Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09 Nisan 2009, 11:39   Mesaj No:2

KuM TaNeSi

Medineweb Emekdarı
KuM TaNeSi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:KuM TaNeSi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5998
Üyelik T.: 02 Ocak 2009
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:40
Mesaj: 1.956
Konular: 885
Beğenildi:21
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart RE: Din İşleri Yüksek Kurulu Kararlari ( organ nakli )

KADININ İMAMETİ



Kadınların namazda imamlık yapması , bir kadının hemcinsleri olan diğer kadınlara imamlığı ve kadın-erkek karışık cemaate veya sadece erkeklere imamlığı olarak iki kısma ayrılır



Kadının hemcinsleri olan diğer kadınlara imamlığı konusunda, Hz Peygamber (sa)'in hanımlarından Ümmî Seleme ve Hz Aişe' nin kadınlara imam olarak namaz kıldırdıklarına, bu durumda öne geçmeyip ilk safın ortasında durduklarına ait ilk devir hadis kaynaklarında bilgiler vardır Kadınların günlük beş vakit namazda olduğu gibi, teravih namazında da diğer kadınlara imamlık yapmaları ls1am fakihleri tarafından caiz görülmüştür


Bir kadının, erkeklere veya kadın-erkek karışık cemaate imamlık yapması ise, ilk hadis kaynaklarından Ahmed b Hanbel' in Müsned' inde, Ebu Davud'un Sünen' in de, İbn Huzeyme' nin Sahih ' inde, Beyhaki ' nin Sünen-i Kebir ' inde , Hakim ' in Müstedrek ' inde ve muahhar pek çok kaynakta yer alan bir habere göre Hz Peygamber (sav) istisnai olarak Ümmî Varaka isimli hafız-ı Kur'an bir sahabiyye hanımın kendi ev halkına imamlık yapmasına izin vermiştir Ümmî Varaka' nın ev halkı ise, ölümünden sonra azad olmaları kaydıyla hür kıldığı biri erkek diğeri hanım iki köleden ibaretti


Bu rivayete dayanarak İmam Ahmed, Ebu Sevr, Müzeni, Taberi, 1bn Teymiyye gibi alimler, kadının zaruret halinde erkeklere de imamlık yapabileceğini söylemişlerdir


İmam-ı Azam Ebu Hanife, Şafii gibi müctehidler ile Cumhur-ı fukaha ise, kadının erkeklere imamlığını caiz görmemişlerdir

GÖZ DAMLASININ ORUCU BOZUP BOZMAYACAĞI



Göz damlasının ve astımlı hastaların nefes alabilmek için kullanmak zorunda oldukları, ağzına küçük zerrecikler halinde püskürtülerek (sprey) aldıkları ilaçların orucu bozup bozmayacağı hususları Kurulumuzca incelendi Yapılan müzakere sonunda:



1) Mütehassıs göz tabiplerinden alınan bilgilere göre, göze damlatılan ilacın miktar olarak çok az (1 mililitrenin 1/20'si olan 50 mikrolitre) oluşu ve bunun bir kısmının gözün kırpılmasıyla dışarıya atıldığı, bir kısmının gözde, göz ile burun boşluğu birleştiren kanallarda ve mukozasında mesamat yolu ile emilerek vücuda alındığı ancak yok denilebilecek kadar çok az bir kısmının sindirim kanalına ulaşabilme ihtimalinin bulunduğu dikkate alınarak, İslam fakihlerinin de belirttiği gibi göz damlasının orucu bozmayacağına;


2) Bir kısmı ağız cidarında emilerek yok olacak kadar az olması ve esasen yutulmadıkça ağıza alınan suyun orucu bozmadığı ve orucun teşri hikmeti dikkate alınarak, astımlı hastaların ağıza püskürtülerek aldıkları ilacın da orucu bozmayacağına;


Karar verildi

CUMA NAMAZI VE ZUHR-İ AHİR

Din İşleri Yüksek Kurulu, 26032002 tarihinde Kurul Başkanı Doç Dr Şamil DAĞCI’nın başkanlığında toplandı
Dinî Sorulara Cevap Komisyonunca “Cuma Namazı ve Zuhr-i Ahir” konusunda hazırlanan metin Kurula takdim edildi Konu ile ilgili Kurul üyeleri görüşlerini belirttiler Görüşmeler sonucunda;

I CUMA NAMAZI

A Cuma Namazının Hükmü

Cuma namazı, farziyyeti Kitap, sünnet ve icma ile sabit olan ve hutbeyi de ihtiva eden iki rekatlı, cemaatle kılınan bir namazdır Yüce Allah, “Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında, alışverişi bırakıp hemen Allah’ı anmaya koşun Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allâh’ın lütfundan nasibinizi arayın Allâh’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz” buyurmaktadır (Cumu’a 62/9-10) Hz Peygamber, “Cuma namazına gitmek, ergenlik çağına ulaşmış her Müslüman’a farzdır” (Nesâî, Cumu’a, 2; Ebû Dâvûd, Taharet, 129), “Cuma namazını kılmayan birtakım kişiler, ya bundan vazgeçerler ya da Allâh kalplerini mühürler de gafillerden olurlar” (Müslim, Cumu’a, 12; Nesâî, Cumu’a, 2), “Allâh, önemsemeyerek üç Cuma’yı terk eden kişinin kalbini mühürler” (Ebû Dâvûd, Salât, 210; Nesâî, Cumu’a, 2) buyurmaktadır Cuma namazı, Hz Peygamber döneminden günümüze kadar bütün Müslümanlarca kılınmış ve bunun farz olduğu konusunda herhangi bir ihtilafa düşülmemiştir
Cuma namazının hicretten önce farz kılındığına dair rivayetler bulunmakla birlikte, Hz Peygamber ilk Cuma namazını hicret esnasında Medine yakınındaki Rânûna denilen bir vadide kıldırmıştır
B Cuma Namazının Rekat Sayısı

