|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Nesli_Nur,Açılış Tarihi: 14 Şubat 2013 (23:30), Konuya Son Cevap : 17 Ocak 2017 (09:58). Konuya 1 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
14 Şubat 2013, 23:30 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 20510 Üyelik T.:
01 Ekim 2012 | gıybete düştüğümüz noktalar... gıybete düştüğümüz noktalar... Dünya işte bu kadar yalandı, geçiciydi… Geçtiğimiz aylarda, mahallemizde bir hanım aniden vefat etti. Elli yaşlarında, bazı kronik hastalıkları olan ama “ayakta gezen” bir kadıncağızdı. Çocukları hemen ambulans çağırmışlardı ama daha onlar gelmeden önce, son nefesini teslim etmişti. Doktorlar beyin kanaması dediler. “Ecel gelmiş cihâne, baş ağrısı bahane.” … Doğrusu hepimiz sarsıldık, onun “Akşama ne yemek yapacağım?” diye uğraşırken, bir anda dünyasını değiştirmesi karşısında… Dünya, işte bu kadar yalandı, bu kadar geçiciydi. Bilmem farkında mıyız, bir vefat haberi duyunca aramızdan ayrılan kişiyi az çok tanıyorsak, onda gördüğümüz halleri ve onun hakkında söylenenleri hatırlayıveririz. İyi veya kötü… Müminler birbirleri hakkında, Cenab-ı Hakkın şahitleridir. Kalbimiz, ister istemez bir kişinin hakkında, bir intibaa kapılıveriyor. Dilimiz, her ne kadar ölünün arkasından kötü konuşulmaz diyerek sükût etse de -ki etmeli- kalp bu, elde değil; duyduğumuz bir söz, gördüğümüz bir hal, kalbimize bir hatıra atıveriyor. İşte, o zaman insan ürperiyor, acaba ben de bir gün toprağa uzatıldığımda, arkamdan insanlar ne hatırlayacak? Acaba sohbetlerimi, hayırlı nasihatlerimi, hayırlarımı mı? Yoksa gıybetlerimi, laf taşımalarımı, münakaşalarımı mı hatırlayacak? … Ne korkunç değil mi? Arkamızda bıraktığımız kişiler, belki de istemeseler bile, kalpleriyle şahitlik yapacaklar. Yine de gıybet eder miydik? Hocaefendi soracak “Hakkınızı helal ettiniz mi?” diye. Oradakiler belki adet yerini bulsun diye “Helal olsun…” diyecekler. Ama acaba aralarında dili varmayan veya dili varsa da kalbi tasdik etmeyenler olacak mı? Siz de görmüşsünüzdür belki, hani geçenlerde haberlere konu olmuştu; bir adamın cenazesinde komşusu çıktı “Ben helal etmiyorum, zorla mı?” dedi. Öyle ya! Gönül bu, etmez etmez… Çok kırılmıştır, canı yanmıştır, günlerce üzülmüştür, etmek istemez. Hele bir de mizanına koyacak her bir hayır kırıntısına ihtiyacı varsa… Helal etmeyip hakkını almayı tercih ederse… ! Eğer bunlar üstünde ciddi ciddi düşünsek, acaba korkmadan, umursamadan kolayca konuşur muyuz? Hatta şöyle düşünelim, hesap gününü aklımızda tutup dursak, kendi derdimizi bırakıp başkalarıyla meşgul olmaya vaktimiz kalır mı? Gıybet de diğer günahlardan farklı değil aslında… Günahlara cesaret etmenin sebebi hep sonumuzu düşünmemek değil mi? Şu dünyada bulunuşumuzun gayesini düşünsek, vazifelerimizin şuurunda olsak, başkaları hakkında hüküm vermek gibi üstümüze vazife olmayan bir işle uğraşır mıydık? Bize ne başkasından! Bir zamanlar (Yanlış hatırlamıyorsam) İmam-ı Gazalî’nin Kalplerin Keşfi kitabını okuyorduk. Orada, tasavvuf adabının incelikleri bahsinde şöyle diyordu: “Bir dostunla yolda karşılaşınca ‘Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?’ diye sorma. Böyle sormak sana vazife değildir, malayanidir (seni ilgilendirmeyen, senden sorulmayacak bir şeydir.) Hem böyle sormakla, belki kardeşini yalan söylemeye mecbur edersin.” Ne gariptir ki, biz tam tersini yaparız. Birini görünce adeta hakkında rapor yazacakmış gibi inceden inceye lüzumsuz sorular sorarız. Yetmez, “Acaba doğru söylüyor mu?” diye şüpheye düşer, casus gibi araştırma bile yaparız. Mesela, üstüne ne giyinmiş, elindeki pakette ne var? Bu saatte ne işiymiş bu… Hatta sorgu hâkimi gibi detaylıca soru soran, üstünkörü geçiştirenlere kızanlarımız olur. “Niye saklıyor ki?” Hâlbuki bir düşünsek “Bize ne ki?” … Eğer sevap işlemeye gidiyorsa hasene defterini biz mi tutuyoruz? Günah işlemeye gidiyorsa alıkoyabilecek miyiz? … Belki sevap işlemeye gidiyor ve ihlâsı bozulsun istemiyor. Biz de kendi işimize bakalım, bize ne başkasından. Söylemek isterse zaten söyler… Veya tam tersi, belki günah işliyor ve bizi aleyhine şahit tutmak istemiyor. Bir gün pişman olacak af dileyecek, Rabbi de onu affedecek… Biz, ne diye ar perdesini yırtalım ki? Gıybetin anahtarı, başkalarının hallerini merak etmek… Bu sebeple, gıybeti yasaklayan ayete, su-i zandan ve tecessüsten sakındırarak başlamış Rabbimiz; “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (Hucurât; 12) İnsanlar niye birbirlerinin hallerini merak ederler ki? İki insan bir araya gelince başlıyor konuşmaya: “Filanca şöyle yapmış. Böyle etmiş.” diğeri kendi bilgilerini ekliyor: “Ben de şöyle duydum, böyle böyle de yapmış…” Her bir lüzumsuz malumat iletiliyor, birleştiriliyor. Üstünde hüküm veriliyor. “Niye yapmış? İyi mi yapmış, kötü mü yapmış? Aslında ne yapmalıymış...” Bunca konuşmanın faydası ne? İnsanlar hakkında hüküm verme vazifesi, içimizden bazı kişilere verildi de haberimiz mi yok? İman edenler neye iman ettiklerinin farkında olsa, kendi boyunlarındaki borcun şuurunda olsa, başkalarıyla uğraşabilirler mi? Bazen gıybetin yanlışlığını inkâr etmek için ona bir meşruiyet kılıfı arıyoruz. Mesela “Açıktan günah işleyen günahkâr kişinin gıybeti olmaz” diyoruz. Bu bazı hususlarda doğrudur. Mesela, gençlere örnek olması tehlikesi olan bir kimse, açık açık haram işliyor ve bunu iyi bir şey gibi reklam ediyor. O zaman onun yanlış olduğunu, kimsenin ona özenmemesi gerektiğini söylemenin bir faydası vardır. Fakat bunda dahi, en doğru yöntem şahsı hedef almamak, amelin yanlışlığını söylemektir. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam, böyle bir hatayı ikaz etmek istediğinde isim vermeden “Bazı kişilere ne oluyor ki böyle yapıyorlar” buyururdu. Hem bunu günah olduğu kesin ve açık olan şeylerle sınırlı tutmak gerekir. Mümin müminin en ufak bir mekruhunu veya kendince yanlış yorum gibi görünen tercihini, mezhebini, meşrebini dile dolamamalıdır. Bunda faydadan çok zarar vardır. Bir gün hanımlar arasında bazı hanımların, tesettür konusundaki kusurlarını konuşuyorduk. “Bunların yanlışlığı söylenmeli ki genç kızlar bunları örnek almasın” diyenler oldu. Ama bir yanda da şunu fark ettik, eğer mükemmel değil diye, her bir kardeşimizi eleştirmeye başlarsak kızlarımız şöyle düşünecek” demek ki ne kadar örtünsen de illa ki eleştiriye uğruyorsun. Başın açık olsa bundan daha rahat oluyorsun. O zaman kimse bir şey diyemiyor.” (!) Müminlerin cemaati, birbirini eleştiren, araştıran, sorguya çeken, dedikodusunu eden, sıkıntı verici bir cemaat olmamalı. Yoksa herkes, müminlerin cemaatinden kaçmak ve başına buyruk yaşamak ister. Hem, kimse kimsenin iç âlemini bilemez ki. Belki senin