MÜSLÜMANIN AKAİDİ TEVESSÜL-VESİLE
‘Vesile’, sözlükte, bir şeye arzu ile ulaşmak demektir. Bir başka deyişle ‘vesile’, kendisiyle bir maksada ulaşılan, yaklaşma sebebi, bir şeye yaklaşmak için ona yakınlığından faydalanılan şey demektir. Kavram olarak ‘vesile’, Allah’a yaklaşmada kendisinden yararlanılan şeydir. ‘Tevessül’ ise, vesileye baş vurmak, Allah’a yaklaşmak için bir sebep veya bir imkan aramak demektir. Vesile’nin çoğulu ‘vesâil’dir.
Kur’an’da Vesile: ‘Vesile’ Kur’an’da iki âyette geçmektedir. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey İman edenler! Allah’tan ittika edin (korkup sakının) ve O’na (yaklaşmaya) vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (5/Mâide, 35). Tefsirciler buradaki ‘vesile’yi, emirlerine itaat, yasaklarından kaçınmak, ya da O’nun rızâsını kazandıracak sebeplerle mü’mini Allah’a yakınlaştıracak şey diye açıklamışlardır (Muh. İbn Kesir, 1/511). Yalnız buradaki yakınlık mekân yönünden bir yakınlık değil, sevgi ve O’nun rızâsına bir yakınlıktır. Kimileri de buradaki ‘vesile’yi, ‘sevgi ile kendinizi Allah’a sevdirmeye çalışınız’ şeklinde açıklamışlardır. Nitekim ‘vesile’ kelimesinin geçtiği diğer âyette şöyle buyuruluyor: “Onların taptıkları da, -hangisi daha yakındır diye- Rablerine (yaklaşmak için) bir vesile arıyorlar. O’nun rahmetini umuyorlar ve azâbından korkuyorlar. Şüphesiz senin Rabbinin azâbı korkunçtur.” (17/İsrâ, 57)
Putperestlerin taptıkları putlar veya putların arkasında var zannedilen ruhlar, cinler ve melekler, bazı insanların medet umduğu ölmüşler ve azizler bile; bırakın başkalarına yardım etmeyi, kendileri Allah’ın rahmetini umarak O’na yaklaşmak, O’nun sevgisini kazanmak için bir vesile arıyorlar. Öylese mü‘minler de, Allah’ın sevgisine götürecek sebepleri, imkânları arayıp bulmalılar. Bu vesilenin anlamı, Allah’a boyun eğerek, O’ndan korkarak ve O’nu râzı edecek ameller işleyerek O’nun yakınlığını kazanmaya çalışmak demektir.
Kavram Olarak Vesile-Tevessül: Vesile, maksadın meydana gelmesine sebep olan şey olduğuna göre kişiyi Allah rızâsına götürecek bütün sâlih ameller, bütün hayırlı işler bir ‘vesile’dir. Bu sâlih amellerin adının değil ölçüsünün ve ilkelerinin Hz. Peygamber tarafından konulması önemlidir. Bu yola baş vurmak da ‘tevessül’dür. Mü’min, ‘Allah bizi İmanımız ile’ sever deyip, bir köşeye çekilmez. O, Rabbinden ittika eder (korkup çekinir). Bununla da kalmaz, haram işlerden ve yasaklardan kaçınır, kötü ahlâkı terkeder, irâdesini kullanarak Allah’ı râzı edecek diğer sâlih amellere devam eder. Mü’min, farzlar ve vacipler dışında, nâfile ibâdetlerle bu vesile yollarını arar. Peygamberimiz, mü’minin nâfile ibâdetlerle Allah’a yaklaşmaya devam edeceğini haber vermektedir (Buhârî, Rikak 38).
Mü’mini vesileye ulaştıracak yol İman ve takvâdır. Asıl vesile de, Allah’a yaklaşma niyeti ve O’nu sevme arzusudur. Bu kasıt ve niyet ile güzel ahlâk sahibi olmaya çalışır, sâlih amellere devam eder, Allah’ın rızâsına uygun işlerle meşgul olur. Âyetin devamında Allah yolunda cihad etmek emredilmektedir. Allah’a yakınlık kazandıracak ‘vesile’nin cihad ibâdetiyle yakından ilgisi bulunmaktadır. Bu noktanın altını çizmek gerekiyor. Kimileri ‘vesile’yi Allah’a yaklaştıracak yol gösterici bir mürşid diye anlarlar. Halbuki âyetin ifâdesi gâyet açıktır ve onların dediği gibi anlamanın imkanı yoktur. İlim ehli kimseler insana yol gösterebilirler, güzel ahlâk örneği olabilirler; ama kul ile Allah arasında kimse aracı olamaz. Buradaki ‘vesile, ibâdet cinsinden bir şeyle Allah’a yakınlık arama arzusudur.
