|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Esma_Nur,Açılış Tarihi: 12 Ağustos 2008 (14:59), Konuya Son Cevap : 20 Eylül 2014 (00:06). Konuya 8 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
12 Ağustos 2008, 14:59 | Mesaj No:1 | |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Mustafa İslamoğlu Şiirleri Mustafa İslamoğlu Şiirler Takdim Özlemekten yorulmuşum, kapında durdur beni Ucu sana dek ulaşan bir zincire vur beni Beni çöllerden sorma, ki sonra Mecnûn yerinir Aşksızlıktan taş kesilmiş şehirlere sor beni Karanlık yerlerimi bir bir soyundum asfaltlara Şimdi yüreğim üşüyor, giyindir ey nûr beni Ben Leyla'ma gidiyorum, çekil önümden Leyla Gayri, cennet olsan durmam, bak çağırıyor beni Toprağımın gözlerinden çöllerin yanağına Süzülen bir damlayım yâr, kabul buyur beni Hangi denize attımsa tutuştu saçlarından Bir kez bak, yoksa bu yürek yarı yolda kor beni _______ Mustafa İslamoğlu Öfkemin bahçesine SU ver sen Kalkalım bir seher vakti Nuveyba İşgal edilmiş topraklarımız üstüne Güneş doğmadan önce Her taşın dibine bir yıldız gömmüşler Şu denizden hala kırbaç sesi gelir Atlıları en son ne zaman görmüştün Nuveyba Ne zaman öpmüştün ayağını Selahaddin'nin Kol kırılır yen içinde kalır Ya baş koparsa Nuveyba Bu gövde bir yere düşerse ya Kan tutar dağları,atom santrallarini Yeryüzünü ve umutları sel alır Geriye andın,aşkın ve adın kalır Adını çocuklar içti Nuveyba Aşkın yüreklere düştü Adın cellatların kirli elinde Filistin askısına dönüştü Kan akacak bu topraklarda kan Kendileri benimkini Demirden atları seninkini içecek Bir can düşecek toprağa Sabra Bin can kalkacak. Ramallah'ta tarlalara çocuk ektik Nuveyba Taşlarıyla ebabiller dönüştü tomurcuğa Güz ekinidir bilirsin verirse Mevla Yüreklerin buz kestiği bir mevsimin ardından Her bir çiçek kesebilir çocuğa Sihirbazın çırağını hatırlarsın Nuveyba O hendekte hala tüter annelerin şarkısı O gün bu gün hala utanır güneş Adın ateş,andın ateş,aşkın ateş. ______ Mustafa İSLAMOĞLU Hümeyra Kına yakmasaydı annen Saçını yolarak taramasaydı Dağı kızdıran sen değilsin,biliyorum Şimdi kül olan saçların Dağınık kalsaydı Koş Hümeyra koş SUyu seyret şöyle uzaktan Son birkez daha bak şöyle uzaktan Minnacık ellerini aç,gerdir bileklerini Serçe kuş yüreğini bir an sıkıca tut Sonra,savur göğe kocaman dilelerini Ölürken gözlerini görmemeliydim Hümeyra Yalvaran,suçlayan,vuran Ben her saniye öldüm Sense ateşin koynunda,yaşıyorsun hala Şu iki azap meleği gibi duran Gözlerini çek üstümden Yaşayacaktın,hayatı görecektin Görecektin denizi görecektin gemiyi Binecektin hüzne el sallayacaktın Soluk soluğa Savuşturmağa gelen seni Başkalarının işlediği günahın Cezasını çekiyorsun Hümeyra Madem sefihlerle aynı gemiyi paylaşıyorsun Dur,deli çocuk,çırpınma boşuna Yere geçiyorsun Yalvarışın o yüzden çarpıp geri dönüyor Göğün duvarına O yüzden gelmiyor Melekler yanına ___________ Musatafa İSLAMOĞLU<!-- / message --><!-- sig --> Bir Kırık Ezgi sevinmem sevince benzemiyor ne de üzülmem üzüntüye gözde geçirilmiş sözler söylüyorum ömrüme ilişkin belki birazcık avutur beni diye ağlamayasın için susuyorum benden almayasın kara haberi ağlama ki sakinleşirsin diye korkuyorum fırtına habercisi gözlerinde yarasalar uçuşuyor yine gözyaşların bir kurşun ta şurama saplanır sen ağlama İbrahim Erciyes gazaplanır yüreğin işlevini bilmeyen bu insanlar haber bülteni dinliyorlar ölümler duymak, kimbilir cinayete doymak için belki de birbirine uzak iki zambak hakkında benim ildiğimi bilmiyorlar derdimi ancak papatyalara açabildim şimdi onlar taç yapraklarını yoluyorlar heba oldu sandığın yaşların hesaplanır İbrahim sen ağlama Erciyes gazaplanır Heyelân Gün gelir Sairlerin de dili tutulur Sözler seçilir sözlerden Gerisi unutulur Kitab'ı eline alır bir şair Şiirinden utanır Zamanın keskin gözleri vardır ölümsüz olanı iyi tanır o dem başaklara kelleye kavuşur kelleler başaklanır Kitaba, silaha ve tesbihe üleştirilen insan üç boyutlu bu bir sıratta buluşur göz kayar, gönül kayar ve can kayar insan aldandığı kadar insandır böyle bulunur ince keskin yollu yar bu bir heyelandır gün gelir şairlerin de dili tutulur sözler seçilir sözlerden gerisi unutulur Öfkemin hançerine su ver sen kalkalım bir seher vakti Nuveyba işgal edilmiş topraklarımız üstüne güneş doğmadan önce her taşın dibine bir yıldız gömmüşler şu denizden hala kırbaç sesi gelir atlıları en son ne zaman görmüştün Nuveyba ne zaman öpmüştün ayağını Selahaddin'in kol kırılır yen içinde kalır ya baş koparsa Nuveyba bu gövde bir düşerse yere ya kan tutar dağları, atom santrallerini yeryüzünü ve umutları sel alır geriye andın, aşkın ve adın kaldı andını çocuklar içti Nuveyba aşkın yüreklere düştü adın cellatların kirli elinde Filistin askısına dönüştü kan akacak bu topraklarda kan kendileri benimkini demirden atları seninkini içecek bir can düşecek toprağa Sabra bin can kalkacak. RamALLAH'ta tarlalara çocuk ektik Nuveyba taşlarıyla ebabiller dönüştü tomurcuğa güz ekinidir bilirsin verirse Mevlâ yüreklerin buz kestiği bir mevsimin ardından her bir çiçek kesebilir çocuğa sihirbazın çırağını hatırlarsın Nuveyba o hendekte hâlâ tüter annelerin şarkısı o gün bu gün hâlâ utanır güneş adın ateş, andın ateş, aşkın ateş. N u v e y b a ! Mustafa islamoğlu Takdim Özlemekten yorulmuşum, kapında durdur beni Ucu sana dek ulaşan bir zincire vur beni Beni çöllerden sorma, ki sonra Mecnun yerinir Aşksızlıktan taş kesilmiş şehirlere sor beni Karanlık yerlerimi bir bir soyundum asfaltlara Şimdi yüreğim üşüyor, giyindir ey nur beni Ben Leyla’ma gidiyorum, çekil önümden Leyla Gayrı, cennet olsan durmam, bak çağırıyor beni Toprağımın gözlerinden çöllerin yanağına Süzülen bir damlayım yar, kabul buyur beni Hangi denize attımsa tutuştu saçlarından Bir kez bak, yoksa bu yürek yarı yolda kor beni Bir Kını Toprağa Verdik Kılıç Şimdi Daha Keskin sure sure işlemişler göğsünü tavusumun adresime çıkartılmış baharagöz değmişler gün vurdukça hatırana,daralıyor nefesim öylesine bin acıya tahammül etse de bu cevre tahammül etmez göğüs kafesim aşk iğnesi, yürek oltası sakalının tellerine değmiş olmak için rüzgar bugün daha bir telaşlı bugün ekmek yapmıyor annem çün soframız hüzün kaplı bu ne göç ediştir bre, bune acı uçuştur kırılmıştır hala çırpar serçemin kanatları can bir yana, ten bir yana vurulduktan sonra baba gördüm koşan atları Yasin yelesinde bin Hıra saklı sağrısında kan damlıyor izlerinin üstüne ardından yankılanıyor hasretin hoyratları vurmasınlar vurmasınlar söyle vurmasınlar söyle baba şaha kalkan atları ( Haziran 1989 ) Göçmen Kuşlar ..... hangi dost dikmişti şu tomurcuğu bağrımın içinde göğerip duran ey kara günlerin dertli çocuğu senin nabzın mıdır ranzamda vuran söyle kim dikmişti şu tomurcuğu ...... gece yine kustu bütün kinini her saniye can çek, kıvran, sabah et efendi, demirbaş kabul et beni mevcut listesinin başına kaydet gece yine kustu bütün kinini Alıntı:
[RIGHT]hançerlenmiş çatal yürek iki baş başbaşa vermişler konuşmuyorlar yetimce gözlerden savruluyor yaş yağıyor dışarda içli içli kar çatal yürek hançerlenmiş bir çift baş bir kuş kör kafeste babasız kalır kavrulur bir serçe anasızlıktan ah gülmeyen gözler yollarda kalır dökülür yaşları vefasızlıktan bir kuş kör kafeste babasız kalır yataklar küf gibi zindan kokuyor küsmeler küsmeler ve barışmalar bir dost yüreğimde sevgi dokuyor ayrılık gözyaşı son sarışmalar yataklar küf gibi zindan kokuyor herkesle gülünür fakat çilelim ağlanmaz herkesle unutma bunu dostluk yemininin üstünde elim bölmez mi bölmez mi hasret uykunu? ve gülmek ki tokat tokat çilelim kadehler dolusu baldıran zehri gördün, göz kırpmadan nasıl içilir bilirsin haldaşım bu zalim şehri burda dirilere kefen biçilir korkusuz içilir baldıran zehri bak körpe ceylanlar nasıl vurulur zalim avcı gezer bizim bağlarda ceylanları vuran eller de kurur bir parça kırmızı kir kalır karda yavru ceylanlar bak nasıl vurulur hangi dost dikmişti şu tomurcuğu bağrımın içinde göğerip duran ey kara günlerin dertli çocuğu senin nabzın mıdır ranzamda vuran söyle kim dikmişti şu tomuruğu ne açmaz gül imiş ah şu bahtımız ağarsa mı ola kıpkırmızı tan yad elde kuruldu payitahtımız hüzün sarayında bir garip sultan ne açmaz gül imiş ah şu bahtımız artık güneşlerde kara doğuyor geçmiyor umudu vuran zamanlar hayat yıldırıyor hayat boğuyor bilmem kimin için çalıyor çanlar güneşler de artık kara doğuyor bu yağmur bu yağmur niçin yağar ki görmez mi bir çift göz suluyor yeri vurulanlara su sunma be saki kavrulsun garibin yansın yüreği bu yağmur bu yağmur niçin yağar ki her seher uzaktan bir horoz sesi ne çılgın yalıyor parmaklıkları esiyor Yusuf’un kutlu nefesi yıkıyor Züleyha kara duvarı ıraklardan yanık bir horoz sesi gel yaralı serçem küsme bahtına vurma kayalara allı başını anka kuşu olsan geçmem tahtına bir sen kaybetmedin can yoldaşını yaralı serçem gel küsme bahtına ey kara çayımın buğulu kiri kıvrıla kıvrıla nere gidersin ötelerden eğer sorarsa biri bırakmadılar da gelmedi dersin kara çayımın ey buğulu kiri mahpus ranzam soğuk yüzüne senin sahte gülüşleri tercih ederim meftunu olmuşum demir kefenin sende yaşar, sende ölüp giderim mahpus ranzam soğuk yüzüne senin gece yine kustu bütün kinini her saniye can çek, kıvran, sabah et efendi, demirbaş kabul et beni mevcut listesinin başına kaydet gece yine kustu bütün kinini Derde sevdalıyım derde vurgunum bu sevda düşürür eline cânâ hep sürüklenmekten inan yorgunum niye kattın gittin seline cânâ perişan dağınık ve de bozgunum ne çare düşmüşüm diline cânâ Eyyub’um Yusuf’um hadi Mecnun’um amma dayanamam yeline cânâ yanmış vurulmuşum, meftun olmuşum saçlarının bir tek teline cânâ yüklenme bu denli kurban olayım yetmez mi savurdun külüne cânâ derde sevdalıyım derde vurgunum yerine varmamış dileklerimi götürün melekler n’olur götürün soldurmayın açmış çiçeklerimi Mevla’dan dertlere derman getirin yerine varmamış dileklerimi… bütün umutların bittiği yerde hayret ölüler de volta atarmış inanmazsan civan bak yarıver de gönül mezarımda kimler yatarmış göster can alıcı o melek yerde doğduğum yerlerde vurgun mu oldu? sular mı yürüdü memleketime soldu, gün görmemiş menekşe soldu kaç hançer saplandı safiyetime doğduğum yerlerdevurgun mu oldu? arasıra kuşum uç üzerimden vefasızım amma belki özlerim bir de sen oklama ta can yerimden gel, bugün de taşma ırmak gözlerim kuşum arasıra uç üzerimden göç eden kuşların gözleri kara dayan gülüm dayan bahar gelecek muhabbet ne büyük kapanmaz yara ölecek yaralı serçe ölecek dönecek mi söyle kuşlar bahara? Bir güzel düş gibi bir hayal gibi sen de git can kuşum, de var sen de git dost mezarı içim bulunmaz dibi düşersem aklına el aç niyaz et belki bir su yürür…içim çöl gibi… . Mustafa İslamoğlu Yüreğini siper et. Güvenlik içerisinde olursun. “Yoruldum” deme sakın. Göğsüne yüreğinden başka muska takanlar yorulurlar. Göğüs kafesin acıdan bir mengene gibi yüreğini sıktığında, aşk var mı, ona bak. Varsa eğer, aldırma, dağlar gibi gelsin. Çünkü aşk, acıyı hayata dönüştüren bir iksirdir. Acıya aşık olanların “Ey tabib elden gelirse yâremi gel emleme… Yar elinden gelmedir bu yâreyi merhemleme…” diyenlerin sırrı burada yatmaktadır. Bu sırrı bulanlardan biri, sevdanın başöğretmeni öyle demiyor mu: “Ben hüzünlerin Peygamberiyim.” Aşk varsa eğer, sen değil dağlar sallansın. Acıyı aşkla bal eylemeye bak. Sür merhem diye yürek yaralarına, hayalinin ve umudunun kırık yerlerine, içinin Karacaahmed'e dönmüş bölgelerine. Aldırma hainlere, ihanetlere. Onlar acıyı aşka dönüştürmemiş zavallılardır. Onlar, muhteşem acılara pespaye sevinçleri tercih eden aşk sefilleridir. Unutma, bin sevincin vermediğini bir acı verir. Acını, aşkın santralinde bitimsiz bir enerjiye dönüştürmeye bak. Hatırla ki yürek yürek nükleer güç merkezidir. Seven ve inanan bir yürekle hiçbir atom santrali boy ölçüşemez. Bil ki, umuttan söz ettiğin her dem aşktan söz ediyorsunuzdur. Çünkü umut aşkın çocuğudur. Aşksız umut, plastik bebekler gibidir; oynar, eskitir ve atarsın. “Umudum tükendi” deme, doğrusunu itiraf et, aşkının tükendiğini… Sahi, aşk tükenir mi? Evet, eğer ölümlüden, ölümlüye ve ölümlü adına ise tükenir. O, aşk suretinde görünen tutkudur. Tutku tutuklar, aşk azad eder. Bir duygunun aşk mı tutku mu olduğunu anlamak istersen, rengine bak. Rengine bak, kara sevda mı, ak sevda mı? Sevdanın karası köleleştirir, akı özgür kılar. Özgür kılan aşka muhabbet denir. Muhabbet, yüreğe düşmüş bir tohumdur; “her başka yüz dane veren yedi başak” gibi, yediverendir o. Muhabbet insanın harcadıkça çoğalan tek sermayesidir. Herşey harcadıkça tükenir, muhabbet asla. Muhabbet müebbeddir. Üzerine üzerine gelen karanlığın kara yüzlü, kara vicdanlı, kara güçlerini, aşkın siperine sığınarak püskürtebilirsiniz. Onlar kaybettiler, onlar nefretin eli kanlı temsilcileri… Sen kazandın, çünkü sen aşkın cephesinde yer aldın, aşkın ve aşkının. Hesabını yaparken tarihi unutma, coğrafyayı unutma. Acıyı unutma, sancıyı unutma. Melekleri, Sakarya'yı, Nil'i, Tuna'yı, Fırat'ı, Dicle'yi unutma. İstanbul'un, Kahire'nin, Bağdat'ın, Şam'ın Mekke'nin çocukları olduğunu unutma. Senin kara, sarı beyaz kardeşlerin olduğunu, yüreğinin Asya, Afrika, Afrika, Avrupa, Amerika taraflarının olduğunu unutma. Fakat, hesabını yaparken kesinlikle şöyle başlamalısın: “Elde var aşk” MUSTAFA İSLAMOĞLU Bende Kalsın al da git eğreti gülüşlerimi isyanı kutsayan yüz bende kalsın maviye boyama zor düşlerimi gemimi yakacak köz bende kalsın mermere saplanan bir deli su’ca nefreti sevdama etmişim boca karanlığa dönük bir çift namluca tetikte bekleyen göz bende kalsın neşeyi açmadan solanlara ver gülüp eğlenmeyi yılanlara ver baharı, bahçeyi çalanlara ver Van Gogh’un çizdiği güz bende kalsın bilirim yol uzun sürmek zor ama çekmediğin kahrı koy matarama azık kıt, vakit dar, tuz bas yarama çiledeki aziz giz bende kalsın 1986 Mustafa İslamoğlu