MUTEDİL OLMAK
“Vasat” kelimesini Arapça kökeni ile anlamış olsaydık, Türkçe’ de ne anlama geldiğini merak etmeden “itidal” veya öznel haliyle “mutedil” kelimesini beynin algılama mekanizması olan talamusa aktarabilirdik. Fakat zihnimize yad ettirmek için kelimeyi nicelik olarak; “orta”, nitelik olarak; denge ve adalet, istenilen hedefe yönelme, hedefe isabet etme, iştirak etme, aşırı gitmeme ve geride de kalmama anlamlarını da barındıran “orta yol” kavramı da çoğumuzun aklında ilk çağrışım uyandıran kelime olsa gerek.
Nitekim Allah (c.c.) Kur-an’ da: “Böylece sizi vasat (dengeli) bir ümmet kıldık. Bütün insanlara karşı şahitler (örnek) olasınız; bu peygamber de size karşı şahit (örnek) olsun diye…” (Bakara; 143) buyurarak peygamberin de, ümmetin de vasat olmasının Allah (c.c.) tarafından olması istenilen bir olgu değil; işin gerekliliği ve şart oluşu kesin anlaşılsın diye yaratılmışların isteğine sunulmamış. Allah (c.c.); “sizi vasat (dengeli) bir ümmet kıldık” buyurarak İslam ile şereflendirdiği ümmete; bizim isteğimiz ile değil Allah (c.c.)’ ın emri ile vasat kılındığımız belirtilmiştir.
“Vasat” kelimesinin tam olarak zıt kavramı niteliğindeki “taraf” kelimesi de “ifrat” ve “tefrit” kavramlarını nicelik olarak yansıtmaktadır. Yani Allah (c.c.) ümmetin yol olarak, iman olarak, peygambere verilmesi gereken değerin itidalli olması açısından, kitaptaki ayetlerin tahrif, tağyir, tevil ve tebdil edilmemesi açısından Yahudi ve Hıristiyanlar gibi olmamızdan bizi men etmiş, mutedil olmamızı emretmiştir. Peygamber (s.a.v.)’ de isminin zikredildiği ortamda kendisine salat ve selam edilerek “Abduhu ve Rasuluhu” kelimesi ile ne Yahudiler gibi peygamberin hayatına kastedecek duruma meyledin, ne de Hıristiyanlar gibi peygamberin olması gerektiği makamdan ve durumdan farklı bir makam tayin edin. Ben “Allah’ın kuluyum ve aynı zamanda Rasulüyüm” diye beyan etmiştir.
Peygamberi uçan bir varlık olarak, yanında olmayanlardan da haberdar olan, Allah (c.c.) ile veya Cebrail (a.s.) ile sürekli veya her istediğinde irtibat halinde olan, her an gaybden haberdar olan bir insanüstü varlık olarak görmek ne kadar yanılgıyla sonuçlanır ise elbette ki Peygamber (s.a.v.)’ i bir postacı olarak, haberci olarak, aracı olarak görmek ve düşünmek de peygamber tasavvurumuzu bir o kadar sarsacak, namazı Kur-an’ da geçtiği kadarıyla günde üç kez hatta üçüncüde ihtilaf var deyip iki kez kılınmalı demekten tutun, “salat” zaten Kur-an’ da anmak, dua manalarına geliyor deyip sadece bulunduğun yerde Allah (c.c.)’ ı anmak veya; niyet, tahiyyat ve selam olmasa da olur. Kur-an’da geçtiği kadarıyla kıyam, rüku ve secdeden ibaret olan bir ibadettir deyip işin içinden çıkılamayacak kadar yanlış anlaşılacak hatta hiç anlaşılmayacak (vicdan sahiplerinin rahatlıkla söyleyemeyecekleri) bir teslimiyet başka bir değişle İslamiyet söz konusu olacaktır.
Peygamber hakkındaki ifrat ve tefritten söz etmişken sahabe için sarf edilen haksız sözlere ne demeli? Kaldı ki Allah (c.c.) “Önderlik yapan Muhacir ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlardan Allah razı olmuştur. Onlarda O’ ndan razı olmuşlardır. Kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlanmıştır. İşte bu en büyük kurtuluştur.” (Tevbe 100)
“Andolsun ki ağacın altında sana bey’at ederlerken Allah mü’minlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilip de üzerlerine huzur ve sükun indirmiş ve onları yakın bir fetih ile mükafatlandırmıştır.”(Fetih 18) buyurduğu sahabe hakkında “Harun gelip Karun oldular” söyleyecek gücü ve cesareti kendinde bulanlara ne demeli?
