Beni başörtülü bir hekime emanet ediniz Sırrı Süreyya ÖNDER
Siz başlıktaki ‘hekim’i hâkim olarak da okuyabilirsiniz.
Bu tercihimde hiçbir ironi yoktur.
Modern zamanlar, vicdan dediğimiz şeye bir vidanjör işlevi gördü.
Sosyalistler, bu halkın nezdinde biraz karşılık bulduysa “.... ama vicdanlı, temiz, yiğit insanlar; asla hırsızlık yapmazlar” diye biten cümlelerin öznesi oldukları içindir.
Artık bir inanç uğruna ömrünü vakfeden insanlar yüceltilmiyor. Bir ülküye bağlanmak, onun uğruna birçok şeyden vazgeçmek, en iyisinden ahmaklık olarak başlayıp, terörist olarak biten bir dizi suçlamayla birlikte anılıyor.
Eğer iyi bir insan değilseniz, hiçbir meslek erbabının iyisi olamazsınız.
Bir hekime gitmek durumunda kaldığınızda Mehmet Öz’ü mü Gençay Gürsoy’u mu seçersiniz mesela?
Sizi bilmem ama bana Fatma K. Barbarosoğlu mu Canan Arıtman mı seni yargılasın diye sorsalar kendimi Barbarosoğlu’unun vicdanına teslim etmekte bir saniye bile tereddüt etmem.
Nur Serter’in öğretmen olduğu bir okulda rektör olmaktansa, İhsan Eliaçık’ın hademesi olmak için epeyi çırpınırım.
Zurnanın detone olduğu yer
Tercih etmediklerime hakaret ya da aşağılama kastım yok. Benim penceremden görünen vicdan manzaraları arasındaki farkı anlatmaya çalışıyorum.
Siz, ötekinin varoluşuna verdiği mananın, dünyaya ilişkin tavrının, siyasi duruşunun, kültürel tutumunun, bir ‘simgesi’ olan başörtüsü ile ilgili başta saygı olmak üzere ancak belli sınırlar içinde konuşabilirsiniz. Bir insana hayatıyla ilgili temel tasarruflarında, mesela nasıl giyineceğine, başına ne takacağına dair bir şey önerebilecek kadar hısım akraba değilseniz yaptığınız şey sadece terbiyesizlik ve had bilmezlik olur.
Bu işi devlet zoruyla yapmaya kalkanlar, Afganistan ve İran örneğine bakabilirler.
Afganistan’da özgür kadın açılımı olarak, dönemin Sovyetik hükümeti, meydanlarda toplu ‘burka çıkarma şenlikleri’* düzenlemişti. Daha sonra ne olduğunu, Dilek Zaptçıoğlu bir incelemesinde şöyle naklediyor: “Burkayı çıkaran her 10 kadından 12’si yeniden giyindi.” Yani kapalı giysilere yönelen insan sayısı eskisinden daha fazla oldu.
İran’da ise bunun tersine bir uygulama söz konusudur. Zorla örtünenler, açılmak için kuvvetli bir direnç göstermektedirler.
Burada zurnanın tam da detone olduğu yer giyinmek ya da soyunmak değil ‘ZOR’ olgusudur.
Bir çözüm olarak ayakkabı teki
Kamusal alanın düzenlenmesi bahsinde bir anımı paylaşmak istiyorum.
12 Eylül’de, Mamak Askeri Cezaevi’nde sağcı ve solcu tutuklular bir arada tutulmaya çalışılıyordu. Sağcılar “Fikrimiz iktidarda kendimiz damda” travmasından kurtulabilmek için Allah’a sığınmaktan başka yol bulamadılar. Bir zaman sonra namaz kılmaya başladılar. Dışarıdan ‘Namaz Hocası’ kitapları getirtildi. Şaka değil, birçoğunun alnı o güne kadarki yoğun mesailerinden dolayı secde yüzü görmemişti. 16 kişiye göre yapılan koğuşlarda 100 kişi kalınıyordu. Namaz kılınabilecek alanın darlığını hesap edebilirsiniz.
Koğuşun ortasındaki 3-5 kişilik boşluk sürekli namaz kılan insanlarla dolu olunca kavgalar başladı. Seccadenin önünden geçilince ibadetlerinin sakata geldiğini düşünüyorlardı. Küçüklüğünde medreseye gitmiş birisi olarak, seccadenin önüne bir ayakkabı teki konulursa önünden geçilmelerin bir sorun teşkil etmeyeceğini söyledim. Büyüklerine danıştılar, ikna oldular. Onlar ibadetlerini yaptı, biz de voltamızı attık.
Kavgalarımız yine devam etti ama ibadet üzerinden değil.
Bir ayakkabı teki de insanlık tarihinde en az Bush’a fırlatılmak kadar hayırlı bir işlev daha görmüş oldu.
Bu tartışmada itiraz edenlerin birçoğu hayatında bir ideale bağlanmak uğruna bir bardak çayından bile vazgeçmemiştir.
Kibrimizden ve zihnimizin ambargolarından sıyrılırsak, çözüm bazen bir ayakkabı teki kadar basittir.
*Burka: Çarşafa benzer, geleneksel Afgan kadın giysisi.
Radikal