|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Boşluk,Açılış Tarihi: 02Haziran 2009 (12:22), Konuya Son Cevap : 03 Ekim 2018 (21:02). Konuya 12 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
02Haziran 2009, 12:22 | Mesaj No:1 |
ŞEYHUL EKBER İBN-İ ARABİ (K.S) HAYATI ŞEYHUL EKBER İBN-İ ARABİ (K.S) HAYATI Muhyiddîn Muhammed b. Alî b. Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtimî. 17 Ramazan 560 (28 Temmuz 1165) tarihinde Endülüs'ün güneydoğusundaki Tüdmîr (Teodomiro) bölgesinin başşehri olan Mürsiye'de (Murcia) doğdu. Eserlerinde yeri geldikçe ailesi, yakınları, hocaları, yaşadığı yerler ve tanımış olduğu şahsiyetler hakkında bilgiler vermekte olup hakkında bilinenler geniş ölçüde bunlara dayanmaktadır. Babası Ali b. Muhammed. Abbasî Halifesi Müstencid-Billâh'ın kumandanı ve yöre valisi Muhammed b. Sa'd İbn Merdenîş'in hürmet ettiği bir kişiydi, aynı zamanda filozof İbn Rüşd'ün yakın arkadaşıydı. İbnü'l-Arabî babasının çok Kur'an okuyan, fıkıh ve hadis ilmiyle uğraşan takva sahibi bir zat olduğunu, Nûr isimli annesinin ise ensar soyundan geldiğini, Fâtıma bintü'l-Müsennâ adlı bir kadın velînin sohbetlerine katıldığını söyler. Amcası Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed el-Arabî ve dayıları Ebû Müslim el-Havlânî ile Yahya b. Yâgân da devrin önemli sûfî ve siyasî şahsiyetleri içerisinde adları geçen kimselerdir. İbnü'l-Arabî'nin yetişmesinde bu kişilerin tesirleri olduğu yine kendi ifadelerinden anlaşılmaktadır. İbnü'l-Arabî soylu bir Arap sülâlesinden geldiğini, ceddinin Benî Tay kabilesine mensup bulunduğunu ve meşhur sûfî Hatim et-Tâî'nin de büyük dedelerinden biri olduğunu belirtmektedir. İbnü'l-Arabî'nin görüşlerini takdir edenler onun tasavvufta otorite oluşunu kendisine "Şeyhü'l-Ekber", dinî ilimlerde müceddid oluşunu da "Muhyiddin" lakaplarını vererek ifade etmek istemişlerdir. Mâlikî kadısı ve kelâm âlimi Ebû Bekir İbnü'l-Arabî'den (ö. 543/1148) ayırt edilebilmesi için bazı kaynaklarda adı İbn Arabî şeklinde de yazılmıştır. Ancak kendi adını birçok yerde Muhammed İbnü'l-Arabî olarak kaydettiğinden bu şeklin tercih edilmesi daha doğrudur. İbnü'l-Arabî'nin doğduğu dönemde Mürsiye, Muvahhidler'in idaresi altında bulunmakta ve kumandan İbn Merdenîş tarafından yönetilmekteydi. İbnü'l-Arabî sekiz yaşına gelinceye kadar bu şehirde ikamet eden ailesi, bir süre sonra Endülüs'ün o sıradaki başşehri olan İşbîliye'ye (Sevilla) göç etti. Bölgenin yeni emîri Ebû Ya'küb el-Muvahhidî kültüre önem veren bir devlet adamıydı; felsefe, tıp, astroloji ve edebiyata da özel bir ilgisi vardı. Etrafına İbn Tufeyl, İbn Rüşd ve İbn Zühr gibi meşhur ilim ve fikir erbabını toplamış; pek çok şair, musikişinas, âlim ve filozofu da bir araya getirmişti. İbnü'l-Arabî, İşbîliye'de böyle bir kültür ortamında bulûğ çağlarında bir manevî işaretle inzivaya çekilip kendi iç alemindeki hazineleri ortaya çıkarmaya karar verdiğini, bazan on dört ay kadar süren bu halvet ve riyazetlerin neticesinde marifet kapılarının kendisine yavaş yavaş açılmaya başladığını söyler. Bu sıralarda henüz on beş-on altı yaşlarında bulunan İbnü'l-Arabî, İbn Rüşd'ün dikkatini çekmiş, İbn Rüşd bu gençle tanışmak için babasından görüşme talebinde bulunmuştu. İbnü'l-Arabî, felsefî bakış açısıyla tasavvufi bakış açısının mukayesesi bakımından önemli semboller içeren bu görüşmede filozofun kendisine, "Senin keşif ve feyz-i ilâhîde bulduğun şey mantığın (nazar) bize verdiği şey midir?" diye sorduğunu, ona hem "evet" hem "hayır" diye cevap verdiğini, "Bu 'evet' ve 'hayır' arasında ruhlar yerlerinden, boyunlar cesetlerinden fırlar" deyince İbn Rüşd'ün benzinin sarardığını, titremeye başladığını, birden sanki elli yaş yaşlandığını söyler ve bu görüşmenin sonunda İbn Rüşd'ün, herhangi bir eğitim ve öğrenim görmeden bilgisiz olarak halvete girip de böyle bir bilgiyle oradan çıkan birini kendisine tanıttığı için Allah'a şükrettikten sonra, "Zira artık bu gibi hallerin erbabı kalmadı, biz hiç görmedik" dediğini, kendisinin de, "Allah'a hamdolsun ki işte biz bu zamanda bunlardan biriyiz" diye karşılık verdiğini kaydeder. İ | |
