|
Konu Kimliği: Konu Sahibi MERVE DEMİR,Açılış Tarihi: 25 Kasım 2007 (00:38), Konuya Son Cevap : 02 Eylül 2008 (11:29). Konuya 25 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
25 Kasım 2007, 00:38 | Mesaj No:1 |
Ayetullah'il Uzma İmam Humeyni'nin (ra) Hayatı ve Yaptıkları Ayetullah'il Uzma İmam Humeyni'nin (ra) Hayatı ve Yaptıkları İran İslâm Cumhuriyeti lideri ve kurucusu, fakih ve arif İmam Humeynî, 24 Eylül 1902’de Humeyn şehrinde doğdu. Haziran 1989 yılında Tahran’ın kalp hastanesinde vefat etti. Asıl adı Ruhullah soyadı Mustafavî olan, ancak Musevî-yi Humeynî olarak tanınan İmam Humeynî’nin babası, zamanın ulemasından sayılan Seyyid Mustafa idi. Beş aylık iken babasını kaybetti. Dönemin hükümetine bağlı feodal güçler tarafından şehid edilerek öldürülen babasının akrabaları, katilin kısas edilmesi için "Darul Hükümeye" Tahran’a gelerek bu konuda ısrarları sonucu katil kısas edilmiştir. [CENTER][B][I] Çocukluk dönemini Ayetullah Hansarî’nin (Zubdetu’t-Tesanif’in yazarı) torunlarından olan annesi Hacer hanım ve halası Sahibe hanımın yanında geçirmiş, fakat onbeş yaşında iken hem annesini hem de halasını kaybetmiştir. Çocukluk yıllarından itibaren dinî medreselerde temel dersleri (Arap dili ve edebiyatı, mantık, fıkıh ve usul) almaya başlamış ve Mirza Mahmut İftiharu’l-Ulema, Hac Mirza Necefî-yi Humeynî, Ayetullah Şeyh Ali Muhammed Burucerdî, Ayetullah Muhammed Gulpayganî ve Ayetullah Abbas Erakî gibi bölgenin büyük ulema ve hocalarından [RIGHT][B][I] dersler alarak 1919 yılında Erak İlmiye Medresesine girdi. Burada birçok dersleri okuduktan sonra Kum İlmiye medresesine geçerek felsefe ve ahlak derslerini, Ayetullah Muhammed Şahabadî ve Seyyid Ebu’l-Hasan Hakîm Kazvinî ve Hac Mirza Cevad Ağa Melikî-yi Tebrizî’nin yanında okudu. Menkul fıkıh ve usul derslerini ise Ayetullah Abdulkerim Hairî-yi Yezdî, ve Ağa Mir Seyyid Ali Kaşanî’den aldı. Fıkıh ve usul derslerinde çok başarılı olarak kısa zamanda ictihad (Muctehidlik) derecesine ulaştı. [CENTER][B][I] İmam Humeynî, Hicri 1339 yılında Ayetullah Abdulkerim Hairî’nin vefatından sonra artık kendisi felsefe, tehzibi nefs ve ahlak derslerinde Kum’un ünlü ulemasından biri olmuş; daha sonraları ise fıkıh ve usul derslerinin de ünlü hocaları arasında yer almıştır. O dönemde hükümet karşıtı olan şahsiyetlerle irtibat halinde olan İmam Humeynî, genç yaşına rağmen Şah Rıza Pehlevî rejimine karşı mücadele vermeye çalışıyordu. Ayetullah Hairî’den sonra Kum’un önde gelen ulemasından Ayetullah Burucerdi’ye bir süre güncel meseleler hususunda yardımcı olan İmam Humeynî, o büyük zatın da vefat etmesinin ardından, Kum Medresesi ve ilmî çevrelerde "Ayetullahi’l-Uzma" olarak tanındı. [B][I]1958’de Eyalet ve Vilayet Cemiyetlerinin kurulması ve Şah’ın "Altı maddelik tasarıları"nın ortaya konulmasıyla, Şah rejimi aleyhine şiddetli mücadelesini başlattı. 5 Haziran 1961’de meydana gelen kanlı olaylardan sonra rejim aleyhine yaptığı bir konuşma sonucu tutuklanarak Tahran’daki İşretâbâd askeri ceza evine konuldu. Serbest kaldıktan bir yıl sonra, kapitülasyon tasarısı aleyhine yaptığı ateşli konuşmasının ardından tekrar tutuklandı. Ancak bu kez cezaevine değil, 4 Kasım 1965’te Türkiye’ye sürgüne gönderildi. Bir süre sonra İmam Humeynî, Türkiye’den Irak’a geçti ve bu, Irak’ın Necef kentinde talebe yetiştirmekle meşgul olacağı onbeş yıllık uzun bir sürgünün başlangıcıydı. [CENTER][B][I] İmam’ın oğlu Seyyid Mustafa’nın Şah rejimi gizli istihbarat servisleri tarafından öldürülmesinin ardından İran’da karışıklıklar meydana geldi. Şah rejiminin aleyhine bir ayaklanma başlatıldı. İmam Humeynî’nin önderliği altında yürütülen bu hareketler sonucunda İrak’tan Fransa’nın Paris kentine geçti. 1 Şubat 1979’da Şah’ın İran’dan kaçmasının ardından İmam Humeynî onbeş yıllık bir sürgünün ardından büyük bir karşılama ile ve İran halkına bağımsızlık, özgürlük ve İslâm Cumhuriyetini hediye olarak getirerek İran’a geri döndü. Onun geri dönüşü devrimin gidişatını daha da hızlandırdı ve 11 Şubat 1979’da İmam Humeynî’nin başlattığı uzun mücadele zafere ulaştı ve halkın büyük desteği ile Şah rejimi tarihe karışarak yerine İran İslâm Cumhuriyeti rejimi kuruldu. İmam Humeynî İnkılabın zaferinden on yıl sonra, 4 Haziran 1989’da Tahran’da vefat etti.[CENTER][RIGHT][B][I]İMAM KHUMEYNİ(ra)’NİN ESERLERİ 1-Sahur Duası Şerhi 2-"Re’su’l-Calût" Hadisinin Şerhine İmam’ın Haşiyesi 3-"Akıl ve Cehl Ordusu" Hadisinin Şerhi 4-"Fusûsu’l-Hikem"in Şerhine Haşiye 5-"Kırk Hadis" Şerhi 6-Namaz Âdâbı (Âdâbu’s-Salat) 7-"Esfar" (irfani eserler) Haşiyesi 8-Envaru’l-Hidaye fi’t-ta’lîgatu Ale’l-kifaye ( 2 cilt), 9-Risaletu’l-İstishab 10-Risaletu’l-İctihad ve’t-Taklid 11-Risale fi’t-Taleb ve’l-İrade 12-Risale fi’l-Kâ’ideti min Mulk 13-Kitabu’t-Tahâre (4 cilt) 14-Mekâsib-u Muharrame (2 cilt) 15-Risaletu Necati’l-İbad 16-Ayetullah El-Uzma Burucerdî’nin Fıkıh Dersleri 17-Hac Fetvaları 18-Kitabu’l-Bey’ (5 cilt) 19-Kitabu’l-Halel fi’s-Salat 20-Cihad-ı Ekber yada Nefse Karşı Mücadele 21-Fetvalar 22-İrfanî Mektuplar 23-"Re’su’l-Calût" Hadisinin Şerhi 24-"Fevaidu’r-Razaviyye" Şerhine Haşiye 25-Misbahu’l-Hidaye ile’l-Hilafe ve’l-Vilaye 26-"Misbahu’l-Uns"a Haşiye 27-Sırru’s-Salat (Salatu’l-Ârifîn ve Mi’racu’s-Salikîn) 28-Risaletu Likâu’llah 29-Keşfu’l-Esrar [B][I] 30-Bedayiu’d-Durer fi Kâidetu Nefyi’d-Darar 31-Risaletu fi’t-Teâdul ve’t-Teracîh 32-Menahicu’l-Vusul ilâ İlmu’l-Usul (2 cilt) 33-Risaletu fi’t-Takiyye 34-Risale fi Ta’yîni’l-Fecr fi’l-Leyalî’l-Mukammere 35-Ta’lîka ale’l-Urvetu’l-Vuska 36-Ta’lîka alâ Vesiletu’n-Necat 37-Miras Risalesine Haşiye 38-Tevzihu’l-Mesail (İlmihal risalesi) 39-Tahriru’l-Vesile (2 cilt) 40-Takriratu Durus-i İmam Humeynî 41-İslâmî Hükümet yada Velayet-i Fakîh 42-Hamd Suresi Tefsiri 43-Şiir Dîvanı 44-Siyasî-İlahî Vasiyetname (son mesaj) 45-Sahife-i Nur (İmam’ın mesajları, konuşmaları, röportajları, mektup ve ahkâmı, 22 cilt) | |
Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... | Videolar/Slaytlar | Medine-web | 1 | 2898 | 23 Ağustos 2013 00:41 |
İran Emperyalizmi | Makale ve Köşe Yazıları | Medine-web | 6 | 3640 | 26 Ocak 2013 22:53 |
gerekli gereksiz bir şiir.. | Makale ve Köşe Yazıları | MERVE DEMİR | 0 | 3281 | 06 Aralık 2012 10:48 |
olmamış kayınbiradere mektup :) | Komik Paylaşımlar | Allahın kulu_ | 10 | 7794 | 03 Kasım 2012 23:19 |
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür | Makale ve Köşe Yazıları | Esadullah | 11 | 7261 | 02 Ekim 2012 21:16 |
25 Kasım 2007, 00:49 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Ayetullah'il Uzma İmam Humeyni'nin (ra) Hayatı ve Yaptıkları İran lı bayanlarin imamin huzurundaki konuşması [FLASH=425,350]http://www.youtube.com/v/rO2rf8KPacI[/FLASH] |
25 Kasım 2007, 01:05 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Ayetullah'il Uzma İmam Humeyni'nin (ra) Hayatı ve Yaptıkları İMAM’IN GORBAÇOV’A YAZMIŞ OLDUĞU MEKTUP 03.05 .2005 İmam Humeyni (r.a.) ondört asır önce Resul-u Ekrem’in (s.a.a.) değişik bölgelerin hükümdarlarna elçiler göndererek onları İslam’a davet sünnetini yerine getirmek amacıyla, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birligi (SSCB) Başkanı Mihail Gorbaçov’a 1989 yılında “İslama davet” niteliği taşıyan bir mektup yazar. Yaşamının her alanında Peygamberlerin ve İmamların sünnetini uygulayan İmam Humeyni, bu davranışıyla insanlara bu sünnetlerin günümüzde de uyulanabilirliğini göstermiştir. Ayetullah Cevadi Amuli’nin başkanlığını yaptığı bir heyetin Moskova’ya götürmüş olduğu mektupda İmam şöyle buyuruyor[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]: “ Sayın Gorbaçov, hakikate yönelmek gerekir. Sizin ülkenizin temel sorunu mülkiyet, ekonomi ve özgürlük meselesi değildir. Sizin temel sorununuz, Allah’a gerçek inancınızın olmayışıdır. Bu sorun batıyıda aynı şekilde çıkmaza sokmuş ya da sokacaktır. Yine sizin asli sorununuz, sizin Allah’a, varlığın başlangıcına ve yaratılış ilkesine karşı uzun ve boş bir mücadeleye girmiş olmanızdır. İmam’ın bu sözlerinin ne denli cesurca olduğunu anlayabilmek için o dönemin tarihçesini bilmek gerekir. Zira o dönemde ülkeler ya doğuya yani SSCB’ye yada batıya yani ABD’ye yaslanmak zorundaydı yoksa tek başlarına yaşama olanakları yoktu. Bu sözlerin dünyaya hüküm süren iki ülkeden biri olan SSCB başkanına yönelik olmasının yanısıra, ABD’nin İslam Cumhuriyeti’ne ambargo uyguladığı bir zamanda söylenmiş olması, İmam’ın “Ne Doğu ne Batı” sloganını uygulamadaki kararlılığını gösteriyor. “ Sayın Gorbaçov, şurası herkes için açıktır ki, bundan sonra komünizmi dünyanın siyasi tarihinin müzelerinde aramak gerekir. Çünkü marksizim, insanın gerçek ihtiyaclarından hiçbirine cevap verecek güçte değildir. Çünkü maddi ve materiyalist bir doktrindir. Maddiyat ile de insanlığı –batıda ve doğudaki tüm insanların en temel sorunu olan- maneviyat inançsızlığı buhranından kurtarmak mümkün değildir.” .... “Sizden ciddi olarak istediğim şey şudur: Hayaletten ibaret marksizm duvarlarının yıkılışı esnasında batının ve özelliklede büyük şeytan Amerika’nın zindanına esir olmayın. Komünizm dünyasının kamburlaşmış yetmiş yıllık son çürük yuvasını tarihin ve ülkenizin çehresinden silmenin ve gerçek övüncünüzün bilincine varmanızı ümit ederim.” İmam Humyeni’nin (r.a.) bu sözlerinin devamındaki “Komünizmin kemiklerinin çatırtısının sesi evlatlarının kulaklarına ulaşmıştır” cümleside onun ne kadar ileri görüşlü olduğunu ortaya koymaktadır. Zira bu mektuptan belli bir süre sonra SSCB’deki komünist sistem çökmüş ve ülke dağılmıştır. İmam mektubun devamında Kur’an-ı Kerim’den örnekler vererek İslam felsefesindeki bazı konulara değinerek Gorbaçov’a bazı İslam filozof ve alimlerinin eserlerini okumasını tavsiye ederek şöyle devam ediyor: “Sayın Gorbaçov, ... sizden İslam üzerinde ciddi bir şekilde durmanızı, düşünüp araştırmanızı istiyorum. Bunu isterken de İslam’ın ve müslümanların size ihtiyaçları olduğu için değil, bilakis bütün milletlerin kurtuluşunu ve mutluluğunu sağlayabilecek yeterlilikte olan ve insanlığın en temel sorunlarını çözebilecek güce sahip olan İslam’ın evrensel ve yüce değerleri açısındandır.” ... Vesselamu ala meni’t tebea’l Huda[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] İmam Humeyni, “O peygamberler ki Allah’ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka hiçkimseden korkmazlar”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] ayeti ile “Dosdoğru alimler ilahi peygamberlerin varisleridir. Onların mirası ise, Allah’tan başka hiç kimseden korkmadan dinin gereklerini yaymaktır.” hadisine, çağmızın en güzel örneğidir. |
02 Eylül 2008, 11:08 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Ayetullah'il Uzma İmam Humeyni'nin (ra) Hayatı ve Yaptıkları İmam Humeyni'nin (r.a) Örnek Hayatı 01/02/2008 İmam'ın Cesareti Şevval ayının 25'i 1342 (1964) yılında, İmam Cafer-i Sadık'ın şehadeti yıldönümünde Şah'ın özel harekât komandoları köylü kılığında Feyziyye medresesine saldırdılar ve üç gün boyunca halkı ve talebeleri dövdüler. O günün sabahı İmam'ın evinde merasim olduğunu biliyorlardı bu yüzden toplanan halkı dağıtmak için halkın arasına girerek İmam'ın evine gittiler. İmam bu durumu görünce kendisi kalkıp "Bir kanşıklık çıkarırsanız halka, sizi parça parça etmelerini söylerim" dedi. Onlar bunu işitince korkup teker teker dışan çıktılar. Şah'ın askerleri Feyziyye medresesine saldırdığı zaman ben İmam'ın yanındaydım, Şah askerlerinin medreseye saldırdığı ve bir grubu ikinci kattan aşağı attıklannı, yaşlıları dövdüklerini odalann kapılarını kırdıklannı ve ellerine geçen Kur'an'lan yaktıklarını ve halka Moğol ordusu gibi davrandıkları haberi geldi. Gün batımına yakın ardı ardına haberler İmam'ın evine saldırılacağı haberi geliyordu. Oradaki arkadaşlardan birisi kalkıp kapıyı kapattı, İmam kapının kapatıldığını anlayınca ayağa kalkarak şöyle dedi "Orada çocuklarım olan talebeleri dövsünler ve medreseyi yakıp yıksınlar ama burada benim evimin kapısı kapalı kalsın öyle mi?" Sonra evin kapısını açmaları için emir verdi. Daha sonra kendisi kapının önüne giderek dedi ki: "Bırakın isteyen herkes gelsin" Hacı Ahmed şöyle anlatıyor "İmam'dan şöyle bir soru sordum, Türkiye'ye sürgün edilirken uçağa bindiğiniz zaman kendinizi nasıl hissediyordunuz?" İmam şöyle cevap verdi: Sizin yanınızda nasıl ise, o zaman da öyle!'' İmam,1343 (1965) yılında yaptığı bir sohbetinde şöyle buyurdu "Vallahi ben ömrümde korkmadım beni gece yarısı tutuklayıp götürdükleri zaman onlar korkuyorlardı ama ben onlara teselli veriyordum. Beni tutuklayıp Tahran'a götürürlerken önde oturanlardan birisi sağ taraftaki tuz gölünü arkadaşına gösterdi, çünkü devlete karşı şiddetli faaliyet gösteren bazı müminleri o göle atmışlardı. Eİliyle orayı gösterince kastının ne olduğunu anladım, ama ben ne onlarla yola çıktığımda korktum, ne de o gölü gösterdikleri zaman!" İmam, Şah'a karşı ilk konuşmasını yaptığı sıralarda devlet tarafından tehditler çoğalmıştı bazı geceler İmam'ın tutuklanma ihtimali vardı işte bu yüzden tutuklamak için geldikleri zaman İmam'ı bulamamaları için yerini değiştirip başka bir yerde uyumasını istiyorduk, Fakat İmam asla kabul etmiyor ve yerini değiştirmiyordu. 15 Hordat gecesi İmam'ı tutuklamak için geldikleri zaman evde çalışan Meşhedi Ali'yi dövdüler. İmam gürültüyü işitince bağırarak şöyle dedi "Bu yaptığınız vahşilikler de nedir böyle?, Ruhullah Humeyni benim! Başkalarına neden zarar veriyorsunuz?" İmam, Ayetullah Hairi ve Ayetullah Burucerdi zamanında İslami faaliyetlerin başında gelirdi. Örneğin Ayetullah Burucerdi zamanında gelişen bazı siyasi olaylardan dolayı din âlimleri arasından birinin Şah'la yüz yüze konuşması gerekiyordu ve bu âlim diğer âlimlerin sözlerini çok açık ve net bir şekilde Şah'a söylemeliydi bu âlim Ruhullah Humeyni'den başkası değildi. İmam Şah'la yaptığı iki görüşmede âlimlerin sözlerini tamamen iletti ve Şah'ı kullandığı siyasetten dolayı ikaz etti. 14 Hordat 1342 yılında (yani kanlı 15 Hordat olaylarından bir gün önce) Şah'ın özel harekât komandolan İmam'ın konuşma yaptığı topluluğu dağıtmak için Kum'a gelmişlerdi. Bir grup İmam'ın yanına giderek şöyle dediler "Hayatınız tehlikededir eğer mümkünse bu gün dışan çıkmayın" İmam onlara cevabında "Hayır herkesin beni görmesi için üstü açık bir jiple konuşmaya gideceğim" dedi. Tevazü İmam, öğrencilerine ve hatta toplumsal ve ilmi yönden kendisinden aşağı derecede olan insanlara karşı her zaman alçak gönüllü davranırdı. Yıllar önce yaz aylarında Azerbaycan'a giderdim, İmam, Azerbaycan ile ilgili önemli bir konuda beni yanına çağırdı, konuya başlamadan önce bana hitaben dedi ki "Size zahmet verip buraya kadar getirdiğim için özür dilerim." İmam'ın bu sözleri beni öyle etkiledi ki ağlamaya başladım ve kendi kendime "Allah'ım böyle azametli bir insan nasıl bu kadar mütevazı olabiliyor?" dedim. İmam selam vermekte herkesten önce davranırdı, başkalannın yanına gittiği zaman onlardan önce selam verirdi. Bütün süper güçlerin adını işittiği zaman korkuya kapıldığı o büyük ve azametli insan o kadar yumuşak ve merhametli idi ki, eğer çocuklara dahi rastlasa selam verirdi. Gece namazına kalktığı zaman kimsenin rahatsız olmaması için lambayı yakmazdı küçük bir el lambası ile karanlıkta abdest alır, namazını kılardı ve yine kimsenin rahatsız olmaması için ağır adımlarla yürürdü. İmam bütün çocukların özellikle en büyük oğlu şehid Mustafa'ya çok ihtiram gösterirdi. Bazen İmam, bir bahaneyle mutfağa gider ve bize çay getirirdi, tabi biz İmam'ın bu davranışından dolayı çok utanırdık fakat İmam bununla bize çocuklara güzel davranmanın ne olduğunu öğretirdi. İmam'ın özelliklerinden başkabirisi de, övülmeği sevmemesiydi. Bazıları konuşmalarında İmam'ı çok över veya çok aşırıya kaçarak gerçek dışı bazı şeyler söylerlerdi. İmam, onları çağırır şöyle söylerdi "Niçin aşırıya kaçıp beni olduğumdan farklı göstermeye çalışıyorsunuz?" Bir gün İmam'ın karşısında konuşma yapan birisi İmam'ı çok övdü, İmam, orda itiraz ederek şöyle dedi: "Niçin aşırıya kaçıyorsunuz?" İmam, halkla olan görüşmelerinde dahi böyle davranırdı ve her zaman şöyle söylerdi: "Halka söyleyin benim için söyledikleri sloganlarda aşırılığa gitmesinler, bu sloganları benim için değil İslam için söylesinler!" İmam bazen damadının evinde kalıyordu, o günde bir şehid hanımı iki çocuğuyla İmam'ın evine geldi. Havanın soğuk olması ve yolun uzaklığı, iki çocuğuyla gelen bu hanımın sıkıntı içerisinde olduğunun bir göstergesiydi. O hanım İmam'ı görmekte ısrar ediyordu, kapıcı ise İmam'ın evde olmadığını söylüyordu, buna rağmen o,İmam'ı görmekte ısrar ediyordu. O sırada İmam'ın oğlu Hacı Ahmed geldi ve o kadın İmam'ı görmek istediğini ona söyledi, O da beni çağırdı ve dedi ki "Arabayı getir ve bu bayanla çocuklarını İmam'ın kaldığı eve götür." Ben onları İmam'ın kaldığı eve götürdüm ve İmam'ın torunu Ali'ye dedim ki "İmam'a bir şehid ailesinin onu görmek istediğini ve uzak yoldan geldiklerini haber ver" Ali çabucak gidip İmam'a haber verdi. İmam ayağa kalkarak onları içeri davet etti ve onları güler yüzle karşıladı ve dedi ki "Niçin bu soğuk havada çocukları buraya getirdiniz, ben kimim ki neden beni görmek için bu kadar zahmete katlandınız?" Daha sonra çocuklarla ilgilenmeye başladı bu arada kadın, kocasının tağut rejimle çarpışmada şehid olduğunu söyledi ve çocuklarının sorumluluğunun üzerinde kaldığını söyledi. İmam dedi ki "Eğer bir ihtiyacınız varsa söyleyin yerine getirsinler" kadın, ağlayarak dedi ki "Ağa bizim tek arzumuz sizi görmek ve elinizi öpmekti." İmam, ısrarla herhangi bir sıkıntısı olup olmadığını sordu. Ve kadın aynı şeyleri tekrarladı. İmam, bana dedi ki "Siz gidin arabanın klimasını çalıştırın çocuklar üşümesin ve nereye gitmek istiyorlarsa götürün." İmam'ın misafirlerinin çok olduğu bir gün, yemek yenildikten sonra tabakları topladım mutfağa götürdüm. Zehra (İmam'ın torunu) ile bulaşıkları yıkamaya hazırlandık, o sırada İmam'ın mutfağa geldiğini gördük, İmam'ın neden mutfağa geldiğini Zehra'dan sordum, sormakta haklıydım çünkü İmam'ın abdest saati değildi. İmam, kollarını sıvayarak şöyle dedi: "Bu gün bulaşıklar çok olduğu için size yardım etmeye gel dim." İmam'ın bu sözünden sonra bedenim titremeye başladı, "Allah'ım ne görüyorum, İmam bulaşık yıkıyor!" Zehra'ya dedim ki ne olur İmam'dan dışarı çıkmasını isteyin, bizim kendimiz bulaşıkları yıkarız. Bu benim için beklenmedik bir şeydi. Oysa bazı erkekler kendi evlerinde misafir gibiler, bütün işleri hanımlarının yapmasını bekliyorlar. İmam'ın bu yaşantısı bizim için örnek ve ders olmalı zira İmam gibi manevi ve ruhi yönden azamet sahibi bir insan bulaşıklara yardım etmek için mutfağa geliyor. Ben İmam'ın hayatı boyunca bir kez dahi birisi ile yüksek sesle konuştuğunu görmedim, bir işçinin adını dahi basit bir şekilde söylemez ve birini çağırdığı zaman onları ziyarete gider hal ve hatırlarını sorardı. İmam'ın bu ilgisi onları çok sevindirirdi. İmam'ın yaşam tarzı halkın seviyesindeydi normal halk gibi yaşardı. İbadet ve dersten başka bir uğraşı yoktu. Yani tam anlamıyla bir talebe hayatı vardı. Ev eşyası hep aynıydı ve asla normalin üstünde bir yaşantıya sahip değildi. İşte bu yüzden ilmi çalışmaları ve mütalaası çok fazlaydı, odaya girdiğiniz zaman kitapların içinde kaybolduğunu görürdünüz, her zaman yerde oturmuş önünde masası ve etrafında üst üste serili kitapları dururdu. 