Allah (c.c.)’ ın övdüğü sahabeye ve “Andolsun ki sizin için Rasulullah’ ta, Allah’ı ve ahiret gününü ümit eden ve Allah’ ı çokça anan kimseler için güzel örnekler vardır.” (Ahzap 21) diye buyurduğu Rasulullah (s.a.v.) hakkındaki güzel örnekleri nasıl anlayabiliriz ki, bir elin parmakları kadar sahih hadisi kabul edenlere karşı; hangi güzel örnekleri hangi kaynaklardan alabiliriz? Rasulullah (s.a.v.)’a dil uzatanları bıraktık bir kenara, Allah (c.c.)’ ın kelamı olan Kur-an’ı Kerim’e kendi hevasına göre anlam veren sözüm ona teslim olanları da görüp tepkisiz kalmaya da akıl mantık müsaade etmiyor. Cennet, Cehennemin temsil oluşu, Hz. Adem’ den tutun Ashab-ı Kehf, Hz. Musa, Hz. İbrahim, Hz. Nuh’ un sembol olmasına karar verip fikir yürütenler artık Kur-an’ı tevil etme hakkına da sahip oldular.
Mucize “acz” kökünden türemiş olup aciz bırakan güçsüz kılan harika olay anlamına gelir. Mucize, peygamberlik iddiasında bulunan zatın elinde, inkar edenlere meydan okuduğu esnada, benzerini getirmekten inkarcıları acze düşüren fiili veya men’i bir tarzda meydana gelen harikulade bir iştir. Kur’an’da kullanılışı
kur’an’da mucize terimi için “ayat” (ayetler), nişan, burhan ve beyyine kelimeleri kullanılmıştır.
Kur’an’ da mucize örnekleri için;
Bilinmeli ki, allah'ın mucizelerini (ayat) inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır.” (Al-i İmran 4)
Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir'de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah'tan sakının ki O'na şükretmiş olasınız. O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır. Allah, kâfirlerden bir kısmının kökünü kessin veya onları perişan etsin, böylece bozulmuş bir halde dönüp gitsinler diye, size yardım eder). (3/123-127)
Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben peşpeşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurdu. Allah bunu (meleklerle yardımı) sadece müjde olsun ve onunla kalbiniz yatışsın diye yapmıştı. Zaten yardım yalnız Allah tarafındandır. Çünkü Allah mutlak galiptir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. O zaman katından bir güven olmak üzere sizi hafif bir uykuya daldırıyordu; sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (verdiği vesveseyi) sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve savaşta sebat ettirmek için üzerinize gökten bir su (yağmur) indiriyordu. Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun; Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarına! diye vahyediyordu. Bu söylenenler, onların Allah'a ve Resûlüne karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır. (Enfal 9-13)
Hatırlayın ki, (Bedir savaşında) siz vâdinin yakın kenarında (Medine tarafında) idiniz, onlar da uzak kenarında (Mekke tarafında) idiler. Kervan da sizden daha aşağıda (deniz sahilinde) idi. Eğer (savaş için) sözleşmiş olsaydınız, sözleştiğiniz vakit hususunda ihtilâfa düşerdiniz. Fakat Allah, gerekli olan emri yerine getirmesi, helâk olanın açık bir delille (gözüyle gördükten sonra) helâk olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı). Çünkü Allah hakkıyla işitendir, bilendir. Hatırla ki, Allah, uykunda sana onları az gösterdi. Eğer onları sana çok gösterseydi, elbette çekinecek ve bu iş hakkında münakaşaya girişecektiniz. Fakat Allah (sizi bundan) kurtardı. Şüphesiz O, kalplerin özünü bilir. Allah, olacak bir işi yerine getirmek için (savaş alanında) karşılaştığınız zaman onları sizin gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Bütün işler Allah'a döner. (8/42-44)
Mucizeyi inkar edip fikir yürütmelerini birkaç örnek ile değerlendirelim; Denizleri yaran Musa fikrini küçümsemek; “Şunu da hatırlayın; bir vakit (Firavun peşinizde iken) sizin için denizi yarıp sizi kurtarmış. Firavun ve hanedanını ise, kendiniz görüp dururken suda boğmuştuk.” (Bakara 50)
“Bizde Musa’ ya; “asanla denize vur” diye vahyettik. Ardından deniz (ikiye) ayrılıp her bir tarafı büyük bir dağ gibi oldu.” (Şuara 63)
“Andolsun ki biz Musa’ ya şunu vahyettik. “Kullarımla geceleyin yola çık; (Firavun’ un) yetişme(sin) den yana korkun(uz) ve (boğulmak) endişen(iz) olmaksızın onlar için denizde kupkuru bir yol aç. Firavun askerleri ile onların ardınca gitti ancak kendilerini denizden ne kapladı ise kapladı”. (Taha 77-78)
Kızıldenizin Hz. Musa’ nın asası ile yarılıp Hz. Musa’nın İsrailoğulları ile birlikte Kızıldenizi geçip Firavun ve ordusunun dağ gibi yarılan denizin iki yakası arasında boğulmaları olayını olağan bir durum veya med-cezir olarak anlamlandırmamız için Firavun ve danışmanlarının, kahinlerinin, bilgelerinin yıl içerisinde düzenli olarak ayın hareketlerinden dolayı suların yükselmesi ve alçalması gibi basit bir ilmi bilememelerini nasıl anlamlandırabiliriz. Firavun ve bilgeleri bunu nasıl bilemezler ve suyun içinde kendilerinin de boğulmalarına engel olamadılar.