değerli kardeşim yüzüme vurmayın foruma giremediğimi;) evdiki pc dışarı fırlatıyo forumsan:( estağfirullah kardeşim yüzüne niye vuralım.. özledik demek ki paylaşımlarını öyle kaybolup gitmek yok Allah razı olsyun güzel kardeşim demek hoş bir sada bırakmak bu fakirede nasip olmuş... Haber vermeden gayb olmam mechuleşmem bana kalmış bişey değil evde giremiyrum diğer pc yede geçmek her zaman olmuyo dua ile... Sevdanın karası köleleştirir, akı özgür kılar. Özgür kılan aşka muhabbet denir. Muhabbet, yüreğe düşmüş bir tohumdur; “her başka yüz dane veren yedi başak” gibi, yediverendir o allah razı olsun hocam sevda insana herşeyi yaptırır kendimden biliyorum emeginize saglık Yüreğini siper et. Güvenlik içerisinde olursun. “Yoruldum” deme sakın. Göğsüne yüreğinden başka muska takanlar yorulurlar. Göğüs kafesin acıdan bir mengene gibi yüreğini sıktığında, aşk var mı, ona bak. Varsa eğer, aldırma, dağlar gibi gelsin. Çünkü aşk, acıyı hayata dönüştüren bir iksirdir. Acıya aşık olanların “Ey tabib elden gelirse yâremi gel emleme… Yar elinden gelmedir bu yâreyi merhemleme…” diyenlerin sırrı burada yatmaktadır. Bu sırrı bulanlardan biri, sevdanın başöğretmeni öyle demiyor mu: “Ben hüzünlerin Peygamberiyim.” Aşk varsa eğer, sen değil dağlar sallansın. Acıyı aşkla bal eylemeye bak. Sür merhem diye yürek yaralarına, hayalinin ve umudunun kırık yerlerine, içinin Karacaahmed'e dönmüş bölgelerine. Aldırma hainlere, ihanetlere. Onlar acıyı aşka dönüştürmemiş zavallılardır. Onlar, muhteşem acılara pespaye sevinçleri tercih eden aşk sefilleridir. Unutma, bin sevincin vermediğini bir acı verir. Acını, aşkın santralinde bitimsiz bir enerjiye dönüştürmeye bak. Hatırla ki yürek yürek nükleer güç merkezidir. Seven ve inanan bir yürekle hiçbir atom santrali boy ölçüşemez. Bil ki, umuttan söz ettiğin her dem aşktan söz ediyorsunuzdur. Çünkü umut aşkın çocuğudur. Aşksız umut, plastik bebekler gibidir; oynar, eskitir ve atarsın. “Umudum tükendi” deme, doğrusunu itiraf et, aşkının tükendiğini… Sahi, aşk tükenir mi? Evet, eğer ölümlüden, ölümlüye ve ölümlü adına ise tükenir. O, aşk suretinde görünen tutkudur. Tutku tutuklar, aşk azad eder. Bir duygunun aşk mı tutku mu olduğunu anlamak istersen, rengine bak. Rengine bak, kara sevda mı, ak sevda mı? Sevdanın karası köleleştirir, akı özgür kılar. Özgür kılan aşka muhabbet denir. Muhabbet, yüreğe düşmüş bir tohumdur; “her başka yüz dane veren yedi başak” gibi, yediverendir o. Muhabbet insanın harcadıkça çoğalan tek sermayesidir. Herşey harcadıkça tükenir, muhabbet asla. Muhabbet müebbeddir. Üzerine üzerine gelen karanlığın kara yüzlü, kara vicdanlı, kara güçlerini, aşkın siperine sığınarak püskürtebilirsiniz. Onlar kaybettiler, onlar nefretin eli kanlı temsilcileri… Sen kazandın, çünkü sen aşkın cephesinde yer aldın, aşkın ve aşkının. Hesabını yaparken tarihi unutma, coğrafyayı unutma. Acıyı unutma, sancıyı unutma. Melekleri, Sakarya'yı, Nil'i, Tuna'yı, Fırat'ı, Dicle'yi unutma. İstanbul'un, Kahire'nin, Bağdat'ın, Şam'ın Mekke'nin çocukları olduğunu unutma. Senin kara, sarı beyaz kardeşlerin olduğunu, yüreğinin Asya, Afrika, Afrika, Avrupa, Amerika taraflarının olduğunu unutma. Fakat, hesabını yaparken kesinlikle şöyle başlamalısın: “Elde var aşk”... Allah'ı Çok Sevenler, Her Durumda Allah'a Yönelip Dönerler: Allah Sevgisi, Kişilik, Davranış ve Bakışlara Yansır: Allah'ı Aşkla Sevmek Allah'ı aşkla sevmek, Allah sevgisinin dünyadaki diğer tüm sevgilerin üstünde en şiddetli, en yoğun ve sürekli artan bir biçimde yaşanması, kalplerde hissedilmesidir. Allah'a kavuşmak için özlem duymak, O'nun Zatına ve yarattıklarına karşı güçlü bir sevgi beslemek ve bütün kainatı sevgi gözüyle kucaklamaktır. Saymaya güç yetiremeyeceğimiz nimetlerine karşı olan hayranlığımızın ve şükrümüzün bir sonucu olarak Yüce Alah'a coşkulu bir aşk ile kalpten bağlanmaktır. En çok O'na güvenmek, sadece O'nu yüceltmek, sadece O'nu hoşnut kılmaya çalışmak ve yalnız O'nu dost edinmektir.Kuran'da Hz. Musa'nın Yüce Allah'a olan sevgisi ve O'nu razı etme isteği şu şekilde bildirilmiştir: Yüreğini siper et. Güvenlik içerisinde olursun. “Yoruldum” deme sakın. Göğsüne yüreğinden başka muska takanlar yorulurlar. Göğüs kafesin acıdan bir mengene gibi yüreğini sıktığında, aşk var mı, ona bak. Varsa eğer, aldırma, dağlar gibi gelsin. Çünkü aşk, acıyı hayata dönüştüren bir iksirdir. Acıya aşık olanların “Ey tabib elden gelirse yâremi gel emleme… Yar elinden gelmedir bu yâreyi merhemleme…” diyenlerin sırrı burada yatmaktadır. Bu sırrı bulanlardan biri, sevdanın başöğretmeni öyle demiyor mu: “Ben hüzünlerin Peygamberiyim.” Aşk varsa eğer, sen değil dağlar sallansın. Acıyı aşkla bal eylemeye bak. Sür merhem diye yürek yaralarına, hayalinin ve umudunun kırık yerlerine, içinin Karacaahmed'e dönmüş bölgelerine. Aldırma hainlere, ihanetlere. Onlar acıyı aşka dönüştürmemiş zavallılardır. Onlar, muhteşem acılara pespaye sevinçleri tercih eden aşk sefilleridir. Unutma, bin sevincin vermediğini bir acı verir. Acını, aşkın santralinde bitimsiz bir enerjiye dönüştürmeye bak. Hatırla ki yürek yürek nükleer güç merkezidir. Seven ve inanan bir yürekle hiçbir atom santrali boy ölçüşemez. Bil ki, umuttan söz ettiğin her dem aşktan söz ediyorsunuzdur. Çünkü umut aşkın çocuğudur. Aşksız umut, plastik bebekler gibidir; oynar, eskitir ve atarsın. “Umudum tükendi” deme, doğrusunu itiraf et, aşkının tükendiğini… Sahi, aşk tükenir mi? Evet, eğer ölümlüden, ölümlüye ve ölümlü adına ise tükenir. O, aşk suretinde görünen tutkudur. Tutku tutuklar, aşk azad eder. Bir duygunun aşk mı tutku mu olduğunu anlamak istersen, rengine bak. Rengine bak, kara sevda mı, ak sevda mı? Sevdanın karası köleleştirir, akı özgür kılar. Özgür kılan aşka muhabbet denir. Muhabbet, yüreğe düşmüş bir tohumdur; “her başka yüz dane veren yedi başak” gibi, yediverendir o. Muhabbet insanın harcadıkça çoğalan tek sermayesidir. Herşey harcadıkça tükenir, muhabbet asla. Muhabbet müebbeddir. Üzerine üzerine gelen karanlığın kara yüzlü, kara vicdanlı, kara güçlerini, aşkın siperine sığınarak püskürtebilirsiniz. Onlar kaybettiler, onlar nefretin eli kanlı temsilcileri… Sen kazandın, çünkü sen aşkın cephesinde yer aldın, aşkın ve aşkının. Hesabını yaparken tarihi unutma, coğrafyayı unutma. Acıyı unutma, sancıyı unutma. Melekleri, Sakarya'yı, Nil'i, Tuna'yı, Fırat'ı, Dicle'yi unutma. İstanbul'un, Kahire'nin, Bağdat'ın, Şam'ın Mekke'nin çocukları olduğunu unutma. Senin kara, sarı beyaz kardeşlerin olduğunu, yüreğinin Asya, Afrika, Afrika, Avrupa, Amerika taraflarının olduğunu unutma. Fakat, hesabını yaparken kesinlikle şöyle başlamalısın: “Elde var aşk” MUSTAFA İSLAMOĞLU uzaklardan Nükleer Deva sevda lafız manasıylada kara demek değilmidir aslında.biz kara sevda deriz bilmeyiz kara kara demekteyiz Aşk başka çok başka yoktur düşmeyende tuzağına ______________________________________________ Elem,Esma_Nur yorumlar için şükran Dua ile... | |