Mü’mini Allah’a yaklaştıracak vesile; ilim, ibâdet ve şeriatın güzelliklerini arama ve yaşamadır. Bu, kişiyi mânevî olarak Rabbine bağlar. Kul ile Allah arasındaki bağ, kulluk, Allah’a ihtiyaç duyma, O’nun önünde boyun bükme, O’nun Rubûbiyetinin (Rabliğinin) karşısında ubûdiyet (kulluk) yapmadır. Kaldı ki, Allah’ı bilme ve O’na ibâdet etme, Allah’a olan yakınlaşmanın olmazsa olmaz şartıdır.
Allah’a tevessül etmeyi sağlayan şeylerden biri de cihad’dır. Âyet, önce takvâyı, arkasından Allah’a yaklaşmak için vesile aramayı, arkasından da cihadı emrediyor ve bunların kurtuluş sebebi olacağını açıklıyor. Bu bir anlamda İman edenlerin takvâ sahibi olup, sâlih amel işleyerek, Allah yolunda cihad etmelerini, kulluk görevi olarak sıralamaktır.
İman takvâ ile, takvâ vesileyi aramak ile, vesileyi aramak da cihad ile tamam olmaktadır. Öyleyse, Allah’a vesile aramayı, Allah yolunda cihad’dan ayrı düşünmek, âyeti eksik anlama olur. Bu cihad ister İslâm’ın düşmanlarıyla olsun, isterse azgın nefse karşı, isterse aldatıcı şeytana karşı olsun; farketmez. Kur’an şöyle buyuruyor: “Artık her kim Rabbine kavuşmak istiyorsa, sâlih amel işlesin ve Rabbine olan ibâdetinde hiç bir şeyi ortak koşmasın.” (18/Kehf, 110). Bu âyet de ‘vesile’ konusunda önemli ip uçları veriyor. Allah’a mânevî olarak kavuşmanın yolu, sâlih amel işlemek ve ibâdette hiç kimseyi ortak koşmamaktır. Bu demektir ki ilâhlara tapınmak sapıklık olduğu gibi, ibâdette aracı bulmak da sapıklıktır. Tevessül, ibâdette bir aracı, bir torpilci bulmak değil; ibâdet cinsinden bir sâlih ameli ihlâsla yaparak, takvâya sarılarak ve Allah yolunda cehd ederek (çalışarak) O’nun rızâsını kazanmaya çaba harcamaktır.
İbâdette, zikirde, duâda başkalarını aracı yapmak doğru değildir. Ölmüşleri, aziz zannedilenleri, yaşayan kimseleri ‘falancanın yüzü suyu hürmetine’ diyerek işin içine katmak vesile değildir. Duâların ve zikirlerin kabulü için uzaklarda yaşayanları veya mezarlarda un ufak olmuş ölmüşleri araya koymak tevhide aykırıdır(Kimileri duâlarını ve zikirlerini önce hocalarına (şeyhlerine) sunuyorlar, onların da bu duâ ve zikirlerini Allah’a arzetmesini istiyorlar. Bu yolla duâ ve zikirlerinin kabul göreceğini hayal ediyorlar. Halbuki Allah (c.c.) kuluna, onun şahdamarından daha yakındır, duâ edenin duâsını işitir ve karşılığını verir (50/Kaf, 16; 2/Bakara, 186). Rabbimiz (c.c.) kulun ibâdetinde başkalarını ortak etmesini kesinlikle yasaklıyor (bkz. 18/Kehf, 110).