Hz. Musa’ nın “asasının ejderha olması ve büyücülerin sihir ile yaptıkları yılanları yutuvermesi” olayını sıradan, basit bir olay gibi görmek;
“Biz de Musa’ ya; “Asanı bırak” diye vahyettik. Birde ne görsünler, (bir ejderha olan asa) onların uydurup düzdüklerini yakalayıp yutuyor.” (Araf 116)
“Dediler ki; “Ey Musa, sen mi bırakırsın yoksa ilk bırakan biz mi olalım?” O; “Hayır, siz bırakın” dedi. Bir de baktı ki; onların ipleri ve değnekleri büyülerinden ötürü kendisine yürüyorlarmış gibi geldi. Musa içten içe bir korkuya kapıldı. Biz de O’ na; “Korkma!” dedik. “Çünkü üstün gelecek olan sensin! “Sağ elindekini (asanı) bırak. Onların yaptıklarını yutacak. Onların yaptıkları ancak bir büyücü hilesidir. Büyücü ise nereye giderse iflah olmaz.” (asa, büyülerini yutunca); derken büyücüler secdeye kapandılar. “Harun ve Musa’ nın Rabbine iman ettik” dediler. (Taha 65-70)
Ayetten de anlaşılacağı gibi Hz. Musa’ nın asasının ejderha olması ve onların büyü ile oluşturdukları yılanları yutması normal bir şey olmasa gerek. Normal ve sıradan bir durumsa Allah’ ın peygamberi olan Hz. Musa neden korkup kaçmaya yeltensin ki? Büyücüleri bile aciz bırakan bir durum meydana gelmiş ki bir anda Firavunun gücüne korkusuna ve onlara yapabileceği zulüm ve işkenceden haberdar olmalarına rağmen küfürlerinden ve inkarlarından ansızın vazgeçip Hz. Musa ve Hz. Harun’un Rabbine iman ettik ifadesinde bulunmuşlardır. Kaldı ki Hz. Musa’ nın da büyücüler gibi bir büyü yaptığını söylemek mümkün değildir. Eğer Hz. Musa’ nın yaptığı büyü değilse (ki mümkün değil, çünkü Allah (c.c.) ayetin sonunda büyücülerin iflah olamayacağını belirtmekte) ya nedir?
