Çaresizlik Sebebiyle Faizli Kredi
Çaresizlik Sebebiyle Faizli Kredi*
Türkiye ve Türkiye dışındaki İslâm ülkelerinde ekonomi faaliyetlerini yürüten müslümanların muhtaç oldukları uzun ve orta vadeli sermaye ihtiyacı meselesinin nasıl çözüleceğini Türkiye şartları içinde biz burada iki haftadır görüşüyoruz Kanaatimce bir neticeye varmak, bulunduğumuz ülkede İslâm ulemâsının ya ittifak ya da ekseriyet halinde bir karara varmaları demektir Çözüm budur Böyle bir toplantıda bile böylesine farklı görüşler ortaya atılırsa, bir başka yerdeki toplantıda bu görüşlerin en muhafazakâr olanı bile reform diye reddedilirse ve her iki gurup görüşü dinleyen müslümanların tereddütleri devam ederse mesele çözülmemiş demektir Meselenin özüne girmeden önce, izin verirseniz, geçen hafta söz hakkımı kullanmadığımdan, meselenin özü ile ilgili yaklaşımlar üzerinde biraz durmak istiyorum
Benim yıllardan beri bu gibi meseleleri tartıştığımızda gördüğüm manzara şudur ki, Türkiye'de bu gibi meselelere iki türlü yaklaşım vardır:
1 Muhafazakârca yaklaşım; 2 Mücahidçe, başka bir ifade ile tavizsiz yaklaşım Bunu temsil eden insanların temiz ve iyi niyetli olanları da vardır şüphesiz Bu zevat diyorlar ki: Biz yasakları delmeyelim; bu çıkar yol değildir Bunları delmekle bir yere varamayız Bırakalım, müslümanlar bunalsın, daralsın Okula gitmek isteyen başını açamadıkça okula gidemesin, daralsın Okulun kapısında yığılsın ya da önünde yığılsın daralsın Tüccarımız, sanayicimiz, esnafımız, faiz sebebiyle banka ile muamele yapmasın Kredi almasın ve daralsın, iflas etsin Yani, problemleri biz böyle tavizler vererek çözmeyelim de bunalım noktasına kadar gelsin ve nihayet patlasın Türk'ün ayranı kabarsın ve dolayısıyle sokağa çıksınlar, bundan sonrasını daha itiyatlı kelimelerle söylemek gerekirse, iradesinin gücünü kullansın ve bu yollarla tavizsiz İslâm'ı bütünü ile ikame etsin
Bu yaklaşım erbabı ile bir kere bizim metodda anlaşmamız mümkün değildir Dolayısıyla, öyle sanıyorum ki, o grup bu tutumlarını devam ettireceklerdir ve onlara itibar eden, onları daha muttaki ve daha tavizsiz, daha iyi müslüman telâkki eden tüccar ve sanayicilerimiz, bunalmaya devam edeceklerdir Çünkü onlar, İslâmî sayabileceğimiz bu nevi çözümlere taraftar olmayacaklardır Diyelim ki, siz bir faizsiz banka kuruyorsunuz, yahut birkaç sanayici bir sigorta şirketi kuruyorsunuz Onlar buna bütünü ile karşı çıkar ve bütünü ile bunları İslâm'a karşı telâkki ederler, tasvip de etmezler (Doğrusu, ben bunları söylerken onları zem de etmiyorum Sadece bir anlayışı, saygı duyarak huzura getirmek istiyorum) onlar diyorlar ki, "bu konular oyalayıcı ve engelleyicidir Bunları bırakın siz Böylece İslâmlaşma sürecini uzatmış olursunuz Bu bir hizmet değildir Çünkü, cüz'idir Siz böyle sivilcelerin tedâvisi ile meşgul oluyorsunuz Asıl karaciğere inmiyor, onu tedâvi etmiyorsunuz" Bu bir görüş Bu yaklaşım sahiplerince çözüm, çözümsüzlüktür