Cuma namazının farzı iki rekattir Bu konuda herhangi bir ihtilaf yoktur
Hz Peygamber’in Cumanın farzından önce, nafile olarak bir namaz kılıp kılmadığı konusunda fıkıh bilginleri, konuyla ilgili muhtelif rivayetlerden hareketle farklı görüşler ortaya koymuşlardır:
Cuma’nın farzından önce nafile bir namaz olmadığını ileri süren fakihler bulunmaktadır Onlara göre Hz Peygamber, Cuma namazı için mescide gelince, namaz kılmadan doğrudan minbere çıkmıştır Sahabenin kıldığı rivayet edilen namaz ise, sünnetle ilişkisi olmayan nafile bir namazdır (İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, I/118-119) Buna karşılık Hanefî, Mâlikî ve Şâfiî bilginlerine göre, Hz Peygamber, Cuma namazının farzından önce tahiyyetü’l-mescid dışında, nafile olarak namaz kılmıştır Hanefîler bu namazın dört rekat olduğunu, diğerleri ise belli bir rekat sayısıyla sınırlı olmadığını belirtmişlerdir (İbn Humam, Fethu’l-Kadîr, II/39; İbn Kudâme, Muğnî, II/250; İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar, I/452) Sahih hadis kaynaklarında Hz Peygamber’in Cuma namazından önce nafile olarak namaz kıldığına dair bir çok rivayet bulunmaktadır (İbn Mâce, Salat, 94; Buhârî, Cumu’a, 33, 39; Ebû Dâvûd, Salât, 244)
Hz Peygamber’in Cuma namazından sonra nafile olarak namaz kıldığı konusunda ihtilaf olmamakla birlikte, bu namazın kaç rekat olduğu konusunda görüş farklılığı bulunmaktadır Bu namaz, Ebu Hanife’ye göre bir selamla dört, Şâfiî’ye göre iki selamla dört, Ebû Yûsuf’a göre ise dört rekatta bir selam ve iki rekatta bir selam vermek üzere toplam altı rekattır (İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, II/39; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I/451) Sahih hadis kaynaklarında yer alan bazı rivayetlerde, Hz Peygamber’in Cuma namazından sonra dört, bazı rivayetlerde ise iki rekat nafile namaz kıldığı bildirilmektedir (Ebû Dâvûd, Salât, 244; İbn Mâce, İkâmetu’s-Salât, 95; Buhârî, Cumu’a, 39) İbn Teymiyye, İbn Kayyım gibi bazı alimler, konuyla ilgili çeşitli rivayetleri birlikte değerlendirerek, camide kılınırsa dört, evde kılınırsa iki rekat kılınabileceği görüşüne varmışlardır
Zikredilen bu rivayetler, Hz Peygamber’in Cuma namazından önce ve sonra, ismi ne olursa olsun evde ya da camide nafile namaz kıldığını göstermektedir Bu itibarla, Cumadan önce ve sonra kılınan namazlar, Cuma namazına daha sonra yapılan bir ilave olmayıp, Hz Peygamber’in uygulamasına dayanmaktadır
C Cuma Namazı ile Yükümlü Olmanın Şartları

Cuma namazı, akıllı, buluğ çağına erişmiş, sağlıklı, hür ve mukim Müslüman erkeklere farz kılınmıştır Kadınlar, hürriyeti kısıtlı olanlar, yolcular ve cemaata gelemeyecek kadar mazereti olanlar Cuma namazı kılmakla yükümlü değildirler Zira Hz Peygamber, köle, kadın, çocuk, hasta ve yolcu dışında Cuma namazının her Müslüman’a farz olduğunu belirtmiştir (Ebû Dâvûd, Salât, 215; Beyhakî, Sünen, III/183-184, HNo: 5422, 5425, 5426; Darakutnî, Sünen, II/2, HNo: 2; İbn Ebî Şeybe, Musannef, I/446, HNo: 5148; Ebû Muhammed el-Bağavî, Mesabihu’s-Sünne, I/470) Ancak Cuma namazını kılmaları halinde bu kimselerin namazları geçerli olup ayrıca öğle namazı kılmaları gerekmez
D Kadınların Cuma namazı kılmaları

Cuma namazı kılmak kadınlara farz değildir Konuyla ilgili hadisleri ve uygulamaları göz ardı ederek, sadece Cuma namazını farz kılan ayetteki “ey iman edenler” ifadesinden hareketle kadınların Cuma ile mükellef olduklarını söylemek doğru değildir Aksi halde, hükümlü, hasta ve diğer mazeret sahiplerinin de Cuma ile mükellef olmaları gerekir Zira Hz Peygamber, kadın, hasta, yolcu ve hürriyeti kısıtlı olanların Cuma namazı ile yükümlü olmadıklarını belirtmek suretiyle ayetin hükmünü tahsis etmiştir (Ebû Dâvûd, Salât, 215; Beyhakî, Sünen, III/183-184, HNo: 5422, 5425, 5426; Darakutnî, Sünen, II/2, HNo: 2; İbn Ebî Şeybe, Musannef, I/446, HNo: 5148; Ebû Muhammed el-Bağavî, Mesabihu’s-Sünne, I/470)
Ayrıca, hadis ve siyer kaynaklarında, Hz Peygamber döneminde bazı hanımların münferiden Cuma namazına katıldıklarını bildiren rivayetler bulunmakla birlikte, onların erkekler gibi yoğun bir şekilde Cuma’ya iştirak ettiklerini gösteren bir bilgi bulunmamaktadır Asr-ı saadetten günümüze kadar da, müçtehit imamlar ve daha sonraki bilginler, bunlara dayanarak Cuma namazının kadınlara farz olmadığı konusunda ittifak etmişlerdir (Bk İbn Rüşd, Bidayetü’l-Müctehid, I/157; İbn Kudâme, Muğnî, II/193; İbn Hazm, Muhallâ, III/259; İbn Hümam, Fethu’l-Kadîr, II/62; eş-Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I/276; Yusuf el-Hûlî, Nihayetü’l-İhkâm, II/42; Sa’dî Ebû Ceyb, Mevsûatü’l-İcmâ’, II/633)
Cuma namazının kadınlara farz kılınmamış olması, onlar hakkında bir mahrumiyet değil bir muafiyettir Diledikleri takdirde, camiye gidip cemaatle Cuma namazı kılmalarında dinen bir engel yoktur
E Cumanın Sıhhat (Geçerlilik) Şartları

Fıkıh bilginleri, Cuma namazının geçerli olması için bazı şartlar ileri sürmüşlerdir Bu şartlardan hutbe, şehir ve cemaat şartlarının Kurulumuzca değerlendirilmesine ihtiyaç duyulmuştur
1 Hutbe

