Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLİTAM İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA.::. > İLİTAM Bölümleri Ders/ Dökümanlar > ANKARA İlitam

Konu Kimliği: Konu Sahibi Medine-web,Açılış Tarihi:  22 Aralık 2013 (20:46), Konuya Son Cevap : 22 Aralık 2013 (20:46). Konuya 0 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 22 Aralık 2013, 20:46   Mesaj No:1
Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:8
Cinsiyet:Erkek
Yaş:50
Mesaj: 3.071
Konular: 340
Beğenildi:1382
Beğendi:464
Takdirleri:10171
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Ankara İlitam -İslam tarihi-KİTAP

Ankara İlitam -İslam tarihi-KİTAP






ANKARA ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ




İSLAM TARİHİ-I








İSLAM TARİHİ ÜNİTE KONULARI

EMEVÎLER DÖNEMİ .................................................. .................................................. ...................................... 1
EMEVÎLER’DE KÜLTÜR VE MEDENİYET .................................................. .................................................. ........... 6
ABBASÎLER DÖNEMİ .................................................. .................................................. ................................... 11
ABBASÎLER’DE KÜLTÜR VE MEDENİYET .................................................. .................................................. ........ 15
ABBASÎLER’E BAĞLI DEVLETLER......................................... .................................................. ............................. 17
Tahiroğulları .................................................. .................................................. ............................................ 18
Saffaroğulları .................................................. .................................................. ........................................... 19
Sâmânoğulları .................................................. .................................................. .......................................... 19
Büveyhîler .................................................. .................................................. ............................................... 19
Ağlebîler .................................................. .................................................. .................................................. 20
Murâbıtlar .................................................. .................................................. ................................................ 20
Eyyûbîler .................................................. .................................................. ................................................. 21
Memlükler .................................................. .................................................. ............................................... 21
ABBASÎLER’E BAĞLI DEVLETLERDE KÜLTÜR VE MEDENİYET .................................................. ............................. 22
AFRİKA’DA KURULAN MÜSLÜMAN DEVLETLER .................................................. .............................................. 26
İdrisîler .................................................. .................................................. .................................................. .. 26
Fâtımîler .................................................. .................................................. .................................................. 26
Rüstemîler .................................................. .................................................. ............................................... 27
Midrârîler .................................................. .................................................. ................................................ 27
Muvahhidler .................................................. .................................................. ............................................ 28
Hafsiler .................................................. .................................................. .................................................. .. 28
Meriniler......................................... .................................................. .................................................. ......... 28
Vattasiler .................................................. .................................................. ................................................. 29
Sadiler .................................................. .................................................. .................................................. ... 29
Gana-Mali ve Songay Sultanlıkları .................................................. .................................................. ............. 29
Timbüktü Paşalığı .................................................. .................................................. .................................... 30
AFRİKA’DA KURULAN MÜSLÜMAN DEVLETLERDE KÜLTÜR VE MEDENİYET .................................................. ....... 30
ENDÜLÜS SİYASÎ TARİHİ............................................ .................................................. .................................... 35
ENDÜLÜS’DE KÜLTÜR VE MEDENİYET......................................... .................................................. .................... 39



EMEVÎLER DÖNEMİ
o Emevî Devleti 41/661 yılında Mu’âviye b. EbîSüfyântarafından kurulmuştur. Devletin Emevîler adını alması, kurucusu Mu’âviye’ninÜmeyyeoğulları ailesine mensup olması sebebiyledir.
o Mu’âviye’nin hicretin 41. yılında Hz. Hasan’la yapmış olduğu antlaşmadan sonra, Müslümanlarca bu yıla birlik yılı manasına gelen “Âmü’l-cemâa” adı verilmiştir.
o Muaviye zamanında geniş bir coğrafyaya yayılan islam devleti sınırları Suriye, Irak, Mısır ve Hicaz olarak idari yönetim açısından dörde ayrıldı.Devletin yönetimmerkezini Şam’a nakleden Mu’âviye, burada oturmuştur. Mısır ise iktidarı ele geçirmede Mu’âviye’ye yardımlarından dolayı Amr b. el-Âs’a bırakılmıştı. Amr b. el-Âs’ın vefatına kadar Mısır’ın siyasî, idarî ve ekonomik durumu merkezden özerk olarak bu sahabinin elindeydi.
o Mu’âviye, Irak’ın yönetiminde ise Sakif kabilesinden yararlandı. Sakifliler’e bu önceliğin tanınmasının sebebi, kabilenin Emevîler’le geçmişe dayanan siyasî, sosyal, ekonomik ve dinî ilişkilerden hareketle Mu’âviye’nin saltanatının devam ettirilmesinde kilit rol oynamasıdır.Bu konuda Muğîre b. Şu’be ile Ziyâd’ıngayretleri zikre değerdir.
o Mu’âviye döneminde, kabilesi ne olursa olsun kudretli, becerikli ve toplumda nüfuz sahibi kimselere yönetimde yer verildi. Esasen Amr b. el-Âs, Muğîre b. Şu’be ve Ziyâd b. Ebîhi, geçmiş dönemlerde kendilerini ispatlamış becerikli kimselerdi.
o Mısır’da Amr b. El-As’ın vefatından sonra Amr b. el-Âs’ın oğlu Abdullâh Mısır’a tayin edildi. Sonra azledilip AS ailesinin Mısır üzerindeki hâkimiyetine son verdi; bundan sonra da Amr’ın çocuklarını idareye yaklaştırmadı. Çünkü Mu’âviye, bir valinin bir yerde uzun dönem valilik yapmasının ortaya çıkaracağı mahsurların farkındaydı. Bu sebeple o, valileri çoğu yerde kısadönemler için tayin ediyor ve sadakatlerini ispat etmek için çabaladıkları dönemde de onları azlediyordu.
o Harcilerin Hz. Ali’ye suikast düzenleyip onu öldürmesi, Hz. Ali taraftarlarının bu harekete karşı olan tutumlarını katı bir düşmanlığa çevirmişti. Mu’âviye kendi döneminde, Hz. Ali taraftarlarının bu duygularını çok iyi değerlendirerek onlardan Haricî isyanlarının bastırılmasında sonuna kadar yararlandı. Haricîler, genelde bedevîlerden oluşmaktaydı. Sert mizaçlılık, şairlik ve hatiplik, onların en önemli özelliklerindendi.
o Muğîre b. Şu’be’ninKûfe’ye vali olarak tayin edilmesinden sonra, şehirde tam bir hoşgörü ve toleransın hâkim olduğu söylenir. 50/670 yılında Muğîre’nin vefatıyla Irak’ın tamamını yönetmeye başlayan Basra valisi Ziyâd döneminde Haricîler’in elebaşları idam edilmiştir. 53/673 yılında Ziyâd’ın ölümü ile yerine geçen oğlu Ubeydullâh zamanında da Haricîler açıktan açığa yönetim aleyhindeki faaliyetlerine devam etmişler, vali de babasını izleyerek Haricîler üzerine şiddetle gitmiştir.
o Kufe’deMu’âviye’ye olan biatlerini bozmak, insanları fitne ve isyana teşvik etmek ve halifeye lanet okumakla itham edilen Hucr b. Adiy ve beş arkadaşının idam edilmesi toplumun her kesiminde infial oluşturdu. Hatta Mu’âviye;Hz. Â’işe, Sa’d b. EbîVakkâs, Hz. Hüseyin, Abdullâh b. Ömer, Hasan el-Basrî gibi kimselerin açık eleştirisi ile karşılaştı.
o İslam öncesi Arap kabile yönetim sisteminde ve İslam’da görülmeyen, kendisinden sonra yerine geçecek kimseyi hayatta iken ilan etmeveya seçme şeklinde ifade edilebilecek “Veliahtlık” sistemini, Müslümanların tarihine yerleştiren ilk kimse Mu’âviye b. EbîSüfyân’dır.Veliahtlık meselesini ülke gündemine ilk sokanın –siyasî mülahazaları sebebiyle– Kûfe valisi Muğîre b. Şu’be olduğu da belirtilir.
o Muaviye ömrünün sonuna kadar oğlu Yezid’e biat almak için uğraş verdi. Hicaz’da, biat etmeyen ve idareye meydan okuyan beş kişi –yani Hüseyin b. Ali, Abdullâh b. Abbâs, Abdullâhb.Zübeyr, Abdullâh b. Ömer, Abdurrahmân b. EbîBekr– dışında insanların çoğunluğunun tasvibini aldı. Elbette biat etmeyen bu kimselerin Hicazlılar üzerinde etkileri mevcuttu. Mu’âviye, ömrünün sonuna kadar bu kişileri ikna etmeye çalıştı. Ancakbir sonuç elde edemedi. Nihayet oğlu Yezîd’e muhaliflerine karşı alacağı tedbirlerivasiyet ederek 60/680 yılında vefat etti.
o Ubeydullâh b. ZiyâdKufe valisi olunca burada ortamı sıkı bir düzen halinde tutmaya gayret etti. Biat etmeyenlerin biatlerini almakla uğraştı. Ubeydullâh b. Ziyâd’ın bir askerî birliği Hz. Hüseyin’in yolunu Kerbela mevkiinde kesti. Geri dönmek için artık geç kalınmıştı. Burada Hz. Hüseyin’i, valinin kendisiyle savaşmak üzere göndermiş olduğu Ömer b. Sa’d b. EbîVakkâs komutasında başka bir askerî birlik bekliyordu. Ömerb. Sa’d, Hz. Hüseyin’i son bir defa Yezîd’e biat etmeye çağırdı. O ise bunu reddetti ve geri dönmek istedi. Neticede h. 61 senesinin Muharrem ayının onuncu gününde (10 Ekim 680) Hz. Hüseyin şehid edildi.
o Yezîd döneminde Müslümanları derinden yaralayan bir olay da 63/683 yılında meydana geldi. Kaynaklarımızda Harre vakası olarak geçen bu olay, İslam’ın kutsal kıldığı üç şehirden birisi olan Medine’nin, dolayısıyla birçok sahabi ve çocuklarının Yezîd’in gönderdiği askerlerin saldırısına ve her türlü talanına maruz kalmasıdır.
o Yezîd döneminin üçüncü önemli olayı ise 64/684 yılında, Mekke şehrinin Suriyeli askerlerin saldırısına uğramasıdır. 64 / 683-684 yılı başında Mekkeliler ve HicazlılarAbdullâh b. Zübeyr’e biat etmişlerdi.Abdullâh b. Zübeyr, askerleriyle birlikte Kâbe’ye sığındı. EbûKubeys ve Ahmer dağlarına mancınık kuran Suriye askerleri atılan taşlar ve ateşli mızraklarla Kâbe’nin örtüsünün ve ahşap kısmının tahrip olmasına neden oldular.
o Yezîd b. Mu’âviye’nin 64/684 yılında vefatından sonra yerine oğlu II. Muaviye geçmiş ve kısa bir süre sonra hakkından feragat etmiştir. Ubeydullâhb. Ziyâd, Abdullah İbn Zübeyr’e biat etme fikrinde olan Ümeyyeoğullarını Cabiye’de bir araya getirerek çok tartışmalı geçen bir toplantıdan sonra Ümeyyeoğullarının en yaşlı üyesi olan Mervân b. el-Hakem’in devlet başkanı olmasını sağladı.
o Mervân’ın işbaşına gelmesiyle öteden beri Emevîleri destekleyen ve toplumda Kuzeyli-Güneyli Araplar ya da Kelbiler-Kaysiler şeklinde isimlendirilen kabileler arasındaki denge politikası kaybolmuş, aralarında ciddi çatışmalar çıkmıştır. Kabileler arasındaki bu çatışmaların Emevî devletinin zayıflamasında önemli rolü olmuştur. Mervân’ın iktidarı esnasında yaptığı önemli bir değişiklik, birden çok veliaht tayin etmesidir.
o Muhtâr es- Sakafî, Hz. Ali ve Hz. Hüseyin taraftarlığı – bizzat onların evlatları tarafından şüphe ile karşılansa da – onların davası adına hareket ettiğini belirten bir kimse idi ve Emevî karşıtı hareketlerin içinde yer almıştı.Muhtâr, Emevîlere karşı elde ettiği bu başarıdan sonra Abdullah İbn Zübeyr’e başvurarak Irak ve bağlı bölgelerdeki durumunun yasallaştırılmasını istedi. Fakat A. İbn Zübeyr, bu isteği reddettiği gibi kardeşi Mus’ab’ı Irak’a vali tayin ederek Muhtâr’la mücadeleyi emretti. Mus’ab’ın ordusu karşısında tutunamayan Muhtâr, 67 yılı Ramazanında (Mart/Nisan 687) Mus’ab’ın askerlerince öldürüldü.
o Taif’li bir öğretmen olan Haccâc b. Yûsuf es-Sakafî’yi 2000 kişilik Suriyelilerden oluşan biraskerî birlik ile Mekke’ye gönderdi. Amaç, Hicaz’ı da ele geçirmekti. Haccâc’ınAbdullâh b. Zübeyr’i Mekke’deki bu kuşatması 692 yılı (Zilhicce 72) hac mevsimine rastlamıştı. Mekke’de uygulanan muhasara ve ambargo, şehirde sosyal hayatı durdurma noktasına getirmiş ve İbn Zübeyr’inHaccâc’a karşı direnişini kırmıştır. Abdullâh b. Zübeyr, 73/692 Ekim’inde öldürüldü. Cesur, dindar ancak siyaseten zayıf olan Abdullâh b. Zübeyr’in Hicaz’da dokuz yılsüren halifeliği böylece sona ermiş oldu.
o Haccâc, Iraklıların da desteğiyle 78/697 yılında İran’da yapılan kanlı birçarpışma sonucu Haricîler’in büyük bir kısmı kılıçtan geçirildi. Kalanlar ise el-Ahsa çöllerinde mecburi iskâna tabi tutuldular.
o Abdülmelik, yaklaşık 20 yıllık idaresi döneminde devletin otoritesini sağlamaya çalıştı. 86/705 yılında vefat ettiği zaman yerine oğlu Velîdb. Abdülmelik geçti. Velîd b. Abdülmelik’in on yıl sürecek devlet başkanlığı sırasında İslam coğrafyası en büyük sınırlarına ulaşmış, bu sınırların içinde bir refahdevleti oluşmuştu.
o Abdülmelik’in vefatından sonra yerine oğlu I. Velid geçmiş sonra da onun vefatıyla Süleyman b. Abdülmelik geçmiştir. Bu dönem içinde kabile kavgaları daha sıkı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Süleymân iş başına gelir gelmez Velîd devri görevlilerini azletmiş ve kendisinin devlet başkanı olmasına karşı gelen Haccâc yanlılarına baskı uygulamıştır.
o Ömer b. Abdülazîz, Emevîler’in muarızlarının dahi hayırla yâd ettiği, ilim, adalet ve salih ameliyle meşhur olmuş bir şahsiyettir. O, Velîd’in devlet başkanı olmasıyla birlikte Hicaz valiliğine tayin edilmiş, önceki valilerin keyfî tutumlarının aksine ilim adamlarından oluşan on kişilik danışma meclisi kurmuş ve bütün önemli işleri mecliste görüştükten sonra uygulamaya koymuştur.
o Ömer b. Abdülaziz döneminde daha önce ele geçirilmiş Hıristiyanlara ve Musevîlere ait ibadethaneler kendilerine iade edilmiştir. Ömer b. Abdülazîz, gayr-i müslim ve zimmi halkın hukukunun gözetilmesini ve kendilerine hoşgörülü davranılmasını istemiştir. Kuzey Afrika’da Berberiler ve Maveraünnehir bölgesindeki kavimler arasında İslamiyet’in hızla yayılmasını temin etmiştir.
o Ömer b. Abdülazîz’in bu icraatları Müslümanlar arasında bir barış havası esmesine ve birçok gayr-i müslimin ihtida etmesine sebep oldu. Bu barış havası içerisinde en önemli ilmî gelişme, hadislerin tedvininin yapılmış olmasıdır. Ömer b. Abdülazîz’in iki buçuk yıl süren bu başarılı yönetimi 101/720 tarihinde vefat etmesiyle son buldu.