15 yıl İran halkı İmam ve önderlerinin yüzünü görmek için sabırsızca bekliyorlardı, İmam'ın geliş haberinin nasıl bir yankı yapabileceğini tahmin edebilirsiniz. İmam'ın gelişine yakın zamanlarda halk karşılama törenleri hazırlıyorlardı. Ben İmam'ın bürosundaydım, şehid Behişti telefon açtı ve dedi ki "İmam'ın gelişinden dolayı program yapıldı ve İmam'ın haberi olsun diye dedi ki "'Havaalanına halı sermek istiyoruz ve İmam'ın konuşma yapacağı yere kadar ışıklandırma yapacağız. İmam geldikten sonra havaalanından helikopter ile konuşma yapacağı yere götürülecek vs." Söylenenlerin hepsinin İmam'ın yanına giderek anlattım ve İmam her zaman ki gibi sözüm bitene kadar dinledikten sonra o kararlı ve açık konuşması ile başını kaldırarak şöyle dedi "Git onlara de ki "Bu ne haldir böyle, Kimi İran'a götürüyorlar? (böyle şeylere) asla gerek yok. Bir tane talebe İran'dan çıktı ve aynı talebe İran'a geri dönüyor. Ben kendi halkımın arasında olmak istiyorum (konuşma yapacağım yere) onlarla gitmek istiyorum, ayaklar altında ezilsem dahi." İmam, Paris'ten daha yeni dönmüştü o zaman ilk olarak refah okulunda kalıyordu. Halkı büyük bir şevk kaplamıştı "Allah-u Ekber Humeyni rehber!" sloganları atılıyordu. Ben, okulun hizmetlisi idim. İmam'ın okulda olduğunu biliyordum fakat hangi odada olduğunu bilmiyordum, odalardan birinin kapısını çaldım ardından, "Allah'ın kulu" diye cevap geldi. Ben İmam'ın olduğunu anladım ama içeri girip konuşmaya cesaret edemedim. İnkılâptan sonra Londralı bir bayan gazeteci İmam'la röportaj yapmak için Kum'a geldi ve ben Londra'da bulunduğum zamanlar beni tanıdığı için bizim eve geldi. İmam, Tahran'a götürülmeden önce ben İmam'ın damadına bu bayan gazetecinin çok sorusu olduğunu ve İmam'dan sormak istediğini söylemiştim fakat İmam, röportaj yapmayı kabul etmemişti. Bir akşam İmam bizim eve geldi tesadüfen o bayan gazeteci de bizdeydi. İmam geldiği zaman, bütün sorulannın cevabını bulmuştu. Büyük bir şaşkınlıkla "Nasıl olur da böyle sade bir şekilde buraya geliyor?" dedi. "Evet İmam, talebelerin evlerini ziyaret eder" dedim. O da aynı şaşkınlıkla "Dünya'da bu kadar yankı yaratan birisi hiçbir ön hazırlık olmadan kalkıp buraya nasıl gelebilir?" dedi. İmam'ın bu davranışından sonra o bayanın İmam'a karşı ilgi ve alakası daha çok artmıştı. İmam bir gün namazdan dönerken ben yanında olduğum için benim elimden tutmuştu (nasıl olduysa) İmam aniden elini elimden çekti, ben İmam'a olan sevgi muhabbetimden dolayı, birden elimi bırakması beni üzdü ve kendi kendime "acaba ne hata ettim de İmam böyle davrandı?" diye düşündüm. Eve geldikten sonra arkadaşlardan birisine dedim ki "imam'a git ve sor acaba benim bir hatamı mı gördü de o şekilde elini elimden çekti?" Arkadaşım İmam'a bunları söyledikten sonra İmam beni çağırttı ve yanına gittiğimde bana şöyle dedi: "Anlaşılan benim davranışımdan rahatsız olmuşsunuz." Ben "Sizin benden rahatsız olduğunuzu sandım" dedim. İmam, "elimi çektiğim zaman dikkat etmedim o kalabalıkta farkında değildim eğer elimi çekmemle sizi üzdüysem beni affedin" dedi. Ben, "Sizin benden rahatsız olduğunuzu düşünerek üzülmüştüm" dedim. Kalkıp gitmek istediğim zaman İmam dedi ki "Beni bağışladın mı?" Biz savaş yıllarında (İmam'ın ailesi) evde toplanır cephede savaşan askerler için bir şeyler yapardık, bazılarımız yorgan diker bazılarımız ise kuru yiyecekleri küçük ambalajlar halinde hazırlardık, İmam bizleri böyle gördüğü zaman çok mutlu olur ve çoğu zaman kendisi de yanımıza oturur bize yardım ederdi. Bir gün İmam'a dedim ki "İzin verin bu hazırladığınız poşetin arkasına, "Bu paket İmam'ın eliyle hazırlanmıştır!" yazalım ve bunu alan askeri sevindirelim." İmam, buna izin vermedi. Bir gün devlet sorumlularından birisi İmam'la görüşmek için içeri girdi yanında yaşlı babası vardı, arkadaş dışarı çıktıktan sonra şöyle dedi: "Ben İmam'ın odasına babamdan önce girdim, Babamı İmam'la tanıştırdım. İmam bana bakarak şöyle dedi "O baban mı?" evet deyince "Öyleyse neden babandan önce içeri girdin?" dedi. İmam, işlerinin yoğunluğuna rağmen en ufak ahlaki konuya dahi (birinin babasından önce bir odadan içeri girmesine) dikkat ediyordu. Bir zamanlar imam, devletin yiiksek kademelerinden bir sorumludan razı değildi ve onun hakkında "Bu kimdir neden onu görevden almıyorsunuz?" demişti. Hepimiz İmam'a, "izin verin araştıralım" diyorduk. Fakat İmam, hayır onu en kısa zamanda görevinden almamızı istiyordu. Ben dedim ki "İmam, bizim için sizin her söylediğinizin doğru ve yerinde olduğu ispatlanmış olmasına ragmen bu konuda biz görüş birliğine vardığımız için sizin bu konuda yanıldığınızı düşünüyoruz. İmam güldü ve şöyle dedi: "Bu kez yine benim söylediklerim doğrudur ve benim haklı olduğumu göreceksiniz." İmam o şahısın şimdilik görevde kalmasına izin verdi. Bu olaydan sonra bir ay geçmemişti ki o sorumlunun çok kötü davrandığını gördük ve görevden almak zorunda kaldık, İmam'ın yanına gidip selam verdikten sonra "Size bir şey söylemek istiyorum ama müjdemi isterim" dedim. İmam "tamam söyle" dedi. Ben,"Önce müjde vereceğinize söz verin" dedim. İmam "tamam müjdeni vereceğim konuyu söyle" dedi. Ben, yine de siz haklıydınız söylediğiniz o şahıs görevden alınmalıydı ve alındı. Program ve Düzenlilik İmam çok düzenli idi, sabah kalktığı saatten akşam vaktine kadar hiç bir işi düzensiz ve programsız değildi. Kitap okuması vaktinde idi, kısacası bütün işleri hatta ibadeti dahi belirli saatlerde idi. Bu yüzden biz İmam'ın hangi saatte ne yaptığını biliyorduk. Ve imamı görmek istediğimiz zaman dinlenme saatinde gidiyorduk. Aksi takdirde diğer saatlerde, örneğin ibadet ve ders saatlerinde imam meşgul olduğu için gidemiyorduk. İmam dinlenme saatlerinde 15-20 dakika yürüyüş yapardı ve biz imam yürürken yanına gider sorumuzu sorar veya sohbet ederdik. İmam her zaman talebeleri düzenli olmaya çağırırdı ve her işin vaktinde yapılması gerektiğini vurgulayarak şöyle söylerdi: "Sizin vaktiniz ve işiniz, onları düzene koyduğunuz zaman bereketlenir." İmam her zaman sabah namazından önce kalkıp gece namazı kılardı daha sonra sabah namazını kıldıktan sonra biraz dinlenir ve kitap okurdu. Ve kahvaltıdan sonra saat 11 'e kadar devlet sorumluları ile görüşme yapardı. 15-20 dakika dinlendikten sonra namaz için hazırlanırdı, namazı kıldıktan sonra öğlen yemeğini yer ve dinlenirdi. İmam'ın kendine has programı vardı yani her yaptığı işin belirli bir zamanı vardı. Eğer birine söz vermişse onu asla geciktirmezdi. İmam gençliğinden beri diizenli ve tertipli olmakla tanınıyordu; başarısının sırlarından birisi de diizenli olması idi. imam o kadar diizenliydi ki eğer yemek saatinden 5 dakika geçse ve imam gelmeseydi herkes imamın odasına koşardı ve mutlaka birisinin imamı geciktirdiğini göriirdük. İmam'ın kendine özgii özelliklerinden biriside günliik programlarının diizenli olması idi. İmam, giiniin biitiin saatlerinde belirli programları vardı, öyle ki mütalaası, ibadeti, duası, Müslümanların ve İslam devletinin sorunlarıyla ilgilenmesi, uykusu ve şahsi işleri programlı ve belirli saatleri vardı. İşte İmamın bu özelliği ömrünün her dakikasından faydalanmasını sağladı. Allah şahittir imam asla hedefsiz yaşamadı. Bazen eğer boş olduğunu görseydiniz mutlaka bir şey hakkında düşünüyordu. Bütün bir gün boyunca uğraşıyor ve çalışıyordu. Yani bir anını dahi boş geçirmiyordu. İmam 24 saat boyunca yarım saat yürüyüş yapıyordu. Bir Cuma günü imam bahçede yürüyordu ben ve hanımım (İmam'ın kızı) kanepenin üzerinde oturmuştuk, İmam'ın yürüyüşü bittikten sonra her zaman oraya oturur iki bardak çay içerdi. Hanımım İmam'a "baba çayınızı getireyim mi?" dedi, İmam saatine bakarak şöyle dedi "Daha birkaç dakika var'' Kesinlikle İmam'ın başarısının sırnnın vaktini ve işlerini düzenlemekte ve bu konuda olan disiplininde olduğunu söyleyebilirim. Öyle ki ömrünün bir dakikasını bile bu yüzden boş geçirmemiştir. İmam'ın bütün işleri düzenli ve saatinde yapılırdı, işleri o kadar dakik idi ki talebeler saatlerinin imamın işlerine göre ayarlıyorlardı. İmam dersine geç gelen öğrencileri bu konuda ikaz ederdi. Zira İmam'ın talebeliği zamanında derslere zamanında gelmesi meşhurdu. İmam, Türkiye'ye sürgün edildiği zaman sürgünde olmasına rağmen Türkiye'ye girer girmez kâğıt kalem istemiş ve Türkçe öğrenmeye başlamıştı. Bu konu İran rejimini bayağı tedirgin etmişti zira onlar İmam'ın hareketlerini en ince ayrıntısına kadar inceliyorlardı ve imamın niçin bu kadar acele Türkçe öğrenmek istediğini merak ediyorlardı. İmam, Türkiye'de öyle bir iş başardı ki ehl-i beyt uleması tarihinde bunun bir eşi ve benzeri yoktu. Zira İmam, Türkiye'de "Tahriru'l Vesile" adında bir kitap yazarak İslam'ın ibadet boyutundaki hükümleri ile siyasi boyutundaki hükümlerini birleştirerek yazdı ve o kitapta İslam âlimlerinin küfür düzeni karşısındaki konumunu şöyle belirtiyor "Eğer bir İslam alimi hâşâ küfür düzenine yakınlaşırsa (onun emri altına girerse) o fasid bir âlimdir, kandırılmış ve satılmıştır" İmam halkı bu gibi âlimler karşısında sürekli aydınlatıyordu. İmam her işini programlı yapardı, hatta abdest tazelemesinin bile belirli bir vakti vardı. Hatırlıyorum da İmam'ın Paris'te kaldığı evin karşısındaki bir evde arkadaşlarla konuşma kasetini kaleme alıyorduk, aniden İmam'ın abdest saati olduğu aklıma geldi ve gidip tuvalet temiz mi diye kontrol etmem gerektiğini düşündüm, benim sorumlu olduğum evin düzensiz olmasını istemiyordum, arkadaşlar dediler ki "Aman be bunun da (tuvaletin) saati mi olurmuş?" Fakat ben gittim ve oralan temizledim tarn o sirada imam geldi. imam her zaman saat dokuzda akşam yemeği yiyordu, bir gün şehid Mufetteh'in konuşmasını ve halkın yürüyüşünü içeren bir video kaseti getirdiler ben de diğer arkadaşlarla beraber bu kaseti seyretmek istiyordum, bu yiizden biraz erken İmam'ın yanına gittim ve dedim ki 'Hacı ağa akşam yemeğini getirdim, İmam saatine bakarak dedi ki "Akşam yemeğine daha yirmi dakika var'' imam her zaman saat onbirde yatıyordu tarn saat üç'te uyanıyordu, ben İmam'ın yattığı odanın önünde yatıyordum zira İmam'ın odası bahçeye doğru idi ve ben güvenlik yönünden emin değildim bu yiizden İmam'ın odasının öniinde yatıyordum. Her gece saat iiçte uyanıyordu ve ben Kuran ve dua kitabının kâğıdının sesinden veya ibadetinin sesinden uyandığını anlıyordum. İmam'ın, saat iiçten beş dakika erken veya geç uyandığını hatırlamıyorum. İmam'ın vakit diizeni konusunda görüşii şuydu; eğer insan vaktini programlarsa tabiatı ile o bu programa uyum sağlayacaktır. Ve bu konu sadece benim için değil, İmam'ı tanıyan herkes için bilinen bir şeydi. Fransa polisi dahi bize şöyle söylüyordu: "Hatta biz dahi saatlerimizi İmam'ın hareketleri ile ayarhyorduk!" İmam'ın şehit olan oğlu Mustafa'yı defin ve ziyaret ettikten sonra eve geldi. İmam'ın günliik programında kitap okuma saati idi, gelip oturduktan sonra saatine baktı daha sonra kitabını eline ahp okumaya başladı. İmam'ın oğlu Ahmed bu konuyu şöyle anlatmıştı: "Ben İmam'ın elinde aldığı kitabı nereye kadar okuduğunu biliyordum zira kardeşimin şahadetinden bir gün önce bakmıştım İmam şehid olan oğlu Mustafa'yı defin ve ziyaret edip geldikten sonra her gün okuduğu sayfa sayısı kadar okudu ve sonra programında yer alan başka bir işe başladı. Böyle bir musibet bile İmam'ı günlük programından alıkoymadı ve düzenini bozmadı. İmam'ın oğlu Mustafa şehid olduğu gün biz İmam'ın cemaat namazı için camiye gitmeyeceğini düşündük, ama ezan okunduğu zaman İmam kalkıp abdest aldı ve dedi ki "ben camiye gidiyorum." Ben oradakilerden birisine dedim ki, "çabuk git caminin hizmetçisine haber ve seccadeyi sersin", O arkadaş caminin hizmetçisini bulamayınca etrafta evi olan arkadaşların birinden seccade ahp camiye sermişti. Halk camiye akın etti. Biz, Imam ile beraber camiye gittiğimiz de halk ağlıyordu. İmam halkın arasından geçerken Araplar şaşkın bir şekilde birbirlerine "Humeyni asla ağlamadı" diyorlardı. İmam'ın uykusu belirli bir vakitte başlıyordu, gece saat ikide gece namazı kılmak için uyanıyordu. Hastanede kontrol altında iken İmam'a uykuya geçmesi için ilaç verdikleri halde imam gece yansi uyamyor ve gece namazının vaktinin gelip gelmediğini soruyordu ve bu İmam'ın vaktinin nasıl düzenli ve tertipli olduğunu ve bedeninin bu düzene nasıl alıştığını gösteriyor. İmam'ın İnce Ruhluluğu İmam Paris'te iken Hz. İsa'nın doğum gününde şöyle buyurdu: "Komşular bu gelgitten ve kalabalıktan rahatsız oldular, en iyisi onlara birer hediye alıp gönderin ve benden tarafta özür dileyin" Arkadaşlar birkaç kutu çikolata alıp geldiler, İmam, ne aldıklarını sordu onlarda kutuları İmam'a gösterdiler, İmam dedi ki: "Avrupalılar gülü çok severler bu yüzden birkaç tane gül gönderin." O bayram gecesi komşulara hediyeleri dağıttık, o günün sabahı sokak gazeteciler ve halkla dolmuştu ben arkadaşların birisinden ne olduğunu sordum, dedi ki: "Gazeteciler dun gece gönderilen hediyeler hakkında röportaj yapmak için gelmişler" İmam'la röportaj yaptılar ve İmam, Hz. İsa hakkında bazı noktalara değindi, İmam'ın bu davranışının tebliğ yönü bundan önceki röportajlarla kıyaslanamayacak kadar çoktu. Bir gün köydeki arkadaşlardan birisi İmam'dan, namaz kılarken giyindiği herhangi bir elbisesini istedi, ben söylemeye utandığım halde ısrarları karşısında söylemeye mecbur kaldım. İmam'ın yanına gittiğimde işim bittikten sonra dedim ki: "Ağa başka bir konu daha var benim söylemem lazım fakat siz nasıl uygun görürseniz öyle yapın, arkadaşlarımdan birisi sizin namaz kılarken giyindiğiniz elbiselerinizden bir tanesini istiyor." Ben sözümü bitirdikten sonra, İmam güler yüzle "Sorun değil" dedi ve orada olan başka birisine seslenerek, "Benim Abamı getir "dedi. Ben çok şaşırdım böyle azametli birisi, bir köylünün isteği karşısında böyle güler yüzlü davranıyor ve elbisesini veriyor. Birkaç gün sonra abayı o köylüye gönderdim ve buna çok sevindi. Bir gün bir iş için İmam'ın yanına gitmiştim, konuşmamın sonunda dedim ki "Eğer mümkünse sizden hatıra kalması için bize bir hediye verin" İmam, "sorun değil" dedi. Birkaç gün sonra İmam tarafından bir telefon geldi, şöyle deniyordu: "İmam size bir hediye gönderdi.Ne ne olduğunu sordum o, "üzerinde 'Allah' yazılı bir plaket ve arka tarafına ise size hediye edildiğine dair bir not" olduğunu söyledi. Bir iş için İmam'ın yanına gitmiştim konuşmam bittikten sonra İmam'a dedim ki: "Eğer mümkünse aileme sizin hatıranız olarak kalacak bir şey verin" İmam kabul etti. Birkaç gün sonra İmam tarafından birisi telefon açtı ve dedi ki "İmam sizin için bir hediye göndermiş" ne olduğunu sordum, "Üzerinde Allah yazılı bir plaket olduğunu ve arka tarafına ise, sana ve ailene İmam tarafından hediyedir yazısı olduğunu söyledi. İmam, günde üç kez yürüyüş yapıyordu ve bu vakitler İmam'la konuşmakta en değerli vakitlerdi, bir gün İmam'la yürürken İmam şöyle sordu: "Bu gonca kaç gündür açmış biliyor musun?" Ben de "hiç dikkat etmediğim için bilmiyorum" dedim, İmam, "Ben her gün buna bakıyorum ve buradan her geçtiğimde ne kadar değiştiğini görüyorum şimdi tarn olarak iki buçuk günlük." dedi. Bir defasında bir goncanın karşısında oturup şöyle dedi "Ben her defasında yeni açan bu güle baktığımda kendi kendime diyorum ki, 'Bu Ali'dir' (İmam'ın küçük torunu) ve çok yavaş açılıyor. Onun biraz yukarısında bir gül daha vardı, solmuş yaprakları da birazcık dökülmüştü, İmam onu göstererek dedi ki "O gül de benim artık, soldum ve gidiyorum, Bu ikisi arasında bir ilişki görüyorum birisi daha yeni açarken öteki solup gidiyor." Bir gün bahçede yürürken İmam şöyle sordu: "Söyle bakalım bu ağaçların hangisi daha güzel?" Ben şimdiye kadar hiç dikkat etmediğim için öylesine "bu ağaç daha güzel" dedim. İmam "Gelişigüzel söyleme bu ağacın güzelliğine ne delilin var, birkaç gün düşün" dedi Ben dedim ki "Çünkü bu ağaç daha yeşil." İmam, "Hayır git düşün bakalım bir ağacın güzelliği neyindedir, dallarının duruşunda mı, gövdesinin şeklinde mi yoksa yapraklarında mı ?" Bahçenin bir köşesinde bir ağaç vardı onu göstererek şöyle dedi "Güneş doğmadan önce bu ağacın ne kadar güzel olduğunu bilemezsin, güneş doğduğu zaman ağaca yansıyor ve ağaç çok farklı bir güzelliğe bürünüyor'' Evin alışverişini ben yapıyordum, alınacak şeyleri liste halinde yazar İmam'a gösterirdim ve tutarı kadar para alır çarşıya çıkardım. Bir gün alınacak şeyleri yazdım ve İmam'ın yanına götürdüm ve toplamının miktarını söyledim, İmam, listeye bakınca "yanlış hesaplamışsın" dedi. Ben, yeniden hesap yaptım ve doğru topladığımı söyledim, İmam, hiçbir şey söylemeden parayı verdi, ben çarşıya çıktım alışverişi bitirdikten sonra bir miktar paranın arttığını gördüm sonra toplamadan 9 frankı 90 frank olarak hesapladığımın farkına vardım. Dönüşte İmam'ın yanına gittim ve dedim ki: "Hacı ağa ben hesaplamada hata yapmışım bu kadar para arttı." İmam dedi ki "Ben, sabah yanlış hesap yaptığın farkındaydım fakat senin kendinin bu hatanın farkına varmanı istedim." Bu çok zarif bir noktaydı, eğer imam, sabah bana ısrarla hata ettiğimi söyleseydi ben o evde bana güvenilmediğini zanneder ve hizmet etmekten soğurdum. Savaş başladıktan sonra birçok kötü haber geliyordu. Ama İmam asla onları bize söylemezdi. Bazen odasına çekilirdi. O zaman birinin kötü bir haber getirdiğini anlardım. Ama sorduğum zaman şöyle cevap verirdi "Söyleyip seni iizmeye ne gerek var?" Diğer taraftan, eğer güzel bir haber gelseydi, kapıdan girer girmez bizi çağırır "gelin size güzel bir haberim var" derdi. Güzel haberi başkaları ile paylaşır kötü haberi kimseye söylemezdi. İmam hayvanları çok severdi bu onun ince ruhlu ve duygusal olmasından kaynaklanıyordu. İmam'ın bahçesinde kedi çoktu İmam ne zaman yemek için odaya gitse bütün kediler kapının arkasında toplanırdı, İmam yemeğinin etini kedilere verir ve yemeğin suyuyla biraz pilav yerdi. Ben İmam'ın kediler toplandığı zaman yemeğinin etini yediğini hatırlamıyorum. Bir gün İmam, yine yemeğinin etini kedilere verdi, annem dedi ki "Ağa neden bu pahalılıkta yemeğinizin etini kedilere veriyorsunuz'?" İmam şöyle söyledi "Bu kedilerin senden farkı ne? Onlar da nefes alıyor sen de nefes alıyorsun, eğer biz buna yemek vermez isek kim verecek?" Aynı İnsan bir taraftan Salman Rüştü'nün ölüm fermanını verirken diğer taraftan hayvanlara ve Allah'ın yarattığı mahlûklara böyle davranıyor. İnanamıyorum nasıl oluyor da bu iki zıt kutup bir insanda toplanıyor.7 İmam, sinekleri odadan dışarı çıkarmak istediği zaman sinek kovan ile dışarı çıkarırdı, asla onları sinek ilacı veya başka bir şeyle öldürmezdi. İmam'ın Hayatında Sadelik ve Tutumluluk İmam evlendiği zaman Kum'da bir ev tutmuştu. İmam'ın evine aldığı ilk ev eşyalarını hanımı şöyle anlatıyor: "İmam'ın medreseden eve getirdiği ilk ev eşyaları şunlardı, bir kilim, bir yatak, yemek pişirmek için bir tüp, iki tane gaz lambası, küçük bir tencere, demlik ve birkaç tane bardak'' İmam'ın yiyeceği çok sade idi. Çoğu zaman sabahlar ve hatta Ramazan ayında dahi sahurda ekmek peynir yer ve çay içerdi. İmam'ın hanımı hasta olduğu için oruç tutmazdı, evde çalışan kadın, İmam kalkıp çağırdığı zaman uyanamadığı için İmam, kendisi kalkar semaveri yakar ve sofrayı hazırlardı. İmam, Kuveyt sınırından geri çevrildiği zaman, Bağdat'a geri döndüğü günün sabahsı Paris'e gideceği için o gece bir otelde kaldı. İmam'ın kaldığı otel çok modern ve lüks idi. (Irak devleti tarafından tutulmuştu) ve bütün turistler orada kaldığı için personelin hepsi İngilizce konuşuyordu. İmam için otelin bir katını boşaltmışlardı, akşam yemeği vakti gelince otel çalışanlarından biri, İmam'ın akşam yemeğinde ne almak istediğini sormak için odaya geldi. İmam dedi ki "Ekmek ve biraz yogurt, bende de kuru üzüm var." İmam'ın bu sözü yemek siparişi almaya gelen Iraklı için çok şaşırtıcı bir şeydi zira böyle büyük bir insanın bu şekilde sade bir yemek yiyebileceğine inanamıyorlardı. İmam'ın Kum'daki evinin sadeliği onun aza kanaat etmesinin bir göstergesi idi. Bir ara İmam'ın evinin merdivenlerindeki tuğlalar yıpranmıştı, usta "tamir etmek için birkaç tane tuğla alınsın bu yıpranan tuğlaları onaralım deyince, İmam, "yıpranan tuğlaları ters çevirip kullansınlar" şeklinde cevap vermişti. İmam'ın elbiseleri her zaman temizdi, ama cübbesi yıkanmaktan yıpranmıştı. İmam'ın dersinde oturduğumuz zaman İmam'ın cübbesinin yakasının yamalı olduğunu görürdük ve bu onun ne kadar sade ve gösterişsiz bir yaşantıya sahip olduğunun bir örneğidir. İmam'ın Necef teki evinde havanın çok sıcak olmasına ragmen kliması yoktu. O kadar ısrar etmemize rağmen İmam, klima almayı kabul etmedi. Bir gün arkadaşlardan birisi evindeki vantilatörü getirdi, pencereye tarn olarak yerleşmeyince, etrafına kontraplak döşenmesi için marangoz çağnldı. İmam, marangozu görünce "Neler oluyor burada?" dedi. Pencerenin etrafını yaptırmak için getirdiğimi söyledim. Ben marangozla orayı yaparken imam beni yanına çağırdı ve kızgın bir halde "Sen, Mustafa ve Ahmet (İmam'ın iki oğlu) hepiniz birlik olmuş beni cehennemlik mi etmek istiyorsunuz?." İmam'ın iki tane kontraplak için bu kadar sinirlenmesi beni çok korkutmuştu. İmam o kadar sade yaşıyordu ki hatta bunlan bile kendisine çok görüyordu. Akhma geliyor da Imam'ın vefatının 40. gününde iki Fransız rahip imam'ın yaşadığı evi görmek için geldiler ve Cemaran'daki evin sadeliğini görünce çok şaşırdılar. Dediler ki, "Bırakın burası hep böyle kalsın ve dünya böyle büyük ve ruhani bir insanın nerede yaşadığını ve misafirlerini nerede ağırladığını görsün" Ben, İmam'ın yanında kaldığım 10 yıl zarfında yakından şahit oldum ki İmam'ın fevkalade önem verdiği şeylerden bir tanesi de sade yaşantısı ve israftan kaçınmasıydı. Defalarca şahit oldum, İmam, evden çıkarken gereksiz lambaları söndürüp çıkardı. Bir bardak su içtiği zaman, bardakta arta kalan suyu susadığı zaman tekrar içerdi. Eğer İmam'ın bir yerine bir şey olsaydı, kâğıt mendili birkaç parçaya böler ve onun yetecek kadarını kullanırdı. İmam, vaktinin yoğun olmasına rağmen evinde yapılan bir harcamayı kendisi kontrol ederdi ve her alışverişten önce alınacakların listesi İmam'a gösterilirdi. İmam, israftan nefiret ederdi. Bir gün cemaat namazı için medreseye geldiğinde ezana biraz vakit vardı bu yiizden talebelerden birinin odasına gitti. O sırada talebelerden bir tanesi odasının lambasını söndürmeden İmam'ın yanına geldi İmam bunu görünce dedi ki "Niçin lambayı açık bıraktın;?" ' Oradakilerden birisi "ışıkta israf olmadığını söylüyorlar" deyince İmam, "kim demişse yanlış demiş" diye cevap verdi. İmam, İran'a döndüğü zaman onu görmeye gelen halk çok kalabalık olduğu için imam evin üst katına çıkıyordu ve halka konuşma yapıyordu. Bir gün İmam aşağı inerken bahçedeki odanın ışığının açık olduğunu gördü ve birisiyle haber gönderip, bahçede açık kalan lambayı söndürttü. Bir gün Fransa'da İmam'ın evi için alış veriş yapmaya gitmiştim, Portakalın çok ucuz olduğunu gördüm ve evde birkaç gün portakal bulunsun diye almam gerektiğinden biraz fazlasını aldım ve eve götürdüm. Her zamanki gibi aldığım şeyleri görmesi için İmam'ına yanına gittim, tabi çoğu zaman aldığım şeyleri görmek için İmam'ın kendisi mutfağa geliyordu. İmam, portakalları görünce dedi ki "Bu kadar portakalı niçin aldın?" Ben de dedim ki "Hacı ağa evde iki üç gün portakal bulunsun diye aldım" İmam, "fazlasını geri götür. Bizim bu kadar portakala ihtiyacımız yok ki!"dedi. Geri vermek benim için çok zor olduğundan dedim ki "Hacı ağa fazla almamın sebebi ucuz olması idi." İmam dedi ki "İki tane günah işledin bizim bu kadar portakala ihtiyacımız yoktu ve siz (fazlasını) aldınız. İkincisi de ucuz olması idi. Zira eğer bu