâ eserihimâ kasasâ” (Kehf, 18/64) ve “Ve kalet liuhtihî kussîhi” (Kasas, 28/11) âyetlerinde de KSS kökü, aynı anlamda kullanılmaktadır. Kelimenin ikinci mânası, "bir adama bir sözü beyan edip bildirme" yi ifade eder. Kur'ân'da geçen “Nahnü nekussu aleyke ahsene’l-kasasi” (Yusuf, 12/ 3) tabirinde bu anlam bulunmakta ve "Biz, sana en güzel bir tarzda açıklayıp bildiriyoruz" mânasına gelmektedir. Kelime, bu son anlamda kullanıldığında, normal olarak “alâ” edatı ile müteaddî olur; Kur'ân'da, çoğunlukla bu şekilde gelmiştir. "Allah, hakk ve hakikati tam bir şekilde bildirir." (En'âm, 6/ 57) veya peygamberlerin, insanlara Allah Teâlânın âyetlerini bildirmelerini ifade eden “Yekussû»ne aleyküm âyâtî…” (En'âm, 6/130) gibi âyetlerde, kelimenin bu anlamı açıkça görülür. Böylece, kassa fiili, "bir kimseye veya bir şeye ait hâdiseleri adım adım izleyerek noktası noktasına bildirdi" demek olur ki, kelimenin üçüncü anlamı olan "anlatmak, hikâye etmek" şeklindeki daha sonraki kullanılışı, birinci ve ikinci anlamlar sınırlamaktadır. Bu fiilden gelen el-kasas, aslında isim olup, masdar yerine de kullanılmaktadır; aynı mânâya gelen kıssa ismi ile onun çoğulu kısas, Kur'ân'da geçmez.

Şu halde, bu kökün konumuzla ilgili kullanılışı, Kur'ân'da şunu anlatmaktadır: Geçmiş eserleri, izleri açığa çıkarmak, bu suretle insanların unutmuş bulundukları veya gafil oldukları olayları dikkatleri üzerlerinde yoğunlaştırmak. İşte bundan dolayıdır ki, bu iş için "hikâye" lafzını ıtlak etmek doğru olmaz; zira "hikâye", gerçekte vaki olmamış durumlar için de kullanılabileceği halde, "kıssa" geçmişte gerçekleşmiş, fakat unutulmuş olayları, doğru bir biçimde bildirerek, ders almaları için insanları o zamanda yaşatmayı amaçlar.
Mesel ile kıssa arasındaki farkı açığa çıkarmak için, kısaca diyelim ki: Mesel'den gaye, anlatılmak istenilen durumu, açıkça hissettirmektir. Meseller, tabiî hayatta tekrarlanıp durduğundan, onların aynıyla gerçek olmaları şart değildir. Kur'ân'da geçen köle ile hür (Nahl, 16/75), yahut "biribirine rakip efendilerin arasında bölünen köle" (Zümer, 39/29) gibi örnekler, mesellerden ibarettir. Halbuki, mesela enbiya kıssaları böyle değildir.

Kur'ân’daki kıssaların gerek konularında, gerek anlatımlarında ve gerekse kıssalardaki olayların yönetilmesinde, sırf bir sanat hadisesi söz konusu değildir. Kıssa, Kur'ân'ın esas hedeflerini gerçekleştirme vesilelerinden biridir. Kur'ân-ı Kerim, herşeyden önce, bir dinî davet ve tebliğ kitabıdır. Kıssa da, bu daveti duyurma ve tebliği benimsetme araçlarındandır. Fakat, kıssaların dinî gayeye hizmet etmesi, onların verilmesinde sanat özelliklerinin görünmesine engel olmaz. Kur'ân'ın ifadeleri, ortaya koydukları sahnelerde dinî gaye ile edebî gayeyi birleştirir ve insan ruhuna, sanat güzelliği ile hitab ederler. Bu yüksek sanat özelliğini idrak etmek ise, muhatabı, dinî tesiri almaya hazırlar. Fikrî temasların ciddiyeti içinde, muhataba mesaj ulaştırmak, ekseriya kolay olmaz. Çünkü bu durumda muhatap ruhunun bütün savunma mekanizmalarını harekete geçiren bir tavır takınır, itiraz için bir kedinin avını kollayışı gibi pürdikkat kesilir. Oysa, edebiyatın büyüsü ile fikir, duygu içinde eritilmiş olarak sunulabilir. Üstün edebiyat eserleri, gerçekleri bedahet haline getirirler. Sunulan fikirler, aklen ispatlanmaya lüzum kalmaksızın muhataba mal edilir. Fransız şairi Verlaine'in bir mısraının tercümesi olup, bizde de tekerleme haline gelen "Gerisi edebiyattır (Et tout le reste est litterature)" sözünde veya "edebiyat yapmak" ve benzeri deyimlerdeki küçümseyici ifadeler, bayağı ve zorlamalı edebiyat örnekleri için geçerlidir. Yoksa, asil edebî zevk, insanlığın, her zaman için vazgeçilmez, bütünleyici unsurlarından biri olmuştur. Kur'ân-ı Kerim'in, bu anlamda bir kelam mucizesi olduğunu unutmamak gerekir.


