Müslümanlarda Duygu-Düşünce Paradoksu/M.METİN ADIGÜZEL
İslam önce akıl sonra gönül dinidir. İslami ilkeler kesinliği tartışılamaz bir şekilde önce akla hitap ederler. Kuran ısrarla hiç düşünmüyormusunuz demektedir, şayet akıl yerine gönle hitap etseydi hiç duygulanmıyormusunuz derdi. Bununla birlikte İslam’ın gönle hitap eden güçlü bir yönü da elbette ki vardır. Merhamet, yardımseverlik, sevgi, saygı vs. İslam’ın insanlar arasında duygu yüklü bağlar tesis etmesi için emir buyurduğu hasletlerdir. Ancak unutulmaması gerek şudur ki; duygular her zaman akıldan sonra söz sahibi olmak zorundadırlar. Yani zalime merhamet edilmez, hurafelere sevilemez vs.
Müslümanların en büyük hastalığı akıl ile gönlü birbirine karıştırmalarıdır. Düşünceler yerine duygulara başvurulacak olursa hüzünlenilir, ağlanır. Lakin yaşamın seyri hüzünlenmekle, duygulanmakla değişecek değildir. Muhammedi hayat tarzını ele alırken peygamberin nurlu simasına takılıp seyre dalan yığınla Müslümanımız vardır. Peygamberin nurlu yüzünü seyre dalmaktan İslami aklı unutan Müslümanlara şöyle sesleniyoruz; oturup seyre dalacağınıza, yıkılmış olan ahlakın inşasına bir tuğlada siz koyun. Güzellikleri seyre dalmak ya da güzellikleri edebi eserlere dökmek bir maharet değildir, asil olan güzelliği sırtlamaktır.
İslam diyarının ilmin beşiği olduğu dönemde İslam filozofları beyin yerine kalp kelimesini kullanırlardı. Yani akıl-beyin ikilisi yerine, akıl-kalp ikilisinden söz ediyorlardı. Örneğin ibni-Sina akıldan söz ederken sanki akıl kalpte bulunuyormuş gibi konuşur. Kalpten kastedilen aslında beyindir, gönül değildir. Bilmiyorum, belki kalp ve beyin kavramlarının günümüzde ifade ettikleri anlamlar değiştiği halde, Müslümanların kavram sözlüklerini güncellememelerinin de bu duygusallıkta etkisi vardır.
Bugün tüm İslami sohbetlerde, konferanslarda, röportajlarda, makalelerde, şiirlerde, edebi yarışmalarda, kısacası yazılı ve sözlü hayatın her alanında İslam tamamen duygusal bir dille anlatılmaktadır. Sanki İslam’ın akıl ile hiçbir bağı yokmuş, sadece kalbe hitap ediyormuş gibi bir görüntü oluşmaktadır. Hatta kimi Müslümanlar inancın önce gönül işi olduğunu söyleyecek kadar deforme bir İslami düşünceyi besleyecek kadar ileri gitmişlerdir.
Sohbetlere İslam akıl dinidir diye başlanır, devamında akılların derece derece olduğu, sıradan akılların İslam’ı anlayamayacağı, dolayısıyla İslam’ı anlama konusunun sadece âlimlere bırakılması gerektiği söylemine geçilir. Yani söze İslam’ın akıl dini olduğu ile başlanıp, akıllar tarafından anlaşılmasının zor olduğu ile bitirilir. Bir din düşününki akıl dini olsun, kutsal kitabında bol bol düşünceden söz etsin ama bir o kadarda akıllar tarafından anlaşılamaz bir yapıya sahip bulunsun. İşte bu din günümüzün geleneksel Müslümanının inancıdır.
İlk aşamada düşünceyi sadece âlimlerin kullanması gerektiği kaidesine ulaşıldıktan sonra sıra ikinci aşamaya gelir. Düşünce ortadan kaldırılınca onun yerini dolduracak onun kadar büyük öneme haiz başka bir kavram bulma zorunluluğu doğar. İşte düşüncenin yerini dolduran bu değerli kavram duygu olur. Dolayısıyla İslam hakkında herkes akıl yürütemez ama duygu yürütür hale gelir. Oysa yanlış duygu yürütmenin zararı, yanlış akıl yürütmenin zararından farklı değildir.
Yanlış anlaşılmasın duygular önemsiz değildirler, duygular düşünceler kadar öneme sahip oldukları içindir ki, zararları da denktir. Kalp beyin kadar değerlidir. Ancak beyni bir kenara atıp sadece kalp ile hayatı idame ettirmeye çalışmak, duygu dolu bir deli olmaktan öteye geçemez. Bir delide yoğun duygularla abdest alabilir ve mescide koşabilir. Kendi köyümde vardı böyle bir deli, mescitte vakit geçirmek ve namaz kılmak istiyordu. Tıpkı mescitteki diğer Müslümanlar gibiydi, yoğun duygulu ve az düşünceli. Yani onu da Allaha iten güç akıl değil gönüldü. Duygusallık gözlüğü ile mescide bakıldığında deli olanla olmayan arasında bir fark görülmüyordu.
Duygudan yoksun akıl güçtür, gelişimdir, büyümedir, yüksek standartlardır, ancak merhametsiz, sevgisiz bir zalimdir. Düşünceden yoksun kalp, merhamettir, hüzündür, şefkattir ancak geri zekâlı bir köledir.