|
Konu Kimliği: Konu Sahibi NUR,Açılış Tarihi: 31 Ağustos 2008 (12:56), Konuya Son Cevap : 31 Ağustos 2008 (17:03). Konuya 3 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
31 Ağustos 2008, 12:56 | Mesaj No:1 |
Ebu Hanife Ebu Hanife Bilinmeyen” imam, İmam-ı Azam Ebu Hanife İnsanlar vardır, dini hayatımız için kendilerini ne kadar öne çıkartsak azdır. Kendimizi ona nisbet eder, kendisinin takipçisi olduğumuzu ifade ederiz. Hayranlıkla kendisine bakar, menkibelerini birbirimize anlatır, ama aslında kendisini, misyonunu, dini hayatımızdaki belirginliğinin sebebini bilmeyiz. Şüphesiz geldiğimiz çevredeki insanların çoğunluğunun mezhep imamı olarak kabul ettiği İmam-ı Azam Ebu Hanife de şüphesiz bu önde giden şahsiyetlerden biridir. Mezhep İmam’ı olduğu Hanefi mezhebinin geldiğimiz çoğrafyadaki yaygınlığından dolayı kendisi şüphesiz hayırla yad edilen bir kişi, insanımız da kendisine sevgi beslemekte. Bu sevgi ise genelde Ebu Hanife’nin eserine, sahih rivayetlerle belirginleşen kişiliğine, metoduna ve olaylara yaklaşımına değil, daha çok menkibevari, aslen Ebu Hanife’nin hayatında yeri olmayan hikayelerle beslenmekte. Kendisine gerçek sevgi ve saygı göstermek ise bilinçsiz bir hayranlık ile değil, kendisini hakkıyla tanımakla olur. Doğduğu ve büyüdüğü çevre Ebu Hanife lakabı ile ün bulan Nu’man b. Sabit b. Zuta hicri 80 yılında Kufe’de dünyaya gelmiştir. Dedeleri Arab olmayıp, Kabil bölgesinde yaşayan Farisoğulları’na mensub oldukları rivayet edilir. Kufe’ye Ebu Hanife’nin dedesi azatlı köle Zuta, Hz. Ali’nin halifeliği döneminde yerleşir. Ebu Hanife’nin babası Sabit, akıllı ticaretle uğraşan varlıklı bir zattı. Aynı yola oğlu Numan’da gençliğinde atıldı ve asıl ilim tahsilinden önce ticaretle meşgul oldu. Ebu Hanife’nin hayatında Kufe’de doğup büyümesinin ve oradaki ilim çevresinden yararlanmasının şüphesiz büyük etkisi oldu. Kufe ilim çevresinin temel taşları daha Hz. Ömer’in devrinde atılmıştı. Hicri 17 tarihinde Hz. Ömer Irak ordusunun karargâhı olarak kurdurtmuştu şehri Sad bin Ebi Vakkas’a. Abdullah ibni Mesud’u da kadı ve beytü’l-mal’den sorumlu olarak Kufe’ye göndermişti ve böylece hem Kufe şehrinin, hemde İmam Azam’ın gelişimindeki belirleyici olacak olan unsurların ilk taşlarını yerine oturtmuştu. Kufe’de 15 sene kalan İbni Mesud, sonra hilafet merkezini buraya alan Hz. Ali şüphesiz bu şehrin ilmi gelişimine damgalarını vurmuşlardı. Yeni kurulmuş olan bir şehir olarak Kufe, çevresindeki insanlar için cazibe haline gelmişti. Farklı kabileler, değişik ülkelerin, özellikle Yemen, Nezir ve Kuzey ve Doğu’dan gelmiş insanları şehre yerleşmeye başlamıştı. Daha önceleri birbirlerini uçsuz bucaksız sahraların, uzun mesafelerin ayırdığı farklı kültürleri, farklı örfleri Kufe’de sadece bir sokak ya da cadde ayırmaktaydı. Özellikle yeni fethedilen bölgelerden insanlar buraya yerleşmeye İslam’la tam manasıyla burada tanışmaya, sorularını bu çevrede yöneltmeye başlamışlardı. İmam-ı Azam’ın ilme yönelişi Kufe’de İbni Mes’ud ile başlayan İlim silsilesi, İmam-ı Azam’a kadar kesintisiz ulaşmaktadır. Alkame bin Kays, Mesruk bin el-Ecda, Kadı