portakallar dükkânda kalsaydı şimdiye kadar pahalı portakal alamayan birisi belki de bu gün bu ucuz portakalları ala bilirdi, işte bu yüzden portakalları geri vermeniz gerekiyor." Bir daha İmam'a dedim ki "Hacı ağa burada alış verişi bilgisayarla yapıyorlar ve bir şeyi geri vermek çok zor belki de hiç geri almazlar, en azindan siz bir şey söyleyin de ben kendimi bu giinahtan kurtarayım" Imam dedi ki "Öyleyse siz portakallan soyun ve dilimlere ayırın akşam cemaat namaz için toplandığı zaman dağıtın herkes yesin belki Allah-u tela bu şekilde hatanızı bağışlar." Bir gün mutfakta musluğu açmıştım, İmam geldi ve "Niçin çeşme açık?" diye sordu. Veya marul temizlediğim zaman İmam, "Rubabe sakın bunları çöpe atmayın" ben de Siz merak etmeyin biz onları salata yapıp yiyoruz" diyordum. İmam abdest almak için odadan çıktığı zaman dahi televizyonunu kapatıyordu ve geldiği zaman açıyordu yani israftan bu kadar kaçınıyordu. Ben bazı konuları İmam'a bildirmek için yazıp veriyordum. Bir gün bir şey yazıp İmam'a verdim, İmam odadan çıkarak şöyle dedi: "Niçin dikkat etmiyorsun?" ben, "'ne oldu?" dedim 'İmam "Niçin birkaç satırlık bir şey için bu kadar kâğıt israf ediyorsun, bunu küçük ve işe yaramaz bir kâğıda da yazabilirdin" Başkalarını Gözetmek Çok iyi hatırlıyorum uykudan sessizce uyanır namaz kılardı ve abdest almaya giderken başkalarının rahatsız olmaması için ağır adımlarla yürür çoğu zaman başkalarını sözle değil davranışları ile iyiliğe yöneltirdi. Her zaman hak sözü güzellikle ve tatlı dille söyler bu gibi durumlarda asla kaba davranmazdı. En önemlisi Allah'ın emirlerini ve ibadetleri başkalarının nazarında zorlaştırmazdı. İmam'ın damadı kızını sabah namazını kılması için uyandırırdı. İmam bunu öğrendikten sonra şöyle haber gönderdi "İslam'ın tatlı yüzünü çocuklara acı göstermeyin" Bu söz kızımın ruhunda öylesine derin bir etki bıraktı ki yatmadan önce ısrarla bizim onu sabah namazına kaldırmamızı istiyordu. İmam'ın Paris'te kaldığı günlerden birinde misafiri çok gelmişti ve İmam'ın evi üç odalı olduğundan birisinde İmam, ailesi ile kalıyor, bir diğerinde Hacı Ahmed (İmam'ın oğlu) Hacı İşraki (İmam'ın damadı) ve öteki oda da bana aitti. Fakat o gün misafir olduğu için benim kaldığım odada misafirler kaldı bana yer olmadığı için mutfakta yatmak zorunda kaldım. Sabah İmam abdest almak için geldiği zaman "Gece üşürsünüz diye merak içinde kaldım" dedi. Ben, "Hayır yerim rahattı'" dedim. O sabah kahvaltıyı odaya götürdüğüm zaman İmam'ın hanımı şöyle dedi. "İmam dün gece mutfakta üşürsünüz diye çok meraklandı" İmam başkalarını çok gözetiyordu oysa bizim gibiler öyle kendimizi düşünüyoruz ki yanımızdaki insanlardan bile gafiliz. Bir gün şehid Mutahhari ve şehid Saduki İmam'ın misafiriydiler, her zaman pişirdiğim yemeği üç kaba döktüm ve sofraya götürdüm ben de, gider yumurta, domates veya peynir yerim diye düşündüm, yemeği İmam'ın yanına götürüp sofraya koyduğum zaman İmam "Kendi yemeğin nerede?" "diye sordu. Ben de "Bu yemekten kendim için ayırmadım gider diğer evde bir şeyler atıştırırım" dedim. İmam, "Hayır siz burada zahmet edip yemek pişirdiniz ve yemeği de burada yiyeceksiniz" dedi. Sonra üç kap yemeği dörde böldü ve bana da bir kap verdi. İmam'a gel en mektupları güvenlik yönünden ilk once ben açıyordum sonra okuması için İmam'ın yanına götürüyordum. Bir gün yine mektupları kontrol ederken İmam geldi ve şöyle dedi "Ben bundan razı değilim!" Ben, İmam'ın mektuplan okuduğumu düşündüğünü sandım ve bu yiizden dedim ki "Ceddinize yemin ediyorum ki mektuplan okumuyorum yalmzca güvenlik yönünden kontrol ediyorum, Allah göstermesin herhangi bir tehlike olmasından korkuyorum!" Imam, "Mektuplan okumadığını biliyorum. Ben de zaten bunu söylüyorum, eğer bir tehlike varsa neden benim için olmasın da sizin için olsun" dedi. Ben, "Ey İmam İran halkı sizi bekliyor" dedim. İmam "Sekiz tane çocuk da İran'da sizi bekliyor!" dedi. Ben "Siz merak etmeyin ben bu tür mektuplara karşı özel eğitim aldım bana bir şey olmaz" dedim. imam, ’’O halde boş bir vakitte bana da bu mektuplan açma yöntemlerini öğretin" dedi. İmam'ın Paris'te son gecesi idi. O günün sabahı İran'a hareket edecekti. imam evde bulunan herkesi toplanmasını istedi biz yaklaşık yirmi kişi Cuma namazından sonra İmam'ın kaldığı evde toplandık, imam nasihat eve dua ettikten sonra orada çektiğimiz zahmetler için teşekkür etti. Sonra şöyle buyurdu. "Siz bu uçakta benimle gelmeyin sizin için tehlikeli olabilir. (Şah'ın yerine gel en Bahtiyar hükümetinin uçağı düşürme ihtimali vardı) eğer bir tehlike söz konusu ise sizlere herhangi bir şey olmasını istemiyorum" Biz ağlayarak "Bu canımız İslam'a ve inkılâba feda olsun izin verin sizinle gelelim" dedik. İmam'ın sağlığının iyi olmadığı günlerde, hastaneye İmam'ı görmeye gittim ve yatağının yanında durdum, İmam "Oturacağın bir sandalye yok m?" diye sordu. Ben de "Ağa ben böyle rahatım "dedim. imam, "Hayır, yorulursun... Ve bazen de siz buraya gelmeyin buranın bunaltıcı bir havası var" diyordu. Ben "Ağa biz buraya gelmek için birbirimizle yanşıyor ve aramızda belirlediğimiz sıraya göre geliyoruz." İmam "öyleyse ikişer gelin canınız sıkılmasın!" İmam'ın o hasta halinde bu dikkati gerçekten de şaşılacak bir şeydi. Bir gün İmam birisinin maddi yardıma ihtiyacı olduğunu söyledim ve dedim ki "Eğer isterseniz kendisi gelsin ve sorunlanni iletsin ve eğer siz uygun görürseniz yardımcı olun" İmam şöyle buyurdu "Siz başkasının ihtiyacını söylemekle iyi ettiniz zira onun kendisi gelip ihtiyacını söyleseydi utanırdı. Ben sizin sözünüzü kabul ediyorum ve kendisinin gelmesinin gereksiz olduğu kanaatindeyim" İmam'ın Necef e sürgün edildiği ilk giinlerde, her gun Hz. Ali'nin (a.s) tiirbesinde "Camia Kebir'' duasını çok yavaş bir şekilde okurdu ve böyle okuması da çok vakit ahyordu. Oranın temizlikçileri de işlerini çabuk bitirmek istiyor fakat İmam'a karşı olan saygılanndan dolayı duasını bitirmesini bekliyorlardı. Ben bunu İmam'a söyledim İmam, türbede çalışanlara engel olmamak için her gün okuduğu Camia Kebir duasını okumaktan vazgeçti ve o duayı türbede, sabaha kadar açık olduğu için yalnız Cuma akşamlan okuyordu. İran televizyonunda spor programlarını seyretmezdi. İmam'ın yanına başka bir program seyrettiği zaman gittiğimde benim için kanal değiştirir ve şöyle derdi. "Bu program da senin için otur seyret'' Bir gün aşçımız hasta olduğu için birkaç gün dinlenmek zorunda kaldı. İmam her gün gelir durumunu sorardı, ben de iyi olduğunu ve dinlendiğini söylerdim. İmam her defasında ‘’Ona iyi bakın doktora götürün ve durumunu kontrol edin" diye bizi uyarırdı. İmam talebelere karşı çok samimi ve özel bir ilgi gösterirdi. Eğer onlar herhangi bir zorlukla karşı karşıya kalsalar hemen yardımlanna koşardı. Örneğin ben İmam'ın derslerine katıldığım sıralarda iki kez hastalandım ve derse gidemedim, her iki hastalığımda da İmam birkaç kişi ile beraber benim ziyaretime geldi. Diğer talebelere karşı da aynı tavrı takınırdı. Kadının Önemi İmam'dan kalan çok değerli miraslardan birisi de (Müslüman) kadınlara verdiği değerdi. İslam inkılâbından önce toplumda kadınların bir grubu ticaret malı ve reklâm aracı idi. Bunun karşısında bir grup daha vardı onlarda kadını köle olarak kullanıyorlardı ve kadına okuma ve tahsil hakkı vermiyorlardı. İmam'ın gelmesi ve İslam inkılâbından sonra kadın ticaret malı olmaktan ve kölelikten kurtuldu. İmam'ın kadına verdiği değeri konuşmalarında ve amellerinde görmek mümkündür. Örneğin kadının okuma yazma bilmesi gerektiğini, ilim tahsil etmesini, çalışmasını ve toplumsal etkinliklere katılmasının önemini, İmam'ın evde ailesine özellikle hanımına karşı davranışların da rahatlıkla görebiliriz. Bu İmam'ın bıraktığı değerli miraslardan biridir. İmam kadını asla erkeklerden toplumsal çalışmalarda geri ve eksik görmüyordu. Başka devletlere giden ilk üç temsilciden birisi kadındı, Ayetullah Ruhani, Ayetullah Cevadi Amuli ve Debbağ hanım idi. Kadının İslam inkılâbındaki yerini İmam şöyle anlatıyor "Kadınlar erkeklerden daha öndedirler çünkü kadınlar hem evin dışında ki görevlerini yerine getirdiler yürüyüş ve gösteriye katıldılar ve hem de ev içindeki görevlerini yerine getirdiler." İmam kadın hakları konusunda ki düşüncesi diğerlerinden çok farklı idi. Zira bazıları kadını toplumdan ve siyasi etkinliklerden uzak bir faktör olarak düşünüyordu. İmam'ın bu konu hakkındaki fikirleri şöyleydi: "Eğer kadının topluma ve siyasi gelişmelere karşı olan rolünü kenara bırakırsak toplum istenilen verimi sağlayamaz ve sonuçta kaçınılmaz olarak toplumsal hareket ve yenilgiye uğrayacaktır." İşte bu yüzden İmam kadının toplumda ve siyasette özel bir yeri olduğuna inanıyordu. İmam kadının toplumsal ve kültürel hareketlerde çok önemli rolü olduğuna ve hatta hizmete layık ve saygı değer insanları yetiştirenlerin kadın olduğuna inanıyordu, cephede ve savaşın ilk safında savaşanları yetiştiren kültürel ve siyasi hareketlere katılarak beklenen başarıyı kaç katına çıkaranların yine kadınların olduğuna inanıyordu. Bazıları kadınların, tehlikeli oldukları için yürüyüşlere katılmamalarını İmam'dan istemişlerdi, İmam buna çok sinirlendi zira İmam, siyasi ve İslami mücadelelere kadınların katılması ile etkisiz hale getirileceğine inanıyordu. İmam bu konuda hakkında şöyle buyurdu: "Kadınlar, erkeklerle beraber bütün aktivitelere katılsınlar, kadınları, siyasi, toplumsal ve kültürel hareketlerden ayırmaya hiç kimsenin hakkı yoktur" İmam'ın kadın hakları konusundaki görüşünün kaynağı Kuran. Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt imamlarının sünnetiydi. İmam, Peygamberin sünneti doğrultusunda kadına şekil vermek istiyordu, kadın bir ailede annelik ve kadınlık görevini yerine getirdiği gibi toplumda da üstüne düşen görevi yerine getirmelidir. Allah'a hamd olsun ki bizim kadınlarımızdan özellikle annelik ve kadınlık görevini yapanlardan İmam'ın düşüncesini onaylayan çok fazlaydı eğer böyle olmasaydı onlar için bu kadar acı dayanılır olmazdı. imam bu hareketiyle kademe kademe kadınları boşluktan çıkarıp layık olduklan Müslüman ve gerçek bir mümin makamına çıkarmak istiyordu. İmam'dan, kadın olduğum halde şöyle bir soru sordum; "Filistin'de Müslüman kardeş ve bacılarımızla beraber savaşmamıza izin veriyor musunuz?" İmam, "İslam'a nerede faydah olacağınıza inanıyor ve hizmet edebileceğinizi umuyorsanız sizin vazifeniz oraya gitmektir." dedi. Ben erkek olmadığım halde İmam için hiçbir şey değişmiyordu, tek hedef İslam'ın sırtından bir yük kaldırabilmekti İslam'a hizmette sınır yoktur aynı zamanda kadın erkek, genç yaşlı da yoktur, herkes elinden gelen hizmeti İslam için yapmalıdır. Kadının toplumda çalışması konusunda İmam'ın görüşü şöyleydi : "Aileye zarar vermeyeceği bir şekilde olursa çalışmasında bir sakınca yoktur.(tabi İslami çerçeve içerisinde) çünkü İmam, kadını toplumun öğretmeni olarak görüyordu. Hatta iyi bir kadının kötü bir erkeği düzeltebileceği kanaatindeydi. Uygun bir aile ortamında hiçbir yanlış o aileye giremez ve sonuçta çocuklar sağlam ve Salih yetişirler. Zira çocukların terbiyesine annenin çok büyük rolü olduğuna inanıyordu. Biz bazen şakayla "Kadınlar neden hep evde kalmalı" diye sorduğumuz zaman İmam şöyle derdi "Evi hafife almayın çocukları terbiye etmek basit bir şey değildir, eğer anne bir kişiyi terbiye edebilirse topluma büyük bir hizmet etmiş sayılır." İmam, çocukları erkeklerin terbiye etmeyi beceremediğine ve bu işi ancak kadınların başarabileceğine inanırdı. Zira kadınlar daha duygusal ve bir ailenin ayakta kalabilmesi için gerekli olan muhabbet ve sevgiye daha çok sahiptirler. İmam'ın işitip çok sevindiği bir konu ise okuma yazma seferberliği idi. O sürekli halka okuma yazma öğrenmeleri için açılan sınıfların ve programların durumunu sorar ve o kadar hoşuna giderdi ki bazen ben bunu görünce sözümü tekrar ederdim. Oysa İmam, küçük çocuğumun olduğunu ve bununla beraber dışarıda çalıştığımı da biliyordu. Aynı şekilde Kum'da resmi bir kurumda sorumluydu, buna rağmen İmam, karşı çıkmazdı. Fakat her zaman şöyle söylerdi "Kocanızı rızasını kazandıktan sonra çalışın ve faaliyetlerde bulunun." Bir gün Fransa'da farklı devletlerden öğrenciler İmam'ı ziyarete gelmişlerdi, erkekler önde kadınlar ise arka tarafta oturdukları için kadınlar sormak istedikleri soruları soramadılar, İmam görüşmeden sonra kalkıp gitmek istediği zaman bayanlar şöyle dediler: "Erkekler on tarafta oturdukları için biz sorularımızı soramadık" İmam odaya girerek,"Ben burada biraz oturayım, siz sorularınızı sorun" İmam'ın bu tavrı benim çok hoşuma gitmişti, zira görüş vaktinin bitmesine rağmen hanımlara haksızlık olmaması için onlara ayrıca vakit ayırmıştı. Hanımlar sorularını soruyorlardı, Onlardan birisi şöyle bir soru yöneltti: "Okumak istiyorum fakat kocam ve çocuğum daha fazla evde olmamı istiyorlar" İmam,"Bu ikisi birbirlerini engellemezler siz onu en iyi şekilde yerine getirin ve okumaya da devam edin." dedi. Paris'te iken, yurtdışında tahsil gören öğrencilerin sorularını yamtlamak için İmam'ın evinden birkaç kişinin o toplantıya katılması gerekiyordu. Birkaç arkadaşla birlikte biz bu görevi üstlendik, toplantı akşam saatindeydi, sorular çoğalınca program bayağı uzadı, gece saat iki olmasına rağmen, öğrenciler İslam ve Kuran hakkındaki sorulanni sormaya devam ediyorlardı. Öğrencilerden birisi kalktı ve şöyle bir soru sordu "Ayetullah Humeyni'nin kadın ve toplumdaki rolii hakkındaki görüşü nedir" Ben kalkıp o soruya cevap vermek istediğim zaman bizi davet eden üniversite müdürü dedi ki: "izin veriniz bu sorunun cevabını ben vermek istiyorum" Ben şaşırdım ve dedim ki "Bizim mektebimiz hakkında sizin yeterli bir bilginiz yok, nasıl bu soruya cevap verebilirsiniz?" şöyle dedi "Eğer benim cevabım uygun olmaz ise siz cevap verirsiniz." Ben de "tamam o halde" dedim. Daha sonra öğrencilere dönerek şöyle dedi "Gece yarısı saat iki, Ayetullah Humeyni nasıl olur da hiç tanımadığı öğrencilerin arasına bir kadın gönderd?" Bu cevaptan sonra bütün öğrenciler alkışlayıp ıslık çalmaya başladılar ve o soruyu soran öğrenci kalkıp ben sözümü geri aldım dedi. Üniversite müdürü konuşmasına şöyle devam etti. "Ayetullah'ın bu davranışı başkalarının Ayetullah Humeyni hakkında söylediklerinin yalan ve asılsız olduğunu gösterir ve onlann hedefi onu kötülemektir." İşte ben o zaman Imam'in beni görevlendirmesinde ki karanni ne kadar hesaplı ve programlı olduğunu anladım. Diğer bir olay ise benim Rusya'ya gönderilmem idi, İmam, Rusya'ya tebliğ mektubu göndereceği zaman benimle birlikte Ayetullah Cevadi Amuli'yi görevlendirmişti. İmam, derin ve ileri görüşlülüğüyle ileriyi ve inkılâpta gerçekleşen olayların yurtdışında ne şekilde bir yankı yapabileceğini görebiliyordu ve bu konuya çok dikkat ediyordu. Her şeye rağmen Imam bu seçimiyle kadının İslam'da ve inkılâptaki yerini turn Diinya'ya gösterdi. İslam kanunlannin hiçbir şekilde kadının gelişmesine karşı olmadığını bu davranışıyla beyan etti. İmam her konuda kadına söz hakkı veriyordu, zira toplumun yarısı kadındı. Çarşaflı bir kadın ve ruhani elbisesiyle bir erkek İmam'ın ve Iran halkmm temsilcisi ve tebliğ mektubunun taşıyıcısı idi. İmam, özellikle bu iki elbiseyi seçmişti, oysa ilim ve bilgi yönünden benden çok daha üstün olanları vardı. Çocuk Sevgisi İmam, küçük torunu Ali yi çok seviyordu, tabi bütün çocukları seviyor ve onlarla oynuyordu. Bir gun Ali, İmam'ın gözlüğü ve saati ile oynarken imam dedi ki, "Alican gözlük gözünü bozar, saatinde zinciri bir yerine değer" Ali saat ve gözlüğü İmam'a verdi daha sonra imam'a dedi ki "Gel oyun oynayahm ben İmam olayım sende küçük Ali ol" imam, "tamam"dedi. Ali dedi ki "Çocuklar İmam'ın yerine oturmazlar, İmam kenara çekildi ve Ali onun yerine oturdu. Daha sonra Ali dedi ki "Çocuklar saat ve gözlükle oynamamalı" İmam gülerek saati ve gözlüğü ona verdi ve dedi ki "Al sen kazandin" İmam'ı görmeye gittiğim zaman kızım Fatıma'yı da bazen yanımda götürüyordum, bir gun kapıdan içeri girdiğimde İmam bahçede yürüyordu beni görünce kızım Fatma'yı sordu, ben de yaramazlık yaptığı için getirmediğimi söyledim. İmam çok rahatsız oldu ve şöyle söyledi ''Eğer bir daha ki sefere Fatma'yı getirmezsen sende gelme!'' Ben bir gün İmam'a dedim ki "Niçin çocukları bu kadar çok seviyorsunuz?" İmam, cevabında "Evet ben çocukları çok seviyorum, Hüseyniye'ye gittiğim zaman, orda olan çocuklar dikkatimi çekiyor, o kadar seviyorum ki konuşma yaptığım zaman ağlayan veya bana el sallayan bir çocuk görsem bütün dikkatim o yöne toplanıyor." Ali'nin (İmam'ın torunu) bir topu vardı ve her zaman götürür İmam'la beraber oynardı. Ali topu İmam'a atar ve İmam'da ona geri atardı. İşte o zaman İmam'ın morali düzelirdi. İmam'ın yanında kimse olmadığı zaman Ali 2-3 saat İmam'la kalır ve bir şeylerle uğraşırdı. Bazen de "ben kalmak istemiyorum!" diyordu İmam ise "İstediği zaman getir kalsın istemediği zamanda kendisi bilir! diyordu. İmam bütün çocuklara böyle davranırdı ve onları severdi. Korumalardan birinin bir kızı vardı ve Ali dedi ki "ben arkadaşımı İmam'ın yanına götürmek istiyorum" İmam öyle yemeği yerken odayagirdi. İmam, "Arkadaşını oturt yemek yiyelim" dedi. Çocuklarla beraber yemek yediler. Ben birkaç sefer çocuklar İmam'ı rahatsız ederler diye getirmek için odaya girdim fakat İmam,"Bırakın yemeklerini yesinler" dedi. Yemeklerini yedikten sonraben gidip çocukları getirdim ve İmam o çocuğa para ve hediye verdi. İmam çocukları sever ve onlara çok sevecen davranırdı. İmam, küçük torunu Ali yi çok seviyordu, tabi bütün çocukları seviyor ve onlarla oynuyordu. Bir gün Ali, İmam'ın gözlüğü ve saati ile oynarken İmam dedi ki, "Alican gözlük gözünü bozar, saatinde zinciri bir yerine değer" Ali saat ve gözlüğü İmam'a verdi daha sonra İmam'a dedi ki "Gel oyun oynayalım ben İmam olayım sende küçük Ali ol" İmam, "tamam"dedi. Ali dedi ki "Çocuklar İmam'ın yerine oturmazlar, İmam kenara çekildi ve Ali onun yerine oturdu. Daha sonra Ali dedi ki "Çocuklar saat ve gözlükle oynamamalı" İmam gülerek saati ve gözlüğü ona verdi ve dedi ki "Al sen kazandin" İmam'ı görmeye gittiğim zaman kızım Fatıma'yı da bazen yanımda götürüyordum, bir gün kapıdan içeri girdiğimde İmam bahçede yürüyordu beni görünce kızım Fatma'yı sordu, ben de yaramazlık yaptığı için getirmediğimi söyledim. İmam çok rahatsız oldu ve şöyle söyledi ' 'Eğer bir daha ki sefere Fatma'yı getirmezsen sende gelme!'' Ben bir gün imam'a dedim ki "Niçin çocukları bu kadar çok seviyorsunuz?" İmam, cevabında "Evet ben çocukları çok seviyorum, Hüseyniye'ye gittiğim zaman, orda olan çocuklar dikkatimi çekiyor, o kadar seviyorum ki konuşma yaptığım zaman ağlayan veya bana el sallayan bir çocuk görsem bütün dikkatim o yöne toplanıyor." Ali'nin (İmam'ın torunu) bir topu vardı ve her zaman götürür İmam'la beraber oynardı. Ali topu imam'a atar ve imam'da ona geri atardı. İşte o zaman imam'ın morali diizelirdi. İmam'ın yanında kimse olmadığı zaman Ali 2-3 saat imam'la kahr ve bir şeylerle uğraşırdı. Bazen de "ben kalmak istemiyorum!" diyordu imam ise "İstediği zaman getir kalsın istemediği zamanda kendisi bilir! diyordu. İmam bütün çocuklara böyle davranırdı ve onları severdi. Korumalardan birinin bir kızı vardı ve Ali dedi ki "ben arkadaşımı İmam'ın yanına götürmek istiyorum" İmam öyle yemeği yerken odayagirdi. İmam, "Arkadaşını oturt yemek yiyelim" dedi. Çocuklarla beraber yemek yediler. Ben birkaç sefer çocuklar İmam'ı rahatsız ederler diye getirmek için odaya girdim fakat İmam,"Bırakın yemeklerini yesinler" dedi. Yemeklerini yedikten sonraben gidip çocukları getirdim ve İmam o çocuğa para ve hediye verdi. İmam çocukları sever ve onlara çok sevecen davranırdı. |