Şimdi bizim camiaya gelelim: Ben, hedefte diğer arkadaşlarla birleşiyorum ve diyorum ki, hakikaten İslâm inancıyla, ibadetiyle, sosyal, siyasî, ekonomik hukukî ve ahlâkî düzeniyle bir bütündür Bunların her biri diğerini tamamlar, her biri diğerine tesir eder O halde siz, her şeyi olduğu gibi bırakın Yalnız ekonomik veya hukukî sahayı ele alın Biri diyelim aile hukukunu, diğeri boşanmayı ele alır, bunlara bir çare getirirseniz, bir de finansman meselesine bir çare bulur iseniz çok şey yapmış olmazsınız Ancak gerektiğinde bir ara çözüme de gidebilirsiniz Bu ara çözümü ana çözümle karıştırmayalım Ana çözümün kaideleri bellidir Mesela: Ali Özek Hocamız diyor ki: "Şu faizi yeniden tarif et bana!" Faizi 99 kere de tarif etsem, eğer ana çözüme göre tarif ediyorsam, o faizdir, tatbik edemezsiniz ve haramdır Delemezsiniz, giremezsiniz, kıramazsınız Bu tarif değişmez Çünkü biz, netice itibariyle bu tarifi hadîslerden çıkaracağız Hadîsler değişmez Hadîsler faizin tarifini vermemiş, ama tatbikini anlatmış "Şunu şununla değişirsen şöyle" değiş demiş Peşinden veresiyeden bahsetmiş Bu ölçüleri koyduktan sonra tarifi yaparsınız Tarifi o kadar zor bir şey değil
Faizi yeniden tarif etmek sureti ile olsun, başka türlü olsun, mevcut sistem mahiyetini, özünü değiştirmeden ona bir cübbe giydirmek, başına bir sarık koymak veya fes koymak diyebileceğim bazı çözümler var; bunlara katılmıyorum Meselâ: "Mevcut ücretli, pirimli sigorta sistemi, hadd-i zâtında İslâm'ın öngördüğü üyelik sistemi gibi bir şeydir Orada sigortacı, hizmet veren, bu hizmetinin ücretini alan bir kuruluştur O halde, o sigortaya dahil olanlar kendi aralarında bir dayanışma içindedirler İslâm da olsa böyle olacaktır Bu bir dayanışma sigortası demektir, şirketler bundan bir hizmet bedeli alıyorlar, bu normaldir" deyip sigortayı meşrûlaştırmak; (mevcut pirimli sigortayı, anlatıldığı gibi olmayan ve bu şirketlerin sadece bir hizmet payı almadıkları sizce malum olan) pirimli sigorta şirketlerini ve uygulamasını yasallaştırmak buna örnektir Bir başka örnek bankalarla ilgilidir: "Efendim! Banka, aslında yatırımcı ile sermaye sahibi arasında bir ara kuruluştur Ortada bir mudaraba vardır Kâr-zarar esası vardır Bankalar ara kuruluştur Parayı sizden alır, adı mevduattır, şudur, budur Verir yatırımcıya, müteşebbise, tâcire O kazanır Kazandığının bir miktarını size verir Banka da bu arada bir hizmet vermiştir Hizmetten dolayı bir ücret alır O halde bunun neresi gayr-i İslâmi?" demek suretiyle mevcut bankaları da İslâmlaştırmak Bu yol değildir Bunun mahiyetini, özünü, fârık vasfını nazar-ı itibara almadan, yani kıyas maa'l-fârık dediğimiz kıyas ve benzetme sureti ile varılmış yanlış bir hükümdür Bu da bizi bir çözüme götürmez O halde bir kere ara çözüm ile ana çözüm kaidelerini birbirine karıştırmamak, ara çözümü asıl çözüm, İslâm'ın ideal nizamı saymaktan kaçınmak gerekir Başka bir örnek: Bankaları veya devletin hazinesini beytü'l-mâle benzetmek; dürüst adamlara kredi vermek, onları çalıştırmak suretiyle zamanında çalıştırılmış sistemi al şimdi bugünkü bankalara tatbik et Bu çıkış yolu değil Çünkü, onlar tamamen bizim ana çözüm içerisinde konuşacağımız meselelerdir Biz bugün unutmayalım ki, dini nazar-ı itibara almayan bir lâik düzen içindeyiz Zaten lâik demek, yönetime, tanzime, mevzûata dini müdahale ettirmeyen sistem demektir; dinle alakası olmayan sistem demektir Böyle bir sistem içinde yaşıyoruz Yaşıyoruz ama, müslümanca yaşamak ve müslümanca güçlenmek, kuvvetlenmek, var olmak istiyoruz
Dar boğazı nasıl aşacağız, mesele bundan ibarettir O halde bu gibi meseleleri görüşürken, kanâatım, daima zaruretten hareket etmek gerekir Zaruretten hareket edilecektir, çözüm zarurete dayalı ruhsatları kullanmaktır