o II.Yezid zamanında Habbâbe ve Sellâme isimli iki şarkıcı, II.Yezîd’i derinden etkileyerek ülke yönetimine müdahaleye başladılar. Sarayda açıktan açığa yapılan müzik, şiir ve içki âlemleri, toplumda ve Emevî ailesi içinde büyük tepkilere yol açtı.Yezîd b. Abdülmelik’in vefatıyla 105/724 yılında kardeşi Hişâm b. Abdülmelik, Emevî Devleti’nin başkanı oldu.
o Hişâm zamanının önemli olaylarından biri de Hz. Ali’nin torunlarından Zeyd b. Alî b. Hüseyin b. Alî ile taraftarlarının başlattığı isyanın kanlı bir şekilde bastırılmasıdır. İsyan, Zeyd b. Alî’nin öldürülmesi ile neticelenmiştir.
o Hişâm’ın vefatını müteakip 125/743 yılında, yaşamakta olduğu Filistin’den gelerek Şam’da devlet başkanlığını devralan II. Velîd, babası II. Yezîd gibi sefahat içinde bir yaşantı içinde idi.Emevî ailesi II. Velîd’in azledilmesini, onun yerine III. Yezîd b. Velîd b. Abdülmelik’in tahta çıkarılmasını kararlaştırdı.
o Ailesi tarafından dahi dışlanan II.Velîd, Filistin’de Bahra sarayına çekildi. Kendisine bağlı küçük bir birlikle Şam’dan gelen III. Yezîd ve askerlerince öldürüldü. 126/744 yılında tahta geçen III. Yezîd b. Velîd, bir cariyeden doğma ilk Emevî devlet başkanıdır. Ömer b. Abdülazîz’i örnek almaya çalışmıştır. 6aylık hilafeti sonunda ülserden ölmüştür.
o III. Yezîd’in ölümü ile 126/744 yılında tahta geçen kardeşi İbrâhîm b. Velîd de cariyeden doğma Emevî devlet başkanıydı. İbrâhîm’i,Şam’dan başka hiçbir bölge halife olarak tanımamıştır.İbrâhîm b. VelîdMervân b. Muhammed’e biat etmesiyle Mervan tahta geçti.
o Mervan b. Muhammed akıllı, zeki, güçlüklere tahammüllü ve kültürlü bir kimse idi.Ancak Mervân’ın çöküş esnasında işbaşına gelmesi devleti kurtarmaya yetmedi. Yaklaşık beş yıllık devlet başkanlığı karışıklıklariçinde geçti.
o Mervân saklanmış olduğu Busayr adlı kilisede yakalandı ve öldürülmesiyle 41/661 yılında Mu’âviye b. EbîSüfyân tarafından kurulan Emevî hanedanı, yaklaşık bir asır sonra tarihe karıştı ve 132/750 yılında yerini Abbasi hanedanlığına bıraktı.
o Emevî hanedanının çöküşünü hazırlayan ve hızlandıran sebepleri burada birkaç maddede özetleyebiliriz: a.Üzeri küllenmiş olan kabilecilik anlayışı toplumda yeniden canlanmıştır. b. Devletin kuruluşu ile birlikte Arap milliyetçiliği kendini toplumda hissettirmiştir.c.Emevî halifelerinden bazılarının, özellikle Müslümanların halifesi olma iddiasındaki kimseler için hoş görülemeyecek bir yaşantıya sahip olmaları çöküşte etkili olmuştur.
o Muaviye'nin Bizans'a karşı düzenlediği seferler kış ve yaz seferleri olmak üzere yılda iki defa yapılıyor ve ordu Bizans topraklarında kışlıyordu. 42 yılında başlayan bu fetih hareketleri her sene tekrarlanır hale getirilmiştir. Buna göre 43/663 yılında Busr b. EbîErtatistanbul'a, 44-45/664-665 yıllarında Abdurrahman b. Halid b. VelidDoğu Karadeniz'e, 46/666 yılındaMalik b. Hubeyre yineBizans üzerine sefere çıkmışlardır. 47-50/667-670 yıllan arasında Bizans topraklarında Malik b. Hubeyre ve diğer komutanların askerî faaliyetleri sıklaşmıştır.
o 50/670 yılında Sûfyan b. Avf el-Ezdîkomutasında İstanbul'a gönderilen orduda Muaviye'nin oğlu Yezid ile birçok sahabe vesahabî çocukları vardı. Denizden yapılan seferlerde ise bu sene İstanbul yakınındakiKapıdağı ele geçirilmiş bu suretle emniyetli bir üs elde edilmiştir.
o 73/692-693 yılında bir noktaya kadar iç meselelerini hal yoluna koymuş olan Abdülmelik,el-Cezîre valisi olan kardeşi Muhammed b. Mervan'ı Bizans'la savaşa memur etti. Sivas yakınlarında yapılan savaşta Muhammed b. Mervan kendisinden kat kat üstün Bizans ordusunu ağır bir mağlubiyete uğrattı. Bu savaşta Bizans ordusunda bulunan Slav asıllı askerlerin büyük bir kısmı islâm ordusuna katıldı ve bu askerler Suriye'de iskâna tabi tutuldular.
o 712 yılındaMesleme,Amasya'yı,Abbasda Yalvac'ı ele geçirmiştir. AyrıcaAbbas95 (713-714) yılında Ereğli'yi (Harekleia) fethetmiştir. BöyleceSüleyman b. Abdülmelikzamanında İstanbul'a yapılacak fetih teşebbüsünün ön hazırlıklarıVelidzamanında yapılmış oldu.

o Ordu komutanı Mesleme b. Abdülmelik,Çanakkale boğazını geçerek İstanbul’u kuşatmış fakat yeterli yardım gelmemesi ile birlikte kuşatma sürecinde çok çetin bir kış geçirdiler.Mesleme ise hala İstanbul'u fethedebilmek için Ömer b. Abdülaziz‘ den fır-sat vermesini istemiş, fakat geri dön emri tekrarla nmıştır. İstanbul muhasarasından geri dönen ordu, Rumların saldırılarına maruz kalmış ve pek çok zarar görmüştür. Böylece bir İstanbul'un fethi girişimi daha boşa çıkmıştır.
o Hişam, amcasının oğluMervan b. Muhammed'iErmenistan, Azarbeycan ve el-Cezîre valiliğine tayin etti. Mervanburada yaptığı bütün savaşları kazandı ve Hazarlara karşı Kafkaslarda sükûnet sağlanmış oldu.
o 47/667 yılında Horasan valiliğinetayin edilenHakem b. Amr, Toharistan'da birçok fetihlerde bulunmuş, Maveraünnehir'de namaz kıldıran ilk kimse olmuştur.
o 51/671 yılındaZiyad,Horasan valiliğineRebi' b. Ziyad'ıtayin etmiştir.Rebi'vali olduktan sonra Kuhistan'ı fethetmiş, sonra daCeyhun nehrini geçerek, karşı yakada bulunan yerleri fetheden ilk kimse olmuştur.
o I. Velid'inişbaşına geldiği sene olan 86/ 705 yılındaHaccac, Kuteybe b. Müslim'iHorasan valiliğine tayin etti.Kuteybede tıpkı Haccac gibi muktedir bir kimse olup, orduyu sevk ve idaresi mükemmel idi. Kuteybe'nin88/107 yılında da Tumuşkas ve Râmisân'ı ele geçirmesi, Türkleri, Kuteybe'yekarşı bir ittifak oluşturmaya ve müslümanlarakarşıbirlikte harekete sevketmiştir. Bu seferler sonucunda Belh, Buhara, Semerkand, Beykent, Merv gibi şehirleri fethetti. Çin üzerine seferler düzenledi ve burası hâkimiyet altına alındı.
o Haccac’ın komutanı Muhammed b. Kasım'ın çabalarıyla Karaçi, Pencap, İndus, Bîrun, Sehvan ve Sadusan bölgesi islâm hâkimiyeti altına alınmış oldu.
o Süleyman b. Abdülmelik(96-99/715-717) döneminde Irak valisiYezid b. Mühelleb, Horasan'a yerleşerek Maveraünnehir'de bazı fetihler yapılmıştır.Cürcan şehrini ele geçirmiş olmasına rağmen bölgede tam bir otorite kurulamamıştır.
o 41/661 yılında Muaviye hilafeti zamanında Amr b. el-As'ın, teyzesinin oğlu Ukbe b. NâfîIfrîkiya’da fetih hareketinde öncü olmuştur. Muaviye b. Hudeyc,50/67 yılına kadar olan valiliği müddetince Ifrîkiya'da fetihlerde bulunmuş, bu arada ilk defa denizden Sicilya'ya sefer düzenleyen kimse unvanını almıştır. 59/678-679 yılında Ifrikiya valisiEbu'l Muhacir önce Kartaca'yı sonra da Ifrikiya'nın en uç noktasıMile'yi fethetmiştir.
o Duraklamış olan İslâm fetihleri Muaviye döneminde yeniden başlamış, Horasan ve Afrika'da yapılan fetihlerle devletin sınırlan önemli ölçüde genişletilmiştir.
o I. Velid, (86-96/705-715) devlet başkanlığına gelince, Kuzey Afrika'da vali olarak Musa b. Nusayrtayin edildi. Tarif b. Malik,709 yılının sonunda İspanya'nın güney kesimlerinde keşiflerMusa b. Nusayr'ıİspanya'nın fethineteşvik etti. Bu amaçlaMusa,Tanca valisi ve azadlısı Tarık b. Ziyad'ı 92/711 yılında 7.000 kişilik bir orduyla, Septe valisi Julien'in hazırladığı gemilerle ispanya'ya gönderdi. Müslümanların İspanya'ya çıkartma yaptıklarını ve kendi topraklarında ilerlediklerini gören kralRodrik,çok büyük bir ordu (Tarihi bilgilere göre 70.000 veya 90.000 kişilik) hazırlayarak onları Bekke vadisi adı verilen yerdekisavaştaTarık b. Ziyad'ınküçük ordusu kral Rodrik'in ordusunu mağlub etti ve kral bu savaşta öldürüldü.
o I. Veliddevrinde gerçekleştirilen bu fetihler,Hz. Ömerdevrinden sonra gerçekleştirilen en büyük fetih hareketi olup, sadece islam tarihi açısından değil dünya tarihi bakımından da önemlidir. Zira onun zamanında devlet, en geniş sınırlarına ulaşmıştır.













ÖZET
Emeviler Dönemi İç Politikadaki Gelişmeler
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Emevi devleti, 661 yılında Mu’âviye b. EbîSüfyân tarafından kurulnuştur. Devletin Emeviler adını alması kurucusu Mu’aviye’ninÜmeyyeoğulları ailesine mensup olması sebebiyledir. Devletin yönetim merkezini Şam’a nakleden Mu’âviye, idari taksimat açısından bölgeyi Suriye, Irak, Mısır ve Hicaz olarak dörde ayırdı. Mu’âviye, iktidarı boyunca kendi akrabalarından istifade etti. Ancak onları hiçbir zaman kilit noktalara getirmedi. Mu’âviye, kendi döneminde kabilesi ne olursa olsun kudretli, becerikli ve toplumda nüfuz sahibi kimselere yönetimde yer verirdi. Tabiatıyla böylesine çok geniş bir coğrafyada başarılı bir yöntem için kudretli idareciler gerekiyordu. Özellikle Haricilerin ayaklanmasında, onlara karşı daha deneyimli olan Hz. Ali taraftarlarından yararlanmıştır. Mu’âviye, özellikle Hz. Ali taraftarlarının duygularını çok iyi değerlendirerek onlardan, bu dönemde ortaya çıkan Harici isyanlarının bastırılmasında sonuna kadar istifade etmiştir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Mu’âviye, kendisinden sonra yerine geçecek kimseyihayattayken belirleme şeklinde ifade edilebilecek “veliahtlık” sistemini Müslümanların tarihine yerleştiren ilk kişidir. Hz. Hasan hilafeti Mu’aviye’ye devrederken “halifeliğin kendisinden sonra başkasına geçmeyeceği ve yeni halife seçiminin Müslümanlar arasında oluşturulacak şûra tarafından yapılacağı” şartını koşmuştu. Bunarağmen Mu’aviye valilerine mektuplar yazarak şehirlerinden önde gelen kimselerin Yezid’in veliahtlarının tasdiki için Şam’a gönderilmesini istedi. Mu’aviye oğlu Yezid’e biat alabilmek için tam yedi sene uğraş verdi. Her haç mevsiminde insanları ona biata davet etti. Sonunda Mu’aviye oğlu Yezid’e muhaliflerine karşı alacağı tedbirlerivasiyet ederek 680 yılında vefat etti.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Mu’aviye’nin vefatından sonra vasiyetinde belirttiği kişiler Yezid’e biat etmediler. Yezid, Medine valisi Velid b. EbûSufyan’a mektup yazarak biat etmeyenlerin biatlarının alınmasını istedi. Bu sırada Hz. Hüseyin de bir çokkişinin teşebbüsü ve ısrarıyla çevresindeki Müslümanlarla birlikte Küfeye gitmek üzere yolculuğa çıkmıştı. Basra valisi Ubeydullah b. Ziyad’ın komutanı Ömer b. Saadb. EbîVakkas, Hz. Hüseyin’i son bir defa Yezid’ebiyat etmeye çağırdı. Hz. Hüseyinise bunu reddetti. Bunun üzerine Miladi 680 yılı Muharrem ayının 10. gününde iki taraf savaşa başladı. Tamamı Iraklılardan oluşan çok sayıdaki asker Hz. Hüseyinve adamlarını şehit ettiler. Irak
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ordusu Hz. Hüseyin’in kesik başını, kızlarını, kızkardeşlerini ve küçük oğlu Ali’yi Yezid’e gönderdi. Meydana gelen bu talihsiz olay bütün Müslümanları çok derinden yaralamış ve Yezid ile Emevi hanedanına karşı toplumda nefret hisleri yaratmıştır. Yezid’in 684 yılında vefatından sonra Suriyeliler,onun 21 yaşındaki oğlu Mu’aviye b. Yezid’e, Hicazlılar ise Abdullah b. Zübeyr’ebiyatetmişlerdir. Mu’aviye b. Yezid’in devlet başkanlığından vazgeçmesi dedesi Mu’aviyeb.EbuSufyan tarafından kurulan hanedanlığın sonu olmuştur. Devlet başkanlığı, tartışmalı geçen bir toplantıdan sonra
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ümeyyeoğullarının en yaşlı üyesi olan Mervan b. Hakem’e geçti. Devlet başkanı olan Mervan’ın ilk işi Irak ve Mısırda kendisini halifeilan eden Abdullah b. Zübeyr’e karşı savaş ilan etmek oldu. Bu vesileyle hicaz’a gönderilen ordu yenilerek geri döndü. Daha sonra Mervan, Mısır’ı Abdullah b. Zübeyr’inelindenaldı. Mervan’ın iktidarı esnasında yaptığı en önemli değişiklik birden çok veliaht tayin etmesi olmuştur.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Mervan’ın vefatıyla yerine geçen oğlu Abdulmelik babasından sadece Mısır ve Suriye’nin yönetimini devralmıştır. Emevi Devletinin ikinci kurucusu sayılan Abdulmelik Hicaz ve Irakta Abdullah b. Zübeyr, yine Irakta Muhtar es-Sakafi ve değişik küçük yerleşim birimlerinde hüküm süren Haricilerle mücadele etmekzorunda kaldı. İçeride siyasi hâkimiyeti yeniden tesis etmek; dışarıda ise devletin eski sınırlarını yeniden egemenlik altına almak onun ilk hedeflerinden oldu. Miladi 705 yılında vefat ettiği zaman yerine oğlu Velid b. Abdulmelik geçti.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Velid b. Abdulmelik’in 10 yıl sürecek devlet başkanlığı sırasında İslam coğrafyası en büyük sınırlarına ulaşmış ve bu sınırlar içerisinde bir refah devleti oluşmuştu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] 717 yılında Ömer b. Abdulaziz devlet başkanı olur olmaz devletin toplumsal temellerini sağlamlaştırmaya ve bölünmüşlükleri gidermeye yönelik çalışmalar yaptı. Bu devirde Irak, Arabistan ve Kuzey Afrikadaki haricilerde kendisine halife olarak biat ettiler. Ömer b. AbdulazizMu’aviye Devrinde başlayan hutbelerde Hz. Ali’yi yerme işini kaldırmış ve böylece Hz. Ali taraftarlarının gönlünü kazanmıştır. Ömer b. Abdulaziz’in2.5 yıl süren başarılı yönetimi 720 tarihinde vefatetmesiyle sona ermiştir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ömer b. Abdulaziz’in vefatıyla daha önceden babasıAbdulmelik tarafından veliaht tayin edilen Yezid, 720 yılında tahta geçmiştir. Yezid zevke ve eğlenceye çok düşkündü. Bu dönemde harici hareketleri tekrar baş gösterdi.Ayrıca kuzey Afrikadaki Berberiler arasında huzursuzluklar baş gösterdi. Berberiler valiyi öldürerek kendi istedikleri valiyi iş başına getirmişlerdir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] 717 yılında devlet başkanı olan Mervan b. Muhammed’in akıllı, zeki, kültürlü ve güçlüklere tahammüllü bir kimse olmasına karşın çöküş esnasında iş başına gelmesi devleti kurtarmaya yetmedi. Yaklaşık 5 yıllık devlet başkanlığı karışıklıklar içinde geçti. Bir yandan kabile çekişmeleri, diğer yandan haricive Hz. Ali torunlarının isyan girişimleri; ayrıca iktidarı ele geçirmek amacındaolan bazı hanedan mensupları ile Mervan’ı tanımayan valiler en büyük sorunları oluşturuyordu. Mervan ilk iş olarak yönetim merkezini Harran’a taşıdı. Ayrıca bu dönemde Abbasi hareketleri baş göstermişti.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Mervan Suriyede bir savaş esnasında Zap suyu kenarında Abdullah b. Ali komutasındaki orduya yenilerek Filistin yoluyla Mısıra kaçtı. Burada bir kilisede yakalanarak öldürüldü. Böylece 661 yılındaMu’aviye b. Ebu Sufyan tarafından kurulan Emevi hanedanı yaklaşık bir asır sonra yıkılarak 750 yılında yerini Abbasi hanedanlığına bıraktı.