Konu Sahibi Boşluk 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
BOŞANMAMAK İÇİN ELİNİZDEN NE GELİYORSA ONU YAPIN... | Serbest Kürsü | Esma_Nur | 2 | 1700 | 18 Eylül 2009 21:18 |
ERDOĞANDAN KABİNEYE KÜRT / TÜRK ŞİİRİ | İslami Haberler | dua dilencisi | 1 | 2039 | 13 Eylül 2009 11:46 |
AZİZİM ! | Şiirler ve Şairler | namzet davadar | 1 | 1313 | 02 Eylül 2009 22:04 |
Şaka Gibi...27 sene küs kaldılar, peşpeşe öldüler | Fıkralar-Hikayeler | Esma_Nur | 1 | 1455 | 24Haziran 2009 18:14 |
KUTSALA DOKUNMA(MA)K ÜZERİNE !.. | Serbest Kürsü | Boşluk | 0 | 1515 | 05Haziran 2009 18:57 |
02Haziran 2009, 12:23 | Mesaj No:2 |
RE: ŞEYHUL EKBER İBN-İ ARABİ (K.S) HAYATI
İbnü'l-Arabî, ilk Kur'an derslerini "ehl-i tarîk" olduğunu bildiği komşuları Ebû Abdullah el-Hayyât adlı bir kişiden aldı. İlk halvetlerinden birinde gerçekleştiğini söylediği manevî görüşmesinde Hz. Peygamber'in kendisine yönelttiği, "Bana sımsıkı tutun kurtulursun" şeklindeki buyruğunu hadisleri zahiren de tahsil etme mânasında anlayarak uzun bir süre hadis ilmiyle meşgul oldu. İbnü'l-Arabî, etrafındaki ilim erbabının kendisini o dönemde hayli revaç bulmaya başlayan re'y kitaplarına teşvik ettiğini, ancak almış olduğu manevî işaretten dolayı bu teşviklerin sonuçsuz kaldığını söyler. Âlet ilimlerinin sûfî olmayan kimselerden de alınabileceği görüşünde olduğundan İbn Hubeyş, İbn Ât, İbn Baki ve İbn Vâcib gibi hadisçilerden hadis okudu. On sekiz yaşında iken Lahmî'den kırâat-i seb'a, aşere ve takrîb öğrenimi gördü. Lahmî'den ayrıca İbn Şüreyh'in el-Kâfî'sini, Abdurrahman b. Abdullah es-Süheylî'den de bazı hadis kitaplarının yanı sıra İbn Hişâm'ın es-Sîre'sinin şerhi olan er-Ravzü'l-ünüf isimli kitabını okudu. Kadı İbn Zerkûn'un derslerine uzun bir süre devam edip icazet aldı (kendisi, bütün hocalarının ve okuduğu kitapların listesini el-İcâze adlı eserinin başında saymıştır). Bu suretle zahirî ilimlerde yeterli derecede eğitim aldıktan sonra manevî ilimlerde derinleşmek üzere halvet ve murakabeye daha fazla yönelen İbnü'l-Arabî, 580 (1184) yılında seyrü sülûkünün henüz başında iken bazı tasavvufi makamlara ulaştı. Başlangıçta kendisine dertlerini açacağı hiçbir rehberi olmadığını söyleyen İbnü'l-Arabî sonraları gerek zahir gerekse bâtın ehli birçok üstattan istifade etmiş; büyük bir kadirşinaslık örneği olarak kendilerinden faydalandığı 300'ü aşkın kişinin manevî hallerine ve hikmetli sözlerine yeri geldikçe el-Fütûhât, Kitâbü'l-Kutb, Dürretü'l-fâhire ve Rûhu'l-kuds gibi eserlerinde isimlerini de vererek temas etmiştir. İlk mürşidinin adını Ebü'l-Abbas el-Uryebî olarak verir. Gerçek tahkik yoluna intisabının yine bu yıllarda Hızır ile ilk karşılaşıp ondan hırka giymesinden sonra gerçekleştiğini söyler . Yirmi altı yaşında iken Cezîretülhadrâ (Algeciras), Sebte (Ceuta), Fas ve Tilimsân yoluyla Tunus'a giden İbnü'l-Arabî bir süre burada kalarak aralarında, daha sonra el-Fütûhâtü'l-Mekkiyye'ye kendisine ithaf edeceği Şeyh Abdülazîz el-Mehdevî'nin de bulunduğu sûfîlerle görüştü. İki yıl sonra tekrar İşbîliye'ye döndü. Birkaç defa gittiği Fas'ta dört yıl kadar