Şehid Şeyh Ahmed Yâsin ve Şehid Rantisi’yi Rahmet ve Minnetle anıyoruz.
Vücudunun üçte ikisi çalışmadığı hâlde, tekerlekli sandalyesinde bir orduya hücum edecek hazırlıkla üzerine bombalar yağdırılarak şehid edilen Ahmed Yasin, hâl-i hayatında yaşadığı çizgiyle dünyayı, ulaştığı makam ile de melekleşmişlerin diyarını aydınlattı. Hayatı ders idi, ölümü de ders oldu.
Bilindiği gibi maalesef Şeyh Ahmed Yâsin, 22.03.2004 Pazartesi sabahı, tekerlekli sandalyesi ile sabah namazından dönerken, İsrail’in bir helikopterden attığı füzelerle şehid edildi. Ne mutlu O’na… Sabah namazını camide cemaatle eda ettikten sonra şehadet şerbetini içti. Hz. Ömer (Radiyallâhü anh) ve Hz. Ali (Kerremallahü Vechehü) gibi… Ya biz Müslümanlar nasıl öleceğiz acaba?..
Şehit Şeyh Ahmed Yâsin, 1937’de Filistin’in Askalan şehrinin el-Cevre köyünde dünyaya geldi. Hayatını İslâm’a ve Filistin’e adadı. Vahşette sınır tanımayan İsrail, O’nu zindanlara atmakla, yaralamakla yetinmedi, 22 Mart 2004 Pazartesi sabahı, şehid etti.
ALLAH Teâlâ’nın Resûlü Hz. Muhammed (Sallallâhü Aleyhi ve Selem) Efendimizin doğduğu ve ahirete irtihal ettiği gün. Vakit, kuşluk namazının akabi saatleri... Ahirete yeni bir güneş doğdu. Şeyh Ahmed Yâsin şehid oldu. Şehidler giderken gittikleri yeri de, bıraktıkları dünyayı da aydınlatırlar. Şehid Ahmed Yâsin de öyle yaptı işte. Bir doğdu, bin doğdu… Vücudunun üçte ikisi çalışmadığı hâlde, tekerlekli sandalyesinde bir orduya hücum edecek hazırlıkla üzerine bombalar yağdırılarak şehid edilen Ahmed Yâsin, hâl-i hayatında yaşadığı çizgiyle dünyayı, ulaştığı makam ile de melekleşmişlerin diyarını aydınlattı. Hayatı ders idi, ölümü de ders oldu.
ALLAH Teâlâ dilerse, mü’mini yatağında da şehidler kervanına katar. Yeter ki, ona lâyık olan çizgiden yürü. Yürüyen yatakta da, işlevi olmayan bedenle de bu şerefe nâil oluyor. Demek ki, mesele lâyık olabilmekte.
Şehid Ahmed Yâsin’den alacağımız çok ders var. Onu düşündüğümde Hz. Hamza (Radiyallâhu anh)’yı hatırlıyorum… Hz. Yusuf (Aleyhisselâm)’u düşünüyorum… Harp meydanlarında mücahidlerin: “- Anam, babam sana feda olsun...” diye enerji aşılayan hitabını hatırlıyorum. O şeref ve böyle bir rütbeye, mü’min gibi mü’min olan kişi nasıl hasret duymaz ki?..
Peygamberlikten sonra en büyük izzet şehidlik rütbesidir. Çanakkale’de destanlar yazan şehidlerimizi, 250 kiloluk mermiyi “Ya ALLAH...” diyerek kaldırıp namluya süren Seyyid’lerimizi hatırlıyorum. Cennette onlarla beraber olmak ne büyük bir kazanç.