Emeviler Dönemi Dış Politikadaki Gelişmeler Ve Fetihler
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Mu’aviye iktidar mücadelesinden başarıyla çıktıktansonra durgunlaşan fetih hareketlerini yeniden başlatmak, iç huzursuzluk yaşayan ülkenin birlik ve beraberliğini sağlamak için dikkatleri iç politikadan dışa yöneltmek istiyordu. Bu çerçevede Suriye bölgesi askerleri Bizans egemenliği altındaki Anadolu ve Ermenistan topraklarına; Irak bölgesinde hazırlanan askeri birlikler Horasan ve Hint topraklarına; Mısırda hazırlanan askeri birliklerde kuzeybatı Afrika ve Afrika’nın içlerine seferler düzenlemeye başlamışlardır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Emeviler Döneminde Anadolu ve Kafkaslara yapılan seferler Suriye üzerinde oluşturulan birlikler tarafından yapılmıştır. Bu çerçevede Anadolu üzerinde hâkimiyeti olan Bizans, zaman zaman haraca bağlanmış ve yenilgiye uğratılmıştır. Irak bölgesinde oluşturulan askeri birliklerde Horasan ve Sind bölgesinde fetihlerde bulunmuşlardır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Aslında bu iki bölgenin büyük kısmı Hz. Osman’ın ilk dönemlerinde fethedilmişti. Fakat daha sonraki iç çekişmeler bu bölgenin insanlarının Emevi Devletiyle olan anlaşmalarını bozmuş, bu bölgeler vergilerini ödemez olmuştur. Horasan ve Sind bölgesindeki insanların durumları Anadolu da yaşayanlardan farklıydı. Bu bölgede yeni fetihlerin yanında dahaçok antlaşmalarını iptal eden yerel idareleri yeniden itaat altına almak için mücadele etmek olmuştur.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Mısırda hazırlanan askeri birliklerden de Kuzey Afrika ve İspanya’nın fethinde yararlanılmıştır. Emevi yöneticileri için Kuzey Afrika hep önem arz etmiştir. Kuzey Afrika ve İspanyanın fethi için Tarık b. Ziyad ve Musa b. Musayr önemli rol oynamışlardır. İspanya da Müslümanlar Kartaca’ya kadar ilerlemiş buradan Fransa şehirlerinden Bordo’yu ele geçirip kuzeyde Puvatiye’ye yönelmişlerdi. Ne var ki bu sırada Kuzey Afrika da ki iç huzursuzluklar nedeniyle ordu Afrikaya çağrıldığından Müslümanların ilerlemesi, fetihlerin yapılması durmuş oldu.

EMEVÎLER’DE KÜLTÜR VE MEDENİYET
Ø Mudarîler ve Yemenîler olarak iki büyük kola ayrılan Araplar, belli merkezlerde bir arada yaşıyorlar, zaman zaman omuz omuza çarpışıyorlar, fakat zaman zaman da çeşitli siyâsî, sosyal, kabîlevî ve mahallî sebepler yüzünden birbiriyle mücadele ediyorlardı.
Ø Mevâlî: Mevâlî, toplumun önemli bir kesimini oluşturuyordu. Bunlar aslen kölelikten âzâd edilmiş kimselerdir. Fetihler sırasında esir alınıp, daha sonra efendileri tarafından serbest bırakılarak onların mevlâları statüsüne girmiş azatlılar (Mevâli’l-Itâka). Bunların sayısı azdı. 2. Fethedilen ülkelerin halkından esir veya köle olmadıkları halde, bir Arap ya da Arap kabilesinin himayesine girmiş gayr-ı Arap Müslümanlardı. (Mevâli’l-İslâm veya Mevâli’l-ahd).
Ø İslâmiyet’in ilkelerini yeterince algılayamamış ve Arap ırkçılığının etkisinde kalmış bazı çevrelerde Arapların yolda mevâlî ile aynı hizada yürümedikleri, törenlerde önlerine geçmelerine izin vermedikleri, aynı sofraya oturmadıkları, onların mesleklerine aşağılayıcı gözle baktıkları nakledilmektedir.
Ø Şuûbiyye hareketi. Emevîlerin Arapları üstün gören ve onlara ayrıcalıklı statü tanıyan politikası karşısında Arap olmayan Müslümanlar ve daha ziyade İran asıllı mevâlî arasında, bir tepki olarak Şuûbiyye hareketi gelişti. Kavramın aslı olan Şuûb kelimesi Kur’ân’da “Sizi, birbirinizi tanımanız için şuûb ve kabilelere ayırdık” (Hucurât 13) âyetinde geçmektedir. Muhtemelen bu kelime; Arap kabilelerini ifade eden “kabâil”in yanında “Arap olmayan milletler” anlamını ifade ediyordu.
Ø Şuubiye Hareketi; Abbâsîlerin; sivil ve askerî bürokraside çok sayıda mevâli Müslümanı istihdam etmesi ile meşrûiyet zeminini kısmen kaybetmiştir.
Ø Zimmîler. Sosyal tabakaların ikincisini teşkil eden zimmîler, İslâm devletinin gayri müslim tebaası olan Hıristiyan ve Yahudilerdir; küçük azınlıklar şeklinde kalan Sâbiîler, Mecûsîler de onlara dahil edilmiştir. Daha sonra Budist ve Hindular da bu çerçeve içine alınmıştır.
Ø Zimmîler Emevîler döneminde sakin bir hayat yaşamış ve gayri müslim olmaları yüzünden kayda değer bir baskıya mâruz kalmamışlardır; sonuçta da bu dönemde büyük bir kısmı Müslüman olmuştur.
Ø Emevîler genellikle beyaz rengi tercih etmekle beraber çok desenli pamuk, saf ipek ve "haz" denilen ipekli kumaşlar da giymişlerdir. Başlarına giydikleri kısa külah (kalensüve) üzerine umumiyetle sarık sarar, uçlarını yana bırakırlardı. Yüksek tabaka, iç çamaşırı yerini tutan izâr üzerine sırasıyla gömlek, cübbe ve bürde (kaftan) giyerdi.
Ø Şalvar (sirval) genellikle kadınlar tarafından giyilirken sonradan erkekler arasında da yayılmıştır. Omuzlara poşuya benzer bir pelerin (taylasan, ridâ, bürde) alınırdı. Ayaklara rahatlığı açısından umumiyetle bağcıklı sandal giyilmekle beraber mest ve üzerine giyilen tozluk veya bot da yaygındı.
Ø Hanımlar sokağa çıktıklarında bütün bedenlerini örten geniş bir car giyerlerdi. "Bornos" denilen başlıklı mantolar da hanımlar tarafından giyilirdi. Yemen, Kûfe ve İskenderiye'de imal edilen nakışlı alaca kumaşlar çok meşhurdu ve özellikle Süleyman b. Abdülmelik zamanında halkın çoğu bunları kullanıyordu.
Ø Muaviye b. Ebû Süfyân, hilafete tayinle gelmiş değildir. Keza Mervan b. Hakem, Yezid b. Velid ve Mervan b. Muhammed de hilâfeti vasiyetle değil, aynı aile içinde kuvvet kullanarak ele geçirmişlerdir. Bunların dışındaki Emevî halifeleri, kendilerinden öncekiler tarafından seçilmişlerdir. Abdülmelik b. Mervan'la birlikte yeni bir tayin şekli, yazı yoluyla veliahd tayin (ahd) usulü başladı.
Ø Hanedan mensupları arasında ortaya çıkan kin, düşmanlık ve çekişmeler vali ve ordu komutanları arasında da bölünmelere yol açtı. Bu durum, Emevî devletinin yıkılmasının sebeplerinden biri arasında yer almıştır.
Ø Devlet güçlerinin hepsi halifenin elinde toplandığından, bu dönemde vezirlik hukukî bir statüye kavuşmamıştır.
Ø Hilâfet Emevîlere geçince devlet işlerinin fazlalaşması sonucu kâtipliklerin sayısı artırıldı ve sınıflara ayrıldı. Bunlar mektup kâtipliği, haraç kâtipliği, ordu kâtipliği, emniyet kâtipliği ve mahkeme kâtipliği olmak üzere beş çeşitti. Kâtiplerin en nüfuzlusu mektup kâtibidir.
Ø Hâciblik. Hâcib, insanları halifenin huzuruna almakla görevli kimsedir. Bu görevli, halifenin kapısını bekler ve halkın içeriye izinsiz girmesine engel olurdu. Ancak üç kişi hâcibin iznine gerek duymadan halifeyi görebiliyorlardı. Bunlar müezzin, Berîd (Postacı) ve halifeye yemek getiren kimseydi.
Ø Valilerin görevi namaz kıldırmak, ordulara komutanlık etmek, haraç âmili bulunmadığı durumlarda haraç almak, gerektiğinde halk arasında anlaşmazlıklarda hüküm vermekti.
Ø Emevîler devrinde şehir valilerine âmil unvanı da verilirdi. Eyalet yöneticileri hanedana mensup idarecilere verilen "emîr" lakabıyla da anılırdı. Eyaletlerdeki haraç işleri için bazen doğrudan halife tarafından "haraç âmili" tayin edilirdi. Bu işi yürüten görevli, vali ile eşit seviyede kabul edilir, vali siyâsî işleri yürütürken o da mâlî işlere bakardı.
Ø Emevîler döneminde devlet şu eyaletlerden meydana geliyordu. Hicaz(Mekke, Medine ve Tâif çevresini içine alan bu eyâletin valisi Medine'de otururdu.), Irak (Bu eyalete, Irak-ı Arab ve Irak-ı Acem, Umman, Bahreyn. Kirman, Sicistan, Horasan, Kabil, Mâveraünnehir, Sind ve Pencab bölgesinin bazı kesimleri bağlı idi.), el-Cezîre(Ermeniye, Azerbaycan ve Anadolu'nun bazı kesimleri bu valiliğe bağlıydı), Mısır(Aşağı ve Yukarı Mısır bölgeleri birlikte olmak üzere Mısır valiliği müstakil bir eyaletti.), Suriye(Filistin, Ürdün, Şam, Hıms ve Kınnesrin olmak üzere beş alt birim halinde, valiler tarafından yönetiliyordu. ) ve İfrikiyye.(Bu eyalet Kuzey Afrika, Sicilya, Sardunya'yı içine alıyordu. Eyaletin merkezi Kayravan şehriydi.)
Ø Berîd (Posta). Emevîler döneminde haberleşme işlerine büyük önem verilmiştir. Müslüman devletler içinde düzenli postacılığı ilk defa Berîd ismi altında Muaviye b. Ebû Süfyan te'sis etmiştir. Haberleşme işini Dîvanü'l-Hâtem yürütmekteydi. Abdülmelik b. Mervan, Berîd teşkilâtında bazı düzenlemeler ve yenilikler yapmıştır. I. Velid yaptırdığı binaları süslemek için ihtiyaç duyulan mozaikleri Bizans'tan Berîd vasıtasıyla getirtmiştir.
Ø Şurta (Polis). Şurta, halifelerin veya valilerin emniyetinin sağlanması, suçluların yakalanması gibi görevlerde istihdam edilen kimseydi. Halkın durumunu tetkik etmesi ve asayişi temin için gece bekçiliği usulünü ilk olarak uygulayan Hz. Ömer'dir. Hz. Ali devrinde Şurta tanzim edilmiş; bu işleri yürüten başkana da Sâhibü'ş-Şurta denilmiştir.
Ø Hişam b. Abdülmelik tarafından kurulan el-Ahdâs teşkilatı görevini yürüten Sâhibü'l-Ahdâs; ordu komutanı ile Sâhibü'ş-Şurta'nın görevleri arasında (bugünkü jandarma gibi) orta bir görev olan askerî işleri yürütüyordu.
Ø Dîvanlar. Aslen Farsça olan Dîvan kelimesi, Sicil ve Defter manasına gelir. Dîvanın muhafaza edildiği yere de bu isim verilmiştir. İslâm dünyasında dîvanı ilk tertipleyen Hz. Ömer'dir.
Ø Dîvanü'l-Cünd (Askerî Dîvan): Biraz evvel değindiğimiz gibi bu, Hz. Ömer'in Dîvanının devamıdır. Her eyalette kendine özel bir Dîvanü'l-Cünd bulunduğu söylenir.
Ø Dîvanü'l-Harac (Haraç Dîvanı): Haraç işlerinin düzenlenmesini sağlardı. Abdülmelik b. Mervan dönemine kadar bu Dîvanın kayıtları Rumca ve Farsça tutuluyorken bu dönemden sonra Arapçaya çevrilmişitr.
Ø Divânü'r-Resâil (Mektuplar veya Yazışma Dîvanı) : Bu dîvanın başkanı, vilayetlere gön-derilen ve valilerden gelen mektuplarla ilgilenirdi. Her vilayette de valiye ait özel bir mektuplar Dîvanı vardı.
Ø Dîvanü'l-Hâtem (Damga veya Mühür Dîvanı): Bu dîvan devlet dîvanlarının en büyüğü idi. Muaviye bu dîvanı emir ve bildirilerini istinsah ettirmek için kurmuştur.
Ø Kıyafet Dîvanı: Resmî elbise ve savaşlarda kullanılan bayrak, sancak ve sair zamanlarda gerekli olan sembol şeyleri temin eden atölye veya tezgah işlerine bakan dîvandır.
Ø Dîvanül-Müsteğallât (Mahsûller veya değişik gelirler Dîvanı): Devlete gelir sağlayan arazi, bina v.b. akarların sağladığı çeşitli gelirlerle ilgilenen dîvandır.