Hutbe, Cuma ve bayram namazlarında, genel olarak, Allâh’a hamd, Rasûlüne salât ve Müslüman’lara nasihatten oluşan konuşmayı ifade eder
Hutbe Cuma namazının geçerlilik şartlarındandır Cuma suresinin 9 ayetindeki “Allâh’ı anma” ifadesini, Hz Peygamber’in hutbe ile ilgili hadislerini ve uygulamalarını göz önünde bulunduran müçtehitler, hutbenin cumanın sıhhatinin şartı olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir (İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, II/28; İbn Kudâme, el-Muğnî, III/170-171; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I/549; Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâ’î, II/195-198; Nevevî, Mecmû’, IV/382383)
Hutbenin, Cuma vaktinde ve namazdan önce okunması gerekir Zira Hz Peygamber, hutbeyi Cuma namazından önce okumuştur (Ebû Dâvûd, Salât, 240; Abdürrazzâk San’anî, el-Musannef, III/222, H No: 5413) Bu yüzden bütün fıkıh bilginleri hutbenin namazdan önce okunması gerektiği konusunda görüş birliği içindedirler Günümüze kadar uygulama da bu şekilde olmuştur (İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, II/28; İbn Kudâme, el-Muğnî, III/170-171; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I/549; Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâ’î, II/195-198; Nevevî, Mecmû’, IV/382383)
2 Şehir

İslâm bilginleri Cuma namazının sahih olması için, Cuma namazının şehir veya şehir hükmünde bir yerleşim biriminde kılınması gerektiğini ileri sürmüşler, ancak şehrin tanımı konusunda ihtilaf etmişlerdir
Hz Peygamber, ilk Cuma namazını, Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında Salim b Avf oğullarının ikamet ettiği Rânûnâ adı verilen bir vadide kıldırmıştır (İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, III/22)
Buna göre, farzı eda edecek sayıda cemaatin bulunduğu mezra, köy, belde, şehir gibi büyük veya küçük tüm yerleşim birimlerinde kılınan Cuma namazı sahihtir Nitekim Diyanet İşleri Reisliği Müşavere Heyetinin (Din İşleri Yüksek Kurulunun) 16/04/1933 tarih ve 190 sayılı kararında da bu husus vurgulanmıştır
3 Cemaat

Cuma namazının sıhhat şartları arasında ileri sürülen cemaat şartı; cemaati oluşturan en az kişi sayısı ve bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazının kılınıp kılınamayacağı şeklinde iki yönden ele alınmıştır
a) Cemaati oluşturan en az kişi sayısı

Cuma namazının sahih olması için cemaatin şart olduğu konusunda bütün bilginler ittifak etmekle birlikte, gerekli asgari sayının kaç olduğu hususunda farklı görüşler belirtmişlerdir
Hanefi Mezhebinde, Cuma namazının kılınabilmesi için, Ebu Hanife ve Muhammed b Hasen eş-Şeybânî’ye göre, imamın dışında en az üç, Ebû Yusuf’a göre ise, iki kişinin bulunması gerekir (İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, II/31; İbn Abidin, Reddu’l-Muhtâr, I/545) Şafiî ve Hanbelîlere göre, en az kırk (Şafiî, Ümm, I/328; Nevevî, el-Mecmû’, IV/353; Şirbinî, Muğni’l-Muhtâc, I/545; İbn Kudâme, el-Muğnî, III/204); Malikîlere göre de on iki kişinin bulunması şarttır (Huraşî, Şerhu Muhtasari Halîl, II/76-77)
Şafiîler ve Hanbeliler görüşlerini, Hz Peygamber’in Medine’ye gelmesinden önce Es’ad b Zürâre tarafından Medine’de kıldırılan ilk Cuma namazında kırk kişinin hazır bulunduğunu bildiren rivayetlere dayandırmaktadırlar (Ebû Dâvûd, Salât, 216; İbn Mâce, Salât, 78) Bu mezheplere göre, bundan sonra Rasulullah zamanında kılınan Cuma namazlarında sayı kırk kişinin altına düşmemiştir Ayrıca bunlar, Ubeydullah b Abdullah b Utbe’den rivayet edilen “kırk kişi bulunan her yerleşim biriminde, Cuma namazı kılmak farzdır” haberi ile Ömer b Abdilaziz’in, Şam ile Mekke arasında bulunan “miyah” halkına gönderdiği mektuptaki, “kırk kişiye ulaşınca Cuma namazını kılın” ifadesini delil olarak ortaya koymuşlardır (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, III/177-178, HNo: 5398, 5399)
İleri sürülen bu deliller, Cuma namazının farz olması için kırk kişinin bulunması gerektiğini ispata yeterli değildir Zira, Hz Peygamber’in Medine’ye gelmesinden önce, Medine’de kılınan Cuma namazında kırk kişinin hazır bulunması, bundan aşağı sayıda kişiyle Cuma namazı kılınamayacağını göstermez Nitekim Mus’ab b Umeyr’in, Hz Peygamber’in emri ile Medine’de 12 kişiye Cuma namazı kıldırdığı rivayet edilmektedir (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, III/179, HNo: 5407) Ayrıca Rasulullah’ın kıldırdığı bir Cuma namazında, ticaret kervanının geldiğini haber alan cemaatten on iki kişi haricindekilerin dışarı çıktığı rivayeti sahih hadis kaynaklarında yer almaktadır (Buhârî, Cumua, 38)
Öte yandan Hz Peygamber’in, “Bir yerleşim biriminde, sadece dört kişi bulunsa bile, Cuma namazı kılmak farzdır” buyurduğu rivayet edilmektedir (Beyhakî, Sünen, III/179 HNo: 5406, 5407; Darakutnî, Sünen, II/8-9 HNo: 1-3; Azim Âbâdî, Avnü’l-Ma’bûd, III/283) Cuma cemaatinin asgari sayısı hakkında varit olan haberler genelde zayıf kabul edilmekle beraber, fiilî uygulama ile Cuma namazının farziyyetini mutlak olarak ifade eden ayet ve hadisler dikkate alınınca, bir sayı şartı olmadığı anlaşılmaktadır Ayrıca, Cuma namazının kılınabilmesi için 40 kişinin bulunması gerektiği konusunda Hz Peygamber’den menkul bir rivayet bulunmamaktadır
Kur’an-ı Kerim’de Cuma namazı mutlak olarak bütün mü’minlere farz kılınmıştır (Cumua 62/9) Hz Peygamber bunlardan kimlerin muaf tutulduğunu hadislerinde belirterek ayetin genel hükmünü tahsis etmiştir (Ebû Dâvûd, Salât, 215; Beyhakî, Sünen, III/183-184, HNo: 5422, 5425, 5426; Darakutnî, Sünen, II/2, HNo: 2; İbn Ebî Şeybe, Musannef, I/446, HNo: 5148; ) ve O’nun dışında kimsenin, ayetlerin hükmünü tahsis etme yetkisi de yoktur
Bu itibarla, bir yerleşim biriminde İmamla birlikte en az dört kişinin bulunması halinde Cuma namazı kılınması gerekir
b) Bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı

Bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı kılınıp kılınmayacağı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır Hanefi mezhebinde ağırlıklı görüşe göre, birden fazla yerde Cuma namazı kılınabilir (Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâî, II/191-192; İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, II/14-15; İbn Abidîn, Reddü’l-Muhtâr, I/541) Diğer üç mezhebe göre ise, zorunluluk bulunmadıkça, bir yerleşim yerinde sadece bir yerde Cuma namazı kılınır; bir ihtiyaç bulunması halinde ise, birden fazla yerde Cuma namazı kılınabilir İhtiyaç yokken, birden fazla yerde kılınması halinde, namaza ilk başlayanların Cuma namazları sahih olur, diğerlerininki sahih olmaz Bu durumda diğerlerinin öğle namazını kılmaları gerekir (Şirbînî, Muğnî’l-Muhtâc, I/544; Nevevî, el-Mecmû’, IV/451-452; Sahnûn, el-Müdevvene, I/277-278; İbn Kudâme, el-Muğnî, III/212; Hurâşî, Şerhu Muhtasari Halîl, II/74-75)
Zuhr-i ahir namazı veya o günkü öğle namazının iade edilmesi konusu, bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazının kılınmasından kaynaklanmaktadır
II ZUHR-İ AHİR (Son Öğle) NAMAZI



Son öğle namazı anl----- gelen Zuhr-i âhir namazı, bir kısım İslâm bilginleri tarafından, Cuma namazının sahih olmaması ihtimaline binaen, ihtiyaten kılınması öngörülen o günkü öğle namazıdır
Sıhhat şartlarındaki ihtilaf sebebiyle Cuma namazının geçerli olmaması ihtimalinden hareketle zuhr-i ahir namazının kılınmasının gerektiğini ileri sürenler olduğu gibi, buna karşı çıkanlar da olmuştur
A Zuhr-i Ahir Namazının Gerekliliğini İleri Sürenlerin Delilleri

Zuhr-i ahir namazının gerekliliğini ileri sürenlerin hareket noktası, bir yerleşim biriminde birden fazla camide Cuma namazının sahih olmaması ihtimalidir Bunlara göre, bir zorunluluk bulunmadıkça, bir yerleşim yerinde sadece bir yerde Cuma namazı kılınır İhtiyaç yokken, birden fazla yerde kılınması halinde, namaza ilk başlayanların Cuma namazları sahih olur, diğerlerininki olmaz Bu durumda diğerlerinin öğle namazını kılmaları gerekir Cuma namazını hangisinin önce kılındığının tespit edilememesi durumunda ise, ihtiyaten hepsinin öğle namazını kılmaları bir çözüm olarak öngörülmüştür Bu görüşlerini de, Cuma namazının toplanmak ve hutbe irat etmek için meşru kılındığı gerekçesine ve Hz Peygamber ve hulefa-i raşidîn döneminde tek bir yerde Cuma kılındığına dayandırmaktadırlar (Şirbînî, Muğnî’l-Muhtâc, I/544; Nevevî, el-Mecmû’, IV/451-452; Sahnûn, el-Müdevvene, I/277-278; İbn Kudâme, el-Muğnî, III/212; Hurâşî, Şerhu Muhtasari Halîl, II/74-75)
B Zuhr-i Ahirin Kılınmaması Gerektiğini İleri Sürenlerin Delilleri

Zuhr-i ahir namazının kılınmasına karşı çıkanlar, şüpheyle yapılan ibadetin geçerli olmayacağı düşüncesinden hareketle, bu namazın kılınmaması gerektiğini söylemişlerdir Bunlara göre, şüpheyle ibadet makbul değildir Bu itibarla, “belki Cuma namazı sahih olmamıştır” diye zuhr-i ahir kılmak doğru olmaz Ayrıca zuhr-i ahir kılınması gerektiğini ileri sürmek, halkın gözünde, Cuma namazının farz olmayıp, öğle namazının farz olduğu ya da bir vakitte ikisinin de farz olduğu zannını uyandırır İbn Nüceym, Alaü’d-din Haskefî, Cemaleddin el-Kasimî, Mehmet Zihni Efendi gibi bilginler bu görüştedirler (İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, II/154-155; İbn Abidîn, Reddü’l-Muhtâr, I/536; Cemalettin el-Kasımî, Islahu’l-Mesâcid, s50; Mehmet Zihni Efendi, Nimet-i İslâm, 439-440)
Bir kısım alimler ise, Hz Peygamber, sahabe ve tabiîn döneminde böyle bir namaz bulunmadığından hareketle, zuhr-i ahir kılmayı bidat kabul etmişlerdir (Azim Abâdî, Avnü’l-Ma’bûd, III/397,406; Reşid Rıza, Fetâvâ, I/199-200,301-305; III/941; IV/1551, 1591; VI/2521)
C Delillerin Değerlendirilmesi