KISSALARIN KONULARI

Kur'ân-ı Kerim'de: Hz. û‚dem ve iki oğlu, Hz. Nû»h, Hz. Hû»d, Hz. Salih, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz.İshak, Hz. Lû»t, Hz. Ya'kub, Hz. Yusuf, Hz. Şu'ayb, Hz. Mû»sâ, Hz. Dâvû»d, Hz. Süleyman, Hz. Eyyû»b, Hz. Yû»nus, Hz. Zekeriyya, Hz. Yahya, Hz. İsâ gibi enbiya kıssaları çok geniş bir yer tutar. Bunlardan bazıları üzerinde, daha büyük bir önemle durulur. Mesela, Hz. û‚dem'in yaratılması, kendisine bütün isimlerin öğretilmesi, meleklerin ona secde etmeleri, İblîs'in onunla eşini kandırması ve onların da Cennetten çıkartılmaları; Hz. İbrahim'in babasını hakka davet etmesi, onunla tartışması, kavminin putlarını kırması, Allah'ın tek Tanrı olduğunu öğretmek için kavmine istidlâl yolunu göstermesi, bir kral (Nemrud) ile tartışması, Kâbeyi inşa etmesi vb.; Hz. Mû»sâ'nın doğumunu çevreleyen ortam, doğumu, ırmağa bırakılması. Firavun'un sarayında büyütülmesi, kendisine risalet verilmesi, Firavun'u hakka davet etmesi ve onunla yaptığı çeşitli münakaşalar, Firavun'un sihirbazları ile karşılaşması, İsrailoğulları ile birlikte Mısır'dan çıkışı, altun buzağı olayı. Cenab-ı Allah'ı görmek istemesi, İsrailoğullarından çektiği sıkıntılar vb. Hz. İsâ'nın babasız olarak bakire Meryem'den dünyaya gelmesi, beşikte iken konuşması, gösterdiği çeşitli mucizeler, İsrailoğullarını irşad etmesi, Mâide meselesi, öldürülmek istendiği halde bunun başarılamaması vb. kıssaları, Meryem, Uzeyr, Zulkarneyn, Lokman gibi salih kulların kıssaları,
Peygamberlerin kavimleri ve özellikle İsrailoğulları, Ashabu'l-Kehf, Ashabu'l-Uhdud, Ashâbu'l-fîl gibi toplulukların kıssaları, Firavun, Kârû»n, mağrur hükümdar (Nemrud) gibi sapık yola sürükleyenlerin kıssaları.

Ve nihayet Hz. Peygamber Efendimiz'in hayatının ve nübüvvetinin safhalarına ait genişçe bir bölümü kapsayan olayların (İsrâ', mi'rac, hicret, Bedr, Uhud, Ahzâb, Hz. Peygamberin içtimaî ve ailevî hayatı vb.) kıssaları bulunmaktadır.(1)