Şureyh ve Ibrahim en-Nehai ibni Mes’ud’un ilmini İmam-ı Azam’ın hocası Hammad bin Ebu Süleyman’a kadar taşımışlardı. İmam-ı Azam’ın Hocası Hammad aslen İranlı idi. Alkame bin Kays’dan ders alan Hammad, hocasının vefatından sonra Hocası’nın halkasını devr alır ve 24 sene ders okutur. Hammad’ın ders halkasına Ebu Hanife, hocasının vefatına kadar tam 18 yıl devam eder. Hammad bin Ebu Süleyman dışında her ne kadar başka isimlerde İmam-ı Azam’a hoca olarak izafe edilse de, İmam-ı Azam’ı etkileyen ve eğiten şüphesiz Hammad’dır. Bunun yanı sıra tabiiki Ebu Hanife başka âlimler ile görüşmüş, kendisi ders okutmaya başladıktan sonrada dahi bunlardan yararlanmış, çok farklı görüşlerde olan âlimlerden faydalanmaktan çekinmemiştir. İmam-ı Azam hakkında anlatılan bazı menkibelerin aksine çocukluktan beri sürekli bir ilim tahsilinde bulunmamıştır. Evet, o dönem gerekli olarak görülen ilmi tahsil etmiştir. Ama gençliğinde babası Sabit’in mesleği olan ipek tüccarlığını devralmış ve ticarette ilerlemiştir. Ticareti sırasında karşılaştığı ilim adamları Genç Numan’ın berrak zekasını ve kabiliyetini farketmekte geç kalmadılar. Ebu Hanife Ebu Amr Şa’bi ile olan bir karşılaşmasını şöyle naklediyor. “Günün birinde Şa’bi’nin yanından geçiyordum. Beni yanına çağırdı ve bana: [/I] -Nereye devam ediyorsun?, dedi. [/I] ]Ben de: [/I] -Çarşı pazara, dedim. [/I] -Maksadım o değil, ulemadan kimin dersine devam ediyorsun, dedi. [/I] -Hiç birinin dersinde devam üzere bulunamıyorum, dedim. -İlmi ve ulema ile görüşmeyi sakın ihmal etme, ben senin uyanık ve canlı bir genç olduğunu görüyorum, dedi. Onun bu sözü benim içimde iyi bir tesir bıraktı. Çarşı-pazar işlerini bıraktım. İlim yolunu tuttum. Allah’ın inayetiyle, Şa’bi’nin sözünün bana çok faydası oldu. ” Bu tavsiyelerden sonra Genç Numan ilim tahsiline yönelmeye başlar. Ama ticaret hayatında ve hayatın kendi içinde kazandığı tecrübeler kendisini ömür boyu farklılaştıran bir unsur olmuştur. Eğitimine akaid ve cedel ilmi ile başlayan Ebu Hanife, bu alanlarda hızlı bir şekilde ilerlemiş ve dönemindeki inkarcı ve bidatçı fırka müntesibleriyle birçok münakaşalara katılmıştır. Bir süre sonra bunları yetersiz ve hayattan, insanların ihtiyaçlarından uzak görmüş olmalı ki, fıkıh ilmini öğrenmeyi karar verir. Hocası Hammad bin Süleyman’ın ders halkasına katılması da böyle olur. Hicri 102 yılında Hammad’ın halkasına katılan Ebu Hanife on sekiz yıl boyunca bu halkaya devam etmiş, hocasının 120 yılında vefatı ile hocasının yerine geçmiş ve vefatı ettiği Hicri 150 yılına kadar ders okutmaya devam etmiştir. Ebu Hanife’nin ders halkasına İslam ülkesinin her tarafından öğrenciler katılmaya başlamıştı. Birkaç bini bulan öğrencilerinin arasından kırka yakını, içtihat derecesinde olan âlimlerdi. Ebu Hanife ilmi çalışmalarına başladıktan sonra dahi ticareti bırakmamıştır. Her ne kadar işlerinin çoğunu ortakları üzerinden yürüse de, kendisi hiç bir zaman ne ticari hayattan, ne de halkla alış-verişten uzak durmuştur. Böylece ilmi tedrisatının yanında toplumsal hayatı da bizzat gözlemlemekten ve takip etmekten hiçbir zaman uzak kalmamıştır.