Hz. Musa’ nın asasını kayaya vurması ve kayadan on iki pınar fışkırması; “Hani Musa kavmi için su istemişti. Biz Musa’ ya asan ile taşa vur!” dedik. Bunun ardından ondan on iki kaynak fışkırmıştı ki herkes içeceği yeri bilsin. Allah’ ın rızkından yiyin, için; fakat yeryüzünde fesat çıkarmakla taşkınlık yapmayasınız.” (Bakara 60)
“Derken, Biz onları on iki boydan oluşan (on iki) gruba ayırdık. Kavmi Musa’ dan su talep ettiğinde, ona “Asanla taşa vur!” diye vahyettik. Bunun üzerine taştan on iki su gözesi fışkırdı da, bu sayede herkes nereden içeceğini öğrendi. Yine onları bulutla gölgeledik, onlara menn ve selva ikram ettik (ve dedik ki); “Size bahşettiğimiz rızıkların güzel ve temiz olanlarından yararlanın!...” (Araf 160)
Bu kısımdaki mucizeyi görememek için; o anda orada zaten on iki fışkıran pınar (su) vardı. Hz. Musa öylesine asasını taşa vurdu, iş olsun diye. Zaten kavmi de on iki bölüme ayrılmıştı ve on iki pınardan fışkıran suyu içmek için Hz. Musa’ nın öylesine asasını taşa vurmasını bekliyorlardı düşüncesini de savunmak gerekir. Fakat böyle bir düşünceyi savunanlar; Allah (c.c.)’ ın Hz. Musa’ ya; asasını neden taşa vurmasını emrettiğini de, ya inkar etmesi veya görmemezlikten gelmesi gerekir. Araf süresi 160. ayetin son kısmında ise Firavunun zulmünden kaçan İsrailoğullarının çölde susuz ve gıdasız kalmamaları için Allah (c.c.)’ ın ikram ettiği menn ve selvadan bahsedilmiştir. Böyle bir ikram söz konusu iken ve bu bir mucize değildir fikrini savunanların; Afrika’ daki açlıktan ölen çocuklara neden menn ve selva ikram edilmiyor? Neden onların üzerine bulut gölge etmiyor. Onlar neden güneşin altında kavrulup duruyorlar. Onlara da mucize isteriz. Peygamber olsa da olmasa da fikrini de savunmaları gerekmektedir.
Bunca ayet ve izahlardan sonra, ayetleri anlama konusunda Rasulullah (s.a.v.) ve ashab arasındaki anlaşılması güç ayetlerin daha iyi anlaşılabilmesi için nasıl çaba serf ettikleri konusuna da izah getirirsek konunun vehameti daha anlaşılır olacaktır. “(Ey Resülüm) Sen af yolunu tut. İyiliği emret cahillerden yüz çevir.” (Araf 199) Hüseyin el-Ca’fi’ nin, Şa’bi’ den rivayet ettiğine göre bu ayet nazil olunca Resulullah (s.a.v.); “Ey Cibril; ayetin anlamı nedir diye sordu? Cibril: “Bende bilmiyorum, onu Allah Teala’ dan soracağım” dedi. (Öğrendikten sonra) Ayeti şöyle açıkladı; “ Ey Muhammed!, Allah, seninle bağlarını kesenlere sıla-i rahim yapmanı, sana ikram etmeyene ikramda bulunmanı, sana zulmedeni de affetmeni emrediyor.” (Taberi, Tefsir, c:6 s:207) İbn Kesir, rivayetin birbirlerini takviye eden birçok senetle geldiğini kaydetmektedir. (İbn Kesir, Tefsir, c:2 s:455)
Ashaba anlaşılması zor gelen ayetlere örnek olarak; Hz. Ebubekir’ e “Meyveler ve çayır bitirdik” (Abese 31) ayetinde geçen “ebben” kelimesinin anlamını soranlara; Kur’an’ dan bilmediğim bir şey hakkında konuşursam hangi yer beni kabul eder ve hangi gök beni gölgelendirir? diyerek Kur’an hakkında bir ayeti kaynaksız delilsiz izah etmenin imkansız bir o kadar da vahim olduğunu belirtmektedir.
Ady bin Hatem: “Sabahın beyaz ipliği siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin için” (Bakara 187) Ayetinin inzali sonrasında iki ip bulup onları yastığı altına koymuştur. Onları birbirinden ayırt edinceye kadar yemekten vazgeçmeyip, bunun zaman kıyasına göre tuhaf olduğunu fark edip Rasulullah (s.a.v.)’ e sorunca; Rasulullah (s.a.v.); “Ey kalın enseli, ayetin anlamı senin anladığın gibi değildir. Manası gece karanlığı ile gündüzün ağarması demektir.” Şeklinde yorum yapmıştır. Öyle anlaşılıyor ki sahabe bile kendi kendine anlamlandırmanın ne kadar olumsuz sonuçlara sebep olabileceği göz önüne gelmiştir.
Allah’ım bizi dosdoğru yoluna ilet. Bize Peygambersiz bir din anlayışını nasip etme, böylesine bir zihniyeti cahiliyyeden uzaklaştığımız gibi bizden uzak tut. Kur’an sız bir peygamber ve peygambersiz bir Kur’an anlayışının olduğu bir din ile yaşamayı bize nasip etme, velevki bu anlayışı bize ister Yahudiler, ister Hıristiyanlar isterse farkında olmadan Müslümanlar empoze etmiş olsunlar. Kur’an’ı anlayamazsak eğer bize anlamayı nasip et. Yanlış anlamışsak bize doğru anlamayı nasip et Rabbim. (Amin)