eylül'dü.. her şey bir yana, sendi..
Eylül’dü… Yalpalayarak yürüdüğüm yollar üstüme yürüdü.. Adım mahlaslara bölündü. O’ydum.. Bu’ydum… Kendimden başka herkes olabiliyordum… Bir yarayı binlerce aynaya bölüp ve bin ayda da kendimi tüm yaralarımın faili görüp benden kaçtım. Eylül’dü.. Kaçıştı çünkü… En büyük kaçış kendimdendi. Sararmış yaprakların bir sessizlik eşliğinde düşüşlerini seyre dalarken gözlerimin asiliği çıtım çıkmadan bırakmalıydım olduğum yerde kendimi.
Eylül’dü… Hüzünlerimden örülme kasımın iki soluk öncesi… Yine hüzündü… Kalmalara vurulacak mühür için kurumuştu mürekkebim… Geçti… Gitmelere yakılacak tütsüler yoktu… Erkendi…
Hatırlamaktan korktuklarımı unutma yöntemlerindeydim. Kapattığımda gözlerimi karanlığıma düşenleri yırttım attım… Günlerimin üstünü örttüm uyudum. Kalktım eylül’dü..
Bir sonbaharın sararmış hüznünde Eylül’dü düşen saçlarından yere. İçime yasladığım sözcüklerinin kaç bininci “ahh” ını çekerken ben kim bilir o sözcükleri yazdıran ne çok “ahh” lı yaraların olmuştu senin…
Dilini dikenli tellere sarmaktı belki konuşurken kendini kanatma biçimin. Sabahlara karışan akşamlara inat çevirmekti gecenin sayfasını bir daha. Peki çevirdiklerimizden sonraki sayfada hangi satırdık? Öyle ya biz hiç satır atlamadan yaşadık.
Sağ yanımızın sol yanımıza verdiği eldelerle ayakta kalabilen halimiz eldesizliğimizin üstüne çöker miydi bir gün? Perdeler açılırken bir bir ve kapanırken yedinci düğümde hangi kelimede kurgulanmıştı hayatın? Alkışsız dediğin kapanışına yolladığımız alkışlarımızın sesi gelmiş miydi?
Sessizliğimin içine hediye ederken “bir gün yolda yürüyordum bir şarkı duydum kalbim acıdı” sonlu şarkıyı bilir miydin acıma nota yaptığını?
Eylül’dü… Sarı sonbahardı…
Yapraklarını hep ayaklarımıza doladı. Ve düşmelerimize hep yalan sızlanmalar taktı…
Eylül’dü… Gitmekti… Kalmaktı… Aşktı…
Aşka yenik cümleler demlerken kalem uçlarında ellerimizden susmalar tuttu..
Eylül’dü…
Ve aslında her şeye bir yana
Eylül’dü sendi…
İyi ki doğdundu… İyi ki varsındı… Çünkü Eylül’dü… sendi