Durumu: Medine No : 73 Üyelik T.:
09 Ağustos 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj:
62 Konular:
9 Beğenildi:0 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Bir imam-hatibin 24 saati Bir imam-hatibin 24 saati BİR İMAM-HATİBİN YİRMİ DÖRT SAATİ O, cemaatin imâmı, Kur’ân’ın hatîbidir..Görevi, “Allah’ın evi” gibi şerefli bir mekânla sınırlı zannedilse de aslında yirmi dört saattir.Onun her anı; yatışı, kalkışı, evindeki hali, sokaktaki tavrı, giyinişi, yürüyüşü, insanlarla iletişimi hep iman ve Kur’ân yörüngelidir.O, “biliyordur” diye bakışlar ona çevrilir. O, “söylemişse doğrudur” diye kulaklar ona yönelir. Kandiller, törenler, özel günler onunla şenlenir. Ailenin temelinde, sazın ötesinde onun sözü ve duası vardır. Zira merasimler onunla nuranîlik kazanır. Gözler, onun kulaklarda çınlayan ezan ve kâmet sesleriyle açılırEbeveynden alınan ilk dini telkinler onun rahlesinde anlaşılır. hastalanan insanlar onun duasıyla, ahirete hazırlanan vücutlar onun ses ve soluğuyla rahmetten umutlanır. Dedik ya yirmi dört saat…İşte şimdi gece yarısını geçti. Önce teheccüt, Kur’ân tilaveti, dua-tesbihat ve sonra sabah namazına hazırlık. “ Ümmeti, ümmeti” diyen rahmet peygamberinin izinden, “ cemaatim, cemaatim” diye diye caminin yolunu tutuş… Sabâhî bir ezanla nâmı celîli arz ve semâya duyuruş… Sabırla bekleyiş, sonra melekler arasında, kâinat saffında namaza duruş… Var olan her şeye verilen selâmla namazdan ayrılış… Derken öğle, birkaç saat sonra ikindi ve yine akşam, şimdi saat 21.30, yaklaşık yarım saat sonra yatsı namazı. Fakat onun çok önemli bir işi daha var, sabah namazına kalkabilmesi için şimdiden biraz uyuması… Onun uykusu ibadet, uyanıklığı ibadet; zîra o, her haliyle din adamı olmanın haysiyetini korur, o haysiyetle yaşar; din de onunla elden ele, dilden dile, gönülden gönüle yaşar.O, gayrın mukaddesata dil uzattığı yerde, mukaddesatını yaşamak ve yaşatmak için dilini değil, başını uzatır. Çünkü o, varlığını bu yola koymuştur. Kader açısından liyakati var veya yok, önemli değil; Allah (cc), lütfetmiş;tıpkı peygamberimizin “Mustafa” ismi gibi seçmiş, onu iman ve Kur’ân hizmetiyle görevlendirmiş. Vazifesi sadece bu göreve layık olmaya çalışmaktır; zîra başarı Mevlâ’nın işidir. Onunki, Ebu Cehil’in ayağınadefalarca giden Hz. Muhammed (as)’ın işidir. O, gelecekleri değil, gidilecekleri; ziyafeti değil, ziyareti düşünür. Zira hiçbir kimse cehaletin babasından daha eşedd değildir.Efendisinin gittiği gibi o da gitmelidir.Onun görevi, izzetim, onurum diye bir yerlerde kalakalmak değil, kendisini “vallâhi bu yüz, yalancı yüzü olamaz” diye karşılayan, emniyet ve güvene susamış insanlara, hangi dinden, mezhepten ve meşrepten olduklarına bakmadan, zarafet ve kibarlıkla “el-Emîn”’in selâmını götürmektir. O, selâm götürür de selâmsız mı kalır? Hayır. Nitekim sevgili Peygamberimiz, bir gün yanındakilere “Kardeşlerimi çok özledim” demiş ve bunun üzerine aralarında şu konuşma geçmişti:“Bizler senin kardeşlerin değil miyiz, ey Allah’ın Elçisi?” “Hayır, sizler benim arkadaşlarımsınız. Kardeşlerim henüz dünyaya gelmediler” |