Ø Emevî devletinin temelleri sağlamlaşıp istikrar kazanınca ve savaşmak için askere gitmek isteyenler azalınca Abdülmelik b. Mervan mecburî askerlik sistemini getirdi.
Ø II. Mervan zamanına kadar saf şeklinde olan ordu bu halife zamanında, eski bölümleme tarzı terkedilerek ordu "kurdûs" adı verilen daha küçük bölüklere ayrılmıştır.Ordu beş bölüm halinde düzenlenirdi. Bu beş bölüm sebebiyle ordunun tamamına "hâmis" adı verilmiştir.
Ø Ordunun bölümleri şunlardır: 1- Merkez Kuvvetleri: Bunlar başkomutanın idaresinde bulunurdu, 2- Sağ Kanat, 3- Sol kanat, 4- Öncü kuvvetler. Bunlar genellikle süvarilerden oluşurdu, 5- Ardcılar.
Ø Muaviye Rum teknisyenlere birçok gemi yaptırdı. Abdullah b. Kays'ı deniz savaşlarına komutan tayin etti. Mısır valisi Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh de, Akdeniz'de Herakleios'un oğlu Konstantin ile savaştı ve "Zâtu's-Sevâri" savaşında ona karşı zafer kazandı.
Ø Deniz araçları çeşitli idi. Hızlı hareket ve manevra kabiliyeti olan hafif ve küçük araçların (şevânî) yanında, düşman üzerine alevli petrol (neft) bombalan atmak için kullanılan büyük savaş gemileri de vardı. Gemilerin ön taraflarında "fes" vey "Ucam" denilen uzun ve sivri bir demir levha bulunurdu ki bu alet, düşman gemisini deler ve batırırdı. Bu silahla, kara savaşlarında surları delmek ve kaleleri yıkmak için kullanılan "Re'sü'1-Kebş (Koç başı) adlı silah arasında benzerlik bulunmaktadır.
Ø Eyaletlerde kadıların tayin ve azli valilerin elinde ve yetkisinde idi. Bununla birlikte halifelerin valilere kadı tayini hususunda direktif verdikleri de olurdu. Hz. Ömer zamanında Kûfe kadılığına tayin edilen ve Emevî halifelerinden Abdülmelik zamanına kadar 60 yıl bu görevde kalan Şüreyh, bu devrin en parlak simalarındandır.
Ø Emevîler devrinde hukuk alanında gerçekleştirilen en önemli yenilik, mahkeme ka-rarlarının tescil edilmeye başlanmasıdır. Bu husus Muaviye b. Ebû Süfyân zamanında gerçekleşmiştir. Mısır kadısı Süleym b. Itr, mirasla ilgili bir davayı yazarak taraflara bildirmişitir.
Ø Basra kadılarından Bilal b. Ebî Bürde adlî işlerin yanı sıra emniyet ve dinî işlerin yürütülmesinden de sorumlu tutulmuştu. Mısır ve Şam'da görevli bazı kadılar da camilerde resmen vaiz olarak görev yapıyorlardı. Bu devirde kadıların ba-zıları vakıf işlerini yürütmekle de görevlendiriliyordu. Bazı kadılar haraç ve diğer vergileri toplamakla, bazıları da yetim mallarını korumakla da görevlendirilmişti.
Ø Emevî halifeleri halkın şikayetlerini dinlemek ve şikayetlerin içyüzünü tetkik etmek için muayyen günler tahsis etmişlerdir. Bu uygulamayı ilk olarak Abdülmelik b. Mervan başlatmıştır. Mezalim mahkemesi, halife, vali veya onlara vekâlet eden bir kimsenin baş-kanlığında görev yapardı.
Ø Mezalim mahkemesi duruşmaları esnasında 5 grup insanın bulunması gerekirdi. 1- Suçu sabit olduğu takdirde kaçmak isteyenleri yakalamak için bekleyen muhafızlar ve yardımcıları, 2- Mahkeme reisine yardımcı olan kadılar ve hâkimler, 3- Şer'i meselelerde mahkemeye yardımcı olmak için orada bulunan fakîhler, 4- Taraflar esnasında cereyan eden konuşmaları kayda geçirmek için bulunan kâ-tipler, 5- Şahitler.
Ø Emevîler devrinde devletin gelirleri Hulefa-yi Râşidîn dönemindeki gelirlerin aynısı idi. Bunlar da Haraç, Cizye, Öşür, Zekat ve Ganimet olmak üzere beş çeşit olarak özetlenebilir.
Ø Ömer b. Abdülaziz hilafete geçince, ister Arap ister mevalî olsun İslâm’ı kabul ettikten sonra Müslûmanların artık haraç vergisi ödeyemeyecekleri prensibini getirdi. Bu uygulama daha önce Hz. Ömer tarafından gerçekleştirilmişti.
Ø Ömer b. Abdülaziz hilâfete geçer geçmez Ümeyye ailesinin ellerindeki ikta' arazilerini onlardan aldı ve devlete iade etti. İade ettiği bu mallar arasında bahsi geçen Fedek arazisi de vardı. Halbuki bu arazi, miras yoluyla kendisine ve kardeşlerine intikal etmişti.
Ø Muaviye b. Ebû Süfyân ölü arazileri ihya ederek tarım arazilerini genişletti. Halktan bazı kimseler de onun yaptığı gibi hareket ettiler. Muaviye'nin, Irak valisi su baskınlarını önlemek için Batâih bölgesinde setler inşa etti. Ağaçları kestirerek ölü araziden ve bataklıktan tarım arazileri meydana getirdi. Irak'ta, vali Halid b. Abdullah el-Kasri tarıma çok önem verdi. Nehirler kazdırdı, üzerlerine geçici köprüler yaptırdı.
Ø Haccac, Kûfe ile Basra arasında bulunan ve daha önce verimsiz olan arazi üzerine Vâsıt şehrini kurdu ve burayı eyaletin idarî merkezi ve valinin ikamet mahalli yaptı. Etraftaki araziyi ıslah ederek halkın yaşamasına elverişli hale getirdi.
Ø Hz. Ömer zamanında "Kisrevî" denilen Sâsânî sikkeleri değiştirilmemiş, ancak İslâm dünyası hudutlan içinde bulunan bazı emir ve valiler, ufak tefek değişiklikler ve ilaveler yapmak suretiyle sikkeler kestirmişlerdi.
Ø Muaviye'nin hilâfetinde 51/671 yılından itibaren, kullanılmakta olan Sâsânî tarzındaki sikkeler üzerinde birtakım değişiklikler yapıldı. "Husrev" adını çıkartıp yerine Pehlevî yazısıyla kendi isimlerini kazdırdılar. Muaviye, bastırdığı dinarların üzerine kılıç kuşanmış tasvirini koydurttu.
Ø Abdülmelik b. Mervan'ın hilafeti döneminde Şam'da altın dinar ve gümüş dirhem ilk olarak sırf Arapça ibareler kullanılarak basıldı; ağırlık ve ölçeklerde değişiklik yapıldı. Irak valisi Haccac da Kûfe'de gümüş para bastırdı.
Ø Çöl sadece şehzadelerin değil, aynı zamanda büyük bilginlerin de ilim tahsil ettiği bir yerdi. Meşhur dil bilgini Halil b. Ahmed ile Beşşâr b. Bürd de çölde uzun müddet kalmışlar, fasîh Arapça ve hatasız şiiri buradan öğrenmişlerdir.
Ø Bir "sıbyân muallimi" olan Haccac b. Yûsuf es-Sakafî (95/714) ilk zamanlarda Abdülmelik b. Mervan'in veziri durumundaki Süleyman b. Nâim'in çocuklarının öğretmenliğini yapmıştır. Haccac'dan 10 yıl sonra vefat eden Ebül-Kâsım el-Belhî'nin (105/723) bir mektebi vardı ve orada 3000 öğrenci öğrenim görüyordu.
Ø Kûfe'de Dahhâk b. Mûzâhim (105/723) adında biri bir okul (küttâb) açmış ve buradaki öğretim için bir ücret talep etmiştir.
Ø Mekke ve Medine şehirlerinin dinî ilimlerin yanında Mûsıkî ve Şiir sanatının birer merkezi olmasına karşın, Irak'ın Basra ve Kûfe şehirleri Nahiv ve Lügat merkezleri olmuşlardır.
Ø Arap yarımadasında gelişen aşk şiiri ekolünün en büyük temsilcisi Ömer b. Rebîa (ö. Yk. 101/719)'dır. Bu şahıs, dine karşı saygısız davranışları olan bir Kureyş'li idi. Karşı cinse duyduğu hislerini zarif ifadeler taşıyan dili sayesinde şiirleriyle ölümsüzleştirmiştir.
Ø Uzre kabilesine mensub Cemîl (ö. 82/701), mısralarını gönlündeki sevgilisi aynı kabileden Büseyne'ye hitaben yazmıştır. O bu mısraları, o devirde benzeri bulunmayan bir şekilde ifade etmiştir. Asıl ismi Kays b. Mülevvah olan yarı efsanevî Mecnun-Leyla yukarıda adı geçen Cemîl gibi, aşk şiiri tarzını temsil eden büyük bir şairdir.
Ø Siyâsî şiirler de Emevîlerin himayesinde gelişmiştir. Buna ilk vesile olan kimse, kendiside bir şair olan Yezid b. Muaviye'dir. O, halifeliğe seçilmesini anmak ve hatırlatmak için Miskîn ed-Dârimî'den bir güfte yazmasını ve onu halkın önünde şarkı olarak okuması istedi. Yine bu devirde ilk olarak İslâm öncesi Cahiliye şiirinin derlenmesine ve toplanmasına teşebbüs edilmiş ve bu teşebbüs Hammâd er-Râviye tarafındangerçekleştirilmiştir. Hammâd’ın büyüklüğü, "Muallakat" adı verilen meşhur şiirleri toplamış olmasından kaynaklanmaktadır.
Ø Emevîler devrinde eyaletlerde gelişen şiir ekolünün başında Ferezdak ve Cerîr gelmektedir. Şam'da ise bir Hıristiyan olan Ahtal en başta gelen şairlerdendi. Bu sonuncusu, Emevîlerin en büyük şairi ve müdafaacısıydı. Ahtal, en güzel ipek elbiseler giyinmiş, üzerinde altın bir zincirle omuzlarından asılmış bir haç olduğu halde halifenin huzuruna girerdi. Ferezdak, halife Abdülmelik, oğulları Velid, Süleyman ve Yezid'in gözde şairi idi. Cerîr ise o çağın en büyük hiciv ustasıydı ve aynı zamanda Haccac’ın saray şairi idi.
Ø Emevî halifelerinin katipliğini yapmış olan Abdülhamid el-Kâtib (ö. 132/750) nazik ve kibar cümleler ihtiva eden, uzun ve süslü yazışma üslubunu getirmiştir. İran’dan etkilendiği söylenen Abdülhamid’in bu tesirli yazı tarzı gelecek nesil edibleri için bir model teşkil etmiştir.
Ø Tarih alanında Cahiliye ve İslâm devirlerinde yaşamış olan Abîd b. Şerye (veya Ubeyd b. Şerye), Kitâbun fî Ahbâri'l-Yemen ve Eş'ârihâ ve Ensâbihâ adlı bir eser ile Kitâbu'l-Emsâl adlı eserini yazmıştır. Cahiliye tarihi ve Neseble ilgili eserleriyle meşhur olan Hişâm b. Muhammed el-Kelbî (ö. 204/819), başarısını ve ilmini, Emevîler devrinde ve Abbasîlerin ilk dönemlerinde yaşamış, kendisini dil ve tarih tetkiklerine adamış, Kûfe'de tarih ve tefsir dersleri vermiş olan babası Muhammed b. Sâib el-Kelbî'ye (ö.146/763) borçludur.
Ø Emevîler devrinde genel tarih ve müslümanlar arasında meydana gelen ilk devir olayları üzerinde çalışan tarihçiler yetişti. Bu sahalarda çalışma yapanlar Vehb b. Münebbih (ö. yk. 110/732) Câbir el-Cu'fi (ö. yk. 128/746), Avâne b. Hakem (ö. yk. 147-764), Ebû Mihnef (ö. 157/774) ve Siyer-Meğazî'nin yanında, aynı zamanda bir genel tarih müellifi olan Muhammed b. İshak (150/767) bulunmaktadır.
Ø Tefsir ekollerinin en önemlileri Mekke, Medine ve Irak'ta bulunanlardır. Mekke ekolünün başında Abdullah b. Abbas vardır. Medine ekolünün başında Übey b. Ka'b'ın bulunduğunu söyleyebiliriz. Irak ekolünün başında Abdullah b. Mes'ud gelmektedir. Tefsire İsrâiliyat daha ziyade Abdullah b. Selâm (ö. 43/663), Ka'bul-Ahbâr (ö. 32/652) ve Vehb b. Münebbih (ö. 110/728) vasıtasıyla dahil olmuştur.
Ø Müslümanlar sahih hadisleri uydurma olanlarından ayırdedebilmek için bir hadis veya haberi, söyleyene nisbet etmek demek olan İsnad sistemini geliştirdiler. Hicrî birinci asrın sonlarına doğru artık iyice yerleşen isnad sistemi, sadece hadislerde değil, öteki haberlerde de kullanılmaya başlamıştır.
Ø Hz. Peygamber'in hayatında, onun hadislerini yazarak sahife adı verilen küçük kitaplar meydana getirmişlerdi. Sahabe devrinde de bu tür kitapçıklar yazılmıştı. Abdullah b. Amr b. As'ın Sâdıka adını verdiği hadis kitapçığı ile Hemmâm b. Münebbih (ö. 110/728)'in Ebû Hureyre'den yazdığı ve Sahih diye isimlendirdiği kitapçık bunların en meşhurlarındandır.
Ø Hadisleri sistemli bir şekilde toplama faaliyetinin Emevîler devrinde, hicri I. asrın son-lanyla II. asrın başlarında ve Tâbiûn devrinin sonlarına doğru başladığı anlaşılmaktadır. Hadisleri ilk toplayan kimsenin de büyük muhaddis Zührî (hayatı: 50-124/670-742) olduğu bilinmektedir. Emevî halifeleri de hadislerin toplanması konusunda büyük gayret sarfetmişlerdir.
Ø Ömer b. Abdülaziz, Medine valisi Ebû Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm’a ve Zührî'ye resmî olarak, hadislerin toplanması hususunda emir vermiştir. Aynı şekilde Hişam b. Abdülmelik de Zührî'yi teşvik etmiştir.
Ø Mekhûl (112/734), ilim tahsili için Mısır ve Suriye'yi dolaşmış, Medine'de bir müddet ikâmet etmiş ve sünnet hakkında bir kitap yazmıştır.
Ø Fıkıh, Emevîler döneminde nazari bir üslup kazanmıştır. Halbuki Dört halife döneminde fıkıh, yönetim, sosyal ve günlük hayatla yakından alakalı idi ve pratik bir karakter arz ediyordu. Emevîler döneminde sosyal hayatın yaşanan sünnet olma niteliği azalmış ve nazarî fıkıh gelişmiştir. Bu dönemde herhangi bir olayın meydana gelmesini beklemeden hazır ve nazarî fikıh hükümleri üretilmeye başlanmıştır.
Ø Fıkıh Ekolleri; Saîd b. Müseyyeb'in imamı olduğu Hicaz ve İbrahim en-Nehaî'nin imamı bulunduğu Irak şeklinde iki ekole ayrılmaya başladılar. Irak fakîhleri, hakkında nas bulunmayan konularda re'y içtihadına, Hicaz fakîhleri Medine halkının örfüne, burada yaşanan İslâm'a ayrı bir değer ve önem vermiştir.
Ø İlk asırdaki İslam tabiplerinin başında İran'da eğitim görmüş Taifli Haris b. Kelede vardır. Haris, ilmî olarak tıp tahsil etmiş yarımadadaki ilk tabiptir ve "Arabistanlıların doktoru" unvanıyla meşhur olmuştur.
