|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Yitiksevda,Açılış Tarihi: 03 Temmuz 2010 (00:55), Konuya Son Cevap : 05 Aralık 2022 (13:38). Konuya 15 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
03 Temmuz 2010, 00:55 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | Ey nurcular! Dinleyin bakalım Ey nurcular! Dinleyin bakalım Üstad Said-e Kurdi Molla Said, Molla Said-i Meşhur, Said-i Nursi, savunduğu ve dillendirdiği hakikatleri seslendirmeye cesaret edemeyen ve başlarını deve kuşu misali kuma gömerek duyarsız bir nesil haline gelen Nur! culara ithaf olunur: Ey Asuriler ve Keldanilerin cihangirlik zamanında öncü, kahraman askerleri olan arslan Kürtler! Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız. Yoksa vahşet sahrasında vahşet ve gaflet sizi boğacaktır. "Hikmet-i İlahi" denilen, kainat merkezinin nizamı ve telgraf hattı gibi bütün aleme uzanmış ve dağılmış Nurlu İlahi Kanun'un esası olan İlahi Hikmet, ufukların ötesinden kader elini kaldırmış, size emrediyor ki: "Parçalanmışlık sonucu su gibi damla-damla olmuş hamiyet ve kuvvetinizi, İslamiyet'in milliyet fikri ile 'bir ve beraber' ediniz. Atomların birbirini çektiği gibi (siz de birbirinize yapışıp) milli ve umumi bir gücü teşkil ederek Kürt gibi büyük bir kitleyi küre gibi çeviriniz. İslam güneşinin ışıklarına bağlı olmanın ölçüsü ile de umumi düzeni (oluşturup) muhafaza ediniz. (Divan-ı Harbi Örfi, Hatime İçtima-i Reçeteler ) “…Sakın, sakın! Dünya cereyanları, özellikle siyaset cereyanları ve bilhassa “dışarıya” bakan cereyanlar sizi ayrılığa atmasın. Karşınızda ittihat (yekvücut) etmiş dalalet fırkalarına karşı perişan etmesin “Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek” Rahmani yerine (Allah muhafaza) “Siyaset için sevmek, siyaset için buğz etmek” şeytani ilkeye dönüşüp, melek gibi bir hakikat kardeşine düşmanlık ve elhannas (şeytan ve şer taifesi) gibi bir siyaset arkadaşına sevgi ve taraftarlıkla zulmüne rıza gösterip cinayetine manen ortak eylemesin. Evet, bu zamanda siyaset, kalpleri ifsat (kötülüğe sevk) eder ve asabi ruhları azap içinde bırakır. Kalbin selâmeti ve ruhun dinlenmesini isteyen adam, siyaseti bırakmalı. Kastamonu Lahikası “Zalimlere sakın sempati duymayın/meyil etmeyin; yoksa ateş size de dokunur.” (Hud, 13) Evet, hak ve hakikat ve din ve adalet hesabına olmadığına ve belki inat ve ırkçılık damarı ve menfaat-i cinsiye(kendisi gibi olanların çıkarını) ve nefsin benliğine dayanan, dünyada örneği bulunmayan gaddarcasına bir zulüm hesabına olduğuna kesin bir delil şudur ki: Bin masum çoluk çocuk, ihtiyar, hasta bulunan bir yerde, bir iki düşman askeri bulunmak bahanesiyle bombalarla onları mahvetmek ve sosyal sınıflar akımları içinde, burjuvaların en dehşetli bağlıları ve Sosyalistlerin ve Bolşeviklerin en aşırıları olan anarşistlerle(hiçbir kayıt ve kural tanımayanlarla) ittifak etmek ve binler, milyonlar suçsuzların kanlarını heder etmek ve bütün insanlara zarar olan bu savaşı devam ettirme ve barışı reddetmektir. İşte böyle hiçbir adil kanuna ve insaniyete ve hiçbir hakikat ilkesine ve hukuka uygun gelmeyen boğuşmalardan, elbette İslam alemi ve Kur'ân uzak durur. Yardımcılıklarına tenezzül edip zillete düşmez. Çünkü onlarda öyle dehşetli bir firavunluk, bir kendini beğenmişlik hükmediyor; değil Kur’ân 'a, İslâm’a yardım, belki kendine tâbi ve âlet etmekle elini uzatır. Öyle zalimlerin kılıçlarına dayanmaya, Kur’an hakkaniyeti elbette tenezzül etmez. Ve milyonlarla masumların kanıyla yoğrulmuş bir kuvvet yerine, Kâinat Yaratıcısı’nın kudret ve rahmetine dayanmak, Kur’an bağlılarına farz ve vaciptir. Gerçi zındıka ve dinsizlik o boğuşanların birisine dayanıp ehli diyaneti ezer. O zındıkanın baskısından kurtulmak, onun aksi cereyanına taraftar olmak bir çaredir. Fakat şimdiye kadar o taraftarlık bir menfaat vermeyerek çok zararları dokunmuş. Hem zındıka, nifak özelliği ile her tarafa döner. Senin dostunu kendine dost edip sana düşman eder. Senin taraftarlık sebebiyle kazandığın günahlar, faydasız boynunda kalır. Risale-i Nur şakirtlerinin vazifeleri iman olduğundan, hayat meseleleri onları çok alakadar etmez ve merakla baktırmaz. İşte bu hakikate binaen, değil on üç ay, belki on üç sene dahi bakmasam hakkım var. Sizler baktınız, günahlardan başka ne kazandınız? Ben bakmadım, ne kaybettim? SAİDE KURDİ RUS KOMUTANA NASIL KARŞILIK VERDİ? Ruslara esir düşmüş, Tiflis, Kilograf yoluyla Kosturma'ya sevke dilmişlerdir. O'nun yüzlerce örnek gösterilecek kahramanlıklarından birini teşkil eden, Rus Başkumandanına meydan okuması hadisesi de işte bu esareti sırasında