kaldı. Burada da pek çok sûfî ile tanıştı. Kendisine yaklaşık yirmi üç yıl arkadaşlık ve yoldaşlık edecek olan Abdullah Bedr el-Habeşî ile burada karşılaştı. Fas'tan ayrıldıktan sonra Gırnata ve Kurtuba'ya geçti. Bu onun doğup büyüdüğü Avrupa kıtasındaki son ikameti oldu. Merakeş'te iken aldığını söylediği manevî bir işaretle 596'da (1200) Doğu'ya doğru yola çıktı. Mekke'ye kadar gidip ilk haccını yaptıktan sonra tekrar Kuzey Afrika'ya döndü. Gayesi sûfî Ebû Medyen'in ikamet ettiği Bicâye (Bougie) şehrine gidip kendisiyle görüşmekti. Ancak Ebû Medyen bir süre önce (594/1198) vefat etmiş olduğundan görüşmek mümkün olmadı. Bununla beraber Ebû Medyen'in ruhaniyetinden hayatı boyunca istifade ettiğini sık sık belirtmiştir. İbnü'l-Arabî 597'de (1201) Tunus'a giderek Abdülazîz el-Mehdevî ile buluştu. Aynı yıl hacca gitmek üzere Tunus'tan ayrıldı. Önce Mısır'a, oradan Kudüs'e geçti. Kudüs'ten yaya olarak Mekke'ye doğru yola çıktı. Halîl kasabasına uğrayarak Hz. İbrahim'in kabrini ziyaret etti. Oradaki ikameti esnasında İbrahim Camii'nin imamı Zahir el-İsfahânî'den Hakîm et-Tîrmizi’nin eserlerini okudu. Medine'de Peygamber'in kabrini ziyaret edip (Zilhicce 598 / Eylül 1202) Mekke'ye ulaştı. Mekke'de ders halkalarına devam etti, Harem-i şerifte tavafla meşgul oldu, bunun dışındaki zamanını murakabeyle geçirdi, Hz. Abbas soyundan Şerif Cemâleddin Efendi'den Hâce Abdullah-ı Herevî'nin Derecâtü't-tâ'ibîn adlı kitabını okudu. Salih bir zat olduğunu söylediği İbn Hâlid es-Sadefî et-Tîlimsânî'ye Gazzâlî'nin İhyâ'ü ulûmi'd-dîn'ini okuttu. Bu arada Kabe'yi muhatap alarak yazdığı mektupları Tâcü'r-resâ'il adlı kitabında topladı. Yirmi üç yılda tamamlanan el-Fütûhâtü'l-Mekkiyye ilk defa burada kendisine ilham edilmeye başlandı. İbnü'l-Arabî, bu kitapta yazdıklarının hepsinin ya Kabe'yi tavaf ederken veya murakabe için Harem-i şerifte oturduğu esnada Allah'ın kendisine açmış olduğu şeyler olduğunu ve ilk önce kendisine bunların okutulduğunu, ardından "rabbânî ilkâ ve ilâhî imlâ" ile satıra geçirildiğini söyler. İbnü'l-Arabî, Mekke'de yaklaşık iki buçuk yıl kaldıktan sonra bir hac kafilesine katılarak Bağdat'a gitti (601/1204). Burada on iki gün kadar ikamet edip Musul'a geçti ve Musul'da üstadım dediği Hanefî ulemâsından Ahmed el-Mevsılî el-Mukrî'nin yanı sıra Ebü'l-Hasan Ali b. Ebü'l-Feth ve Ali b. Abdullah b. Câmî gibi âlimlerle sohbetlerde bulundu. İbnü'l-Arabî Musul'un dışında, Muklâ denilen yerdeki bir bahçede yaşayan bu sonuncu zatın Hızır'dan hırka giydiğini, daha sonra aldığı bir işaret üzerine bu hırkayı aynı yerde kendisine giydirdiğini söyler. Musul'da bir yıl kadar kalan İbnü'l-Arabî, ibadetlerin sırlarına dair et-Tenez-zülâtü'l-Mevşıliyye adlı eserini burada kaleme aldı. Ertesi yıl (Zilkade 602 / Haziran 1202) Urfa, Diyarbekir, Sivas üzerinden Malatya'ya geldi. Bağdat'tan bu yana Sadreddin Konevî'nin babası Mecdüddin İshak ve Harranlı Ebü'l-Ganâim'in azatlı kölesi Abdullah Bedr el-Habeşî de kendisine refakat etmekteydi. Bu sırada ikinci defa Anadolu Selçuklu tahtına çıkan 1. Gıyâseddin Keyhusrev eski dostu Mecdüddin İshak'ı Konya'ya çağırınca İbnü'l-Arabî de onunla beraber Konya'ya gitti. Mecdüddin, hükümdarın oğlu Keykâvus'a hoca tayin edilerek tekrar Malatya'ya gönderilirken İbnü'l-Arabî bir müddet daha Konya'da kaldı, bu arada Evhadüddîn-i Kirmânî ile görüştü. Daha sonra Halep, Kudüs, Mısır yoluyla Mekke'ye gitti. Buradan yine Bağdat'a, ardından Konya'ya döndü. Miguel Asin Palacios, onun 612'de (1215) Konya'ya gelmesinin tek sebebinin sultanı hıristiyanlara karşı kışkırtmak olduğunu ileri sürer. İbnü'l-Arabî, Halep