Konu Sahibi Esma_Nur 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Üfleyin dağıtın | Videolar/Slaytlar | Esma_Nur | 0 | 42 | 12 Aralık 2024 19:26 |
Fetolar bitmez ama! | Taziye-İlan-Selamlaşma | Kara Kartal | 5 | 119 | 21 Ekim 2024 10:49 |
Bulaşık makinasında turşu yapıyoruz | Turşular | Esma_Nur | 0 | 70 | 18 Ekim 2024 23:05 |
Tarifsiz Acımız | Taziye-İlan-Selamlaşma | Vasat | 11 | 382 | 05 Eylül 2024 09:33 |
Yasdayız😭 | Taziye-İlan-Selamlaşma | Vasat | 9 | 257 | 31 Temmuz 2024 13:05 |
13 Ağustos 2008, 17:20 | Mesaj No:2 |
Cvp: Mustafa İslamoğlu Şiirler ya-sin -İnsanlık Güzeli’ne adanmıştır- ey insan ey yüz akı gönül aydınlığı kabul olmuş sadaka kadar güzel bir duygu sarıyor seni anan yüreğimi bastığın toprakla yıkadığın gözüme şimdi güneş bile siyah görünüyor ey yüz akı gönül aydınlığı ben kendime ağlarken Uhud’da ağlar mıymış Hıra’yı mahzun gördüm soramadım sevgili hasretinin dışında başka derdi var mıymış? ey insan içimde büyüttüğüm tüm çiçekleri sana adıyorum ıtırları, yaseminleri, menekşeleri lale bana kalsın kapına çiçeklerin karalısını sunmaktan utanıyorum dua çıkmayan göğe sevdalar çıkar mıymış? bülbülünü kaybetmiş bu evrensel bahçede dikenler bile bir hoş, gayrı gül kokar mıymış? ey insan göklerin öğrencisi, yerlerin öğretmeni ey sen öğrettin taşa konuşmayı ağaca selam vermeyi aya yarılmayı, toprağa dürülmeyi göklere kurulmayı, durmayı zamanı yılana ve deveye sevmeyi ölmeyi, öldürmeyi yaşamayı sen öğrettin insana o bengisu gözünden fışkıran pınar mıymış? baharların kaynağı ve yolunu gözleyen bir ben sevda şehidi, bir de şu çınar mıymış? ey insan ey tebessümünden cennetler yaratılan gül bahar geliyor, ağla gök seviniyor gözyaşını karanfil diye göğüslerine takan melekler kapında divan durup ağlamanı bekliyor hüzün kuruluyor ekmekten önce sofrana bunun için bir bir uçuyor sevdiklerin bu yüzden öksüz, bu yüzden yetim kalıyor efendisi yetimlerin. niçin döndü bu rüzgar yol vermez dağlar mıymış? yine Ferhat kesildin bu ne canhıraş gönlüm bağrını deldin diye dağlar da ağlar mıymış? ey insan sen olmasaydın insanlar ölmeyi öğrenmeden öleceklerdi yaşamanın özgül ağırlığını keşfetmeden yaşayacaklardı hayat fahişe erkeklerin elinde bir yosma gibi hırpalanacak hangi mevsime el atsak elimizde yapış yapış bir şeyler kalacaktı acımı tartamayan aşkımı tartar mıymış? gönlüme yol vermeyen şu zifiri perdeyi o cennet elleriyle lûtfedip yırtar mıymış? ey insan sen olmasaydın Yusufçuk kuşunun ne dediğini yılanların niçin toprak yediğini bilmeyecektim herşey çift yaratılırken niçin birşey tek? bilmeyecektim bir gövdede mücevhere dönüşen taşı hem yol, hem yolcu, hem hedef olanın içinde kopan amansız savaşı olmasaydın sen çekilen dizde derman gözümdeki fer miymiş? kendimi bir kum diye atıversem çölüne ona vurgun bulutlar üstümde gezer miymiş? ey insan senin sırrın gözyaşının terkibinde saklıymış bu gerçeği bir denizin dudağından öğrendim gecenin bir vaktinde bir sevgili ağlarken bir dişi varlığını varlığına adarken bir erkeğin ellerinde ölüm havlu atarken haklıymış söyle gönlüm bu sevda mahşere kalır mıymış? alışılmış sözcükler yükleyip kanadına ona doğru uçursam katına alır mıymış? ey insan ey güneş hamilesi bir kere doğarmışsın bin kez doğururmuşsun parmakların sevdanın kesilmeyen çeşmesi onun için ağlıyor yeni doğan bebekler doğur, doğur ki dünya kaybetti gözlerini doğur ey İsrafil’in nefesi ey güneş hamilesi sen olmazsan gemide bu tufan diner miymiş? gemilerin de yandı sil aklından dönüşü vakt indi yüreğim gidenler döner miymiş? ey ey ins ey insan hıncını hıncıma kat sancını sancıma kat pamuktan ellerini geçir yürek halkama ister ayağın katına çek istersen yerlere at. Mustafa İslamoğlu | |
14 Ağustos 2008, 14:35 | Mesaj No:3 |
Cvp: Mustafa İslamoğlu Şiirler Heyelân Gün gelir Sairlerin de dili tutulur Sözler seçilir sözlerden Gerisi unutulur Kitab'ı eline alır bir şair Şiirinden utanır Zamanın keskin gözleri vardır ölümsüz olanı iyi tanır o dem başaklara kelleye kavuşur kelleler başaklanır Kitaba, silaha ve tesbihe üleştirilen insan üç boyutlu bu bir sıratta buluşur göz kayar, gönül kayar ve can kayar insan aldandığı kadar insandır böyle bulunur ince keskin yollu yar bu bir heyelandır gün gelir şairlerin de dili tutulur sözler seçilir sözlerden gerisi unutulur Mustafa İslamoğlu | |
14 Ağustos 2008, 14:36 | Mesaj No:4 |
Cvp: Mustafa İslamoğlu Şiirler Güneşimi Vurdular dalgalar sırılsıklam, dökülmüş elleri kolları yorgun argın, güneşi kıyıya sürüklüyorlar kıran kırana vuruşuyor hüzün mavisi ışıkları ıskalayan tüm kurşunlar onda karar kıldılar çoktan gelmiş olmalıydı göğün ak kanatlıları beni alıp götürmedi, neden bu sabah sular sahi, unutmuşum, güneşimi vurdular denize düşerken gördüm aldırmıyordu insanlar bulutların arasından yuvarlandı koya önce burna çarptı çığlık çığlığa kayalıklar sonra can havliyle devrildi suya ah…bayram etti cümle balıklar ama bir gariplik var, hiç ağlamazdı kuşlar sahi, unutmuşum, güneşimi vurdular ışıktan öpücük konduruyor sahile sular ellerim hatırassı, güneş bulaşıığı ellerim abdest organlarımda hâlâ izi var şafağın bitmesini boşuna beklemişim gözlerime ne oldu, neden bir tuhaf oldular sahi, unutmuşum, güneşimi vurdular ne geceler atardım önüne, hepsini de yerdi ayrılığı felaket, yanımdayken burnuma tüterdi eyvah ki yalnız beni değil yıldızları da kırdılar onlarsız yapamaz, bilirim, hep koynunda yatardı geç oldu, hâlâ anlayamadım, saati niçin sordular? Sahi, unutmuşum, güneşimi vurdular tam alır yerinden yemiş kurşunu güneş melekler her ahından bir cehennem yontarlar güneş ki masum kadınların iffetine eş göklerin maksadı ne ki kırılıyor gerdanlar neden beni okşayan melekler uykudalar sahi, unutmuşum, güneşimi vurdular. Mustafa İslamoğlu | |
29 Ekim 2012, 14:37 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Mustafa İslamoğlu Şiirleri Çile ve Umut kader yükünün göçünde derviş sabrıdır içimde çok gece erir saçımda sıksam bahtım renkli akar çağır gelsin bengisuyu yıkasın hû ile hûyu açın gökteki kuyuyu dua yüklü eller çıkar bir uslanmaz mor denizim suya vurdum ayak izim ötelerde yakup gözüm yusuf bana çile kokar av kışında süreğimin dibi gökte direğimin gizeminde yüreğimin özlem muştu şimşek çakar 1980 Şiir Pürşiir dikenini can yerimden ne olursun çekme gülüm Yakub’unum gözet beni ıraklardan kokma gülüm kutsadıklarım senindir beni varlığınla sindir mevsim senin mevsimindir yaprağını dökme gülüm yeldirme beni peşine erdir biyol gelişine şimden geri ateşine kerem et de yakma gülüm İntizar el açûben eşiğinde durduğum râh aşkına perdeni çâk eyle de gel çektiğim âh aşkına iftirakın rûz u şeb bendeni dilhûn eyliyor bas kademin bağrım üzre şâdet Allah aşkına 1984 Şafağa Beş Kala olay var gök basınında sürmanşet olay var fillerde hayret, kuşlarda dehşet gözler güneşin doğduğu yerde gözler güneşin doğacağı yerde olay var bir kılıç kınından sıyrılmadan bir damla kan düşmeden