Biz davamızdan ayrılmayalım. Davasına ihanet edenler ve hakikatı gözardı edenler belâlarını er geç bulurlar. Yolunda samimiyetle duranları ALLAH mükafatlandırır. Bakın şu mükafata: Londra’da yayınlanan Eş-Şark El-Avsat gazetesi 24 Mart tarihli nüshasında şu haberi yazdı:
Şeyh Ahmed Yâsin, şehid edilişinden bir gün önce cumartesi akşamı aniden ağır bir şekilde rahatsızlandı. Birden sandalyesinden düştü. Hemen hastahaneye kaldırıldı. Yanında bulunanlar; Şeyh Ahmed Yâsin’in ölmek üzere olduğunu söylüyorlardı. Buna rağmen ailesi onu hastahanede bırakmayıp evine götürdü.
Pazar günü, İsrail’in bölgedeki keşif uçuşlarından şüphelenen ailesi, yatsı namazını camide kılan Şeyh Ahmed Yâsin’i, güvenlik için başka bir yere götürmek istedi. Bu karara önce olur diyen Şeyh Yâsin, daha sonra karar değiştirdi; geceyi camide ibadet ederek geçireceğini bildirdi. Yakınları kendisini ikna edemeyince Şeyh Ahmed Yâsin, pazar akşamı sabah namazına kadar camide kalarak ibadet ve dua etti. Durumu ağır olmasına rağmen ibadetine gece boyu ara vermedi. Gözyaşlarıyla dualarını aralıksız sürdürdü. Pazartesi günü sabah namazını kıldıktan sonra da kuşluk anına kadar dua ve zikirlerine devam etti.
Kuşluk namazından sonra ibadetlerle dirilen bedeni, eve götürülürken; İsrail helikopterlerinden atılan füzelerle, (üçte ikisi çalışmayan) vücudu parçalanarak, Şeyh Ahmed Yâsin şehidler kervanına katıldı. Şeyh Ahmed, Şehid Ahmed oldu. Şu serüvene bakın; bundan hepimiz ibret almalıyız. Şehid Ahmed Yâsin sağlığında:
* İslâm için çok şeyler yaptı.
* İsrail hapishanelerinde dayanılmaz işkencelere maruz kaldı.
* Birkaç defa, terörist işgalci İsrail kurşunlarıyla önce gâzi ünvanını aldı.
* Üçte ikisi çalışmayan uzuvlarını, bedenini cihad ederek kullandı. Bir çoğumuzun ders alması gerekiyor.
* Muzdarip olduğu fakat onun, “imtihan” olarak kabul ettiği hastalıkları kendisine “artık vakit tamam” diyerek Rabbi’nin çağrısını duyurdu.
* Son gecesi olan pazar akşamını camide geçirip, sabaha kadar dua etti. Fırtınalar içinde geçen bir ömrün, gece boyu muhasebesini yaptı. ALLAH’a iltica etti.
* Kuşluk namazı, fiilen görev yapamadığı bedeniyle kıldığı son namazı oldu.
* Günün ilk saatlerinde camiden çıktı. Bir kaç metre gitti. Terörist İsrail’in, insanlığa düşman ellerin attığı bombalarla vücudu parçalanarak “şehid oldu.”
* Hz. Hamza (Radiyallâhu anh)’nın yanına uçarak gitti. Şu anda Bedir şehidlerinin, Uhud şehidlerinin, Hendek şehidlerinin, Bâkî mezarlığında bedenleri medfun Sahabe-i Kiram’ın arasında, Huzur-u Nebî’de… O’na, dünyadaki ahvali, Müslümanların dağınıklığını, insanların duyarsızlığını, davasını makamlarla değişen sahtekârları, Müslümanım demekten korkan ve kökünü inkâr eden nefislerinin şovalyelerini... bir bir anlatıyor. Zaten bu dünyada iken de suskunları, duyarsızları ALLAH’a şikâyet etmişti. Şehit Şeyh Ahmed Yâsin, terörist İsrail’in 2003’te düzenlediği suikastten yaralı olarak kurtulduktan sonra, şöyle bir yazı kaleme almıştı:
“ALLAH’ım! Ümmetin suskunluğunu Sana şikâyet ediyorum!
Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah!
Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim! Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim!
Tek isteğim; benim gibi, Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!
Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helak olmuş ölüler!..
Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felaketler karşısında?
Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok, ALLAH için ve ümmetin namusu için kızacak?
Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak!
Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken? Siyonist katilleri ve uluslararası işbirlikçilerini görmezden gelirken!.. Omuzlarımıza el verecek ve gözyaşlarımızı silecek bir bakış!.. Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilatları ve bâriz şahsiyetleri, ALLAH için kızmaz mı!? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye: “Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mü’min kullarına yardım et!” diye çağıramaz mı!? Buna da mı gücünüz yetmiyor!? Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak: “Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık!”
Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek!
Onları, bu suspus ve bön (şaşkın) ümmete yakıt yapacağız! Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin!
Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim! Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın! Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin! Temennimiz, ALLAH’ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır!
Umarız bizim aleyhimize olmazsınız! ALLAH aşkına, bari aleyhimize olmayın, ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!..
“ALLAH’ım! Sana şikâyette bulunuyorum... Sana şikâyette bulunuyorum..
Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı Sana şikâyet ediyorum.
Sen mustaz’afların Rabbisin... Sen bizim Rabbimizsin...
Bizi kime bırakıyorsun?... Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?
ALLAH’ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına sana şikâyette bulunuyorum.
Sana şikâyette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı... Birliğimiz bozuldu... Yollarımız ayrıldı...
Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini sana şikâyet ediyoruz...”
Ey Müslümanlar! Kalkabilecek miyiz bu şikâyetlerin altından. “... Temennimiz, ALLAH’ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır.” cümlesini duyduktan sonra yemeklerimizi rahat yiyip, yataklarımızda huzurlu uyuyabilecek miyiz?
Vah bize, vah!..
Filistinli kardeşlerim!
Şehid Ahmed Yâsin, başta olmak üzere hepinizden, en lazım olduğum anda zayıflığımdan, ellerimi sizlere uzatamamaktan, size bir yudum su verememekten, akan kanınızı silememekten, şehidlerin çocuklarına kollarımı gerememekten, bacılarımın ırzlarını koruyamamaktan, maruz kaldığınız zulümlere engel olamamaktan... Vallahi billahi utanıyorum.
Şehid Ahmed Yâsin’in ALLAH ve Resûlü’ne sunduğu şikâyet dilekçesinin ekindeki listede ismimin de var olması endişesiyle korkuyorum.
Sadece dua edebiliyorum. Cılız bedenimin taşıdığı zayıf, mecalsiz ellerimden gelen bu, beden dilimin kuvveti bu. Affet ALLAH’ım, af et...
Şehidleri üzmeyelim. Onları kendimizden şikâyet ettirmeyelim.
“Her devirde Resul-i Ekrem (Sallallâhü Aleyhi ve Selem)in dâvâsını omuzlayanlar, bayrak gibi taşıyanlar ve ALLAH’ın dininden zerre kadar taviz vermeyenler, ALLAH’ın dinini yüceltmek için çalışanlar, ALLAH’ın dini uğruna hayatını fedâ edenler çıkmıştır. İşte şeyh Ahmed Yâsin de bunlardan biridir. Bu mübarek insanın eli, ayağı tutmuyordu, felçliydi. Ama yüreğinde Allah Resulünün aşkı ve O’nun dâvâsının sevdası vardı. İşte Yahudileri rahatsız eden de buydu. Bunun için onu şehit ettiler. O, çok arzu ettiği şehâdet makamına kavuştu. Rabbinin huzuruna yüzü ak olarak çıktı.”
Bir bu mübarek insana yapılanları, bir ümmetin suskunluğunu, bir terörün babalarını kınamak yerine, ALLAH için cihat edenleri kınayan Müslümanları düşündüm. Bu tuhaf durum ve ümmetin bu mânevî perişanlığı karşısında gözyaşı döktüm. Bu nasıl tuhaf bir haldi, bu nasıl garip bir suskunluktu?.. Bu ümmete ne olmuştu?