ve Sivas'a yaptığı seyahatlerden sonra 615'te (1218) Malatya'ya yerleşti. Dostu Mecdüddin İshak vefat edince vasiyeti üzerine dul kalan hanımıyla evlendi. Oğlu Sa'deddin Muhammed büyük ihtimalle burada dünyaya geldi. İbnü'l-Arabî bu yıllarda manevî evlâdı olarak gördüğü Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykâvus'a hıristiyanlara karşı tâvizkâr davrandığı için bir mektup yazarak savaşla onları zimmî hükmü altına almasını tavsiye etti ve kâfirlerin en şiddetlisi dediği Haçlılar'ın ele geçirdiği beldelerden -bu belde Kudüs bile olsa- müslümanların derhal hicret etmesi gerektiğini söyledi. Onun bu mektubunun daha önce sultanın yazdığı bir mektuba cevap olduğu anlaşılmaktadır. İbnü'l-Arabî, Sivas'ta iken de Keykâvus'un Antakya'da Franklar'a karşı cihad ilân edeceğini ve şehri kuşatıp muzaffer olacağını rüyasında görmüş, bunu bir şiirle sultana Malatya'dan bildirmişti. İbnü'l-Arabî'nin devlet adamlarıyla ilişkileri sadece Selçuklu sultanlanyla sınırlı kalmamış, Eyyûbîler'in Halep emîri el-Melikü'z-Zâhir ve Dımaşk emîri el-Melikü'l-Âdil ile de münasebetlerini sürdürmüştür. Dımaşk'a yerleştikten sonra kendisine vâki olan mübeşşiratta, Hz. Peygamber'in elinde bir kitapla zuhur ederek, "Bu elimdeki, hikmetlerin yuvalarını (fusûsü'l-hikem) gösteren bir kitaptır, bunu al ve faydalanacak kimselere açıkla" dediğini nakleden İbnü'l-Arabî, bu işaret üzerine Fuşûşü'l-hikem'i 627 (1230) yılında burada telif etti. Daha sonra zamanının büyük bir kısmını el-Fütûhâtü'l-Mekkiyye'yi gözden geçirmeye ve yeniden yazmaya ayırdı. İlk nüsha üzerine birçok ilâve ve tashih ihtiva eden bu ikinci nüshayı vefatından bir yıl kadar önce tamamladı. Ölümünden yirmi gün önce talebesi Sadreddin Konevî ve İbn Sevdekîn'in Kitâbü'l-İsfâr'ını kendisine kıraat ettikleri bilinmektedir. 22 Rebîülâhir 638 (10 Kasım 1240) tarihinde Dımaşk'ta Benî Zekî'lerin malikânesinde vefat eden İbnü'l-Arabî, Kâsiyûn dağı eteğindeki Sâlihiye semtinde bulunan Kadı Muhyiddin İbnü'z-Zekî ailesinin kabristanına defnedildi. Daha sonra iki oğlunun da gömüldüğü bu yer sonraki devirlerde Şam bölgesinde yaygınlık kazanmaya başlayan tasavvuf karşıtı akımların oluşturduğu aleyhte propagandalar neticesinde bakımsız kalarak unutulmaya yüz tuttu. Yavuz Sultan Selim. Mısır seferi dönüşünde uğradığı Şam'da ilk iş olarak onun kabrinin yerini tesbit ettirerek üzerine bir türbe, yanına da bir cami ve bir tekke yaptırmıştır. II. Abdülhamid tarafından tamir ettirilen türbe bugün de şeyhi sevenlerce ziyaret edilmektedir. Abdülvehhâb b. Ahmed eş-Şa'rânî'nin naklettiği meşhur bir rivayete göre İbnü'l-Arabî, kabrinin harap olacağını ve Yavuz Sultan Selim tarafından ihya edileceğini, "Sîn (Selim) Şîn'e (Şam) girince Muhyiddin'in kabri ortaya çıkar" şeklindeki rumuzlu ifadesiyle önceden bildirmiştir.. İbnü'l-Arabî, ilk evliliğini memleketinin ileri gelen şahsiyetlerinden Abdûn el-Bicâî'nin kızı ile İşbîliye'de iken yaptı. İkinci defa Mekke'de Haremeyn Emîri Yûnus b. Yûsuf un kızı ile evlendi. Bu evliliğinden Muhammed İmâdüddin adındaki oğlu oldu. Üçüncü evliliğini Malatya'da Sadreddin Konevî'nin dul annesiyle yaptı. Dördüncü olarak Dımaşk Mâlikî kadısı Zevâvî'nin kızıyla evlendiği kaydedilmektedir. İkinci oğlu Muhammed Sa'deddin'in Malatya'da doğduğunu bildiren kaynaklar esas alındığında onun üçüncü evlilikten olduğu kabul edilir. Bu durumda Muhammed Sa'deddin, Sadreddin Konevî'nin üvey kardeşidir. Yazar Ahmet Bedevi Cuma, 29 Mayıs 2009 21:33 http://www.seyhulekber.com/seyhulekbermakaleler/arabimakaleler/1271-seyhulekberhayati.html - | |
