Hanginiz muhammed?
Önce üç rivayet:
1- Peygamberimiz ile birlikte oturduğumuz sırada biri gelip Hanginiz Muhammed`dir? diye sordu. Allahın Resulü ashabı arasında dayanmış oturuyordu. İşte dayanmış olan şu beyaz kimsedir. dedik. Adam Ey Abdü`l-Muttalib`in oğlu diye hitâb etti. Peygamberimiz Seni dinliyorum. buyurdu. Ben sana bazı şeyler soracağım. Amma soracaklarım (pek) ağırdır. Gönlün benden incinmesin.dedi. Peygamberimiz Aklına geleni sor. buyurdu. Senin ve senden evvelkilerin Rabbi aşkına (söyle) bütün halka seni Allâh mı gönderdi? dedi. Evet. buyurdu. Allâh aşkına (söyle) namaz kılmayı sana Allâh mı emretti? dedi. Evet. buyurdu. Allâh aşkına (söyle) oruç tutmayı sana Allâh mı emretti? dedi, Evet. buyurdu. (yine): Allâh aşkına (söyle) zenginlerimizden alıp yoksullarımıza dağıtmayı sana Allâh mı emretti? dedi. Peygamberimiz (buna da) Evet. buyurunca adamcağız: Sen ne getirdin ise ben ona îmân ettim. Kavmimin geride kalanlarına da elçi benim. Ben, Bekr kabîlesinden Dımâm b. Sa`lebe`yim. dedi. (Buhari; Kitabu-ilm, 57).
2- Peygamberimiz bir gün sahabelere verdiği bir ziyafet sırasında, onlara hizmet ederken, uzaklardan geldiği anlaşılan bir atlı, Peygamberimizin meclisine yaklaşıp: Bu kavmin efendisi kimdir?diye sordu. bu kavmin efendisini arıyorum dedi. Allahın Resulü Benim demedi. O sırada sahabelerine su dağıtmakta olduğundan, atlıya şöyle cevap verdi: Bir kavmin efendisi, ona hizmet edendir! (Aclûnî, Keşfül-Hafâ, 2:463).
3- Beni Amir heyetiyle Allahın Resulünün yanına gitmiştik. Sen bizim efendimizsin! diye hitap ettik. Efendi, Allah`tır!buyurdular. Biz: Fazilette en ileride olanımız, mertlikte en başta gelenimizsin! dedik. Bize: Söylediğinizin hepsi bu veya buna yakın bir söz olsun. Şeytan sizi uçurmasın buyurdular. (Kütüb-i Sitte, hadis no: 5391).
Görüldüğü gibi ilk iki rivayette dışarıdan gelen bir adam, topluluğun içine karışmış peygamberin kim olduğunu tanıyamıyor. Hanginiz Muhammed? veya Sizin efendiniz kim? diye soruyor. Birincisinde İşte şurada yaslanmış oturan beyaz (yüzlü) adamdır, ikincisinde de bizzat kendisi Benim demiyor da Kavmine hizmet edendir.diyor. (o sırada su dağıtmaktadır). Üçüncü rivayette ise onu tanıyan bir grup direk kendisine Sen bizim efendimizin diye hitap edince Efendi, Allahtır!diye cevap veriyor.
Bu rivayetler Kuranda anlatılan arkadaş peygamber karakterine tamamen uygundur. Bu nedenle sahih mi değil mi diye şüphelenmeye gerek yok.(ayrıca bkz. Arkadaş peygamber başlıklı makale).
***
İçinde yaşadığı topluma karışıp gitmiş birisine Hanginiz Muhammed? diye sormak durumunda kalıyorsanız, bilin ki o, derin bir ahlak ve karakter sahibidir.
Çünkü arif lisanıyla kâmil insan Hanginiz Muhammed? makamına (tekrar ede ede ulaşılan ahlak ve karaktere) ulaşmış kişidir. Peygamber okulunun asıl amacı bu makama ulaşmış insanlar yetiştirmekti. Böyle birisi dışarıdan bakıldığında halktan ayırt edilemediğinden sıradan biri gibi görünür fakat hiç de sıradan değildir! Çünkü böylesi biri başlangıçta sıradan/halktan biriyken, hamdım, piştim, oldum seyrinden geçer ve tekrar başa dönerek halktan birisi olur. İrfanda son makam tekrar başladığı yere dönmektir. Bayazıd der ki: Marifetullahın (Allahı tanıma yolunun) sonu susmaktır!