cereyan etmiştir. (Büyük İslam Tarihi) yazarı olan Abdurrahim Bey diyor ki: "Ben Birinci Dünya savaşında Bitlis mevkiinde yaralı olarak esir olurken Üstad’da o gün esir düşmüştü. O, Sibirya'ya gönderilmiş, en büyük esir kampında idi. Ben de Bakü’nün Nangün adasında idim. Günün birinde esirleri teftişe gelen ve kampı gezerken Üstadın önünden geçen Nikola Nikolaviç'e o hiç ehemmiyet vermiyor ve yerinden kımıldamıyor, Başkumandanın nazar-ı dikkatini çekiyor. Tekrar bir bahane ile önünden geçiyor, yine kımıldamıyor. Üçüncü defasında da önünde duruyor. Tercüman vasıtasıyla aralarında şöyle bir konuşma geçiyor: - Beni tanımadılar mı? - Evet tanıdım. Nikola Nikolaviç, Çarın dayısıdır. Kafkas Cephesi başkumandanıdır. - O halde ne için hakaret ettiler! - Hayır, ben kendilerine hakaret etmiş değilim. - Ben mukaddesatımın emrettiğini yaptım. - Mukaddesatınız ne emrediyormuş? - Ben Müslüman alimiyim. Kalbimde iman vardır. Kendisinde iman olan bir şahıs, imanı olmayan şahıstan daha üstündür. Ben O'na ayağa kalksaydım, mukaddesatıma hürmetsizlik yapmış olurdum. Onun için ben ayağa kalkmadım. - Şu halde bana imansız demekle benim şahsıma, hem orduma, hem de milletime ve Çara hakaret etmiş oluyor. Derhal Divan-ı Harb Kurulunda sorguya çekilsin. Bu emir üzerine Divanı Harb kuruluyor. Karargahtaki Türk, Alman ve Avusturya subayları ayrı ayrı Bediüzzaman'a rica ederek başkumandandan özür dilemesi için ısrar ediyorlar. Verdiği cevap şu oluyor: - Ben ahiret diyarına göçmek ve Resülullah'ın huzuruna varmak istiyorum. Bana bir pasaport lazımdır. Ben imanıma muhalif hareket edemem. Buna karşı kimse sesini çıkaramıyor. Neticeyi bekliyor. Sorgulama bitiyor. Rus Çarını ve Rus Ordusunu tahkir (hakaret) maddesinden idam kararı veriyorlar. Kararı infaz için gelen bir manga askerin başındaki subaya yüksek bir ağırbaşlılık hali içerisinde, -Müsaade ediniz 10 dakika vazifemi ifa edeyim, diye abdest alıp iki rekat namaz kılarken Nikola Nikolaviç geliyor, kendisine hitaben: - Beni affediniz, sizin bana hakaret için bu hareketi yaptığınızı zannediyordum. Hakkınızda kanuni muamele yaptım. Fakat şimdi anlıyorum ki, siz bu hareketinizi imanınızdan alıyorsunuz ve mukaddesatın emirleri ile ifa ediyorsunuz. Hükmünüz iptal edilmiş, dini salâhatınızdan (Salihliğinizden) dolayı takdire şayansınız. Sizi rahatsız ettim, tekrar-tekrar rica ediyorum beni affediniz. Üstad Saide Kurdi hiç bir zaman zalimlere baş eğmemiş biri olarak Müslüman’ın izzet ve onuruna leke sürmediği halde günümüzde Eserlerinden bir kaç sözü cımbız ile çekerek, Yok Peygamberlik iddiası, Yok Eserlerini Kuran gibi gördüğü, Şirke girdiği vb yaftalamaları Üstadın dik duruşunu düşünmeden bir bütün olarak ele almayanlar ne yazık ki gözlerini hakikatlere kapamış ve TEVHİDİ anlayamamışlardır. Üstad Saide Kurdiyi model olarak aldıklarını iddia eden NurÇular, siz asla Üstadın ortaya koymuş olduğu modele uymuyor, bilakis kendinize uydurmaya çalışıyorsunuz. Rahat bırakın Üstadı o sizin gibi Laik ve Kemalist rejim ile ortak bir yaşam sergilemediği aşikar iken bugün sizler Laikliğin, Kapitalizmin taşeronluğunu yapmaktasınız. Eğer gerçek manada Üstad'ın benimsediği çizgide olduğunuzu iddia ediyorsanız buyrun sizi de görelim. Yıllarca zindanlarda kalarak onun sergilediği ve pekiştirdiği İmanın kaçta kaçını gösterebilirsiniz. Zihniyetinizin bulanıklığını bari Üstadın adına kullanarak fındık bıyıklarınız ile Allah razı olsunlar sözleri ile din satmayınız... Şunu da belirteyim Kusursuzluk yalnıza Allah'a mahsustur. Üstad beşerdir hata yapması olağandır ama binlerce doğrusunu es geçip hataları ile meşgul olmak üstada ön yargı ile yanaşmaktır. Üstadın bir çok eserini insanlardan saklayanlar elbet gün gelecek hesabını da vereceklerdir. YitikSevda [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] imamhuseyinali@hotmail.com
__________________ Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır . -İmam Ali- (a.s) |
Konu Sahibi Yitiksevda 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Akılsız Bedenler | Makale ve Köşe Yazıları | Medine-web | 1 | 2305 | 20Haziran 2017 01:11 |
Kibir hastalığı / mevlüt hönül | Makale ve Köşe Yazıları | Yitiksevda | 0 | 2213 | 24 Mayıs 2016 17:24 |
Hainler! – Dokuzlu Çete ve Karakter(siz)leri /... | Makale ve Köşe Yazıları | İslaminesil | 1 | 2019 | 19 Mayıs 2016 23:06 |
Çocuk İstismarı ve Ensest – Modern Lût Toplumu /... | Makale ve Köşe Yazıları | İslaminesil | 1 | 2010 | 19 Mayıs 2016 23:02 |
Vicdanla Cüzdan Arasında / MEVLÜT HÖNÜL | Makale ve Köşe Yazıları | Yitiksevda | 0 | 1971 | 19 Mayıs 2016 22:59 |