KISSALARIN Gû‚YELERİ

Kıssanın gayesi, "Kur'ân'ın indiriliş maksadlarını gerçekleştirmektir"', cümlesinde hülâsa edilebilirse de, biraz tafsilâtlı olarak gayelerini sınıflandırmak faydalı olacaktır. Bunlar şunlardır:
1- Hz. Muhammed'in nübüvvetini isbat etmek. Peygamberimiz gibi kavmi de, geçmiş peygamberlerin ve ümmetlerinin durumlarına vâkıf değildi (Yusuf, 12/102; Kasas, 28/44-46). Böyle olduğu halde, onları Kur'ân vasıtasıyla doğru bir tarzda anlatması, Allah'ın vahyine mazhar olduğunu gösterir. Kur'ân'da anlatılanların kısmen Tevrat kıssalarına benzemekle beraber, bazan önemli hususlarda onlardan ayrılması, hele o ayrıldığı hususların yanlış olup yakın zamanlarda (ancak muâsır dönemde) yanlışlıklarının anlaşılmış olması, kat'î olarak vahy olduğunu gösterip hiçbir şüpheye yer bırakmaz.

2- Bütün peygamberlerin İslâm'ı tebliğ ettiklerini göstermek. Bu gerçeği pekiştirmek için Kur'ân, peygamberlerin kıssalarını, birçok durumda peş peşe serdeder. Enbiya sû»resinin 48-92 pasajı bunun güzel bîr örneğini teşkil eder ve son âyet bu uzun anlatımın asıl gâyesini bildirir: "Muhakkak ki bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir (dininiz bir tek dindir); Ben de sizin Rabbinizim. O halde (başkasına değil) yalnız Bana kulluk edin." Tâlî gâyelere ise, kıssaların arasında temas edilmektedir. A'raf, 7/59-85; Hû»d, 11/25-99; Şu'ara, 26/10-191 pasajları da bu mahiyettedir.

3- Muhatapların ders almalarını sağlamak. İnsan, kıssalarda anlatılan iyi kişileri takdir edip onlara benzemek ister; kötülerden nefret edip huylarından sakınmak lüzumunu hisseder. Çünkü tarihin işleyişinin, her iki grubun âkıbetlerini açıkça ortaya serdiğini görür. Toplumlar çeşitli özellikleriyle, sadece tarihin uzak bir köşesinde gelip geçmiş birer kavim değil, örnekleri her zaman bulunabilecek birer tip olarak arzedilmektedirler.

İbretin bir başka nevi, özellikle peygamberlerin mû»cizelerinde rastlanan, ilmî gelişmeyi teşvik edici nitelikteki işâretlerde tezâhür eder. Herbir âyetin, çeşitli irşad vecihlerini ihtiva edebileceği, İslâm âlimlerince kabû»l edilmektedir. û‚yetlerde delâlet kuvveti farklı olan çeşitli mâna tabakaları bulunabilir. Peygamberlerin manevî faziletlerinin anlatılmasıyla muhatap, onların kemallerinden yararlanmaya teşvik olunduğu gibi, onların mû»cizeleri anlatılmakla peygamberleri bu sahada da örnek almaya zımnen teşvik edilmiş olabilir. Kur'ân'ın bu zımnî (gizli) irşad nev'ini bazı misallerle açıklayalım:

Sebe', 34/12 âyetinde, "Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü bir aylık mesafe olan rüzgârı, Süleyman'a musahhar kıldık ve onun için erimiş bakırı da kaynağından sel gibi akıttık" buyurulur. M. Hamdi Yazır bu âyete göre, Hz. Süleyman'ın bir günde asgari 1.800 km. mesâfe kattettiğini hesaplar. Bu âyetten aero-dinamik kanunlardan faydalanmaya gizli bir teşvik sezilebilir. Zira -mucize olmasına rağmen- Hz. Süleyman bu işi vâsıtasız yapmış değildir, hava (rîh, rüzgâr) vasıtasıyla, havanın özelliklerinden istifade ederek gerçekleştirmiştir. Havanın hareket kanunlarına dikkat çekmek hikmeti olmasaydı, Allah Tealâ onu vasıtasız olarak o mesafelerden aşırtır ve Kitabında da havayı sebep kılarak bu mucizeyi gerçekleştirdiğini bildirmezdi. Ayetin son kısmı, bakırı sel gibi akıtmayı, Hz. Süleyman hakkında ilâhî bir lütuf olarak zikretmektedir. Az önceki 10. âyette de Hz. Dâvud'a "demirin yumuşatıldığı" beyân buyurulur. Muhakkik müfessirimiz M. Hamdi Yazır, naklettiği diğer tefsirleri zayıf bulduğuna işâret etmek ve âyetteki ilmî irşada dikkati çekmek için, "Biz, bunun bir atiyye-i ilâhiyye olan bir ilm u san'atla akıtılmış olmasını daha ehemmiyetli buluyoruz" der.(2) Böylece Kur'ân-ı Kerim, demiri işletmeyi ve bakırı eriterek sel gibi akıtmayı, bu âyette büyük bir ilâhî lütuf olarak bildirmekle, madenleri bulup işletmenin, sanâyiin ve maddî kuvvetin esası olduğuna işâret ve bu nimetten istifadeye teşvik etmektedir.