Ø Muaviye b. Ebû Süfyan'ın Hıristiyan doktoru İbn Asal ile Haccac'ın Grek asıllı doktoru Teyâzûk bunların en ünlüleri arasındadır. Mervan b. Hakem’in hilafetinin ilk günlerinde şöhrete ulaşan İran asıllı Basralı bir Yahudi Mâsarceveyh, bir Süryanice tıp eserini Arapçaya tercüme etmiştir. Bu eser alanında ilk olma özelliği taşır.
Ø Halife I. Velid, cüzzam hastalarını ilk olarak tecrid edip sağlıklı kimselerden ayırarak toplayan ve onların tedavileri için özel usuller uygulayan kimsedir. İlk hastaneyi de bu halife, Şam'da 88/706 yılında inşâ ettirmiştir.
Ø Halife Yezid b. Muaviye'nin oğlu Hâlid, muhtemelen Müslümanlar arasında ilk defa Kimya tahsili yapan kimsedir. Halid, o sırada İskenderiye'de yetişen, kimya ilminin devrine göre uzmanlarından sayılan "Meryanus" adında bir Rum rahibi yanına çağırarak bu rahipten tıp ve kimya tahsil etmiş ve bu ilmin Arapçaya naklini emretmiştir.
Ø Cafer es-Sâdık (81-148/700-765)'ın da kimya ve Astroloji ile uğraştığı söylenmektedir. Ortaçağ kimya ilminin en büyük isimlerinden olan Câbir b. Hayyân (103-160/721-776)'ın, yukarıda adı geçen Hâlid'in ve Ca'fer es-Sâdık'ın öğrencisi olduğu kaynaklarda nakledilmektedir.
Ø Hz. Osman’ın halifeliğinde, Suriye valisi Muâviye b. Ebû Süfyân, Menbic mıntıkası üzerinde yaz seferleri için Bizans arazilerine doğru harekete geçen orduların nehri rahat geçmelerini temin maksadıyla bir köprü yaptırmıştı.
Ø Yezîd b. Maviye (hd. 60-64/ 680-684)’nin halifeliğinde bir nehir kazdırılmak suretiyle yüksek bölgelerdeki arazilere su ulaştırılmıştır. Suyun ulaştırılması ile ziraate elverişli araziler genişletilmiş ve buralarda yeni köyler oluşturulmuştur. Yezîd’in kazdırdığı bu nehir bugün bile Nehr-i Yezîd diye anılmaktadır. Tarımsal faaliyetlerde bulunup su kanalları açtırması nedeniyle, Halife Yezîd b. Muaviye’ye “Mühendis” lakabı verilmiştir.
Ø Ayrıca suyun evlerde kullanımı kendisini mimari sanatlarda da göstermiştir. Dımeşk şehrinde havuzlar ve fıskiyeler inşa edilmiştir. Hişâm b. Abdülmelik’in halifeliğinde yaptırılan Hırbetü’l-Mefcer sarayında da bir havuz yer almaktaydı.
Ø Müslümanların fethinden önce Bizanslı idarecilerin oturduğu Dımeşk şehri, buranın Müslümanlar tarafından fethinden sonra, önce eyalet merkezi; Muaviye b. Ebû Süfyân'ın halife olmasından itibaren de Emevî Devleti’nin başşehri oldu.
Ø İnşaat meraklısı olan I. Velid hilafeti döneminde ŞAM şehrinde geniş çaplı bir imar faaliyetine girişmiştir. Bu halifenin mîmârîye hizmeti halk arasında darb-ı mesel haline gelmiştir.
Ø Emevîler zamanında kurulan önemli bir şehir Kayrevan’dır. Bu şehri Muaviye b. Ebû Süfyan’ın halifeliğinde Ifrîkiyye valisi Ukbe b. Nâfi’ kurmuştur.Şehrin kuruluş amacı, bölgede yaşayan halkı kontrol etmek ve gerçekleştirilecek fetihlerin kalıcılığını sağlamak için ordunun bir hareket ve ikmal üssü tesis etmekti. Şehrin kurulmasına 50/670 yılında başlanmıştır.
Ø Emevîler döneminde kurulan önemli şehirlerden birisi Vâsıt’tır. Şehir, Abdülmelik b. Mervân’ın Irâk valisi Haccac b. Yûsuf es-Sakafî tarafından kurulmuştur. Haccac bu şehri Kûfe ve Basra şehirleri arasında inşa etmekle bu iki şehri daha rahat kontrol altında tutmayı hedeflemiştir.
Ø Cami içinde, halifenin namaz kılması için etrafı çevrili, asıl cemaatten ayrılmış muhafazalı bir yer (maksure) yapılması da Muaviye zamanında gerçekleşmiştir. Minare de cami mîmârîsine Emevîler tarafından katılmıştır. Bu sebeple Suriye, mi-narenin doğduğu bölge olarak kabul edilir.
Ø Abdülmelik tarafından Kudüs'te 66/685 yılında başlanan ve 72/69l'de tamamlanan Kubbetü’s-Sahra, İslâm sanatının ilk anıtsal yapısıdır. Abdülmelik Kubbetü’s-Sahra’yı, içinde Hıristiyan inancına göre Hz. İsa'nın geçici kabrinin bulunduğu mukaddes kiliseyi gölgede bırakmak ve Kudüs'ü önemli bir ziyaret mahalli haline getirmek maksadıyla inşa ettirmiştir.
Ø Mescid-i Aksa caminin inşaatında, İran hükümdarı II. Husrev'in tahrib etmesine kadar ayakta duran, Justinyen tarafından inşa edilmiş, Meryem Ana kilisesinin harabelerinden çıkan malzeme kullanmıştır. Cami de bu kilisenin yerine inşa edilmiş; 83/702 yılında Abdülmelik tarafından tamamlanmıştır.
Ø "Jüpiter mabedi" olarak yapılmış sonradan harabeye dönen yapı kiliseye çevrildikten sonra bir müddet içersinde Halife I. Velid tarafından tamamen yıktırılıp yerine hem Medine Camii’nin planına ve ham de mihveri değiştirilen kilisenin planına ve sahınların düzenine uygun düşen Ümeyye Camii yapılmıştır. Kuzeydeki minare I. Velid tarafından yaptırılmış; Suriye, Kuzey Afrika ve İspanya'da inşâ olunan minareler için bir örnek teşkil etmiştir. Bu minare, İslâm'da en eski minare mîmârîsinin örneğidir. İslâm tarihinde ilk yarım daire şeklindeki mihrab yapısını biz bu camide görmekteyiz. Atnalı ve çift katlı kemerler de burada görülmektedir. Asma dalı şeklindeki süslemeleri Kayravan Camii’ne örnek teşkil etmiştir.
Ø Kalabalık bir cemaati içine alabilecek olan büyük şehir camileri, her zaman için bir ibadet yeri olmalarının yanında umûmî meclis salonu, siyasî işlerin ve eğitim faaliyetlerinin yürütüldüğü birer mekân olarak da kullanılmıştır.
Ø Muaviye b. Ebû Süfyân ve Abdülmelik b. Mervan hariç, Emevî halifelerinin hemen hepsi Şam dışında oturmuşlardır.
Ø Kusayru Amra, Lût Gölü'nün kuzey ucunun tam doğusunda, çölde bulunan, hamamı olan küçük bir Emevî sarayıdır. Geniş bir duvarla çevrilidir. Duvarın içinde odalar, mahzenler ve ahırlar vardır. Bu saray, kuvvetli ihtimalle I. Velid zamanında. 711-715 yıllan arasında yaptırılmıştır. Kusayru Amra'nin esas özelliği salonları süsleyen duvar resimleridir. Sarayın büyük salonunun batı duvarını süsleyen resimler, Emevîler tarafından mağlub edilen İslâm düşmanları, Bizans İmparatoru, Vizigot kralı, Sâsânî imparatoru, Habeş Necâşîsi gibi hükümdarların resimleridir.
Ø Kasrü’l-Müşettâ sarayı Emevî halifesi II. Velid'in yaptırdığı söylenir. Ön cephede yer alan kabartma tezyinat, 40 m. uzunlukta ve 5 m. yükseklikte olup taş ve mermer kullanılarak yapılmıştır. Başka bir yerde benzeri bulunmayan bu frizde İran, Mezopotamya ve Helenistik etkilerin bir karışımı ve İslâm ruhunun değişik bir tezahürü ortaya konmuştur.
Ø Hişam b. Abdülmelik tarafından yaptırılan ve Emevîler döneminde bir tür av ve sayfiye sarayı olarak kullanılan Kasrü’l-hayri’l-garbî ve Kasrü’l-hayri’ş-şarkî önemlidir. 109/727 yılında yaptırılan birincisi Tedmür şehrinin güneybatısında, 110/728 yılında yaptırılan ikincisi de aynı şehrin kuzeydoğusunda çöl içinde inşa edilmiştir. Bu iki saray, mimarî teşkilatları ve mimarî teknikleri bakımından olduğu kadar tezyinatlarıyla da Sasanî etkisi ile Bizans etkisinin bir araya getirilip yeni bir mimarî anlayış teşkil edildiğini göstermeleri ve saray mimarisinin bilinen en erken örnekleri olmaları bakımından büyük öneme sahiptir.
ABBASÎLER DÖNEMİ
· Emevîler’i yıkmaya yönelik 100/718-19 yılı dolaylarında Hz. Muhammed’in(s.a.v) amcası Abbas b. Abdülmuttalib (ö.32/652) ’in torunlarından Muhammed b. Ali’nin liderliğinde gizlice başlatılan ihtilâl teşebbüsü hedefine ulaşmış ve böylece Emevîler’in saltanatına son verilerek yerine Abbasîler iktidara taşınmıştı.
· Bu ihtilalin sebeblerini şöyle sıralayabiliriz. 1. Mevali Arap ikilemi arasında kalmış bir halk. 2. Bazı kabileler arasında gerçekleşen sürekli gerginlik durumu. 3.Bazı emevi halifelerinin eğlence ve sefahat düşkünlüğü 4. Arap Milliyetçiliği
· Abbasi İhtilâlin karar merkezi ,Muhammed b. Ali ve ailesinin oturduğu yer olan Suriye bölgesinde, Şam yakınlarındaki Humeyme idi. Propaganda merkezi olarak ise Horasan seçilmişti.
· Ebu’l-Abbas, Kûfe Ulu Camii’de Cuma namazı için toplanan kalabalık bir halk kitlesi karşısında devlet başkanı olarak ilk konuşmasını yaptı ve beyat aldı (14 Rebiülevvel 132/31 Ekim 749).
· Ebu’l-Abbas böylece ihtilâlin oluşum sürecinde hem Ali hem de Abbasoğulları’nı içerecek şekilde kullanılan “ Muhammed ailesinden razı olunacak kişi” nin sadece Abbasoğulları olduğunun altını çizmiş ve de Ehl-i Beyt’i “Abbasoğulları” ile sınırlandırmış, konuşmasını kendisini “Seffâh” yani “çok kan akıtan, helak edici, intikam alıcı” olarak (Taberî, cilt.7, ss.425-26; İbnü’l-Esîr,1982, cilt.5, ss. 411-13) nitelendirerek bitirmişti.
· Seffâh’ın ardından amcası Davud b. Ali de bir konuşma yaptı. konuşmasını hilafetin sonsuza dek kendilerinde kalacağını ifade eden bir sözle bitirmişti. (Taberî, cilt.7,ss.426-428; İbnü’l-Esîr,1982,cilt.5,ss.413-415)
· Abbasîler’in “Muhammed ailesi”ni kendilerine özgü kılmaları ve kendileriyle sınırlamaları sonucunda, iktidara geldikten sonra devletin idarî yapılanmasında Alioğulları’na görev vermemişlerdir. Bunun üzerine Alioğulları’ndan en-Nefsu’z-Zekiyye lakabıyla anılan Muhammed b. Abdullah (ö.145/762) Abbasi hilafetine karşı isyan etmiştir.
· Abbasîler’in iktidara gelir gelmez yaptıkları ilk icraat devletlerinin merkezini Suriye’den Irak’a nakletmek oldu. Çünkü Suriye, Emevîler’in başkenti Şam’ın ve Emevî yandaşlarınının yoğun olduğu bir bölge idi. İlk halife Seffâh, hükümet merkezi olarak Fırat’ın doğu yakasında yer alan küçük Haşimiye şehrini seçti. 145/762 yılında inşası başlatılan Bağdat şehri bütün yolların kesişim noktası olması sebebiyle dört yıl gibi bir sürede inşası tamamlanarak Halife Mansur tarafından başkent yapıldı.
· Seffâh kurmuş oldukları devleti güçlendirmek, otoriteyi kontrolünde bulundurmak ve iktidarını sağlam temellere oturmak için ağırlıklı olarak kendi ailesinden kişileri yönetime getirdi. Kardeşi Ebû Ca’fer’i Cezîre, Azerbaycan ve Ermeniye’ye, amcası Davud b. Ali’yi Kûfe’ye vali yaptı, ancak daha sonra yeğeni İsa b. Mûsa Kûfe valiliğine getirildi ve Davud b. Ali; Mekke ve Medine’ye tayinedildi. Amcası Süleyman b. Ali’yi Basra, Bahreyn ve Umman bölgelerine, kardeşi Yahya b. Muhammed’i Musul’a vali yaptı.
· Mansûr’dan sonra iktidara gelen oğlu Muhammed el-Mehdî ise siyasal erklerini güçlendirme adına önemli bir karar verdi. Mehdî, Mansûr’un Alioğulları’ına karşı yürüttüğü sert politikayı tamamen değiştirerek onları kazanmayı hedefledi. Bunun için de hilafetinin daha başlangıcında onlarla anlaşmayakarar vererek babasının hapsettirdiği Alioğulları ve taraftarlarını, politik mahkumlar için ilan ettiği affa dahil etti.
· İlk Abbasî halifeleri dönemindeİranlı olup yönetimde yer verilen en etkin aile Bermekîler’dir. Zikredilen ailenin atası olan Bermek’in, Belh civarında Nevbahar Budist Tapınağı’nın rahibi olduğu rivayet edilir.
· Abbasîler’in hilafete gelmelerinden sonra Halid b. Bermek, halife Seffâh ile iyi ilişkiler içerisinde olmuş, Halife onu Divânü’l-harâc (Haraç Dairesi) ve Divânü’l-cünd (Ordu Dairesi)’ün başına getirmiştir.
· Halid b. Bermek’in oğlu Yahya Hârûnürreşîd halife olunca çok geniş yetkilerle vezir tayin edildi. Yahya b. Halid, on yedi yıl kadar vezirlik görevini yürütmüştü, dolayısıyla idarede son derece yetkindi. Yahya b. Halid’in vezirlik yaptığı bu dönem, Abbasî hilafetinin en parlak devri olarak kabul edilir.
· Harun Reşid’in oğulları Emin ve Memun hilafet mücadelesinde 24 Muharrem 198/24 Eylül 813’de Me’mûn’un komutanı Tahir b. Hüseyin, Emîn’in kesik başını, hilâfet hırkası, kılıç ve asası ile birlikte Me’mûn’a gönderdi.
· İki kardeş Emin ve Memun arasındaki iktidar mücadelesi böyle kötü bir sonla bitmişti. Onları birbirine düşüren, iç savaşa yol açan, Bağdat’ı harap hale getiren bu olayların arkasındaki asıl sebebin, Arap ve İran unsurları arasındaki mücadele olduğuna inanılır.
· Me’mûn, imparatorluğun her tarafında varlığı tanındıktan sonra Merv’de, Şiîlik’le yakın bağlar içeren tarihî bir karar verdi. Bu karar, Alioğulları’ndan Ali b. Mûsa’yı 201/817 yılında kendisinden sonra hilâfete gelmek üzere veliaht tayin etmesiydi. Böylece Me’mûn ilk defa, hanedan dışından birini veliaht tayin etmek suretiyle Abbasî devlet geleneğini bozmuş oluyordu.