kendinden aşağı basamakta gördüğün arkadaşın şu anda ağır adımlarla yükselmektedir. Sen ise kendini üstün görüyorsun ama belki de kendini koyup başkalarını eleştirmek yüzünden şu anda iniştesin. Ayrıca, sonunu bilmiyorsun ki… Ne kendininkini, ne başkasınınkini… Zaten sonumuzu düşünsek, büyük bir fayda mülahaza etmedikçe başkasının haliyle meşgul olur muyuz? Ne zaman gıybet olmaz? Elbette başkasının arkasından konuşmanın zaruret, ihtiyaç veya faydalı olduğu haller de olabilir. O zaman, sadece gayeye matuf olmak şartıyla konuşulabilir. İmam-ı Gazalî, müminin arkasından konuşmanın helal olması için şu şartları sıralıyor: “Bir mümin bir müminle, üçüncü bir şahıs hakkında, ticaret, ortaklık veya evlenme gibi bir muamele yapmak üzere, seninle istişare etmek için başvurduğunda, kesin bildiğin şeyi söylemek caizdir. Çünkü bunda, birisinin aldanmaması ve zarara uğraması gibi faydalar vardır. İşte o zaman “O, dürüst biri değildir. Kızını verme, ortak olma…” denilebilir. Yahut kişi hakkını alabilecek bir kişiye veya hâkime başvurup olup biteni anlatırsa bu gıybet olmaz. Ayrıca kötü örnek olmasın diye, yaptığının yanlış olduğunu söylemek de caiz olabilir. Ama “Zaruretler, miktarınca takdir olunur” kaidesince davranmalı, bir cevaz bulduk diye, günahkârın günahını dile dolamamalıdır. Çünkü bunda, nefsin kendini tezkiye etmesi tehlikesi vardır. Genellikle, başkalarını kınayanlar bu sırada “Ben öyle değilim” diye, kendini bu kusurdan münezzeh görür. Hâlbuki -mazaallah- Allah-u Zülcelâl bizi imtihan etmek üzere, bizi muhafaza ettiği koruma kalkanında bir delik açıverse bizim nefsimiz de aynı günaha düşmez mi? Gıybet edebilen, laf da taşır! Hem, gıybetlerin çoğu, her ne kadar sureti haktan görünse de nefsin sinsi hastalıklarının habercisidir. Mesela, zengin bir müminin hayatını tenkit eden kişinin, sinsi bir haset hastalığı olabilir. Güya onun israfını tenkit ediyor ama aslında kendisi elde edemediğinden canı sıkılıyor olabilir. Böyle kişileri Allah-u Zülcelâl, aynı nimetle imtihan etse bin beterini yapmayacaklarını bilebilirler mi? Hem hatalı olana istiğfar edip tevbe nasip olması için dua etmek varken, onun günahını dile dökmenin ne faydası var. Eğer o sözümüz kulağına giderse -ki gıybet edenler ve dinleyenler laf taşımaktan da geri durmazlar- müminlerin cemaatinden nefret edecek ve uzaklaşacak. Tevbe etmesi mümkün ise bile artık mümkün olmayacak… Ne kadar kötü… Hâlbuki bilmiyoruz ki kötü yanlarını gördüğümüz o kişinin, belki bilmediğimiz çok iyi yanları, çok hayırlı amelleri de vardır. Allah-u Zülcelâl onun o yanlarını da bildiğinden, onu seviyordur. Hatta biz ona buğzettikçe bize gazap ediyordur. Nereden bilebiliriz ki? … İşin doğrusu, gıybetlerimizin çoğu, iç yüzünü bilmediğimiz halde, suizan ederek kötü yorumladığımız şeylerdir. Çoğu zaman başkaları hakkındaki suizanlarımız, aslında kendi nefsimizin gizlediğimiz iç yüzüdür. Mesela, birisi hakkında şöyle düşünürüz: “Ne kadar kibirli ve soğuk. Bize hiç yakın alaka göstermiyor. Başarılarıyla şımarmış kendini beğeniyor.” Hâlbuki belki de o kişinin işi başından aşkın. Kafasını meşgul eden bir sürü düşünce var. Senin ondan alaka beklediğini fark etmedi bile. Hatta senin bu kadar önem vereceğini de düşünemedi. Belki de zannettiğinin tam aksine, o kişi kendisine hiç değer vermiyor, senin ona bu kadar değer verdiğini de