toprağa bir ok yayından boşanmadan nasıl kırılır koca bir ordu? gözler güneşin doğduğu yerde gözler güneşin doğacağı yerde bir yarımada ona daha yakın olmak için denizler bile ona sokulmada Yunus’un kardeşi Adem’in hikmeti İbrahim’in duası İsa’nın müjdesini görmek için gözler güneşin doğduğu yerde gözler güneşin doğacağı yerde 1990 Meneb gül bezenmiş diken üzre can üzre gün gün en bakir yerim kanar kıl ve kılıç cambazıyım a dostlar 1984 Persona Non Grata -Yaşar Kaplan için- yara gür, kan, kabzada dost eli yüreğime, hatırıma, hatırama buyruğa pür-teslim bir bıçak gibi dokunun bana benim Nil’le gelen çocuk çörden-çöpten ve umuttan yuva kurdum yılanlara yakın, insanlara uzak yılanların elinden ve dilinden emin oldum şimdi yuvamı insanlarım yıkacak Düzenler, düzenekler, mevhum dünyalar… ömrüme zifiri kırk kapı açılmış yetiş ya cehalet diye çağıranlar yarasalar ülkesine bilge seçilmiş emanetim ben size, zimmetiniz zimmetim kanım, malım, ırzım ve izzetim dişlerin ve tırnaklarından kanım damlar tükür, yoksa öldürecek seni etim bir Uhdud güzeli bana doğru geliyor beni kucaklıyor bana alev veriyor dokunmazlığım yanıyor önce külleri layüs’el gözlere saruluyor göller vardı dizi dizi suyu afyon, dalgası narkoz, balıkları esrik bir ada olmak istedim ayılacaklar için üstüme kara bulutlarını gönderdiler Atlantis’i oldum hercai coğrafyanın köle olmamaktan yargılandım köleler ülkesinde boynumda ‘uyumsuz’ yaftası itaatı putlaştırmadığım için hür diye satıldım zincirleriyle övünen birine dokunun bana hadi dokunun ki yara gür kabzada dost eli mahfuziyetim, masumiyetim yok benim insan olmak ayıp değil dokunun da anlaşılsın hikmetim 1986 Güneşteki Lekeler bugün ihanet günüdür güller kendi dikenlerince kanatılsın şairler öz elleriyle boğsunlar şiirlerini söyleyin akrebe bugün ihanet günüdür aşıklar çiçek sunarken sevdalılarına siyanür damlatsınlar şebnem yerine kahramanlar kurtardıkları vatanın dönüp kendileri geçsinler ırzına kıravatlar boyunlara, darağaçları cellatlarına bir kerecek göstersinler öteki yüzlerini duyurmak için geceleri ağlayan anaların sesini ihanat etsin bugün de koyunlar çobanlarına ey yüreğime giyindiğim insanlar bir çeşni katın kronik ihanetinize yürek üşürse titrer o titrerse gök sallanır bir kerecik siz de ihanet edin ihanetinize seni anınca köpekler ve atlar hatırlanacak ardından korumaya alacaklar neslini “sen de mi ey!..” demeyecek artık kimse Sezar sevinecek Brütüs şapka çıkaracak intihar ağacı mısın ki herkes kendini sende öldürüyor kan çanağı gözlüm benim Karacaahmed’im seni ağlatan o nesne alemi güldürüyor kaç insan soyundun gönlüm kaç ihanet gördün bugün? 1991 Binbir Gece Acıları söylerken ağlayan şair doğururken ölen ana ikisi de bir aşk ve acı haberim olmadan en ücra yanıma sığınabilir I. güneş ellerini çekti yakamdan sızısı kasıklarıma vuran arz kendini bana çalıyor yaralı bir atın toynakları gibi kirpiklerim beni ele verecek diye korkuyorum son soluğu koynundan çıkardığım resmin ilişiğindedir dudaklarında yarım kalmış bir sevda acının silik bir kopyesi yüzünde gözlerini görmedim kaçırmışlar Beşparmak’ta bir adam yarasına bakarak suzinak makamında susuyor gelme çocukluğumun hasnâ perisi düşlerimde yeşillen yaban gülleri, zambaklar toplayayım adına rüzgarın eline tutuşturayım ismini yazıp yapraklarına uçurtmalar yapıp dudaklarına doğru II. caddelerde bir yığın insan saçlarının rengini bilmedikleri sevgililer için öldürdüler birbirlerini biliyorum, alımına karşı hep eğreti bir yanım olacak tedirginim, kuşkuluyum, çaresizim şimdi her döndüğüm köşede aradığımı bulurum diye korkuyorum askerde, Kars’ta umudumu bağladığım tek ağaca ceza verdiler derdi neydi, kim bilir kendini astı diye bir er o gün bu gündür nerde bir ağaç görsem yanıma ölüm gelir bayım, buyurgan bayım bahar gelmiş derler kime sorayım III. perakende ölümler öleceğiz bu sezon kıyam etmiş Kerbela’nın sakileri bulutlar çölde bir çeşme arıyor düğünlere salt ağlamak için katılan biri çigan bir hayatın çetelesini tutuyor bastırıp sağrısına elini bu şırfıntı binbirgeceden arta kalan bu acı korkarım ki bana yar olacak zamantı’nınserin sularında bir türkü yakamozlanacak benden geriye kerhen atılmış bir imza hayatımın sağ alt ucunda sırıtacak içini açtı bir zambak bir şiir öksüz kaldı perde kapandı, kalem kırıldı ve işte son gemi de yandı belgelere geçsin "top secret" kaydıyla artık nihai sözümü söylüyorum: -rahman, rahim olan Allah’ın adıyla 1985 Ağıt ve Raks ben oyumu felakete veriyorum şeyda sana dönük yanımda çengiler mat oluyor saadet-zedelerin morga çevirdiği bir dünyada bana alevden kostümlerle dans etmek düşüyor ve şeyda ben oyumu felakete veriyorum yolum uzadıkça kabaran direncimi her düştüğüm yeri öperek bileyliyorum kolay gele demek de nerden çıktı şeydam gürbüz doğumlarda bir nice ananın harcandığını imbatla gelenin kabayelle gittiğini biliyorum senin aldanmak dediğin bana merhem oluyor gördüm kışı zorlu geçmeyen yılın baharını da saksıya dikme gülleri ilk güneşle soluyor işte bu kısrak yokuşta çatladı demen için şeyda dünyanın tüm düzlüklerine kin besliyorum. geç bi yol, nazlı güleryüzlü şiirler yazamam ben esenlik şölenleri bitti vakt-i cerağanda vakt-i kahırda hüzün fasılları demidir bu dem gör ki raksederek ağlamak da varmış hesapta ama ne Raks'ı ne Ağıt'ı ben Endülüs'ü evetliyorum artık bol kahkahalı çok şükürleri bıraktım esenlik bildirilerini harcıalem mutlulukları denizi uslu gösteren kartpostalları yaktım fakat şeydam bir avuç külü yakamadığım için ben oyumu felakete veriyorum. Ya-sin İnsanlık Güzeli’ne adanmıştır- ey insan ey yüz akı gönül aydınlığı kabul olmuş sadaka kadar güzel bir duygu sarıyor seni anan yüreğimi bastığın toprakla yıkadığın gözüme şimdi güneş bile siyah görünüyor ey yüz akı gönül aydınlığı ben kendime ağlarken Uhud’da ağlar mıymış Hıra’yı mahzun gördüm soramadım sevgili hasretinin dışında başka derdi var mıymış? ey insan içimde büyüttüğüm tüm çiçekleri sana adıyorum ıtırları, yaseminleri, menekşeleri lale bana kalsın kapına çiçeklerin karalısını sunmaktan utanıyorum dua çıkmayan göğe sevdalar çıkar mıymış? bülbülünü kaybetmiş bu evrensel bahçede dikenler bile bir hoş, gayrı gül kokar mıymış? ey insan göklerin öğrencisi, yerlerin öğretmeni ey sen öğrettin taşa konuşmayı ağaca selam vermeyi aya yarılmayı, toprağa dürülmeyi göklere kurulmayı, durmayı zamanı yılana ve deveye sevmeyi ölmeyi, öldürmeyi yaşamayı sen öğrettin insana o bengisu gözünden fışkıran pınar mıymış? baharların kaynağı ve yolunu gözleyen bir ben sevda şehidi, bir de şu çınar mıymış? ey insan ey tebessümünden cennetler yaratılan gül bahar geliyor, ağla gök seviniyor gözyaşını karanfil diye göğüslerine takan melekler kapında divan durup ağlamanı bekliyor hüzün kuruluyor ekmekten önce sofrana bunun için bir bir uçuyor sevdiklerin bu yüzden öksüz, bu yüzden yetim kalıyor efendisi yetimlerin. niçin döndü bu rüzgar yol vermez dağlar mıymış? yine Ferhat kesildin