Gözümün önüne; İslam beldelerinde hunharca katledilen, ırzları, namusları payimal edilen, evlerinden alınıp meçhule götürülen Müslümanlar geldi. O mağdur ve mazlum insanlara yardım elini uzatacak yok muydu? Zalimin ağzının üzerine yumruğu çakıp diz üstü çökertecek yiğitler neredeydi? Bir ara akıncıları düşündüm; kırk, yüz, bin kişilik gruplar halinde küffar beldelerine dalıp hallaç pamuğu gibi atan yiğitleri… Zalime dur demek, öyle müsamere yapar gibi hareketlerle olacak iş değildi. Onlara, anladıkları dilden cevap verilmeliydi. Ne tuhaftır, öyle davranan yiğitlere de terörist yaftası vuruluyordu. Koca İslam ağacını kesen baltaya “gönüllü sap olmayı” kabullenenler tarafından...
Bakınız, aziz şehit yalvarırcasına nasıl sesleniyor: “... Umarız bizim aleyhimize olmazsınız! ALLAH aşkına bari aleyhimize olmayın, ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları! ALLAH’ım! Sana şikâyette bulunuyorum... Sana şikâyette bulunuyorum... Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı sana şikâyet ediyorum.”
Rabbimiz, bu gibi şehitlere “ölü” dememizi yasaklıyor. Gerçekte onlar ölü değildir, ölü olan bizleriz.
Yılan nasıl zehirlemekten lezzet alıyorsa, Yahudi ve Hıristiyan zalimler de Müslüman öldürmekten, İslam beldelerini işgal etmekten lezzet alıyor. Peki ya bizim Müslümanlara ne oluyor? Niçin bu zalimlere hâlâ sempati ile bakıyor? Niçin yurtlarını müdafaa eden insanlara terörist gözüyle bakıyor?..
56 sene önce İsrail diye bir devlet mi vardı? İngiltere ve Amerika’nın himayesinde geldiler, Müslümanları öldüre öldüre topraklarını genişlettiler. Mülteci kamplarını bastılar, her gün çoluk çocuk demeden Müslümanları öldürdüler. İşte şeyh Ahmed Yâsin’e yaptıkları gibi, bombalarla insanları parçaladılar. Onlar terörist olmuyor da, nefis müdafaası yapan, vatanlarını müdafaa eden Müslümanlar terörist oluyor öyle mi?
On bin kilometre öteden gelip Irak’ı harap eden Amerika terörist olmuyor da, vatanlarını, namuslarını müdafaa eden Müslümanlar terörist oluyor öyle mi? Ruslara karşı vatanlarını müdafaa eden Çeçen mücahitler ve ALLAH için savaşanlara destek olan yiğit insanlar terörist oluyor öyle mi?
Müslümanları doğrayanlardan değil de, o mücahitlerden nefret ediliyor, öyle mi?
Evet, siyonist propagandanın etkisinde kalanlar -ki aralarında maalesef kimi müslümanlar da var- Filistinlileri katil teröristler olarak tanımlıyorlar.
Filistinliler Ne Yapıyor?
İşgal altındaki topraklarını kurtarmak için mücadele ediyorlar?
Filistinlilerin bu mücadelesini anlamazlıktan gelip, onlara katil terörist diyenler; aynı sıkıntı bizim ülkemizde yaşanıyor olsa, yani vatan toprakları işgal edilmiş olsa, katil terörist diye anılmayalım diye vatanlarını kurtarmak için mücadele etmeyecekler mi?
Evet, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de siyonist propaganda o kadar yoğun ki; insanlar çoğu zaman bu propagandanın etkisi altında kalmaktan kendilerini kurtaramıyor.
Şeyh Ahmed Yâsin, açıklamasında: “Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin” dedikten sonra sözlerini şöyle sürdürüyor: “Çünkü biz bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim.” Evet, netice itibarıyla hepimiz öleceğiz.