02 Eylül 2008, 11:13 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Ayetullah'il Uzma İmam Humeyni'nin (ra) Hayatı ve Yaptıkları Adalet Bizim evde meşhedi Ali adında yaşlı bir adam çalışıyordu. Evin ihtiyaçların bakardı. İmam henüz sürgün edilmemişti, bir gün İmam'a şöyle sordum "Burada bir çok kimse var niçin siz onların arasında Meşhedi Ali'yi bu kadar seviyor ve yakınlık gösteriyorsunuz?" İmam şöyle cevap verdi "Ben geceleri uyandığım zaman onu namaz kılıp dua ederken ve münacat halinde görüyorum, onu bu yüzden seviyorum." İmam çocukluğundan bizim hicabımıza çok dikkat ederdi evde hiçbir günaha, örneğin yalan, gıybet ve büyüklere saygısızlık vb. her zaman üstünde durarak söylerdi "Allah'ın kulları arasında takvadan başka bir üstünlük yoktur ve sizinle evde çalışan bu işçiler arasında hiçbir farkyoktur." İmam, Kuveyt sınırına geldiği zaman orda namaz kıldı. İmam'la beraber gelen herkes ayrılacakları zaman ağlıyorlardı. İmam, beni ve üç kişiyi vasi tayin ederek vasiyetini yazdı ve "Ben evde mendilin arasında bir miktar para bıraktım o para benim şahsıma aittir, diyerek şöyle yazdırdı. "Benden sonra hanımıma bir talebe gibi davranın ve bir talebe yaşantısının gerektirdiği kadar ona maaş verin" İmam hanımının da kendisi gibi sade yaşamasını istiyordu ve hanımına herhangi bir ayrıcalık tanınmasını istemiyordu. İmam bu vasiyeti yazdırdığı zaman Irak rejimi tavrını sertleştirmişti ve İmam kendi hayatı hakkında tehlike hissetmişti. Hiç unutmam 18 yaşındaki kız kardeşim 7 aylık hamileydi ve ölüm ile burun buruna gelmişti doktorlar ya anneyi kurtaracağız ya da çocuğu dediler İmam'dan, anneyi (İmam'ın kızı) kurtarıp çocuğu feda etmek için izin istediler. Fakat İmam soğukkanlılıkla şöyle buyurdu. "Benim kızıma sevgimden dolayı başka bir canlının ölümüne izin vermeye hakkım yoktur her ikisi de Allah'ın kulu ve canlıdırlar' İmam'ın bu imanı ve ihlâsından dolayı Allah-u teala ödül olarak hem kızın ve hem çocuğu ölümden kurtardı." İnkılâptan sonra Şah taraftarlarından ve onun için çalışanlardan birkaç tanesi yakalandı ve hapse atıldı. O akşam İmam'ın ve diğerlerinin yediği yemekten yakaladığımız mahkûmlara götürdük, onlardan bin bana dedi ki "Ben bu yemeklerden yiyemem bana tavuk getirin" Bu konuyu İmam'a ilettik. İmam"ne istiyorsa onu götürün" dedi. Gece vakti arkadaşlar dışarıdan tavuk ve pilav almak zorunda kaldılar. İmam, Necef e ilk geldiği zaman ailesini getirmediği için beraber kalıyorduk odada halı seriliydi ve ben de İmam'ın üzerinde oturması için halının üzerine battaniye serdim. İmam "Battaniye yi kaldırın aramızda herhangi bir üstünlük olmasın'' İmam'ın diğer bir özelliği ise çocuklara davranış şekliydi. Özellikle en büyük oğlu şehid Mustafa'ya olan davranışı diğerleriyle aynıydı. Şehid Mustafa İmam'ın en iyi öğrencilerinden birisiydi. Fakat maddi yönden diğer talebelerden hiçbir farkı yoktu. İmam bütün talebelere verdiği maaşın aynısını ona da veriyordu ve bu herkes tarafından bilinen bir şeydi. Savaşın olduğu yıllarda devlet bakanlarından birinin oğlu şehid oldu. İmam'a dediler ki "onun için bir tesliyet mesajı verseniz" İmam "Bakan olduğu için mi tesliyet mesajı vermemi istiyorsunuz? Siz yalnız onun oğlunun mu şehit olduğunu sanıyorsunuz? Şehidlerin hepsi benim çocuklarımdır eğer tesliyet mesajı vermek istersem hepsi için veririm, benim için onların arasında hiçbir fark yoktur." İmam ilk tutuklanmadan sonra serbest bırakıldığı zaman Kum'a geldi. Diğer şehirlerden halk İmam'ı görmeğe geldiği için Kum bayağı kalabalıktı bu yüzden fırınlarda uzun sıralar oluyordu. İmam'ın evinde çalışan zayıf bir adam vardı herkes ona "baba" diye seslenilirdi. Bir gün İmam ona şöyle dedi "Baba! İşittiğime göre sen fınna gittiğin zaman bu İmam'ın hizmetçisidir diyerek sırada seni öne geçiriyorlar ve ne kadar ekmek istiyorsan veriyorlarmış, bunu bir daha yapma! bB evden birinin gidip sırada beklemeden bir şey alması doğru değil. Sen de diğerleri gibi sırada bekle ve sakın senin için bir ayrıcalık yapılmasına izin verme." Seyid Ahmet şöyle anlatıyor "İmam, Necef te iken kardeşim Mustafa'yı şehid ettiler, İmam bu haberi işittikten sonra bir köşeye gidip Kuran okumaya başladı ve ağlayıp figan eden ev halkına teselli veriyordu. O gün olan bir olay İmam'ın İslam'a ne kadar teslim olduğunu gösterdi. O, şu olaydı; İmam'ın ailesi (hanımı) İmam'ın bürosundaki telefonla Tahran'ı arayıp görüşme yapmak istedi, fakat İmam oğlunu kaybetmesine rağmen hanımına açıkça şunu söyledi: "Bu büronun telefonu Beytul malındır ve sizin bu isteğiniz şahsi olduğu için bunu kullanmanız caiz değildir." İmam ve hanımının o anki ruhsal durumlarını göz önünde bulundurur isek çocuklarını kaybetmiş bir anne ve babanın, beytul mala gösterdiği bu titizliğin ne kadar mükemmel olduğunu anlarız. İzzeti Nefs İmam'ın oğlu Şehid Mustafa diyor ki "İmam Türkiye'ye sürgün edildikten 2-3 ay sonra beni de oraya sürgün ettiler, İmam'ın kaldığı eve gittiğim zaman odada ki perdelerin az bir şey açık olduğunu gördüm ve güneş ışığı çok az içeri sızıyordu. Dedim ki "Niçin bunlar (nöbetçiler) perdeleri açmıyorlar sonra perdeleri kenara çektim ve siz niçin karanlıkta oturuyorsunuz dedim. İmam "Ben onlardan, perdeleri açmak kadar küçük bir şeyi dahi talep etmek istemiyorum" dedi. İmam Kuveyt'e gitmek istediği zaman sınırda Kuveyt polisi İmam'ın giriş yapmasına izin vermedi. Ben İmam'a, "Görevli memurlardan biriyle konuşmama izin verin faydalı olabilir " dedim. İmam, "Asla! Bu değersiz insanların karşısında neden kendini alçaltıyorsun geri döneceğiz, Allah bizimledir" dedi. Ben İmam'ın ilk kızıyım. İmam beni çok severdi ve çok ihtiram gösterirdi, odasına gidip oturduğum zaman, suya veya ilaca ihtiyacı olduğu zaman ban söylemez ve kendisi kalkar alırdı. Benim ısrarlarıma rağmen işlerini kendisi yapardı. İmam her zaman evde ki işlere yardım ederdi ve şöyle söylerdi "Yardım cennetten çıkmıştır"Örneğin İmam kendisi çayını getirir, su içmek istese kendisi kalkar mutfağa gider suyunu içerdi. Biz, neden bizden istemiyorsun dediğimiz zaman "Kendi işimi kendim yapmalıyım" derdi, onun işlerini yapmak için ısrar ettiğimiz zaman, İmam ‘’Niçin ben kendi işlerimi yapamıyor muyum" derdi. Ve gülerek "İnsan kendi işlerinde başkalarına ihtiyaç duymamalı" derdi. İmam sürgün edilmeden önce Tahran'daki büyük fabrikalardan birinin sahibi bir cami yaptırdı ve İmam'dan o camiye bir hoca göndermesini istedi, İmam başta istemeyerek kabul etti ve o hocayı göndermeden önce yanına çağırdı ve şöyle nasihat etti: "Sizin halka İslami tebliğ etmeye ve onları hidayet etmeğe ilave olarak iki önemli göreviniz daha var; birincisi orda asla benden söz etmeyeceksiniz, ikincisi ise camiyi yaptırana davranışların öyle olsun ki senin onun malında ve servetinde gözünün olduğunu zannetmesin'' İmam, Paris'ten İran'a geldiği zaman ben hava alanındaydım orada ki devlet tarafından gelen polislere hitaben şöyle buyurdu: "Şah ve onun yönetimi sizi küçük düşürmüş ve sizin kişiliğinizi ayaklar altına almışlar sizi Amerikan'lıların karşısında alçaltmışlar, sizin gayret edip kendiniz bu zilletten kurtarmanız gerekiyor!" Sonra şöyle devam etti: "Şah geri dönmeyecek ve hiç kimseden korkunuz olmasın, onun geri dönüp size zarar vermeye gücü yoktur." İmam'ın yakınlarından birisi şöyle anlatıyor "Bir gün benimle önemli bir şahsiyet arasında bir anlaşmazlık çıktı ve bu beni çok tedirgin etti, bu yüzden İmam'ın yanına gittim ve durumu ona anlattım, konuşmamın sonunda şöyle dedim: "Ben bu Dünya'da sizden başkasının emri altına asla girmeyeceğim. "İmam,"Benim emrim altına dahi girme" dedi. İmam'ın örnek sıfatlanndan biride şuydu: hayatı boyunca zilleti andıracak bir şey yapmadı hiç bir zaman bir kimseden kendini küçük düşürecek bir şey istemedi hatta pazarda satıcı bir şeyi pahalı satsaydı onu ucuza almak için pazarlık etmez ve hiçbir şey söylemezdi. Bir zamanlar talebe ve ilim ehli bazı arkadaşlar Kerbela'yı ziyaret etmek için kaçak olarak sınırdan Irak topraklarına geçiyorlar ve bazen de Irak polisleri tarafından hakarete maruz kalıyorlardı. Bir sure hapiste kaldıktan sonra tanıdıklar vasıtasıyla serbest bırakılıp Kerbela'yı ve Necef i ziyarete gidiyorlardı. İmam bunları işittikten sonra bu konu hakkında şöyle buyurdu: "İmam Hüseyin'in ziyaretinin bu zillet ve aşağılanmakla beraber olması kesinlikle doğru bir şey değildir!" İran'dan tanınmış bazı iş adamları Necef e İmam'ı ziyarete geldikleri zaman çok yüklü miktarda humus getirirlerdi fakat İmam onlar geldiği zaman kesinlikle ayağa kalkmazdı ve onlara sıradan kimseler gibi davranır ve şöyle söylerdi "İnşallah Allah kabul eder" Bazen aynı ortama normal bir talebe gelirdi İmam, ayağa kalkar ve ihtiram gösterirdi. Bu, oradakileri çok şaşırtırdı. İmam'ın görüşü şuydu; "Tüccarların vazifesi yıllık humusunu vermekti ve getirdi verdi.’’ İmam, talebelerin izzetli olmalarını istiyordu, bazı talebelerin gelip maddi yönden ihtiyaçları olduğu söylemeleri karşısında İmam, çok soğuk bir tavır takınırdı. Elbette bu yardım etmediği anlamına gelmezdi, defalarca olmuştur hatta kendim birkaç sefer başka birinin adına İmam'dan para yardımı yapmasını istemişimdir ve İmam güler yüzle ona yardım etmiştir ama kendisinin gelip yardım istemesinden hoşlanmazdı. Hazırlayan: ruhullah.com |
02 Eylül 2008, 11:14 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Ayetullah'il Uzma İmam Humeyni'nin (ra) Hayatı ve Yaptıkları İmam Humeyni (r.a)'nin Hayatı 21/04/2007 Uyanış Destanı İmam Humeyni'nin (r.a) Hayatı "Kevser Günü"ydü. Hicri kameri 1320'nin yarıları geride bırakılırken İran'da bir bebek geliyordu dünyaya. Başlatacağı ilâhî kıyamla sadece İran'ın değil, bütün islam dünyasının alınyazısını değiştirecek ve milletlerin hürriyet ve bağımsızlığına düşman olan tüm güçlerle dünyaya egemen tüm kudretlerin daha ilk adımda karşısına dikilip ortadan kaldırabilmek için vargüçlerini harcadıkları halde başedemeyecekleri bir inkılaba imzasını atacak olan bebek... Evet... Bugün aradan geçen bunca zamana rağmen onun karşısına dikilen güçlerin tüm uğraşları boşa çıkmış; onun becerdiği bu büyük iş karşısında, onun fikir, dava, inanç ve çizgisi karşısında hepsi çaresiz kalakalmıştır. Henüz dünyaya gelen bu bebeğin daha sonraları tüm dünya tarafından "İmam Humeyni" olarak adlandırılacağını kimse bilmiyordu o gün. Onun, başlatacağı kıyamla dünyanın tüm süper güçlerinin karşısına dikileceğini, sadece kendi ülkesinin değil, tüm müslümanların bağımsızlık, izzet ve onuru için muazzam bir mücadele verip, insanî değerlerin topyekün yozlaştırıldığı bir çağda Allah'ın dinini yeniden diriltip ihya edeceğini kimse bilemezdi o gün... *** Tarihî Özgeçmiş Cemadiussani'nin 20. günü "Kevser Günü"dür... Allah Tealâ'nın en sevgili kulu olan biricik peygamberinin -sav- çocukları öldüğünde Kureyşli müşrikler "Muhammedin soyu kurudu!" diyerek sevinip arsızca şenlikler düzenlediler. Ne var ki bu sırada Yüceler Yücesi sevgili Rahman'dan şu haber geldi: "Bismillahirrahmanirrahiym. Şüphesiz, biz sana Kevser'i verdik. Şu halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu, asıl ebter (soyu kurumuş) olan, sana kin duyandır"(1) İşte o gün pek büyük bir gündü; çünkü velayet ve imamet kevseri o gün yeryüzüne akmış; iffet ve iman timsali Sıddıka-i Tahire hz. Fâtımâ-ı Zehra selamullah aleyhâ; adalet ve insanlığın daimi imamının eşi ve hemdemi olmak ve kıyamete dek insanoğluna yürümesi gereken yolu gösterecek olan bereketli nesli, 11 imamet yıldızını insanlığa hediye etmek üzere dünyaya gelmişti. Savaşı ve barışı, münacaatı ve sükutu, hilmi ve ilmi, baştanbaşa direnç ve çile dolu hayatı ve şehadeti ve nihayet vaadolunan günde zuhuru gerçekleşecek olan gaybetiyle hep ilahî hikmetler ve Rahmânî sırlar deryası olan nurlu ve bereketli nesil... Düşüş ve alçalış çağında zaman ve tabiat duvarlarıyla çepeçevre kuşatılan insanoğlunun kendi başına bırakılmadığını, hakkı ve hakikati arayan aşıklara hidayet yolunu gösterecek birilerinin mutlaka bulunduğunu ve yeryüzünün bir lâhza olsun Hakk'ın hücceti ve kesin delilinden mahrum edilmediğini ispatlayan nur nesli... Gaybet devri başlarken iyiyle kötü arasında hiç bitmeyen mücadele ve çekişme olduğu gibi devam ediyordu. Rabbine isyan eden tuğyankar zorbalarla fesad ashabı zulmet ve zulüm cephesinde; müminler ve salihlerle tıyneti ve özü doğru olan "mert insanlar"da nur cephesinde biraraya gelip karşı karşıya saflaştılar. Vahyin nurları yeryüzüne vurmuştu, artık. Allah'ın iyi kullarının gönlünü fetheden islam günden güne yayılarak Doğu'dan Batı'nın en uzak köşelerine kadar hayat bahşeden ilerlemesini sürdürmedeydi. Büyük ve emsalsiz bir medeniyet oluşuyordu yeryüzünde şimdi. İnsanoğlu ilim, edebiyat, teknik, kültür, sanat ve medeniyetin tüm dallarında iman ve ahlaka dayalı görülmemiş bir eserin yaratılışını izlemedeydi hayranlıkla. "Emîn" peygamberin getirdiği ilâhi kurtuluş mesajına koşan uyanmış gönüllerin coşkusu öylesine derin ve fazlaydı ki, liyakatsiz ve kifayetsiz yöneticilerin zaaf ve zulümleri de Allah'ın dininin ilerlemesini durduramıyordu. Avrupa Ortaçağ barbarlığının pençesi altında inlemekte, o beldelerde Allah'ın mazlum kullarına musallat olan maddeperestler zuhur ve geleceğini bizzat hz. İsa'nın -as- müjdelemiş olduğu o büyük insanın zuhur edip onların karanlık dünyasını aydınlatarak bugün bile Avrupa'nın yüzkarası olan engizisyon mahkemelerinin kendilerine sağladığı çıkarları kaybetmemek için mukaddes görünümlerle "haç"ın ardına gizlenmekte ve hz. İsa'yla -as- asla bağdaşmayan iğrenç emellerini İseviliğin kılıfında meşrulaştırmaktaydılar. İşte işin en üzücü tarafı zamanın bu diliminde vuku buluyor ve engizisyoncu Avrupa, Muhammedî dinin kökünü kazımaya azmettiği sırada islam ülkelerinde, herşeyi yokedebilecek büyüklükte bir tehlike başgöstererek nifak, bozgunculuk ve iktidar hırsı hızla gözleri bürümeye başlıyordu. Yine bu dönemlerdeydi ki elele veren birçok faktör, o günün tamamen gerici ve tutucu Avrupa'sında bir dizi ilmî ve teknik gelişmelere ortam hazırlayarak makina ve teknolojinin düşman devletlerin eline geçmesini sağlamış oldu. Oluşumunda islam medeniyetinin çok büyük tesiri bulunan bilim ve teknoloji dallarındaki bu hızlı ilerlemeler, ilkel, tutucu ve donuklaşmış Avrupa toplumuna yepyeni bir canlılık getirdi. İslam ülkelerinin başında bulunanlar bu yeni ve ibret verici gelişme üzerine ciddi bir çözüm yolu arayacakları yerde; gaflet, gericilik ve taklitçiliği gayret, çaba ve cihada tercih ederek müslümana yakışmayan tavırlar sergilediler ki onların bu gaflet ve ihanetleri neticesinde düşman, günden güne hızla ve hiç rahatsız edilmeden ilerleyip kalkınmasını sürdürdü, iktidarını ve iktidar sahasını da aynı hızla genişletmeye ve toprak sınırlarını yaymaya başladı ve bu üzücü gelişmelerin seyrinde islam dünyasının önemli bir kısmı bilfiil sömürü devletlerinin birer sömürgesi haline geliverdi. İşte o gün bugündür kimi zaman açıkça, kimi zaman gizlice sömürü devletleri islam milletinin kaderine müdahele eder oldu ve para, güç, şiddet ve ateizmin asırlarca sürecek acı egemenliği başlamış oldu. İran'da artık padişahlar silsilesi hükmediyor, bir hanedan yıkılınca yerine bir başka hanedan taht kuruyordu. İslam peygamberinin ilahi çağrısına daha ilk baştan canla başla "lebbeyk" diyerek islam ve tevhid davetine teslim olan İran milleti, bu şahlar ve sultanlardan gördüğü türlü baskı ve zulümlere rağmen nice yıllar boyu islam kültür ve medeniyetinin sancaktarlığını yaptı. Ne var ki şahların zulmü ve çağdaş sömürücülerin nifak ve bölücükleri giderek artmadaydı, çünkü bu kez düşman "bayındırlık, imâr, kalkınma ve gelişme" gibi sloganlar altında müslüman ülkelere sızmış, bu cafcaflı kelimelerin ardına gizlenmişti. Bu dönemde İran'da Kâcâr sultanlarının(*) başlattığı inanılmaz ihanet, ecnebi uşaklığı ve zulümler; İngilizlerle çarlık Rusyasının İran'a açıkça ve resmen müdahelede bulunmasını da beraberinde getirmiş ve bölgedeki birçok islam ülkesi gibi İran da, kendi tarihinin en acı kesitlerinden birini yaşamaya başlamıştı. Korkunç bir batı hayranlığının aşılanmaya başladığı bu acı günlerde sömürü devletlerinin büyükelçilikleri, memleketin bütün işlerine açıkça müdahele etmekte, hatta saray ve ordu erkanıyla meclis üyeleri ve bakanların atama ve azlleri bile bu sözde "diplomat"ların küstah emirleriyle yapılmaktaydı! Bu acı olaylar sürerken felaketin daha büyüğü yaşandı ve bu islami beldeye ait toprakların önemli bir bölümü, ihanet antlaşmaları neticesinde islam düşmanı ecnebi ülkelere bırakıldı; bütün bunlar olup biterken ülke tam bir kaas yaşıyor, adaletsizlik, zulüm ve istikrarsızlık içinde kıvranıyordu. Büyük islam alimi ve eşsiz mücahid Ayetullah'il uzmâ Şîrazi'nin -ra- başlattığı tönbeki -tütün- kıyamı, Seyyid Cemaleddin Esedâbâdi'nin ıslahatçı feryat ve çağrıları, İngiliz sömürüsüne karşı İran ve Necef'teki islam alimlerinin muazzam kıyamları müslüman halkın islam ulemasının rehberliğinde hareket ettiğini göstermekte ve dört bir taraftan ihanete uğrayan islam ümmetinin yegane ümidinin, candan bağlanmış bulunduğu islam uleması ve dinadamları olduğunu açıkça ortaya koymaktaydı. İslam alimlerinin yiğit ve tavizsiz direnişi düşmanı şaşkına çevirmiş, İngiltere krallığı başta gelmek üzere, islam düşmanı güçlerle sömürü odakları, kendilerini tehdit eden ve çıkarlarını tehlikeye düşüren asıl tehlikenin farkına varmışlardı. Nitekim bir merkezden yürütüldüğü apaçık belli olan geniş çaplı bir "dinadamlarını alaya alma", "ulemayı küçük düşürüp karalama" ve "dinin siyasete karışmaması gerektiği", hele islamın siyasete hiç karışmayacak kadar cici(!) bir din olduğu" propagandaları dört bir koldan ve türlü ağızlar, çeşitli yöntemerle bütün islam ülkelerinde yaygın hale getirilmeye başlandı. Bu tür lâik ve "ulema karşıtı" propagandaların birçok islam ülkesinde aynı tarihlerde ve benzeri yöntemlerle yapılmış olması bir hayli düşündürücüdür. Bu ihanet odaklarının başında masonlarla, sözde "aydın ve entellektüel" geçinen kör taklitçi yerli batı hayranı "garbzedeler" gelmedeydi. Aynı yıllarda İran'da halkın kendisini zerrece desteklemediğini bilen batı hayranı Kacar şahi Muzaffereddin bütün umudunu İngiltere krallığıyla Rus imparatorluğuna başlamış ve tahtını koruyabilmek için her ihanete boyun eğer hale gelmişti. Bölgedeki diğer müslüman ülkelerde de aynı acı ve elîm vaziyet yaşanmaktaydı. *** Doğumundan Kum'a Hicretine Kadar Ýmam Humeyni -ks- İşte bu şartlar altında İran'ın merkez eyaletine bağlı Humeyn kasabasında hicri kameri 1320 Cemadiussani'sinin 20'sine rastlayan hş. 30 Şehriver 1281'e mesadıf 24 Eylül 1902'de; hz. Resulullah'ın -sav- mutahhar soyu hz. Fâtımâ-ı Zehra'nın -sa- pâk zürriyesinden gelen dindan, takvalı, mücahid, ilim ve hicret ehli bir ailede nurlu bir bebek geldi dünyaya. Adını Ruhullah koydular. Yarınların "Ruhullah'il Museviyy'il Humeyni"sinden başkası değildi bu... Nesilden nesile, insanların hidayeti ve islami maarifle uğraşan bir ailenin yolunu sürdüren vâristi o. İmam Humeyni'nin -ks- değerli babası merhum Ayetullah Seyyid Mustafa Musevî, tanınmış islam alimi merhum Ayetullah'il uzmâ Mirza Şirâzî'yle aynı dönemde yaşayan seçkin alimlerdendi; Necef-i Eşref'te uzun yıllar islami bilimler dalında tahsil ettikten sonra içtihad payesine ermiş ve müçtehid olarak İran'a dönünce kendi kasabası olan humeyn'de müslüman halkın dini ve siyâsî konulardan pek güvenip sevdiği bir dönadamı olarak hizmete başlamıştı. Ne var ki Ruhullah'ın dünyaya gelişinden henüz 5 ay bile geçmemişken, dönemin hükumetine uşaklık eden hanlarla tağutlara başeğmeyen ve onların zorbalıkları karşısında pervasızca yiğitçe direnen Ayetullah Seyyid Mustafa Musevî, humeyn-Erak yolunda kalleşçe pusuya düşürülecek ve sırtından kurşunlanarak şehadet şerbetini içecekti. Şehidin ailesi, kısas için dönemin başkenti olan Tahran'a gidip şikayette bulunacak ve bütün yıldırımlara rağmen, katil idam edilip kısas uygulanmadıkça Humeyn'e dönmeyecekti. Böylece İmam Humeyni henüz küçük yaşta yetimliğin acısını tadıyor ve "şehadet" teriminin mefhumuyla çok yakından tanışmış oluyordu. Babasının şehid edilmesi üzerine o yılların tanınmış alimlerinden merhum Ayetullah Hânsarî (Zubde't Tesânif'in yazarı)nin torunlarından olup dindan bir ailede ve yine âlim olan babasından islami bilimleri öğrenerek yetişen âlime annesi rahmetli Hacer Hatun'la, yine bir âlime olup bilgi, cesaret ve haktan yana oluşuyla tanınan değerli halası merhume Sahibe Hatun tarafından yetiştirilen Seyyid Ruhullah, çocukluk yıllarıyla gençlik döneminin ilk yıllarını bu iki âlimle ve yiğit kadının eğitim ve desteğiyle geride bıraktıysa da henüz 15 yaşındayken bu iki azizini de kaybetti. Henüz çocukluk ve gençlik yıllarında fevkalâde bir zeka ve çalışkanlık örneği sergileyen İmam -ks- dönemin dînî ve pozitif bilim dallında kısa zamanda önemli bir mesafe kaydetti ve arap dili edebiyatı, mantık, fıkıh ve usul branşlarında dönemin bölgedeki seçkin alimlerinden olan Ağa Mirza Mahmud İftihâr'ul Ulema, Mirza Rıza Necefi Humeynî, Ağa Şeyh Ali Mahmud Brucerdî, Ağa Şeyh Muhammed Gülpaygâni, Ağa Abbas Erâkî'yle, değerli ağabeyi Ayetullah seyyid Murtaza Pesendide'den -Allah cümlesine rahmet etsin- ders aldı ki, bu alimler arasında rahmetli ağabeyi Ayetullah Seyyid Pesendide'nin apayrı bir yeri vardı. İmam -ks- medrese tahsilinin ilk kısmını tamamladıktan sonra yüksek medrese tahsiline başlamak üzere hş. 1298'de Erak'taki Yüksek İslâmi Bilimler Medresesi'ne girdi. *** |
