özleyip durduğum kareler
Yeşillikler arasına kurulmuş bir köy, planlı programlı evler, mahalleler, yollar... Yollar boyunca dizilmiş ağaçlar. Sülün gibi bir camii. Dalgalanan ekin tarlaları. Beyaz çakıllar arasında, şakır şakır akan berrak dereler.
Bir bağın bir bahçenin, bir derenin karşılıklı iki kenarına konarak nöbetleşe öten kuşlar.
Uzak ufuklara düzgün bir kaş gibi kurulan karlı dağlar.
Şehirlere sığmayan dağcılar. Heybetli sevdalarla heybetli dağlara tırmanan dağ gibi insanlar.
Yaylalara, serin yamaçlara serilmiş koyun sürüleri.
Yankılanan at kişnemeleri.
Gök gürlemesiyle gelen sağanaklar, ılık yaz yağmurları, toprak kokuları, iki dağ arasında kavis çizen “sal kuşak”lar.
Bahçeler içinde bir ev, kitaplarla, insanlarla, dolu... Madde planına sığmayan insanlar… Hareketse hareket, bereketse bereket, hepsi tamam.
“Veren el olma sevdası”na tutulmuş, çalıştıkça güzelleşen, güzelleştikçe çalışan insanlar.
Bir güzellik, bir güzellik daha. Bir hayırlı faaliyet, bir faaliyet daha. Güzellikten güzelliğe, hayırdan hayra ömür boyu süren koşu. Bitmeyen yarışlarda çocuklar gibi şen insanlar. Hayır ve güzelliğe duydukları susuzluğu, imkanı yok dindiremeyen insanlar.
Para ve kadın karşısında yılışmayan, izzet-i nefis sahibi, vakur delikanlılar… Yusuf meşrep yiğitler.
Rol yapmayıp kendini yaşayanlar.
Manasıyla, maddesiyle hürmet hisleri uyandıran “anne kadınlar”
Sunî’lik ve riyadan uzak gülüşler.
Önemine inandığı sözleri samimiyetle söyleyen dostlar, sıcak sohbetler.
Gruplar halinde, bağıra-çağıra koşuşturan oğlancıklar ve onların dur-durak bilmeyen hareketlilikleri.
Bir çocuğun, hayretler içinde saygı değer bir hocanın dersini dinleyişi, boyunu aşan bir ciddiyetle namaz kılışı.
Birbiriyle didişen çocuklar ve onlara haber anlatmaya çalışan babaanneler.
Hüzünlü bir havayı içten bir edayla icra eden davullar, zurnalar.
Alıp götüren türküler.
Karşı bayırlardan gelen koyuk kaval sesleri.
Şefkatli ve mütebessim bir köy hocasının,” Din-i Mübin” öğretiyorum duyguları içinde çocukları yetiştirme gayretleri.
Peygamberâne muallimler.
Okul kapısından mukaddes duygular, güzel düşüncelerle çıkan talebeler.
Güzel seçilmiş kitaplarla dolu bir kütüphane. Mekân güzelliğiyle desteklenmiş, sükûnet ve tefekkür güzellikleri.
Bereketli kitaplar, dost fısıltısı gibi cana can katan kitaplar.
Derin düşüncelerde bir mütefekkir: “Yüce yaratıcı ile irtibatımı nasıl güçlendirebilirim? Toplum Arş-ı Ala’ya nasıl tevcih edilebilir? İnsan insanı nasıl sevebilir? İnsan tabiatla nasıl kardeş olabilir? İnsan hayat sahnesindeki temel vazifesini doğru bir şekilde nasıl okuyabilir? Ruhlara ve gönül dünyalarına sunulacak en değerli ikram nedir?”
Israrla İslam’ın dengeleri üzerinde duran bir mürşit. Durlanık ve tatlı sularla gönülleri sulayan bilge.
Ufuklara dalga dalga yayılan ezan sesleri.
Ehli tarafından, içten okunan Kur’an’lar. Manasına ayarlı okunan Kur’an’lar.
Tadına doyum olmayan bir namaz. Şöyle özümüzü Allah’a vere vere, ruhumuzu arındıra arındıra kıldığımız bir namaz. Zindelikler getiren bir namaz. Yıllar yılı hasretini çektiğimiz namaz.
Saf bağlamış bir ordu. Hak, hakikat ve adalet uğruna, Allah celle celaluh hatırına canını ortaya koymuş bir ordu. Mütevazı ve keskin bakışlarla, karşı tarafın acınası hallerini izleyen bir ordu.