03 Temmuz 2010, 01:49 | Mesaj No:2 |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 |
bu orjinal çalışmayı gün yüzüne çıkarıp güncellemekle,deve kuşlarına mesaj yollamışsın.ama bu mesaj fincancı katırları ürkütebilir,güzelim fincanlara yazık olur. üstad hayatı boyunca hep fincancıların korkulu kabusu olmuştur. ölüsü dert dirisi dert.en güzel çözüm içeride çürütmek.ve öyle de yaptılar... sahi kim kazandı sorusunu sorsam ? ya onun talebesiyim deyıpe O'nu tanımayanlara ne demeli..? ona rağmen,eserlerine rağmen,yaşantısına rağmen bildiğini okuyanlara,fincancılara dost olanlara ne demeli ? bi deri bi kemik,hastalıklarla açlıklarla sürgün hapislerle esaretlerle pençeleşen üstada bakın, işkembesinin metrekaresine yatırım yapanlara bakın... Hey gidi dünya... |
04 Temmuz 2010, 18:50 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 |
Üstad Saide Kurdi Alim bir şahşiyettir.Risalelerinin yazdırılma mevzuuna gelince Allah'ın lütfunu bir kenara koymadan bakmak lazım.Yazdırıldı demiş olduğu sözleri Kuran ile karşılaştırın almayı deneyiniz size bir şey kaybettirmez.Eğer Kuran ve Resulüne ters düşüyor ise almazsınız.Üstadın kendi dilinden söylediği eğer hata bulursanız bana yetmiş katı ile iade edin demesi kendisinin beşer olduğunu ve hata yapabileceğini açıkça ifade eder. Şirk ithamınız Harici mantığı ve Selefi akımının söylemi gibime geldi. Adam harcamak bu asırda üç beş kitap okuyarak çok kolay bir hal almış. Sayın kardeşim sana kısaca fikrimi izah edeyim Allah'ın kelamına ve Resulünün öğretisine ters düşen her kelime ve eylem reddedilmelidir.Amma redderken Aklederek nefsani heva ve heveslerden arınma sureti ile Taraflı bir anlayış her zaman zarardır.Kuran gözü ile baktığınızı iddia etmişsiniz o zaman çok iyi bilirsiniz .Allah Katında Affedilmeyecek günahın ''ŞİRK '' olduğunu ömrünü Allah'ın dini uğrunda zındıka ile mücadelede geçirmiş ve bir çok eseri ile felyesoflara,koministlere ve daha bir çok kesime Kuran hakikatleri ile meydan okumuş ve susturmuştur. Biz bir insanı eleştirecek isek öncelikle ilmimiz irfanımız takvamız ve mücadelemiz ile onun seviyesine gelebilmeliyiz.Beş vakit namazlarımızı daha doğru düzgün ifa edemiyor iken,Hakkı hakk adına konuşamıyor iken, birilerinin hatırı kırılır diye susuyorken, bir elimiz yağda bir elimiz balda hayatımızı sürdürüken, Ammarın sergilediği sabrı met'anet kıyam ve benzeri durumlar ile karşılaşmamış ve yaşamamış iken,komşumuz aç biz tok yatıyorken, Geçimini sağlamak için etini satanlara el uzatmıyor iken, ırkımızdan olmadığı zulüm gördüğü halde susuyor iken Müslümanlık taslamak tevhid tevhid diye bağıra durmak boş ve faidesizdir. İman=Eylemdir eylemsiz iman kuru bir ağaç misalidir.Saide Kurdi imanının gereğini zindanlarda hayatını dini muhammedinin gür sedasının duyulması için hiç bir zaman taviz vermeden yaşamıştır.Asla kimseyi kutsamam ama kimsenin hakkınıda yemem .Hallacı Mansura yıllarca ''Küfür Ehli'' damgası vuranlar aynı hataya düşenler değilmidir ? Haricilerin mantığını sergileyen günümüz TEVHİD ehli istisnalar hariç ne yazık ki tevhidi dahi anlayamamışlardır. Tevhidin tüm boyutlarını ele almadan parçacı yaklaşımlar sergilenmektedir. Allah resulü kendi asrındaki Münafıklara dahi müsamaha göstermiştir ŞİRK ithamını kullandığı bir isim verebilirmisiniz Hani bizler Resulün takipçileri idik bu nasıl takip etme kendisine muhalif fikir ve yaşam sergileme ilemi ? Tevhidinin tüm merhaleleri : Dini tecrübenin özü. İslam'ın özü Tarih ilkesi Bilgi İlkesi Met'afizik ilkesi Ahlak ilkesi Toplumsal düzen ilkesi Ümmet İlkesi Aile İlkesi Siyasal düzen ilkesi Ekonomik düzen İlkesi Dünya Düzen İlişkisi Estetik İlkesi Bu vermiş olduğum maddeleri bir bütün olarak düşünmeden Tevhid anlaşılamaz ve kıt mantık ile yüzeysel olarak bakılır işte sonuçta hiç hakedilmeyecek bir tarzda ŞİRK ve benzeri yaftalamalar ile hemen halledilir ellerinize sağlık din bu değildi ama ne yazık ki Alimler Cahil Cahillerin Alim kesildiği bir toplum bunuda yaptı.Hiç bir ilmi eğitim almadan düz mantık ile Alimleşenler,Kuran'a parçacı bakışları ve yorumları Ümmete zarardan başka bir şey kazandırmaz Nurculara gelince elbette hataları vardır hataları yanında iyilikleri samimiyetleri ve doğru olanı elde etme gayeleri takdire şayan olmalıdır.Tüm İnsanlar bir kefeye koyulmadan hataları bildirilmelidir. ŞİRK ithamını lütfen ama lütfen binlerce kez düşünerek kullanın müşriğin zaten cehennemi haketmesinin sebebi ŞİRK değilmidir Müslümanlara karşı bu kavramı binlerce kez düşünerek kullanmak lazım ve hatta hiç kullanmamak lazım Kalplerini yarıp içini görmediğimiz halde hemen Şirk damgası vurmak zulümdür...