"Devlet teşvik kredisi veriyor Bu kredi acaba İslâm'ın yasak gördüğü faiz sisteminden bir istisna teşkil eder mi? Bir tarafta devlet, bir tarafta şahıs bulunursa faiz cereyan etmez mi?" Suali böyle vaz' ederseniz o zaman ana çözümden hareket ediyorsunuz demektir Yani İslâm devleti de olsa teşvik kredisi verip enflasyonun altında faiz alabilir mi? Demektir Siz ana çözüm üzerine hareket ediyorsunuz demektir Ben de diyorum ki bu çözüm bizi neticeye götürmez, hatta zararlı da olur Çünkü zarûret halinin kronikleşmesine ve devamlılık kazanmasına, sistemleşmesine, İslâmlaşmasına sebep olur Yani siz, zaruret haline ait çözümü ana çözüm gibi ele alır ortaya koyarsanız, arayış orada durur, "Zaten hangi sistem gelirse gelsin çözüm budur" denir Halbuki zarûretten faydalanan, diken üzerinde oturan kimse gibidir, rahatsızdır O rahatsızlık bizi daima ondan kurtulmaya teşvik eder Kurtulmak ne demektir? Her gün biraz daha İslâmlaşmak demektir Ama siz dikeni altından çeker yumuşak bir minder verirseniz, İslâmiyet bu derseniz kişi rahatlar, bir daha çözüm de aramaz Ve o zaman İslâmlaşma durur Arayış durur Tekâmül durur Gelişme, değişme durur Bu da zararlıdır
Benim kanaatıma göre İslâm'da faizciliği ne şahıs yapabilir, ne de devlet yapabilir Faiz yasaktır Faiz yasak olunca bunu şahıs da yapamaz Zaten şahıs konuşuyorsanız, bankalar hep hükmi şahıstır Eğer siz deseniz ki şahısla hükmi şahıs arasında faiz cereyan etmez, o zaman meseleyi çözdünüz demektir Hiç uğraşmaya gerek yok, çünkü zaten size, önemli, büyük orta ve uzun vadeli kredileri te'min edecek olanlar hakiki şahıslar değildir, onlar hükmi şahıslardır "Hükmi şahıslar arasında faiz cereyan etmez derseniz iş biter" Öyle mi? Pek iyi, nerede bunun delili? "Hükmi şahıslar arasında faiz cereyan etmez"in delili nerede? Delili yok Faizin tarifinde bir tarafta şahıs, diğer bir tarafta hükmî şahıs olursa diye bir kayıt var mı? Yok (Zaruret hali ayrı, ben de sözü hep oraya getirmek istiyorum) Diğer yaklaşım tarifi değiştirmektir "İslâmî bir sistem gelse de, sizin tarifinize göre, hükmî şahıslar arasında faiz tahakkuk etmez" derseniz o zaman İslâmî düzende de faiz devam edecek demektir, halbuki bu doğru değildir Özetle, ana çözümde ne devlet faizcilik yapabilir, ne ferdler, ne de şirketler Şimdi biz onu bırakalım ara çözüme gelelim:
Faizli ekonomide o ekonominin içinde yaşayan müslümanlar ticaretle sanayi ile yatırımla, teşebbüsle meşgul olmalı mıdır? Olmalıdır Hatta bunlar kısmen farz-ı kifâye hükmündedir Öyle ise şimdi bunların da orta ve uzun vadeli krediye ihtiyaçları varsa bu ihtiyaç nasıl çözülecektir? Mesele ortaya atılınca bakıyorum burada bir takım arkadaşlar, ya ileriye, ya geriye gidiyorlar Yani zamanın problemini çözmek zor olduğu için bu sualden kaçıyorlar Efendim ilerde şöyle olur, bu mesele çözülür Ya da şöyle olmalı, olunca da bu çözülür diyorlar Ama şu anda ne öyle olduğu var, ne de böyle! Adamın şu kadar milyon krediye ihtiyacı vardır, şu anda, mesele budur ve çözüm beklemektedir Geçen defa arkadaşlar şunu diyorlardı: Efendim faizsiz bankalar geliştirilmeli, şubelerini artırmalıdır Özel finans kuruluşları uzun vadeli kredi vücuda getirmeli ve bunlar bizim müslim tacirimizin ve şirketlerimizin orta ve uzun vadeli finansman ihtiyacını te'min etmeli, karşılamalıdır Doğru, olmasın diyen var mı buna? Yok Ancak bunlar oluncaya kadar ne olacak? İşte sual bu O zamana kadar şimdi şu anda ne olacak? Yalnız burada izin verirseniz