02 Eylül 2008, 11:15 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Ayetullah'il Uzma İmam Humeyni'nin (ra) Hayatı ve Yaptıkları Kum'a Hicret, Yüksek Medrese Tahsili Ve İslâmî Bilimler Hocalığı Ayetullah'il Uzmâ Hacı Şeyh Abdulkerim Hayri Yezdî hazretlerinin -ra- hş. 1300'e musadıf hk. 1340'ının Receb'inde Kum'a hicretinden kısa bir süre sonra İmam Humeyni de -ks- Kum'a hicret ederek Yüksek Dînî İlmiye Medresesi'ne girdi ve burada dönemin en tanınmış üstadlarından ders alarak herkesi şaşırtan bir azim ve yetenekle, kısa sürede yüksek islâmî bilimlerle ilgili tahsilini tamamladı. Anlamlar ve beyan bilimleri dalındaki Mütevvel kitabın tekmil mübâhese tahsilini merhum Ağa Mirza Muhammed Ali Edîb Tahrânî'nin; sath dersleri tekmil tahsilini merhum Ayetullah Seyyid Muhammed Takiy Hansârî'yle bilhassa merhum Ayetullah Seyyid Ali Yesribî Kâşânî'nin, yüksek fıkıh ve usul tekmili derslerini de Kum Yüksek Medresesi'nin dönem başkanı olan Ayetullah'ul İzmâ Hacı Şeyh Abdulkerim Hayri Yezdî -rızvanullah aleyhim-nin yanında tamamladı. Fevkalâde araştırmacı ve ince bir ruha sahip olan İmam, arap edebiyatıyla fıkıh ve usul dallarında kaydettiği şaşırtıcı ilerlemeyle yetinmeyecek ve dönemin diğer önemli bilim dallarına da yönelmeyi ihmal etmeyecekti. Nitekim bir yandan devrin tanınmış müçtehid alim ve üstadlarının nezdinde özel yüksek fıkıh ve usul dersleri alırken, bir yandan da merhum Hacı seyyid Ebu'l Hasan Refii Kazvînî'den yüksek matematik, geometri, astronomi ve felsefe dersleri aldı ve merhum Ağa Mirza Ali Ekber Hekemî Yezdî'den bu branşlarla ilgili yüksek tahsil derslerinin yanısıra manevî ve irfânî bilimlerle ilgili dersler almaya başladı; bu sırada âruz, kafiye ve islam felsefesiyle batı felsefesini merhum Ağa Şeyh Muhammed Rıza Mescidşâhî İsfahânî'den; ahlak ve irfan yüksek bilimlerini merhum Ayetullah Hacı Mirza Cevad Melekî Tebrizî'den ve yüksek pratik irfanla teorik irfanın en ileri eğitim derslerini de 6 yıl boyunca merhum Ayetullah Ağa Mirza Muhammedali Şahabâdî -ra-'den aldı. Ayetullah'il uzmâ Hayri Yezdî hazretlerinin vefatından sonra başta İmam Humeyni -ks- gelmek üzere Kum Yüksek İlmiye Medresesi'nin diğer müçtehid ve alimlerinin yoğun çabasıyla Ayetullah'il uzmâ Burucerdî hazretleri -ra- Kum Medresesi'nin başkan ve sorumlusu olarak Kum'a yerleşti. Bu sırada İmam Humeynî -ks-, usul, felsefe, irfan ve ahlak dallarında Kum'un en ileri üstad ve müçtehidlerinden biri olarak tanınmada; zühdü, takvası, doğru sözlülüğü ve ibadete düşkünlüğü tüm medrese çevrelerinde dilden dile dolaşmadaydı. Bu yüce hasletler uzun yıllar süren nefis mücadelesi, şer'i kalıplar çerçevesinde çile çekmeler, irfan metin ve mefhumlarını bilfiil yaşayıp tecrübe edinmeler vb. gibi köklü sosyal ve ferdî zahmet ve emeklerin ürünüydü. Aynı şekilde; dini ilmiye medreselerinin mutlaka korunması, fonksiyonunu ve varlığını sürdürmesi, ulemanın yegane güvenilir sığınak ve üs olarak mesuliyetini ifaya devam etmesi gibi vazgeçilmez prensipleri onun samimi ulema çevresinde en sevilen ve sayılan alimlerden biri olmasını sağlamış, o tehlikeli, çetin ve karabasanlı günlerde hürriyet aşığı müminlerin bu ışıl ışıl parlayan hidayet meşalesinin etrafında toplanmasına neden olmuştu. Mevcut bütün buhranlar, muhalefetler ve zorluklara rağmen onu Ayetullah'il uzma Hayri'yle -ra- Brucerdi -ra- hazretlerinden ayrılmamaya ve bütün ilim, bilim, fazilet ve gayretini, henüz kurulmuş olan Kum Dîni İlmiye Yüksek Medresesi'nin muhafaza ve bekasına adamaya iten sebep bu yüksek kişilik ve karakteristik özelliklerinden başka birşey değildi. Hatta Ayetullah Brucerdi'nin -ra- vefatından sonra islam dünyasından birçok alim ve dinadamının bir taklid mercii olarak kendisine yönelip onu medreselerin başkan ve sorumlusu olarak kabul etmelerine rağmen İmam -ks- fevkalâde bir alçakgönüllülükle bunu reddedecek ve mevki, makam ve şöhret gibi şeylerden hiç hoşlanmadığını bilfiil ispatlayan bu davranışlarıyla gönüllere daha bir taht kuracaktı. O, yakın dostlarına bu tür dünyevî şeylere asla itina göstermemelerini ve bu tür şeylerden daima uzak durmalarını nasihat ve tavsiye etmiş, hayatının sonuna kadar da bu tavrını zerrece değiştirmemiştir. Nitekim bilinçli müslümanlar gerçek ve samimi bir islam münâdisi olarak onu görüp bütün arzu ve emellerini onun samimi takva, derin bilgi, siyasi idrak ve korkusuz kişiliğinde bularak ışığa vurgun pervaneler misali onun etrafında kümelendiğinde bu emsalsiz teveccüh ve takdirlerden zerrece etkilenmemiş; inanç, prensip ve davranışlarında hiçbir değişiklik olmamıştır. Onun hiçbir zaman dilinden düşürmediği bir sözü vardı, kalbinin ta derinliklerinden yükselen bir samimiyetle "Ben islam ve milletin hizmetçi bir neferi ve askeri olarak görmekteyim kendimi" derdi her zaman (2)... H.ş. 1357-1979- kışının 12 Behmen'inde (22 Şubat) onu karşılamak ve yıllardır hasretle beklediği rehberini görülmedik bir heyecanla karşılayabilmek için Tahran caddelerini dolduran milyonlarca müslüman, uğrunda can vermeye hazır halde kendisini beklerken, yabancı bir muhabirin "Onbeş yıl aradan sonra ülkenize böylesine görkemle döndüğünüz şu sırada neler hissediyorsunuz?" şeklindeki tepeden inme sorusuna verdiği tek kelimelik cevap, onun bu muazzam ve güçlü kişiliğinin bariz bir göstergesiydi: "Hiç!" Güç ve iktidar düşkünü politikacıların böylesine anlarda gurur ve sevincinden kabına sığamayıp neler hissettiğini bilen ve bunlara defalarca yakından şahid olan muhabir, duyduğu cevap karşısında şaşkına uğramış ve daha sonraları bunu defalarca anlatmaktan kendimi alamamıştı. Bu kısa cevap bile, İmam Humeyni'yi -ks- tanıtmaya ve onun diferlerinden çok farklı olduğunu anlatmaya yetiyordu. Evet, defalarca ameliyle de vurgulamış olduğu üzere, onun nazarında önemli olan tek şey Allah'ın rızası ve bu rızaya uygun davranabilmekti; bu "Humeyni görüşü"nde gaye Allah'ın rızası olduktan sonra hapiste olmakla iktidarın zirvesinde bulunmak aynı şeylerdi. Esasen o, bu hakikate yıllar önce iman etmiş ve henüz gençlik yıllarında bulunmasına rağmen başarıyla katettiği "amelî ve pratik irfan" merhalesinde dünya ve dünyalığı tamamen mağlub etmeyi başararak "Allah'tan gayrısından kopup sırf O'na doğru sonsuz yürüyüş"ünü azimle başlatmıştı. Nitekim İmam, kendi beyitlerinden birinde bu ipucunu şu mükemmel beyan tarzıyla dile getirir: "Yaradan'dan gayrısını bıraktım, sildim Takdir-i ilahiden başka herşeyi hiç bilirim!"(3) İmam Humeyni -ks- Kum dinî ilmiye medresesinde din öğrencilerine yıllarca yüksek islâmi bilimler dersleri verdi; Feyziye Medresesi, Mescid-i A'zam, Muhammediye Mescidi, Hacı Molla Sadık Medresesi, Selmasî Hacı Molla Sadık Medresesi, Selmasî Camii... gibi birçok medrese ve camide fıkıh, usul, felsefe, islâmi ahlak ve islâmi irfan dersleri vererek binlerce öğrenci yetiştirdi. Aynı şekilde Necef-i Eşref Medresesinde de 14 yıl boyunca üstadlık yaptı ve Şeyh A'zam-i Ensari -ra- Camii'nde Ehl-i Beyt Bilimleri ve fıkıh dallarında en yüksek seviyede dersler verdi. Yine ilk kez Necef'te "Velayet-i Fakih" başlığı altında verdiği dizi derslerde ilk kez "islam devletinin temel prensipleri" konusunu işledi. O dönemde kendisinden ders alan alimler İmam'ın -ks- derslerinin bütün medreselerin en muteber ve en çok tutulan dersler olduğunu, hatta bazı dönemlerde (ör: Kum Medresesi'nde üstadlık yaptığı yıllarda) İmam'ın derslerine katılan din öğrencileriyle ulemanın sayısının 1200 kişiye ulaştığını belirtmişlerdir ki bu derslere katılanlar arasında onlarca müçtehid ve dönemin en tanınmış yüksek seviyeli alimlerinin de bulunduğu, rahmetli İmam'ın -ks- fıkıh ve usul derslerine çoğu müçtehidin de katıldığı bilinmektedir. İmam'ın -ks- uzun yıllar boyunca verdiği bu derslerde binlerce islam alimi yetişti; İmam'ın -ks- yetiştirdiği bu öğrenciler bugün başta Kum gelmek üzere çeşitli belde ve mekanlardaki ilmiye medreselerinin en tanınmış müçtehid, fakiyh ve arifleridirler. bu cümleden olmak üzere bugün hakkıyla, islam dünyasının en seçkin düşünürlerinden biri olarak tanınan Allame şehid üstad Mutahhari'yle mazlum şehid dr. Beheşti'nin en büyük iftiharı İmam'ın -ks- öğrencisi olup o büyük ârif, mükemmel mümin değerli insandan ders almış bulunmalarıydı. Yine bugün islam inkılabının başında bulunan ve İslam Cumhuriyeti nizamını idare etmekte olan tanınmış ulema ve dinadamları da hep rahmetli İmam'ın -ks- fıkhî ve siyasî okulunda yetişen öğrencilerdir. İmam'ın -ks- çeşitli bilim dallarındaki eğitim ve öğretim üslubunun özelliklerine yine bu bahsimizde kısaca değinecek ve bahsimizin sonunda onun telif etmiş olduğu eser ve kitaplardan da özetle sözetmeye çalışacağız inşaallah. *** |
02 Eylül 2008, 11:16 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Ayetullah'il Uzma İmam Humeyni'nin (ra) Hayatı ve Yaptıkları Mücadele ve Kıyam Siperinde İmam Humeyni Allah yolunda mücadele ve cihad ruhu; İmam Humeyni'nin -ks- yetişme tarzında, yetiştiği muhit ve aile ortamında ve esasen o büyük insanın sosyal ve siyasi hayatının bütün safhalarında kök salmış bir hakikatti. Onun mücadele hayatı, gençlik döneminin ilk yıllarından itibaen başlar ve kendisinin ruhî ve ilmî tekamül ve yetişmesine paralel olarak sürer ki İran'la diğer islam ülkelerindeki sosyal ve siyasi gelişmeler de bu mücadelenin akışına etkide bulunmuştur. Hicri şemsi 1340-1341'li yıllardan (miladi tarihle 1960-1962'li yıllar) İran'da başgösteren Vilayet ve Eyalet Encümenleri hadisesi onun, ulemanın kıyamında rehber ve lider olarak bilfiil sahnede görünmesine neden oldu. Bunu izleyen yılda, yani 15 Hordad 1342'de baştanbaşa bütün İran'da ulemanın öncülüğü ve liderliğinde müstebit rejime karşı muazzam bir başkaldırı ve kıyam yaşandı ki bu kıyamın en belirgin iki özelliği, İmam Humeyni'nin rehberlik ve liderliğini vurgulaması ve kıyamın sebep, saik, slogan ve hedeflerinin tamamen islâmi olmasıydı. Daha sonra bütün dünyada "İslam inkılâbı" adıyla tanınacak olan çağın emsalsiz inkılabının başlangıcı işte bu 15 Hordad kıyamıdır. İmam Humeyni -ks- İran'ın, en zorlu ve çetin dönemlerinden birini yaşamakta olduğu yıllarda dünyaya gelmişti. Meşrutiyet hareketi, İngilizlerin yerli uşakları aracılığıyla Kacar hanedanının sarayında oynadığı oyun ve entrikalar ve ülke içinde yaşanan dahili çekişmelerle bir grup batı hayranı kör taklitçinin "aydınlar" adı altında işlediği ihanetler neticesinde amacından saptırılmış ve hareketin yönü ve hedefi ustaca başka bir yatağa kaydırılmıştı. Ulema ve dinadamları bu hareketin bizzat öncüsü ve lideri olmasına rağmen türlü oyun ve entrikalarla devre dışı bırakılmış ve insiyatif laiklerin eline geçmiş ve yönetim tekrar müstebit bir krallığa dönüşüvermişti. Kacar padişahlarının kabilece mahiyeti ve yönetimdeki liyakatsizlik ve zaafları, İran'da ciddi sosyal ve ekonomik bozulmalar neticesinde hanlar, derebeyleri ve eşkıyalar millete musallat olmuş, memlekette huzur ve güvenlik kalmamıştı. İşte bu şartlar altında müslüman İran milletinin yegane sığınağı ve sadık dostu yine islam ulemasıydı. Nitekim bahsimizin başında da belirttiğimiz üzere İmam'ın -ks- babası da müslüman halkın hakkını savunma ve zorba hanların karşısına dikilme neticesinde şehid düşmüş ve bu ailenin Allah yolunda mücadele, hicret ve şehadet örfüne bilfiil imza atmıştı. İmam Humeyni -ks- birinci dünya harbinde 12 yaşında olduğunu söyleyerek o dönemle ilgili hatıralarını şöyle anlatır: "... Ben dünya savaşlarının 2'sini de hatırlıyorum. Küçüktüm, okula gidiyordum. Humeyn'deki kasaba merkezinde Rus askerleri vardı; birinci dünya savaşında biz türlü saldırılara maruz kalıyorduk"(4). Rahmetli İmam -ks- bir başka hatırasında da o günlerde merkezi yönetimin destek ve himayesiyle birçok han, eşkıya ve zorbanın her tarafa musallat olduğunu ve halkın malını yağmalayıp namusuna ve canına kastettiklerini anlatırken bazı isimler de verir:"... çocukluğumdan beri savaşı yaşamışımdır ben. Zulgiler saldırırdı bize, Recebalilerin saldırısına uğrardım sık sık. Bizim de silahımız, tüfeğimiz vardı, ben o yıllarda çocuktum, büluğçağlarında bir çocuk olmama rağmen; eşkıyaların saldırılarını püskürtmek için -Humeyn'deki- yapılmış olan siperlere başvururduk"(5). İmam -ks- bir diğer hatırasında da şöyle anlatır: "... Humeyn'de bulunduğumuz mahalde siper kazardık; benim de tüfeğim vardı. Ama ben çocuktum henüz tabi; 16-17 yaşlarındaydım o sıralarda. Silah kullanmasını öğretirlerdi bize, eğitim alırdık... Siperlere giderdik; halkın malını ve ırzını yağmalamak için saldırıya geçen eşkiyalara karşı savaşırdık o siperlerde. Ortalık karışmıştı, memleket kargaşa içindeydi, hürumet iktidarını yitirmişti. Hatta bir defasında Humeyn'in bir mahallesini eşkıyalar ele geçirdiler, halk onlarla savaştı, herkes silahını alıp onlara karşı koydu, biz de silahımızı alıp onlara karşı koyduk"(6). Mevcut tarihi belgelerin de açıkça ortaya koyduğu üzere hş. 3. İsfend 1299'da İngilizlerin destek ve planıyla gerçekleşen diktatör Rıza Han İhtiali, Kacar saltanatını devirip hanlık ve derebeylik sistemine son vererek en ücra köylerden şehirlere kadar heryeri sarmış olan eşkıya belasının önemli ölçüde kökünü kuruttuysa da, yağmurdan kaçan millet doluya tutulmuş oldu; zira bu kez bizzat devletin kendisi eşkıya alacak ve Rıza Han'ın binlerce akrabası hükumetin çeşitli noktalarına yerleşerek mazlum İran milletinin kanını emecekti. Böylece kırsal bölge eşkıyalığı devri kapanmış, onun yerine sistemli ve kanunlu bir "Pehlevi devlet eşkıyalığı" dönemi başlamıştı. Rıza Han 20 yıllık istibdad ve padişahlığı sürecinde İran'ın verimli topraklarının yarısına yakın bir kısmını gasbederek bütün arazi tapularını resmen kendi adına geçirdi. Bu kabarık iştiha neticesinde, sarayın özel mülkiyet işlerinin takibi için kurulan teşkilat ve kuruluşlar, en büyük bakanlıklardan bile daha geniş ve daha kalabalık kadroluydu. Rıza Han diktatörlüğü işi öyle bir noktaya vardırdı ki bir arsa veya arazinin, hatta vakıf olarak resmen devri için bile göstermelik kukla meclisten onlarca kanun, tüzük ve madde onayı alındı. Nitekim Rıza Han'ın kendi adına geçirdiği tapular, edindiği menkul ve gayri menkuller, mücevherler, şirketler, ticari merkezler, sanayi birimleri, fabrikalar; onun hayatını kaleme alan dost-düşman herkesin mezbur hatıratındaki en kalabalık bölümleri işgal eder. Rıza Han'ın ülke içi siyaseti üç temel prensip üzerine kuruluydu: Askeri-polisiye kökenli sert hükumetçilik, din ve dinadamlarına karşı tam bir düşmanlık, tam bir batı taraftarlığı! Bu üç temel prensip, Rıza Han'ın saltanatı boyunca varlığını devam ettirmiştir. Meşrutiyet olaylarından sonra bir taraftan İngiliz güdümlü hükumetlerin baskısı, bir taraftan da Batı çarpılmışı sözde aydınların olmadık ihanet, iftira ve karalamalarıyla karşı karşıya kalan İran uleması, bu zor şartlar altında yüce islam dini ve ulemanın izzet ve varlığını koruyabilmek için amansız bir mücadele vermekteydi. Bu gaye doğrultusunda Ayetullah'il uzma Hacı Şeyh Abdulkerim Hayri hazretleri, Kum ulemasının daveti üzerine Erak'tan Kum kentine hicret etti, ardından, fevkalâde bir çalışkanlık ve zeka örneği sergileyerek Humeyn ve Erak'ta medrese yüksek bilimleriyle ilgili mukaddemat ve sutuh derslerini bitiren İmam Humeyni de -ks- Kum'a hicret ederek henüz kurulmakta olan Kum yüksek medresesinin konumunu güçlendirmede fiilen katkıda bulundu. Çok geçmeden İmam -ks- Kum'un en seçkin uleması, ve tanınmış müçtehidler arasında yer alan isimlerden biri olacaktı. Daha önce de belirttiğimiz üzere bu dönemde, Rıza Han'ın dini politika ve niticede hayattan dışlayan laik siyasetini akamete uğratabilmenin tek yolu; din, medrese ve ulemanın güçlü ve kararlı bir şekilde müdafaa edilmesiydi. Bu nedenledir ki İmam Humeyni -ks- sözkünusu şartlar ve olumsuz ortamda ulema, medrese ve taklid merciilerinin takınması gereken tavır ve izlenmesi gereken yöntemin niceliği ve niteliği konusunda bazı noktalarda Ayetullah'il uzmâ Hayri ve ondan sonraki dönemde de Ayetullah'il uzmâ Brucerdi'yle birtakım görüş ayrılıkları içinde bulunmasına rağmen her iki alim döneminde de rejim karşısında ulemanın ve dini ilmiye medreselerinin konum ve iktidarını var gücüyle savunmaktan bir lahza olsun geri durmamıştır. İmam Humeyni -ks- islam ümmetinin sosyal ve siyasi meselelerine özel bir önemle eğilen nadir müçtehidlerdendi. Rıza Han, saltanatının temellerini sağlamlaştırır sağlamlaştımaz ilk iş olarak İran'da dinin ve ulemanın etkinliğini kırmaya çalıştı ve bu yolda gerekli gördüğü hiçbir girişimde bulunmaktan çekinmedi. İslam alimleri onun döneminde görülmedik baskılara maruz bırakıldı; bununla da yetinmeyerek dinî ağıt, mersiye, anma merasimleri ve hutbeleri yasakladı. Din dersleri ve Kur'an dersleri okulların müfredatından çıkarıldı, Cuma namazı kılınması yasaklandı; müslüman kadınların hicabına da el uzatmaktan çekinmeyen laik rejim, çarşaf ve örtünmeyi de yasaklayacağını duyurmaya ve kamuoyunu hazırlamaya başladı. Rıza Han bu hedef ve gayelerini bilfiil gerçekleştirmeden önce en ciddi ve önemli tepkiyi İran'ın bilinçli ve inkılâbî ulemasından aldı. İsfahan'ın bilinçli alimleri Ayetullah Hac Ağa Nurullah-i İsfahani öncülüğünde hş. 1306'da rejimi protesto gayesiyle İsfahan'dan Kum'a hicret ederek bu şehirde oturma eylemi başlattılar. Çok geçmeden diğer şehirler de bu protesto eylemine katılacak ve islam alimlerinin Kum'daki 105 gün süren oturma eylemi (Hş. 21 Şehriver'den 4 Dey'e kadar) Rıza Han'ın görünüşte geri adım atmasıyla sonuçlanacaktı. bu protesto neticesinde dönemin başbakanı Muhbirussaltanat, ulemanın öne sürdüğü şartları yerine getirmeye söz verdiyse de bu kıyamı başlatan kişinin 1306 Dey'inde Rıza Han'ın kiralık katilleri tarafından şehid edilmesi üzerine sözkonusu oturma eylemi fiilen bitmiş oldu. Bu kanlı macera, o sıralarda genç bir dinadamı olan İmam Humeyni gibi mücadeleci ve korkusuz bir alimin meselelerle yakından tanışmasına ve ulemayla Rıza Han arasındaki mücadelenin nicelik ve niteliklerine iyice vakıf olmasına yardımcı olmuştu. Diğer taraftan bu hadiseden birkaç ay önce hş. 1306 Nevruz'unda Kum'da Ayetullah Bafkî Rıza Han'a karşı çıkmış, olay çatışmaya kadar gitmiş ve Rıza Han tam bir vahşilikle şehri askeri kuşatmaya almış ve çıkan çatışmada bu mücahid alim yakalanarak Rıza Han tarafından dövülmüş ve sonra da Rey şehrine sürgün edilmişti. İşte bu şartlar altında İran tam bir diktatörün pençesinde kıvranır ve meclisten islam dışı kanunlar çıkarılmaya çalışılırken dönemin yiğit mücahid alimi şehid Ayetullah Seyyid Hasan Müderris mecliste görülmemiş bir mücadele örneği sergileyip Rıza Han'ın laik isteklerine zerrece boyun eğmiyor ve bütün bu mücadeleler, genç İmam'ın ruhunda derin izler bırakarak onun mücadele azmini bileyip tecrübe ve tedebbürünü artırıyordu. Rıza Han, Kum dinî ilmiye medresesini dağıtarak medreseleri devlet kontrolündeki okullar haline getirmek amacıyla ulemanın, devletçe düzenlenen resmi imtihanlara girmesi gerektiği yolunda emir verince İmam Humeyni -ks- bunun bir komplo olduğunu pervasızca haykırarak Rıza Han'a itiraz etti ve bu komployu gerçekten bir ıslah hareketi olarak görecek kadar safdil olan bazı alimleri uyandırmaya çalıştı. Ne yazık ki, rejimin uyguladığı yoğun sistematik propagandayla alçakta baskı ve eziyetler ve diğer yandan meşrutiyet hareketi sonrası yaşanan tatsiz olaylarla, devletçe körüklenen ihtilaf ve görüş ayrılıkları neticesinde İran uleması bu dönemde bir nevi inzivaya çekilmiş ve ülkeyi tam anlamıyla bir hafakan basmıştı. Hatta iş öyle bir noktaya vardırıldı ki; insanın iç dünyasının eğitimiyle ilgili olan ve neticede günlük meselelerin değerlendirilmesi gibi sohbetlerle noktalanan irfan ve felsefe dersleri bile, Rıza Han'dan çekinen korkak ve refahına düşkün dinadamı kılıklı sözde bazı alimler tarafından haram ve yasak ilan edildi. İmam Humeyni de bu baskıya uğrayan alimlerden biri olduysa da, bütün baskı ve tehditlere rağmen, öğrencilerine verdiği felsefe, irfan ve ahlâk derslerini tatil etmeyerek ders mahallini değiştirip başka bir yerde gizlice aynı derslerin devamını vermeyi sürdürdü. bu yılmaz çalışmaların ürünü, allame Şehid üstad Mutahhari gibi seçkin şahsiyetlerin yetişmesi olmuştur. Ulema ve İran milletinin yılmadan direnmesi ve rejimin garazkar emellerine asla eğilmemesi neticesindeRıza Han'ın islamı toplumdan büsbütün silme, kadınların örtünmesine engelleme ve dini merasimleri yasaklama gibi emelleri önemli ölçüde akamete uğradı ve birçok defa laik Rıza Han rejimi islam uleması ve müslüman halkın sert ve yek vücut tepkileri karşısında geri adım atmak zorunda kaldı. 