4- Kıssalar, Hz. Peygamber'in ve müminlerin kalblerini takviye ederler. Tebliğ külfetinde karşılaştıktan meşakkatlere sabır ve hizmette sebat etmelerini kolaylaştırırlar. Çekilen çilelerden sonra Allah'ın nusratının, önceki peygamberlere ve cemaatlerine geldiği gibi, Kur'ân'a tâbi olanlara da geleceği anlatılmak istenir.

5- Nimeti bildirip hatırlatmak. Allah'ın, nebilerine ve seçkin kullarına ihsan etmiş olduğu nimetler de, kıssalarla bildirilir ve hatırlatılır. Hz. İbrahim, Yunus, Mû»sâ, Dâvû»d, Süleyman, Zekeriyyâ, Yahya, İsa (onlara salat ve selam olsun) kıssalarında olduğu gibi. Bazı yerlerde, bu peygamberlerin kıssalarından birkaç halka gelir ve oralarda nimet, çeşitli şekillerde ortaya çıkar. Orada nimetin meydana çıkması, birinci gayedir; kıssanın öte tarafı ise, bu gayeyi belirtmek için serdolunmuştur. Böylece Allah'ın, Kendisine olan bağlılığı ve itaati mükâfatsız bırakmayacağı bildirilmiş ve insanlar da, onlara benzemeye özendirilmiş oluyor.

6- Şeytandan sakındırmak. Kıssaların gayelerinden biri, şeytanın aldatmasına karşı û‚demoğullarını uyarmak, Şeytanla kendilerinin arasında, işin başından beri sürüp gelen düşmanlığı belirtmektir. Bu düşmanlığı kıssa aracılığı ile göstermek, daha etkili olur. Böylece nefiste, şerre çağıran vesveselerin önünü almak, daha çok mümkün olur. Bu, ebedî bir mesele olduğundan, Hz. û‚dem ile İblîs kıssası bir çok yerde tekrarlanmış, böylece çarpışmanın, baştaki cüz'î hadiseye münhasır kalmayıp, bütün kâinatta ve her insanın benliğinde her an devam ettiği vurgulanmış oluyor.

7- Münferit meselelerin arkasındaki genel prensipleri ortaya koymak. Kur'ân kıssalarında geçen bazı hususlar vardır ki, bunların cüz'î meseleler olduğu sanılabilir. İlk anda, Kur'ân'ın bunları nakledişinde, tarihî bir olayı anlatmaktan başka bir fayda gözetmediği düşünülebilir; ve o küçük mesele üzerinde ısrarla durmasına anlam verilemez. İsrailoğullarının ünlü "bakara"sı, buna güzel bir misaldir. Kur'ân-ı Kerim bu "bakara"nın ayrıntıları üzerinde o kadar durmuştur ki, en uzun sû»re, adını bundan almıştır. Halbuki şöyle düşünecek olursak bakarayı (sığır) kesmek üzerindeki ısrarın, oldukça hikmetli olduğunu anlarız: Eskiden ziraatın başlıca aracı sığır cinsi olduğundan, Mısır'da olduğu kadar dünyanın öteki bir çok bölgesinde de sığır cinsi takdis ediliyor ve tanrılaştırılıyordu. İşte Kur'ân, öbür milletler meyanında İsrailoğullarının da içlerinde yer etmiş(3) olan bakar'a tapma sapıklığının, Hz. Mû»sâ'nın Allah tarafından gönderilmesiyle, bir sığırın hadiseli boğazlanışıyla ortadan kaldırıldığını, bu sapıklığın insanlığın önemli bir kesiminin istidadında yer etmiş olan çok yaygın bir şirk şekli olduğunu böylece anlatmış oluyor. Bu da gösteriyor ki, Kur'ân-ı Hakîm'de, tarihî bir olay görünümü veren bazı münferit hadiseler, bazan birtakım genel prensiplerin ipuçları durumundadırlar. Hz. û‚dem'in meleklerle olan durumu, meleklerin yeryüzünde û‚dem gibi bir halifenin yaratılmasını istemeyişleri olayı, müteşabih, anlaşılması güç, sırf gaybî olan bir meseledir. Kur'ân, Hz. Adem'in meleklere üstün gelişini, "Allah'ın ona, bütün isimleri öğrettiği" (Bakara, 2/3l) cüz'î hadisesine dayandırır. Fakat bu küçük olay, aslında genel bir kanunun habercisidir. Hikmetli Yaratıcı, insan türüne sınırsız yetenekler verdiğini, böylece onun, Allah'ın halifesi olmaya hak kazandığını bildirmiş olmaktadır. İşte Hz. û‚dem'den beri beşerî birikimin meydana getirdiği ve getireceği binlerce bilim ve fen, bu gerçeğin tefsiri durumundadır.

