ĞARİBU’L-KUR’AN
ĞARİBU’L-KUR’AN
Ğarib kelimesi, yabancı, anlaşılmaktan uzak ve kapalı anlamına gelmektedir. Kur’an’da yer alan, araplar arasında da yaygın bir şekilde kullanılmadığı için pek bilnmeyen kelimelere ğarib denilmiştir. Kur’an’da nadiren de olsa yabancı kelimelerin bulunuşu, ekseriyeti teşkil eden Kureyş lehçesinin dışında, diğer lehçelerden de birçok kelimelerin yer alması “Ğaribu’l-Kur’an” meselesini ortaya çıkarmıştır.
Çok zengin bir yapıya sahip olan Arap dilinin muhtelif lehçelerine herkes vakıf olamaz. Bir insan bir dili ne kadar bilirse bilsin, her kelimenin manasını anlayamaz. Arap diliyle indirilen Kur’an[365] için de aynı durum söz konusudur. Nitekim sahabeden bazıları bunu itiraf etmişlerdir. Mesela ashabın ileri gelenlerinden Abdullah b. Abbas “Fatır” kelimesinin, başlamak anlamını ifade eden bir isim olduğunu iki arap köylüsünün bir kuyu başındaki münakaşası sonrasında öğrendiğini söylemiştir.[366] Ömer (r.a.) da Abese: 80/3 ‘deki “Ebben” kelimesinin manasını bilemediğini itiraf eder. Bu kelime çeşitli dil ve lehçelerde müşterek bir lafız olduğundan ihtilafa sebep olmuştur. Aşağı yukarı buna yedi çeşit mana verilmiştir. İnsanların yemeyip hayvanların yediği ot, saman, arz üzerindeki her nevi nebat, meyvanın dışındaki şey, yaş meyva, kuru meyva, nasıl meyva insanlar içinse, hayvanat için olana da “el-eb” denir.[367]
Kur’an’da bu çeşit garib kelimelerin anlaşılması için, sahabe devrinden itibaren eski Arap şiirine baş vurmak zarureti hasıl olmuş ve öyle yapılmıştır. Nitekim birçok ayetin manası kendisine sorulan İbn Abbas’ın bu soruları beyitler şahit getirerek cevapladığı nakledilmektedir.[368] Rasulullah çeşitli Arap kabileleriyle görüşmüş onlarla anlaşmış hatta onların lehçe özelliklerini kullanmıştı. Sahabe de bilmedikleri şeyleri ona sormuşlardı. Sahabe devrinin sonuna kadar arab dili asliyetini muhafaza etmişti. Artık yeni beldeler fethedilmiş, ayrı dil, din ve kültüre sahip insanlar İslam’ın bünyesi içerisinde toplanmıştı. Bunların tabii bir neticesi olarak arab lisanı, yabancı dillerle karışmaya başlamıştı. Zaman geçtikçe bu karışıklığın arttığını gören maarif ehlinden bir cemaat, Arap dilini bir kaideler sistemi içine almaya koyuldu. Bu konuda ilk eser yazan Ebu Ubeyde Ma’mer b. el-Müsenna’dır (210/825).[369]
Kur’an-ı Kerim’de yabancı kelimelerin olup olmadığı meselesi ihtilaflara yol açmıştır. Aralarında İbn Cerir, eş-Şafii ve Ebu Ubeyde’nin bulunduğu bir kısım alimler, Allah kelamında arapçadan başka, tek yabancı kelimenin mevcut olmadığını iddia etmişlerdir. Bir kısım alimler ise Kur’an’da yabancı kelimelerin varlığını kabul etmektedirler. Arapların gerek ticaret ve gerekse diğer vesilerle, zaman zaman temas ettikleri yabancılardan bazı kelimeleri almış oldukları ve kendi dillerinde kullandıkları düşünülebilir. Kur’an-ı Kerim de arapların konuştukları dil ile nazil olduğuna göre, onda bazı yabancı kelimelerin bulunması tabiidir.[370]
Kur’an’da geçen ğarib kelimelere bir kaç örnek vermek gerekirse bunları şöyle sıralayabiliriz:
Sefih kelimesi Kinane lehçesinde cahil manasına gelir.
Saika kelimesi Umman lehçesinde ölüm manasına gelir.
Riczen kelimesi Tayy lehçesinde azab manasına gelir.
Bağy kelimesi Temim lehçesinde hased manasına gelir.
Refese kelimesi Mezhec lehçesinde cima manasına gelir.
Nihle kelimesi Kays lehçesinde farz manasına gelir.
Musafaha kelimesi Kureyş lehçesinde zina manasına gelir.
Tasdiye kelimesi Kureyş lehçesinde alkış manasına gelir.
Ve Kıyde kelimesi Habeş lehçesinde noksan manasına gelir.
Siccil kelimesi Furs lehçesinde çamur manasına gelir.
Er-Rakîm kelimesi Rum lehçesinde kitap manasına gelir.
El-Yemmu kelimesi Kıbt lehçesinde deniz manasına gelir.
Tûr kelimesi Süryani lehçesinde dağ manasına gelir.
Sinîn kelimesi Nabat lehçesinde güzel manasına gelir.
El-Mühl kelimesi Berber lehçesinde kızgın yağ manasına gelir.[371]