bir parantez açacağım Şimdi bizim geçiş dönemi için veya ara çözüm olarak ileri süreceğimiz şey (tekrarlıyorum bunu, ama önemine binaen tekrarlıyorum) bizi rahatlatmamalı ve hedefimizi unutturmamalı Onun için de ben bunu diken üzerinde oturma şeklinde ifade etmeye çalıştım Bu şartla, yani diken üzerine oturmakla, yani işin ara çözüm olduğunu unutmamak kaydı ile, yani bu işin zarurete darboğaza dayalı olduğunu unutmamak kaydıyla bir çözüm ortaya koyacağız, bu çözümle benim müslüman tacirim ve yatırıcım bugün sıkıntısını çözecek ama rahat değildir, tatsızdır, üzüntü içindedir Ancak yine de "ona faiz veriyor, haram işliyor" denemez Unutmayınız ki zaruretler, mahzurları, yani memnûları, yani haramları helâl kılar, mübah kılar, caiz kılar Biz ona bir müddet haram işlesin demiş olmuyoruz Onu hiç kimse söyleyemez Hiç bir müslüman diğer bir müslümana bir müddet haram işle diyemez Eğer zaruret tahakkuk etmişse, zaruretin şartları varsa ve siz imkânları zaruret miktarınca kullanıyorsanız zaten mübah saha içindesiniz demektir Ama en meşhur olan misalle söylüyorum; Mübah da kılınsa domuz eti yiyorsunuz demektir Mübah da kılınsa şarap içiyorsunuz demektir, bu aslında sizin sevmediğiniz ve size ait olmayan bir gıdadır Bu arada hedefimiz bu köprüyü biran önce geçmektir Efendim ben bu gibi toplantılarda esas olsun diye bir görüş, bir yaklaşımı arz etmek için sözü uzattım Onun ötesinde mevzûumuzla ilgili sözüm şu olmalıdır:
Türkiye'de bugün ekonomi sahasında meşgul olan müslümanların iki mükellefiyeti vardır Biri en az faiz vererek en fazla parayı nereden bulursa te'min etmek ve sanayiini kurmak yatırımını yapmak, güçlenmek, fakat o gücüyle, milyarlar, altınlar, gümüşler, zebercetler içinde, "zahit sultanlar" gibi yaşamaktır Yani demek istiyorum ki, siz kendiniz için zengin olmuyorsunuz, kendiniz için güçlenmiyorsunuz Milyonları yemek ve torunlarınıza aktarmak, onların da bunu Montekarlo'da kumarda yemesi için yapmıyorsunuz Bu işi İslâm'ın, müslümanların kuvvetlenmesi için yapıyorsunuz Zarûret buradan kaynaklanıyor Tekrar söyleyeyim, zaruret bir müslüman tacirin geçiminden kaynaklanmıyor Zarûret müslümanların durumundan kaynaklanıyor Müslümanların bir geçidi geçmek mecburiyetinden kaynaklanıyor İslâm'ın Türkiye'de geleceğini sağlama almaktan kaynaklanıyor İslâm'ın Türkiye'de geleceği ne olacaksa bunun gereğinden kaynaklanıyor Öyle ise bunu unutmamak gerekiyor En az faizi vererek (niye verelim çoğunu, çünkü çoğunu vermek karşımızdakine vermek demektir) evet az faizi vererek en çok parayı nereden alabiliyorsak alalım diyorum Bu devlet de olabilir, devlet dışı da olabilir; çünkü ben faizi zarûret olarak ortaya koydum; yani şurada faiz helâl, burada haram diye değil, faiz faizdir, haramdır, onu zaruret mübah kılıyor, zarûret ise miktarlarıyla takdir edilir Az faizle işini görebiliyorsan çok faiz vermek haramdır Öyle ise az faiz vererek nereden bulabiliyorsan bulacaksın ve iktisaden güçleneceksin Bu gücünle ana çözüme giden bütün hizmetlerine finansmanlarını sağlayacaksın, takviye edeceksin, kurduğun bazı finansman fonları ile arzettiğim hizmetleri yapacaksın O halde ben tartışılması gereken husûsun şu olduğu kanaatindeyim (Bu mesele hocalardan şimdi çıkıyor Hoca olarak ben şunu söylüyorum size "zarûret varsa mübahtır" Bakın bizim iş bitti Topu attık size) Siz şimdi müslüman tacirler ve ekonomistler