Dikkat edersiniz, insanoğlu için mal, mülk, bilgi, statü ve iktidar sahibi olmanın getirdiği kibir, ayrıcalık ve sınıflaşmaların ortadan kaldırıldığı iki yer vardır; ihram ve kefen!
Hacda ihrama girmek ve ölünce kefene sarılmak sonradan edinilmiş rütbe ve kisvelerden sıyrılıp tekrar başa dönmeyi, bütüne karışıp gitmeyi ifade eder. İhramda ve kefende insanoğlu her tür statü belirtici alametlerden sıyrılır; ne rütbe, ne kisve kalır… İhrama girmiş veya kefene sarılmış birisini tanımak için Hangisi diye sormak zorunda kalırsınız. Çünkü ayırıcı hiçbir rütbe ve kisve kalmamıştır. Kişiyi yalnızca içi (kalbi) ve amelleri ötekinden ayırır.
İşte Hanginiz Muhammed? sorusu, bunu yaşarken yapmayı ifade eder ki İslamda bütün tasavvuf mekteplerinin veya irfan okullarının amacı bu makama ulaşmış insanlar yetiştirmekti. Tarikatlar bunun için kuruldu, seyr-i süluk (yolda yürüyüş halinde olma)lar bunun için yapıldı. Fakat sonunda keser döndü sap döndü bir gün oldu hesap döndü ve en çok rütbeli, makamlı, kisveli, kavuklu, cübbeli, zünnarlı, suflu (yünlü) haller bu topluluklarda görülmeye başlandı.
Bu noktada tasavvuf hareketi içinde tekrar başa dönme amaçlı yani Hanginiz Muhammed? sorusunu sordurtacak hale gelme amaçlı protest bir hareketin tâ ilk baştan itibaren doğduğunu görüyoruz: Melametilik!
Horasan erenleri de denilen bu hareketin ilk başlatıcıları, her türden halktan ayırıcı rütbe, kisve, suf (yün) elbise giyme, sema, zikr ve vird talimi, tarikat hiyerarşisi, şehy-murid ilişkisine karşıdırlar. Fakrı savunarak ihtiyaç fazlası mülkiyet talebini reddederler. İsâr diyerek vermeyi/paylaşmayı teşvik ederler. Fütuvvet diyerek digerğamlığı/ötekiciliği savunurlar. Ahilik diyerek Anadoluda kardeşlik iktisadı kurarlar. Kalendirilik diyerek kof şekilciliğe isyan ederler, ruhsuz kuralcılığa aldırış etmezler.
Anadolunun İslamlaşmasında ve kaynaşarak yeniden inşasında bu anlayışların yattığını görüyoruz.
İslamın ilk yüzyılındaki Emevi darbesine ve onun getirdiği mal ve mülk ihtirası ile ganimetçiliğe tepki olarak Hasan-ı Basri gibi zahidlerin karşı çıkışının bir benzeri 13. yüzyıllarda Anadoluda yaşandı. Osmanlı merkezileşmesinin yaşandığı dönemde de Melametilik, Kalenderilik, Ahilik gibi akımlar Hasan-ı Basrinin rolünü üstlendiler. Emeviler ilk dönem zahitlerini nasıl dışlayarak merkezileşmişse, Osmanlı da bu akımları dışlayarak merkezileşmiştir. Kuruluş döneminde kullanılmışlar fakat mal ve mülk ihtirası ile ganimetçilik arttıkça bu akımlar da tepki biçimlenmesi olarak ortayı çıkmışlar. Anadoludaki fütuvvet (mertlik, diğerğamlık, kardeşlik) geleneğinin kökleri buraya dayanmaktadır.