10 Behmen 1315 hş'de Ayetullah'il uzma Hayri'nin vefatı üzerine Kum dinî ilmiye yüksek medresesi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıldı ama dinine bağlı ve inancında vefakar olan bir avuç alimin yiğitçe direnmesi sonucu bu tehlike atlatıldı ve 8 yıl boyunca Kum ilmiye medresesi Seyyid Muhammed Hüccet, Sey. sadreddin Sadr, Sey. Muhammed Takıy Hansâri -ra- gibi seçkin ayetullahlar tarafından idare edildi. bu süreçte, bilhassa Rıza Han'ın devrilmesinden sonra en yüksek din merciiliğinin tahakkuku için ortam oluşmuş oldu. Ayetullah'il uzmâ Brucerdi hazretleri, Ayetullah'il uzmâ Hayri'den sonra ulemanın sancağını taşıyacak ve din medreselerinin varlığını sürdürebilmesini sağlayabilecek değerli bir alimdi. Bu öneri, başta İmam Humeyni -ks- gelmek üzere Ayetullah Hayri'nin öğrencileri tarafından hemen ciddiyetle ele alınıp incelendi ve bizzat İmam'ın kendisi, Ayetullah Brucerdi'nin bu sorumluluğu üstlenmesi için çağrıda bulunup çaba gösterdi. Ötedenberi memleketin siyasi ve sosyal meselelerini yakından izleyen ve medreselerle ulemanın vaziyetini özenle tetkik etmekte olan İmam -ks- bıkıp usanmadan mütalaada bulunuyor, günlük dergi ve gazetelerden, en karmaşık dini ve tarihi kitaplara varıncaya kadar bu hususta faydalanılabilecek bütün eser ve yayınları tanıyor, gerektiğinde sık sık Tahran'a yolculuk ediyor (7) Ayetullah Müderris gibi büyük alimlerle görüşüp sürekli danışıyordu. Bütün bu ciddi çalışma ve tecrübeler neticesinde şu sonuca varmıştı: Meşrutiyet döneminde alınan hezimet ve bilhassa Rıza Han'dan sonra müslüman İran milletinin yaşadığı zillet ve yenilgilere bir son verebilmenin tek yolu dini ilmiye medreselerinin korunması, bu medreselerin bilinçlendirilmesi ve halkla ulema arasındaki yakın diyaloğun daha da yakın ve kesintisiz hale getirilmesiydi. Bu nedenle, kendisi Kum'un en tanınmış müçtehid ve üstadlarından olduğu halde, rahmetli İmam -ks- Ayetullah Brucerdi'nin Kum'daki konumunu güçlendirmek için elinden geleni yapacak, hatta daha sonra öğrencilerinin de açıklayacağı üzere, bir öğrenci gibi bizzat gidip onun usul ve fıkıh derslerine bile katılacaktı. İmam Humeyni -ks- yüce hedeflerini gerçekleştirebilme yolunda önemli bir adım olarak gördüğü "medreselerde köklü bir bünye ıslahatına gidilmesi gerektiği" fikrini bir proje şeklinde geliştirerek hş. 1328'de Ayetullah Murtaza Hayri'yle birlikte Ayetullah Brucerdi hazretlerine -ra- sundu. İmam'ın -ks- öğrencileri başta gelmek üzere bu proje, medresedeki yiğit ve samimi öğrencilerle ulema tarafından büyük bir ilgi ve destek görmüştü. Bu proje uygulanmaya konulur ve medrese, ilmî ve kültürel bir kuruluş olarak örgütlenen geniş çaplı bir faaliyet sahasına açılmaya doğru giderken, henüz ilk adımda; bu projenin günübirlik yaşamlarındaki rehavet ve refahlarını bozabileceğin endişesine kapılan dinadamı kılıklı bir grup pısırık azınlığın da etekleri tutuşmuş ve bu hannas tıynetliler sözkonusu projenin uygulanmaması için ellerinden gelen her hile ve desiseye başvurmuşlardı. Bu vesveseci hannasların uğursuz çalışmaları neticesinde, ilk başlarda sözkonusu projeyle muvafık olan Ayetullah Brucerdî, kalben ve projeyi desteklemesine rağmen, uygulanmasına izin vermedi. Ayetullah Hayri'nin oğlu Ayetullah Murtaza Hayri Efendi bu tutumdan pek rahatsız olarak Kum'dan ayrılmayı yeğleyip bir süre Meşhed'e hicret etti. Ama İmam Humeyni -ks- zerrece yılgınlık göstermeyip bu ve benzeri can sıkıcı birçok gelişmeye rağmen dînî ilmiye medresesinde uyanış hareketlerinin başlayacağı günleri sabırla bekledi. Bu hadiseden 8 yıl önce, yani hş. 1320 Şehriver'inde İran, 2. dünya savaşı nedeniyle müttefik güçlerin işgaline uğramıştı. Kendi halkını baskı altında tutabilmek için 20 yıl boyunca astronomik harcamalarla kalabalık ordular kurup teçhizatlandıran diktatör Rıza Han'ın kukla askerleri, işgalci müttefikler karşısında hemencecik teslim olmuş ve daha sonraları bizzat oğlu Muhammed Rıza'nın da itiraf ettiği üzere, müttefik askerlerle karşılaşma cesareti bile gösteremeyerek kurusıkı kurşunlarını ateşledikten sonra silahlarını bırakıp kaçmışlardı(8). Rıza Han onca diktatörlük ve tekebbürüne rağmen aşağılık ve rezil bir şekilde tahttan indirilip yurtdışına sürüldi. Şahlık dönemi tarih kitaplarında ilginç bir çelişki yazılıdır bu hususta; ülkenin yabancı güçler tarafından işgali karşısında fevkalâde rahatsızlık duyan İran halkı, yine de Rıza Han gibi bir diktatörden kurtulmanın sevincini yaşamaktaydı. Halkına düşkünmüşçesine bir görüntü vermeye çalışan diktatör Rıza Han tahttan indirildiğinde, halkın yoksulluğu ve milli servetin yağmalanması pahasına biriktirdiği serveti, o günün şartlarında 680 milyon riyalı aşmadaydı (9) ki, kamuoyu önünde "millî" görünmeye çalışan benzeri diktatörlerin gerçek yüzünü göstermesi açısından bir hayli ibret vericidir. İngilizler, diğer bir müttefik olan Ruslarla anlaşarak Rıza Han'ın yerine oğlu Muhammed Rıza'yı tahta geçirdiler. Böylece İran'ın mazlum halkı için uzun bir karanlık sayfa daha açılmada ve ülkenin bağımsızlığıyla halkın hak, hürriyet ve izzetinin pazara çıkarıldığı 38 yıllık yeni bir diktatörlük dönemi daha başlamadaydı şimdi. Şahın tahta geçtiği ilk iki yıl, rejim henüz pek zayıf olduğundan halkın rahat nefes alabildiği kısa bir dönem oldu, yeni politikalar neticesinde kimi insanlar fikir ve görüşlerini beyan edebilir olmuş, bazı partiler kurulmuştu. Kimi politikacılar, genç şahın da pek hoşlandığı birtakım milliyetçi ve nasyonalist ülkülü partiler kurdular, kimi de meclise girmeye ve devlet kadrosunda kendisinde bir yer edinmeye çalıştı. Bu şartlar altında müslüman halkın emellerini gerçekleştirip islami bir kıyama yardımcı olabilecek Ayetullah Müderris gibi yiğit ve politikacı alimler Rıza Han tarafından çok önceden şehid edilmişti. Komunistlerle kökü dışarıda bulunan diğer parti ve kuruluşlar ise Moskara ve diğer merkezlerden gönderilen direktifleri uygulamaktaydı sadece. Dinî ilmiye medreseleriyse, daha önce de belirttiğimiz gibi, Rıza Han'ın vahşi saldırıları ve bazı korkakların suya sabuna dokunmama politikaları neticesinde tam bir inzivaya çekilmiş ve sosyal sorumlulukları üstlenemeyecek kadar tezyif edilmişti. Yine de, bu zor şartlar altında bile medreselerdeki kıpırdanma tam anlamıyla bitmemiş ve bir islam devleti kurma ülküsü uğruna can vermeye hazır Nevvab Safevî'yle arkadaşları gibi yiğit müslümanlar, islam düşmanı rejimi yıkabilmek için silahlı bir mücadeleye girmenin hazırlıklarını başlatmışlardı. İmam Humeyni -ks- bir şiirinde Rıza Han ve onu izleyen ilk yıllardaki korkunç baskı, şiddet ve hafakan ortamında mücadele veren müslümanların mazlumiyetini tavsif ederken şöyle der: "Rıza Şah'ın zulmünden kime şikayet edelim? Bu canavarın zulmünden kime feryat edelim? Nefesimiz varken, haykırmamızı önledi Şimdi haykıracak nefes te kalmadı işte." Bu geçici serbesti döneminde İmam Humeyni -ks- fırsatı ganimet sayarak Keşf'ul Esrâr adlı meşhur eserini kaleme aldı (hş. 1322, mil: 1943) ve Pehlevi hanedanının halka revâ gördüğü 20 yıllık diktatörlük ve cinayetleri açıkladı; bu arada bazı karanlık ellerin yüce islam dini hakkında zihinleri bulandırmaya çalıştığı konulara da girerek bu garazkâr şüpheleri giderici mükemmel incelemelerini yayınladı; islam devletinin kurulmasının zarureti ve bunu gerçekleştirebilmek için kıyam edilmesi gerektiği düşüncesini de yine bu eserinde açıkça yazacaktı. Bu olayın üzerinden henüz bir yıl geçmişti ki İmam -ks- hş. 1323 Ordibeheşt'inde (1944 baharı) müslüman halkı ve islam alimlerini rejime karşı ayaklanıp kıyam etmeye çağıran ilk siyasi bildirisini yayınladı. Bu bildirideki beyan tarzı, muhatab ve muhtevadan da anlaşılacağı üzre İmam -ks- o günkü şartlar altında öylesine üzücü hale getirilmiş bulunan medreselerden çabucak bir kıyam ve başkaldırı gerçekleştirmelerini beklememektedir; bilakis, sözkonusu bildiriyi yayınlayan İmam'ın amacı medreselerde okuyan genç dinadamlarını uyandırıp bilinçlendirmek ve onlara tehlike sinyallerini vermektir. Nitekim İmam'ın da önceden tahmin etmiş olduğu üzere ulemayı kıyama davet eden bu açık bildiri bir kıyam ve olumlu bir cevapla karşılaşmadıysa da, İmam'dan -ks- ders alan ve o hafakan günlerinde onun hakkın ve hakikatin yılmaz ve korkusuz bekçisi olduğuna bizzat şahid olan öğrenciler bu yiğitçe davet ve çağrıdan fevkalade etkilenmiş ve geleceğe daha bir umutla bakmaya başlamışlardı. İmam'ın -ks- siyasi tavrı, nadide şahsiyeti ve yiğit kişiliği gittikçe daha iyi anlaşılmakta ve daha net görülebilmekteydi. bu nedenle onun etrafında kümelenen hak ve hakikat aşıklarının sayısı da günden güne artmadaydı. Nitekim bu insanların büyük bir çoğunluğu daha sonra İmam'dan gördükleri aynı yiğitliği topluma yansıtacak ve 15 Hordad kıyamında, görülmemiş fedakarlık örnekleri sergileyecek, onu izleyen yıllardaki hafakan ortamında da yılmadan çalışmalarını sürdürecek, hapis ve işkenceli yıllardan sonra hayatta kalabilenler, İslam İnkılabı'nın zaferle sonuçlanmasının ardından, henüz kurulmuş olan İran İslam Cumhuriyeti'nde en zor şartlar altında kilit noktalarda vazifelerini ifa etmekten çekinmediler.. Dini ilmiye medreselerinin ıslah edilmesi gerektiği fikri de yine sadece bu kesim tarafından desteklenmedeydi, ama daha önce değinmiş olduğumuz şartlar altında bulunulduğu sürece bu fikrin tahakkuku mümkün olmamıştı. Mevcut belge ve hatıralardan da anlaşılacağı üzere İmam Humeyni -ks- Ayetullah Brucerdi'nin -ra- medrese başkanlığında bulunduğu yıllarda çeşitli dallarda ders verip inceleme ve ilmî tetkiklerde bulunmanın yanısıra vaktinin önemli bir bölümünü dinî merceiyet ve medreselerin konumunu muhafaza ve güçlendirmeye ayırmıştı; bununla da yetinmeyerek sürekli siyasi ve sosyal etüdlerde bulunuyor, günlük yayın dünyasını yakından izliyor, Pehlevi rejimin türlü siyasi ve kültürel plânları ve maksatlarını tespit edip bunlara karşı ulemayı ve halkı uyarıyor, ulema içine sızdırılmaya çalışan rahatına düşkün ve pasif unsurların önünü kesmeye çalışıyordu. Bu arada Tahran'daki olumlu siyasi çevrelerle de irtibatını korumakta, Ayetullah Kaşani gibi tanınmış alimlerle yakın irtibatını sürdürmekte ve şah dönemi meclisinin bütün çalışma faaliyetlerini ciddiyet ve dikkatle izlemekte İran'da ve dünyada olup biten gelişmeleri yakından takib etmekteydi. Anayasanın değiştirilmesi ve şahın mutlak yetkilerle donatılması amacıyla bir kurucular meclisinin oluşturulmaya başlandığı (hş. 1328) günlerde Ayetullah'il uzmâ Brucerdi hazretlerinin -ra- bu gelişmelere olumlu baktığı, hatta bazı üst düzey yetkililerle bu konuda müşaverelere katıldığı yolunda bir söylentinin yayılması İmam Humeyni'yi -ks- fevkalâde üzmüş ve karşılıklı görüşmelerde gerekli uyarılarda bulunmanın yanısıra o dönemin önde gelen bazı müçtehid ve diğer dinadamlarıyla birlikte Ayetullah Brucerdi'ye açık bir mektup yazarak son günlerde ortalıkta dolaşan bu söylenti konusunda gerçeği açıklayıp açıkça tavır koymasını istemişti. Bu açık mektuba Ayetullah Bruverdi cevap verecek ve sözkonusu anayasa değişikliğine olumlu baktığı yolundaki söylendileri tekzipte bulunup yalanlayacaktı. Bu açıklamanın yapıldığı günlerde Lübnan'da sürgünde bulunan Ayetullah Kaşani de oradan yayınladığı bir bildiride şahın bu yeni kararlarından caydırılması gerektiğini vurgulamakta ve böyle bir girişime ciddiyetle karşı durulması gerektiğini hatırlatmaktaydı. Meclisin 16. dönem seçimlerinde Ayetullah Kaşâni Tahran halkının oyunu alarak milletvekilliğini kazandı. Mücadeleci ve mücahid bir alim olan Ayetullah Kâşani liderliğindeki dinadamları kanadının Milli Cephe kanadıyla itilafta bulunup ortak bir siyaset izlemesi, siyasi terazi kefesinin "İran petrolünün millileştirilmesinden yana olan"lar lehine değişmesini sağlamış ve böylece şah, hem mecliste hem kamuoyunda büyük bir yenilgi almıştı. Bu arada, Ayetullah Kaşani'nin desteklediği "İslam Fedaileri" örgütü, şahın paravan ve kukla hükumetlerine ağır ve ürkütücü darbeler indiren muazzam operasyonlarda bulunmuş ve bu desteklerin gölgesinde yürüyen Milli Cephe lideri dr. Musaddık, nihayet başbakanlık koltuğuna oturmayı başarmıştı. Çok geçmeden Tahran hş. 1331 Tir'inde (1952 yazı) halkın toplu kıyamına şahid oldu. Artık İran halkı niceden beridir yüreğinde taşıdığı emellerinden birine kavuşmuş ve İngiltere tarafından hortumlanan İran petrolleri millileştirilmişti. Ne var ki çok geçmeden Musaddık-Ayetullah Kaşani koalisyonunda ciddi rahatsızlıklar görülmeye başladı; İslam Fedaileri, Ayetullah Kâşâni ve dr. Musaddık'la kurmay politikacıları arasındaki ihtilaflar bu grupları karşı karşıya getirecek noktaya ulaşmakta gecikmedi. Merhum Ayetullah Kâşâni, petrolün millileştirilmesine karşılık İngiltere'ye tazminat ödenmesine ısrarla karşı çıkmakta ve "asıl, İran'ın petrolünü 50 yıldır hortumlayıp yağmalamakta olan İngiltere'nin bize tazminat ödemisi gerekir!" demekteydi. Bu nedenle Ayetullah Kaşâni -ra- dr. Musaddık'ı tehditkar bir dille uyarmış ve bu konuda zerrece taviz vermemesine, hiçbir görüşme ve muzakereye katılmamasını istemişti. Diğer taraftan Musaddık, İngiltere'nin yerini Amerika'ya bırakmaya ve İran petrolleriyle diğer ekonomik ve sınâî dallarda işlerin Amerikan şirketlerine devredilmesini sağlamaya çalışıyordu ki, Ayetullah Kaşânî -ra- buna da kesinlikle karşı çıkmadaydı. İhtilaf konularından biri de, hareket ve hükumette laik ve din karşıtı grup ve şahıslara sıcak bakılmaya başlanması ve İran Komunist Partisi olan Tudeh'e güvenilmesiydi. Başbakan Musaddık'ın yetkileri arttıkça milli hükumet kabinesinde bu grupların nüfuz ve etkinliği de artmış ve yavaş yavaş iktidara konmaya başlayan laik güçler, buna paralel olarak, din ve ulema aleyhine önceden hesaplanmış zehirli propagandalarını da başlattılar. Tudeh Partisi'nin ihanetleri doruğa çıkmış, hareketin dinci kanadı iyice sahne dışı bırakılmıştı. Amerika bu fırsatı kaçırmayarak harekete geçti ve hş.1332 Hordad'ının 28'inde gerçekleştirdiği bir darbeyle şahı yeniden tahta oturtarak muhalifleri sindirip Pehlei hanedanının tekrar saltanat kurmasını sağladı. Rahmetli İmam Humeyni'nin -ks- daha sonraları yaptığı konuşma ve mesajlar, onun bu birleşme ve koalisyonun hezimetle sonuçlanacağını daha ilk başlardan beri kuvvetle tahmin ettiğini gösterir niteliktedir. Nitekim milli hareket, sömürü karşıtı gayelerinin önemli bir kısmında başarılı olmuş, birçok amacına ulaşabilmişti; ama petrolün millileştirilmesi zaten belli bir zaman ve süreç için kısıtlılıklar getirecekti, bu nedenle de hareketin uzun süreçte idamesini garantilemesi beklenemezdi. Hareketin milliyetçi kanadı, halkın bağrından gelen dinci kanadın gaye ve sloganlarına inanan insanlardan oluşmuyordu. Müşterek ve bir liderin olmayışı, garazkar ve maksatlı elemanların sızmış bulunması, müslüman İran milletinin uzun vadede desteğini arkasına alabilecek ortak siyasi ve kültürel hadefler taşımaması gibi faktörlerin yanısıra; Amerika'nın türlü komploları ve diğer ecnebi ülkelerden gelen çeşitli baskılar, hareketin aynı çizgide devam etmesini imkansız kılmadaydı. Petrolü Millileştirme Hareketi; aslında sosyal, siyasi ve kültürel açılardan Meşrutiyet hareketinin küçük bir kopyasıydı; nitekim onunla aynı zaaf ve güçleri paylaşan bu hareket, Meşrutiyet hareketinin uğradığı akibete uğramış, her iki hareket de aynı akıbetle son bulmuştur. Hatta hareketin dinci kanadında bile görüş birliği ve toplu destek yoktu. İslam Fedaileri ve Ayetullah Kâşani'nin faaliyet ve çalışmaları, o dönemin güçlü taklid mercii olan Ayetullah'il uzmâ Brucerdi tarafından destek görmediği gibi, yer yer çeşitli nedenlerle belirgin ihtilaflar bile göze çarpmadaydı. Bu ağır ve kritik şartlar altında, Kum'da bulunan Ayetullah'il uzma Hansari'nin açık desteğiyle; İmam Humeyni -ks- gibi şahsiyetlerin zımnî desteklerinin mevcut gidişatı etkilemesi mümkün değildi. Her hal-ü kârda, mazlum, İran milleti Milli Petrol Hareketi'nin tadını henüz alamamışken, kısa sürede başlayan ihtilaflar ve iktidar sonrası hızla artan anlaşmazlıklarla vuku bulan tatsız gelişmeler, 28 Mordad darbesinin olanca acılığıyla milletin midesine oturmasına neden oldu. İslam Fedaileri bu darbeden yılmadılar ve faaliyetlerini sürdürmeye devam ettiler, ama iki yıl sonra (hş. 25.8.1334'te) Cento İttifakını imzalamak için Bağdad'a gitmeye hazırlanan dönemin başbakanı Hüseyin Alâ'ya karşı giriştikleri terör eyleminin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine örgütün liderleri tutuklanacak ve 1334 Dey ayında şahın gizli askerî mahkemesinde göstermelik bir şekilde yargılandıktan sonra idam mangasının önüne sürüldüler. İmam Humeyni -ks- ve diğer ulemanın bütün girişimlerine rağmen bu yiğit müslümanların idamı engellenemedi. İslam Fedaileri'nin hiçbir ciddi engelle karşılaşılmaksızın kolayca idam sehpasına çıkarılması İmam'a çok ağır gelmiş, ancak fevkalade azimli ve sabırlı bir ruha sahip olan İmam için bu gelişme, mücadelesinin daha sonraki merhaleleri için kıymetli bir tecrübe olmuştur. Şah ve saray erkanı, bu kanlı darbeden sonra, daha önceki dönemlerden çok farklı bir şekilde ve kelimenin tam anlamıyla Amerika'nın emrine girmiş, bu ülkenin tasmalı uşağı haline gelmişlerdi; şimdi İran'da İngilizlerin yerini tamamen Amerikalılar almıştı artık. Amerikalılar süratle işe başlamış; hş. 1336 (1957)'da İran gizli istihbaratı Savak'ı kurarak hemen faaliyete geçirip şahın muhaliflerini acımasızca ortadan kaldırmış ve Amerikancı bir takım reformlar için gerekli ortamı hazırlayabilmek maksadıyla ülkede korkunç bir baskı, polis rejimi ve Savaş kasırfası estirmeye başlamışlardı. Amerikan şirketleri, selefleri İngiltere'nin konumunu elde edip ondan boşalan yerleri doldurabilmek maksadıyla 1330-1340'lı yıllarda Fars Körfezi'ne akın ettiler. Bu arada Amerika'yla Sovyetler arasındaki şiddetli rekabet ve soğuk savaş, stratejik Fars Körfezi'ndeki hassasiyetlerin doruğa tırmanmasına neden olmuştu. Beyaz saray, İran'ın ve Ortadoğu bölgesinin petrollerine tek başına sahiplenmeyi kurmadaydı. Bu amacını gerçekleştirme doğrultusunda, Fars Körfezi'nde ABD'nin jandarmalığını yapabilecek ve bölgede Batı'nın çıkarlarını koruma vazifesini üstlenebilecek kimse olarak şahı, bölgedeki diğer rejimlere tercih etmişti. Amerika'nın şaha bunca önem verip onu bunca desteklemesinin ardında yatan çok önemli bir neden de; bölgedeki arap ülkelerinin günün birinde işgalci siyonist İsrail'e mutlaka karşı çıkacaklarını ve bu ikisi arasında savaşın kaçınılmaz olacağını önceden hesaplamış ve buna büyük bir ihtimal payı vermiş olmasıydı. Şahın psikolojik yapısı ve Pehlevi hanedanının güdümlü ve bağımlı karakteri, islam dünyasında yaratılmak istenen çatlak ve uçurum için en uygun faktör durumundaydı ve ABD bu faktörü azami derecede kullanmaya kararlıydı. bu macerada petrolün çok önemli bir rol oynayacağı muhakkaktı. Bölgenin bütün petrollerini elinde bulunduran müslüman arap ülkeleriyle, Filistin topraklarını açıkça işgal etmeye başlayan yahudi siyonist İsrail arasında patlak vermesi kaçınılmaz görünen bu muhtemel savaş durumunda ne kadar ciddi bir enerji kriziyle karşı karşıya kalacağını çok iyi bilen batı; İran'daki petrol yataklarını bulup hemen kullanıma geçirmek için kolları sıvamış, yine aynı amaçla, sözkonusu muhtemel krizi asgariye indirebilmek için şah rejiminin istikrar ve güvenliğini sağlamaya öncelik vermişti. İran geleneksel tarımcılığının ekonomik ve sosyal yapısı, Amerikalıların İran'daki çıkarlarını garantileyebilmek için gerçekleştirmeyi düşündükleri reform girişimleri önünde önemli bir engil teşkil etmedeydi. Bu şartlar altındaki bir İran; genellikle Amerika'dan satın alınacak askeri teçhizatla Amerikan şirketlerinin ürettikleri malların tüketimine harcanacak olan yüksek rakamlı petrol gelirlerini kendi iç piyasasında kullanabilecek durumda değildi elbet. Binaenaleyh İran'ın şartlarını sözkonusu ABD sömürüsüne daha müsait bir doğrultuda değişime uğratabilmek amacıyla senato ve şûrâ meclislerine çeşitli projeler sunuldu, yasa tasarıları düzenlendi. Daha sonraları Pehlevi rejiminin üst düzey yetkililerinin de itiraf edeceği ve İran'daki ABD büyükelçiliği -casusluk yuvası-nda ele geçirilen gizli belgelerin de açıkça ortaya koyacağı üzere bu proje ve yasa tasarılarının önemli bir kısmı ya bizzat Amerika'da, ya da bu ülkenin Tahran'daki büyükelçiliğinde hazırlanıp düzenlenmişti!.. "Toprak Reformu" projesi, şahın Ak Devrimi'nin prensiplerini halka kabul ettirmek için ortam hazırlama yolunda atılmış bir deneme adımıydı. İnceden inceye hesaplanmış ilk adımdı bu. Toprak reformu yoğun propagandalarla halka sunuldu; "toprak ağalarına ve hanlığa karşı mücadele, yoksul çiftçilere toprak dağıtımı ve arazilerin köylüler arasında bölüştürülmesi, üretim ve mahsulün arttırılması" gibi çarpıcı sloganlarla desteklenip süslendi. Bu reformun perde arkasını bilip de itiraza kalkışacak olanlar "feodallerden yana olmak"la suçlanıyor, kolayca zan altında bırakılıyordu. Amerika'yla şah rejiminin 1340'lı yıllardaki bu yeni girişim ve atakları sırasında İran halkı iki acı hadise daha yaşıyordu ki bunlardan biri hş. 10 Ferverdin'de (1340) Ayetullah'il uzma Bruverdi hazretlerinin vefatıydı. Bu alimin oldukça değerli ilmi ve sosyal çalışmaları, ulema kavramı ve müessesesinin bir kez daha en güvenilir ve dürüst sığınak olarak İran halkının gündemine gelmesini sağlamış, bu da şah rejimin iğrenç plânlarını gerçekleştirmesini engelleyin önemli bir faktör olmuştu. Bu nedenle onun ölümü, doldurulması imkansız bir boşluk sayılmadaydı. Yine aynı yılın İsfend ayında, bir zamanlar adı bile şahı dehşete uğratmaya yeten yiğit ve mücadeleci alim Ayetullah Kâşani de vefat etti. İmam Humeyni -ks- Ayetullah Brucerdi'nin rıhletinden sonra Kum medresesindeki birçok alim ve mukallidin, taklid merciiliğini kabullenmesi yolundaki bütün ısrarlarına, tıpkı geçmişte olduğu gibi red cevabı verdi ve bu konuda kendi mukallidlerinin yoğun çabaları karşısında direnerek fevkalâde bir zühd ve takva örneği sergileyih dünyevi makam ve itibarların kendisi için zerrece kıymet ifade etmediğini bir kez daha herkese görtermiş oldu. Oysa ki Ayetullah Brucerdi'nin rıhletinden 5 yıl önce İmam Humeyni, Urve't-il Vuska'nın bütün bablarına fetva yazmayı tamamlamış ve yine aynı yıllarda Vesile't-il Necât kitabına yazdığı haşiye de, bir ameli risale -tam ilmihal- olarak tamamlanmıştı. İmam'ın dünya ve dünyevî herşeye karşı sergilediği fevkalâde takvâ ve zühdü; onun Kırk Hadis Şerhi, Sırrususalât ve Namazın Âdabı gibi burcu burcu insanî kemal, ahlak ve irfan kokan derin anlamlı eserlerinde bariz bir şekilde müşahede edebilmek mümkündür ki, İmam'ın bu kitapları mezkur iki hadisenin vukuundan yıllar önce kaleme almış olduğu herkesçe bilinmektedir. Ayetullah Brucerdi'nin rıhletiyle birlikte islam dünyasının "En büyük taklid mercii müçtehidlik makamı"nın boşalması şahla Amerika'yı harekete geçirmiş ve niceden beridir icrası için uygun bir fırsatın kollandığı ABD güdümlü birtakım reformların uygulama safhasına konulma girişimleri süratle başlatılmıştı. Bu girişimleri en başta geleni, "en büyük alim ve mercii"lik makamını İran dışına taşıma çabaları"oldu. Ne var ki şah rejimi bu hesaplarında ne kadar yanıldığını anlamaktan fazla gecikmeyecekti. Aday ve seçmenlerin müslüman ve erkek olma ve Kur'an-ı Kerim'e yemin etme" şartının değiştirilmesi amacıyla hş. 16 Mehr 1341'de Emir Esedullah Âlem kabinesine sunulan Eyalet ve Vilayet Encümenleri kanun tasarısı kabul edilmişti. Bu tasarıda kadınlara da aday ve seçmen hakkının tanınması, aslında çok çirkin birtakım hedefleri kamufle etmek için düşünülmüş bir oyundu. Yukarıda bahsi geçen ilk iki şartın kaldırılıp değiştirilmesi, gerçekte İran'da Bahailerin iktidar koltuklarına taşınmasını öngören bir projeden ibaretti. Nitekim daha önceki bahislerimizde de belirttiği üzere Amerikalılar Musaddık'ı devirmeden önce şaha bazı şeyleri kayıtsız şartsız kabul ettirmişlerdi ki bunların en başta gelini "siyonist İsrail rejimiyle iyi ilişkiler kurmak ve şartlar ne olursa olsun her zaman, İsrail'den yana tavır koymak"tı! ABD'nin şaha verdiği güçlü desteğin ilk şartıydı bu!.. Nitekim İran'da yaşama, yürütme ve yargı güçlerinin başına, sömürü Bahai unsurların sızdırılması bu birincil şartın süratle yerine getirilmiş olduğunu gösteriyordu. Sözkonusu yasa tasarısının onaylandığı haberini yayınlanır yayınlanmaz İmam Humeyni -ks- Kum'daki ulemanın en önde gelenleriyle acil bir müşaverede bulunduktan sonra onların da katılımıyla oldukça geniş çaplı bir itiraz ve protesto eylemi başlattı. Bu çirkin oyunda şah rejiminin güttüğü hedefleri halka açıklayıp ifşa etme ve ulemayla dinî ilmiye medreselerinin ağır sorumluluk ve rolünü gündeme getirme hususunda İmam'ın -ks- o günkü şartlar altında ne kadar etkili bir rol oynadığı herkesçe bilinmektedir bugün. Tanınmış ulemanın şaha ve başbakan Esedullah Allem'e çektikleri açık protesto telgrafları ve açık mektuplar, müslüman için heyecanlandırıp harekete geçirmiş ve hemen ulemanın safında yer almalarını sağlamıştı. Bu arada İmam Humeyni'nin -ks- şaha ve Esedullah Alem'e çektiği açık telgraflar çok sert ve tehditâmizdi. Bu telgraflardan birinde İmam -ks- şöyle diyordu: "Allah Teala'ya itaat etmeniz ve anayasaya saygılı olmanız için söze bir kez daha nasihatte bulunuyorum; Kur'an'a ve müslüman milletin güvenip dayandığı islam ulemasının hükümlerine ve anayasada belirtilen maddelere aykırı davranmaya yeltenmemenizi öğütlerim!... Gereksiz yere ve bile bile memleketi tehlikeye düşürmeyin; aksi takdirde islam uleması sizin hakkınızda görüş bildirip gerekli fetvayı sadır etmekten çekinmeyecektir!"