__________________ EN GÜZEL AŞK: ALLAH! | |
Konu Sahibi NUR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Hadîsi anlamak için nelere dikkat etmeli | Hadis-i Şerif | NUR | 0 | 2570 | 10 Ağustos 2009 21:09 |
Allah Rızası İçin Hadis Uyduranlar/Medineweb | Hadis-i Şerif | Mihrinaz | 1 | 2980 | 10 Ağustos 2009 21:07 |
18.HAFTANIN KONUSU:Çocuklar Dünya Hayatının Süsü... | Hafta'nın Konusu | NUR | 1 | 2975 | 10 Ağustos 2009 00:05 |
35.Haftanın Misafiri Elifzişan | Hafta'nın Misafiri | kurtmehmet | 11 | 6745 | 09 Ağustos 2009 23:35 |
Çocuklar Ümmetin Geleceğidir! | Çocuk ve Aile Sağlığı | NUR | 0 | 2583 | 07 Ağustos 2009 23:03 |
31 Ağustos 2008, 12:57 | Mesaj No:2 |
Cvp: Unutulmayan İlim Mirasıyla İmam Azam Ebu Hanife
İmam’ın ilim anlayışı Bu hayatın içinde kalışı, verdiği fetvalar ve yaptığı içtihatlara haliyle yansımıştır. Ebu Hanife’ye göre doğru amel ancak sağlam bir bilginin üzerine bina edilebilir. Hayırlı insan olmak için sadece hayır işlemek değil hayrı ve şerri bilmek gerekir. Kötüden kaçınmak ancak kötünün zararlarını bilerek olur. Ebu Zehra’nın Ebu Hanife biyografisinde ifade ettiği şekilde, itikadi konularda temel görüşleri şu iki noktada birleştirilebilir: “Doğru amel doğru düşünce üzerine kurulur, dürüst iş kararlı ve sabit amele dayanır. İlim kati ve kesin olmalıdır. İtikat meselelerinde tereddüt olmaz.” Her ne kadar bazı rivayetler Ebu Hanife’nin Kelam ilmini eleştiren ifadelerinden de bahsetse de, bunlara fazla itibar edilmemesi gerekir. Hem ilimlerin daha farklı bölümlere ayrılmaması, hem de Ebu Hanife’nin her ne kadar hayatının uzun bir bölümünde Fıkıh’la uğraşmış olsada, bunun kendisinin Akaid ile ilgilenmediği manasına gelmez. Özellikle de kendisinden rivayet edilen ve talebelerine yaptığı tavsiyeleri ihtiva eden son iki eseri olan el-Vasıyye ve er-Risale’nin daha çok itikadi konulara dair olması da, Ebu Hanife’nin Kelam’dan uzak kalmadığını gösterir. Akaid’deki görüşleri Akaid konusunda Ebu Hanife ilk etapta Kur’an’ı esas almış ve hükümlerini onun üzerine bina etmiştir. Kur’an’a aykırı hükümleri ihtiva ettiğini tespit ettiği hadisleri uydurma olarak değerlendirmiş ve dikkate almamıştır. İmam’ın akaide dair görüşleri talebeleri Ebu Yusuf, Ebu Muti elBelhi ve EbuMukatil esSemerkandi tarafından özellikle el‘Alim ve’l müte’allim, elFıkhü’lekber, elFıkhü’lebsat, erRisale ve elVasıyye adlı eserleri yoluyla bize ulaşmıştır. Eserlerin günümüze ulaşmasına kadar bunlara bazı ilavelerin yapıldığını kabul etmek zorunda olsak da, eserlerin ana hatları ile Ebu Hanife’nin hükümlerini ifade ettikleri kesindir. İmam Azam Akaid’deki görüşleri ile Ehli Sünnet akaidinin oluşmasına