bilmiyor. Herkesi, kendi gibi sanan yanılır Çoğu kişi, bir olayı kendi nefsinin aynasında ölçer biçer. Kendisi aynı durumda olsa ne yapacaksa herkes de öyle yapar zanneder. Hani meşhur fıkradır; iki köylü, yufka ekmeğini duru pekmeze batırıp yiyorlarmış. Tabi ekmek kuru, pekmez duru güzel olmuyormuş. Biri demiş ki: - Ağa şimdi ne yiyordur acaba? Diğeri demiş ki: - Ne yiyecek, o da şimdi tandır ekmeğini bala banıp banıp yiyordur… Herkes böyle düşünür. Elime aynı imkân geçse ben ne yaparım? Nasıl kibirlenirim? Başkalarına nasıl hor bakarım? Bu yüzdendir ki her gıybet, aslında o gıybeti yapan kişiyi ele verir. Kalpleri tertemiz kişiler ise başkaları hakkında hep hüsnü zan ettiklerinden birisi gelip “Şu kişinin öyle yaptığı konuşuluyor” dese bile “Yok canım hiç öyle şey olur mu?” derler. Tıpkı Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam ve sadık ashabı gibi… Allah-u Zülcelâl cümlemize böyle olmayı nasip etsin. (Âmin) HATİCE KÜBRA ERGİN
__________________ Derdi dünya olanin dünya kadar derdi olur... |
Konu Sahibi Nesli_Nur 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
inşikak süresini tanıyalım.. | Sorularla Sureleri Tanıyalım | bilinmez | 7 | 2883 | 26Haziran 2015 15:55 |
muttaffifin suresini tanıyalım.. | Sorularla Sureleri Tanıyalım | bilinmez | 10 | 6004 | 24Haziran 2015 15:17 |
Kıyamet Suresini Sorularla Tanıyalım | Sorularla Sureleri Tanıyalım | bilinmez | 11 | 7105 | 28 Nisan 2015 17:18 |
Tahrim Süresini Tanıyalım | Sorularla Sureleri Tanıyalım | bilinmez | 11 | 6322 | 03 Mart 2015 07:46 |
Casiye Süresini Tanıyalım | Sorularla Sureleri Tanıyalım | bilinmez | 9 | 3284 | 28 Ekim 2014 07:36 |
17 Ocak 2017, 09:58 | Mesaj No:2 |
Medineweb Baş Editörü Durumu: Medine No : 14593 Üyelik T.:
15 Kasım 2011 |
Allah razı olsun.cok guzel bir paylaşim.. : “Bir dostunla yolda karşılaşınca ‘Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?’ diye sorma. Böyle sormak sana vazife değildir, malayanidir (seni ilgilendirmeyen, senden sorulmayacak bir şeydir.) Hem böyle sormakla, belki kardeşini yalan söylemeye mecbur edersin.” Ne gariptir ki, biz tam tersini yaparız. Birini görünce adeta hakkında rapor yazacakmış gibi inceden inceye lüzumsuz sorular sorarız" Lutfen sormayın,insani cok zor durumda birakan bir sorudur bu..selamun aleykum aleykum.selam nereye gidiyosun bi yerdenmi geliyosun napicaksin Her yerde olabilirde,Küçük yerlerde ve köylerde sıkça karşılastığımız bir durum Sormayanada açıklama yapma gereği duyarlar sırf bu baski yüzünden Malayani şeylerin ardina dusmekten Giybetin her turlusünden Rabbim muhafaza eylesin..
__________________ ~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~ |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
noktalar ölümle olur,,, virgüller yaşayışda,,, | Sükutu-Ezber | Sükutu-Ezber | 11 | 05 Nisan 2022 00:19 |
Sağlık için püf noktalar/MEDİNEWEB | AlimOğlu | Sağlık / Beslenme | 1 | 12 Şubat 2020 10:50 |
İçine düştüğümüz kaosa Kur’an’dan çözüm | EyMeN&TaLhA | Makale ve Köşe Yazıları | 1 | 11 Ocak 2014 13:18 |
El ve tırnakların bakımı ile ilgili püf noktalar | Arasat | Kadın Bakım-Güzellik | 0 | 09 Nisan 2009 22:37 |
Müslüman şöyle olmalı veya yapmamalı gibi genel ifadeleri kullanmak gıybete girer mi | MERVE DEMİR | Soru Cevap Arşivi | 0 | 07 Nisan 2009 22:54 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|