02Haziran 2009, 13:21 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 6340 Üyelik T.:
19 Ocak 2009 | RE: ŞEYHUL EKBER İBN-İ ARABİ (K.S) HAYATI [size=medium]TASAVVUF'TA "YAZDIRILMA" MOTIFI[/size] - 1: Muhyiddin Ibnül Arâbî "Neoplatonist teozofinin tasavvufa yansıyan bir varyantından başka bir şey" olmayan vahdet-i vücut teorisini metafizik bir sistem halinde geliştiren (bknz. A.Y. Ocak, 9) Ibnül Arabî 1165 yılında Endülüs'ün Mursia şehrinde doğmuştur. Gerçek adi Muhammed b. Ali b. Muhammed b. EI-Arabî'dir. (A. Ateş, 533). Kendisi 8 yasında iken ailesi Isbiliye kentine yerleşmiş, 1194 yılına kadar burada kalmıştır. 1194 yılında Tunus'a, geldiği, 1195'de Fas'a geçtiği ve tecessüt eden (bedenlenen) Kur'an'ın{!) rehberliği ile manevî bir miracını burada gerçekleştirdiği(!) bildirilmektedir. (A.Ateş, 536). Ibnül Arabi 1201 yılında Magrib şehirlerinden birinde bulunurken, Hızır ile Musa’nın makamı(!) olan bir makama erişmiş, fakat bundan da bir yalnızlık ürküntüsü duymuştur. 1202 yılında Kahire'de Hızır’ın hırkasını giymiştir! {A. Ateş, 536). 1202 yılında Kudüs'ten yürüyerek gittiği söylenen Mekke'de hacca katilmiş, burada iki sene kalmış ve meşhur Fütûhat-i Mekkiye adındaki dört büyük ciltlik kitabini burada yazmaya başlamıştır. {A. Ateş, 537), O'nun Konya'da bulunduğu yıllarda Sadreddin KONEVI ve Celaleddin Rumi’nin yaklaşık 12 yaslarında iki çocuk oldukları tahmin edilmektedir. {M.N. Gencosman, VIII). Bir rivayete göre Sadreddin'in üvey babasıdır. (A. Ateş, 539; Gencosman, VII). Ya hayatinin sonlarına doğru Sam'a yerleşmiş, (Ateş, 540) yahut da bir seferi sırasında Sam'da 1240 yılında ölmüştür. Sam'da belirsiz olan mezarını Yavuz Sultan Selim keşfettirmiş ve adına büyük bir türbe yaptırmıştır. (1518) (Ateş, 541). Biyografisini kısaca özetlediğimiz Ibnül Arabi'nin hayati oldukça hareketli ve ilginçtir. Hayati esnasında yasadığını iddia ettiği bazı hadiseler, ruhsal tecrübeler (!) ise hayatından daha karmaşık olup gelecekteki kişiliğini hazırlayan altyapılar niteliğindedir. Bizzat kendisinin yasadığını iddia ettiği tecrübeler, kesinlikle normal beşerî ölçülerle izahı mümkün olmayan, hasta bir ruhsal kişiliğin iddia edebileceği sanrılardır. Yani biz onun ve benzerlerinin bu tür iddialarının kesinlikle bir halüsinasyon(') olduğuna inanıyoruz. Fütuhat-i Mekkiye'den nakledilen bilgiye göre 8 yasında iken bir hastalık geçirmiş, hastalık esnasında (herhalde gördüğü bir kabus sonucu olsa gerektir) çirkin süratli bazı kimselerin kendisine eziyet etmek istediklerini, iyi kişilerin ise ona yardim ettiğini görmüş. O iyi kişileri sorunca da, "Yasîn" suresi olduğunu söylemişler. (Ateş, 534, Futuhat'dan naklen). Ibnül Arabi'nin ilk mürşidleri de onun kimliği hakkında yeteri kadar aydınlatıcı kanaat edindiricidir diye düşünüyoruz. Onun ilk şeyhi ümmî olup, ama "bir çok kerametleri olan" Ebu Cafer adındaki bir kişidir. (Ateş, 537). Bir diğer şeyhi, Ebu Muhammed el-Bagî ise abdal'dan sayılmakta ve daima dağlarda, sahillerde yasamakta, şehirlere gelmemektedir. (Ateş, 535, Ruhul Kudüs'den naklen). Bu şeyhlerle yıllarını geçiren Ibnül Arabî psikolojik rahatsızlığın o derecesine varmış olmalı ki, şeyhlerinden biri kendisini artık dirilerle değil, ölülerle yaşıyor olmakla suçlamış (yani şeyhi bile normal görememiş), o da bu şeyhini bir gün çağırarak hakiki dirilerin o Ölüler olduğunu şeyhine göstermiştir! (Ateş, 535, Fütuhattan naklen). Tasavvufi haller denen psikolojik rahatsızlıklar o kadar ileri gitmiş olmalı ki, artık Ibnül Arabî mesela Harun Resid'in oğlu Muhammed'in ruhunun tecessüt ettiğini ve onunla konuştuğunu iddia etmektedir. (Ateş, 533, Futuhat'dan naklen). Tamamen