bu ne canhıraş gönlüm bağrını deldin diye dağlar da ağlar mıymış? ey insan sen olmasaydın insanlar ölmeyi öğrenmeden öleceklerdi yaşamanın özgül ağırlığını keşfetmeden yaşayacaklardı hayat fahişe erkeklerin elinde bir yosma gibi hırpalanacak hangi mevsime el atsak elimizde yapış yapış bir şeyler kalacaktı acımı tartamayan aşkımı tartar mıymış? gönlüme yol vermeyen şu zifiri perdeyi o cennet elleriyle lûtfedip yırtar mıymış? ey insan sen olmasaydın Yusufçuk kuşunun ne dediğini yılanların niçin toprak yediğini bilmeyecektim herşey çift yaratılırken niçin birşey tek? bilmeyecektim bir gövdede mücevhere dönüşen taşı hem yol, hem yolcu, hem hedef olanın içinde kopan amansız savaşı olmasaydın sen çekilen dizde derman gözümdeki fer miymiş? kendimi bir kum diye atıversem çölüne ona vurgun bulutlar üstümde gezer miymiş? ey insan senin sırrın gözyaşının terkibinde saklıymış bu gerçeği bir denizin dudağından öğrendim gecenin bir vaktinde bir sevgili ağlarken bir dişi varlığını varlığına adarken bir erkeğin ellerinde ölüm havlu atarken haklıymış söyle gönlüm bu sevda mahşere kalır mıymış? alışılmış sözcükler yükleyip kanadına ona doğru uçursam katına alır mıymış? ey insan ey güneş hamilesi bir kere doğarmışsın bin kez doğururmuşsun parmakların sevdanın kesilmeyen çeşmesi onun için ağlıyor yeni doğan bebekler doğur, doğur ki dünya kaybetti gözlerini doğur ey İsrafil’in nefesi ey güneş hamilesi sen olmazsan gemide bu tufan diner miymiş? gemilerin de yandı sil aklından dönüşü vakt indi yüreğim gidenler döner miymiş? ey ey ins ey insan hıncını hıncıma kat sancını sancıma kat pamuktan ellerini geçir yürek halkama ister ayağın katına çek istersen yerlere at. 1990-91 , Medine-Kahire Sana Onları Adayacağım ekmeğime katık, aşımın ateşi acılarımla başbaşa kalmak istiyorum yalnız onlar anlıyorlar beni ve yalnız onları dinliyorum hayatıma girdin madem andacım ol hatıramı yaşat ne beni anladığını söyleyen ne de yüreğimin gedikli konuğu alsın sen al acı senin olayım beni sen kuşat ......... madem ki ayrılığa hüküm giymiş bu yürek artık ölmek için yaşamak gerek hayatımın gözelerinden damıttığım bu şiiri bin kez ölerek sana adamamı bekleme benden gün gelir tütmez olursa ocağım acılar var bende duvağı açılmamış bekle sana onları adayacağım. Nerdesin göğe baktım gözü yaşlı yer baktım yer yaslı sular bugün kan tadında eski yeni, büyük küçük, kara kızıl tüm dertlerim burdalar sen neredesin? sen ve kuşlar gözyaşının gözyaşına benzediği kadar benziyorsunuz vurulan bir ceylanın yavrusuna söylediği şarkıyı söylüyor onlar bu sabah yine kondular telörgüye beni acımla başbaşa bırakmadılar sen nerdesin? hava soğuk, dışarda kar yağıyor her zaman ellerim üşürdü bugün içim üşüyor hasretin geldi, hayalin geldi bak, kokun da geliyor bugün Yakub oldum bre hey ey acıların kadını sen nerdesin? Muştu adına kıyamet diyecekler yokluğunu farketmenin güneşin gözleri kararacak her gece sabırla seni aramaya çıkan ay çatlayacak dünya başını yıldızlara çalacak adına kıyamet diyecekler seni yitirmenin evrensel mateminin Kızgın Yürek Şiiri kurşunlar el altında bir yerde dursun kütüklükte bir atımlık sevda daha kaldı insanlar birbirlerini yüreklerinden vursun silahımın namlusu gül kusmaktan usandı uyandırın öfkeleri kudursun söyleyin anama ölecek çocuklar doğursun bugün yine kan verdim yeryüzünün damarlarına bugün yine ben vuruldum ağlama gün doğacak toprağımın çocuklarına umudu birkez daha çevirdim yolundan ama söyleyin anama ölecek çocuklar doğursun adını Bedir koysun yakında dağlar kızacak, biliyorum gökler kızacak, yerler kızacak sürmelibey biraz daha diye dursun artık ben de fırtınalar ülkesine gidiyorum bu kış çetin olacak ocağa yüreğimi vursun söyleyin anama ölecek çocuklar doğursun 1991 Bir Kırık Ezgi sevinmem sevince benzemiyor ne de üzülmem üzüntüye gözden geçirilmiş sözler söylüyorum ömrüme ilişkin belki birazcık avutur beni diye ağlamayasın için susuyorum benden almayasın kara haberi ağlama ki sakinleşirsin diye korkuyorum fırtına hebercisi gözlerinde yarasalar uçuşuyor yine gözyaşların bir kurşun ta şurama saplanır sen ağlama İbrahim Erciyes gazaplanır .............. İfk Gazeli I ifk gazeli eteğinde çamur anne, eteğinde ateş sanki Kudüs oldun anne, yüzün bir güneş o ne avuçladığın anne ellerin yanmış ruhlar ağlaşıyor yine, melekler ayaklanmış denizler kabardı sen dur, denizler kabardı bu ırmaklar yokken anne gözlerin vardı kundaklanmış saçlarından kıvılcım düştü yaralanmış tüm aşıklar ona üşüştü yıldızları mı küstürdük uçup giden ne? belki yoruldu melekler göğü tut anne eteğinde çamur anne, eteğinde ateş sanki Kudüs oldun anne, yüzün bir güneş II sarı şiir sen güneşin yıkandığı denizsin hüzünlerin cennetisin ey sahra vahaların olsun cümle ormanlar sen de şiirlerin ormanısın ya bir deve kervanı çöl sükutunda velut bir anadır şiir doğurur artık kelimeler bir bedevidir her ayak sesinden şiir yoğurur şairin ölümü bir fırtınadır bu sarı denizde kopar vaveyla kaybolan şiiri çağırmak için şairler Mecnun’dur sahra bir Leyla hasna bir devenin tek vuruşundan kaş vezin doğurdun ve de kaç hüzün sesini alırım hüma kuşundan failatün failatün failün zeyl-a çöllerin benzi sarıdır veremli bir gelin gibi anne elin kınalıdır yüreğin de elin gibi III gerdanlık Beni Mustalık bir hüzün seferi göklerin gelini kum denizinde yüzüyor,yüzüyor ışıktan gemi bir ay taşınıyor hevdec içinde gün batımı vakti göğün perçemi kumlara değerken bir iniltidir -ey hevdec bir kere göster annemi duaların tam icabet vaktidir göklerin gelini bir hüma kuşu aydan önce doğan bir ay gibidir sarı şiir şimdi sermest bir halde asılmakta göğün halkalarına ve kader bıçağı ipe değince sırça bir kalp çarpar hüzün dağına güneş o var diye terkeder çölü ay sessizce gelir durur yanına ufuk bahtı gibi karaya çalar artık erişilmez gam kervanına göklerin gelini uykuya dalar zeyl-b hüznü hüzne vurdun anne yüreğe dert kurdun anne gözyaşını Yusuf diye rüzgara savurdun anne IV zafir taşı Kervan gelir Yemen’den yükü zafir taşıdır tüm gelinlik kızların ilk gençlik rüyasıdır bu taş bir parça siyah bir parça kan kırmızı belki Salih Nebi’nin devesinin kanıdır o siyah bir belayı gerdanlara taşıyan gerdanlıklar belki de bir gazap nişanıdır nice gafil davranıp geçirmişim boynuma bu takı değil sanki bir bela tasmasıdır kırılan ip ip değil pak yüreğimmiş benim dökülen de taş değil gözlerimin yaşıdır ve “fe sabrun cemilun v’Allah’l-müsteanu…” ki O biliyor bir tek,bu iffet savaşıdır V ifk nur ordusunun bir soylu neferi çöl serinliğinde nur aramakta Saffan ibni Muattal es-Sülemi gecenin göğsünden huzur sağmakta içinde bir deniz sakin mi sakin birden kabarmakta,dalgalanmakta -O’ndan geldik O’na döneceğiz biz ey annemiz işte devem,buyur,bin kutsal emaneti o taşımakta kafile görünür tan ağarırken emaneti ulaştırır şafakta bazı gözler ihanete ayarlı bazı gözler takılmıştır çapakta göklerin gelini yalnız sorudur düşman sınanmakta,dost sınanmakta