· Memun Abbasîler’in sembolü olan siyah rengi terk edip, Alioğulları’nın sembolü olan yeşili benimsedi ve bunu imparatorluğun her tarafına yazılı olarak bildirdi. 201/817 yılında Ali b. Mûsa’yı veliaht tayin ederek onu, “er-rızâ min âl-i Muhammed” (Muhammed ailesinden razı olunan kişi) diye isimlendirdi.
· Hıdaş, Abbasî davetine katılmış ve üst düzeyde görev üstlenmiş birisiydi. Keza, Merv’de bir süre ihtilâl propagandası yapmış, daha sonra Kitap ve Sünnet’e aykırı bulunan fikirlerinden dolayı dışlanmıştı. Hıdaş olayı Kuran ve Sünnet’in temel esaslarının dışına çıkan kişilerin reddedildiğinin bir göstergesidir.
· İhtilal sürecinde belirlenen din politikası Ebu’l-Abbas es-Seffâh, Ebû Ca’fer el-Mansûr, Muhammed el-Mehdî, Mûsa el-Hâdi (169-170/785-786) ve Hârûnürreşîd tarafından sürdürülmüştür. O dönemde Sünniliğin temsilcileri olan ve Ehl-i Hâdis olarak da bilinen bilginleri koruyan bir tavır içinde olunmuştur.
· Buna mukabil halife Me’mûn, Sünni anlayıştan radikal bir kararla Mu’tezile’ye dönüş yaptı. O, hilâfetinin on dördüncü yılında Mu’tezilîliği resmen mezhep haline getirdi. Me’mûn aynı zamanda Hz. Ali’nin diğer sahabilerden daha efdal (daha üstün, faziletli) olduğu görüşünü de kabul edilmesi gereken bir fikir olarak ileri sürdü.
· Halife Memun Mihne olayında Kuran-ı Kerim’in mahluk olmadığını söyleyen alimlerle mücadele etmiş ve onları şiddetle cezalandırmıştır.
· Abbasîler zındıklarla mücadeleyi, kendi din anlayışlarının bir gereği olarak görüyorlardı. Zındık, İslâm toplumu içinde ortaya çıkan, Sasanî döneminde düalist(ikici) bir inanç sistemi geliştiren ve yayan Zerdüşt ve Mani’ye meyleden kişilere verilen isimdi. Zendeka da bu tür görüşlerin temsil edildiği inanç ve fikirlerin adı idi. Zendeka, zaman içerisinde her türlü heretik düşünceyi kapsayan bir kavram haline dönüştü. Zındık, giderek İslâmî görünüşleri altında gizli bir takım sapık inançlar taşıdığına inanılan kişilere verilen ada dönüştü.
· Halife Mehdî, “Divânu’z-zenadıka” (Zındıklar Dairesi) adlı bir kurum kurmuş ve bu kurumun başına bir yönetici tayin etmiştir. Divânu’z-zenadıka’nın görevi, zındıkların tespit edilmesi, kovuşturulması ve faaliyetlerinin engellenmesine çalışmaktı.
· Zımmî olarak kabul edilen Yahudi, Hıristiyan, Mecusî (Zerdüştî), Budist, Hindu ve Sabiî’lere yönelik muamele ise genel olarak daha önce hukukî çerçevesi tespit edilen gelenek üzerine yürüdü. Yani zımmîler, devlete cizye verme karşılığında koruma altına alınıyor, dinî inançlarının gereğini serbestçe yerine getirip, mülkiyet edinebiliyordu.
· Hârûnürreşîd ‘in 191/806 yılında sınır bölgelerindeki kiliselerin yıkılmasını ve zımmîlerin Darü’s-selâm(Kudûs) şehrinde, onları Müslümanlardan ayırt eden kıyafet giymelerini ve (attan) başka binitlere binmelerini emrettiği rivayet edilir. (Taberî, cilt.8, s.324) )
· Abbasî yönetimi daha başlangıçtan itibaren politikalarını onaylamayan kişi ve grupların etkin muhalefeti ile karşı karşıya kaldı. İlk muhalefet Emeviler’e karşı yürüttükleri yok etme politikası karşısında Suriye ve Cezire’deki Araplar’dan geldi. Horasan yöresinde de devlete karşı oluşan ciddi bir muhalefetin varlığı bu dönemde dikkat çeker. Sunbaz, İshak et-Türkî, Üstazsis, Mukanna, Bâbek’in başkaldırıları ve Alioğulları’nın başlattığı iktidar mücadelesi zaman zaman devleti zor durumda bırakmıştı.
· Abbasî yönetimi başlangıçtan itibaren politikalarını onaylamayan kişi ve grupların etkin muhalefeti ile karşı karşıya kaldı. Ebû Müslim’in öldürülmesi ise Horasanlılar arasında muhalefetin şiddetini artıran bir faktör haline geldi. Onu çok seven, efsanevi bir kimliğe büründüren taraftarları isyan hareketini başlattı.
· İlk başkaldırı Sunbaz’dan geldi. Sunbaz’ın Neysabur’un köylerinden, dihkan sınıfından bir Mecusî olduğu rivayet edilir. İsyan hareketini Ebû Müslim’in ölümünden iki ay sonra başlatan Sunbaz’ın başkaldırı nedenleri arasında Ebû Müslim’in intikamını almanın yanı sıra eski İran dinlerini yeniden canlandırma, Arapları ülkelerinden kovma ve de Kabe’yi yağmalama hedefinin var olduğu söylenir.
· İshak et-Türkî’nin Mâverâünnehir bölgesinde 137/755 yılının son aylarında başlattığı isyandır. İsyan Abbasî kuvvetlerince 140/757 yılının başlarında bastırıldı ve İshak öldürüldü.
· Araplara karşı protesto niteliğinde Horasan’ın bir şehri olan Bazegis’de bir yerel dihkan olduğu sanılan Üstazsis tarafından gerçekleştirildi. (150/767)Üstazsis yakalanarak Bağdat’a gönderildi ve 151/768 yılında öldürüldü.
· Halife Mansûr’un bizzat yaşamını da tehdit eden birhareket mezhepler tarihçileri tarafından “ğulat” (aşırı) mezheplerden biri olarak kabul edilen Ravendiye’den geldi. Ravendiye mezhebi mensupları ruhların göçüne inanıyor ve Halife’ye tanrısal güç atfediyorlardı. Bunlar 141/758 yılında grup halinde başkent Haşimiye’ye geldi. Halife’yi “Tanrı” ilan eden bu grup, Mansûr’un büyük bir tepkisi ile karşılaştı ve de halife 600 kişilik gruptan 200 kadarını hapsetti.
· Dönemin dikkat çeken bir diğer ayaklanması ise Mehdî döneminde meydana gelir. Belh’li olup Mukanna(Peçeli Adam) diye bilinen ve peygamberliğini ilaneden bir kişinin 159/775’de başlattığı isyan,163/779’da, kuşatıldığı kalede kaçma şansının olmadığını anlayarak intihar etmesiyle son bulur.
· Dinî bir niteliği olan ve Araplara karşı isyan hareketi başlatan Bâbek ise devletin otoritesi için ciddi bir tehlike oluşturmuştu. Bâbek isyanı Me’mûn döneminde bastırılamamıştır.Me’mûn döneminde bastırılamayan Bâbek isyanına ancak, Mu’tasım döneminde son verilebilmiştir.
· Me’mûn iktidarının son yıllarında ordusunda Türkler’e yer vermeye başlamış ve orduya aldığı bu Türkler’i Mu’tasım’ın maiyetine vermişti.
· Türkler’e hilafet ordusunda yer verilmesinin ana nedeni olarak onların sahip olduğu siyasi tecrübe ve askerî yetenekleri gösterilir.Mu’tasım (218-227/833-842) halife olunca otoritesini yerli Arap ve Mevâlî İran unsuru yerine Türkler’e dayandırmayı tercih etti. Muhafız kıtalarını onlardan kurdu, devletin önemli görevlerini Türkler’e verdi.
· Abbasî tarihinde “Sâmarrâ Devri” (221-279/836-892) diye bilinen devrede Türkler yalnız askerî alanda değil, siyasî ve idarî alanlarda da devlette etkili olmuşlardı. Yeni ordu ve liderleri Mu’tasım döneminde önemli vilayetlerin yöneticileri oldular.
· Mütevekkil, Inak’ın öldürülmesinden sonra da Türkler’i etkisiz hale getirmek için faaliyetlerine devam etmiştir. O, Türkler’i muhafız birliklerinden uzaklaştırmaya, onların yerine ordu saflarına Arap ve diğer unsurlardan oluşan birlikler katmaya başladı. Bu politika Mütevekkil’in üzerinde Türkler’in baskısını artıran bir unsur haline geldi.
· Halife Mütevekkil, Türkler tarafından katledildi. Mütevekkil’in katli, İslâm tarihinde hassa birlikleri tarafından bir halifeye karşı işlenen ilk cinayet olarak kabul edilmektedir.
· Kendileri için kurulmuş olan Sâmarrâ’nın terk edilişi Türkler’in siyasî ve ekonomik güçlerinin zayıflamasına neden olacaktı. Bu nedenle Sâmarrâ’daki Türkler, Müstaîn’e karşı halife olarak Mu’tez (252-255/866-869)’e beyat ettiler. Aynı anda Abbasî Devleti’nde iki halifenin ortaya çıkışı, iç savaşınbaşlamasına neden olmuştu. Müstaîn ve Mu’tez arasında meydana gelen ve bir yıla yakın birsüre devam eden hilafet mücadelesinde Türkler iki tarafta da yer alıyorlardı. Müstaîn hilafetten çekildi ve Mu’tez tek başına iktidar oldu.
· Halife Mu’tez dönemi Türkler’in siyasi nüfuzunun enetkili olduğu, buna karşılık onlara karşı güçlerin de toparlandıkları bir devir kabul edilir.
· Sâmarrâ döneminde dinî politika olarak, “ Kur’an’ın mahlûk olduğu” görüşünün halka zorla dayatılmasına devam edilmiştir. Halife Mu’tasım, Vâsık dönemlerinde de devam eden bu din politikası halife Mütevekkil döneminde yeniden Sünnîliğe dönüşle sonuçlandı ve daha sonraki Abbasî halifeleri bu politikayı sürdürdü. Mütevekkil, hilafeti döneminde, Mutezile yanlısı siyasete hemen son verdi ve ondan sonra halifelerden hiç biri bir daha bu siyasete dönüş için teşebbüste bulunmadı.
· Sâmarrâ döneminin son halifesi Mu’temid zamanında merkezdeki karışıklıklar sona ermişti, ancak merkezî otorite de oldukça zayıflamış ve bu durum da vilayetlerdeki huzursuzluğu artıran bir nedene dönüşmüştü. Merkezîotorite için en tehlikeli ayrılıkçı hareket Saffarîler’den geldi. Saffarîler’in lideri 259/873’de Neysabur’u ele geçirerek Me’mûn döneminde yarı otonom bir devlet kuran Tahirîler’in iktidarına son verdi ve gücünü Horasan bölgesine kadar yaydı. Saffarîler’ingüçlü hale gelmesi halifeler tarafından tanınmalarıyla sonuçlandı.
· Mısır’da vali Ahmed b. Tolun (ö.270/884) halifeleri tanımasına ve vergi göndermeye devam etmesine rağmen kendi otoritesini kurdu, Suriye’yi de kontrolü altına almayı başardı. Tolunoğulları’nın otoritesi de merkezî idare tarafından kabul edilmek zorunda kalındı.
· Sâmarrâ dönemi halife Mu’temid’in ölümüyle birliktehilafete gelen Mu’tazıd (279-289/892-902’la birlikte sona ermiştir. Bağdat’ı yeniden başkent yapan halife Mu’tazıd, yönetim yeteneği oldukça gelişmiş biri kabul edilir.
· Mu’tazıd döneminde en tehlikeli isyan Karmatîler’den geldi. Karmatîler, Şiî-İsmailî öğretiyi savunan ve İsmailîyye’nin Kûfe Sevad’ında yaşayan baş dâisi Hamdan b. el-Eş’as’ın, Karmat lakabına nispetle bu adla anılmışlardır. Eski kültürleri İslâm ile buluşturan ve Batınî yorum geleneğini benimseyen buakım, Abbasîler döneminde devleti zor durumda bırakmıştı.
· Mu’tazıd’ın ölümü üzerine hilafete gelen oğlu Müktefi (289-295/902-908) yeniden etkili olan Karmatî isyanları ile önemli bir mücadelenin içinde olmuştur. O bir taraftan Mısır ve Suriye’de yarı otonom bir devlet kurmuş olan Tolunoğulları’nın hakimiyetine son vermiş, diğer yandan da Suriye ve Irak bölgesinde etkili olan Karmatî isyanlarını bastırmaya muvaffak olmuştur.
· Karmatîler 317/929 yılında Mekke’ye yaptıkları baskında aldıkları Hacerüesved’i 339/950 yılında geri verdiler. Karmatîler’in Bahreyn’de kurdukları egemenlik, uzun yıllar sonunda, ancak 469/1076’da sona erdirildi.
· Halife Râzî, vezirlerin ülkeyi iyi yönetemedikleri,ileri gelen komutanların nüfuzlarını artırarak devlet işlerine karışmalarının ve gittikçe ülke genelinde kontrolü kaybettiklerinin önemli ölçüde farkında idi. Bu koşullar altında bir çözüm olarak merkezdeki otorite zaafını ortadan kaldırmak ve ülkenin daha iyi yönetilmesi adına halife Râzi Muktedir’in oğullarından Muhammed, “er-Râzî” (322-329/934-940), Emîrü’l-ümerâlık kurumunu oluşturdu.
· Emîru’l-ümerâlık; vezirlik, hâciblik, valilik gibi bir kurumdu. Geniş yetkilerle donatılmış olan Emîrü’l-ümerâlık, devlet adamlarının rekabetine yol açmış, buna bağlı olarak da iç karışıklıklar meydana gelmiştir.
· 945 yılında Büveyhî emîri Ebü’l-Hüseyn Ahmed’i, Emîru’l-ümerâ olarak atandı ve ona Muizzüddevle unvanını verildi. Böylece Bağdat’ta Emîrül’l-ümerâlar döneminin bir devamı niteliğinde görülebilecek Büveyhîler dönemi başlamış oldu. Büveyhîler’in Bağdat’ı işgalleri ile Abbasî tarihinde yeni bir dönem başladı. Artık Abbasî halifeleri sadece sembolik olarak hilafet kurumunun başında yer alıyorlardı.
· Valiler, askerî yetkililer ve vergi işleri ile ilgili memurların atanma ve görevden alınmasında, devlet iç işleyişinde söz sahibi Büveyhî emîri idi. Büveyhî emîrleri halifenin hukuken devlet başkanı oluşunu kabul etmeleri nedeniyle onun bu makamı temsil etmesine izin verdiler. Halifenin hangi yetkileri kullanacağı Büveyhî emîrleri tarafından belirlenir hale gelmişti.
· Büveyhîler Bağdat’ı ele geçirip Abbasî hilâfetini kendi egemenlikleri altına aldıktan sonra bir Şiî hilafet kurmanın imkân ve koşullarınıaradılarsa da sonunda bunun gerçekçi bir çözüm olmadığına karar vererek, yaptırım gücünü neredeyse kaybetmiş Abbasî halifesine biat ettiler ve böylece Şiî bir hanedan oldukları halde Sünnî hilafet sistemi içinde kalmaya karar verdiler.
· Büveyoğulları; Sünniliği hedef alan bir politik tavrın içinde olmasalar dahi zaman zaman Şiî oluşlarının bir ifadesi olarak bazı adımlar atmışlardır. Mesela, Şiî bayramlarını ve Şiî kelamcıları desteklediler; Şia’nın fikri temellerinin atılmasına önemli ölçüde katkıda bulundular. Halk şehir camileri üzerine Muaviye’nin adının geçtiği lanet ibareleri kullanıldı.
