Namazla hidayeti bulanlar...
AHMET SABAN
Saflar kurulurken, safa girenler arasında hiçbir fark gözetilmediğini büyük bir hayret ile görüyorduk. Beyaz insanlar, sarı insanlar, siyah insanlar, zengin insanlar, fakir insanlar, tüccarlar, memurlar, işçiler, hiçbir ırk veya rütbe farkı gözetilmeksizin yan yana geliyor ve birlikte ibadet ediyorlardı..
Amerikalı Hıristiyan Thomas Muhammed Clayton anlatıyor:
Tam öğle olmak üzereydi. Sıcaktan bunalmış, tozlu yoldan geçerken, bir aralık kulağımıza kendine mahsus bir güzelliği olan bir ses gelmeye başladı. Bu ses etrafımızdaki bütün boşluğu sanki dolduruyordu. Bir ağaç topluluğunu geçince, önümüze insana hayret verici bir manzara çıktı. Adeta gözlerimize inanamıyorduk. Tahtadan yapılmış ufak bir kule üzerine çıkmış, tertemiz cübbeli ve beyaz sarıklı, yaşlı bir Arap ezan okuyordu. Ezanı okurken kendinden geçmiş sanki dünyadan tamamen ayrılarak yaratıcısının, sahibinin huzuruna çıkmış gibiydi. Bu yüce manzara karşısında biz de sanki büyülenmiş gibi durakladık ve yavaş yavaş yere oturduk. Kulağımıza gelen seslerin ve sözlerin manasını anlamıyor, fakat onun tesiri altında kalıyor ve ruhumuzda bir başkalık, bir ferahlık hissediyorduk. Sonradan öğrendik ki, arabın söylediği tatlı sözlerin manası şu idi: “Allah–ü Teala en büyüktür. Allah Teala'dan başka ilah, mabud yoktur.”
Birden bire etrafımızda birçok insanlar belirdi. Hâlbuki biz o zamana kadar, etrafımızda kimseyi görmemiştik. Nereden çıktıklarını, nereden geldiklerini bilmediğimiz bu insanların yüzünde büyük bir hürmet ve muhabbet ifadesi vardı. İçlerinde her yaştan, her sınıftan insan bulunuyordu. Elbiseleri başka, yürüyüşleri başka, görünüşleri başka idi. Fakat hepsinin yüzünde, aynı ciddi ifade büyük vakar ve aynı sevimlilik vardı. Gelenlerin sayısı artıyor ve biz galiba bunların arkası bir türlü kesilmeyecek diye düşünüyorduk. Nihayet gelenler toplandı. Hepsi ayakkabılarını ve takunyalarını çıkararak, saf saf dizildiler. Saflar kurulurken, safa girenler arasında hiçbir fark gözetilmediğini büyük bir hayret ile görüyorduk. Beyaz insanlar, sarı insanlar, siyah insanlar, zengin insanlar, fakir insanlar, tüccarlar, memurlar, işçiler, hiçbir ırk veya rütbe farkı gözetilmeksizin yan yana geliyor ve birlikte ibadet ediyorlardı.
Ben birbirlerinden bu kadar farklı insanın, kardeşçe yan yana gelmelerine hayran olmuştum, bu ilk gördüğüm ulvi manzara üzerinden şimdi üç sene geçti. Bu arada ben de insanları bu kadar birbirine yaklaştıran bu ulvi din hakkında bilgi toplamaya başlamıştım.
Müslümanlık hakkında edindiğim bilgiler beni bu dine büsbütün yaklaştırdı. Müslümanlar bir tek Allah'a inanıyor, Hıristiyanların telkin ettikleri gibi insanların günah içinde doğmadığını söylüyorlardı. Onları yalnız, Allah–ü Teala'nın kulu olarak kabul ediyor, onlara karşı büyük bir şefkat gösteriyor, doğru yolda oldukları müddetçe onların rahat, huzur ve saadet içinde yaşamalarını arzuluyorlardı. Hıristiyanlıkta akıldan geçen fena bir düşünce bile günah sayıldığı halde, Müslümanlar ancak, Allah–ü Teala'ya isyanı ve kullara karşı yapılan bir kötülüğü günah sayıyor, insanı düşüncesinde tamamıyla serbest bırakıyordu. İslam dini, “insan ancak yaptığı işten mesuldür,” diyordu.
İşte yukarıda sıraladığım bu sebeplerden dolayı, seve seve Müslümanlığı kabul ettim. Aradan üç sene geçtiği halde bazı geceler rüyamda o Arap müezzinin hazin ve tesirli sesini duyar ve her taraftan koşup gelen ve türlü türlü insanların saf saf dizildiğini görürüm. Allah–ü Teala'ya ibadet etmek için aralarında hiçbir fark gözetmeksizin, birlikte secdeye kapanan bu insanlar, muhakkak ki samimi olarak Allah–ü Teala'ya ibadet etmektedirler.