Keza İblîs'in, û‚dem'e secde etmemesi münferit gaybî hadisesi, çeşitli yerlerde değişik üslû»plarla tekrar edilir. Bu da insanlık dramında müşahede olunan genel bir gerçeği işaretlemektedir. Kur'ân, meleklerin Hz. û‚demin şahsına boyun eğdiklerini bildirmekle, kâinatın maddî nevilerinin olduğu gibi onlara müvekkel olan manevî temsilcilerinin de insana inkiyad ettiğini anlatmaktadır. Ayrıca, Şeytanın Hz. û‚dem'in üstünlüğünü kabul etmediğini bildirmesiyle de, û‚demoğullarının yeteneklerini ve fıtratlarını bozan, onları yanlış yollara götüren maddî ve manevî şer unsurlarının, insanlığın mümkün ve mukadder kemaline ne büyük bir engel ve düşman olduklarını hatırlatmaktadır. Böylece Kur'ân, yalnız û‚dem ile İblîs'in münferit bir hadisesini anlatıyor görünürken, gerçekte bütün kâinatla ve bütün û‚demoğullarıyla konuşmaktadır. Firavunun, vezirine: "Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap!" (Gâfir, 40/36) sözünden, Mısır firavunlarının dağsız bir düzlükte yaşadıklarından dağların özlemini duyduklarını, adlarını ebedileştirmeyi, bu muazzam piramitleri inşa ettirmekte sandıklarını; "Bugün senin bedenini kurtarıp koruyacağız" (Yû»nus, 10/92) ayetinden de, tenasüh fikrine saplanan firavunların, cesetlerini mumyalattıklarını çıkarmak mümkündür.
Bu tür misaller çoğaltılabilir. Kıssaların belli başlı amaçlarını böylece sıraladıktan sonra, birtakım tali gayelerinin de bulunduğunu, sadece hatırlatmakla yetiniyor ve kıssaların özelliklerine geçmek istiyoruz.


KISSALARIN ÖZELLİKLERİ

Kur'ân kıssaları, aslında, insanlara hükmeden ilahî kanunların icraatından ibaret olan birtakım hareketler, görüntüler ve sesler halindeki tarih manzaralarıdır. Hikâye ve romanlarda eserin kahramanı, zaman ve mekân unsurları büyük önemi hâizdir. Halbuki Kur'ân kıssalarının gerçek kahramanı, olayların kendi etrafında döndüğü şahıs değildir. Kıssanın, gerçek kahramanı insanın inanç, ahlâk ve davranışlarına sıkı bir şekilde bağlı olan tarihî kanundur. Kıssanın kahramanı, meselâ Hz. İbrahim ve muhatabları değil, tevhîd ve şirk, tarihî realiteleridir. Yahut Hz. Yusuf ile ev sahibesi değil, Yusuf'taki iffet ve emânet ile, kadındaki şehvet ve hıyânettir. Gerçi Kur'ân'da hayat, unutamayacağımız bazı şahsiyetlerde hareket eder, fakat Kur'ân üslû»bu, kıssa kahramanlarını, olayın mihveri yapmaya lâyık bulmamıştır. Kıssalar tezli kıssalardır, güdümlü hikâyeler değildir. Kur'ân hâdiseye dikkati çektiğinden, zaman ve mekân unsurlarına zikre değer bir yer vermez, onları bildirmez. Zira hâdiselerin, ibret vermek gâyesine hizmet etmeyen ayrıntılarına girmek, meseleyi teferruata boğarak kıssadan çıkacak hisseye gölge düşürebilirdi.
Kıssaların en çok dikkati çeken özellikleri şunlardır:

1- Tekrar hususiyeti: Muhatap û‚dem, Nû»h, Musâ aleyhimüsselâm ile ilgili bazı kıssaların tekrar edildiğine şahid olur. Aslında tam bir tekrar yoktur. Sû»renin genel havası ve siyak münâsebetiyle aynı kıssa, her seferinde değişik ayrıntılar eklenerek farklı üslû»pla ele alınır ve bu farklı detaylar, değişik ibretlere medar olurlar.

Tekerrür, esas dinî maksadın farklı üslû»plarla tebliği durumundadır. Sıradan meseleler tekerrür etmez. Meselâ Hz. Musa'nın doğumunu çevreleyen şartlar, gençliği, evlenmesi tekrarlanmaz, ama Firavun'la karşılaşması, sihirbazlara söylediği sözler, risâletin hedefi yönünden çok mühim olduğundan, dinî maksad, tekrarlanmalarını gerektirmiştir.
Keza aynı şahısla ilgili kıssanın, çeşitli yerlerde zikredilen unsurları, ihtilâf veya zıtlık olmaksızın, bir tek konu teşkil eder. Değişik pasajlar bir araya getirildiğinde, konunun büyük ve detaylı bir tablosu elde edilir.(4) Yalnız unutmamak gerekir ki kıssanın eklem yerleri durumunda olan bazı halkalarını tekrar etmekten kaçınmak mümkün değildir.

2- Kur'ân kıssayı hangi maksad için serdediyorsa, hâdisenin sadece o mikdarını zikreder. Dinî gâyeyi ifâde etmesine önem verildiğinden, tarih sırası gözetilmeksizin başından, ortasından veya sonundan anlatılabilir.

3- Muhatap kıssadaki olaylar içinde dalıp gitmeye bırakılmaz, arada dinî irşad ve tevcihler serpiştirilir.

Kıssalarda şu sanat özellikleri bulunduğu görülür:
1- Muhatabı sürükleyen bir girizgâhla başlanır.
2- Temsilî anlatım tercih edilir, yani önemli sahneler gösterilip birçok teferruat muhayyileye bırakılır.
3- Hâdiseler kuru, didaktik ifâdelerle sıralanmaz, canlılık ve hareket dolu bir tasvirle müşahhas hâle getirilir.

Prof. Dr. Suat YILDIRIM



DİPNOTLAR
(1) Kur'an'da geçen kıssaları bir araya getiren kitaplar içerisinde, özellikle M. Ahmed Câdu'l-Mevlâ, M. Ebû»'l-Fadl İbrâhîm, A. M. el-Becâvî, S. Şehâle tarafından müştereken yazılan "Kısasu'l-Kur'ân" büyük ilgi görmüştür (onuncu basım, Kahire, el-Mektebe et-Ticâriyye el-Kubrâ, 1389/1969, B. boy, 480 s.).
(2) M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VI. 355-56 (İst, 1993, Zaman)
(3) Kur'ân. el-Bakara,2/93'te buna değindiği gibi Eski Ahit'in Hoşea, 8, 5-6 İle I. Krallar, 12, 26-32 cümleleri de bunu gösterir.
(4) M. Mahmû»d Hicazı, el-Vahdetü'l-Mevdû»'ıyye fi'l-Kur'âni'l-Kerîm, s.325-398.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... Videolar/Slaytlar Medine-web 1 2879 23 Ağustos 2013 00:41
İran Emperyalizmi Makale ve Köşe Yazıları Medine-web 6 3622 26 Ocak 2013 22:53
gerekli gereksiz bir şiir.. Makale ve Köşe Yazıları MERVE DEMİR 0 3266 06 Aralık 2012 10:48
olmamış kayınbiradere mektup :) Komik Paylaşımlar Allahın kulu_ 10 7706 03 Kasım 2012 23:19
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür Makale ve Köşe Yazıları Esadullah 11 7205 02 Ekim 2012 21:16