Zuhr-i ahirle ilgili olarak tarafların ileri sürdükleri görüşlerin delilleri göz önünde bulundurulduğunda, bu namazı kılmanın gerekli olmadığı anlaşılmaktadır Şöyle ki, Hz Peygamber zamanında Cuma namazının sadece bir yerde kılınmış olması, bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı kılınamayacağı anl----- gelmez Zira o dönemde böyle bir ihtiyaç söz konusu değildi Ayrıca yeni inen ayetleri Hz Peygamber’in ağzından işitme iştiyakı içinde bulunan sahabenin, başka bir yerde Cuma namazı kılmalarını düşünmek mümkün değildir
Bir yerleşim biriminde bir yerde Cuma namazı kılınmaması sebebiyle Cumanın sahih olmayacağını söyleyen müçtehitlerin tamamı, ihtiyaç halinde birden fazla yerde cumanın kılınabileceğini kabul etmişlerdir Nitekim, İmam Şafiî Bağdat’a gittiğinde birden fazla yerde Cuma namazı kılındığını gördüğü halde, buna karşı çıkmamıştır (Nevevî, Mecmû, IV/452; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I/544) Günümüzde ise, çoğunlukla bir yerleşim biriminde tek camide Cuma namazı kılınması mümkün olmadığından birden fazla yerde Cuma namazı kılınması kaçınılmaz olmuştur
İbadetlerde aslolan, kabul edilmesidir Hz Peygamber Yüce Allâh’ın, “Ben kulumun benim hakkımdaki zannına göre muamele ederim” buyurduğunu bildirmektedir (Müslim, Zikir, 1; Tirmizî, Zühd, 51) Başka bir hadislerinde de, “Ameller niyetlere göredir” buyurmuşlardır (Buharî, Bed’ü’l-vahy, 1) Bu itibarla Cuma namazının kabul olunacağına inanarak kılınması ve bunda şüpheye düşülmemesi gerekir
Diğer taraftan zuhr-i ahir namazının ihtiyat sebebiyle kılındığını ileri sürmek, sağlam bir temele dayanmamaktadır Zira, ihtiyat iki delilden kuvvetli olanı tercih etmektir Halbuki, Cuma namazının farz olduğunu ifade eden ayet ve hadislere karşı, birden fazla yerde kılınmasının caiz olmayacağı konusunda bir delil bulunmamaktadır Bir yerde kılınması şartını ileri sürenlerin, ihtiyaç bulunduğunda kılınabileceğini belirtmeleri de bunu göstermektedir Kaldı ki Kur’an-ı Kerim’de, “Allâh bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar” (Bakara 2/286); “Allâh dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi” (Hac 22/78) buyrulmaktadır
Diğer taraftan ihtiyat, bir faydaya dayalı olmalıdır Oysa, zuhr-i ahirin kılınması gerektiğini söylemek, insanların Cuma’dan sonra kılınacak sünneti terk etmelerine sebep olmaktadır Farzdan sonra sünnet namazdan başka bir namaz olmadığı anlatılır ve uygulama da buna göre olursa, bu sünneti yerine getirenlerin sayısı artacaktır Asıl ihtiyat, Allâh ve Rasulü Müslüman’ları ne ile sorumlu kılmış ise onları yerine getirmek, buna bir şeyi ilave etmemektir

III SONUÇ

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında;
1 İki rekat olan Cuma namazının farziyetinin Kitap, sünnet ve icma ile sabit olduğuna, sıhhat şartlarından olan hutbenin Cuma namazının farzından önce okunması gerektiğine,
2 Cuma namazının farzından önce ve sonra, Hz Peygamber’in nafile olarak namaz kıldığı sabit olduğundan, Cuma’dan önce ve sonra nafile namaz kılmanın sünnet olduğuna, bu nafile namazların dördü farzdan önce, dördü de sonra olmak üzere toplam sekiz rekat kılınmasının uygun olacağına,
3 Cuma namazının kadın, hasta, yolcu, hürriyeti kısıtlı ve cemaate katılamayacak derecede mazereti olanlara farz olmadığına, bununla birlikte kılmaları halinde namazlarının geçerli olup, ayrıca öğle namazı kılmaları gerekmediğine,
4 İmamla birlikte en az dört kişinin bulunduğu mezra, köy, belde, şehir gibi büyük veya küçük tüm yerleşim birimlerinde Cuma namazının kılınması gerektiğine,
5 Bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı kılınabileceğine, bu sebeple zuhr-i ahir namazının kılınmasına gerek olmadığına,
6 Zuhr-i ahir namazını kılmak isteyenlere ise mani olunmasının uygun olmayacağına,
Karar verildi
SADAKA-I FITIR



Din İşleri Yüksek Kurulu, 18102001 tarihinde Kurul Başkanı Doç Dr Şamil DAĞCI’nın başkanlığında toplanarak “Günümüz Şartlarına Göre Sadaka-i Fıtır” konusunu görüşmüştür:
Sadaka-i fıtır, İslam’da önemli yeri olan mali ibadetlerden biridir ve insan fıtratındaki yardımlaşma ve dayanışmanın bir gereği olarak insan varlığının zekatı kabul edilmiştir Bu nedenle sadaka-i fıtr’a, “can sadakası” veya “beden sadakası” da denilmektedir
Bireyin sadaka-i fıtır ile mükellef olması için öngörülen zenginlik ölçüsü (nisap), zekatta aranan nisaptır Ancak sadaka-i fıtırda, zekatta öngörülen, malın artıcı olması ve üzerinden bir yıl geçmesi şartı aranmamaktadır
Sadaka-i fıtır, Ramazan Bayramı’nın birinci günü tan yerinin ağarmasıyla vacip olmakla birlikte, fakirlerin bayram ihtiyaçlarını karşılamaları için, Ramazan ayı içinde de verilebilir
Hadislerde sadaka-i fıtrın miktarı, buğday, arpa, hurma veya üzümden bir sâ’ (HzPeygamber döneminde kullanılmakta olan bir ölçü birimi olup yaklaşık 2917 gram) olarak belirlenmiştir Sadaka-i fıtrın bu sayılan maddelerden belirlenmesi, o günkü toplumun ekonomik şartları ve beslenme alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır HzPeygamber ve sahabe dönemindeki uygulamalar dikkate alındığında, sadaka-i fıtır miktarı ile, bir fakirin, içinde yaşadığı toplumdaki orta halli bir ailenin hayat standardına göre bir günlük yiyeceğinin karşılanmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır
Sonuç olarak;
Günümüzde sadaka-i fıtrın belirlenmesinde, bir kişinin bir günlük normal gıda ihtiyacını karşılayacak miktarın ölçü alınmasının uygun olduğuna,
Asgarî ücret, geçim standardı, gıda fiyatları gibi kriterler ile bir kişinin bir günlük asgari gıda ihtiyacı göz önünde bulundurularak, 2001 yılı için sadaka-i fıtır miktarının 3000000 TL olarak belirlenmesine;
Bu miktarın, nakden ödenebileceği gibi, ayni olarak da verilebileceğine,
karar verildi
SALÂ VERİLMESİ

İLGİ: Din Hiz D Bşk lığı'nın 20042001 tarih ve 02/015/25 sayılı onayı
Din İşleri Yüksek Kurulu, 17052001 tarihinde Kurul Başkanı DoçDr Şamil DAĞCI'nın başkanlığında toplandı

İlgi onay ekinde incelenmek üzere Kurulumuza gönderilen, Din Hizmetleri dairesi Başkanlığı'nın hazırlamış olduğu "Salâ Verilmesi" konusundaki taslak metin incelendi
Yapılan inceleme sonunda söz konusu metnin, aşağıdaki şekilde düzenlenmesine karar verildi

"Dinimize göre, cenaze namazının kılınması için belirli bir vakit yoktur Kerahet vakitleri dışında, günün her saatinde cenaze namazı kılınabilir Bunun için, hazırlanmış olan bir cenazenin bekletilmeden namazı kılınıp defnedilmesi daha uygundur