__________________ Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır . -İmam Ali- (a.s) |
04 Temmuz 2010, 19:29 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 |
İyi ile kötüyü ayırd etme hususunda ALLAH bizlere şöyle buyurmaktadır: Ey iman edenler! Allah'a karşı takva çerçevesinde hareket ederseniz, O size iyi ile kötüyü ayırmaya yarayan bir anlayış (furkan) verir, günahlarınızı örter ve sizi bağışlar(Enfal 29) Kuran kendisini tanımlarken Muttakiler için hidayet rehberi olduğunu söylemektedir.(Bakara 2) Dolayısıyla takvanın bir sonucu olarak ihsan edilen furkan'a nail olmadan vahyin nurundan yeterince istifade edilemeyeceği anlaşılmaktadır. Kim Allah'a karşı saygılı davranırsa (takva sahibi olursa) Allah ona bir çıkış ve kurtuluş yolu gösterir.(Talak 3) Bu ayetlerden yola çıkalım Muttakilere iyi ve kötüyü ayırd edebilecek yolları gösterme ALLAH'ın indinde olan LÜTUF'tur. ŞONUÇ olarak takva sahibi olmaktan yani Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle düzenlenen bir hayat tarzından geçmektedir.Söz konusu bilincin makamı da KALP'tir.Kalpler ALLAH'ı anmakla MUTMAİN olur Huzurlu bir hayat NEFİS TEZKİYESİ ile TAKVA sahibi bir yaşam ile gerçekleşir. Sizi tenzih ederim size nurculara karşı değiliz ama yaptıkları hatalara karşıyız zaten bu fiilleri yapmayanlar baş tacımızdır grup vb zaten benim inancımda yok İslam bir bütündür... Kardeş yazdırıldı dediği kısımları bende diyorum ki, Kuran ile karşılaştırıp almak lazım vehimde olabilir bunu anlamanın yolu ise Kuran süzgecinden geçirmektir.Bende yazdırıldı olayına şüphe ile bakıyorum ama emin olun o kısımları Kuran ile karşılaştırıp aldıktan sonra eğri ve doğru olanı günyüzüne çıkıyor.Risalelerde temsili anlatımlar mevcut bunun doğru veya yanlış olduğunu anlamak için parçacı değilde konuyu bir bütün olarak ele aldığımızda sonuca varabiliriz Temel Kaynağımız Kuran=Sünnet'tir geriye kalanları ise Kuran süzgeci ile alırız yanlışlarıda almayız ve doğru diyerekte savunmayız anlayışımız Kuran islamıdır...
__________________ Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır . -İmam Ali- (a.s) |
04 Temmuz 2010, 23:47 | Mesaj No:5 |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 |
Bediüzzaman Saidi Kürdi Müşriktir demek...! bu cesaretinize hayran kaldım. ya değilse ???????????? "birisini tekfir eden,isabet etmezse kendisine döner" hadisi şerifi hatırlatırım. çok cesursunuz . düşünceli000 |
05 Temmuz 2010, 00:11 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 |
Kardeş konuyu uzatmayacam sadece bu tür taarruzların kimler ve neden yapıldığını çok iyi bilmekteyim sizin tüm sorularınıza Risele-i Nur enstütüsünden Abdulkadir Badıllı tek tek cevapları vermiştir.Üstada saygım sonsuzdur Alimdir Başımın tacıdır gayrisinide dikkate almam. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
__________________ Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır . -İmam Ali- (a.s) |
05 Temmuz 2010, 22:53 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | Risale-i Nur ve Tefsir Es-Selâmu aleykum sevgili hocam, Öncelikle, saygılarımı sunarım. Allah sizden razı olsun. Bendeniz 25 yıldır Nurlarla haşır neşir olmaya çalışan biriyim. Bu zaman zarfında başka İslami eserlerden de nacizane istifadeye çalıştım. Son iki yıldır elden geldiğince sizin sohbetlerinizi takip etmeye, eselerinizden karınca kararınca okumaya, yararlanmaya çalışıyorum. Rabb’im, bize faydası dokunan, üzerimizde hakkı olan büyüklerimizden ve siz değerli hocamızdan razı olsun. Son olarak Vahyin Penceresinden adlı yararlı ve lezzetli programınızda tefsirle ilgili bir sohbetinizi seyrettim. Bir Nur talebesi olarak sohbetin sonunda geçen bahislerle alakalı bazı fikirlerimi arz etmek istiyorum. Üstad hazretleri "…Mekke-i Mükerreme'de dahi -farz-ı muhal olarak- Risale-i Nur'un aleyhinde bir itiraz kutb-u azamdan dahi gelse, Risale-i Nur şakirtleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u azamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telâkki edip, teveccühünü de kazanmak için, medar-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir" şeklinde bir uyarıda bulunuyor. Yazacaklarımı bir talebenizin hocasına dersini arz etme makamında kabul ederseniz memnun olurum. Sizi seviyorum, inşallah sözlerimle üzerime düşen vazifeyi ifa etmiş ama sizi üzmemiş olurum. Aziz hocam, bendenize göre risalelerin en önemli hususiyeti ilhadla mücahedesi ve ilmi kelama yeni bir açılım getirmesi değil, "beyan, burhan ve irfan bilgi sisteminin" tüm imkanlarından yararlanmasıdır. Kendilerinin, "Risale-i Nur, yalnız bir cüz'î tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhît kaleyi tamir ediyor. Ve yalnız hususi bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor. Belki, bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid aletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bâhusus avâm-ı mü'minînin de istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeâirlerin kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur'ân'ın i'câzıyla ve geniş yaralarını Kur'ân'ın ve imanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde, dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hasiyetinde mücerreb ilaçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki, bu zamanda Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın i'câz-ı mânevîsinden çıkan Risale-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır" şeklinde bir ifadeleri var. Bir başka yerde Risalelerin şahsi kemalata medar olduğunu izah ediyor: "Ehl-i velâyetin amel ve ibadet ve sülûk ve riyazetle gördüğü hakikatler ve perdeler arkasında müşahede ettikleri hakaik-i imaniye, aynen onlar gibi, Risale-i Nur, ibadet yerinde, ilim içinde hakikate bir yol açmış; sülûk ve evrad yerinde, mantıkî burhanlarla ilmî hüccetler içinde hakikatü'l-hakaike yol açmış ve ilm-i tasavvuf ve tarikat yerinde, doğrudan doğruya ilm-i kelâm içinde ve ilm-i akide ve usûlü din içinde bir velâyet-i kübra yolunu açmış ki, bu asrın hakikat ve tarikat cereyanlarına galebe çalan felsefî dalâletlere galebe ediyor, meydandadır". Aşağıdaki metni de aynı bağlamda okumak mümkündür: "Eski zamandan beri ekser yerlerde medrese taifesi tekkeler taifesine serfürû etmiş, yani inkıyat gösterip onlara velâyet semereleri için müracaat etmişler. Onların dükkânlarında ezvâk-ı imaniyeyi ve envâr-ı hakikati aramışlar. Hatta medresenin büyük bir âlimi, tekkenin küçük bir velî şeyhinin elini öper, tâbi olurdu. O âb-ı hayat çeşmesini tekkede aramışlar. Hâlbuki medrese içinde daha kısa bir yol hakikatin envârına gittiğini ve ulûm-u imaniyede daha safi ve daha halis bir âb-ı hayat çeşmesi bulunduğunu ve amel ve ubudiyet ve tarikattan daha yüksek ve daha tatlı ve daha kuvvetli bir tarik-i velâyet ilimde, hakaik-i imaniyede ve Ehl-i Sünnetin ilm-i kelâmında bulunmasını, Risale-i Nur, Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın mucize-i mâneviyesiyle açmış, göstermiş; meydandadır." Aziz hocam, Risale-i Nurlar bir yönüyle ilhad hareketine karşı mücahade ve mücadele eder, doğrudur. İlhad ise bugün de bütün şiddetiyle belki daha sinsice ve devam eden bir harekettir. Materyalizm üstadın hayatta olduğu zamankinden farklı araç ve yöntemlerle ve daha farklı bir süreç içinde mülhid yetiştirmeye devam ediyor. Dolayısıyla Nurların o cihetteki hizmeti de devam etmekte. Kim bilir, vazife muhtemelen kıyamete kadar da sürecektir. Ancak, fakire göre, Nurlar sadece bu menhus illetle mücahade etmiyor(du). Göze çarpan vasfı bu olabilir ama ayırıcı vasfının bu olmadığı inancındayım. Asıl, "beyan, burhan ve irfan bilgi sistemlerinin" mühim mevzularının risaleler boyunca işlenmesi bana daha manidar geliyor. İnsan ve mahiyeti, varlık problemi, eşya ve hakikati, kainat insan münasebeti, alemin yaratılış sebebi ve hikmeti, tasavvuf ve vartaları, kelam ilmi, vahdet-i vücud ve vahdet-i şuhud, tevhid, nübüvvet, haşir, adalet, namaz, hac, zekat gibi bir yığın İslami konu ve esasların hikmeti ve izahı, ubudiyet, dua ve davet, teklif, sabır, şükür, ihlas, uhuvvet, ittihad, muhabbetullah, riya, nifak, şirk, adalet, kanaat ve iktisat, cihad, vehhabilik, şia-i hilafet ve şia-i siyaset vb. çok sayıda İslamî, imanî ve Kur'anî hatta tarihî kavram ve mes'eleler de müellif tarafından ele alınmış ve incelenmiştir; ortadadır. Ayrıca, Üstad hazretleri ele aldığı meseleleri işlerken evvela âyet ve sünnetin düsturlarına müracaat etmişlerdir. Elbette, âyetin tefsiri sadedinde muazzam İslamî geleneğin birikimini de kullanmışlardır. Risale ve Lahikalar zengin anekdot, kaynak ve içeriğiyle buna şahittir. Hatta, işin bu yönüyle ilgilenecek ve eser verecek sahib-i himmet zevatı beklemektedir. Nurlarla alakalı mevzularda belki hissi olabiliyoruz, doğrudur. Fakat aziz hocam, eserler sadece Türkiye'de sadece Nurcularca okumuyor. Bilakis tüm dünyada, İslam âlimlerinden avama kadar onbinlerce insan tarafından okunuyor, hüsnü kabul görüyor, onları irşad ediyor ve kendine bağlıyor. Onlara yetiyor, kifayet ediyor. Bu teveccühün ilhadla mücadeleye haşredilmesinin noksan olacağı kanaatindeyim. İslam tarihi boyunca bir şeyhin, bir hocanın ya da bir medresenin etrafında kümelenen insanları görmek mümkündür; ancak bildiğim kadarıyla sadece bir eserin etrafında bu denli hararet ve iştiyakla toplanılması Nurlara nasip olmuş bir keyfiyettir. Gerçi bir esere bu kadar bağlı olmak ilim adamları mabeyninde tenkit de edilebiliyor ama bu belki de bir inayet ve ikram eseridir, Nurların imtiyazına ve makbuliyetine bir alamettir ki, "nereden baktığımıza bağlı". Yeri gelmişken, Nurların değil, üstadın nazara verilmesi gerektiğini söylüyordunuz ki, bunu bizzat müellif hazretleri sıkı sıkıya men etmiş ve hikmeti ise birçok bağlamda uzun uzun anlatılmıştır. Belki, cesaret, şecaat ve tavizsiz tavrını işlemek anlamında kullandınız; bu yönüyle bir eksiklik hissettiniz, bilemiyorum. O noktada haklı olduğunuz durumlar olabilir. Zira o cihet Nurlardan ziyade eserleri okuyanların yorumlarıdır. Zaten farklı davranışları, tepkileri, hattı hareketleri olan Nurcular da yok değildir. Kendi tavırlarının gerekçeleri ne, niyetleri ne ona da bakmak lazım gibime geliyor. Aziz hocam, içinde yer alan ilmî mevzuların çeşitliliğine ve bu mevzuların işlenişinde kullanılan malzemenin büyüklüğüne rağmen Risaleler tefsir ilminin bilinen sistematiğine, kalıplarına uymuyor diye bütünüyle 'tefsir dairesi' haricinde değerlendirilmemeli zannındayım. Malumunuz, üstad, kimi zaman kendinden nedenlerle, kimi zaman bir hadise veya sual sebebiyle, bir nevi 'zuhuratla' önüne gelen mevzuları, serlevha ettiği âyet(ler)in ışığı altında ve sünnet çerçevesinde