(11). Şah rejimi ilkin tehdit ve telkin propagandalarıyla işi halledeceğini sanarak ulema aleyhine kamuoyu oluşturmaya başladı ve bu arada başbakan Alem'i öne sürerek ona "hükumet, başlattığı reform projelerini uygulamaktan vazgeçirilemez!" dedirtti. ne var ki bu tutum halkın hıncını körükleyerek protesto ve kıyamın daha da yayılmasıyla sonuçlandı. Tahran, Kum ve diğer bazı şehirlerde halk çarşı-pazarı tamamen tatil etmiş, kepenkler indirilmiş ve ulemanın emrine amâde olarak camilerde toplanmıştı. Bu toplu direniş ve protesto eylemlerinden 1,5 ay sonra laik rejim geri adım atmak zorunda kaldı ve şahla başbakanı Alem'in imzasını taşıyan ve özenle çok saygılı bir üslubun kullanıldığ cevâbi mektuplar ulemaya gönderilerek gönülleri alınmaya çalışıldı. İmam Humeyni'nin -ks- bu kıyamdaki rolü ve etkinliğini bilen ve onun düşmana asla taviz vermeyen bir karaktere sahip olduğunu anlayan rejim, birçok alime gönderdiği halde, kasten, İmam'a -ks- böyle bir mektup göndermemeyi tercih etmişti. Medrese çevresindeki bazı alimler, bu tutum karşısında saflık gösterip hemen yumuşayarak hükumetin özrünün kabul edilmesi, kıyam ve protesto eylemlerine artık son verilmesi yolunda görüş bildirdiyse de İmam Humeyni -ks- tutumunu zerrece değiştirmeyerek muhalefetini sürdürmeye devam etti ve hükumetin bu mektuplarda samimi olduğunu bilfiil göstermesi ve bunun için de, onaylanan Eyalet ve Vilayet Encümenleri yeni kanun maddesinin iptal edildiğini resmen açıklaması girektiğini vurguladı. Kum esnafının soruları üzerine resmi bir bildiri yayınlayan İmam bu bildiride şah rejiminin mezkur yasa tasarısıyla neleri amaçladığını açıklayacak ve bu yeni yasal düzenlemelerle Bahai elemanlar ve İsrail casuslarının devlet kademelerine yerleştirilmek istendiğini ifşâ edecekti. İmam -ks- bu bildiride şöyle eklemedeydi: "Müslüman millet, bu tehlikeler tamamen giderilmedikçe sükut etmeyecek, sessiz kalmayacaktır; sessiz kalanlar Kâdir Allah Tealâ'nın huzurunda mesul ve bu alemde zevale mahkumdurlar!" Yine aynı bildiride İmam, hükumetin sözkonusu yasa tasarısını onaylaması konusunda senatoyla şûrâ meclisini de ciddi bir şekilde uyarmakta ve şöyle demekteydi: "Müslüman millet ve islam uleması dipdiri ve dimdik ayaktadır henüz; islamın temeline ve müslümanların ırzlarına uzanacak her hain eli derhal kesecektir!"(12). Bu yılmaz ve korkusuz direniş karşısında şah rejimi nihayet gerilmek zorunda kalacak ve hş. 7 Azer 1341'de, hükumetin onaylamış olduğu tasarının iptal edildiği yolundaki resmi yazı Kum ve Tahran ulemasına resmen iblağ edilecekti. Ancak, bu ince hesapların farkına varan İmam -ks- fevkalâde ileri bir basiret örneği daha sergileyerek Kum ulemasıyla yaptığı bir toplantıda muhalefetin sürdürülmesi ve rejimin bu resmi kararının kapalı kapılar ardında bildirilmesiyle yetinilmemesi gerektiğini, alınan resmi kararın gazete, radyo ve televizyonlardan da açıkça halka ilan edilmesinin şart olduğunu, aksi takdirde kıyam ve protestolardan vazgeçilemeyeceğini bildirdi. Bu basiretli, kararlı ve cesur girişimin hemen ardından, ertesi gün, mezkur Eyalet ve Velayet Encümenleri yasasının iptal edildiği haberi resmi gazeteyle diğer kitle iletişim araçlarında yayınlandı. Petrolün millileştirilmesi hareketinden bu yana müslüman halkın laik şah rejimine karşı kazandığı ilk kesin ve büyük zaferdi bu; halk, geniş şenlikler tertiplemiş ve bu büyük zaferi coşkuyla kutlamıştı. İmam Humeyni -ks- halkın bu şenlikleri tertiplediği günlerde yaptığı bir konuşmasında şöyle diyordu: "...Maddi yenilgi önemli değildir; önemli olan ruhî yenilgidir. Allah ile irtibatı bulunan kimseye ise yenilgi yoktur. Yenilgi, bütün arzuları dünyadan ibaret kimseler için sözkonusudur... Allah yenilgiye uğramaz asla; üzülmeyin, mahzun olmayın... Bu olayların vuku bulduğu şu iki ay zarfında benim 2 saatten fazla uyumadığım geceler oldu... Yurt dışından bir şeytanın memleketimize musallat olmaya kalkıştığını görürsek yine aynı şeyi yaparız; hükumet de öyle... Nasihat, farzlardandır, şahtan tutun da şu beylere varıncaya kadar, memleketin son ferdine kadar, ulemanın herkese nasihatte bulunup öğüt vermesi gerekir."(13). Böylece Eyalet ve Vilayet Encümenleri macerası müslüman İran halkı için çok değerli bir tecrübe ve çok büyük bir zafer olmuştu. Bu tecrübe ve zaferin en önemli boyutu, müslüman İran halkının, islam ümmetinin rehberlik ve liderliğini üstlenme liyakatine her bakımdan sahip bulunan ve böylesine ağır bir mesuliyet için gerekli bütün şartları haiz bir karakter taşıyan İmam'ın nadide liderlik ve kişiliğine vakıf olması ve herkesin onu tanıma fırsatı bulmasıydı. Encümenler macerasında şahın aldığı hezimete rağmen Amerika, önceden belirlemiş olduğu reform ve değişiklikleri gerçekleştirebilmek için baskıda bulunmayı sürdürdü. Böylelikle şah, hş. 1341 Dey ayında yayınladığı bir bildiriyle 6 maddelik roform önergesini gündeme getirerek bu maddelerin halkoylamasına sunulmasını teklif etti. bu teklifin hemen ardından milliyetçi hizip ve gruplar "reforma ecet, diktatörlüğe hayır!" sloganıyla şaha yeşil ışık yakmış oldular. Onlarla laik cephede birleşen komunistler de şahın reformlarının; feodal sistemden teknoloji ve kapitalizme geçiş sürecini hızlandırarak diyalektik materyalizme yardımcı olacağı şeklindeki sloganlara sarılan Moskova radyosuna tamamen uyumlu ve paralel bir tavır takınarak şahın önerdiği reform Ak Devrim ilkelerini "İlerici ilkeler" olarak tanımladıklarını açıkladılar. Nitekim aynı komunistler, daha sonra bizzat halkın bağrında yükselen 15 Hordad kıyamını "gerici, irticâi ve feodal bir hareket" şeklinde tanımlayacaklardı!(14) Bu ihanet girişimleri karşısında İmam Humeyni -ks- Kum'daki müçtehid ve yüksek ulemayı bir kez daha toplantıya çağırarak meseleye hemen bir çözüm yolu bulunması gerektiğini hatırlatıp tekrar kıyam edilmesi teklifinde bulundu. Ulemanın liderliğini, suya sabuna dokunmadan halkın dini ihtiyaçlarının giderilmesi ve rahat ve refah içinde sürdürülebilecek bir sorumluluk şeklinde telakki edenler meseleye islam ümmetine karşı sorumluluk ve ümmetin dertlerini paylaşma açısından bakmadıkları için bu kıyam teklifini hiç de sıcak karşılamadılar. Şah rejiminin Ak devrim ve roform gibi oyunlarla neyi amaçladığını çok iyi bilen İmam, bunun günün birinde ulemayı rejimle karşı, karşıya getirmesinin kaçınılmaz olduğunun farkındaydı; ne var ki bu gerçek bazılarınca görülmediği veya görmezden gelindiğinden, sözkonusu toplantıda şahla görüşme yapılıp bu girişimlerle neyi amaçladığının bizzat kendisinden sorulmasına karar verildi. Bu müzakereler için, taraflar arasında belirlenen temsilciler vasıtasıyla mesajlar gidip geldi ve nihayet şah, Ayetullah Kemalvend'le yaptığı görüşmede Ak Devrim ve diğer reformları mutlaka uygulayacağını, hatta bunun için kan döküp camileri bile yıkabileceğini söyleyerek küstahça tehditte bulundu(15). Kum ulemasıyla yapılan ikinci toplantıda rahmetli İmam -ks- şahın gerçekleştirmeyi düşündüğü referandum ve halkoylamasının resmen protesto edilmesi teklifinde bulundu ama bu sefer de toplantıda bulunan muhafazakarlar, bunun "mızrağa karşı yumruk sallamak" olacağını bahane ederek reddettiler! Ancak, İmam, bundan başka çözüm yolu kalmadığında ısrarlıydı, neticede islâmî hareketin izzetine yakışır bir kararla bu teklif onaylandı ve İmam'ın ısrarlı direnişi karşısında ulema, şahın halkoylamasının resmen protesto edilmesi konusunda fikir birliğine varmış oldu, böylece bu oylamaya katılmanın haram olduğu halka açıkça duyurulacaktı. Hş. 2 Behmen 1341'de (Şubat-1962) İmam'ın -ks- fevkalade çarpıcı bildirisi yayınlandı (16) ve bu bildirinin hemen ardından Tahran kapalıçarşısında kepenkler indirildi; polis gördüğü her kalabalığa saldırarak yürüyüş ve protesto eylemlerini engellemeye çalıştı. Rejim tarafından halka zorla yüklenmeye çalışılan oylamanın hemen eşiğinde halkın protesto eylemleri doruğa ulaştı, paniğe kapılan şah, durumu biraz yumuşatabilmek imacıyla 4 Behmen'de Kum'a gitmek zorunda kalmıştı. Şahın Kum'a geleceğini öğrenen İmam, ulemanın şahı karşılaması yolundaki çirkin teklife şiddetle karşı çıktı ve şahın Kum'a geldiği gün evlerden ve medreselerden dışarıya adım atmanın haram olacağını açıkladı. İmama'ın bu fetvası gereken etkiyi göstermiş ve sadece Kum ulemasıyla halk değil, o sırada en önemli resmi görev telakki edilen hz. Masume selamullah aleyha'nın mübarek makberinin mütevelliğini üstlenmiş olan görevliler bile şahı karşılamaya gelmemiş, bu yüzden de derhal görevden azledilmişlerdi. Şah, Tahran'dan kendisiyle Kum'a gelen bir avuç yaltakçıyla bu şehirdeki sivil emniyet mensuplarından müteşekkil memurlara yaptığı bir konuşmada öfkesini gizlemeyecek ve Kum halkıyla islam ulemasına karşı çok çirkin ve yakışıksız ifadeler kullanacaktı. İki gün sonra, hiçbir meşruluk taşımayan referanduma gidildi ve bomboş sokaklarda şahın görevli memurlarından başka halktan hiçkimsenin katılmadığı bir "halk oylaması"(!) yapıldı! Bu komik rezaleti gizleyebilmek için rejime bağlı güdümlü medya, Amerika ve Avrupa ülkelerinin üst makamlarından gelen tebrik ve kutlama mesajlarını büyük puntolarla aktararak kuru gürültü koparmaya başladı. Ne var ki İmam Humeyni -ks- korkusuzca minbere çıkıp gerçeği ifşa etmekte ve hakikatleri haykırmaktan çekinmemekteydi. O günlerde "9 imzalı bildiri" adıyla meşhur olan sert ve çarpıcı bildirisi bütün İran'da elden ele dolaşmakta ve ilgiyle okunmaktaydı (17) Şahın mevcut anayasaya aykırı girişimlerinin teker teker sıralandığı bu bildiride onun tayin ettiği kimselerden oluşan kukla hükumetin de aynı çizgide hareket ettiği vurgulanmakta ve Ak Devrim reformlarının ülkede tarımı felce uğratacağı, memleketin bağımsızlığını yokedeceği, fesad, fuhuş ve ahlaksızlığın kol gezeceğinin altı çizilmekteydi ki İmam'ın bu görüşlerinde ne kadar isabetli olduğu zamanla anlaşılacak ve müslüman İran milleti ABD ve İsrail güdümlü bu sözde reformların acısını olanca şiddetiyle tadacaktı. İmam Humeyni'nin önerisiyle müslüman İran halkı 1342(1963) geleneksel Nevruz bayramını protesto ederek kutlamadı. Rahmetli İmam -ks- konuyla ilgili yayınladığı bildirisinde şahın "Ak Devrim"lerini "Kara Devrim" olarak tanımlamakta ve şahın tamamen ABD'yle İsrail'in güdümüne girmiş olduğunu ifşa etmekteydi. İmam bu çarpıcı bildiride şöyle diyordu: "...Bence tek çözüm yolu; bu zorba hükumetin islam hükümlerini çiğnediği ve anayasaya aykırı davrandığı gerekçesiyle derhal kenara çekilmesi ve onun yerine İslam ahkamına gönülden bağlı olup İran milletinin derdini kendisine dert edinecek yeni bir hükumetin işbaşına geçmesidir. Ya Rabbi! Şahid ol, ben üzerime düşen vazifeyi yaptım ve iblağ ettim! Sağ kalırsam, bundan sonraki vazifemi de yerine getireceğim Allah'ın izniyle!"(18). En küçük bir eleştiriye bile rejimin tahammül gösteremediği ve en ufak bir itiraza bile sürgün, hapis ve işkencelerle karşılık verildiği şah döneminin korkunç işkence odaları ve zindanlarını görüp bizzat yaşayan insanlar, o şartlar altında İmam'ın haykırdığı bu sözlerin ne demek olduğunu bilir ancak... Diğer taraftan şah, öngörülen ABD reformlarının uygulanması için İran toplumunun elverişli şartlar içinde bulunduğu hususunda Waşhington'a garanti vermiş ve, bu reformları Beyaz Saray'ı çağrıştıran "Ak Devrim" şeklinde adlandırmıştı. Buna rağmen ulemanın bu inkılaplara ciddiyetle karşı çıkmasını bir türlü içine sindiremiyordu. Bu nedenledir ki ulema aleyhine büyük bir kampanya başlattı ve güdümlü medya aracılığıyla başta İmam Humeyni gelmek üzere bütün ulemayı karalayıp milletin gözünden düşürmeye çalıştı. Şah, milletin kıyamını önlemeye, halka gözdağı verip sindirmeye karar vermişti. İmam sadık hazretlerinin -s- şehadet yıldönümünde alçakça bir plânı daha uygulama safhasına koyan şah, inanılmaz bir gözü dönmüşlükle sivil elbiseler giyen silahlı memurlarını, İmam'ın -ks- ders verdiği Feyziye Medresesi'ne göndererek burada toplanan dinadamlarıyla öğrencilerin üzerine saldırttı ve bu anlaşmalı vahşiyâne saldırının hemen ardından silahlı polis kuvvetleri medreseyi basarak önlerine çıkan herkesi kurşun yağmuruna tuttular. Aynı gün ve saatlerde Tebriz'deki Talebiye Medresesi de aynı şekilde vahşi bir saldırıya uğradı ve sivil kıyafetli devlet memurları bu cani girişimin bir benzerini de Tebriz'de gerçekleştirmiş oldular. Bu caniliklerin ardından, İmam Humeyni'nin evi, Tahran ve diğer şehirlerden akın akın kendisini ziyarete gelen inkılâbi müslümanlarla dolup taşmaya başladı; bu görüşmelerde insanlar laik şah rejimine duydukları nefreti dile getirmede ve yüce islam dininin hükümlerinin icrası için canlarını vermeye âmâde olduklarını haykırmadaydı. Rejimin kiralık cellatlarının işlediği cinayet mekanlarını gezip gören halkın kini daha da artmadaydı şimdi. İmam Humeyni -ks- kendisini ziyarete gelen müslümanlara yaptığı konuşmalarda hiç çekinmeden bizzat şahı suçluyor ve bütün bu cinayetlerden sorumlu tuttuğu şahın Amerika ve İsrail'in dostu ve müttefiki olduğunu vurgulayarak açıkça herkesi şaha karşı kıyam edip başkaldırmaya çağırıyordu. 1963 baharına rastlayan hş. 1342 Ferverdin'inin 12. günü yaptığı inkılâbî konuşmada, şah rejiminin işlediği son cinayetler karşısında halâ sessizliğini bozmayan Kum, Necef ve diğer şehirlerin alimlerini sert bir dille eleştiren İmam "bugün susmanın anlamı, zorba rejimle aynı safta durmaktır!" diye haykırıyordu(19) İmam Humeyni -ks- bu çarpıcı konuşmasının ardından, ertesi gün "şahı sevmek çapulculuktur!" başlıklı korkusuz bir bildiri yayınlayacaktı. İmam'ın en sert ve çarpıcı siyasi bildirilerinden biri olan bu metinde şah rejimi korkusuzca yargılanıp hesaba çekilmekte, bildirinin sonunda da bu şartlar altında takiyyenin haram olduğu, akibeti ne olursa olsun hakkı ve hakikatleri haykırmanın her müslümana farz olduğu duyurulmaktaydı. İmam, çarpıcı bu bildiride şahla onun kiralık uşaklarına hitaben şöyle haykırıyordu: "... Ben kalbimi memurlarınızın süngülerine hazırlamış durumdayım şimdi! Bilin ki bu kalp, sizin zorbalıklarınız karşısında eğilip despotluklarınızı kabullenmeye hazır olmayacak asla!"(20) İmam Humeyni -ks- bilinçli olarak seçmiş, tercih etmişti bu yolu. Yığınlarca siyasi mücadele tecrübeleri vardı geride bıraktığı yolun... Acı-tatlı nice tecrübeleri geride bırakan İmam, şimdi önündeki yolun korkunç tehlikeler ve tahammülü aşan eziyetlerle dolu olduğunun da farkındaydı. Ama o ne geçmişten emir almadaydı, ne gelecekten; onun için önemli olan tek şey "şu anda üzerine düşen dînî vazifesinin ne olduğu ve bu vazifeyi en iyi şekilde yerine getirmesi gerektiği"ydi! Ne pahasına olursa olsun hemde... İmam Humeyni'nin mantığındaki "zafer ve yenilgi", çağdaş profesyönel politikacılar için geçerli olan zafer ve yinilgiden çok farklı bir anlam taşımadaydı. Önce şu veya bu nedenle mücadeleye atılan ve daha sonra bu mücadele keşmekeşi içinde kendisini tanıyıp üstlendiği rolün farkına varan ve neticede sözkonusu mücadele sürecinde kişiliği şekillenen çoğu tanınmış liderler, politikacılar ve siyasilerin tersine; İmam, 1963'e musadıf hş. 1342'de islam inkılabının rehberi olarak sahneye çıktığında, bu tarihten yıllar önce kişiliğini bulup geliştirmiş ve nicelerinin aklından bile geçirmediği nefsî eğitim, ahlakî olgunlaşma, büyük cihad, manevî fazilet ve erdemlerle donanma, hakiki ilim ve maarife ulaşma gibi özbenlik eğitimlerinin bütün merhalelerini en mükemmel şekli ve başarıyla geride bırakarak "Allah rızasından başka hiçbir şey gözetmeyen" bir kişilik sahibi olmuştu. O, insanın kendisini eğitip yetiştirmesi ve kendi nefsiyle cihad etmesinin, dış dünyaya karşı verilecek mücadeleden daha önce geldiğine inanan biriydi. Hatta "Tevhid bilimi de dahil, çeşitli bilimleri öğrenip tahsil etmek, kişinin nefsini arıtıp kendisini ahlaki açıdan da eğitip yetiştirmesiyle birlikte ve içiçe olmazsa bir örtü ve hicabdan öteye geçmez ve öyle bir bilgi ve tahsilin insanı hakikate götürebilmesi mümkün değildir" diyordu o... İmam'ın 13 Ferverdin 1342 (1963 baharı) tarihli meşhur bildirisindeki korkusuz sözler ve diğer birçok eserinde bugün de göze çarpan "inancından taviz vermeyen tavrının göstergesi durumundaki çarpıcı ifadeler" rakibini siyaset sahnesinden dışlayabilmek için takınılmış siyasi jestler değildi asla. Bilakis, bütün bir varlık alemini "Allah'ın huzuru" olarak gören ve kendisini sürekli O'nun huzurunda bilen kararlı bir kişiliğin ifade ettiği birer gerçekti bunlar. Ne şaha, ne Saddam'a, ne Carter'e, ne Reagan'a ve ne de hayatı boyunca karşısına dikildiği diğer zorbalara karşı özel bir kini ve şahsi bir düşmanlığı olmadı onun asla. İmam Humeyni'nin yegane düşüncesi insanlık ailesinin ıslahıydı; şeytanın ashabının sultasından insanoğlunun kurtarılması, onun ilahi ve rahmânî olan kendi fıtratı ve yaradılışına dönmesinin sağlanmasıydı. Onun mücadele nedeni ve mücadeleye bakış açısı buydu işte. İnsanları davet ettiği şeye herkesten önce kendi uyar, tavsiye ettiği inanç ve davranışlara önce kendisi inanmış ve amel etmiş olurdu. İmam Humeyni'nin -ks- gözalıcı başarılarının sırrını; onun kendi nefsine karşı sürekli ve yılmaz bir mücahede içinde olması ve hakikatin şuhûdî marifetine ulaşma amel ve azmi taşımasında aramak gerekir. İmam Humeyni'nin ruhi, manevî ve ilmî kişiliğinin tekamül sürecini mütalaa etmeden onun siyasi mücadelelerinin amaç ve saikini kavrayabilmek mümkün değildir. Şüphesiz birçok inkılâbî ve mücadeleci seçkin şahsiyetler gelip geçmiştir şu yerküre yuvarlağından; ne var ki İmam'ın eylemini onlardan daha mümtaz ve farklı kılıp onun inkılabını diğer inkılaplardan ayırarak onun hareket ve kıyamını enbiyanın öncülüğünü yürütmüş olduğu harekete bağlaşan şey; 20. yüzyıl geride bırakılırken bütün dünyanın gözleri önünde bir islam inkılabını gerçekleştiren bu nadide şahsiyetin; kendisini yakından tanıyan herkesin de ifade ettiği üzere, farzlarla vacipler bir yana dursun; şer'an mükellef olduğu ilk çağdan, kıyamını başlattığı günlere ve kıyam günlerinden, dâr-ı fâniyi terkedip dâr-ı bekâda dosta doğru göçtüğü son güne kadar bir gece bile teheccüd namazıyla gece dualarını terketmemiş olmasıdır. Nitekim Paris'in Nofel Lâ Şato köyündeki son ikamet günlerinde, kendisiyle Fransa'daki son röportajı gerçekleştirebilmek için dünyanın dört bir yanından gelen yüzlerce gazete, dergi, radyo ve tv muhabirleriyle yaptığı röportaja henüz başlamışken, namaz vaktinin girmesi üzerine röportajı yarıda bırakıp giden insandır o... Onun konuşma ve mesajlarının, luhatabını fevkalâde derinden etkilemesi ve kimi zaman uğruna can verecek bir raddeye getirmesinin sırrını yine onun fikir ve düşüncelerinin katıksızlığında, kararlılık ve azminde ve insanlara karşı katıksız bir dürüstlük ve samimiyet beslemesinde aramak gerekir. İmam Humeyni'nin hareket ve kıyamında dost-düşman, herkesçe itiraf edilen birtakım özellikler vardır: Mücadelesinde belli prensipleri olması, bunları sarih bir şekilde açıklayıp söylemesi, tavrının daima net olması, prensip ve çizgisinden asla taviz vermemesi, kaypaklık göstermemesi ve gayelerin gerçekleşmesi için yılmadan, bıkıp usanmadan kararlılıkla çalışıp gerekeni yapması bu özelliklerin en başta gelenidir. İmam Humeyni'nin şaha ve Amerika'ya karşı verdiği mücadele sürecinde takındığı siyasi tavır, yaptığı tüm konuşma, eylem ve yayınladığı tüm yazı, mesaj, bildiri ve eserleri incelenir ve bütün bunlar, diğer |