Bununla beraber, cenaze namazına daha çok cemaatin katılması, ölen kişinin akraba, eş, dost ve komşuları gibi hukuku bulunan insanlara ölüm haberini duyurup son görevlerini yapmak üzere cenaze merasiminde bulunabilmelerinin sağlanması amacıyla vakit namazlarından sonra cenaze namazının kılınması teâmül haline gelmiştir

Belirtilen amacın gerçekleşmesi için, ölen kişinin ikamet ettiği mahalle camiinin minaresinden cenaze salası okunması da bu teâmülün bir devamıdır

Ölüm haberinin çeşitli yollarla duyurulması sünnettir Bu bakımdan, minareden cenaze salası okunması ve arkasından da ölen kişinin adının ve memleketinin söylenmesinde dinen bir sakınca bulunmadığına, ancak, ölen kişi için övücü sözler söylenmesinin uygun olmadığına karar verildi

GÜNÜMÜZ ŞARTLARINA GÖRE ÖŞÜR ORANLARI VE YAPILAN MASRAFLARIN ZİRAÎ MAHSULDEN DÜŞÜRÜLMESİ



Din İşleri Yüksek Kurulu, 07/08/2001 tarihinde, Kurul Başkanı Doç Dr Şamil DAĞCI'nın başkanlığında toplanmış ve "günümüz şartlarına göre öşür oranları ve yapılan masrafların ziraî mahsulden düşürülmesi" konusu görüşülmüştür
Yapılan Müzakereler sonucunda;
1) Türkiye topraklarının mülk arazi olduğu, bu nedenle elde edilen zirâî mahsulden öşür verilmesinin gerektiği,
2) Tarımsal ürünlerin zekatında, elde edilen hasılattan (gayr-i safî), ürün için yapılan günümüz tarım şartlarının getirmiş olduğu ekstra masraflar çıkarıldıktan sonra, geriye kalan ürünün nisap miktarına ulaşması halinde, tabiî yollarla sulanan arazîde 1/10, masraf veya emekle sulanan arazide 1/20 oranında zekat verilmesi gerektiği,
Karara bağlanmıştır
Kurban (Udhiyye)