· Büveyhî emîrleri şunlardır: Muizzzüddevle (334-356/945-969), İzzüddevle (356-367/967-978), Adudüddevle (367-372-978-983), Samsâmüddevle (372-376-983-986), Şerefüddevle (376-379/986-989), Bahâüddevle (379-403/989-1012), Sultanuddevle (403-411/1012-1020), Müşerrifüddevle (411-416/1020-1025), Celâlüddevle (416-435/1025-1043), Ebû Kâlîcâr (435-440/1044-1048), el-Melikü’r-Rahîm (440-447/1048/1055).
· Büveyoğulları döneminde görev yapan Abbasî halifeleri ise Müstekfî, Mutî, Tâi (363-381/ 974-991), Kâdir (381-422/ 991-1031) ve Kâim (422-467/1031-1075) olmuştur. Bunlardan Müstekfî, Mutî ve Tâi, Büveyhîler tarafından tahtan indirilmiş ve yerlerine halife olanlar Büveyhî emîrlerince belirlenmişlerdir. Kâdir ve Kâim ise haleflerini kendileri tayin etmiştir.
· Büveyhî hâkimiyetini sona erdirmek isteyen Abbasî halifesi Kâim çözüm olarak bu sıralarda hâkimiyet alanları gittikçe genişleyen veİran’ın en önemli bölgelerini işgal eden Sünniliği benimsemiş güçlü Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’den yardım istedi. Halifenin ısrarlı oluşu karşısında Tuğrul Bey ordusu ile birlikte Bağdat’a hareket etti. Böylece yüz yıldan fazla bir süreden beri Bağdat’ı ellerinde bulunduran Şiî-Büveyhî egemenliği bitmiş oldu.
· Tuğrul Bey’e Bağdat’a girince Halife kendisine ikramlarda bulunmuş ve onu büyük bir törenle karşılamıştı. Sarayında kabul ettiği Tuğrul Bey’e hil’at giydirerek “Rükneddin” unvanını vermişti. Zilkade 449/Ocak 1058’de yapılan törende de Halife, Tuğrul Bey’e yedi siyah hil’at giydirmişti.Yine bu bağlamda ona “Sultanu’l- Mağrib ve’l-Maşrık” (Doğu ve Batı’nın Sultanı) unvanı verdi. Bütün bunlar halifenin, Tuğrul Bey’in siyasî ve askerî otoritesini tanıması anlamına geliyordu. Sultan’a siyasî yetkilerini devreden halife sadece dinî bir lider olarak kalmıştı.


· Halife Nâsır (575-622/1180-1225) ile birlikte Abbasî halifeleri, Irak’ta kendi kontrollerini sağlamlaştıran tutarlı bir politika içinde oldular.Halife Nâsır, Irak’ta ve Cezire’nin bir kısmında hilafetin otoritesini sağlamlaştırdı. Nâsır’ın diğer bir diplomatik zaferi, devletin otoritesinin zayıflamasıyla birlikte Bağdat ve diğer bölgelerde dehşet saçan savaşçı ve sûfi bağlantılar içeren “Fütüvvet” örgütünü yenileştirme ve disiplin altına alma amacıyla devletin resmî kurumu haline getirmesiydi. Halife bütün Müslümanlar arasında Şiîleri de içerecek bir biçimde bir uzlaşma sağlamanın da peşinde oldu.
· Moğol imparatoru Cengiz Han’ın torunlarından Hülâgû, İran’da son mukavemetleri kırarak 656/1258 yılının Ocak ayında Bağdat önlerine geldi ve şehri kuşattı. Barış görüşmelerinden hiç bir sonuç alınamayınca son Abbasî halifesi Müsta’sım (640-656/1242-1258), bürokratlarıyla ile birlikte teslim olmak mecburiyetinde kaldı. Hülâgû, teslim olanların hepsini idam ettirdi. Bağdat tahrip edildi ve yağmalandı. Kütüphaneler ve kitaplar yakılıp Dicle nehrine atıldı. Böylece 132-656/749/50-1258 tarihleri arasında hüküm sürmüş olan Abbasî Devleti sona ermiş oldu.
· Hârûnürreşîd halife olunca devletinin en büyük rakibi olan Bizans İmparatorluğu’na karşı devam etmekte olan seferlere büyük önem vermiştir. O, hudut şehirlerini güçlendiren bir politika içinde olmuş, buralarda devamlı oturan ve vazifesi Bizans akınlarını engellemek olan askerî birlikler yerleştirmiştir.
· Halife Me’mûn döneminde Bizans ile ilişkilerde en dikkati çeken husus, bilimsel alanda olan girişimdir. Me’mûn, kendi döneminde faaliyeti zirveye ulaşan bir tercüme ve araştırma enstitüsü ve aynı zamanda bir kütüphane olan Beytülhikme’ye yerleştirilmesi ve tercüme edilmesi amacıyla felsefe, hendese, musiki ve tıp alanlarında yazılmış değerli eserleri getirmeleri için İstanbul’a heyetler gönderdi.
· Abbasîler, kendi dönemlerinin önde gelen güçlü devletleri ile diplomatik ilişki kurma gayreti içinde olmuşlar, ancak, zaman zaman da siyasal çıkarları onları savaşın içine sürüklemiş ve buna bağlı olarak da karşılıklı zaferveya yenilgiler yaşanmıştır. Franklar’la ise iyi bir dostluğun kurulduğu kaynaklar tarafından ifade edilir.

ABBASÎLER’DE KÜLTÜR VE MEDENİYET
· Abbasî halifeleri kendilerini sadece hükümdar olarak değil, Allah’ın yeryüzündekitemsilcileri olarak da görüyorlardı. Mansûr, kendisini “Sultanullah” (Taberî, VIII, 89) yani “Allah’ın otoritesi” olarak nitelendirirken, hilâfetin bu anlamına vurguyapıyordu.
· Vezirlik: Abbasî Devleti’nin idarî yapısında, halifeliktensonra en önemli kurum vezirliktir. Abbasîler ile birlikte ilk defa Müslüman devlet yapılanmasında ortaya çıkan vezirlik kurumu, Sasanîler’den alınmıştı. Vezir, halifenin vekili ve idarî yapının başı idi.Abbasîler zamanında kendisine ilk defa vezirlik unvanı verilen kişi Ebû Seleme el-Hallâl idi. Kendisine ihtilâlin son aşamasında, devletin kurulacağı sıralarda “Vezir u âl-i Muhammed” unvanı verilmişti.
· Abbasîler döneminde vezirler görev ve yetkileri bakımından ikiye ayrılmıştı. Tefvîz veziri (tam yetkili vezir), tenfîz veziri (yetkileri sınırlı vezir). Tefvîz veziri, veliaht tayin etme ve halifenin istifasını istemenin dışında, halife adına bütün diğer devlet işlerini yapmaya yetkili idi. Tenfîz veziri ise, halifenin kendisine işlerinde yardımcı olması için atadığı vezirdi. Sadece halifenin emirlerini yerinegetirir, Müslüman olma şartı kendisinde aranmazdı.
· Hâciblik:İdarî yapılanmada yer alan hâcibin görevi ise halkı dinlemek, onların sıkıntılarını azaltmak, halifeyi görme gereksinimini daha aza indirmek ve diplomatları halifeye takdim etmekti.
· Divânlar:Abbasîler, Emevîler’den daha ayrıntılı bir idarî sistem oluşturmuşlardı. Emevîler döneminde merkezde yer alan Divânü’l-çeyş,Divânü’l-harâc, Divânü’r-resâil, Divânü’l-hâtem, Divânü’l-berîd’in aynı şekilde Abbasîler döneminde de varlığını devam ettirdiği ancak, bu dairelere ilave olarak, Divânü’l-ezimme, Divânü’l-mezâlim, Divânü’n-nafakât, Divânü’-diyâ, Divânü’t-tevki’yi kurmuşlardı.
· Divânü’l-harâc, beytülmâlin ana kaynağı kabul edilen harâcın toplanması ve giderlerin kaydı ile ilgilenen bir daireydi. Divânü’r-resâil, devletin iç ve dış yazışmalarını yerine getirmek, devletin dış ilişkilerini düzenlemek, yurtdışına gidecek elçi seçimini yapmak, gelen elçileri ağırlamak ve onlara eşlik edecek, bilgilendirecek kişileri tespit etmekle ilgili daireydi. Divânü’l-hâtem, halifenin mektuplarının mühürlenmiş birer kopyasının arşivlendiği divândı. Divânü’l-berîd’in görevi ise resmi haberleşmeyi sağlamak, postacılıkla ilgili görevleri yerine getirmek, istihbarat ve gizli haber edinmekti.Divânü’l-ezimme, devletin gelir ve giderlerinin kontrolü ve muhasebe işleri ile ilgili dairesiydi. Divânü’l-mezâlim, yüksek devlet görevlilerinin, etkili kişilerin veharâc memurlarının devlet alehine veya halka karşı işledikleri suçlar ve onlarla ilgili şikayetlerle ilgilenen hukuk kurumu idi.Divânü’n-nafakât, saray harcamaları ile ilgili daireydi. Divânü’d-diyâ ise savâfi denilen devlet arazilerinden şahıslara ıktâ olarak verilen geçimlik arazilerin öşrünü toplama işlerini yürütürdü. Divânü’t-tevkî, resmi yazıların çok öz ve veciz bir hale getirildiği daire idi.
· Şurta:Merkezde var olan bir diğer kurum da şurta denilenpolis teşkilâtıydı. Hisbe:Hisbe kurumu ise, iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek amacıyla kurulmuştu. Bu kurumun başında muhtesib adı verilenkişi bulunurdu
· Seffâh döneminde ülke idare bakımından on iki eyâlete ayrılmıştı: 1. Kûfe ve Sevad 2. Basra, Dicle bölgesi, Bahreyn ve Umman 3. Hicâz ve Yemâme 4. Yemen 5. Ahvâz, Huzistan ve Sistan 6. Faris 7. Horasan 8. Musul 9. Cezîre, Ermeniye ve Azerbaycan 10. Suriye 11. Mısır ve Kuzey Afrika 12. Sind.
· Beytülmal denilen devlet hazinesinin gelir kaynakları ganimetin beşte biri (humus), cizye, harâc, öşür, zekât, define ve madenler, mirasçı bırakmadan ölenlerin ve irtidat edenlerin malları, sahipsiz mallar, infak gelirleri, bağışlar vb. idi.
· Maliye teşkilatını oluşturan divânların başında Divânü’l-harâc, Divânü’d-diya’, Divânü’n-nafakat ve Divânü beytilmal gelmektedir.
· Abbasilerde Toprağın vergilendirilmesi iki şekilde yapılıyordu. Bunlardan biri verginin arazinin alanına göre (Mesaha sistemi) tespit edilmesiydi. Diğeri ise toprağın kalitesiyle ekinin cinsi göz önüne alınarak ürüne göre (Mukaseme sistemi) yapılan vergilendirme idi. Mukaseme sistemi ilk defa Abbasîler’de uygulanmaya başlanmıştı.
· Halife Muktedir, Müslüman olmayan kişilerin mirasının devlet hazinesine değil de kendi din mensuplarına bırakılmasını emreden bir ferman çıkarmıştı. Halife Mu’temid ise Divânu’l-mevâris adlı bir divân kurarak bunu kurumsallaştırmıştır.
· Abbasîler aynı zamanda endüstrinin gelişmesine de önem vermişlerdi. Fars ve Horasan’daki gümüş, bakır, kurşun ve demir madenlerini işletmişlerdir. Basra, sabun ve cam yapımında şöhret kazanmıştı. Mu’tasım, Bağdat, Sâmarrâ ve diğer şehirlerde yeni sabun, kağıt ve cam fabrikaları açtırmıştı.
· Altın dinar ve gümüş dirhem şeklinde olanmadeni paraları kesme tekeli, devletin elinde idi. Paranın dışında borç ödemelerinde senet (çek) de kullanılıyordu. IV./X. yüzyılda dirhemin 4.25 gr. ve dinarın 2.87 gr. olduğu kabul edilmişti.
· Abbasîler döneminde halk, havas ve avam olmak üzere iki büyük sınıfa ayrılıyordu. Havas sınıfı; halife, halifenin akrabaları, devlet adamları, eşraf ve bir kısım bilginlerden meydana geliyordu. Avam sınıfı ise havasın dışında olan halktı ve çeşitli gruplara mensuptu. Bunlar, çeşitli sanat ve ticaret erbabı, tarım işlerinde çalışanlar, çeşitli meslek ve iş kollarında faaliyette bulunan kişilerdi.
· Abbasî toplumundaki dinî gruplar ise Müslümanların yanı sıra zimmî denilen Yahudi, Hıristiyan, Mecûsî (Zerdüştî), Hindu, Budist ve Harran’da yerleşik Sabiîler’di. O dönemde mevcut Hıristiyan mezhepleri şunlardı: Nasturîler, Yakubîler, Melkitler, Ermeniler ve Kıptîler. Yahudiler ise ana akım olarak Rabbanî Yahudilik ve Karaî gruplarına ayrılıyordu. Filistin’in Nablus kentinde oturan diğer bir Yahudigrubu Samirîler idi.
· Halife Me’mûn’un, Yahudi müneccimi Sind b. Ali’ye mahalle meydanında bir sinagog inşa ettirdiği bilinmektedir. Yine Me’mûn Kudüs’te Hıristiyanların büyük ve gösterişli bir kilise yapmasına izin vermişti.
· Yahudiler, devlette daha çok ekonomi ve tıp sahasında çalıştırılmışlardır. Yahudi Furat b. Şehnase Abbasî Devleti’nde ilk görevlendirilen Yahudi olarak bilinir. O, veliaht İsa b. Musa’nın hem doktorluğunu hem de danışmanlığını yapmıştır. Zımmîler, gettolarda oturmaya zorlanmamış ve Müslüman toplumdan ayrı tutulmamışlardı.
· Abbasîler döneminde uzun bir başlık vardı ve uzun kalansuva olarak adlandırılırdı.Abbasîler’de ikinci yaygın baş kıyafeti imâme idi. Halifeden normal halka kadar herkesin pozisyonuna uygun imâmesi vardı. Abbasîler’in bedenlerine giydikleri elbiseler izâr,mizâr, ridâ, cübbe, kamis, dürraa, aba, sirval, taylasan, kaba diye isimlendirilen çeşitli parçalardı. İzâr, bele bağlanan, belin alt tarafını örten peştamaldı. Mizâr da izârın daha küçük boyutta olan şekliydi. Dizlere kadar uzanıyordu.Ridâ ise omuzlara atılan pelerindi ve kamisi örtüyordu. Kamis ise bir çeşit gömlekti. Yuvarlak yakalı ve önü kapalı bir giysi idi. Dürraa kollu, önü açık, bol dökümlü birgiyecekti. Taylasan ise başı ve omuzları örten bir çeşit başlıklı pelerine benzeyen bir kıyafetti.Taylasan kadılar için giyilmesi zorunlu bir kıyafetti. Sirval, geniş ve bol pantolondur. Kadın ve erkekler sirval giyerdi, ancak kadınların sirvali daha boldu. Kaba ise diğer elbiselerin üzerine giyilen bir dış kıyafet idi.
· Ayyakabılarda ise huff, nalin ve madas dikkati çekiyordu. Huff, deriden yapılmış bir çeşit uzun bottu. Hufflar oldukça uzundu. Nalın ise genellikle deriden yapılan sandalet idi. Madas ise hafif sandaletti ve ev içi kullanılırdı.
· Gayr-i müslimlerin elbiseleri ile ilgili ayırımcılığı çağrıştıran ilk düzenleme, Halife Hârûnürreşîd tarafından yapılmıştır.Halife Mütevekkil 235/849 yılında, gayr-i müslimlerin dürra’a ve kaba üzerine taktıkları taylasanlarının (başı ve omuzları örten bir çeşit başlıklı pelerine benzeyen bir kıyafet) bal renkli olmalarını emretmiştir. Ayrıca o gayr-i müslimlerin beyaz renkli elbiseler giymelerini yasaklamış, sadece renkli elbiseler giymelerine müsaade etmişti.