Peygamberin Makamı Olarak Vesile: Vesile, aynı zamanda Cennet’te bir makamın adıdır. Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Bana salavat getirdiğiniz zaman, Vesile’yi de isteyiniz.” Denildi ki, ‘Vesile nedir ya Rasûlallah?’ Buyurdu ki; “O Cennette yüce bir makamdır ki o yalnızca bir kula verilecektir. O kulun ben olmamı ümit ederim.” (Ahmed bin Hanbel, Tirmizî, nak. İbn Kesir, 1/514). Bir başka hadiste şöyle buyuruluyor: “Müezzini işittiğiniz zaman siz de onun söylediklerini söyleyiniz, sonra da bana salât okuyunuz. Kim bana bir salât okursa, Allah ona on salât verir (rahmet eder). Sonra benim için ‘vesile’ isteyiniz ki o, Cennette, yalnızca Allah’ın bir kuluna verilecek bir makamdır. O kulun ben olmasını dilerim. Kim bana vesile isterse ona şefaat edilir.” (Müslim, Salât 7, Hadis no 384; Ebû Dâvud, Salât, Hadis no: 523)
Ezan’dan sonra okunulan salevat, Peygamberimize ‘vesile’ isteme duâsıdır. Bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Kim müezzini işittiği zaman; ‘Allahümme Rabbe hazihi’d da’veti’t tâmmeti ve’s salâti’l kâimeti, âti Muhammeden el-vesilete ve’l fazîlete ve’d deracete’r rafîate ve’b’as’hu makamen mahmûden ellezi ve’adteh.’ (Ey Allahım, ey bu tam dâvetin sahibi, ikame edilen namazın sahibi, Muhammed’e vesile ve fazilet ver; onu, kendisine söz verdiğin yüce makama ulaştır’ derse, Kıyâmet gününde ona şefaat edilir.” (İbn Mâce, Ezân 4, Hadis no: 722; Buhârî, Tirmizî, Nesâî, nak. Muh. İbn Kesir, I/513)
Tevessülün Çeşitleri: Tevessül konusunda şöyle bir soru ile karşı karşıyayız: Peygamberimizin, sahâbîlerinin veya diğer sâlih mü’minlerin adıyla tevessül yapılabilir mi? ‘Falancanın yüzü suyu hurmetine, falancanın hatırı için, falancanın yüce makamı için’ şeklinde duâ edelebilir mi? Tevessül deyince bir çoklarına göre bu anlam anlaşılmaktadır. Yani duâ ve ibâdette birinin adıyla hareket etmek şeklinde. Kimileri de tevessül’ü, kişiyi doğru yola götürecek bir mürşid bulma diye anlamaktadır. Bu konuyu kısa da olsa açıklamakta fayda var:
Hatırlayalım ki, yukarıda geçtiği gibi, tevessül yapmak, yani Allah’a yaklaşmak için sebep aramak Kur’an’ın emridir. Bu sebepler de ibâdet cinsinden bir şey olmalı, takvâ ve cihad ile çoğaltılmalıdır. Din’e sonradan sokulmuş ve bid’at halini almış şeylerle tevessül yapılamaz. Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.), din adına sonradan uydurulmuş bütün âdetlere bid’at diyor ve hepsini de reddediyor (Müslim, Cum’a 13, Hadis no: 867).
Âlimler tevessülü üçe ayırmışlardır:
a- Meşrû Olan Tevessül
1- Allah’ın yüce isimleriyle veya O’na ait sıfatlarla vesile aramak. Rabbimiz 7/A’râf sûresinin 140. âyetinde, kendi isimleriyle duâ etmemizi söylüyor. Öyleyse, ‘Allah’ım, senin rahmetinle, lütfunla, ilminle, vb. Muhammed’e olan sevginle, bağışlanma istiyorum’ gibi duâlar meşrûdur. İslâm’ın temellerinden biri, Rasûlullah’a İman ve O’na itaat etmektir. O’na itaat etmek Allah’a itaat etmektir (4/Nisâ, 80). Peygambere itaat ederek Allah’a tevessül etmek farzdır ve İman bu itaatle tamamlanır.
2- Duâ edenin işlediği sâlih bir amelle tevessülde bulunması. 3/Âl-i İmran Sûresi 16. ve 53. âyetlerinde buna işaret vardır. Bir hadiste geçtiği gibi, bir mağarada, mağaranın ağzını kapatan bir kaya sebebiyle mahsur kalan üç kişi işledikleri sâlih amelleri anlatarak Allah’tan yardım istediler ve mağaradan kurtuldular(Müslim, Zikir ve Duâ 27, Hadis no: 2743, 4/2099. Buhârî, İcâre 12).