yön vermiştir. Bunda şüphesiz görüşlerinin itidalli olması, Ebu Hanife’nin aşırılıklardan uzak durmasından kaynaklanır. Nitekim birkaç konu haricinde diğer üç mezhep imamı Malik bin Enes, İmam Şafii ve İmam Ahmed bin Hanbel’de onun görüşlerine uymuşlardı. Daha sonraları Ebu Hanife’nin akaid konusundaki görüşleri Ebu Mansur elMaturidi tarafından ele alınmış ve bu güne kadar Maturidiyye adı altında taşınmıştır. Ebu Hanife’nin Akaid’deki görüşlerini tam olarak vermek bu yazının sınırlarını aşsa da, bazı örnekler vermek mümkündür. İmam’a göre her insan Allah’ın var olduğunu düşünerek idrak edebilir. Bütün varlıklar Allah tarafından yoktan var edilmiştir. Göklerin ve yerin şaşmaz bir düzene sahip olması, tüm varlıkların bir halden bir başka hale dönüşmesi, çocuğun ana karnındaki gelişmesi bilgi ve hikmet sahibi ulu bir yaratıcının varlığını gösterir. Nasıl ki azgın bir denizde bir geminin yoluna devam etmesini akıl kabul etmiyorsa, kâinatın da bilgi sahibi ve herşeye gücü yeten bir yaratıcısının olmamasını kabul edemez. İşte bunları düşünerek her insanın Allah’ın var olduğunu idrak edebileceğini iddia eder İmam Azam. Kendisine dini bir davet ulaşmasa da, her yetişkin ve akıllı insan Allah’a inanmakla yükümlüdür. Ebu Hanife’ye göre akılla bilinemeyen bir şey varsa o da, Allah tealanın isim ve sıfatlarıdır. Allah ancak kendine nisbet ettiği isim ve sıfatlarla nitelendirilebilir. Kader konusunda Ebu Hanife, kâinatta meydana gelen her şeyin ilahi takdir ve kazaya göre meydana geldiğini ifade eder. Ama Allah teala ne müminleri imana, nede kafirleri küfre zorlamıştır. Herkese kendi fiillerini kendi iradeleri ile gerçekleştirme imkanını vermiştir. Kulların fiillerini yaratan Allah’tır, kullar ise fiil yapmayı diler ve o dilediği fiili icra eder. Her ne kadar bu açıklamaları getirse de, İmamı Azam insan aklının kader konusunu tam olarak idrak edemeyeceğini savunur. Nasılki gözün güneşe bakması mümkün değilse, aklın da kader ve kulların fiili konusunu nihaî bir çözüme kavuşturamayacağını düşünür. İman konusunda İmam bilgi, tasdik ve ikrarın gerekliliğin savunur. Bir insanın iman edebilmesi için onun her türlü şüpheden arınmış kesin bir bilgiye sahip olması ve bu bilginin doğruluğunu kesin olarak tasdik etmesi gerekir. Ayrıca bu bilginin varlığını ve tasdikini sözlü olarak ifade edilmesini, ikrar edilmesini şart koşar. Ameli ise, diğer mezheplerin aksine, imanın cüzünden saymamıştır. Ameller Ebu Hanife için, dini hayatta imandan sonra yer alan unsurlardır. Kişi namaz kılıp oruç tuttuğu için Allah’a ve Peygambere iman etmez, Allah’a ve Peygamber’e iman ettiği için bu amelleri yerine getirir.