mitolojik bir kişi olan, dünyanın hiç bir yerinde ve hiç bir akilli insanla oturup konuşmamış, görüşmemiş (Musa (a.s)'la hikayesi anlatılan zat Hızır'la karıştırılmamalıdır), mesela aklından asla şüphe duymadığımız Hz. Muhammed'le (s.a.v) görüşmemiş, tanışmamış olan Hızır'dan hırka giyen (Ateş, 536, Fütuhat'tan naklen); •miraca çıkıp göklerde dolasan ( Ateş, 536, Fütuhattan naklen); berzah alemindeki (?) kişilerle konuşan (Ateş, 538, Fütuhat'tan naklen) Ibnül Arabi'nin aklî dengesi, ruhsal yapısı ve sağlığı, psikolojik durumu hakkında bizim yorum yapmamıza gerek bırakmayacak kadar önemli verilerdir. İbnül Arabî kitaplarını nasıl Yazdı? Bütün tasavvuf ekolünün çok tipik bir örneği olan Ibnül Arabî "zahir ilmi"nin hiç bir ise yaramadığının(!) farkındadır. Mutlaka, halkın ne türlü bilgiye rağbet ettiğini çok iyi keşfetmiş biridir. Dolayısıyla Ibnül Arabî, safsatalarını doğrudan doğruya Allah'tan aldığını, daha doğrusu, "Peygamberler hangi kaynaktan alıyorlarsa o kaynaktan aldığını" iddia etmiştir. Allah'ın sözlerini harfli ve harfsiz olarak işittiğini ve ilahi bir telkinle kendisine bildirilmemiş hiç bir bilgiyi yazmadığını ileri sürmüştür. (Ates, 548, Fütuhattan naklen). Ibnül Arabî Mekke'de bulunduğu yıllarda "Fütuhatül Mekkiyye Fî Ma'rifeti'l Esrari'l Malikiyye vel-Mülkiyye" adini verdiği ve bütün tasavvufi düşüncelerini ihtiva eden kitabini yazmıştır. Daha doğrusu kendisine gelen vahiyleri yazma zahmetinde bulunmuştur. Ken*dince, Kur'andan farkı bulunmayan bu kitapta aynen Kur'an'da olduğu gibi tutarlılık aranmaması gerektiğini söyler. Çünkü Kur'anda da birbirleri ile alakalı olmayan sözler arasına, onlarla alakalı olmayan bir başka söz girebilmektedir! (Ateş, 543, Fütuhat'tan naklen). 560 Baptan oluşan (dört cilt halinde basılmış olan) bu kitabini yazış gerekçesini söyle izah ediyor: Alem-i Hakikat'te ve huzur-i celali'de mükasefe anında Hz. Peygamber'i görmüş, bütün peygamberler O'nun önünde sıralanmış duruyorlarmış. Etrafında ümmeti ve hizmet eden melekler varmış. Ebu Bekir sağında, Ömer solunda, elinde bir mühürle duruyormuş. Hz. Ali ise bu Peygambere yönelmiş duruyormuş. O esnada Hz. Peygamber Ibnül Arabi'yi görmüs. O anla ilgili bırtakım konuşmalar naklettikten sonra der ki, "o vakit bu hikmet ve hitabın azameti bana Cenabı Allah'dan bir lutfi ilahî ve bağış olarak verildiğini hissettim." (Fütuhat, 1/1-2; Selahaddin Alpay, 11). Kitabin bir başka yerinde (Fütuhat, 9) Kabe'yi tavaf ederken ve oturup da Kabe'yi murakabe ederken Allah'ın kendisine açtığı fetihleri (vahiyleri) nedeniyle kitabına Fütuhat... adını verdiğini söyler. MEHMET DURMUŞ ---------------------devamı var------------------ |
02Haziran 2009, 13:25 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 6340 Üyelik T.:
19 Ocak 2009 | RE: ŞEYHUL EKBER İBN-İ ARABİ (K.S) HAYATI
İyi bir Ibnül Arabi hayranı olan ve bazı kitaplarını tercüme etmiş olan Selahaddin ALPAY’IN, "Fütuhat-i Mekkiye" adıyla çevirip yayınladığı muhtasar kitabin önsözünde söyledikleri, tasavvufun nasıl müstakil bir inanç sistemi, hatta din olduğunu göstermesi bakımından ibretimizdir. Doğal olarak şeyhine çeken bu zat diyor ki: "Bu kitabin tercümesine başlamadan evvel uzun uzun düşündüm, daha doğrusu cesaretim yoktu... Fakat Allah’ın inayeti bana yetişti, rüyamda bu ulu zatin bana seslenerek, 'beni Anadolu çocuklarına ve halkına tanıt, ben onları severim, vaktiyle o diyarları ziyaret etmiştim. Mevlânâ gibi bir talebem vardır' diye seslenmesi bana bu kitabi tercüme etmeme sebep oldu..." (S.Alpay, s.6). Görüldüğü gibi tasavvufta her şey rüya ile oluyor; rüya uzakları