3- Sâlih bir insanın duâsıyla tevessülde bulunmak. Rasûlullah’ın duâsı ve şefaatiyla ‘tevessül’de bulunmak da câizdir. Müslümanlar O’nun sağlığında duâsıyla, Kıyâmet gününde de O’nun şefaatiyla tevessül ederler. Bazı kimseler Peygamberimize gelerek kendileri için yağmur duâsı yapmasını İştemişlerdi. O da onlar için duâ etmişti (Buhârî, nak. El-Bâni, Tevessül, s: 58, Ş. Isl. Ans. 6/346). Peygamberimizin vefatından sonra başta Hz. Ömer olmak üzere bazı sahâbîler Hz. Abbas’a giderek onun kendileri için duâ etmesini istemişlerdir. Burada kastedilen Peygamberimizin duâsı ve şefaatidir(nak. İbn Teymiyye, Tevessül, s: 252). Peygamberimiz kör bir adama duâ öğreterek bu duâ ile tevessül yapmasını söylemiştir(Ş. Isl. Ans. 6/346)
b- Bid’at Olan Tevessül: Peygamberimizin kendi zâtıyla, Kâbe’nin veya bir makamın, kişilerin adıyla, ‘yüzlerinin suyu hürmetine’, ya da Peygamberimiz’in zâtına yemin ederek tevessül yapmak bir çok âlime göre câiz değildir. Sahâbîler ne yağmur duâsında, ne sağlığında veya vefatından sonra başka işlerinde, ne mezarı başında bu şekilde tevessül yapmadılar. Bununla ilgili gelen rivâyetler zayıftır. Ancak, bu şekilde tevessül yapılabileceğini söyleyen âlimler de vardır. Kesin bir haram söz konusu olmadığı için, bu şekilde tevessül yapanlara kâfir, müşrik, sapık gibi ağır ithamları yöneltmekten kaçınmak gerekir.
c- Şirk Olan Tevessül: Allah’ın dışında başka kişilerden, ölülerden, mezarlardan, yatırlardan, şeyhlerden ve somut veya soyut putlardan, Allah’tan istenebilecek şeyleri onlardan istemek, bu anlamdaki sıkıntıların onlar tarafından giderilmesini beklemek Tevhid inancına aykırıdır. Allah’tan istenebilecek bir şey kesinlikle ne sağ ne de ölmüş kullardan istenir. Ölmüş kişilerin kendisi için Allah’a duâ etmelerini istemek de aynıdır. Bilindiği gibi ölenlerin böyle şeylere güçleri yetmez. Çünkü dünyada iken fani ve gücü çok sınırlı olan insan, öldükten sonra çürüyüp toprak olur. Kendisine bile bir hayrı olmayan kemiklerin, dirilere ne faydası dokunabilir? Ölmüşlerden medet umanların bu anlayışlarını anlamak mümkün değildir. Böyle bir tavır Allah’a ortak koşmaktır ve İslâm’la bağdaşmaz.
İbâdette ve duâda zaten aracı olmaz. İslâm inancı buna izin vermemektedir. İbâdetlerinde herhangi bir şeyi, ölmüşleri veya putlarını aracı kılanlar, onlarla Allah’a yaklaşmak isteyenler müşriklerdir. Onlar, Allah’ın dışındaki birtakım varlıklardan, ya da tanrı edindikleri şeylerden istekte bulunurlar, onlara duâ ederler. Bir kulun Allah’tan istemesi gereken şeyleri onlardan isterler. Şüphesiz bütün bunlar şirk olan ‘tevessül’ yollarıdır. Kur’an şöyle diyor: “De ki: Allah’ı bırakıp da O’nun yerine kendinize ilâh edindiklerinizi çağırın yardımınıza. Onlar sizin herhangi bir sıkıntınızı gideremeyecekleri gibi, size gelecek herhangi bir belâyı da savamazlar.” (17/İsrâ, 56)
Duâ ve ibâdette bir başka varlığı aracı koyma sapıklık olduğu gibi buna ihtiyaç da yoktur. Tekrar edelim ki Allah (c.c.) kullarına, kendilerinden daha yakındır. Duâ veya ibâdet edenin duâsını işitir, ibâdetini bilir ve karşılığını verir. İhlâsla ibâdet edenlerden haberi vardır ve onların yaptıkları sâlih amellerin mükâfatını fazlasıyla onlara öder (2/Bakara, 186). Ebû Hureyre (r.a.) Peygamberimiz (s.a.s.)’in şöyle dediğini rivâyet ediyor: “Allah (c.c.) buyuruyor ki: ‘Ben kulumun Beni zannı ile beraberim. Bana duâ ettiği (zaman da) onun yanındayım.” (Müslim, Zikir 19, Hadis no: 2675)
AHMET KALKAN