__________________ EN GÜZEL AŞK: ALLAH! | |
31 Ağustos 2008, 12:58 | Mesaj No:3 |
Cvp: Unutulmayan İlim Mirasıyla İmam Azam Ebu Hanife
İmam-ı Azam’ın Fıkıh’taki görüşleri Şüphesizki Ebu Hanife’nin hayatın içinde kalan kişiliği en çok Fıkıh alanındaki görüşlerine yansımıştır. İmam-ı Azam fıkhı “kişinin dünya ve ahirete fayda veya zarar göreceği hususlara ilişkin hususları bilmesi” olarak anlamıştır. Her ne kadar Ebu Hanife, metot konusunda herhangi bir eser kaleme almamış olsa da, sorunlara getirdiği çözümlerden, sorulara verdiği fetvalardan kendinden sonra gelen alimler kendisinin içtihad metodunu tesbit etmeye çalışmışlardır. Temel metodu olarak şüphesiz kendisinin şu ifadesini alabiliriz: “Biz önce Allah’ın kitabında olanı alırız. Onda bulamazsak ashabın ittifak ettiğini benimseriz, ihtilaf etmişlerse dilediğimizin görüşünü alırız. Başkalarının görüşlerini onlara tervih etmeyiz. Ancak tabiin alimlerine gelince onların ictihadlarına bağlı kalmayız. Onlar gibi biz de ictihadda bulunuruz. Aralarında müşterek illet bulununca bir hükmü diğerine kıyas ederiz.” İçtihadlarında İmam özellikle kıyas metodunu çok sık kullanmıştır. Bunda bulunduğu çevrenin etkisi büyüktü. Kıyası ve genel manada içtihadı Ebu Hanife belirsiz bir şekilde değil, belli kurallara bağlı kalarak ve bir “İçtihad şûrası” şeklinde işlev gören ders halkasında iştişare ederek kullanıyordu. Her ne kadar İmam Azam hadis konusunda meşhur muhaddisler kadar uzman olmasa da, ilim meclisinde birçok hadis hafızı bulunmakta idi. Özellikle delil olarak kullandığı hadislerin sayısı bazı iddiaların aksine yüksektir. Kendisine bir meselenin arzedilmesinden sonra Ebu Hanife, önce talebelerine bu konuda bildikleri hadisleri ve sahabilerin sözlerini sorar, sonra kendi bildiği rivayetleri nakleder. Talebelerinin konu ile alakalı görüşlerinide dinledikten sonra, kendisi meseleyi hükme bağlardı. Konu hakkında herhangi bir hadis yada sahabi sözü bulunmadığı zaman, kıyasa, o da mümkün olmadığı zaman istihsana giderdi. Kullandığı Hadisler konusunda İmam-ı Azam bazı sıhhat şartları ileri sürmektedir. Bu şartları taşımayan hadislerle amel etmez ve onlarla hüküm vermezdi. Peygamberimizin hayatını ve hadislerini öncelik ve sonralık açısından inceler ve özellikle hayatının son döneminde söylediği hadisleri delil alırdı. Bu nedenle de birbirleri ile çatışan hadisleri uzlaştırmaya değil, sonradan sadır olan hadisin kendinden önceki hadisi nesh ettiğini düşünürdü. Ama kıyas ile fetva verdiği bir konuda fetvasına aykırı bir sahih hadis nakledildiğinde görüşünden vaz geçmekten imtina etmez, hadise aykırı görüşünü terk ederdi. Tek silsileden rivayet edilmiş hadisleri (ahad) Kur’an’ın hükümleri, İslam fıkhında yerleşik genel ilkeler ve Peygamberimizin meşhur sünneti ile karşılaştırır ve öyle değerlendirirdi. Özellikle geniş bir toplumun önünde