Bugün siyonist propagandanın etkisinde kalarak onlara yaklaşarak ayakta kalmaya çalışanlar da ölecek. Böyle bir şeyi kendilerine yakıştıramayarak siyonist propagandaya karşı duranlar da ölecek.
Şeyh Ahmed Yâsin, savaşçı onuruyla ölmeyi diledi ve öyle öldü. Herkesin bir nasibi, bir kısmeti vardır. Kimi, Şeyh Ahmed Yâsin gibi şerefiyle yaşar ve şerefiyle ölür. Kiminin ise nasibinde böyle bir şeref yoktur. O da şerefini paspas ederek yaşar, onursuzca yükselir(!) ve bir gün şeref ve onurunu yitirmiş biri olarak ölür gider.
Şeyh Ahmed Yâsin’in şehid edilmesinin ardından, Abdülaziz Rantisi’nin bir açıklamasını okumuştuk ve tüylerimiz diken diken olmuştu.
Şeyh Ahmed Yâsin’in yerine Hamas’ın başına geçen Rantisi, yaptığı bu önemli açıklamada: “Kalb krizinden ölmektense düşman ateşi ile ölmeyi tercih ederim” diyordu. Rantisi’nin ölümü tam istediği gibi oldu!
Düşman, geçen sefer başaramadığını bu sefer başardı ve Rantisi’yi şehid etti!
Sâhi, İsrail yaptığı bu saldırı ile Rantisi’den kurtulmuş oldu mu?
Rantisi’nin cenaze törenine şöyle bir göz atanların bu soruya olumlu cevap vermeleri, yani; “İsrail Rantisi’den kurtuldu” demeleri mümkün değil.
Zira geride binlerce Rantisi var.
Hem de daha bir bilinçlenmiş, daha bir hınçlanmış binlerce Rantisi!
Rantisi de aynen Şeyh Ahmet Yâsin gibi şehid oldu. İstediği gibi, arzuladığı gibi Rabbinin huzuruna çıkma imkânına kavuştu.
İnsan cihada yönelince, dünyadan yüz çevirir ve ahirete önem verir. Ölünce de, sanki düşmandan kurtulur ve sevgiliye ulaşır. Ölümden korkarak evde oturan ve dünyaya tutkun olan kimse ölünce de, sanki sevgilisinden ayrılır ve gurbete gönderilir. Bunlardan birincisi mutluluğun zirvesi, ikincisi ise mutsuzluğun zirvesidir.
Rantisi, ömrünü cihadla geçirmiş bir Müslümandı.
Rantisi, dünyadan yüz çevirmiş bir Müslümandı.
Rantisi, ahirete önem veren bir Müslümandı.
İmam Fahreddin er-Razi’nin tanımıyla; düşmandan kurtuldu ve sevgiliye ulaştı!
Rantisi, evinde pijamalarını giymiş, televizyonda popstar yarışması izlerken heyecanlanıp kalb krizi geçirerek ölmedi. Rantisi, yıllardır savaş verdiği İsrail’in düzenlediği bir saldırıda şehid olarak son nefesini verdi.
Tam istediği gibi öldü yani.
Tam arzuladığı gibi ruhunu teslim etti!
Bugün Filistin’de Yahudi zulmüne karşı şanlı bir direniş varsa; bu, Şeyh Ahmet Yâsin ve Rantisi gibi ölüme gülerek gidenler sayesinde var.
Rantisi şimdi mutluluğun zirvesine ulaştı. Rantisi inandığı gibi yaşadı ve inançlarını hiçbir zaman pazarlık konusu yapmadı.
Çünkü O, dünya hayatına önem vermiyordu. O, dünya tutkunu değildi. O’nun için ahiret önemliydi. Şimdi kendisi için önemli olan dünyaya, yani ahirete kavuştu.
MEHMET TALU