İçimizdeki Tahammülsüzlük...
Vakti zamanında;
"Bağnaz bir idea ile, şahısların değerlerine yapılan olumsuz hakaretler ve eyyam tarzı yaklaşım sunan zatı muhteremlerin, demotratlık vasfını yitirmiş bir biçimde, subjektif olarak aşağılama hegemonyası altında fikirlerini sunmalarından rahatsızım.." diye kelam etmiştik...
Evet,
İçimizde kürtçüler olabilir,
irancılar olabilir,
şiacılar, sünniciler, aleviciler olabilir...
bunun tam tersi fikirlerinde olması mümkündür.
Bu fikri ayrılığı dile getirirken, bazı noktalarda, kendilerine mukayyet olamayanlar, İslam ile kesinlikle bağdaşmayan bir biçimde hakaretlere başvurduklarını gözlemlemekteyiz.
Bunu meslek haline dönüştürenlere sorulması elzem soru;
İslam'ın hoşgörü, tevazu gibi özelliklede efendimizin yaşamındaki kesitlerlede özdeşleşmiş karakteristik mümin sırfatına yakışıp yakışmadığı?
Elbette yakıştırmak akl-ı selimin onaylayacağı bir bakış açısı değildir.İslam'ı temsil yetkisini elinde bulunduran mümin ile bu tahammülsüzlük hastalığını yan yana getirmek abes bir durumdur.
Durumun bu boyutlara gelişini belirli merhalelerle izah etmek mümkündür..
*Olaya ilk yaklaşım tarzı, efdaliyet fikri yani en üstün benim fikri ve doğal olarak bunun neticesinde dolaylı olarakta kendi fikrinin tek doğru fikir olduğunu dile getirmekle başlar.
*Bir sonraki safhada, "TEK"lik tek doğru benim anlayışına dönüşür ki
bu anlayışında zamanla mutasyona uğrayarak sakıncalı fikir ve görüşlere kaydığını görebiliriz.
Bu fikri görüşleri belki bazı noktalarda durdurmak mümkün olabilir.
Peki ya şeyhini, hocasını, liderini, mezhebini, cemaatini, tarikatini, "TEK"lik iddiası ile yarıştıranlara ne demeli?
Bu sakat anlayışı, Diriliş Ameliyesine çevirmek bizlerin elinde lakin bunu gerçekleştirirken megolaman tarzda, istibdat eder tarzda dillendirmek etki-tepki meselesini doğurur.
Bu sebeple nefisleri yoklamadan geçirmeyi birinci görev haline getirmeliyiz.
21.11.2009
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]