Kürd Sorununa Ümmetçi Yaklaşımlar
Yazar:
Ali Ömer Esedoğlu
Tarih: 08 Kasım 2009
Ulus devlet anlayışının Fransız devrimi ile başlayan bir süreç olduğunu biliyoruz. Dünya üzerindeki imparatorlukların dağılıp yerini ulus devletlere bıraktığı bu süreçten Osmanlı İmparatorluğu da payını aldı. Avrupa’da her ne kadar ulus devletler kurulmuşsa da, bu süreçte çok dağınık olan bazı uluslar da bir devlet etrafında toparlanmışlardır. Bugün gelinen noktada Avrupa Birliği ile sınırların neredeyse kalktığı, Avrupa Devlet Başkanlığı sistemiyle idari birliğin de sağlanmak üzere olduğu bir Avrupa var karşımızda. Parası, Papası ve Babası (Devlet Başkanı) bir olan Hiristiyan ümmetinden bahsedebiliriz. Yani ulus devlet anlayışının sonu başlamış gibi görünüyor.
Müslüman toplumlar/ülkeler de pekala böyle birlikler kurabilir. Birlikte tüm ulusların her konuda, ama her konuda eşit haklara sahip olduğu, sınırların kalktığı, ortak meclisin bulunduğu, her dönem farklı ulustan devlet başkanının seçildiği, ortak bir anayasa etrafında ‘Ümmet’ olma fikri ütopik bir fikir değil.
Eğer Türk’ün sahip olduğu tüm haklara Kürd de sahip olacaksa, Malezyalı’nın ve Arab’ın her hakkı Laza ve Zaza’ya da tanınacaksa özellikle Müslüman bir aklın ve Müslüman bir vicdanın itiraz edebileceğini düşünmüyorum. Kürdlerin ise bırakın itiraz etmeyi, yaradılıştan kazandıkları haklarını tekrar kullanma özgürlüğünü elde edecekleri için bu formüle (ümmet formülüne) en yatkın ulus olduklarını ve bunu Osmanlı’dan kopmayan tek ulus olmalarıyla sabitlemiş/ispatlamış bir ulus olduklarını iddia ediyorum. Geçmişte yaşanan ümmet serüveni bu kez tarihten de dersler çıkarılarak daha sağlam ve daha meşru kıstaslara bağlanarak yeniden gerçekleştirilebilir. Asrî gereklere uygun, bilimsel ve Kur’an’dan ilham alan bir anayasa etrafında, teknik detayları iyi düşünülmüş kurumlarla orgütlenmiş bir ümmet fikriyatı, hatta ‘ortak iyi’nin hakemliğinde bir ‘Dünya Adalet Devleti’ veya ‘insanlık ümmeti’ neden olabilmesin?
İşte böyle ulvi bir emel adına Kürdlerin hak teleplerine karşı çıkılmasıdır esas bu yazının konusu. Eğer tüm Müslüman uluslar buna hazırsa, Kürdler buna dünden razıdır. Dolayısıyla Kürdlerin insani haklarını talep etmeleri karşısında ümmetçi ayağına yatmanın inandırıcılığı bulunmamaktadır. Özellikle İslamilik iddiasında da olan bazı Türk birey, grup, cemaat veya topluluklarının bunu yapması tuhaf ve anlaşılmaz bulunmaktadır. Sanki ortada bir ümmet var da Kürtler bu ümmetten ayrılmak istiyorlar.
Ümmet bir kardeşlik projesidir. Herkesin alt kimlik olduğu, üst kimliği ortak itikadın oluşturduğu bir proje… Diğer Müslüman milletler bizim kendi devletimiz olsun, biz kendi dilimizle konuşalım, eğitim görelim, bizim etnik kimliğimize dayalı bir anayasası olsun ama içimizdeki azınlık Müslüman uluslar bunu yapmasın. Biz kardeşiz ve ümmetiz deyip aykırı sesleri bölücülükle suçluyorlarsa şunu bilmeliler ki, Allah Arab’ı Aceme, Tür’kü Kürd’e üstün kılmamıştır. Üstün ve aziz olan yalnızca Allah, onun Resulü ve ona iman edenlerdir. İzzet de onlara aittir. Bunun zıddı bir söylemde bulunmak ise izzetsizlik ve fikri/imani ilkesizliktir. Hiçbir Müslüman, ümmetçiliğini ırkçılığının aracı ve perdesi olarak kullanamaz.
İslami olmayan “vatan millet Sakarya” kutsamaları ise bilimsel makale konusu olabilecek cinsten… PKK’nın Marksist bir örgüt olduğunu söylerken ve Kürdlerin onların peşinden gitmesini eleştirirken PKK ideolojisiyle benzer ideolojik fikirlerle kurulmuş devletlerini ve bazı ‘kurumları’nı yere göğe sığdırmaz, onları adeta peygamber komutasında sefere çıkan sahabelerden oluşan dokunul(a)mazlar bellerler. Onlara göre Türkler kutlu bir tarihe sahip necip bir millettir. Türkçe kutsal bir dildir. Kürtlere düşen ümmetin (Türklerin)! birliği için alt kimlik olduklarını kabul edip, kardeşlik pekişsin diye anadillerini kullanmaktan vazgeçmeleridir. Kabul edilmelidir ki bu düşüncenin ümmetçilikle ilgisi yoktur. Ve bu düşünce evvela ait olduklarını iddia ettikleri itikatlarına halel getirir. Bu düşüncenin bir diğer sakıncası ve maalesef sonucu ise Müslüman Kürd halkının PKK’nın peşinden sürüklenmesine hizmet etmesidir.
