Konu Başlıkları: SORU : Huden lil muttekîn ?
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 22Haziran 2009, 18:46   Mesaj No:12

Boşluk

Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:Boşluk isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 126
Üyelik T.: 10 Eylül 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 29
Konular: 10
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart RE: SORU : Huden lil muttekîn ?

MUSTAFA İSLAMOĞLU

Alın size kocaman bir soru: Bakara 2. ayet neden “Huden li'l-muttekîn” (takva sahipleri için tarifsiz bir hidayettir) diye biter? Neden “takven li'l-muhtedîn” (hidayete erenler için takva kaynağıdır) diye değil?

Biliyor musunuz, elimizdeki birçok tefsir ve hemen tüm mealler bu ayrımı ıskalamışlar.

Dahası da var: bazıları ayan açık Bakara 2'yi “neden böyle değil” dediğim cümle gibi anlamışlar. Oysaki vahiy, “Kur'an hidayete erenler için takva kaynağıdır” demek isteseydi öyle derdi, ama demedi. Ya ne dedi? “Kur'an takva sahipleri için tarifsiz bir hidayettir” dedi.

İşte burada kafa konforumuz bozuluyor. Yaygın tabirle, ezberimiz bozuluyor. Biz kendimizi öyle şartlandırmışız ki, takvadan ancak hidayetten sonra söz edilebilir sanmışız. Hidayetten önce takva olmaz sanmışız. Ama ayet bunun tersini söylüyor. Hidayetten önceki takvadan söz ediyor. Hatta bir adım daha atarak, zımnen şunu söylüyor:

“İnsanı hidayete ulaştıran hidayete ermeden önceki takvasıdır.”

Hidayete ermeden önceki takva?..

Bu konuda bu köşede daha önce yazdığım “Vicdan olmadan iman olur mu?” başlıklı makale orada öylece dururken, bunun neden ve nasılını tekrar izaha girişecek değilim.

Sözü buradan açmamın nedeni, bu ayetin son tecellisiyle dün karşılaşmış olmamdır.

Ayetin tecelli ettiği şahıs, Murad Wilfried Hofmann'dır. Essen Üniversitesinin 800 kişilik konferans salonunu dolduran üniversite gençliğinin önüne onunla yan yana çıkmadan önce sıcak bir sohbetimiz oldu.

Sohbetimiz sırasında Üstad Hofmann, Cezayir'de bir Alman diplomatı olarak bulunduğu yıllarda yaşadığı bir hatırayı nakletti. O bunu, Türkiye'yi İslam bünyesinden tamamen kesip koparma projesi olan malum projenin İslam coğrafyasında ne derin yaralar açtığını teyit sadedinde dile getiriyordu.

O tarihte bir Türk hanımla evli olan Hofmann Cezayir'de bir camiye girmek isterler. Görevli Alman Hofmann'ın girebileceğini fakat Türk eşinin giremeyeceğini söyler. Arkasından da bir espri yaptı: “Her sabah kalktığımda Erdoğan hâlâ yerinde duruyor mu diye soruyorum!”

Şimdi gelin benim yerimde olun da, daha neyin ne olduğunun ortaya çıkmadığı 1920'li yılların başında tepeden Batılılaşma projesinin taşeronlarını “Ey halaskarânı İslam!” diye tebcil eden Cezayirli allame Abdulhamid b. Badis'i acı bir tebessümle hatırlamayın.

Vahyin inşa ettiği arı-duru bir zihin karşımdaki. Anadan doğma Müslüman (!) birçok entelektüelde görmeye hasret gittiğim bir zihni netlik ve teşevvüşten uzaklık. Batı varoluşçuluğunu “laf cambazlığı” olarak görüyor. Batılı düşünürler içinde Ludwig Wittgenstein'i ciddi buluyor. Uçakta göz gezdirdiğim eserinde Hofmann, bu agnostik üstadın İslam'a seçici/ayıklayıcı yaklaştığından şikâyetini görüyorum.

Söz Kur'an'a geldiğinde, karşımdaki insanın Kur'an'ı nasıl hücrelerine sindirmiş olduğunu, bilmem kaçıncı kez hayretle müşahede ediyorum. Tek kelimeyle Kur'an'a vurgun biri olarak gördüm onu. Ah ki, ne ah! Bizdeki benzerlerinde binde birini göremediğim hassasiyet. Hatta bırakın ateist, agnostik ve deistlerinde, İslamcılarında bile rastlayamıyorum bu vahiy hassasiyetine.

78'ine merdiven dayamış karşımdaki ihtiyar (ihtiyar “doğru seçim yapabilen tam aktif irade” manasına gelir) delikanlının vahye olan bu derin bilgi ve ilgisinin arka planını merak ediyordum ki, kendisi sormadan açıkladı. Fransız işgali altındaki Cezayir'de bulunduğu yıllar kanın gövdeyi götürdüğü yıllardır. Cezayirliler işgalcilerden vatanlarını terk etmelerini istemekte, Fransızlarsa bu talebi kanla, aşağılamayla, katliamla bastırmaya çalışmaktadır. Bu dayanılmaz duruma karşı Cezayirlileri diri ve umutlu tutan sırrı Hofmann çok merak eder. Sonunda bulur: Kur'an. Bu sırrı Allah Bakara 153. ayete koymuştur.

Ve kendisi o tarihten sonra Kur'an'la yol alır. Kur'an onu fıtratına doğru çeker getirir. Sonunda Allah Rasulü'nün ve sahabenin girdiği İslam'ın ana kapısından o da girer. İslam'ın ana kapısı vahyin kapısıdır.

ABD'de yüksek tahsilini yaparken bir kaza geçirir. Yüzü ve alt dudağı tahrip olmuş, 19 dişi kırılmış, kolu yerinden çıkmış, sağ dizinde kayma olmuştur. Gözünü hastanede açtığında cerrah şöyle der: “Sevgili dostum, kimse böyle bir kazadan kurtulamazdı! Tanrı'nın senin için planları olsa gerek!”

Hofmann diyor ki: “Yirmi dokuz yıl sonra, 25 Eylül 1980'de bunu anladım.” Bu tarih, Hofmann'ın fıtratına dönüş tarihidir. İşte günlüğüne o günlerde düştüğü not: “..fark ettim ki, kendime rağmen ve tamamen gayr-ı iradi bir biçimde, her hangi bir şok yaşamadan ve adım adım duygu ve düşünce planında Müslüman olmaya başlamıştım.”

Şu kesin ki, onu İslam'ın ana kapısına adım adım yaklaştıran Kur'an'dır. İşte tam bu nedenle birini sahabeyle kıyaslayacağım zaman “anadan doğma Müslüman”dan daha çok alın teriyle, yürek teriyle, kendi kendini yeniden doğurarak Müslüman olan mühtedileri kıyaslıyorum. Çünkü başta “sen bundan önce kitap nedir iman nedir bilmezdin” denilen Peygamber olmak üzere tüm sahabe “mühtedi” idi. Ve hepsi de İslam'a ana kapıdan girdiler.

İşte bu yüzden Kur'an muttakiler için hidayettir. Bilmem anlatabildim mi?
Alıntı ile Cevapla