olarak bir araya geleceksiniz Bugünkü şartlarda, yarın değil bugünkü şartlarda, "başka yolumuz, çaremiz var mı?", soracaksınız, "yok" Yoksa hemen teşvik kredisini veya zarûri krediyi alacaksınız Öte yandan da ikinci bir soru soracaksınız "Ama bunun devam edip gitmemesi lâzım arkadaşlar, devam edip gitmemesi,için, yarını hazırlamak için ne yapalım?" diyeceksiniz Yarını, yani bu sistem içinde hiç taviz vermeden ortaklık esasına göre kredileşme, finans temini işini nasıl yapalım; (bu ister Süleyman Karagülle gurubunun belirttiği gibi ortaklık ve sened sistemleriyle olsun, ister başka sistemle, meselâ özel finans kurumlarını güçlendirmek suretiyle olsun) "ne yapalım, ne yapmalıyız?" diyeceksiniz Bir başka toplantıyı siyasîlerle beraber yapacaksınız Onlar da sizi darboğazdan "faizsiz kredi ve finans temini" rahatlığına kavuşturacak imkânları ortaya koymak üzere faaliyete geçecek, çalışacak; parlamentoda çalışacaklar, başka yerde çalışacaklar Ben tetkik edemedim, deniyor ki: "Finans kurumlarının ikisi kuruldu, daha dört teşebbüs var, bunlar durduruldu" "Durduruldu" Ne demek? Durdurulmayacaktı o ve bizim parlamenterlerimiz, siyasîlerimiz, ekonomistlerimiz, bizim güçlü kuvvetli, kalem ve para sahibi adamlarımız bu işin peşine düşecek yolları açacaklardı Efendim, bunu kim durduruyor, niye durduruyor? Bunu açacaklar, bu gelişecek, ama bu gelişinceye dek ekonomi beklemez, hayat beklemez Atı alan Üsküdar'ı geçer Atı hırsıza, soysuza kaptırmayacaksınız Atı siz alıp, siz bineceksiniz
Şimdi zarûret kavramını biraz açalım: Zarûretler şahıslar için söz konusu olsaydı "kim fakir, kim zengin, kim için zarûret, kim için değil" belirlemek gerekirdi Arkadaşımız sorduğu için, suale hürmeten, birkaç cümle söyleyeyim Fakat diyorum bizim buradaki tartışma konumuz bir müslüman ferdin şahsî, ailevî durumundaki zarûreti değildir; nitekim başka münasebetlerle bu konu üzerinde durduk Buradaki konumuz amme ihtiyacıdır, sosyal zarûrettir
Zekatla mükellef olan bir zatın, sahip olması gereken servetle ilgili açıklamalar yapılırken fıkıhta daima havâic-i asliyye diye bir malvarlığı istisna edilir; "havâic-i asliyyeden gayri" denir Bu havâic-i asliyye de bir insanın kendisine, eşi ve çocuklarına, bakmakla yükümlü olduğu kimselere gerekli olan mesken, yiyecek, giyecek, binek vb şeylerdir Kişi bunlara sahip olmak mecburiyetindedir Şayet sahip olmazsa önce güçlüklere ma'ruz kalacak, zayıflayacak ve böyle giderse hayatı devam edemeyecektir Yani havâic-i asliyye, te'min edilmediği takdirde yokluğu, hemen veya 24 saat içinde ölümüne sebep olacak şeyler değil, sıkıntı, darlık, zaafdoğuran mallardır Mesela bir insanın bineğini havâic-i asliyyeden saymışlardır Bir insanın bineği olmazsa ölür mü? Yürüyerek gider gelirse ölmez, fakat güçlüğe ma'ruz kalır İşte bu hâcettir, ihtiyaçtır
Bugünkü terimlerle a) Lüks sayabileceğimiz maddeler vardır, b) ihtiyaç sayabileceğimiz maddeler vardır, c) Olmaması halinde insanın hayatının hemen yok olabileceği maddeler vardır Bu son iki derecedeki ihtiyaç maddeleri (lüks olanlar hariç) havâic-i asliyye içinde mütalâa edilir Bu da doğrusu değişmez bir şey değildir Çünkü havâic-i asliyeyi arzetmeye çalışıyorum