meydana gelmiş ve bu sebebten dolayı çok sayı kişi tarafından bilinmesi ve rivayet edilmesi gereken olayları rivayet eden ahad hadisleri delil olarak kabul etmemiştir. Bunun manası ise bazılarının iddia ettiği gibi hadise önem vermemesi değil, birçok kişi olaya şahit olması gerektiği halde, sadece bir tarikten rivayet edilen haberi sıhhatine güvenmemesinden kaynaklanıyor. Ayrıca ravisi fakih olmayan hadislerde kıyasa başvurduğu, Kur’an’ın açık ve özel hükümleri ve ilkelerine ters düşen haber-i vahidi, ve rivayet ettiği hadise aykırı davranan ravinin hadisini delil olarak almadığı rivayet edilir. Genel metodu itibari ile Ebu Hanife her zaman Hadis ve sahabi sözü ile amel etmeyi tercih etmiştir. Ancak bunların olmadığı yerde kıyasa gitmiş, eğer kıyas ile vardığı hüküm dinin ruhuna, genel prensip ve amaçları ile uyuşmazsa ilk bakışta görülemeyen, kaynaklarda yatan temel illeti kavrar ve bu delile dayanarak istihsan metodu ile içtihadda bulunurdu. Talebeleri kıyasları konusunda kendisi ile tartışmaktan çekinmedikleri halde, ihtihsan yaptığında ise kendisi ile tartışmaya tereddüt ederlerdi. Ebu Hanife’nin ilim tahsilinde önce ve hatta ilimle uğraştığı dönemde de ticaret hayatının içinde bulunması, kendisine insanların problemlerini yakından tanıma fırsatını vermekteydi. Bu da tabiiki insanlar tarafından içtihatlarının kabul görmesini sağlamaktaydı. Kendisinin farklı kültür ve geleneklerin biraraya geldiği bir çevrede yaşaması, halkın muamelatını ve örfünü, dinin temel ilke ve esaslarına muhalif olmama şartı ile dikkate alması, farklı yorum ve içtihatlara gitmesine sebep olmuştur. Böylece İmam-ı Azam “kendisine intikal ettirilen fıkhi kuralları, görüşleri, ayet ve hadislerle ilgili yorumları içinde bulunduğu ortam, insanların ihtiyacı ve dinin genel ilke ve amaçları açısından yeniden değerlendirme, sınırlı naslarla sınırsız olaylar, naklin hükmü ile aklın yorumu, hadisle re’y arasında makul bir ahenk kurma imkanını yakalamıştır.” Kaynaklar: Ebu Hanife, Muhammed Ebu Zehra, Ankara 2002, 31. Ebu Hanife, Muhammed Ebu Zehra, Ankara 2002, 211. Mustafa Uzunpostalcı; DİA, X, 135. Mustafa Uzunpostalcı; DİA, X, 137. [HR]
__________________ EN GÜZEL AŞK: ALLAH! | |
31 Ağustos 2008, 17:03 | Mesaj No:4 |
Cvp: Unutulmayan İlim Mirasıyla İmam Azam Ebu Hanife
“Doğru amel doğru düşünce üzerine kurulur, dürüst iş kararlı ve sabit amele dayanır. İlim kati ve kesin olmalıdır. İtikat meselelerinde tereddüt olmaz
| |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Ebu Hanife’den Hazır Cevaplar | FECR | Serbest Kürsü | 2 | 11 Temmuz 2018 15:07 |
FIKH-UL EKBER / İmam-ı Azam Ebu Hanife | AŞK'ÜL İSLAM | Kitaplar/Kütüphane | 7 | 17 Kasım 2010 23:34 |
İmamı Azam Ebu Hanife Hazretlerin Şehidlik Yıldönümü | sessiz23 | Alimler(Rh) | 2 | 06 Mayıs 2008 22:05 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|