***
Hasan-ı Basrinin (öl. 110/728) şu sözü kendi döneminde zamanın ruhunun nasıl değiştiğini gösterir: Eğer Allahın Resulünün ashabından biri şu mescidin kapısından içeri girerek yanımıza gelseydi, kıblemiz hariç, hiçbir şeyimizi tanımazdı. (İbnul-Cevzi; Hasan-ı Basri, s. 69, M. Kubat; Hasan-Basri, s. 108)
Yine zamanın ruhunun değiştiğini gören Hasan-ı Basrinin daha ilk yüzyılda şöyle dediğini görüyoruz; Her ümmetin bir putu vardır, bu ümmetin putu da altın ve gümüştür. (A.g.e, s. 110)
Keza ona göre Yün (suf) elbise giyen şahsın kibri ipek elbise giyenden daha fazladır.Hasan-ı Basri, Ferkad es-Subhi adlı zahidin üzerinde yünden yapılmış bir elbise görünce ona Şu elbisenle insanlar arasında üstünlük mü taslıyorsun. Oysa ben cehennem ehlinden çoğunun bu kıyafeti giyecek olduğunu gördüm der. Yine Bir topluluk içinde nefsini kınayan kimse, aslında zımnen kendisini övüyor demektir. diyerek, samimiyetten uzak, yapmacık, sırf gösterişe dayalı amellerin hayır getirmekten çok kişiyi dalalete sürüklediğini söyler. Ona göre bir Müslümanın ihtiyacını gidermek bir ay itikâfa girmekten daha hayırlıdır. (A.g.e., s.102-103).
Horasan erenlerinden İbrahim b. Ethem (öl. 166/782), Ahmed b. Hanbel gibi tarlalarda çalışarak, ekin ekip-biçerek, değirmencilik, odunculuk yaparak geçimini temin ederdi. Cömertliğin, yardımseverliğin ve diğergamlığın yok olduğundan şikayet eden İbrahim b. Ethem şöyle diyor: Gerçek kazanç kendi alnının teri ile karnını doyurmaktır. Yoksulluk şikayet sebebi olamaz. Çünkü tüm mülkiyet Allahındır. Mülkiyet Allahın olunca elinde mal bulunduran kişinin, gerçekte kendisine ait olmayan mal-mülk ile yoksullara karşı üstünlük taslaması (kendini halktan ayırarak) büyüklenme alametidir… (Ali Bolat; Melametilik, s. 47)
Yine Horasan erenlerinden Şakık Belhinin (öl. 194/810), geçimini Elime geçince şükreder, geçmeyince sabrederim diyen birisine O dediğini Belhin köpekleri de yapıyor. Biz bulunca dağıtır, bulamayınca şükrederiz dediğini görüyoruz. (A.g.e, s. 61).
Yine Horasan erenlerinin ulularından Ebu Turab en-Nahşebinin (öl. 245/859) mülkiyet görüşü bizim anlamakta güçlük çekeceğimiz türdendir. Ona göre Kuranda Hz. Musa O âsâmdır diye mülkiyet iddiasında bulununca Allah asânı at (Taha; 20/18) diyerek haddini bildirmiştir. Bu nedenle ona göre hür tür mülkiyet iddiası kendini toplumdan (bütünden) ayırma olup batıldır. (A.g.e, s. 90).
Yahya b. Muaz (öl. 258/872) da zamane fâkih, şehy ve hocalarına şöyle seslenir ki güncelliğinden hiçbir şey kaybetmiş değil: Saraylarınız Kayserlerinki gibi, evleriniz Kisralarınki gibi, elbiseleriniz Talutunki gibi, binekleriniz Karununki gibi, sofralarınız cahiliyeninki gibi, mezhepleriniz şeytanınki gibi, Muhammedinki gibi olanlara nerede? (A.g.e, s. 98).
Bayazıd-ı Bistami (öl. 264/878) de şöyle der: Eğer Firavun aç olsaydı Ben sizin en yüce Rabbinizim demez, Karun aç olsaydı azgınlık etmez, Salebe aç olsaydı kendisinden övgüyle bahsedilirdi. Halbuki o mülke kavuşunca (karnı doyunca) nifaka düşmüştür. (A.g.e, s. 108).
Horasan Melametilerinin liderlerinden Hamdun Kassarın (öl. 271/884) Hanginiz Muhammed? sorusuna halel getirecek her tür davranışı kerih gördüğünü ve Melamet öğretisini bu sorunun gereği ile temellendirdiğini görüyoruz.