atılmıştır pak damene bir çamur Allah yıkamağa hazırlanmakta düşman atsın taşlarını gam değil dostun attığı gül yaralamakta göklerin gelini baba evinde çektiği ah yeri göğü sarsmakta VI muştu Ümmü Rûman sanki kurumuş çınar Sıddîk dostluk için bedel ödüyor gelin gözlerini dikmiş o nura nur da her an göğe nazar ediyor bir Yusufcuk konmuş hurma dalına telaşlı telaşlı bir şeyler diyor halden anlamayan zavallılara aldığı haberi tefsir edeyor: bakma insanlara göğün gelini sen göğünsün,göğe aç ellerini eğer kullanırsan kor yüreğini v’Allahi sallarsın arş direğini ve göğün gelini yüzünü döner meleklerde sükut fırtına diner bir yaralı gönle hassas kapılar açılır,açılır ardına kadar gözyaşından kanat dua kuşuna ışık hızı erişmez uçuşuna nur sevgili gelir:müjde Hümeyra Rab akladı seni senâ et O’na birden aydınlanır yüzü Sıddîk’ın ve Ümmü Rûmân’a taze can gelir yüreğin umudu emdiği bu an Yakub’un gözünün gördüğü andır Adem’in Havva’ya kavuştuğu dem Nuh’un toprağa yüz sürdüğü andır İbrahim’e ateş cennet kesildi İsmail’in kurtulduğu zamandır ebeveynin gözü güne can verir ve derler,teşekkür etmelisin sen tek cevap göklerin hür gelininden: Rabb’ime teşekkür ediyorum ben Meryem saflığında bir de itiraf: vahiy benim için inmez sanmıştım binler şükür olsun ben aldanmıştım ey yerin annesi gökler gelini Yusuf’u zamandan çekme elini ey yerin annesi gökler gelini Yusuf’u zamandan çekme elini zeyl-c örtüne çiçek düşürdüm namluya duanı sürdüm sen ağlamasaydın anne gül mevsiminde üşürdüm VII güneşimi vurdular dalgalar sırılsıklam, dökülmüş elleri kolları yorgun argın, güneşi kıyıya sürüklüyorlar kıran kırana vuruşuyor hüzün mavisi ışıkları ıskalayan tüm kurşunlar onda karar kıldılar çoktan gelmiş olmalıydı göğün ak kanatlıları beni alıp götürmedi, neden bu sabah sular sahi, unutmuşum, güneşimi vurdular denize düşerken gördüm aldırmıyordu insanlar bulutların arasından yuvarlandı koya önce burna çarptı çığlık çığlığa kayalıklar sonra can havliyle devrildi suya ah…bayram etti cümle balıklar ama bir gariplik var, hiç ağlamazdı kuşlar sahi, unutmuşum, güneşimi vurdular ışıktan öpücük konduruyor sahile sular ellerim hatırassı, güneş bulaşıığı ellerim abdest organlarımda hâlâ izi var şafağın bitmesini boşuna beklemişim gözlerime ne oldu, neden bir tuhaf oldular sahi, unutmuşum, güneşimi vurdular ne geceler atardım önüne,hepsini de yerdi ayrılığı felaket, yanımdayken burnuma tüterdi eyvah ki yalnız beni değil yıldızları da kırdılar onlarsız yapamaz, bilirim, hep koynunda yatardı geç oldu, hâlâ anlayamadım, saati niçin sordular? Sahi, unutmuşum, güneşimi vurdular tam alır yerinden yemiş kurşunu güneş melekler her ahından bir cehennem yontarlar güneş ki masum kadınların iffetine eş göklerin maksadı ne ki kırılıyor gerdanlar neden beni okşayan melekler uykudalar sahi, unutmuşum, güneşimi vurdular. 1992-96 Göçmen Kuşlar hangi dost dikmişti şu tomurcuğu bağrımın içinde göğerip duran ey kara günlerin dertli çocuğu senin nabzın mıdır ranzamda vuran söyle kim dikmişti şu tomurcuğu ...... gece yine kustu bütün kinini her saniye can çek, kıvran, sabah et efendi, demirbaş kabul et beni mevcut listesinin başına kaydet gece yine kustu bütün kinini Haki Zamanlar Bu zeytuni, bu mecbur edildiğim Öylesine aşufte bir hayatı Çıkarttım gözümden Çektirdiğim resimleri, cop izlerini… Koynuma iki yılan gibi sokulan o yıllar Hayatımın hava parasıydı, ödedim Konuş dediler konuştum, sustum sus dediler Bana hainliğin yakıştığını söylediler Gereği gibi oynadım verilen tüm rolleri Yuhalandım ve alkışlandım, ama şimdi Söndü sahne ışıkları Ardımda kötü bir isim Dostlar, Sessizce terkediyorum burayı Bir haki zamanın sır tutanağı Bu belgeyi bırakıyorum geleceğe Kafesler içinde kafesler İniltiye dönüşen ninniler var şimdi içimde Bir ihtilal gibi yayılıyor acı Geçmişime Geleceğime Kalbimle aramdaki o girilmez vadiye Ben bir yasak işledim, sorgum yapıldı Suçsuzum dedim, ama değildim: İmrenerek bakmıştım uçan bir kuşa Katilini emziren bir ananın acısı bendeki Bir seyyahın ki ölümümü sırtımda taşıyorum Sanki yaşıyorum bu minval üzre Bir gün bana darağacı olacak Bu söğüdü sulamak zorunda kalışım Çaresizliğim Çaresizliğim Kendimi vuracak bir kıyı bulursam Biraz daha kahır yüklenirim Sokaklara çıkmam ne de balkonlara Çekilirim gönlümün sıkıyönetim olmayan diyarına Hümeyra Hümeyra kına yakmasaydı annen saçını yolarak taramasaydı dağı kızdıran sen değilsin, biliyorum şimdi kül olan saçların dağınık kalsaydı Koş Hümeyra koş suyu seyret şöyle uzaktan son bir kez daha bak şöyle uzaktan minnacık ellerini aç, gerdir bileklerini serçekuş yüreğini bir ansıkıca tut sonra, savur göğe kocaman dileklerini Ölürken gözlerini görmemeliydim Hümeyra yalvaran, suçlayan vuran ben her saniye öldüm sense ateşin koynunda, yaşıyorsun hala şu iki azap meleği gibiduran gözlerini çek üstümden Yaşayacaktın, hayatı görecektin görecektin denizi görecektin gemiyi binecektin hüzne el sallayacaktın soluk soluğa savuşturmağa gelen seni Başkalarının işlediği günahın cezasını çekiyorsun Hümeyra madem sefihlerle aynı gemiyi paylaşıyorsun dur, deli çocuk, çırpınma boşuna yere geciyorsun yalvarışın o yüzden çarpıp geri dönüyor göğün duvarına o yüzden gelmiyor melekler yanına Nuveyba Öfkemin hançerine su ver sen kalkalım bir seher vakti Nuveyba işgaledilmiş topraklarımız üstüne güneş doğmadan önce her taşın dibine bir yıldız gömmüşler şu denizden hala kırbaç sesi gelir atlıları en son ne zaman görmüştün Nuveyba nezaman öpmüştün ayağını Selahaddin’in kol kırılır yen içinde kalır ya baş koparsa Nuveyba bu gövde bir düşerse yere ya kan tutar dağları, atom santrallerini yeryüzünü ve umutları sel alır geriye andın, aşkın ve adın kaldı andını çocuklar içti Nuveyba aşkın yüreklere düştü adın cellatların kirli elinde Filistin askısına dönüştü kan akacak bu topraklarda kan kendileri benimkini demirden atları seninkini içecek bir can düşecek toprağa Sabra bir can kalkacak. Ramallah’ta tarlalara çocuk ektik Nuveyba taşlarıyla ebabiller dönüştü tomurcuğa güz ekinidir bilirsin verirse Mevla yüreklerin buz kestiği bir mevsimin ardından her bir çiçek kesebilir çocuğa sihirbazın çırağını hatırlarsın Nuveyba o hendekte hala tüter annelerin şarkısı o gün bu gün hala utanır güneş adın ateş, andın ateş, aşkın ateş. Bir Kını Toprağa Verdik Kılıç Şimdi Daha Keskin sure sure işlemişler göğsünü tavusumun adresime çıkartılmış baharagöz değmişler gün vurdukça hatırana,daralıyor nefesim öylesine bin acıya tahammül etse de bu cevre tahammül etmez göğüs kafesim aşk iğnesi, yürek oltası sakalının tellerine değmiş olmak için rüzgar bugün daha bir telaşlı bugün ekmek yapmıyor annem çün soframız hüzün kaplı bu ne göç ediştir bre, bune acı uçuştur kırılmıştır hala çırpar serçemin kanatları can bir yana, ten bir yana vurulduktan sonra baba gördüm koşan atları Yasin yelesinde bin Hıra saklı sağrısında kan damlıyor izlerinin üstüne ardından yankılanıyor hasretin hoyratları vurmasınlar vurmasınlar söyle vurmasınlar söyle baba şaha kalkan atları ( Haziran 1989 ) |