KURBAN İBADETİYLE İLGİLİ BAŞKANLIK GÖRÜŞÜ

Kurban kesmek yerine, onun bedelini fakirlere dağıtmanın daha uygun olacağı gibi görüşler, son zamanlarda bazı basın-yayın organlarında yer almış, bunun üzerine bazı vatandaşlarımız da konuyla ilgili olarak, Başkanlığımıza pek çok soru yöneltmişlerdir
Bu sebeple, Din İşleri Yüksek kurulu Uzmanlarının katıldığı Din Işleri Komisyonu’nun 14/02/2000 tarihli toplantısında konu değerlendirilmiş ve aşağıdaki metnin Başkanlık Mak----- arzedilmesi kararlaştırılmıştır:
Allah’a yakınlaşmak anl----- gelen “kurban” ibadeti; kurban olarak kesilmesi uygun olan hayvanın, ibadet niyetiyle usulüne uygun şekilde kesilmesidir Bunun başlıca çeşitleri; udhiyye kurbanı (kurban bayramında kesilen kurban), adak kurbanı, akika kurbanı ve Hac ile ilgili olarak kesilen hedy kurbanlarıdır
Kevser suresinde geçen: “Venhar” emri, İslam bilginlerinin çoğuna göre, kurban kesmek anlamındadır Bilginlerin çoğunluğu bunun Kurban Bayramı günlerinde kesilen kurban olduğu görüşündedirler Zira bu konuda pek çok hadis-i şerif vardır Dini bayramlarımızdan olan kurban Bayramı, Asr-ı Saadetten günümüze kadar (kurban kesilerek) kutlanmıştır Eyyam-ı Nahr (Kurbanlık Hayvanların kesilmesi günleri) tabiri de, onbeş asırdan beri bu anlamda kullanılmıştır
Mezheplerin çoğuna göre udhiyye kurbanının hükmü sünnettir Hanefi fıkhında tercih edilen görüş ise, kurbanın vacip olduğudur Ancak bir ibadetin farz olmayışı, onu ibadet olmaktan çıkarmayacağı gibi, şeklinin de değiştirilmesini gerektirmez İbadetlerin; şekil, şart ve rükünleri olduğu gibi hikmetleri, amaçları ve teşri gerekçeleri de vardır İbadetlerdeki bu özelliklerin birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir
Din, felsefi bir doktrin değildir Dini hükümlerle ilgili olarak ortaya çıkan yeni meselelerde, teşri amaç ve şartlarına aykırı olmayacak şekilde yeni düzenlemeler getirilmesi, her ne kadar caiz ise de; ibadetlerin eda edilişini ve sahih olma şartlarını ortadan kaldırarak indi, keyfi ve nefsani istekler doğrultusunda değişiklikler yapılamaz İslam Dini’ndeki, hatta diğer ilahi ve semavi dinlerdeki kurban ibadetini, ilkel dinlerdeki anlayışlarla ve uygulamalarla karıştırmak büyük bir yanlışlıktır
Kurban ibadetinin pek çok hikmeti ve amacı vardır Kurban sadece et yardımı amaçlı bir ibadet değildir Hatta etinin dağıtılması bile vacip değil, sünnettir Bunun özü; Allah’a yaklaştıran maddi bir fedakarlık ve O’nun emrine bir bağlılıktır
Kurbanların, İslam’ın öngördüğü temel şartlara ve espriye uygun olarak kesilmesi, bu konuda hijyen ve ekoloji şartlarına uygun davranılması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da ötedenberi çok arzu ettiği hususlardır Ancak bu ortamın sağlanması, başta mahalli idareler ve çevre ile ilgili kuruluşlar olmak üzere birçok kuruluşun, ortaklaşarak çalışmasına bağlıdır
Kurban ibadetinin dini delillerinin Kur’an-ı Kerim’de bulunmadığını iddia etmek ve Allah’ın bu çeşit bir buyruğunun olmadığını ileri sürmek de doğru değildir Zira Kevser Süresindeki kurban kesme emrinden başka Kur’an-ı Kerim’de: “(Ey Muhammed!) Onlara Adem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat! İkisi birer kurban sunmuşlardı da birininki kabul edilmiş; diğerininki ise kabul edilmemişti” (Maide Suresi; 27) buyrulmuştur
Saffat Suresinde de (Ayet: 107); Hzİbrahim’in oğlu Hzİsmail’in yerine bir kurbanın, Allah tarafından kendilerine fidye (kurban) olarak verildiği açıkça bildirilmektedir Ayrıca diğer bazı ayetlerde de kurban ibadeti ile ilgili nasslar mevcuttur:
“ Kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belirli günlerde Allah’ın adını ansınlar Işte bunlardan yiyin, sıkıntı içindeki fakiri de doyurun””(Hacc Süresi, 28)
‘Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine O’nun adını anarak kurban kesmeyi meşru kıldık” (Hacc Suresi; 34)
“Biz büyükbaş hayvanları da sizin için Allah’ın (dininin) işaretlerinden (kurban) kıldık Sizin için onlarda hayır vardır Onlar ayakları üzerine sıralanmış halde dururken üzerlerine Allah’ın ismini anınız (ve kurban ediniz) Yanları yere yaslandığı zaman da onlardan yiyin, isteyen yoksulu da istemeyen yoksulu da doyurun İşte biz, şükredesiniz diye o hayvanları sizin emrinize verdik” (Hacc Süresi, 36)
“Bu hayvanların ne etleri ve ne de kanları Allah’a ulaşacaktır: Allah’a ulaşacak olan ancak, sizin O’nun için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibadettir” (Hacc Suresi; 37)
Bu ayetlerde zikredilen hayvan kesiminin, et ihtiyacı temini için kesilen hayvanlar olmadığı, bunların ibadet amaçlı birer uygulama oldukları gayet açıktır Et ve kanların Allah’a ulaşamayacağının, asıl olanın ihlas ve takva olduğunun bizzat ayetin nazmında yer alması bunu ispat etmektedir Allah’ın, kurbanın etme ihtiyacı olmadığına göre, hayvanın kesilmesi yerine nakdi tutarının ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasının daha uygun olacağı görüşünü bu ifadelerden çıkarmak doğru değildir
Fıkhi hükmü ister vacip, ister sünnet olsun; kurban ibadetinin ancak kurban olacak hayvanın usulüne uygun olarak kesilerek yerine getirileceği kesindir Bedelini infak etmek suretiyle, kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz
Kurban ibadeti hicretin ikinci yılında eda edilmeye başlanmış ve HzPeygamber (sas) hicretten itibaren on yıla yakın bir süre hep kurban (Udhiyye) kesmiştir (Bknz: Tirmizi 20, KEl-Edahi, 11, Hadis No: 1507)
“Enes (ra) diyor ki: HzPeygamber (sas) iki alaca (semiz) koç kurban kesti Ayağını yanlarına basarak “bismillah” deyip, tekbir aldığını gördüm, Sonra onları kendi elleriyle kesti” ( Buhari, 73, KEİ-Edahi 9,14; Müslim 35, KEl-Edahi 17 Hadis No:1966)
Kurban Bayramı günlerinde kurban kesmenin vacip olduğunu kabul edenler, sadece Hanefiler değildir İmam Evzai, Leys İbn Sa’d ve İmam Malik de, kurbanın vacip olduğu görüşündedir
Udhiyye kurbanının kesilmesinin sünnet olduğunu savunan bilginler kendilerini destekleyen bir kanıt olarak; farz veya vacip ibadetlerde, o ibadetin vaktinde eda edilemeyişi halinde onun yerine (bedel) olarak yapılabilecek bir başka ibadetin bulunduğunu, nitekim Cuma namazı ile yükümlü oldukları halde, bunu kılamayanların o günkü öğle namazını kılmaları gerektiğini; halbuki kurban konusunda böyle bir seçeneğin mevcut olmadığını söylemişlerdir ki; bu da kurban ibadetinin, kurbanlık hayvanın, belirli günlerde kesilmesiyle bu emrin (ister vacip, ister sünnet olsun) yerine getirileceğini ortaya koymaktadır
Kavramları ve fıkhi hükümleri, birbirine karıştırmadan, konuları incelemek ve özellikle halka yönelik değerlendirmelerde buna dikkat etmek gerekir İslamın öngördüğü ilim adabı ve ilim anlayışı da bunu gerektirir
Kurbanlık hayvanın (daha genel olarak hayvan) kesimi esnasında; hayvana fazla eziyet vermemek için (ölüm acısını azaltmak maksadıyla) kesim sırasında hayvanın elektrik şoku ile bayıltılması, bu hayvanın kurban olarak kabul edilmesine engel ayıplardan sayılmaz Çünkü kurbana engel ayıplar; kesim sırasında meydana gelen arızalar olmayıp, hayvanda önceden mevcut olan kusurlardır Bu itibarla (şok etkisiyle ölmeden önce hemen) canlı olarak kesilmek kaydıyla, kurbanlık hayvanın elektrik veya benzeri bir şeyle şoklanmasında dinen bir sakınca yoktur Şayet hayvan, henüz kesilmeden, şokun etkisiyle ölürse; o, kurban olamayacağı gibi, eti de yenmez
KUR’AN-I KERİM TERCÜMESİNİN MÜZİK EŞLİĞİNDE OKUNMASIYLA İLGİLİ BAŞKANLIK GÖRÜŞÜ

