Taraf Gazetesinden İktibas Yazılar
Elhamdüllilah laikiz.
Size bir soru sorayım.
Neden Güney Kore, o bölgenin en çabuk kalkınan, en çabuk zenginleşen, sanayide dünya markaları yaratan ülkesi oldu?
Neydi bu ülkenin özelliği?
Güney Kore’nin en büyük özelliği, komünist Kuzey Kore’nin komşusu olmasıydı.
Batı, aynı ülkenin “komünizmi” seçen parçasıyla, “kapitalizmi” seçen parçası arasındaki farkı bütün dünyaya göstermek, kapitalizmin “üstünlüğünü” Güney Kore üstünden kanıtlamak için harekete geçti.
1950’li yıllarda bir çöplük olan Güney Kore, “kapitalizmi seçen fakir ülkenin” nasıl zenginleştiğinin gösterilmesi için bir “model” olarak kullanıldı.
Kapitalist Batı bu “modelle” övündü.
Güney Kore bu sayede zenginleşti.
Şimdi buna benzer bir “kader” Türkiye için hazırlanıyor.
Niye?
Nedir Türkiye’nin özellikleri?
Birinci özelliği Müslüman olması.
İkincisi, İslam görüntülü terörü desteklememesi.
Üçüncüsü, laik olması.
Dördüncüsü, en azından görüntüde bir diktatörlük olmaması.
Yan yana gelen bu dört unsur bugün Türkiye’yi dünyanın en değerli ülkelerinden biri kılıyor.
Bu özelliklerden bir tanesi bile eksilse Türkiye bütün değerini kaybeder.
İlk çıktığı seyahatte Türkiye’ye gelen Obama, bizim parlamentoda yaptığı konuşmada, “11 Eylül’ün Bush kimliğinde simgeleşen çatışmacı, savaşçı, düşman ruhunun sona erdirildiğini” ve “barış döneminin” başladığını bütün dünyaya açıkladı.
Amerika’nın İslam’la “savaşta” olmadığını söyledi.
İslam’ı terörizmden ve El Kaide’den ayırdı, İran’a “zenginleşmesi” için işbirliği önerdi, Irak’ın bütünlüğünü savundu, Filistin devletinin varlığını destekledi.
Guantanamo’yu kapattıklarını ve işkenceye son verdiklerini belirterek, geçmişi silmek istediklerini vurgulayan bir özeleştiri yaptı.
Artık Amerika ve Batı dünyası “medeniyetler çatışması”nın sürmesini istemiyor.
Bütün dinlerin ve ırkların birarada barış içinde varolacağı yeni bir dönem başlatıyorlar.
Bu yeni dönemde Amerika’nın üstüne düşen görev, Bush döneminin bütün yeryüzünde “nefret” uyandıran savaşçı görüntüsünü hafızalardan silmek.
Barışın öncülüğünü yapmak.
Batı, “barışın” başta kendileri olmak üzere herkes için kârlı olduğunu keşfetmiş durumda.
Ama, içinden çeşitli terör örgütleri çıkan, diktatörlüklerle kirlenen İslam âlemini de “barışın” faydalı olduğuna ikna etmeleri gerekiyor.
Türkiye de bu noktada önem kazanıyor işte.
Çünkü Türkiye, yeryüzünün hem laik, hem kör topal demokrat, hem terörü desteklemeyen, hem de Müslüman olan tek ülkesi.
Bugün Türkiye, çevresindeki bütün ülkelerden daha “kıymetli” Batı için.
Bu nedenle de anlaşılan “model” olarak seçildi.
Benim anlayabildiğim kadarıyla, Batı dünyası, özellikle de Amerika, bütün İslam âlemine, “laikliği, demokrasiyi” benimsemiş bir Müslüman ülkenin ne kadar başarılı ve zengin olabileceğini Türkiye üstünden kanıtlamak istiyor.
Bence Obama’yı Türkiye’ye getiren de bu neden.
Onun için bütün İslam âlemine “artık savaşın bittiğini” Türkiye’den bu kadar net biçimde söyledi.
Türkiye’nin kendisine biçilen “rolü” becermesi, zengin olması ve örnek haline gelmesi için yapması gerekenler de açıkça belirtildi.
Önce sağlam bir demokrasi kuracak.
Kürtlerin eşit vatandaşlık hakkını verecek, onlara anayasal güvenceler sağlayacak, anadilde eğitimi gündeme sokacak.
Sonra, geçmişiyle barışacak.
Ermeni sorununu açıkça konuşabilecek, Ermenistan sınırını açacak.
Azınlıklara hakkaniyetle davranacak ve Ruhban Okulu’nun kapısına taktığı kilidi çıkaracak.
Irak’ın bütünlüğünü dolayısıyla Kürdistan’ı tanıyacak.
Müslüman kimliğini ifade etmek isteyenlerin “inanç özgürlüğünü” garanti altına alacak.
Ve, laiklikten taviz vermeyecek.
Bu tabloya baktığımızda, sadece Müslüman olduğumuz gerçeğini vurgulayan “dincilerle”, sadece “laik” olduğumuzu vurgulamak isteyen Kemalistler “tek başlarına” bir mana ifade etmiyorlar.
Tek başına Müslümanlık önemli olsa Suudi Arabistan “rol modeli” olurdu, sadece laiklik önemli olsa Obama, Türkiye’ye değil Hırvatistan’a giderdi.
Önemli olan Müslümanlıkla laikliği birarada yaşatabilmek.
Müslüman kimliğimizi özgürce yaşayacağız, kızlarımız isterse türban da takacak ama laiklikten de asla taviz vermeyeceğiz, “inanç özgürlüğünün” yanı sıra “inanmama özgürlüğünü” de saygıyla karşılayacağız.
Eğer Türkiye, dünyanın, Obama’nın ziyaretinde billurlaşan mesajlarını iyi anlarsa ve gereğini yaparsa...
Kürt sorununu barış içinde adaletli bir şekilde çözerse, Ermeni sorununu, bu sorunu tabulaştırmadan, gerçekleri görerek aşabilirse, dindarlarının “inanç özgürlüğüne” sahip çıkarsa, azınlıkların haklarını kabul ederse, gerçek bir laikliği sürdürürse...
Mutlu ve zengin bir ülke olmak için her türlü desteği bulacağız.
Tarih, bize büyük bir imkân sunuyor.
“Makûs talihimizi” yenebileceğimiz bir fırsat bu.
Eğer, dünyanın, tarihin ve çağın bizden istediklerini gerçekleştirmenin bizim yararımıza olduğunu anlayabilir ve bunları gerçekleştirecek enerjiyi gösterebilirsek, çok kısa bir süre sonra, bugüne dek hiç bilmediğimiz bir huzurun ve refahın içinde yaşayacağız.
AHMET ALTAN