29 Ekim 2012, 14:38 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Mustafa İslamoğlu Şiirleri Heyelan I -havada bulut var- geceleri gündüzlere örten yılanlar gibi örttük üstümüze muttasıl uykuları yorgan yerine Eshab-ı Kehf’in paylaşılan mirasından yalnız uykusu kaldı bizde atımızın terkisinde kızılelma çıkını ayışığında koyulduk yola kanımız damarlarımıza tıkıştırılmış delilerdi hayaller denizine açıldığımız sallarla heyamola çekiyorduk harikalar diyarına onyedibin alemi bir pula sattık çiğnediğimiz her yasakla onurumuz yükseldi gün oldu bir pula onyedibin takla attık kıyametin konuk olduğu diyarda kartalları vurduk bizi geçmesinler diye ahir zamanda rüyamızı kanla bölen ayetlere kızarak uyandık kendinde ve agâh her şeye lanetler yağdırarak tüm işe yarar organlarını kaybeden ben bir kasap çengelinde bulduğum kalbime müşteri oldum yeniden kellemi rehin bırakarak uykunun bilmem kaçıncı haline ulaşmak için onlara karşı yürüyerek onların yolunda gecenin müntehasına dayandık haykırmanın kutsal büyüsü işledi iliklerimize bağırdık anlamadığımız sözleri bağırdık sözlerimiz anlaşılmasın diye karaya yüklediğimiz anlamı gözümüze alarak daldık boyumuzu aşan suların körfezine 1987 Heyelan II -gök gürültüsü- dolu dizgin sevdalarımızla pimi çekilmiş bomba gibiydik kaç heyecan istif ettik meydanlara kaldırımlar rapraplarımızla uyandı kaç kez asfaltları kanattık körkütük hıncımızla sloganlar tilavet ettik ezberden göndere pankartlar çektik mealler eşliğinde otağ-ı humayuna ayarlı bileklerimiz yerinden fırlayabilirdi bir emirle eklem yerlerinden gelen civata seslerini gizleyemedik zihninin ve kalbinin olanca yoğunluğunu adalelerine aktarmış atletler yüreklerini molotof kokteyli diye attılar lağımlara on soruda kellesiz savaşmanın yolları konulu bilimsel dersler verdik hem defterimiz hem kitabımızdı duvarlar öğretmeni ve öğrencisi olduğumuz sınıfın dost avına çıktığımız günler bir çay içimi muhabbet üçüncü hamur seviyesinde ülfet tersine dönen çarkıfeleğin yüreğini aradık kendimizi aradığımızı bilmeden fecirle tehtid ettiklerimiz üstümüzü örtüyorlardı gün doğarken bülbüller gibi 1987 Dilli Şeytan suç aleti ağzın barut kokuyor çevir namlunu bana ordunu üstüme sal ağzını öbür yana bal şerbeti sundun dostun kırk kâse hangisinde zehir al yak yüreğimde sigaranı seni dilinden tutuşturur uzat ellerini tutunayım diline söz geçir sen ziyanı yok tek cevapsız kalayım duyulmuyor sesiniz yaramda dil izi var kurşunlar nerdesiniz 1986 Menfi hayret bu ayak izleri neden aşınmaz ki toprağa soğuk damga vurmuş gibi Dersim, zarif boğazlarda yağlı ilmek kılımın döğmelendiği sınıfta zor dersim analar sürgününü sürgünlerde büyütsün babalar at toplasın Ova’dan Zapsuyu’ndan sürgünüm gülle gibi döğecek meyvelerim Mekke’min putlarına erişecek dal oldum ölmeye yatkın ağaç doğum yapsa canhıraş ona da sürgün derler sürgünü sürgün etmek ata kamçıdır desem algın derler çılgın derler ve bir koca çıkar Erciyes’i dolar başına cevaplar tümü adına Seyrani’ce bozmak mümkün ise aklım bikrini boz da bakir iken dul gönder beni hakkın mekanından özge bir mekan bulmak mümkün ise bul gönder beni 1982 Bende Kalsın al da git eğreti gülüşlerimi isyanı kutsayan yüz bende kalsın maviye boyama zor düşlerimi gemimi yakacak köz bende kalsın mermere saplanan bir deli su’ca nefreti sevdama etmişim boca karanlığa dönük bir çift namluca tetikte bekleyen göz bende kalsın neşeyi açmadan solanlara ver gülüp eğlenmeyi yılanlara ver baharı, bahçeyi çalanlara ver Van Gogh’un çizdiği güz bende kalsın bilirim yol uzun sürmek zor ama çekmediğin kahrı koy matarama azık kıt, vakit dar, tuz bas yarama çiledeki aziz giz bende kalsın 1986 Öfke ve Hakikat hayata bir yerinden iliştirilivermişim eğreti bir kimliği kabullenmek zorunda oluşum topuklarıma kadar çıkan yağmur ne kadar dünyalı olduğumun belgesidir ensekökümde çakılı bir dağ hep birşeyler saklıyor benden uzak ülkelerden pembe ezgiler dinleyen ben yazık, yastığımın nabzını bile dinleyemiyorum hayallerimde acılarım gibi naftalinli putlar, hayatla aramdaki barikat boğazıma kadar girdiğim öfke tufanında boğacak beni hakikat Sevda beni benden alıp alıp götüren saçını rüzgara katarsın sevda şaşma ufuk gibi yandığıma sen bende doğar bende batarsın sevda âfet yakar diye duyulmuş gözün bir çift namlu gibi oyulmuş gözün beni çıldırtmaya koyulmuş gözün mermini şurama atarsın sevda ağlayışın yaman, gülüşün yaman pençende yüreğim başımda duman ciğer kebap olup, yandığım zaman su değil, baldıran tutarsın sevda ben gün doğusunda beklerken seni neden hep lodosa açtın yelkeni turnalar mı alıp gitti neşeni şimdi hangi koyda yatarsın sevda bırak sürükleme suyuna beni hedef bendim, gerdin yayına beni ne dehşet getirdin oyuna beni betersin, betersin, betersin sevda Viran Gazel vermişim senden bir haber el var gün var utandırma kapanmışım ayağına naz eyleme usandırma söz almış ahd eylemiştik belgeler var yüreğimde sen sen ol da beni düşman dediğine inandırma bu ne kovanımda yağma çiçekler sana intizar zambağa benzetip beni dikenleri kıvandırma vurulan her bir kuş ile yere düşen ben olurum beni bir kurşunluk yârin kapısında dolandırma iyi bildiğim tek şeydir yeter ki ağla de bana uykuma çok usuldan gir düşlerimi bulandırma vermişim senden bir haber el var gün var utandırma kapanmışım ayağına naz eyleme usandırma 1987 |
22Haziran 2013, 17:41 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Mustafa İslamoğlu Şiirleri BENDE KALSIN - mustafa islamoğlu -
al da git eğreti gülüşlerimi isyanı kutsayan yüz bende kalsın maviye boyama zor düşlerimi gemimi yakacak köz bende kalsın mermere saplanan bir deli su’ca nefreti sevdama etmişim boca karanlığa dönük bir çift namluca tetikte bekleyen göz bende kalsın neşeyi açmadan solanlara ver gülüp eğlenmeyi yılanlara ver baharı, bahçeyi çalanlara ver Van Gogh’un çizdiği güz bende kalsın bilirim yol uzun sürmek zor ama çekmediğin kahrı koy matarama azık kıt, vakit dar, tuz bas yarama çiledeki aziz giz bende kalsın
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
20 Eylül 2014, 00:06 | Mesaj No:9 | |
Durumu: Medine No : 44651 Üyelik T.:
03 Temmuz 2014 | Cevap: Cvp: Mustafa İslamoğlu Şiirler Alıntı:
__________________ Rabbim.. namazımın bozulmasına sebep olan gözyaşlarımı...bağışla... | |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Mustafa İslamoğlu Sözler | Medine-web | Medineweb.net Videolar | 2 | 01 Mayıs 2023 12:26 |
Mirac Mustafa İslamoğlu | İslaminesil | Serbest Kürsü | 2 | 02 Nisan 2019 22:48 |
Mustafa İslamoğlu Ankara'da | FECR | Duyurular/Öneriler/Şikayetler | 0 | 05 Mart 2014 15:45 |
Ey İnsan/Mustafa İSLAMOĞLU | Esma_Nur | Videolar/Slaytlar | 2 | 02 Temmuz 2013 13:09 |
Tavsiyeler/Mustafa İslamoğlu | ukba yolcusu | Alimler(Rh) | 10 | 30 Aralık 2009 11:46 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|