Elbet Müslüman Türkler derken bazı kesimleri kastediyoruz. Ölçüsü tamamen İslam olan ve itikadını ulus-bayrak-vatan-millet putları ile kirletmemiş Müslüman Türk kardeşlerimizin varolduğunu biliyoruz. Onları ikinci grup ümmetçiler olarak muadilleri olan ümmetçi Müslüman Kürdler’le birlikte değerlendirmek gerekir.
Ümmetçiliğin bu ikinci versiyonu ise daha kabul edilebilir ve gerçekten İslami kaygılardan oluşan, sahih niyetli ümmetçiliktir. Bu türü daha çok Müslüman Kürdler’de görülmektedir. Devlet ile PKK arasında tercihte bulunmak istemeyen (haklı olarak), Kürd sorununun çözümünü İslam gelinceye ve Ümmet olununcaya kadar erteleyen bir ümmetçilik anlayışı… İslam gelince zaten bu sorunlar çözülecektir. Bu yüzden şimdi bu kavgaya alet olmamak gerekmektedir onlara göre. ‘Ya İslam gelmezse! Ya ümmet olunamazsa! çekincesi’ onlarca anlamsız görünmektedir.
İslam, hakların talebini ‘kendisi’ gelinceye dek erteleyen bir şey değildir. İslam Hakk’a teslim olmaktır. Varsa bir haksızlık gücün yetiyorsa o anda gidermek, gücün gidermeye yetmiyorsa dilinle bu haksızlığı dillendirmektir. Ona da yetmiyorsa gücün…
İslami bilince sahip Müslüman Kürd bireyleri veya cemaatleri bu sorunu dillendirip Kürdlerin Marksist kişi ve örgütlerin arkasından gitmesini engelleyebilirlerdi. En azından bu düzeyde kitleleşmeleri mümkün olmayabilirdi.
İslami talepler somut realitelere indirgenmedikçe kitleler nezdinde anlam ifade etmez. Hadi İslam için çalışalım, İslamı hakim kılalım, insanları islamın hizmetine sokalım, bu arada bütün sorunları işte biz islamı getirene kadar erteleyelim, dile getirmeleyelim, nasıl olsa biz islamı getirince (?) bu sorunlar da kendiliğinden çözülecek!… Halbuki insanlar böyle soyut gerekçelerle ikna olmuyor. Zaten islamın da böyle bir özelliği yok! Beni getirin/hakim kılın sonra sorunlarınız kendiliğinden çözülür demiyor İslam. Bir de getireceğimiz İslam bizim anladığımız İslam ise seyreyle sen gümbürtüyü! İran’ı görüyoruz. Evet orda bir İslam hakim. Fakat anayasasına mezhebini sokanların anladığı bir İslam hakim. Caferilik üst kimlik orda. Kürd sorununu çözememiş bir İslam devleti…
Daha somut ve halkın sorunlarına daha yakın söylemler ve eylemler, anlaşılırlığı artırıp İslam’ı ‘an’a çözümü olan bir din olduğu hususunda inandırıcı kılacaktır. Başörtüsü ne kadar İslami bir hak ise ana dilde eğitim de o kadar İslami bir haktır. Filistinli Zehra’nın gözleri ne kadar kutsalsa Kürdistanlı Ceylan’ın gözleri de o kadar kutsaldır. Haklar bir bütündür. Ve alınabildiği kadar alınmaya çalışılır. Kürdlerin reddedilen ve gaspedilmiş haklarını dillendirmek ve iade edilmesini talep etmek tamıtamına İslami bir taleptir ve bunun adına İslami mücadele denir, eğer talepçiler Müslüman ise.
Meselenin zor tarafları da var muhakkak. Örneğin Kürdistan’da aykırı her sesi ajan ve devlet güdümlü diye damgaladığını biliyoruz PKK’nın. Kendisini bu sorunun sahibi ve tek muhatabı görenler Abdulmelik Fırat’a bile tahammül edemiyorlardı. O bile ajandı onlara göre. Büyük bir kitleye sahip olmaları halkı da ikna etmelerini kolaylaştırıyor. Daha doğrusu onların söylediğine iman ediliyor maalesef. Bu durumun ümmetçilik yapılarak aşılamayacağı ortadadır.
Her ne olursa olsun Müslüman Kürdler, ümmetçilik adına sorunları göz ardı edemez, erteleyemez. Ümmet, herkesin eşit haklara sahip olduğu Müslüman uluslar birliği ise, Kürdün diğer Müslüman halklarla eşit haklara sahip olduğunu iddia etmek ümmet fikrine hizmet olarak kabul edilmelidir. Kürdler varolan bir ümmeti dağıtmış olmuyorlar haklarını talep ederken. Olmayan bir ümmet adına ümmetçilik yapmak ise ’dam üstünde saksağan vur beline kazmayı’ sözü ile açıklanabilir ancak.
Ceylan’ın gözlerini görmeyen bir ümmeti ne etsin Ceylan’ın annesi! ALİ ÖMER ESEDOĞLU [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]