İşte bir insanın, İslâm'a göre, başkalarına yardımda bulunacak kadar zenginliği, (zenginliğin çeşitli tarifleri) vardır; baz olarak ele aldığım zenginlik, zekattaki zenginliktir) bu havâic-i asliyye dışında kalan, nisap dediğimiz belli bir servetin; o da gelir getirir, nâmi olan bir servetin mevcut olmasına bağlıdır Nisaba malik olmanıza bağlıdır Bu nisaba malik olana zengin derler İslâm'da o nisaba malik olmayandan başlayan fakirlik artık günü birlik yiyecek, içecek, giyecek bulamayan insana kadar gelir Fakirlik, dikkat buyurulursa, bir düzlem, bir satıhtır; çizgi değildir Ferd, havâic-i asliyeye sahip değilse zaruret içindedir, çünkü fukahâ, asli ihtiyacı (haceti) zaruret saymışlardır Şimdi ferd için zaruretten toplum için zarurete intikal edeceğim, asıl konumuza geliyorum
Ferd için zarûret üzerinde dururken ben dikkat ediyorum, bazı arkadaşlar "zaruret hali o hale derler ki, izale edilmezse kişi 24 saatte ölür Veya kısa bir zamanda ölür, yahut bir uzvu telef olur, zarûret hali o hale derler ki, İslâm insanın o halde domuz eti yemesine müsaade etmiştir" şeklinde ta'rif ediyorlar Tabiî bu tarifler de, netice itibariyle, aşağı yukarı şöyle anlaşılıyor Dağın başına -bir zaman olduğu gibi- uçak düşmüş, ulaşım mümkün değil, etraf karla dolu, ortada yaralı ve canlı kalmış insanlar da var Bir de ölmüş insanlar var Yaşayabilmek için bu ölmüş insanların etlerini yemekten başka çare de yok Domuz olsaydı daha basitti, yani daha kolaydı İnsanın etini yiyeceksiniz Hatırlarsanız böyle bir vaka oldu ve orada, bir tıp öğrencisi zannediyorum, eti doğradı ve yenir bir hale getirdi ve yedi, hayatlarına devam ettiler Bu zarûrettir, İslâm'a göre de böyledir ve bu durumda ölü insanların eti yenir, ama bu zarûretin doruk noktasıdır Zarûret bundan ibaret değildir Zarûret bundan ibaret olsaydı, şu toplantıda bizim pek işimize yaramazdı ve biz ona istinaden bir ara çözüm bulamazdık O halde zarûreti fukahâ bu noktada bırakmamışlardır Tekrar ediyorum, bu, zarûretin doruk noktasıdır
Buradan hareketle zarûret, "te'min edemediğimiz takdirde güçlüğe ma'ruz kalacağımız, zayıflayacağımız, hayatımızın normal seyrinin değişeceği" hallere kadar gelir Bunun içindir ki, Mecelle kavaid-i külliyesi içinde şöyle bir madde sevketmiştir: "Hacet (ihtiyaç demek ve bundan da kastedilen arzettiğim gibi aslî ihtiyaçlardır) umûmi olsun, husûsi olsun (umûmi: toplumla ilgili, herkesi ilgilendiren; husûsi ferdlerle ilgili) zarûret menzilesine tenzil olunur" Türkçesi zarûret kabul edilir, tıpkı o dağdaki durumumuz gibi değerlendirilir, bazı mahzurları mübah kılar O hal ortadan kalkıncaya kadar yasak kalkar Mecelle bunu neye istinaden söylüyor? Geçmişte demek böyle bir uygulama var ki, uygulayacağımız nasslar var ki, geçmişte bizi bağlayıcı uygulama ve misaller var ki bunu söyleyebiliyoruz (Mecelle mad 21, 32) Buna bağlı bazı örnek çözümler sunalım: O zaman göreceksiniz ki ihtiyaç, hemen insanı öldürecek veya sakatlayacak bir yokluk değildir Bundan daha geniştir Ve bizim şu durumumuzu ihtiva edecek, çerçevesine alacak bir eksiklik ve durumdur Rüşvetten başlayacağım size örnek olarak Çünkü üslûp aynıdır Peygamber Efendimiz (sav) nasıl Allah faiz yiyeni, yedireni, alanı, aldıranı, yazanı lânetlesin dediyse, aynı şekilde de rüşvet alanı, vereni, rüşvete aracılık edeni Allah lânetlesin demiştir Yani "Allah'ın lâneti onlar üzerine olsun" demiştir Hadîs bu, ama yönetim ve toplum ahlâkı bozulur da insanlar meşrû hak ve menfaatlerini rüşvetsiz elde edemeyecek, zararlardan rüşvetsiz kurtulamayacak duruma gelirlerse rüşvet