yakın ediyor; Ölüyle dirinin arasındaki farkı yok ediyor, zaman kavramı ortadan kalkıyor! Ibnül Arabi'nin peygamberden de ileri gittiği, onun muhiblerince de kabul edilmektedir. Ibnül Arabi'nin, "Allah tarafından kendisine yazdırılan" bir başka kitabi da, "bütün düşüncelerinin hulasası olan en olgun eseri" sayılan (Ateş, 543) Füsüsül-hîkem adli kitabidir. Füsus'u 627 yılının Muharrem ayinin son günlerinde Sam'da iken "Rasulullah'ı gördüğü gerçek bîr rüyada". Rasulullah'ın elinde bir kitap bulunduğunu, kendisine hitaben, "bu, 'Füsusül Hikem' kitabidir, onu al ve insanlara duyur da onunla faydalansınlar" diyerek yazmakla görevlendirildiğini iddia eder. (Ibnül Arabî, Füsus, 47). Bu görevlendirme karşısında Ibnül Arabî "işitmek ve itaat etmek gerekir" der ve "hiç bir ziyade ve noksanlık yapmadan niyetini gerçekleştirdiğini" söyler. (Füsus, 48; Gencosman, 1). Ibnül Arabî Füsus'u yazmada kendisinin sadece "mütercim" olduğunu ileri sür*mektedir. (Füsus, 48). Yani o sadece aracıdır, Füsus aynen Kur'an gibi bir vahiydir! Her zaman olduğu gibi günümüzde de Ibnül Arabi'den çok Ibnül Arabî'ci kesilen bazı acar tasavvuf hermonetikcileri, onun bu safsata ve küfürlerini, Kur'an'ı, Allah inancını, peygamberlik kavramını tarumar eden ilhadlarim "yorumlayarak" tevil etmekte, kabule müsait hale getirmektedirler. Oysa iyi bir Ibnül Arabi meftunu olan ve kitaplarının mütercimi Ahmet Avni KONUK (ö. 1938)un izahı, Ibnül Arabi'nin bir başka türlü anlaşılmaya elverişli olmadığını, yorumlamaya gerek bulunmadığını pekâlâ kanıtlamaktadır. A.A. Konuk, "bütün ilahî mertebeleri cami" (cem meratib-i ilahiyye'yi câmî) dediği Hz. Peygamber'in 'Vâris-i ekmel'i" saydığı (A. Konuk, 98) efendisi Ibnül Arabi'nin Füsus'unu söyle tanımlıyor: "Serapa asl-i hakiki'den kulûb-i enbiya (as)a münzel plan maarif ve hikemin ilahiyye'den ibaret ve ehli takyîd olan erbab-i ukûl'ün bilmediği ve idrak edemediği hakayik ile mâlâmâldir. "(Konuk, 1), Yani Füsus, Peygamberlere gelen vahyin aynisidir ve fakat bu hakikatleri akil erbabı bilemez, anlayamaz! Ibnül Arabîci sarih arkasından, Bakara suresinin 216. ayetini, ancak Şeytanın razı olacağı bir amaç uğruna kullanarak, -hasa- Kur'an'ı da "akil erbabı”nın bilemeyeceğini demeye getiriyor! Oysa 2/216. ayette. Allah cihadı emrettiği halde ondan kaçmanın yollarını arayan iki yüzlüler tenkit edilmektedir. Evet, söyleyene değil, söyletene bak sözünü boşa söylememişler! A. Konuk'un, tasavvuf ehlinin saçmalıklarını "erbab-i aklin" anlamayacağını belirtmesi gayet yerinde bir tespittir! Akilli İnsanlar yalnızca, akilli sözleri anlarlar. Hiç bir mantık kuralına dayanmayan, akli selimi tatmin etmeyen, sara nöbetlerinde sadır olmuş intibaını veren hezeyanlarla akıllı insanların İsi yoktur. A.A. Konuk'a göre Füsus kitabi doğrudan "Velayet-i hassa-i Muhammed iye”den Ibnül Arabi'ye verilmiş, o da noksansız ve ziyadesi? bir şekilde tebliğ etmiş olduğu için, Füsun’a itiraz doğrudan ve tamamen "hatem-i enbiya"ya itiraz etmek olur. (Konuk. 99). Görüldüğü gibi bu kişilerin ne Allah inançları, ne peygamber, ne de vahiy inançları Kur'an'a uygundur; bunların akideleri tamamen kendi geliştirdikleri özel bir İnanç sistemine dayanmaktadır. Ibnül Arabî "et-Tedbîratu Ilahiyye" adli kitabinin da ledünnî ilimlerden oluştuğunu; içine değil şüphe, tahmin bile karışmadığını iddia ederken (Ibnül Arabi, et-Tedbirat, 14) pek fazla yadırgamadığımızı, zira vahdet-i vücut felsefesi (panteizm) gereği kendisini Allah olarak gören, Allah'la aynılaşan bir zihniyetin böyle inançlar taşımasının normal görülmesi gerektiğini belirtmek isteriz. MEHMET DURMUŞ |
