Nuray Kahraman'ın Bir Makalesi 1
AF ÇIKMIŞ NEYİME; KAN DAMLAR YÜREĞİME!
Sevgili Günlük;
Bu güz bir kez daha emin oldum ki, bu işin sonuçlanacağı yok. Oysa ne kadar da heveslenmiştim, sana neden yalan söyleyeyim ki? Bu yasak kalkmaz desem de çevreme, hepsi laf. Gerçektende inanmış, belki de inanmak istemiştim. İnanır mısın, kalacağım yere kadar hesabımı yapmıştım. Şaşırmadın eminim, bilirsin hep tez canlıyımdır. Her şey hemen oluversin isterim ama hiçbir şey hemen oluvermez.
Nasıl ümitlenmeyeyim? Tapu gibi yasa çıktı, üzerine birde en kaymaklısından genel af… Tamda hayallerimizdeki gibi... Ama ne oldu; hepsi fasa-fiso. Ülkeyi gerçekte TBMM’nin yönetmediği bir kez daha anlaşıldı o kadar.
Bende karar verdim; olacağı yok madem, bir işe gireyim çalışayım dedim. Yeter artık bu ev hanımı muhabbeti. Sigorta yok, boğaz tokluğuna çalış, kıymete de binse bari! Sen ev hanımı olacak eleman mıydın he-heyyyttt. Gir bir (işe) yara değil mi?
Ama o ayrı bir teraneymiş. Laik kesim “örtülüyüm” diye geri çevirdi, birkaç yer eğer başörtümü çıkartırsam alabileceklerini söyledi. Trajikomik diyorlar ya, işte o hesap bizimkisi.
“Ayıdan post, gâvurdan dost olmaz!” dedim, aldım soluğu bizim tayfanın yanında. O da nesi, komik paralara, hiç de komik olmayan mesailere çalıştırmak istiyorlar. Altı gün, günde on bir saat. Yok artık… Ben vaktimin bir bölümünü vermek istiyorum şimdilik, tamamını değil. Eee ne demişler: “Eşek olursan semer vuran çok olur.” Ya esir gibi çalıştırırlar, ya da ikinci hanım yapmaya kalkarlar demişlerdi. Haklılarmış ne diyeyim!
Sevgili Günlüğüm;
Biraz araştırma ve istişare sonucu en iyisinin belediyeye girmek olduğuna karar verdim. Ortam iyi, saatler ve maaşı makul. Fakat anacım oraya da girmesi bir olay. Yok ihaleleri takip et, taşeron firmalarla konuş, KPSS’ye girmezsen kadrolu olmayı unut. Hoş, girsen de olabileceğin şüpheli ya, iyisi mi sen her halükarda unut. Sınava başvuran arkadaşlarla konuştum, başörtüyle girebiliyormuşuz, tabi üzerine peruk takarsak. Daha neler, on sekizimde yapmadığım şeyleri bu yaş da mı yapacağım. Boş geç dedim ya, her iş de bir hayır vardır. Âleme madara olmaya, racona ters düşmeye gerek yok.
Merhaba Günlük;
Çok heyecanlıyım, Bursa’ya gidiyorum.
İşe başvuracağımda elimde ilkokul diploması bile yok. Liseyi aradım; “Çıkış belgesini son bıraktığınız okuldan alacaksınız” dediler. Orası da illaki benim gitmem gerektiğini, başkasına resmi evrakın verilemeyeceğini söyledi. Ah, ah… Kim derdi bir zamanlar yaka paça atıldığım okuldan bir gün gelip de böyle ısrarla çağrılacağımı? (Bilseler örtülüyüm, eminim gelmeyin derlerdi ya, neyse.) Çok özlemiştim, bir şekilde buda bahanem oldu. Şimdi çıkmam lazım, dönüş de her şeyi yazarım.
Döndüm Kürkçü Dükkânına…
Harika iki gün geçirdim. Öylesine özlemişim ki, doya doya nefes aldım. Bursa’nın tarih kokan, yeşil kokan havasıyla ciğerlerim bayram etti. Neden öğrenciler okudukları ile böyle zaaf şeklinde bağlanır, hatta kopamaz oraya yerleşirler acaba? (Ben beceremedim, o ayrı mesele.) Herhalde onları erişkin yapan, otoriteden uzakta kimliklerini oluşturabildikleri, kendilerini keşfettikleri şehre bir vefa borcu hisseder, hayranlık duyarlar da ondan.