verebilirler mi? Verilmez mi? Problem zamanımızdan daha da öncedir ve en az bin sene önce söz konusu edilmiştir; daha da öteye götürmek mümkündür Fakat ben en yakında gördüğüm fetvaya istinaden söylüyorum ki, bin yıl önce de İslâm toplumu bu haldeymiş, yani kadı var, halife var, mahkeme-i şeriyye var; ama gene de bazen rüşvet vermeden hakkınızı elde edemiyorsunuz Zaten haksız bir iş için rüşvet vermeyi tecviz etmek hiçbir zaman mümkün değildir Bir hakkınız var Meşrû bir menfaatiniz var, paranızı kurtaramıyorsunuz, ya da bir şeyden mutazarrır oluyorsunuz O zararı bertaraf edemiyorsunuz Bir yere dükkân açacaksınız, kimseye bir zararınız yok Bu da sizin hakkınız ama o pazarın, o çarşının başkanı, rüşvet almadan size müsaade etmiyor Şimdi siz o dükkanı açmazsanız, 24 saat içinde hemen ölecek misiniz? Ölmezsiniz, ama meşrû bir menfaati elden kaçırırsınız İbareyi size tercüme ederek naklediyorum; diyor ki: "Bir insan emir, ya da devlet başkanı nezdinde, bir işini tesviye etsin, düzeltsin, yoluna koysun, böylece meşrû olan bir menfaati elde etsin ve bir zarardan kurtulsun diye, bu maksatla, birine rüşvet verse bu caiz midir? Cevap veriyor: "Alana haramdır, verene caizdir" (İbn Nüceym, Risâle fi'r-rüşve, Mecmuâ, s 112, 115) Bakın rüşvetle ilgili hadîsten hareket ettik, bu noktaya geldik Şunu bir daha tekrarlıyorum: Burada emirin, valinin veya sultanın, rüşvetinizle sizin evrakınıza imza atması, size isteğinizi vermesi, istediğiniz emri çıkarması hadisesi vukua gelmezse, siz hemen bir haftada veya 24 saat içinde ölmezsiniz; ama meşrû bir menfaat elinizden gider ve siz artık ondan istifade edemezsiniz Edemeyince, demek ki, dinimiz bunu bir zarûret olarak kabul ediyor, ve bundan dolayı rüşvet verirsin diyor Bu senin için caizdir Ama karşı taraf için haramdır İşte önemli özel veya amme ihtiyacını gidermek için faiz vererek kredi temini de böyledir; günahı, başka türlü, mesela ortaklık yoluyla sermaye vermeyen yüklenir
Efendim rahatsız oluyorsunuz, mesela cildinizde bir hastalık olsa, afedersiniz bu da en açılmaz yerinizde olsa, kadın olsanız üstelik, (yani rahatsız ediyor ama öldürmez, hatta sonra anlaşılır ki bu sizinle ömrübillah gitse de öldürmez, fakat kaşındırıyor, rahatsız ediyor, böyle bir şey) soruyorum şimdi size doktora gidebilir misiniz? Yani bizim ulema heyetine soruyorum daha doğrusu Gidebilirsiniz değil mi? Ve en açılmaz yerinizi açabilirsiniz değil mi efendim Halbuki doktor, hanım da olsa, ona da haramdır, normal hallerde açamazsınız Eğer kadın doktor bulamazsanız, erkeğe gidersiniz, böylece doktora açarsınız Bu kadar değerlendiriyor zarûreti, bu ölçülerle değerlendiriyor dinimiz Şimdi başa geliyorum Bu hanım veya erkek kardeşimiz, orasını açmak haram, normal halinde haram, bir başkasına göstermek haram olduğu halde niye açıyor Hayatını kurtarmak için değil, rahatsızlığını gidermek için açıyor Bu rahatsızlık, sizi 10-20 yıl içinde zayıflatarak öldüren bir şey de olabilir Hatta hastalığınızın süratli değil de geç iyi olma ihtimali de olabilir Bizim fıkıh kitaplarımız zarûreti ta bu noktaya kadar getirmişler Son söyleyeceğimi söyleyeyim ve bağlayayım sözümü:
Diyelim ki siz, dinin aslında yasak kıldığı bir şeyi yiyip içmezseniz iki ayda iyi olacaksınız, yerseniz bir haftada iyi olacaksınız Zarûreti daima tepe noktasından alıp görenlere göre, iki ay sonra iyi olmak yerine bir haftada iyi olmak pahasına bu haramı yiyebilir misiniz? Hiç sanmıyorum Bu fetvayla, bu sözle buraya gelinemez Bir fıkıh kitabını açın, fıkıh kitabı der ki; "Bir insanın hastalığı belli bir ilâcı tatbik etmeden ya geçmez, ya da zann-ı galibe göre geç iyi olursa yasak kılınan tedâvi alet ve şekilleri geçici olarak mübah olur ve uygulanabilir Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür; ama ben daha fazla vaktinizi almamak için neticeye geliyorum
Dileyenler Mecelle'nin 21, 32 ve 58 maddelerine, amme ihtiyacı sebebiyle istimlâki caiz gören 1216 maddeye, bunların şerhlerine, Suyûtî'nin Eşbah'ının (ihtiyacı zarûret sayan) kaidesine ve şerhine (s 88, Kahire, 1959) bakabilirler Yine amme ihtiyacı sebebiyle Hz Ömer'in, Irak topraklarını gazilere dağıtmayıp devlete bırakması, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için müslümanlardan zekat dışında bir de vergi alınmasını fukahânın caiz görmesi üzerinde düşünebilirler
Bütün bunlardan anlıyoruz ki, zarûret ifadesinden maksat yalnızca, toplumun veya ferdin hayatını yok eden hal ve ârızalar değildir Toplumu rahatsız eden, sıkıntıya sokan, zayıflatan, normal seyrinden alıkoyan haldir, arızadır, eksikliktir Bunun altını çizmek istiyorum ve bu konuda bizim ittifakımız olmalıdır diyorum Bu konuda ben kimsenin ihtilaf edeceğini sanmıyorum Öyle ise biz anlattık, ortaya koyduk Zarûret hali devam ettiği sürece geçici olarak bazı yasak çözümleri de kullanabileceğimizi anlatmış olduk Bu sebeple bugün ister Türkiye'de, ister Türkiye dışında müslüman cemaatlerin ve toplumların sosyal ve kültürel müessese ve faaliyetlere ihtiyaçları olduğu gibi ekonomik ve sinai faaliyetlere de ihtiyaçları olup olmadığı, müslümanların bunlarla meşgûl olmamakla zayıflayıp zayıflamayacakları, bu yüzden bizim dinimizin ve dinî faaliyetlerimizin geleceği olup olmayacağı mütalâa edilir Bunların gereğine, yani zarûretine karar verilirse o zaman yine düşünülür: O halde biz bu ihtiyaçları temin için imkânlara sahip miyiz? Sahip olmadığımız ortaya çıkarsa, imkânları nereden elde edeceğimiz suali sorulur Bugün, hemen şu anda, ondan sonra şeklinde sıralama yapılabilir Bu imkânlar sağlanır Ama bu arada "Bu ruhsat diken üzerine oturmaktır" diye arz etmiştim Bu sebeple çalışmalarımızı şu yöne de kaydıralım ve mesela bu faizsiz banka modelini çoğaltalım Bu kiralama sistemini geliştirelim Onun yanında da başka sistemler geliştirelim Çünkü şu sırada Pakistan'da ve özellikle Pakistan'da bizden çok daha hızlı ve kuvvetli düşünülüyor bu meseleler, çünkü onlar işin tam içinde, ortasındalar (Şu mânada ki, devlet de teyid ediyor) Devlet de çözümler istiyor onlardan Onlar da bir geçiş dönemi yaşadılar İlle onları alalım demiyorum, faydalanalım diyorum Mesela Pakistan önce bütün bankalarına bir de faizsiz fon açmalarını emretti Siz mevduat sahibi olarak gidiyorsunuz, dilerseniz faiz getiren fona, dilerseniz ortaklık fonuna yatırıyorsunuz paranızı, ama bu hizmeti bir süre banka yürütüyor Çünkü teşkilât ve kuruluşu tamamlayamadılar Birkaç sene bu devam ettikten sonra ikinci bir kararla bütün bankaları bu sefer faizsiz çalışır hale getirdiler Bizim imanlı, ahiret menfaatini dünyanınki üzerinde tutan tacir, müteşebbis kardeşlerimiz biraraya gelirlerse bu zarûret çözümlerini, zarûret hallerini ortadan kaldıracak çözümleri de bulur ve devreye sokarlar Bununla da mükelleftirler Teşekkür ederim