işlemiştir. "Bu âyetin yüzer vecihlerinden bir vechi de…" diyerek konuyu âyetin ışığında işleyen müellifin bir nevi tefsir yaptığını söylemek, "bu asla bir tefsir değildir" demekten daha makuldür diye düşünmekteyim. Bilmiyorum, yanılıyor muyum? Ayrıca, Nurların telifi zamanında yanında Kur'an'dan başka müracaat edebileceği bir eser bulunmayan hazret, zihnini neredeyse tamamen tecrit etmiş, sadece ve sadece Kur'an’a müracaat eylemiştir dersek sadece duygusal davranmış olmayız. Zira, bu bir realitedir. Risalelerdeki konuların tefsir ilim disiplinine uygun olmayan tertip ve işlenişinin nedenleri arasında müellif hazretlerinin sistemli bir ilmi tahsile tabi olmamasının, Nur Risalelerinin evvel emirde irşada mütevakkıf ve birbirinden çok farklı konularla alakalı olmasının rolü olabilir. Netice itibariyle, mahsusen tefsir yazıyor değildi. Diğer taraftan, bu bir yöntem olarak da değerlendirilebilir. Böyle 'serazat' bir yöntemin tercih edilmesinde müellifin kastı ve iradesi söz konusudur diye bile düşünülebilir. Bunlar makul bir şekilde açıklanabilecek noktalardır. Şekilsellikle de alakalı bu konular Nurların birçok yerinde tefsir yapıldığı iddiasına ne denli gölge düşürür, bilemiyorum. Bendenize göre Nur müellifi Risaleler boyunca kimi zaman doğrudan, kimi zaman istikarî yöntemle, kimi zaman paralel ve çapraz okumalarla ayat-ı Kur'an'ı tefsir etmişlerdir. Elbette tüm Kur'an'ı tefsir etmiştir şeklinde bir iddiada bulunmuyorum. İlim disiplini çerçevesinde ve şahsi kanaat bakımından üstad hazretleri bir müfessir olarak görülmeyebilir. Ancak onu bir müfessir olarak görenler içinde sadece bağlıları değil, aynı zamanda tefsir ilmiyle alakadar olan kimi âlimler de var. Bunların üstadı yer yer "Seyyidü'l- Müfessirin", "İmam Nursi" şeklinde andıklarını, O'nun tefsir cihetini tartıştıklarını hatırlıyorum. Dolayısıyla, Risale-i Nur'u "bir nevi tefsir" şeklinde ele alan yaklaşımların sadece bağlılarına ait, tamamen "duygusal" bir bakış olduğunu ileri sürmek, ulemadan O'nu bir müfessir olarak görenlerin de olduğunu belirtmek kaydıyla şahsi bir görüş olarak okunabilir ve her şahsi görüş gibi bu da bir görüştür. Ancak, 'hak yalnızca budur' demek nev'inden olursa, bilemiyorum… Ortada farklı mülahazalar varken konuyu bir yanıyla ortaya koymak elbette Nur talebelerini incitiyor. Netice itibariyle bir gönül vermişlik de var. Aziz hocam, bir de şunu söyleyeyim ki, risaleleri bir nevi tefsir olarak isimlendirmek Nur talebelerinin şahsi görüşlerinden kaynaklanmıyor. Üstadın ifadeleri Risalelerin bir nevi tefsir olarak sayılabileceğini söylüyor. Sonuçta ilim sahibi bir zat, demek ki dayandığı bir görüş var. - "…Ve gördüğünüz meziyetler benim değil, Risale-i Nur'undur. O da Kur'ân-ı Hakîmin bir hakikatinin bir tefsiridir" - "…Hem madem yazılan Sözler onun bir nevi tefsiridir. Ve o risaleler ki, hakaik-i Kur'âniye’nin malıdır ve hakikatleridir" - "…Ben lâyık değilim. Haddim de değil. Ben bir hizmetkârım; çekirdek gibi çürüdüm, gittim. Risale-i Nur ise, Kur'ân-ı Hakîmin tefsiridir, manasıdır" - "...Risale-i Nur bu asırda Kur'ân-ı Hakîmin bir mucize-i mâneviyesi, hakiki, yüksek ve parlak bir tefsiridir" - "…Bu benim değil, Risale-i Nur'un kerametidir. Risale-i Nur ise, Kur'ân'ın malıdır ve tefsiridir" - "…Saniyen: 'Risale-i Nur, Kur'ân'ın çok kuvvetli, hakiki bir tefsiridir' tekrarla dediğimizden, bazı dikkatsizler tam manasını bilmediğinden bir hakikati beyan etmeye bir ihtar aldım. O hakikat şudur: tefsir iki kısımdır: Birisi malum tefsirlerdir ki, Kur'ân'ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin manalarını beyan ve izah ve ispat ederler. İkinci kısım tefsir ise, Kur'ân'ın imanî olan hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan ve ispat ve izah etmektir. Bu kısmın pekçok ehemmiyeti var. Zahir malûm tefsirler, bu kısmı bazen mücmel bir tarzda derc ediyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannid filozofları susturan bir manevî tefsirdir" İşârâtü'l - İ'caz adlı eserle alakalı bir iki hususu da arzetmek istiyorum. Malumunuz, üstad hazretleri İşârâtü'l - İ'caz adlı eserini " Kur'anın bir tefsiri olarak değil, -şayet kabule mazhar olursa- tefsirin bazı vecihlerine bir kaynak olmak üzere kemal ehli zatların nazarlarına arz ediyorum" şeklinde takdim etmiştir. Söz konusu eser için , "Kur'an’ın bir tefsiri değildir" demek suretiyle kesip atmak ayrıdır; "Kur'anî bir hususiyet olan ve bu nedenle tefsirlerde yer alması gereken unsurlardan biri olan ' i'caz' ekseninde bazı âyetleri tefsir etmektedir", "bazı ayatın bazı vecihlerinin tefsiridir" veya "tefsire örneklik etmek üzere sınırlı sayıda âyet tefsir edilmiştir, tüm Kur'an’ın tefsiri değildir" demek bütün bütün ayrıdır. Bilmiyorum, çok mu yanlış düşünüyorum. Üstelik eser her ne kadar i'caz bahsindeyse de, müellifinin o tarihlerde cihad farizasıyla meşgul olmaları ve arkasından gelen olaylar nedeniyle zamanın ve imkânın ancak elverdiği 33 âyet öncesi ve sonrasıyla kelime, cümle ve harflerle hatta zaman zaman bütün bir Ku'an’la ilişkilendirilerek yazılmış, bir çok durumda âyetler başka diğer âyetlerle ilişkilendirilerek anlam derinliği zenginleştirilmiş, iman, yakin, ahiret gibi kavramlar ilk defa yeri geldiğinde uzun uzun ve doyurucu bilgilerle açıklanmıştır. Okuduğumuz kadarıyla, eserin tarz olarak