SEVDAYI FERHATTAN ÖĞRENDİK !
En az İstanbul kadar bölünmüş yüreğim yediye,
yedi parçanın yedisinde de hüzzam-ı seniyye..
Hayata siyah desem tek kelime ile
ve beyaz da yedek olarak kalsa cebimde..
Bilmukabele..
Aşk’a yalan desem iki hece de
ve onun yalancısıyım desem teselli maskesinin gölgesinde..
Amenna...
Tarihi geçmiş vaadler gördüm
alacaklı yüreklerin tozlu hücrelerine dizilmiş,
beklemek..(?)
Nafile...
Yine yuva yaptı nihavetinde bir nakarat dilime;
/ Boşa ah etme a bülbül, ne aşık kaldı, ne de gül. Göç etmiş eski sevdalar.
Şimdi mevsim en son eylül /
Ey gönül, el-veda diyenden ümidini kes,
akıbeti silinen bir hayale benzedi sevdakeş !
Aşk, Lale devrinden kalma sandıklarda sararırken
sevda kefenlenmiş yüreği kınalı gelinlerin duvaklarında.
Sevgi, son hamle, can havli sadakati körüklerken
vefa çoktan boynu bükük girmişti toprağa,
dolayısıyla;
gökten hiç elma düşmedi bahtımıza.
Bivefa iskelesine demirlenen umutlar
nihayetinde biçare kalınca azılı fırtınalara
çakma maketlerden kurulan şehirlerin
pamuk ipliği köprülerinden
Sırat-ı müstakim ürkekliğinde geçerken
şimali griye dönmüş güvercinlerin kanadında buluyor cesareti,
Bezm-i muhabbette yorulan gönüller.
Haydi yiğitler, Aşk meydanında d/övünme vaktidir..
Oysa;
Sırtında cepheye mermi,
bahtına kara, alnında oyalı yemeni
soluk soluğa kalmış hayata susamış dudakların
yamacı vuslata dönük,
iman dolu göğüslerinden dirhem dirhem
ak süt ile beslenmiştik biz hayata.
Helal-i hoş olsun içilen ak sütler
burunlardan fitil fitil gelsede ömürler
biz Anadolu evlatlarıyız, aslolana pehlivanız
Sevdayi Ferhattan öğrendik,
gelmez yere sırtımız !
Yürek yasının hıçkırığına boğuldu yine gözler
akan her yaş aynası oluyor acının.
Kirpikler birer ok misali batıyor içten içe
Kıyamet kopmuş zaten yüreklerde
ahir zaman beklemek artık beyhude.
Gecemin sonunda sonuncu nakarata b/ağladı dilim;
"şamdanları dolanınca eski zaman sevdalarının
başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın"
ergüder bestesine bağlandı zihnim, çöz(ül)ebilene Aşk olsun!