02Haziran 2009, 13:50 | Mesaj No:5 |
RE: ŞEYHUL EKBER İBN-İ ARABİ (K.S) HAYATI
Tasafuf başlı başına Bir islami Kurumdur.nefsiz terbiyesi bakımından olmazsa olmazdır. binaenaleyh onuda yozlaştirdilar.kimisini uçurdular gimisini ıslanmadan yüzdürdüler kimisini yatağında yatarken hacca bile gönderdiler.miraca göndermeleri yakındır. yakında vahiy alabilirler tikatli olun . bazı tasafuf şeyhleri cidden muttakidir onu rezil eden muritleridir. bazı tasafuf şeyhleri ise zateb rezaletin zirvesidir. arabiye saygım sevgim vardır. | |
02Haziran 2009, 14:08 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | RE: ŞEYHUL EKBER İBN-İ ARABİ (K.S) HAYATI
ŞEYHUL EKBER İBN-İ ARABİ (K.S) HAYATI Bizler aciz kullar olarak Allah'ın ismini anarken önüne arkasına eklemeler yapamazken Allah'ın yarattığı kullarını bu kadar büyütecek eklemeler doğrumu? Günümüzde Tasavvuf-çuların her şeyi,keramet,zaman ve mekandan ayrı olma,uzakları yakın etme,Öldüklerinde dahi Ruhlarının yardıma koştukları,hikayeleri ile Ölüyle diri arasındaki farkı bile katletmişler bu çarpık din anlayışlarının tümünü redderek Allah'ın islamı dışında Peygamberliğin rehberliğinde Kuran'ın irşadı ile yaşamak bizlere yeterde artar bile.bidatler vs ile hayatlarını akıllarını teslim etmek isteyenler istedikleri gibi tabi oldukları tasavvuf ile devam etsinler!!! |
02Haziran 2009, 14:45 | Mesaj No:7 |
RE: ŞEYHUL EKBER İBN-İ ARABİ (K.S) HAYATI
Tasavvuf anlatılmaz yaşanır.Kalbe kuşanılır. Allah dostlarına az bile yer veriliyor.onları sıradanlaştırmak ne kadar doğru tartışılamaz bile inş...Konuyu çarpıtmak lazım gelmez ... günümüzdeki Tasavvuf sahibi kaç kişiyi tanıyorsunuz veya gördünüz.? Tasavvufu suistimal edenler ve kötüye kullananlara ise sözümüz amenna haklısınız.. Hangi Tasavvuf sahibi Allah'ın islamı dışında Peygamberliğin rehberliğinde Kuran'ın irşadı ile yaşamayı reddediyor? | |
02Haziran 2009, 14:52 | Mesaj No:8 | |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | RE: ŞEYHUL EKBER İBN-İ ARABİ (K.S) HAYATI Alıntı:
| |
02Haziran 2009, 16:38 | Mesaj No:9 |
RE: ŞEYHUL EKBER İBN-İ ARABİ (K.S) HAYATI
Yitiksevda kardeşim görüşlerine saygı duyuyorum tabiki tartışma olmasın bende bu konuda tartışmak istemem...ilahi sevda kardeşimizin ayetler haricindeki kendi yazısına gelince üçbeş tesbihle Cenneti verende -alanda yüce Yaradandır)onu biz kulları bilemeyiz.Geri kalan yazısını çocuğa göstersen inanmaz zatende neyse konudan çekileyim bende inş...
| |
19 Kasım 2011, 16:02 | Mesaj No:10 |
Cevap: ŞEYHUL EKBER İBN-İ ARABİ (K.S) HAYATI Şeyhül Ekber Evliyatul Kebir Alimil Kebir Sultanlar Sultanı Pir Muhyiddini İbni Arabi Hazretleri Evliya ve Pirdir.Ispatı, Gavsul Azam Pir Abdulkadir Geylani Hazretleri'nin İbni Arabi Hazretleri daha doğmadan yıllar önce Ona Hırkasını Bırakmasıdır..Ispatı, Yavuz Sultan Selim ' dir.(Sin Şın a Gelince Benim Mezarım Ortaya Çıkar İbni Arabi Hazretlerinin sözü yani Sin (Yavuz Sultan Selim) Şin (Şam) dır.İspatıİDAM EDİLDİĞİNDE YERE DÖKÜLEN KANININ KELİME-İ TEVHİD YAZMASIDIR LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDUN RESULULLAH... | |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Hz. Muhammed S.A.V Hayati 16 Cd | enderhafızım | Hz.Muhammed(s.a.v) | 3 | 12 Temmuz 2018 15:25 |
...Allahu Ekber! | tevhid_ | Şiirler ve Şairler | 0 | 14 Eylül 2013 19:12 |
KABİR HAYATI | ebu katade | Serbest Kürsü | 9 | 19 Nisan 2010 18:05 |
Fıkh-ı Ekber | MERVE DEMİR | İslami Kavramlar | 1 | 12 Mayıs 2009 10:54 |
Molla Mansur Güzelsoy'un HAYATI | MERVE DEMİR | Alimler(Rh) | 3 | 22 Nisan 2009 11:16 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|