İsmailce kurban olabilmek
Eğer âşık isen yâre
Sakın aldanma ağyare
Düş İbrahim gibi nâre
Bu gülşende yanar olmaz
Gönlündeki sevdası İbrahim’ce olanın, yüreği kocaman olur. İnsan İbrahimî bir aşka talip olursa, aşkının ateşi Nemrutların yaktığı ateşi söndürür, bunda kimsenin kuşkusu olmasın. Çünkü aşk ateşine su kar etmez. Onun sönmesi için âşık ile maşuk’un vuslat bulması gerekir. Zahirdeki ateş ise; odun atıldıkça hararetlenir, su atıldıkça söner. Birisi zahirdedir, görülür, hissedilir, diğeri ise sinede gizlidir, ne görünür, ne de hissedilir. Aşk kalemle kâğıda yazılmaz. Aşk tarifi pek de mümkün olmayan, sadırların nasibi ölçüsünde Hakk’ın yoktan halk ettiği bir ihsân-ı atâdır. Aşk yürek ummanında, benlikten sıyrılmış bir vaziyette, maşuka doğru yol almadır, sevdalanmadır, yanmadır…
Kurbanı açıklamak için tek başına akıl yetmez. Yani kurbanda rasyonellik sökmez. Onu anlatmaya da anlamaya da aşk gerek. Kurban akılla değil aşkla açıklanabilir ancak. Çünkü aşk denizinde akıl gemisi yol al(a)maz. Aşk körüğü aklı döver, aşk tezgâhından akıl geçmez. Mücerred âkil olanda aşk olmaz. Sadrında kalp yerine taş taşıyanlar nasıl anlasınlar ki kurbanı? Yani koca bir ömrü yemekhane, yatakhane, abdesthane, işhane arasında, hayatın bundan öte, daha yüce bir anlamı olduğunu fark etmeden geçirenler nasıl anlasınlar kurban eden İbrahim (a.s.)’i ve kurban olan İsmail (a.s.)’i? Sevemeyenler, sevmeyi bil(e)meyenler, “Halilullah” (Allah sevgilisi) olan İbrahim (a.s.)’in rüyasını, hülyasını, sevdasını, sadrını, kalbini, aşkını nasıl anlasınlar ve nasıl hayra yorsunlar? “Sahibi benim” dediklerinin eline kendi benliklerinin zincirlerini verip, binek olarak aldıklarının altında binek olanlar, “sahibi benim” dediklerinin gerçekte sahibi olan ve sırtına binip onu aşkın yolculuğunda bir binek olarak kullananları nasıl anlasınlar? Develerini ahıra, arabalarını garaja koymak yerine yüreğinin en hassas noktasına mıhlayanlar, dünyaya menfaat penceresinden bakanlar, hayatının dünyalık bölümünü mamur edip, ahiret alanını köhne ve virane bırakanlar, idrakini egosuna mahkûm edip, “kul” olma vasfını rafa kaldıranlar, “ümmet” olma şerefine ulaştıracak yolları kendi elleriyle kendisine kapayanlar, en değerli varlığı Hakk’a sunmayı nasıl anlasınlar, nasıl idrak etsinler?...
Kurban bir “hayvan”, Kurban Bayramı da “et festivali” değildir. Kurban en değerli olan şeyi yüce değer uğruna İbrahim (a.s.) misali adamanın ve İsmail (a.s.) misali adanmanın yoludur. Hem de en yüce sermayesi olan hayatlarını, kişiliklerini, haysiyetlerini, kalplerini, insanlıklarını kendilerinden kat kat aşağı değerdeki şeyler uğruna hoyratça harcayanların varlığına inat. Hem de nefsanî arzu ve isteklerine müptela olup fedakârlık, kadirşinaslık, diğerkâmlık gibi yüce ve ulvi hasletlerin varlığından bîhaber olanlara inat. Adayacağı ve adanacağı gerçek kapıyı bilenleri kimse daha aşağı bir değer uğruna harcayamaz, kullanamaz, kurban edemez. Kulluğun şuuruna erenleri kimse bu şereften beri tutamaz. Ümmet olmanın izzetini elde edenleri hiçbir kul zelil ve biçare bırakamaz. Hangi ateş imanı yakabilir ki? Nura ateş sirayet edemez. Su aşkı söndüremez. İşte İbrahim (a.s.); önce canla sınandı, sonra cananla. Can sınavını ateşte verdi. Yanmadı, çünkü iman yanmaz, imanı yakacak ateş var mı ki? Aşkını imana, imanını hayata dönüştürmüş birini yakacak ateş bulunabilir miydi? Bulunamazdı, bulunamadı…
Bir alışveriştir kurban. Allah'la kulu arasındaki çok karlı bir ticaretin sembolüdür. İstenen: can ve mal, Karşılığında ödenen ise cennettir. Zaten her şey O’nun değil mi? Cennetin sahibi, cennetini, isterse karşılığını alarak verir, dilerse can ve malı sahibine bağışlar, karşılıksız olarak verir.