yer yer orijinallikler içerdiği, muhteviyat bakımından da zaman zaman orijinal yaklaşımlar gösterdiği işin erbabı tarafından ifade ediliyor. Hz. Üstad, risaleleri bir nevi tefsir olmaklığı yönüyle nazara veriyordu ama tefsir konusunda zamanımızda bir boşluk olduğunu da söylüyordu. Kendileri, bilhassa bu zamanda "ferdin fehminden çıkan bir tefsir, Kur'an’ın şanına yakışır bir tefsir olamaz. Çünkü her insanın kendine has bir meslek ve meşrebi olduğundan, nadiren taassuptan kurtulabilir" demek suretiyle çağımızda nasıl bir tefsire ihtiyaç olduğuna işaret etmiş, müfessirlerin meslek ve meşrep farklılıklarının bir yönüyle olumsuz tarafına dikkat çekmiştir. Yine O, "Kur'an’ı tefsir edecek zat, âli bir deha, nafiz bir içtihad, kâmil bir velayet sahibi olmalıdır. Bu ise günümüzde ancak, ruhların imtizaç ve tesanüdünden, fikirlerin telahük ve teavününden, kalplerin karşılıklı ihlâs ve samimiyetinden meydana gelen bir "şahs-ı manevi"de bulunur. 'Cüz'de bulunmayan küll'de bulunur' sırrıyla, bir topluluğun çalışmasında görülen iştihad eserleri ve velayet özelliği, çoğu kere o topluluğu meydana getiren fertlerde tek tek görülmez" diyerek tefsir için bir teklif yapıyor. Üstad hazretleri âyetlerin tefsir sadedinde "yüzer vücuhundan bir vechi" diyerek bir taraftan meselesini Kur'an'ın ayatına dayandırıyor, diğer taraftan da ayatın tefsirini inhisarı altına almıyor. Bu babda son olarak, Muhakemat isimli eserini bir tefsir mukaddemesi olarak hazırladığı da malumunuzdur. Üstada ilişkin eleştirilerden biri de cifir ve ebced hesabıyla alakalı konularla meşgul olması... Onun yalnızlığı nedeniyle böyle konularla ilgilendiği şeklindeki yorumunuza büyük ölçüde katılıyorum. Cifir ve ebcedle alakalı olarak kendisi de bu şekilde yorumlanabilecek sözler söylemiştir. Bununla birlikte, cifir ve ebced konusunda yazılmış eserlerde bu ilimlerin muhaliflerini ve muhalefet nedenlerini görmenin yanında muvafakat edenleri ve muvafakatlarının gerekçelerinin de görüyoruz. Abdulkadir Badıllı ağabey bu konuda derli toplu bir risaleyi neşretmişti. Yani, birçok İslami konuda olduğu üzere, mevzu bir yönüyle tartışmalı. Kaldı ki üstadın bu ilimlerle alakalı olarak yazdıklarının tebei nitelikte olduğu risaleler bir bütün olarak ele alındığında hemen görülecektir. Her neyse... Vaktinizi çok aldım. Hakkınızı helâl edin. Nurcusu, tarikatçısı birçok meşrep ve mesleğe mensup insan sizi dinliyor. Allah sizden razı olsun. Küfür ve ilhadın kol gezdiği, lakaytlığın alabildiğine yerleştiği bir zamanda bir şekilde İslama hizmet etmekte olan kesimlerle ilgili olarak bardağın dolu tarafının nazara verilmesi, yeni münakaşalar açmaktan ya da eski münakaşaları gündeme getirmekten daha iyi olmaz mı desem bilmem ki çok mu ileri gitmiş olurum. Mektubuma son verirken hürmet ve muhabbetlerimi arz ediyorum. Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun. Ve aleyküm selam ve rahmetullah sevgili mü’min kardeşim, 1. Risalenizi son satırına kadar okudum. Sadık bir talebenin üstadına olan samimi hissiyyatını ve derin muhabbetini her satırında müşahade ettim. Bunu hor görmek şöyle dursun, hoş görmek de şöyle dursun, takdirle karşılıyorum. Herkesin nefsinin peşine düşüp hevasını üstad edindiği bir çağda, bazı müslümanların üstadlarına edeb-i tam ve hüsn-i teveccühle bağlanmış olmaları takdire şayandır. 2. Üstadını savunan talebeyi severim. Bu bir tür istifade hakkıdır. Siz de üstadınızın üzerinizdeki hakkını gözeten biri olarak bunu yapıyorsunuz. Bu sizin veçhenizden olan bitenin izahıdır. Ama bir de savunmaya medar olan muhatabın veçhesinden bakmakta faide vardır. Adalet ve itidal bunu gerektirir. O da, fakirin üstada haksızlık etmeyi aklının ucundan dahi geçirmeyen, onu hep minnet, şükran ve muhabbetle anan biri olarak adalet ve itidal dairesi içinde ilmi bir tahlile tabi tutarım. Ona olan sevgi ve hürmetimi hep beyan ederim. Bunu onun müfrit şakirtlerine (sizi tenzih ederim) yaranmak için falan değil -ki fakirin böyle bir endişesi hiç olmamıştır- sadece üstadın şeriatı ğarraya ve dini mübini İslam’a kıtlık yıllarında yaptığı o büyük hizmetlere bu ümmetin bir müntesibi olarak herkes gibi borçlu hissetmesindendir. 3. Fakir üstadla ilgili ne zaman ağzını açmışsa, "Nurcular" içerisinden üstadı savunma refleksiyle haydarane naralarla sell-i seyf eden birileri hemen çıkar. Bunlar içinden üstadı savunmak adına hakaret edenleri mi, hatta küfredenleri mi, iftira edenleri mi, karalayanları mı, ne ararsan hepsi çıkar. Taassubun ne merdut bir ifrit olduğunu bildiğimden, innallahe maassabirin der geçerim. Üstad adına da üzülürüm tabii. Şakird vardır yüz akıdır, şakird vardır yüz karası. Üç üstad serlevhalı makalelerimi kaleme aldığımda da bunlarla karşılaşmıştım. Hele üstadın avukatıyım diyen bir tanesi cehl-i mürekkebini üstüme başıma fışkırtarak nur bahçesinde bitmiş hüda-yi nabit bir ebucehil karpuzu olduğunu ortaya koymuştu da "Böylesi de olurmuş" demiştim. Sizin nazik ve latif üslûbunuzu görünce "elhamdülillah" dedim ve ekledim: "İşte üstada lâyık bir talebe…". Tefsir sahasında söylediklerinizi de fart-ı muhabbetten kaynaklanan zelleler cümlesinden görüp size dua ettim. Rabb’im Üstad'ı, tüm üstadları, sizi ve biz acizi tevfikine refik etsin. 