Mevlana'ca...
Nohut danesi pişerken, kaynadığı kabın kenarından dışarı sıçramaya çalışır ve şöyle der, aşçısına:
“Bunu niye yapıyorsun bana?”
Aşçı da kepçesini daldırıp onu karıştırdıkça der ki:
“Sana eziyet ettiğimi düşünüyorsun değil mi! Hiç dışarı atlamaya çalışma! Ben sana lezzet veriyorum, ki baharatla ve pirinçle karışasın da bir insanın vazgeçemeyeceği lezzet olup ona canlılık, enerji veresin.
Bahçede yetişirken sular içtiğin zamanı hatırla. İşte o günler bunun içindi!”
Önce letafet. Aşkın zevki, ve pişince yeni bir yaşam başlar, böylece Dost’un sofrasına lezzetli bir yemek olur.
Sonunda, nohut, aşçıya şöyle der:
“Daha da pişir beni! Kepçe ile çal bana! Zira bunu ben kendi kendime yapamam!
Ben sürücüsünün farkında olmayan ama taa Hindistan'daki bostanların hayalini kuran fil gibiyim! Sen benim aşçımsın, benim sürücümsün, varlığa giden yolumsun. Senin pişirmene aşığım!”
Bunun üzerine, aşçı şunu der:
“Bir zamanlar ben de senin gibiydim, hamdım, topraktan yeni çıkmış gibi. Ve zamanla piştim, bir vücutta piştim iki şiddetli pişmeyle. Hayvanlığım çok güçlendi, onu ibadetlerle denetim altına aldım, ve daha bi piştim; bunun da ötesinde daha piştim… Ve işte böylece senin yetiştiricin oldum!”
–Mevlâna Celaleddinî Rûmi’den...