Kur'an hayatımızın neresinde?
Bir kişinin Müslüman olması, Kur’an’ı hayatına müdahil kılmasını gerektirir. Kur’an’ın hayata müdahale etmesi ise, bir meseleyi akademik boyutu veya detaylarıyla bilmekten öte, en önemlisi hayata aktarmak için bilmek ve bildiklerimizle de amel etmek demektir. Kur’an, insanların bireysel ve toplumsal sorunlarının çözümlerini bildirir. Rabbimiz (c.c.), bu çözümleri bildirirken, teorinin pratiğe geçmesi, hayatın içinde yer alması için de Hz. Peygamber’i (a.s) eğiterek örnek bir şahsiyet modeli oluşturmuştur.
“Biz seni alemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107),
“Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resulünde güzel bir örneklik vardır.” (Ahzab, 33/21)
Hz. Peygamber’in ashabından bazıları, İslam’dan önce şirkin insanıydı. Şirkin bataklığındaydılar. Allah’ın insanlara lutfettiği hidayet rehberi Kur’an, cahillerden alimler, hayasızlardan güzel ahlaklılar, zulüm edenden adaletli örnek şahsiyetler ortaya çıkardı. Kur’an’ın inşa ettiği örnek şahsiyetler “Saadet Asrı”nın ortaya çıkmasına ve yaşanmasına önayak olmuşlardır.
Örnek bir şahsiyet olarak Bilal-i Habeşi (r.a.) ile ilgili bir hadiseyi hatırlatmak istiyorum. Bilal (r.a.) bildiğiniz gibi İslam’dan önce köle idi. Müslüman olunca efendisi tarafından büyük eziyetler ve işkencelere maruz bırakıldı. Bu kişi daha sonraları Müslüman olunca, Bilal’le karşılaştığında utandı ve af diledi. Buna karşılık Bilal (r.a.) ona şu cevabı verdi;Cahiliye döneminde yapılanlar cahiliye döneminde kalmıştır.” Buna karşılık eski efendisi Bilal’e, “Ey Bilal, sen ne güzel bir kardeş ve ne güzel bir okulsun.” Bir zamanlar köle olan Bilal (r.a.) hayatını Kur’an’la şekillendiriyor, Kur’an‘la konuşuyor ve onun ilkelerine göre hareket ediyor; bağışlıyor, affediyor ve sonraki nesillere örnek bir şahsiyet haline geliyor.
Günümüzde neden Müslümanların durumları farklı. Kur’an’ın çizdiği yol ile Müslüman olduklarını söyleyen toplumların durumları birbiriyle örtüşmüyor. Bu noktada öncelikle kendimizden başlayarak yanlışlıkları tespit etmemiz gerekiyor.
Kur’an hidayet ve rahmet kaynağıdır, fakat onun hidayet ve rahmet oluşu herkes için değildir. Yalnızca onu okuyor olmak, evinde, işinde, hafızasında vs. bulundurmak hidayet ve rahmet garantisi olamaz. O ancak Allah’tan gereği gibi sakınanlar için bir hidayet ve müminler için şifadır. (Bkz. Bakara, 2/2; İsra, 17/82)
Müslümanların Kur’an’ı okurken sanki kendisine vahyolunuyormuş gibi düşünmesi gerekiyor. Muhatap olarak kendimizi görmeliyiz. Kur’an’a yanlış bir yaklaşım sonucunda şunları duyabiliyoruz; şu ayet İsrailoğulları, bu ayet Hıristiyanlarla ilgili, şunlar da Hz. Peygamber ve sahabesiyle ilgili diyerek aradan sıyrılıp çıkılabiliyor. Ayetlerin ilk muhatapları değişebilir ama mesajı herkesi kapsar. Kur’an’ın özelliğidir, doğrudan Hz. Peygamber’e hitap eden birçok ayet aynı zamanda müminlere de hitap eder, hem Kur’an’da birçok ayet, “Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” diye başlar. Nüzul sebebi Ebu Cehil, Ebu Leheb olan bir ayet bile bugünkü haleflerinin durumunu açıklayıp, onlara, durumlarını değiştirmezlerse gidecekleri yerin cehennem olduğunu bildirirken; müminlere ise onlar gibi zalim, nankör olmayın mesajını verir.
Öncelikle Kur’an’a yaklaşma ve O’nun sunduğu ebedi hakikatleri algılama biçimindeki problemleri ortadan kaldırmak gerekir. Hayatın içinde olması, hayata müdahele etmesi gereken Kur’an maalesef kültürümüzde yüceltilerek ulaşılmaz hale getirilerek belli geceler okunmaktan öte işlev sahibi kılınmamıştır.
Kur’an’ı, anlamadan sırf sevap kazanmak amacıyla okumak bir erdem kabul edilir oldu. Onun, anlaşılması için, akledilmesi, fıkhedilmesi, tefekkür edilmesi, tedebbür edilmesi, tezekkür edilmesi için inzal olduğu unutularak, anlamadan okumanın da iyiliğe götüreceğine inanılır oldu. Hatta Kur’an kendisini kolay anlaşılır olarak tanımlamasına rağmen; ona adeta sen anlaşılmazsın ve seni anlayamayız diyenler oldu. Bunun acı sonuçlarını, İslam aleminin içinde bulunduğu duruma bakarsak anlarız. İçine düşülen problemlere bakıp, bunlar niçin başımıza geliyor, bu onur kırıcı ve aşağılayıcı durumdan kurtulup, tekrar şerefli ve izzetli hale nasıl gelebiliriz diye söylenip duruyoruz. Gerçekten hayatımızın merkezine Kur’an’ı yerleştirirsek, onun emir ve yasaklarına uyarsak hem dünyamızı kazanırız, hem de ahiretimizi. Fakat onu kendi anlayışımıza, mezhep ve meşrebimize uydurursak hem dünyamızı, hem de ahiretimizi kaybederiz.
Hayatımızın yeniden inşası için, kendimizi Allah’ın (c.c.) en büyük rahmeti olan Kur’an’a tabi kılmak ve onun bize sunduğu güzel örnek olan Hz. Peygamber gibi yaşamak zorundayız.
“Ve bu da yücelerden indirdiğimiz bereketli bir İlahî kelâmdır öyleyse ona tâbi olun ve Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincine varın ki O'nun rahmetine layık olabilesiniz.” (Enam, 6/155)
“Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz?” (Araf, 7/3)
“İman edenlerin, Allah'ın ve haktan inmiş olanın zikri için kalplerinin 'saygı ve korku ile yumuşaması' zamanı gelmedi mi? Onlar, bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasık olanlardı. Bilin ki gerçekten Allah, ölümünden sonra yeryüzüne hayat verir. Şüphesiz Biz, umulur ki aklınızı kullanırsınız diye size ayetleri açıkladık.” (Hadid 57/16-17)