Ona göre hırka giymek, suflu (yünlü) elbiselerle gezmek, cübbe, sarık, zünnar, kisve gibi halktan ayrı kıyafetlerle dolaşmak, zikr, sema, vird vermek, şeyh-murid ilişkisi tesis etmek, tarikat kurmak, servet yığmak, mülkü ve ilmi kendine saklamak Hanginiz Muhammed? diye sormaya gerek bırakmayıp, kişiyi halktan ayıracağı ve belli edeceğinden riyadır. (A.g.e s.128 vd., 204 vd.)
Keşful-Mahcup yazarı Hucviriye göre de aslolan hırka değil; hurka (gönül ateşi) dir.
Demek ki alim ilmiyle, zengin malıyla toplumdan ayrılamaz. Tıpkı resulün risaletiyle ayrılmadığı; Hanginiz Muhammed?diye sordurtacak denli topululuğa karıştığı gibi…
Demek ki alim bilgisini, zahid malını, aşık canını verebilendir. Ve bunlardan dolayı hiçbir maddi karşılık (ücret) beklemeyendir.
Kanımca gerçek arifler bunlardır ki böylelerini seviyorum. Bu tür karakter ve ahlakta kesinlikle Kuranın ruhu ve peygamberin kokusu var.
***
Baştaki rivayette geçen adam gibi ben de sorayım: Allah aşkına (söyleyin), günümüzün şeyhleri, hocaları, liderleri burada gördüklerinize ve duyduklarınıza hiç benziyor mu?
Rivayetteki adam gibi dışarıdan gelip, devenizi bağlayarak (arabanızı park ederek) gidip bunlardan birinin yanına girseniz, Hanginiz şeyhiniz?, Hanginiz hocanız? veya Hanginiz lideriniz? diye sorar mısınız, sormaya gerek kalmadan hemen tanır mısınız?
Uygulanan protokolden, oturduğu yerden, giyiminden kuşamından, çevresindekilerin ona davranışından, hal ve hareketlerinden hemen belli olur mu olmaz mı? Topluluğun arasına karışmış, sıradan birisi ile karşılaşmak sanırım hayal.
Siz hiç seçmenleri arasında fark edilmeyen bir lider gördünüz mü?
Siz hiç müridleri arasında fark edilmeyen bir şehy gördünüz mü?
Siz hiç yoksulların arasına karışıp giden ve fark edilmek istemeyen bir zengin gördünüz mü?
Ayette geçtiği gibi böylelerinin halkla (yoksullarla, müridleriyle, seçmenleriyle, seyircileriyle, okurlarıyla, işçileriyle) eşit hale gelmekten, onlardan birisi gibi olmaktan, onların içine karışıp tanınamaz hale gelmekten ödleri kopar.
***
Hanginiz Muhammed?
Bu öyle bir soru ki, sorulduğu an, peygamberin kürsüsünde oturarak elde edilmiş bütün kisveleri tiril tiril döker.
Bu öyle bir soru ki ihram ve kefen dışında adamda hiçbir şey bırakmaz, her şeyini sıyırır döker. İnsanı yalnızca imanı ve yalnızca ameli ile baş başa bırakır.
Bu öyle bir soru ki Allah, Kitap, Peygamber namına konuşan/onun kürsüsünde oturan bütün rütbe, kisve, servet, şan ve şöhret sahiplerini eğer imanları varsa utanç içinde bırakır.
Böyle öyle bir soru ki, sorulunca bütün kastlar yıkılır, hiyerarşiler yerle bir olur.
Bu öyle bir soru ki, sorulunca mağrur rütbeler sökülür, kibirli kasıntılar iflas eder.
Bu öyle bir soru ki efendi-kul ilişkileri ile örülmüş kerpiçten duvarları yer ile yeksan eder.
Onun için Hanginiz Muhammed? sorusu üzerine ne kadar düşünsek azdır.
İnsanları, makam, mevki, mal, zenginlik ve iktidar yani sosyal statü bakımından birbirinden ayıran ve sınıflaştıran, dahası buna göz yuman bir din, bilin ki Muhammedin getirdiği din değildir.
Onun estirdiği ruh Hanginiz Muhammed? sorusunda gizlidir.
Allahın selamı, sevgisi ve merhameti onun ve güzide arkadaşlarının üzerine olsun!
Anam babam bu sorunun muhatabına feda olsun!