Din İşleri Komisyonu Başkanlığınca, bütün Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanlarının katılımıyla l6Şubat2000’de Kur’an-ı Kerim’in ayet ve surelerinin tercemelerinin müzik aletIeri eşliğinde okunması konusu görüşülmüş ve aşağıdaki metin uygun görülmüştür
Kur’an-ı Kerim, insanlara doğru yolu göstermek üzere Allah’ın gönderdiği kutsal kitaplar zincirinin Hz Muhammed (as)’a indirilen son halkasıdır Kur’an, lafzı ve manası ile bir bütündür Taşıdığı yüksek edebi üstünlükleri ile Kur’an, Hz Peygamber’in en büyük mucizesidir İnsanlığa vaad ettiği mutluluk ortamının gerçekleşmesi için, içerdiği yüce düstürların anlaşılması ve uygulanması gerekir
Unutulmamalıdır ki, Kur’an ne lafzı, ne de manası bakımından bir şiir özelliği taşır Zira asıl itibariyle şiir, duyguları harekete geçiren hayal unsuru düşüncelere, simgelere, benzetmelere, duygusal yönelişlere dayanır Şiir bütünüyle insan unsurunun ürünüdür İçeriğinin gerçek olup olmadığına bakılmaz Kur’an ise, bütünüyle ilahi vahiydir Üzerinde beşer unsurunun hiçbir etkisi ve katkısı yoktur
Kur’an’ın kendine has üslübunun sağladığı akıcılığı ve etki gücünü, onun inkarcı ilk muhatapları, Hz Peygamber’i şair, Kur’an’ı da şiir diye niteleyerek açıklama yoluna gitmişlerdir Allah Teala da, bu iftira ve yakıştırmaya, “Biz ona (Muhammed’e) şiir öğretmedik, bu ona yaraşmaz da” (Ya-sin,69) ayetiyle cevap vermiş, böylece indirdiği son kitabı, Onun kutsal niteliğini yok sayan yaklaşımı şiddetle reddetmiştir
Kur’an çevirileri de, doğrudan doğruya Kur’an olmamakla beraber, onun içerdiği ilahi mesajları belli ölçüde yansıtmaları açısından, kutsallık arzederler Kur’an çevirilerini, insan ürünü olan alelade metinlerle bir görmek de yanlış ve tehlikeli bir yaklaşımdır Bu sebeple, Kur’an çevirilerinin her hangi bir şiir şeklinde düzenlenerek müzik aletleri eşliğinde melodik, bir biçimde okunması, Kur’an’ı kutsallığından soyutlamak, taşıdığı ilahi boyutu, takip ettiği yüksek amacı gözardı etmek ve onu insan zihninin ürettiği alelade bir ürün konumuna indirmek anl----- gelir Kur’an okuma adabı ve imanın korunmasıyla ilgili bazı bahislerde bu çeşit konular üzerinde de hassasiyetle durulmuştur
Kur’an’ın, orijinal metniyle, gerek namaz içinde, gerek namaz dışında okunması bir ibadet olduğu gibi, namaz dışında tercümesinin okunması da ibadet niteliğini taşır Bu itibarla Kur’an tercümesinin müzik aletleri eşliğinde okunması, ibadetin sahip olduğu huzur ortamını, manevi ve ilahi konumu zedeler ve sarsar Ayrıca bu durum, müzik ile ibadetin “bir noktada” özdeşleşmesine ve zamanla müziğin camilere girmesine zemin hazırlar Bu ise İsIam’ın kesinlikle onaylamayacağı bir durumdur “Dinin korunması” ilkesinin, bütün ilahi ve semavi dinlerde korunması öngörülen beş temel husustan biri olduğu kesin bir hakikattir
Kur’an’ın tercümesinin, müzik araçları eşliğinde okunması yoluyla, mesajlarının halk kitlelerine kolaylıkla ulaştırılması amaçlanıyorsa, Kur’an’ın böyle bir uygulamaya kesinlikle ihtiyacı yoktur Zira, indirilişinden bu yana, Kur’an’ın insanlar tarafından anlaşılması amacıyla, onun ruhuna ters düşmeyen pek çok çalışma yapılmış, eserler te’lif edilmiş, tercümeler yapılmıştır Bu sebeple Kur’an tercümesinin müzik eşliğinde okunamaz oluşunu Kur’an’a ait mesajların önündeki bir engel olarak görmek de mümkün değildir Ayrıca, Kur’an tercümesinin müzik eşliğinde, bir şiir ve türkü/şarkı edası içinde okunması halinde, müzik kendiliğinden ön plana çıkacak, sözler ise geri planda kalacaktır Kaldı ki Islam tarihinin hiçbir döneminde Kur’an veya mealinin müzik eşliğinde okunduğu görülmemiştir
Günümüzde böyle bir uygulamaya girişilmesi İslami ve ilmi gerçeklere aykırı olduğu gibi, geniş halk kitlelerinin huzurunun bozulmasına ve gereksiz tartışmalara sebep olacaktır Ayrıca getirilecek böyle bir uygulama doğrudan doğruya Kur’an’ı tezyif etmek, eğlenceye almak ve küçümsemek demektir Halbuki Allah Teala “Şüphesiz bu Kur’an hak ile batılı ayıran bir sözdür o bir eğlence ve boş söz değildir” (Tarık, 13-14) buyurarak Kur’an’a karşı takınılacak bu tür tavırları kesinlikle yasaklamıştır Yine Allah “Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyor ve nasibinizi, yalanlamanızdan ibaret kılıyorsunuz?” (Vakıa, 81-82) buyurarak Kur’an’ı küçümsemenin, aşağılamanın inkar anl----- geldiğini ifade etmiştir

Sonuç olarak, Kur’an tercümesini, saz çalıp türkü söyler gibi okumak, Kur’an’ın kutsallığını zedeler, onun tekliğini ve eşsiz oluşu özelliğini yok eder ve onu insanoğlu tarafından yazılmış diğer kitaplarla aynı konuma düşürür Bu itibarla Kur’an tercümesinin bestelenerek herhangi bir enstrüman eşliğinde, şarkı, beste, ya da türkü söyler gibi okunması dinen caiz değildir
HACDA KESİLEN KURBAN ETLERİ


Son günlerde Hac ibadeti sebebiyle Suudî Arabistan'da kesilen kurbanların, bu ülke yerine Türkiye'de kesilmesi konusunda basın-yayın organlarında cereyan eden yoğun tartışmalar üzerine, Kurulumuzca aşağıdaki açıklamanın yapılması gerekli görülmüştür
1 İslâm'ın beş esasından biri olan hac ibadeti, Müslümanların Mekke'de bulunan Kabe'yi ve çevresindeki kutsal mekanları, bu ibadet için tahsis edilen belli zaman dilimi içinde, usulüne uygun olarak ziyaret etmeleri ve yapılması gerekli diğer görevleri yerine getirmeleridir
2 Sadece hacca niyet edilip, umreye niyet edilmeyen ifrat haccında kurban kesmek zorunlu değildir
3 Temettu haccı (aynı hac mevsiminde önce umre yapıp ihramdan çıktıktan sonra hac için tekrar ihrama girilerek yapılan hac) ile kırân haccı (bir niyetle hac ve umre için ihrama girilerek yapılan hac'nda harem bölgesinde (Kabe ve civarı) şükür kurbanı (hac kurbanı, hedy) kesilmesi haccın vaciplerindendir (Bakara 2/196) Bu nedenle hac ibadetinin tamamlayıcı bir parçası olan hac kurbanının harem bölgesi dışında kesilmesi caiz değildir Bu konuda din bilginleri arasında herhangi bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır
Kurban etleri, kurban organizasyonunun yürüten İslam Kalkınma Bankası tarafından fakir ülkelere ulaştırılmaktadır
4 Hacda bulunan kişilerin, hac kurbanı dışında, Bayram münasebetiyle nafile olarak kurban kesmek istemeleri halinde, bunu vekalet yoluyla Türkiye'de kestirmeleri daha uygun olur
Başkanlık Mak----- saygı ile arz olunur
__________________
Söz işlemez yüreklere sükûtum dağlar gibi...
Alıntı ile Cevapla