yeni oryantalizm'in yeni sürümü / Mustafa İslamoğlu
Benimle özel görüşmek istemiş. Daha önce hiç görüşmediğim birinin baş başa görüşme talebine oldum olası sıcak bakmamışımdır. Bu talebe de sıcak bakmadım. Ama ısrar etti ve naçar kabul ettim. Baş başa kalınca uzun bir sükûtun ardından muhatabımın dudaklarından şu cümle döküldü: “Allah sizi, benim mehdiliğimi ilan etmekle görevlendirdi”.
Ara sıra şahit olduğum için, bu tür uçuk kaçık olaylara karşı şerbetliyimdir. Yine de çenemin “Haa!” makamında düşmesine mani olamadım. Olayın gerisi önemli değil, ama meraklısı için söyleyeyim: Dersine iyi çalışmış ve bu konuda hayli malzeme biriktirmiş olan muhatabımı bir müddet konuşturduktan sonra, kendisini Allah rızası için tedavi ettirebileceğimi, bu işlerden anlayan tanıdık psikologlar olduğunu söyledim. Kendisine, “Sen yalan söyleyecek bir adama benzemiyorsun, fakat şeytan sana yalan söylüyor” dedim.
Bu, psikopatolojik bir durum. Kişi kendi kendine telkin yoluyla, kendisini bir şeye inandırıyor. Zihninde kurguladığı imajı kendisine giydiriyor. O imajla şahsı arasında ayniyet kuruyor. Bunun için delil topluyor. Kendini ikna süreci böylece tamamlanmış oluyor.
Bu örnek, bu çeşitten olayların sadece bir türü. Bu tür için en zararsızı bile diyebiliriz. İkinci bir türü daha var ki, onlar aşırı zeki ya da yetenekli insanlar. Bu türe giren biri, elinde bir sürü harita ve yazılı dokümanla gelmişti. Kendisini onaylamamı istiyordu. Kur’an ve Tevrat’taki bazı “şifreleri” (!) çözdüğünü söylüyor, bu “şifreler” üzerinden bazı kehanet denemelerine girişiyordu.
O da zararsızdı. Dinledikten sonra tebessüm ettim. Kendisine yeterli zaman ayırmamakla suçladı. Sırrını izah etmesi için öyle beş-on dakikanın yetmeyeceğini, üç-beş saat, hatta üç-beş gün baş başa kalmamız gerektiğini söylüyordu. Kısa bir süre dinlemek ve çelişkilerinden bir kaçını dillendirmekle yetindim. Muhtemelen kendisini hiç anlamadığımı düşünmüştür. Gitti ve bir daha da görünmedi.
Bu tiplerin en zararlısı, üçüncü tür diyebileceğimiz menfaatperestlerdir. Bunlar yalancı peygamber Müseylime ile Sülün Osman karışımı tipler. Ellerine fırsat geçerse “maneviyat dünyamızın yeraltı babası/anası” olmaya adaydırlar. Marifetlidirler, kabiliyetlidirler, uyanıktırlar. İnsanların cehaletini ranta dönüştürmekte üzerlerine yoktur.
Asıl adı Habîb olan Müseylime (Müslüman değil “Müslümancık”), daha Hz. Peygamber zamanında peygamberliğini ilan etti. Hz. Peygamber’e yazdığı mektupta özetle “Ortak olalım” diyordu. Meselenin iktidar ve güç tutkusu olduğu anlaşılmıştı. Oysaki gerçek peygamberlerin Allah’a davet yolunda verdikleri ilk mesaj şuydu: “Bu davete karşılık sizden hiçbir menfaat ummuyorum; benim karşılığım yalnızca Allah’a aittir.”
İşti şimdilerde yaşanan benzer bir durum. Yaşlı bir kadın çıkıyor, vahiy aldığını söylüyor. Kendisine geldiğini iddia ettiği kitaba “Bilgi Kitabı” adını koyuyor. Yazdığı safsatalarla dolu kitapta yok yok. Hinduizmden reenkarnasyonu, Yahudilikten Kabala mistisizmini, Hıristiyanlıktan teslisi, Batınilikten Hurufiliği, Tasavvuf’tan vahdet-i vücudu, yenilerden UFO’culuğu alıp bulamaç yapıyor. Üzerine bir tutam Kemalizm ve Masonluk sosu da ekliyor. Böylece resmi ideoloji nezdinde “şebekeyi” garanti altına almış oluyor. Kitabının kendisinden önceki tüm kitapları iptal ettiğini iddia edecek kadar da kendinden geçiyor.
Burada bitmiyor. Bu kitap 75 euroya satılmakla kalmayıp, bu “seküler peygambere” ümmet olan her üç kişi bir hesap açtırmak zorunda kalıyor. Tabi ki bu hesaba hazretin destursuz girebilme şartı bulunuyor. Devlet gibi kendi adına sikke bastırıyor, para topluyor. Anlayacağınız bir “saadet zinciri” daha kuruluyor.
“Gerçek Furkan” rezaletini hatırlar mısınız? ABD’de bir papaz başkanlığında bir heyet tarafından hazırlanıp dinlerinden koparılmış Müslümanlara “İşte gerçek Kur’an bu!” diye sunulan kitap. Biz küçümseyeduralım, bu sahte Kur’an etrafında daha şimdiden bir cemaat oluştu bile. Yeni sömürgecilik, yeni oryantalizmle el ele, yeni oyunlar peşinde. Hafızalarınızı tazeleyin: Kadim oryantalizm, kadim sömürgeciliğin keşif kolu olarak Hint Alt Kıtasında Kadıyaniliği, İran’da Bahaîliği icat etmişti. Birincisi İslam’daki cihad farzının iptalini savunurken, ikincisi tesettüre karşı savaş açmıştı. Daha sonra bu iki inanç sistemi de İslam’dan bağımsız bir din gibi muamele gördü. Kadiyanilerin bir kısmı şimdilerde yuvaya dönse de, Hayfa merkezli Bahaîler, varlıklarını borçlu oldukları İsrail’in yüksek emellerine hizmet etmek için yarışıyorlar.
Türkiye’nin son yüz yıllık “din-devlet ilişkileri” göz önüne alındığında, bu gelinen nokta hiç de tesadüf değil. Ama asıl bu süreci yerel ölçekte 28 Şubat, küresel ölçekte 11 Eylül körüklemiş görünüyor. Bu iki süreç de, İslam’a karşı topyekûn savaş süreciydi. ABD’de peydahlanan Gerçek Furkan’ı ortaya çıkaran süreçle, Türkiye’de peydahlanan Bilgi Kitabı’nı ortaya çıkaran sürecin kesişmesi, sizce de tesadüf mü?
Sahte peygamberin vakfının adındaki “Mevlana” dikkat çekici. Son bir soru: Mevlevilik, bu tür “seküler din” ve “sahte kutsallık” icadında kullanılma noktasına, hangi süreçlerden geçerek ve kimler marifetiyle geldi?
Mustafa İslamoğlu