4. Tabi ki burada "Vahyin Penceresi’nden/Tefsir özel" programında söylediklerimi tekrar etmeyi lüzumsuz bulurum. Orada söyledim. Söylediklerimin her cümlesinin altında ömrüm vardır. Onlar haybeden söylenmiş sözler değildir. Sadece kitaplar okunarak öğrenilmiş şeyler de değildir. Hesabı acıyla, sancıyla, ıstırapla verilmiştir. Herkes söylediklerinin ve söylemesi gerekip de söylemediklerinin hesabını bir gün gelecek Allah'a verecektir. O zaman herkes hem kendi gerçek değerini hem de sevdiklerinin Allah katındaki değerini ayne'l-yakin görüp öğrenecektir. O zamana kadar bizlere düşen birbirimizin imanına muhabbet, izzet ve şerefine hürmet, hukukuna riayet gerektir. Ölmüşlerimizi savunalım. Ama ölmüşlerimizi savunmak için dirilerimizi manen öldürmek, onların kanına girmek zorunda değiliz. 5. Sizi tanımadığım için tenzih ederim. Fakat Risaleler ve onlar içerisinde yer alan İ'cazu'l-Kur'an gibi eserler hakkında, risaleler dışında kitap okumamış, hatta risaleler dışında kitap okumanın gereksizliğine inanmış, "bu bize yeter gerisine hacet yok" diye düşünmüş insanların söyledikleri ilmiyyata değil hissiyyata dahildir. Bu tür sözlere sadece tebessüm edilir. Orada söz bitmiştir. Söyleyecek ve söylenecek de bir şey yoktur. Bu eserler hakkında konuşanları üçe ayırmak lazım: Yandaşlar, karşıtlar ve mütehassıslar. İlk ikisinin görüşleri zıt olsa da esasta aynı kefede değerlendirilir. Kaldı ki İbn Abidin'in dediği gibi "Âlimin cahil hakkındaki şahadeti makbul değildir". Bu şahadet ister lehte ister aleyhte olsun. Hayranlıkla nefret arasında gizli bir illet bağı vardır. Sözün özü: Ömrünü tefsir ilmine vakfetmiş bir Kur'an talebesi olarak fakir risalelerin ve İ'cazu'l-Kur'an'ın tersil ilmindeki yeri ve ilmi değeri konusunda bir şey söyleyemeyecekse, bunu söyleyince birilerinin şerrinden -sizi tenzih ediyorum- emin olamayacaksa, "Söyletmen, urun"cu takımının hücumuna uğrayacaksa, işbu durum Risaleler'in başına gelebilecek en büyük felakettir. Hadislerin bile "cerh" ve "tadili" yapılırken Risaleler'deki sözlerin cerh ve tadilini yapmayalım mı? Aziz ve Merhum Üstad'a izafe edilecek her tür mükemmellik, erişilemezlik, hatasızlık, biriciklik atfı, bizzat üstadın düşünce dünyasına yabancıdır, merduttur ve matruttur. Allah bizi insaf, adalet ve itidalden mahrum bırakmasın. Vesselam, veddua, velmahabbe... Mustafa İslamoğlu
__________________ Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır . -İmam Ali- (a.s) |
06 Temmuz 2010, 00:17 | Mesaj No:8 | |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Alıntı:
sizin yukarıdaki alıntınızı defalarca okudum.sizin düştüğünüz hataya düşmemeye çalışıyorum.başta da söylemiştim ; 1-neyı 2-nerde 3-nasıl 4-niçin 5-kime söylemiş denklemi anlaşılmadan analiz edilmeden,cımbızla cümle koparmak bektaşiliğe yarar. örneğin; Resulullaha sorulan bir soru ; en faziletli amel hangisidir? 1-annene itaat 2-namaza kılmak 3-zikir 4-cihad 5-vs değişik zamanlarda değişik kişilere aynı soruya verdiği değişik cevaplar çelişki gibi görünsede,yukarıdaki 5 maddeyı düşündüğümüzde çözümü gayet basittir.kişiye seviyeye göre cevap. gelelim yukarıdaki alıntınıza ; 1-kime ait olursa olsun hiç bir eser kurana rakip olamaz.olur diyen KAFİRDİR. 2-hiç bir alim tartışılmaz değildir,ama hiç bir insan tekfirle suçlanamaz.bu bizim işimiz değildir. 3-üstadın cemaatini sevmem tasvip etmem.sanal alemde yılarımın mucadelesini verdim bu konuda.lakin üstadı canımdan ileri severim. 4-üstadın eserlerinin orjinal kaldığını sanmıyorum.o cümleler üstada ait değildir yada yuukarıda formule göre yorumlamak lazım. 5-sizin tırnağınızı milyar ehli küfre değişmem.muminlerin kardeşisiniz.güle oynaya değil, farzul ayndır. saygılar.. | |
11 Şubat 2011, 18:11 | Mesaj No:9 |
Cevap: Ey nurcular! Dinleyin bakalım
Mazi mazide,gazi gazide,dün dünde kalmaya mahkumdur. HerşeyiN bir ilki, herşeyin bir de sonu vardır. Baki olan sadece ALLAH,tır | |
12 Ağustos 2011, 15:48 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 458 Üyelik T.:
23 Ekim 2007 | Cevap: Ey nurcular! Dinleyin bakalım Bak kardeşim sana basit bir dille açıklayayım. Bir adam bir kitap yazsa ve o kitabı okuyanlar allah'ın izni ile hidayete erse ardından biri "Siz ne mükemmel birisiniz bakın kaç kişinin imanını kurtardınız dese" o kimse buna karşılık bunu nefsinden değil Allah'tan bilip "haşa ben neyim ki Allah Kuran-ı Kerim'de iyilikleri Allah'tan bilin diyor bunu da Allah yaptı o kitabı da Allah kalbime ihtar etti bana yazdırdı " dese kişi peygamberlik iddasında mı bulunur? Tabiki hayır. Bu adam tevazu göstermiştir yoksa tersini söylese kibir gösterecek ve Allah'ın gazabına müstehak olacaktır nasıl ki bu yazıyı bana yazdıran Allah ise o kitabı da ona yazdıran Allahtır. Kişi bunu vurgulamıştır. Yoksa haşa peygamberlik iddiasında bulunan yok. |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Bil Bakalım / Medineweb | Medineweb | Yarışmalar/ Bilgi Yarışmaları | 106 | 15 Nisan 2024 14:27 |
Kelimeleri Bul Bakalım | Kara Kartal | Bilmece ve Bulmacalar/Zeka Oyunları | 43 | 20 Ocak 2022 11:03 |
Nurcular ve Bölunmeler | Nebevi Sevda | Risale_i Nur (Said Nursi) | 4 | 23 Mayıs 2021 10:20 |
Bil Bakalım? | Nebevi Sevda | Bilmece ve Bulmacalar/Zeka Oyunları | 26 | 24 Aralık 2019 10:11 |
Gözüm... Sessizce Dinleyin;) | enderhafızım | İlahiler/Ezgiler | 1 | 27 Eylül 2014 23:12 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|