O, mülkünde dilediği gibi tasarruf sahibidir. Cennetin de, mal ve canın da gerçek sahibi O olduğu halde, hükmündeki tasarrufunu göstermek için, bağ bağışladığı kulundan, hikmeti gereği, bir salkım ister ki, daha büyük bağlar ve bahçeler (cennet) ihsan etsin. Mal bağışladığından bir avuç ister ki; daha fazla ve daha hayırlı olanı versin. Kurban asıl itibariyle tam bir fedakârlıktır; babanın oğlunu, oğulun canını feda etmesidir. Kayıtsız şartsız teslimiyettir. Babaların evladından, evlatların canından geçtiği zamandır. İşte, bayram o günler için vardır. İslâm yaşasın diye canını feda eden, ortaya koyan İsmailler için, İsmail yaşasın diye canından geçen kurbanlar o zaman vardır.
Kurban, insana verilen ulvi bir derstir. Baş koymanın, kendini adamanın, fedakârlığın dersidir kurban. Kurban, diri ölümü ölü hayata, bâki olanı fani olana, ukba nimetini dünya nimetine, ameli söze, kanı seraba tercih etmektir. Kurban, İsmail (a.s.) misali yaşamak ve yaşatmak için ölmenin öbür adıdır. Kurban, İbrahim (a.s.) misali Yaradan’ı yardıma çağırmanın yankısıdır. Kurban, peynir gemileri bile lafla yürümezken, İslâm gemisini lafla yürütmeye çalışanların, dini dünyevi çıkarları doğrultusunda budayanların aksine, karaya oturmuş bu “kulluk” gemisini yeniden yüzdürmek için, kandan/kurbandan denizler akıtmanın, Firavunlar için Kızıldenizler peyda etmenin talimidir, provasıdır. Kurban, vermenin zirvesidir. Kurban, yaşamanın sırrı, rızanın anahtarı, kulluğun göstergesi, Kur’an ve Sünnet’ten uzak yaşanılan hayatlar sayesinde gönüllerde enkaz haline bürünen İslâm binasını, eskiden olduğu gibi yeniden Hakk’ın vahdaniyetini temel alarak inşa etmektir, tamirat ve tadilat yapmaktır. Kurban, İbrahimî inanca sahip olmanın lisan değil fiilen ortaya konulmasıdır. Kurban: “İki kurbanın oğluyum.” diyen Muhbir-i Sadık (s.a.v.) Efendimizi yâd etmedir, anmadır, peşinden gitmedir…
İsmail’ce kurban olmak, yâre can vermektir. Yâre can vermek ise canı kendisine yar kılmaktır. O’nun olanı O’na feda ederek, kişinin kendisini yapmasıdır. Yani kurban olmak; olmaktır. İnsan olmaktır, adam olmaktır, müslüman olmaktır. Koyundan başka kurban edeceği hiçbir şeyi bulunmayanların, sahibiyiz dediği onca şeye muhalif İslâm yolunda canla, malla mücadele etmektir. Rızay-ı Bariye muhalif bütün istek ve arzularıyla birlikte nefsi tevhid bıçağının altına yatırmanın diğer adıdır kurban. Sevdiğinden, daha çok sevdiği adına vazgeçmedir. İbrahimî (a.s.) ahlâk ile en kıymetli gördüğünü ve “benim” dediğini gözden çıkarmak, feda etmektir. Ya da İsmail’ce emre boyun eğmek, canı canana “hedy’e” sunmaktır. Ya da Hacer libasına bürünüp göz nurunu, ciğer paresini, kulluk ve teslimiyet adına Hak fermanına, hak bıçağına teslim etmektir. Hak’tan gelene rıza göstermektir.
