Durumu: Medine No : 8150 Üyelik T.:
15 Mayıs 2009 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj:
120 Konular:
37 Beğenildi:6 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | YOL ARKADAŞIM.. YOL ARKADAŞIM.. Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insan soyunun
Sevgim acıyor,
İyi geleceği fikriyle, balkona çıkıp temiz hava ve gecenin koynuna attı kendini. Zifiri karanlık, simsiyah bir sis perdesi gibi çekilmişti şehrin üstüne. İnsanların çoğu uykuda olmalıydı bu saatte. Son zamanlarda en çok geceyi sever olmuştu. Sadece gece, onu anne kucağı kadar şefkatle sarmalıyordu. Peyami Safa’nın “Yalnızız” romanında dediği gibi, “Beşikten mezara yalnızız” cümlelerini iliklerine kadar hissediyordu. Bir fincan kahve ve bir tabaka tütün, gecenin ritmine ayak uydurmaya çalışan saz üstadları gibiydi.. Ruhuna söylenen bu şarkıyı dinlemek istiyordu şimdi.
Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlar da orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
Bir sevinç sanarak,
Bundan birkaç yıl evvel çok büyük bir coşkuyla gelmişti bu koca şehre. İstanbul’du bu. Kimisini yutan, kimisini kusan yedi tepe üstüne kurulu bu kudretli ve büyülü şehir,
bir ömür yaşanası bir mutluğa çağırmıştı onu da. Ailesinin bu evliliğe karşı çıkmasına rağmen tüm engelleri bertaraf edip sevdiğinin yanına gelmişti. Çünkü insan denen mahluk söz konusu mutluluğu olunca, her yöne gözü kapalı giderdi. Aşk yüreğe saplanmaya görsün! O vakit gerekirse tüm dünyayı karşısına alırdı insan. O da öyle yapmıştı.
En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
Ötede beride yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
Bütün söz vermelerin tarihçesi
Sevgim acıyor,
Gerçek prensini bulmak için belki birden fazla kurbağayı öpmek zorunda kalmıştı. Fakat onu tanıdığında, sadece “İşte bu!!” demişti. “Birlikte yaşamak ve yaşlanmak istediğim adam bu olmalı!” demişti. Ne gam.. Hani iki gönül bir olunca samanlık seyran olurdu? Yalanmış! Hani aşk, her şeye kadirdi? Sahteymiş! Aşk denen şey koca bir yanılsamaymış meğer.
Evleninceye kadar tüm zorlu engelleri aşmayı becerebilmişlerdi ama sonra ne olduysa yürümemişti. Birlikte denizleri aşmış, kıyıda boğulmuşlardı işte. Demek salt sevgi yetmiyormuş bir ilişkiyi götürmeye. İçinden banliyö trenleri gibi ard arda geçen düşüncelere mani olamıyordu. Yalnızlık ne biçim bir illetti.
Yeni bir sürece girmişti. Hayatı sancılı bir evrim geçiriyordu şimdi. Kendini bu denli çaresiz ve bitkin hissetmesi bu yüzden olmalıydı .
Her şey ne de çabuk gelişmişti. İki yıl içinde evlenmiş, anne olmuş, şimdi de ayrılmıştı. Bu koca şehirde küçücük oğluyla bir ömür tek başına boğuşacağı fikri onu zaman zaman korkutuyordu. Tıpkı bu sabah olduğu gibi. Önceki geceyi, ateşlenen oğlunun başında gözünü bile kırpmadan geçirdiğinden uykusuzdu. Kafasına koca bir balyoz yemişcesine çektiği bu lanet olası baş ağrısı ondandı. Resmi ayrılık halen sonuçlanamadığı için gerektiğinde eski kocasını aramak zorunda kalması, hem ağırına gidiyor hem de içini acıtıyordu. Aslında onu halen çok seviyordu. Fakat savaşçı ruhu, gururuna esir düşmüştü. Zaman zaman onun resimlerine özlemle bakıp, kapıldığı ağlama nöbetleri sırf bu yüzdendi. Yine bu sabah aralarında gerçekleşen telefon konuşması, bardağı taşıran son damla olmuştu. Eski kocasının telefonda ona sorduğu “Yalnız mısınız şimdi? Yanınızda size yardımcı olacak kimse var mı?” sorusuyla, bir tekmeyle etrafa savrulan kumdan bir kale misali yerle bir olmuştu. Hıçkırıklarını duymaması için telefonu alelacele titreyen elleriyle kapatıvermişti. Evet yalnızdı. Bitkindi. Yorgundu. Ne dağ gibi ailesi, ne arkadaşları, ne dostları, ne de artık kocası. Hiç kimsesi yoktu. Şu an herkes ona milyonlarca ışık yılı kadar uzaktaydı. Saatlerce ağladı. Ruhunu sağaltırcasına, içindeki irinin damla damla aktığını hissedinceye kadar ağladı. Bir çocuk kadar masum, bir bebek kadar günahsız ama ulu bir çınar kadar yalnızdı. “Geçecek!” dedi içinden bir ses. Elbette geçecekti. Fakat zaman alacaktı. Çünkü zaman, en derin acıları bile tarihe gömen en mucize ilaçtı. Ama bazen mucizelerin de zamana ihtiyacı olurdu.
Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
Sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar,
Gereksiz yere yanan ışıkları özenle söndürerek, her şeyden habersiz mışıl mışıl uyuyan biricik oğlunun yanına gitti. İyi bir sayısalcı olmasına rağmen, duygularının hesabını bu güne dek iyi yapamamıştı, ancak bundan sonra cebinin hesabını çok iyi yapması gerektiğinin farkındaydı. Yatak odasına girip kapıyı kapattı. Evinin ve hayatının tek neşesi minik oğlunu uzun uzun seyretti. Onun varlığı şimdilerde onu ayağa kaldıran tek güçtü. Ne de masumdu uykuda! Her şeyden ne kadar da uzak, nasıl da habersiz uyuyordu. İyi ki öyleydi. Annesinin bu halini görmesi mutsuzluğun ikiye katlanması demekti. Bi de bunu kaldıramazdı. Gelecek, koca bir muammaydı şimdi. Ara ara bir ışık sızıyordu ruhuna. Bu ışığı ne zaman fark etse ne garip bir tesadüftür ki, oğlunun o minik elleri her defasında ellerinde oluyordu. Kimbilir neler bekliyordu onları. Ne zorlu yıllar, ne çetin savaşlar. Aynı zamanda ne umutlar, ne mutluluklar. Paylaşıldıkça artacak coşkular ve bölündükçe azalacak acılar. İnsanın kendi geleceğini bilmeden yaşamasının ne büyük bir şans olduğunu kanıksamak istedi. Hem korkuyordu, hem güvendeydi. Hem umutluydu, hem bitap. Hem tekti, hem çok. Tüm zıtlıklar el ele vermiş bir çember olup etrafında tam tam danslarını ediyorlardı.
Yatağın kenarına oturdu. Gücünün iyice tükendiğini fark etti. Sabah erkenden işe gidecekti. Her zamankinden daha dinç olması gerektiğini düşündü. Yatağa uzandı. Ayaklarını karnına doğru çekip, yavrusunun yanına küçük bir çocuk gibi kıvrıldı. O an gözünde o minik beden kocaman olmuş, kendi cüssesi ise nokta kadar küçülmüştü. Onun nefesini nefesine çekti. Bu ona iyi geliyordu. Bu sıcak nefes, canına can katıyordu. Gözyaşlarını silerken, bir tanesinin kulağına doğru eğilip“YOL ARKADAŞIM” diye fısıldadı. “Allahım!” dedi içinden. “Sen ne büyüksün! Bu, nasıl bir lütuftur böyle!”dedi. Gülümsedi. Daha beş dakika evvel kendini bir çocuk kadar çaresiz hisseden kadın, oğlunun bir nefesiyle şu an dünyaya meydan okuyabilecek kadar güçlüydü. İşte analık bu yüzden kutsaldı. En dibe vurduğunuz anda bile insana deli kuvveti enjekte edebilen en büyük güçtü o.
Tavrım bir şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
Kış geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi gündüzün
Sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse,
Ortada elle tutulur hiçbir ciddi sebep yokken bitivermişti her şey. Her İki tarafında ailelerinin yıkıcı darbelerine karşı koyamamış, sonunda teslim olmuşlardı. Hatta “Piç” olmanın bazen ne büyük bir nimet olduğunu düşünmüştü o ara.
Son ana dek, bitmemesi için ne kadar asıldıysa da, tek başına güç yetirememişti. “Neyse” dedi içinden. “Şimdi yeniden başlama zamanı.” Hayat devam ediyordu. Üstelik eskisinden daha da zorlu. “İstanbul gibi zor bir kentte oğlum ve ben. Hepsi bu. Ötesi yok artık!”dedi.
Oğlu uyanmıştı. Birbirlerinin gözlerinde sevgiyle kenetlendiler. “Tuhaf!” dedi. Her gece kuyruğuna basılmış kedi gibi ciyaklayarak uyanan çocuk, bu gece sessizce uyanmıştı. Onu derin bir şefkatle kucağına aldı. Bakışlarına asılmış umudu biricik oğlunun gözlerine akıttı. Umut, aktıkça çoğaldı. Yaşamın ve gecenin sessizliğini yırtan tek bir cümle oldu:
-Sen üzülme..Ben varım!, dedi.
Bu cümlenin hangisine ait olduğuna ise, sadece gece şahit kaldı.
Eylül toparlandı gitti işte
Ekim falan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar…
Not: Bu güzel şiir için “TURGUT UYAR’a sonsuz teşekkürler.. |