Gelelim minik gezimizin karanlık yüzüne. Belki de hafızamdaki kötü hatıraların etkisiyle sıkıntılı geçti yolculuk. Açıktı, korkuyordum. Kampusa vardığımda, fakültemin olduğu binayı dekanlık yaptıklarını gördüm. Yoldan geçen bir bayana: “Burada edebiyat fakültesi vardı, ne oldu?” diye sorduğumda: “O çok eskidendi, yeni bina yapıldı oraya taşındı” dedi. Öyle bir söylemişti ki, sanırsın aradan yüzlerce yıl geçmiş. Velev ki öyle olsun, inan hiç de komplekse girmedim. Kendimi yaşlımı hissetmem gerekiyordu? Her zaman söylerim; ben burada işim bitsin de gideyim diye bakıyorum. Dünyaya kazık çakmak gibi bir niyetim yok. Neden şaşırdın? Formalite değil mi bu yaşadıklarımız, dünya bir sınav salonu ve mutlak gerçeklik ise ahir zaman değil mi? Âdem’in sürgüne yollandığı bu mekânda gözüm yok. Senin anlayacağın benim gözüm yükseklerde. Hedefini büyük tutacaksın ki, kazanımların en azından ortalamanın üzerinde olsun.
Ayaklarım ağrıdan hissizleşecek gibi olmuştu ki, o koskoca kampus da yeni binamızı ancak bulabilmiştim. Ama kime meramımı anlatacak olsam, dehşet dolu gözlerle beni yanından uzaklaştırmak istedi. Hepsinin ortak cümlesi: “Başımı belaya sokacaksınız” oldu. Gitmem gereken yeri, güvenlik görevlilerinin kovalamacaları eşliğinde zar zor bulabildim. Orda da kimse bana yardım etmek istemedi. Dışarı çıkmam istendiğinde yılarca öncesinden alışkın olduğumdan mıdır bilmem, sırada bekleyen öğrencilerin üzerime doğrulttukları acıyan bakışları ne canımı sıktı ne de utandırdı beni. Hatta onlara tebessüm ederek: “Virüs taşıyorum da, onlarda haklılar bir yerde. Toplum sağlığı bu şakaya gelmez.” dedim. Dilekçemi beni içeri sokmayan güvenlik görevlisiyle göndermeye karar verdim. Tam üzerime doğru hiddetlenerek gelirken uzatıverdim kâğıdı eline. Yüksek sesle söyleyeceği sözler ağzına tıkılmış olmasından herhalde yanakları şişmiş ve yüzü kızarmıştı. “Tamam dedi ben götüreyim ama çıkış kâğıdını almaya girerken açacaksın başını.” Hoppala, bunlar imanlarını yitirirken akıllarını da mı yitiriyorlar, bilmem ki! Başını açmadığı için okuldan çıkış belgesi almaya gelenden başını açmasını istiyorlar. Açsam zaten, okulu neden bırakayım, anam bacım.
Kadın geri gelene kadar sürekli dua ettim, Rabb’im de yardım etti de yanıt evinize gelecekmiş dedi, emir kulu bayan.
Günlüğüm;
Belgem elime geçti. İş için torpil olmazsa işin zor diyenleri dinleyerek, en afillisinden bir torpil bulup görüştüm. ‘Eğitim şart.’ Diyorlar ya hani, bence o söz bizim ülkeye pek de uymuyor. Bizde şart olan ‘tavassut’, eğitimi kim ne yapsın? Yahu elektrik faturası öderken bile; “TEK’de adamın var mı, nasıl ödeyeceksin?” diye soracak duruma geldik milletçe.
Torpili bulduk bulmasına ama maalesef o iş de yaş çıktı. Vay efendim diplomam olsaymış, bu şekilde bulunacak iş beni tatmin etmezmiş. Yahu torpil bey kardeşim; diploma olsa seninle ne işim var? Gider öğretmen olurum, mis gibi iş... Allah seni inandırsın hafta da sadece iki gün derse giren arkadaşım var benim. Anlayacağın iş-miş hikâye oldu. Mortingen şitraze…
Evreka, Evreka!!!
Sevgili günlük; sonun da çözümü buldum. Dedim, Nuray (kendime hep böyle hitap ederim) 1)Kimseden fayda yok. 2)Yardımcı olarak Allah yeter. 3)Müminin müminden başka dostu yok. Topla üçünü… yani bütün başörtüsüzede arkadaşları toplayıp, beraber bir iş yapacağız. Adını da nananaaaan Direniş LTD ŞTİ koyarız. Nasıl ama? Perfect değil mi?