“Hoştur bana Sen’den gelen
Ya hilat-ü yahut kefen
Ya gonca gül yahut diken
Kahrın da hoş, lütfun da hoş”
Bu noktada İsmail’ler olmak ise hiç de kolay olmayan büyük bir mücadeledir. Türlü bahanelerle nefsinin en küçük ahlakından, dünyevi basit bir alışkanlığından vazgeçemeyen bizlerin bırakın yapmayı adını ağızlarımıza dahi alamayacağımız değerli ve mukaddes bir olgudur İsmail (a.s.) olmak. Açıktan işlediğimiz günahların ve haramların varlığı ortadayken, dillerimiz her dakika gıybet, dedikodu, yalan ve iftira gibi onlarca sûî ahlâkın pençesinde ihtişamlı bir dem sürerken, gece geç saatlere kadar televizyon karşısında en kıymetli iki şeyden biri olan zamanımızı boş yere ve cömertçe israf ederken, bütün bunların yanında ise namazlarımızı üşenerek kılıp, kulluk vazifelerimizin büyük bölümünü nefsanî bahanelerle savsaklarken İsmail (a.s.) olmak, İsmail (a.s.) olmaya soyunmak, Hak bıçağının keskinliğine canı hediye sunmak çok ama çok zor olan haslet olsa gerek. İsmailler yetiştirmeden kurbanlar verilmeyecek, kurbanlar vermeden rıza elde edilmeyecek ve özlenilen bayramlar gelmeyecektir.
Bütün bunların fevkinde ise, kurban olmak bir liyakat işidir. Uzvunda noksanı bulunan, hayvanlar dahi kurban olmaya layık değillerken, İslâm’ında, imanında, ahlâkında, aklında, dilinde ve gönlünde eksiği olanlar, aklını cebine, sadrını banknotlara sıkıştıranlar, hayata mevduat hesaplarının gölgesinden bakanlar, kar ve kazanç olarak parayı nirengi tayin edenler, merhamet duygusunu faiz kazancına(?) endeksleyenler, nefsinin hezeyanı ile kendisini düşündüğü kadar kardeşini düşünmeyenler, kendi rahat ve huzuru için Hakk’ın emirlerini hiçe sayanlar, lüks ve şaşaanın girdabında her geçen gün Hak’tan uzaklaşanlar, nefsinin hevâ ve hevesini kendisine Rab ittihaz edinenler, Hak yolunun kurbanı ol(a)mayacaklardır. İslâm’ında şüphesi olanlar, ahireti hesaba katmayanlar, maddi çıkarları için haramı helâl addedenler ne bugün ve ne de yarın asla kurban olma, ümmet olma, kul olma nimetine layık olamayacaklar.
Kurban olacaklar ise dün olduğu gibi bugün de Hakk’a Hak olduğu için sahip çıkan, Hakk’ın yüceliğini muhafaza hususunda nefsî ihtiras ve çıkarlarını düşünmeyen, sadrını İslâmî ilimlerle tezyin etmiş, bütün bunların yanında ise ilmin vakar ve heybeti sayesinde arif ve ilmiyle amil olmuş, Rasûl sevdalısı, Sünnet aşığı, Kur’an hâdimi kişilerdir.
İnsan ömrünü nerede ve ne şekilde tükettiğinden sorguya çekilecekse bize düşenin ömrü Hakk’a kurban olma vasfına büründürmektir. Hem de öyle bir vasıf ki; ne can kurban olduğuna, ne bıçak kurban aldığına incinmemeli, pişman olmamalı…
Yollar uzun, yollar ince
Yol tükenir aşk gelince
Yat kurban ol İsmail’ce
Bıçak senden incinmesin
Hayatların kurban olmaya layık, kurbanların da Hakk’ın rızasına uygun olması duasıyla…