02 Eylül 2008, 11:18 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Ayetullah'il Uzma İmam Humeyni'nin (ra) Hayatı ve Yaptıkları Onun konuşma ve mesajlarının, luhatabını fevkalâde derinden etkilemesi ve kimi zaman uğruna can verecek bir raddeye getirmesinin sırrını yine onun fikir ve düşüncelerinin katıksızlığında, kararlılık ve azminde ve insanlara karşı katıksız bir dürüstlük ve samimiyet beslemesinde aramak gerekir. İmam Humeyni'nin hareket ve kıyamında dost-düşman, herkesçe itiraf edilen birtakım özellikler vardır: Mücadelesinde belli prensipleri olması, bunları sarih bir şekilde açıklayıp söylemesi, tavrının daima net olması, prensip ve çizgisinden asla taviz vermemesi, kaypaklık göstermemesi ve gayelerin gerçekleşmesi için yılmadan, bıkıp usanmadan kararlılıkla çalışıp gerekeni yapması bu özelliklerin en başta gelenidir. İmam Humeyni'nin şaha ve Amerika'ya karşı verdiği mücadele sürecinde takındığı siyasi tavır, yaptığı tüm konuşma, eylem ve yayınladığı tüm yazı, mesaj, bildiri ve eserleri incelenir ve bütün bunlar, diğer ulema, siyasi grup ve hiziplerin tavır ve tutum süreçleriyle kıyaslanacak olursa İmam'ın damasına ne kadar bağlı ve kararlı olduğu, hareketini sürdürme azminin nerelere kadar varabildiği kolaylıkla görülecektir. Mevcut belge ve tarihi dökmanların da açıkça ortaya koyduğu üzere İmam'ın kıyamını başlattığı hş. 1340-1342'li yıllarda dînî ve siyasî birçok şahıs ve gruplar sahnede boy göstermiş, hatta bunlardan kimi, bazen en sert tavırları bile koymaktan çekinmemiş, ama şah rejiminin ilk saldırısı karşısında ne yazık ki hemen geri adım atmış, hatta bunlardan kimi; islam inkılabı kıyamının yeniden doruğa ulaştığı hş. 1357'ye (1979) kadar süren uzun bir inziva sürecine girip kendi köşesine çekilmiş; kimi de İmam'ın çizgisinden süratle uzaklaşarak Amerika'nın İran'daki müdaheleci ve sömürücü politikalarına karşı çıkıp şah rejimi ve saltanat düzeninin temeline karşı mücadele vereceği yerde ecnebilerin ülke içindeki tasallut ve egemenliğine yardım eden birer faktör olarak anayoldan arayollara sapıp "serbest seçim!" ve "şahlık anayasası uygulanmalıdır!" şeklindeki sloganlardan medet ummuşlardı!.. İran'ın o günkü şartlarında bu tür sloganlar vermenin, halkı asıl mücadele çizgisinden saptırarak heyecan sellerini ilgisiz yataklara taşımaktan başka işe yaramadığını, İran çağdaş tarihine vakıf herkes bilir; nitekim şahın gizli emniyeti Savak'ın bu tür akımlara destek vermesinin nedeni de budur! Bu uzun ve zorlu süreçte, kıyamın başından beri çizgi ve gayesinden sapmayarak yolunu sürdüren ve inzivaya çekilme, uzlaşma veya başka tavırlara girme yolunda pekalâ bahane teşkil edebilecek nice çetin dönemeçlerden geçtiği halde bir lâhza olsun sapmadan ve duraklamadan aynı azim ve kararlılıkla hedefe doğru ilerlemeye devam eden tek kişi İmam ve tek grup da ona bağlı müminler olmuştur; bu nadide grubun ilk hedefiyle son hedefi aynı olmuş, bu hedef uğruna hiçbir fedakarlık ve serdengeçtilikten kaçınmamıştır. Güncel şartların sosyal ve siyasi gereklerini aşan bir hakikat ve gayeye inanmaksızın böyle bir azim, irade, yılmazlık ve kararlıklık sergileyebilmek elbette ki mümkün değildir. 1963'e musadıf hş. 1342 yılına geleneksel Nevruz sbayramı kutlamalarının protesto edilmesiyle girilmiş ve Feyziye Medresesi mazlumlarının kanlarıyla bu yılın regi şehadet rengine boyanmıştı. Şah, Amerika'nın istedeği reform ve değişikliklerin gerçekleştirilmesi yolundaki ısrarlarını sürdürürken, İmam Humeyni halkın bilincini artırmaya çalışmakta ve Amerika'nın müdaheleleriyle şahın ihanet ve caniliklerinden toplumu haberdar edip kıyama girişmesini sağlamaktaydı. Hş. 1342 Ferverdin ayının 14'ünde (1963 baharı) Ayetullah'il uzmâ Hekîm hazretleri Necef'ten İran ulemasına çektiği telgraflarda İran'daki bütün müçtehid ve alimlerden, topluca ülkeyi terkedip Necef'e hicret etmeleri teklifinde bulundu. Bu teklif, islam ulemasının can güvenliğini sağlamalı ve medreselerin varlığını koruyabilmek için yapılıyordu. Necef ve Kerbelâ ulemasıyla Ayetullah Hekim'in; İran ulemasının kıyamından yana tavır koyarak onları açıkça desteklemesi şahı çileden çıkarmaya yetmişti. İran ulemasını yıldırmak ve Ayetullah Hekim'in telgraflarına cevap verilmesini engellemek isteyen şah çok sayıda asker ve güvenlik görevlisini derhal Kum'a gönderecek, diğer taraftan Kum'daki müçtehidlere tehditkar mesajını iletmek üzere bir heyet görevlendirecekti. Ne var ki İmam Humeyni -ks- bu heyetle görüşmeyi reddetmiş ve heyet görevlilerini kabul etmemişti. İmam, bu olaydan kısa bir süre sonra hş. 12-2.1342 tarihli bir konuşmasında bütün perdeleri korkusuzca aralayacak ve açıkça şahı kastederken "herif" tabirini kullanıp şöyle diyecekti: "Herif tutmuş polis teşkilatının reisini gönderiyor, bu habis devletin emniyet reisini gönderiyor beyefendilerin evlerine!.. Ben kendilerini kabul etmedim tabi; ama keşke kabul etseydim o gün, kabul edip de ağızlarına yapıştırıverseydim keşke!.. Beyefendilerin evlerine gönderiyor bunları... !"Falan konuda gıkınızı çıkarırsanız..." diye... "Şehinşah hazretleri buyurdular ki, gıkınızı çıkarırsanız evinizi başınıza yıkar, canınızı alır, namuslarınızı da kirletiriz!" diye!.. İmam Humeyni -ks- şahın tehditlerine zerrece aldırmayarak Ayetullah'il uzmâ Hekim'in telgrafına gönderdiği cevapta mevcut şartlar altında ulemanın topluca hicret edip Kum medresesinin boş bırakılmasını uygun görmediğini vurgulayacak ve şöyle diyecekti: "..Biz Allah'ın üzerimize farz kıldığı vazifeyi yerine getirecek ve şu iki hasene -iyilik-den birine nail olacağız inşaallah: Ya hainlerin Kur'an-ı Kerim'e ve islama uzanan ellerini kıracağız ya da şanı yüce Rabbimiz Hakk'ın civar-ı rahmetine kavuşacağız! Şüphesiz, ölüm bizim için saadet, zalimlerle birlikte yaşamaksa ancak zillettir!"(21) Feyziye faciasının 40. günü münasebetiyle İmam Humeyni hş. 12.2.1342'de yayınladığı mesajında islam ülkeleriyle arap devletlerinin başındaki yöneticilerin gâsıp ve işgalci siyonist İsrail'e karşı verdikleri savaşta İran milletiyle ulemasının da onlarla birlikte ve omuz omuza olduğunu vurgulayacak ve şah rejimiyle İsrail arasında imzalanan antlaşmaları geçersiz bulunduğunu hatırlatarak bu antlaşmaları kınayacaktı.(22). Böylece İmam Humeyni -ks- kıyamının daha ilk başlarında, İran'daki bu islami hareketin, tüm islam ümmetinin maslahatından ayrı düşünülemeyeceğini ve kendisinin başlattığı bu kıyamın bütün bir islam dünyasında köklü ıslahat ve düzelmeleri amaçladığını, bu nedenle de İran coğrafyasıyla sınırlandırılamayacağını bildirmiş oluyordu. Nitekim ulemaya hitaben yazdığı bir mektupta şöyle demekteydi: "İsrail tehlikesi islam ve İran için çok yakındır... İsrail'le antlaşma metni, islam ülkelerinin gözleri önünde imzalandı veya imzalanmak üzere... Bir kenara çekilip susacak olursak herşeyimizi kaybederiz. İslamın bizim üzerimizde hakkı var... İslam peygamberinin -her müslümanın üzerinde hakkı var... O gönüller sultanının çektiği bütün zahmetlerin boşa götürülme tehlikesiyle karşı karşıya bulunulduğu şu sırada islam alimleriyle bu yüce dine bağlı olanlar, bu mukaddes dine karşı vazifelerini yerine getirmelidirler. Ben, bozuk düzeni yerine oturtuncaya kadar mücadeleden vazgeçmemeye kararlıyım!"(23). 15 Hordad Kıyamı Hicri şemsi tarihin Hordad ayına (1342) rastlayan hicri kameri Muharrem ayı gelip çatmıştı. İmam Humeyni, müslüman halkı zorba rejime karşı bilinçlendirip ayaklandırmak için bu fırsattan azami ölçüde faydalandı. Aşura günü ellerinde İmam Humeyni'nin fotoğraflarını taşıyan yüzbin kişilik bir kalabalık Tahran'da yürüyüş yapacak ve şahın ikamet mahalli olan Mermer Saray'ın önünde toplanıp Tahran'da ilk kez şaha hitaben "Diktatöre ölüm!" diye bağıracaktı. Bunu izleyen günlerde aynı gösteriler devam edecek ve büyük kalabalıklar bu kez de üniversitede, Tahran kapalıçarşısında ve İngiliz büyükelçiliği binasının önünde İmam Humeyni'nin başlattığı kıyamı desteklediklerini göstereceklerdi. İmam Humeyni hş. 13 Hordad 1342'ye rastlayan hk. 1383 Aşura'sının ilkindi sonrası Feyziye Medresesi'nde yaptığı tarihi konuşmasıyla meşhur "15 Hordad Kıyamı"nın lokomatifini harekete geçirecek ve bu muazzam kıyamın başlangıç imzasını atmış olacaktı. İmam'ın bu tarihi konuşmasında Pehlevi rejiminin iç yüzünü ortaya koyan ifşaatlar ağır basıyordu; Pehlevi saltanatının ülkeye getirdiği felaketler ve şahın siyonist İsrail'le gizli ilişkilerinin vurgulandığı bu çarpıcı ve fevkalâde cesur konuşmada İmam Humeyni şaha hitaben şöyle haykıracaktı: "... Sana nasihatte bulunuyorum efendi! Sayın şah efendi!... Ey şah efendi... Bu işlerden el çekmeni öğütlerim sana!.. Oyuna geliyorsun!.. Günün birinde gitmen istenirse buna herkesin şükretmesini istemem!.. Eğer dikte ettiriyor ve yazıp senin eline tutuşturarak "oku" diyorlarsa, üzerinde düşün biraz... Nasihatimi dinle... Şahla İsrail arasında ne ilişki var ki emniyet teşkilatı "İsrail'ikonuşmayın!" diyor?!.. Şah, İsrailli mi ki ?!"(24). İmam'ın bu konuşması; nasıl bir iktidar delisi olduğu herkesçe bilinen ve Firavunca kibiri dillere destan olan şahın ruhuna ve beynine balyoz gibi inmiş ve hemen o gün, bu kıyamın derhal bastırılması emrini vermişti. İşe İmam'ın -ks- yakın adamlarından başlandı ve 14 Hordad akşamı birçok inkılâbî müslüman tutuklanarak geceyarısı 03 sularında (hş. 1342 Hordad'ının sabah vakitlerinde) da merkezden gönderilen yüzlerce komandoyla İmam'ın evi kuşatmaya alındı ve gece -teheccüd- namazı kılmakla meşgul olan İmam -ks- seccade üzerinde tutuklanarak olağanüstü güvenlik tedbirleri içinde telaşla Tahran'a götürülüp Orduevi'nde nezarette tutulduktan sonra aynı gün gurup vaktine doğru Tahran Kasr Zindanı'na nakledildi. İmam'ın -ks- tutuklandığı haberi, inanılmaz bir süratle Kum ve havalisine yayılmış ve kadınlı erkekli kalabalık gruplar çevre köylerle Kum'un uzak mahallelerinden yola çıkıp biricik rehberlerinin evine doğru yürümeye başlamıştı. "Ya Humeyni ya ölüm!" sloganıyla İmam'ın evine doğru akın eden kalabalıkların bu çarpıcı feryadı Kum'un dört bir yanından duyuluyordu. Kalabalıkların ciddi ve kararlı öfkesi karşısında polis kuvvetleri kaçıp gizlenmekten başka çare bulamamış, ancak çok sayıda ağır teçhizat ve yeni takviye birliklerinin desteğiyle tekrar barikatlar oluşturabilmişlerdi. Bunun da yetmeyeceği anlaşılacak ve çok geçmeden Kum'un havalisindeki kışlalarla garnizon ve tümenlerden gelen askeri birlikler şehrin dört bir yanını kuşatacaktı. Kalabalık kitleler tekbir sesleri arasında Masume Hatun hazretlerinin -ra- türbesinden çıkarken yüzlerce makinalı tüfekten boşanan kurşunlarla ortalık bir anda kan gölüne dönüştü. Bu katliama rağmen müslüman halk dağılmamakta ısrar ediyordu; bu kıyasıya çatışma birkaç saat sürdü. Dehşete kapılan güvenlik güçleri tekrar yardım isteyince, Tahrandan havalanan savaş jestleri halkı yıldırabilmek amacıyla ses duvarını aşarak Kum kenti üzerinde alçaktan uçuşlara başladılar. Korkunç bir katliam olmuş, kara, hava ve polis kuvvetlerinin halka ölüm kusturduğu silahlarıyla kıyam bastırılmıştı. Askeri kamyonlar dört bir yanı dolduran şehidlerin cesedleriyle yaralıları ölü-diri demeden süratle toplamış ve belirsiz yerlere götürmüşlerdi. O gün gurup vaktine doğru Kum kenti, kanlara bulanmış sokaklarıyla henüz savaştan çıkmış mazlum bir lale bahçesini andırıyordu. 15 Hordad sabahı, islam inkılabı rehberinin tutuklandığı haberi Tahran, Meşhed, Şiraz ve diğer şehirlere de yayıldı ve Kum'da yaşanan facianın bir benzeri de bu şehirlerde yaşandı. Veramin ve diğer çevre köylerle mahallelerin halkı haberi duyar duymaz Tahran'a akın etmeye başlamıştı. Şehrin girişlerinde barikat kuran tanklar, panzerler ve diğer zırhlılarla donanmış askeri birlikler öfkeli kalabalıkların şehir merkezine girebilmesini engelleyebilmek amacıyla Veramin kavşağında halkın üzerine ateş açarak ortalığı kan gölüne çevirdiler. Diğer taraftan Tahran kapalıçarşısıyla şehir merkezinde toplanan esnaf ve diğer ahali "Ya Humeyni ya ölüm!" sloganlarıyla şahın Mermer Saray'ına doğru yürümeye başlamıştı. Tahran'ın fakir mahallelerinden müteşekkil güney bölgesi halkı da yoğun kalabalıklar halinde aynı sloganlarla şehrin merkezine doğru ilerlemedeydi ki bunların başını, güneş Tahran'ın yiğit delikanlılarından Tayyib Hacı Rızai'yle Hacı İsmail Rızâi ve arkadaşları çekmedeydi. Bu iki yiğit insan bir süre sonra tutuklanacak hş. 11 Aban 1342'de idam edilecek, yakın adamlarıyla taraftarları ise benderabbas şehrine sürülecekti. Şahın her zaman en yakın adamı olarak gençlik yıllarından itibaren Pehlevi rejimine hizmet veren general Hüseyin Ferdost yazdığı hâtıratında bu kıyamın bastırılması için Amerikalı emniyet görevlileriyle siyasi uzmanların en tanınmış elemanlarından nasıl yardım alındığını ve bizzat şah başta gelmek üzere ordu kurmaylarıyla Savak ve saray memurlarının nasıl korku ve dehşete kapılarak eteklerinin tutuştuğunu ve şahla generallerinin, halkın kıyamını bastırabilmek için topçu ve tankçı birliklere nasıl çılgınca ateş emri verdiklerini detaylarıyla anlatır. O sırada saraydaki durumun vehametini anlatması açısından general Ferdost'un şu sözleri bir hayli ilginçtir:"...Şahın Özel Muhafız Alayı komutanı general Üveysi'ye "Açısından hizmetçisine varıncaya kadar, alayda eli silah tutabilecek ne kadar adam varsa, hepsini silahlandır, başka kurtuluş yolu yok!" dedim..."(24). Böylece şahın polis ve askeri güçleri, ellerindeki bütün imkanları seferber edip kadın-çocuk demeden, herkesi kurşun ve top mermileri yağmuruna tutarak bu büyük kıyamı güç belâ bastırabilmiştir. Şahın başbakanı esedullah Alem hatıratında o günü anlatırken, şaha hitaben şöyle yazar:"...Eğer biz gerileyecek olsaydık bu kargaşa ve başkaldırılar İran'ın dört bir yanına yayılacak ve rejimimiz rezil bir şekilde yıkılıp gidecekti. Hatta o sırada size "Ben makamımdan alaşağı edilsem bile siz bunu rejim için kullanabilir ve beni bütün bu olayların sorumlusu olarak gösterip idam ederek kendinizi kurtarabilirsiniz!" demiştim."(25). Onbeş Hordad günü Tahran ve Kum'da sıkıyönetim ilan edilmesine rağmen ertesi gün ve onu izleyen diğer günlerde de geniş çaplı gösteriler devam etmiş ve bütün gösteriler çatışmalarla sonuçlanıp kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Hş. 1342'nin onbeş Hordad'ı (5 Haziran 1963) İran halkının islam inkılabının başlangıcıdır. İmam Humeyni 19 gün Kasr zindanında tutuklu kaldıktan sonra İşretâbâd askeri garnizon hapishanesine aktarıldı. 15 Hordad kıyamından iki gün sonra şah, bu kıyamı bir "başıbozukluk, anarşi ve vahşice girişim" olarak niteleyecek ve "kara yobazlarla kızıl yobazların elbirliği" şeklindeki tanımlamalarla meseleyi yurtdışından kaynaklanıyormuş gibi göstermeye çalışarak dönemin Mısır cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'a maletme yoluna gidecekti. Şahın bu iddialarının ne kadar asılsız ve kof olduğunu bilmeyen yoktu artık İran'da. Nitekim şahın bu iddialarının tam tersine, onbeş Hordad kıyamında solcularla komunistler bir kez olsun halkın saflarına katılmamış, hatta Tudeh Partisi'yle, İran'daki diğer komunist ve solcu örgütlerle gruplar o günlerde Moskoca radyosunun ağzıyla diğer komunist yayınların papağanlığını yaparak 15 Hordad kıyamını onların ağzıyla tarif etmişti. Nitekim Sovyet komunist Parsiti 15 Hordad kıyamı için "şahın ilerici (!) reform hareketlerine karşı gerçekleştirilen kör ve gerici bir hareket" tabirini kullanacaktı(26). Şahın bu kıyamı Mısır'a atfedip kökü dışardaymışçasına gösterme çabaları da, savak teşkilatının bütün hile ve komplolarına rağmen sonuç vermedi ve şah bu çirkin yalana kimseyi inandıramadı. On beş Hordad kıyamı bu tür lekeler yapıştırılamayacak kadar bariz ve net, bu tür komplolarla saptırılamayacak kadar güçlü ve etkindi. |
02 Eylül 2008, 11:18 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Ayetullah'il Uzma İmam Humeyni'nin (ra) Hayatı ve Yaptıkları 15 Hordad 1342'de kıyamın rehberi olan imam'ın tutuklanması ve halkın kanlı bir şekilde dağıtılmasıyla kıyam zahiren bastırılmış ve halk sindirilmiş gibi görünüyordu. İmam Humeyni sorgulamalarında kimseye cevap vermiyor, ve görülmemiş bir yiğitlik ve cesaret örneği sergileyerek İran'daki yönetici kadroyla yargı makamlarını resmiyete tanımadığını, meşru olarak görmediğini söylüyordu. İmam Humeyni -ks- İşretabad kışlası hapishanesindeki tek kişilik hücresinde de vaktini azami şekilde değerlendirmeye özen göstermekte, bu hücrede çağdaş tarih kitaplarıyla, İran'da Meşrutiyet tarihi üzerine basılı eserleri mütalaa etmekteydi ki bu arada Cevahir La'il-i Nehru'nun bir eserini de mütalaa fırsatı bulabilmişti. İmam Humeyni tutuklandıktan sonra İran ulema ve halkı tarafından bütün ülke çapında çeşitli protesto eylemlerine girişildi, göstericiler, İmam'ın derhal serbest bırakılmasını istiyorlardı. Bu arada ülkenin tanınmış alimlerinden bir grup, böyle bir protesto amacıyla Tahran'a hicret etti. İnkılabın rehberine suikast yapılabileceği endişesi müslüman halkı galeyana getirmekteydi. Tahran'a hicret eden protestocu muhacir alimlerin bir kısmı Savak'ın saldırısına uğrayarak tutuklanıp bir süre hapse atıldı. Onbeş Hordad hadisesini Amerika'ya verilen sözler ve rejimin prestiji açısından çok olumsuz bir gelişme olarak değerlendiren şah, iplerin henüz kendi kontrolönde olduğuna dair efendilerini ikna edip yatıştırabilmek için bu kıyamı önemsiz ve küçük bir vak'a gibi gösterebilme telaşındaydı. Ne var ki İmam'ın tutuklanmasına karşı çıkan halkın öfkesi her geçen artmada, şah yeni bir fırtına korkusunu iliklerine kadar hissetmedeydi. Bu nedenledir ki rejim hş. 11 Mordad 1342'de İmam'ı askeri hapishaneden çıkararak Davudiye mahallesinde tamamen emniyet güçlerinin kontrol ve gözetimi altında bulunan bir evde gözaltında tutmak zorunda kaldı. İmam'ın -ks- Davudiye mahallesine aktarıldığını duan Tahran ahalisi bu mahalleye doğru akın etmeye başlamıştı. Birkaç saat geçmesine rağmen giderek artan izdiham ve heyecan karşısında telaşa kapılan rejim, halk, zorla dağıtarak evi güvenlik güçleri tarafından alenen ablukaya almak zorunda kaldı. 11 Mordad akşamı şah rejiminin gazete ve dergileri, yüksek ulema taklid mercii müçtehidlerle devlet yetkililerinin prensip anlaşmasına vardığı yolunda yalan bir haber yayınladılar. Çok sıkı bir denetim ve gözaltında bulunan İmam'ın bu haberi öğrenmesi ve dolaysıyle de tekzipte bulunması mümkün değildi. Ama diğer ulema bu vazifeyi yerine getirecek ve yayınladıkları bildirilerle bu çirkin haberi derhal tekzib edeceklerdi. Bu bildiriler arasında en sert, en etkili ve en ifşa edici olanı Ayetullah'il uzmâ Maraşî Necefî -ra- ninkiydi. Bu hadise üzerine İmam Humeyni çok sıkı güvenlik önlemleri altında Davudiye'den alınarak Kaytariye'deki bir eve aktarılacak ve serbest bırakılıp Kum'daki evine döneceği hş. 18. Ferverdin 1343'e kadar da burada tutuklu olarak alıkonulacaktı. Onbeş Hordad kıyamının çok kanlı bir şekilde bastırılması ve kıyam liderinin tutuklanmasıyla birlikte halka gereken gözdağının verildiği ve İmam'ın taraftarlarının artık iyice sindirilmiş olduğu kanaatine varan rejim hş. 1343 yılına girilirken yeni bir projeyi uygulamaya koymakta ve geçen yıl yaşanan olayların adetâ unutulup gittiği şeklinde bir atmosfer yaratmaya çalışmaktaydı. Binaenaleyh hş. 1343 Ferverdin'inin 18. gününün akşamı İmam Humeyni serbest bırakılarak hiçbir ön bildirimde bulunmaksızın Kum'daki evine bırakıldı. Haber inanılmaz bir süratle Kum'da yayılmış ve bütün bir şehir bayram havasına bürünmüştü. Feyziye Medresesi'nden başlayan kutlama ve şenlikler 3 gün sürdü. İmam serbest bırakılışının 3. günü yaptığı inkılâb 18. gününün akşamı İmam Humeyni serbest bırakılarak hiçbir ön bildirimde bulunmaksızın Kum'daki evine bırakıldı. Haber inanılmaz bir süratle Kum'da yayılmış ve bütün bir şehir bayram havasına bürünmüştü. Feyziye Medresesi'nden başlayan kutlama ve şenlikler 3 gün sürdü. İmam serbest bırakılışının 3. günü yaptığı inkılâbî bir konuşmayla rejimin zihinlerde yaratmaya çalıştığı yanlış intibaları bir kalemde silip atacak ve Pehlevi rejiminin bütün oyunlarını alt üst ederek şöyle diyecekti: "Bugün kutlanmada bulunmanın anlamı yoktur. Bu millet yaşadığı sürece 15 Hordad faciasının kederini taşımaya devam edecektir!" İslam inkılabının rehberi, bu çarpıcı konuşmasında 15 Hordad kıyamının boyut ve niteliklerini sıralamakta ve kendisinin rejimle uzlaştığına dair gazetelerde yayınlanan yalan ve iftiraları ifşa ederek şöyle haykırmaktaydı:"...Başmakalede ulemayla uzlaşmaya varıldığı ve şahla halkın Ak Devrimler'ini ulemanın kabul ettiğini yazmışlar... Hangi Ak Devrim? Hangi halk?!... Humeyni'yi darağacına çekseler de uzlaşmayacak onlarla! Süngü zoruyla reform yapılamaz!"(27). Ulema ve taklid merci müçtehidler arasında ihtilaflar yaratmak suretiyle inkılabi ve mücadeleci elemanları medreselerden uzaklaştırmak; İmam Humeyni'yi serbest bıraktıktan sonra şahın Savak teşkilatının izlediği ana stratejilerden biri olmuştu. Bu komplonun farkına varan İmam -ks- hş. 26 Ferverdin 1343'te Kum'un Mescid'i A'zam'ında yaptığı tarihi konuşmasında "... Biri bana karşı terbiyesizlikte bulunup hakaret edecek olursa, bana tokat atacak olursa, benim evladımı tokatlayacak olursa Yüce Allah'a yemin ederim ki birilerinin kalkıp da ona karşı müdafaa etmesine razı değil gönlüm, ben razı değilim buna... Bazılarının cahillikten veya kasıtlı olarak şu topluluğun arasına ayrılık ve bozgunculuk sokmaya çalıştığını biliyorum. Şurada oturan şu bendeniz bütün taklid merciilerinin elini öperim; buradaki bütün taklid merciilerinin, Necef'teki, diğer beldelerdeki, Meşhed ve Tahran'daki, nerede bulunursa bulunsun, dünyadaki bütün islam alimlerinin elini öperim... Gayemiz böyle şeyleri aşacak kadar büyüktür bizim... Bütün müslüman milletlere kardeşçelik elimi uzatıyorum ben; dünyanın doğusundan batısına bütün müslümanlara elimi kardeşçe uzatıyorum"...(28). |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Sosyal medyanın bize yaptıkları... | Esma_Nur | Resim/Karikatür | 0 | 19 Nisan 2016 22:24 |
İmam Humeyni r.a dan İrfani Nasihatler | MERVE DEMİR | Güzel Sözler-Deyımler-Nükteler | 37 | 10 Ekim 2012 18:30 |
Rahmetli İmam Humeyni’den bir şiir | İmamHüseyin | Şiirler ve Şairler | 0 | 09 Mayıs 2009 14:04 |
Ayetullah Hamanei'nin Hayatı | MERVE DEMİR | Alimler(Rh) | 0 | 07 Ocak 2009 05:51 |
Ayetullah | Emekdar Üye | İslami Kavramlar | 0 | 01 Mayıs 2008 02:11 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|