· Halife Muktedir zamanında Yahudi erkeklerin başlıklarına sarı bir nişan, boyunlarına zimmî olduklarına ve vergilerini ödediklerine dair bir gümüş, bellerine de bir kuşak takmaları, Yahudi kadınların ise ayakkabılarının birinin kırmızı, diğerinin siyah olması, Müslüman kadınlardan fark edilebilmeleri için göğüs taraflarına ya da ayakkabılarının üzerine sarı bir şerit çekmeleri zorunlu kılınmıştı.
· At yarışları, askeri eğitim, halifelerin, prenslerin ve halkın eğlenmesi için yapılırdı. Bağdat, Sâmarrâ, Rakka, Şemmasiye ve diğer şehirlerde uzun meydanlar bu amaç için tahsisedilmişti. At yarışlarında ödüller halife, devletin diğer ileri gelenleri ve zengin kişiler tarafından verilirdi.
· Halifeler ve devletin ileri gelenleri halkı güreşe teşvik ederlerdi. Meşhur güreşçileri himaye ederlerdi. Maçları seyreden halifeler bazan bizzat kendi güreş becerilerini gösterirlerdi. Halife Emin güreşe çok düşkündü.
· Ev içi oyunlar içerisinde en favori olan satrançtı.Halifeler içerisinde Hârûnürreşîd’in bu oyunu oynayan ilk halife olduğu rivayet edilir. Me’mûn, Mütevekkil ve Mu’tazıd’in de satranç oynamaktan hoşlandıkları bilinmektedir.
· Nevruz; İran kaynaklı bir festivaldi ve “yeni yıl” anlamına gelmekteydi. Abbasîler döneminde kutlanan önemli bir gündü ve onlar bu festivali büyük bir coşkuyla kutlarlardı. Nevruz, bir ilkbahar festival olup 6 gün sürer, bu esnada hediyeleşme yapılırdı. Nevruz’dan bir kaç ay sonra Abbasîler, diğer bir festival olan Mihrican’ı kutlarlardı. Nevruz, baharın, Mihrican ise kışın başlangıcı olarak kabul edilirdi.
· Hârûrürreşîd döneminden itibaren bilim ve toplantı meclisleri gelişme göstermiştir. Aynı zamanda kendiside bir tartışmacı olan vezir Yahya b. Halid, İslâm kelamcılarını ve diğer mezhep ve fırka mensuplarını bir araya getiren toplantılar düzenlemiştir.
· Me’mûn’un hilafeti ise İslâm tarihinde felsefî ve kelâmî düşüncenin gelişmesi açısından bir dönüm noktasıdır. O, hilafet makamına entelektüel bir anlam katmış, mükemmel bir şekilde yönetilen felsefe ve kelâm tartışmalarında bilginler topluluğuna başkanlık etmiş, aynı zamanda bu toplantılarda kendisi de tartışmacıolmuştur.
· Me’mûn, fakihlerden, kelâmcılardan ve diğer ilim adamlarından oluşan bir topluluğun arasından seçilen âlim grubundan halife Me’mûn, sadece on tanesini danışman olarak atamıştır. Bu ilmî danışma meclisinde, İslâm düşünce tarihinde önemli yerleri olan Bişr b. Gıyas el-Merisî ve Ahmed b. Ebî Duâd da vardı.
· “Hikmet Evi” anlamına gelen ve Bağdat’ta kurulan Beytülhikme ise, bir tercüme merkezi olarak faaliyette bulunmasının yanında, birakademi ve halka açık bir kütüphane olarak da kullanılmıştır.
· Abbasîler döneminde ilk yükseköğretim kurumu, Selçuklu veziri Nizâmülmülk’ün Bağdat’ta kurduğu (457-459/1065-1067) Nizâmiye Medresesi’dir. Bu medrese, İslâm tarihinde ilk çekirdek üniversiteyi oluşturmuştur. Halife Müstansır da (623-640/1226-1242) Müstansırıyye adıyla meşhur bir medrese kurdu. Burada dört mezhep için ayrı bölümler tahsis edilmişti.
· Abbasîler dönemi, bilimlerin gelişimi açısından özellikle II./VIII. yüzyılın sonundan V./XI. yüzyılın başlangıcına kadar “Müslümanların altın çağı” ve “Müslümanların bilimsel rönesans dönemi” olarak kabul edilir.
· İbnü’l- Mukaffa (ö. 140/757) tarafından Siyeru Mulûki’l-Acem, Farsçadan Arapçaya tercüme edildi. Yine İbnü’l- Mukaffa, Hind masallarını içeren Kelile ve Dimne’yi de çevirdi. Bu eser, Hind’e ait olmakla birlikte Pehlevice olarak, Sasanî İmparatorluğu’nda etkili olmuştu ve bu açıdan da İran geleneğini yansıtıyordu.
· Şuûbiye’nin İslâm düşünce tarihindeki önemi; Abbasîler’in ilk döneminde hâkim olan “kültür dilinin Arapça olması gerekir” fikrinin olumsuz yönünü ortaya koymasıdırCahız (255/869) ’ın el-Beyan ve’t-tebyin adlı kitabı, Şuûbîler’in Araplar’ı tenkit eden fikirlerini, karşı argümanlarla çürütmeye çalışan bilgiler ihtiva eder.
· Abbasiler döneminde genel olarak herkesçe kabul edilmiş bilim sınıflandırması şu şekilde idi: Dinî bilimler, Yabancı bilimler. Dinî bilimler; tefsir, kıraat, hadis, kelâm, fıkıh ve bunlarla birlikte gelişen dil bilimi ve tarih yazıcılığı idi. Yabancı bilimler ise tıp, doğa bilimleri, matematik, astronomi, astroloji, coğrafya, kimya ve fizik idi.
· Yedi farklı kıraat, imamlarının ismiyle temsil ediliyordu. Abbasîlerin birinci döneminde yetişen en ünlü kıraat âlimleri arasında Yahya b. Haris ez-Zimarî (ö. 145/762), Hamza b. Habib ez-Zeyyat (ö.156/773), Ebû Abdurrahman el-Mukrî (ö. 213/828) ve Halef b. Hişamel-Bezzaz (ö.229/843)’ı saymak mümkündür.
· Kur’an’ı anlama ve yorumlama faaliyeti olan tefsir’in bir ilim haline gelişi ve metotlarının ortaya konuluşu da Abbasîler dönemindeolmuştur. Kur’an’ın tamamının ayetlerin sırasına göre tefsiri Meanil Kuran ilk defa bu dönemdeel-Ferrâ (ö. 207/824) tarafından yapılmıştır.
· Me’mûn, Mu’tasım ve Vâsık, Mu’tezilî kelâmı benimsemiş ve Mu’tezilî âlimlere büyük önem vermişlerdi. Mu’tezile kelâmcıları bu dönemlerde Bağdat hilafet sarayında büyük nüfuz sahibi oldular. Câhız, Nazzâm, Ebü’l-Huzeyl el-Allâf, Bişr el-Merisî, Bişr b. Mu’temir, Ahmed b. Ebî Duâd gibi çok önemli bilginler bu kişiler arasında idi.
· Tasavvufun gerçek kurucuları sayılan Ma’rûf el-Kerhî (ö.815), Zünnûn el-Mısrî (246/861), Cüneyd-i Bağdâdî, (ö. 298/911) Bâyezîd el- Bistâmî (ö.261/875), Sehl b. Abdullah et-Tusterî (ö.283/896), Hüseyin b. Mansûr el-Hallâc (ö.309/922) gibi sufilerin birçoğu Abbasî döneminde yaşamışlardır. Haris b. Esed el-Muhasibî (243/837) er-Ri’âye li Hukûkillâh adlı eseri ile tasavvuf ilmînin temellerini attı ve bu eser daha sonraki yazarlara bir model teşkil etti.
· Kimya ilminde meşhur olan Câbir b. Hayyân, kimya, madenler ve kayalar hakkında birçok kitap telif etmiştir. Yine Yahudi el-Kuhinü’l-Attar ise eczacılık alanında meşhurdu. Sınaatü’s-saydele(Eczacılık Sanatı) adlı eserinde bitkisel ilaçlar yapmıştır.
· Matematik alanında en ünlü simalardan biri olan Harezmî eski zicleri (astronomi tabloları) derleyen bilgin olduğu gibi aritmetik ve cebirle ilgili Hisâbü’l- cebr ve’l-mukâbeleadlı en eski eserin de yazarıdır. İmrân b. Veddâh, Şihâb b. Kesîr ve Ebû Mansûr el-Bağdadî de Abbasîler devrinin başlıca matematikçileri arasında yer alır. Geometride Mansûr zamanında Bağdat Ulucamii’nin’nin planını çizen Haccâc b. Ertât önemli bir yer işgal eder.
· Hârûnürerrşîd zamanında ruh ve sinir hastalıklarının teşhis ve tedavisinde öne çıkan İbn Bahtîşû meşhurdu. Mu’tasım zamanında da Yuhanna b. Mâseveyh şöhretli hale geldi.
· Me’mûn ve Mu’tasım dönemlerinde eczacılar bir çeşitimtihana tabi tutuluyorlardı. Eczacılar gibi doktorların da imtihandan geçmesi gerekirdi. Halife Muktedir 319/931 yılında çıkardığı bir emirname ile bütün doktorların ancak kendisinin rıza göstereceği hekimler önünde imtihandan geçmelerini ve bir diploma almaları usulünü getirdi. er-Râzî diye anılan Ebû Bekr Muhammed b. Zekeriyya (ö. 313/925) tıp alanında en çok eser veren kişilerdendir.
· 155/771 yılında Bağdat’a getirilen ve Muhammed b. İbrahim el-Fezarî tarafından Arapçaya çevrilen ve daha sonraki ilim adamları tarafından bir örnek olarak kullanılan Hindistan kaynaklı Sinddhanta‘nın tesiri altında başlamıştır. Astronomide dikkat çeken isimlerden biri, Ca’fer b. Ömer el-Belhî’dir.
· Hz. Muhammed’in(s.a.v) hayatını konu edinen ilk eser, Bağdat’ta vefat eden İbn İshak (ö. 152/769)’ın Sire’sidir. Siyer ilmînin en eski kaynaklarından bir diğeri de İbn Hişâm (ö. 218/833)’ın es-Siretu’n-Nebeviyye’sidir.
· Fetihlerden bahseden Mûsâ b. Ukbe (ö. 141/758) ve Vâkidî (ö.207/ 822) de bu dönemin önemli tarih yazarları arasında yer alır. Bağdat’ta231/ 845 yılında vefat eden ve Vâkidî‘nin kâtipliğini yapmış olan İbn Sa’d’ın Hz. Muhammed (s.a.v) ve arkadaşlarının hayatı ve yaşayışlarından bahseden Tabakat adlı eseri alanında ilktir.
· Abbasiler dönemi nakiller, hadisler, biyografiler, soy şecereleri ve rivayetler üzerine kurulu formel tarihi derlemelerin ortaya çıktığı dönemdir.Bu oluşumda İbnü’l- Mukaffa (ö. 140/757) tarafından Siyeru Mûluki’l-Acem adıyla Farsça’dan Arapçaya tercüme edilen Huday-nâme (Hükümdarlar kitabı) örnek teşkil etmiştir. Medâinî (ö. 225/840), Câhız (ö.255/869), İbn Kuteybe (ö.276/889), Belâzurî (ö.279/892), Ebû Hanîfe ed-Dineverî (ö. 282/895), Ya’kubî (ö. 292/904), Taberî (ö. 310/922), Mes’udî (ö. 346/957), İbnü’n-Nedîm (ö. 385/995), İbn Miskeveyh (ö. 420/1030) bu dönemin en önemli tarihçileridir.
· Abbasîler döneminde Fars asıllı İbn Hurdâzbih (ö.300/ 912)’in el-Mesalik ve’l-memalik adlı eseri Arap dilinde yazılmış en eski coğrafya kitaplarından sayılmaktadır.
· Şairlerin en meşhurlarından biri Ebû Nuvas (ö. 198/813)’tır. İçki, kadın, av ve bunlardan başka Abbasîler devrindeki medeniyet ve lüks hayat ile ortaya çıkan şiir konularını yaygınlaştıranlardan biridir. Ebû Temmam(ö. 232/846) Bağdat’ta bir saray şairi idi.
· Binbir Gece Masallarıolarak anılan eserin ilk taslağı Irak’da kaleme alınmıştır. Cehşiyarî (ö.331/ 942) tarafından hazırlanan bu taslağın esasını, Hindistan kaynaklı Hezar Efsane’dir.
· Abbasiler döneminde Tercüme çalışmaları hicri III. (miladi IX-X.) asırlarda altın çağını yaşadı, sonra hızını kaybetti ve nihayet Yahya b. Adî (ö. 363/974), İbn Zur’a ve İbn Hammar ile sona erdi. Tercüme faaliyetleri İslâm felsefesinin oluşumunda önemli rol oynadı. Kindî (ö.261/873), Farabî (ö. 339/950), İbn Sina (ö.466/1073) bu dönemin en ünlü filozoflarıdır.
· Mansûr Bağdat şehrini 4 yıl gibi kısa bir süre içerisinde daire şeklinde bir imar planı inşa ettirmişitr. Bu şehre cenneti anımsatması amacıyla Medinetu’s-selâm (Barış şehri ) olarak adlandırdı. Bu isim halifeliğin başkentinin resmi adı oldu ve paralarda bu isim görülmekteydi. Halife Mutasım zamanında da Sammarra şehri inşa edilip başkent yapılmıştır. Sâmarrâ 221-279/836-892) tarihleri arasında başkent olma özelliğini sürdürdü.
· Katî’u’l-Kilâb:Abbasiler zamanında Irak’ta fakirlerin oturduğu mahallelere verilen isimdir.

ABBASÎLER’E BAĞLI DEVLETLER
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Halife Mütevekkil (847-861) döneminden itibaren isemerkezî sivil otorite gözden düşmeye başladı. Her ne kadar Müslüman birliği ideal bir düşünce olarak gönüllerde yerini koruduysa da, pratikte pek anlamı kalmadı. Saray malî açıdan bozulmuştu ve etkin bir liderlik de gösteremiyordu. Bu şartlar altında askerler saraya bağlılıklarını yitirmeye başladılar.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] TAHİROĞULLARI (821-873) Tahiroğulları Hanedânı’nın kurucusu Tahir b. Hüseyin idi. Tahir b. Hüseyin’in yıldızının parlayışı Halife Emin ile Me’mun arasındaki iktidar mücadelesiyle birlikte başladı. Emin karşısında mücadele veren Me’mun taraftarlarının komutanlığını yapan Tahir b. Hüseyin, Halife Emin’in ordularını yenilgiye uğratarak Me’mun’u 813 yılında iktidara taşıdı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Türklerle Tahiroğulları arasındaki ilişkiler, ilk defa Abdullah b. Tahir döneminde bozulmaya başladı. Abbasî Devleti’ni çok uğraştıran Bâbek isyanını bastırmasından sonra Afşin’in Halife Mu’tasım yanındaki nüfûzunun artması, Abdullah b. Tahir ile aralarında iktidar mücadelesinin başlamasına yol açtı. Mazyar b. Kârin’in Taberistan’da başlatmış olduğu isyanı sırasında ise bu mücadele açıkça ortaya çıktı. Abdullah b. Tahir, hem Taberistan isyanını bastırdı hem de Afşin’i ortadan kaldırmayı başardı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Tahir b. Abdullah, Sistan ve çevresinde Muhammed b.Kerram’ın, kendi adıyla anılan Kerramiyye Mezhebi’ni yaymasını engellemeye çalıştı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Muhammed b. Tahir, çok genç ve tecrübesiz olması nedeniyle Tahiroğulları Hanedânı’nın çöküşüne yol açtı. Daha çok zevk ve eğlence peşinde koşan Muhammed b. Tahir’in döneminde Tahiroğulları adım adım Horasan’daki bütün hâkimiyetlerini kaybetti. 864 yılında Zeydîler, Taberistan ve Rey’iele geçirdiler. Yakub b. Leys’in liderliğindeki gönüllü gaziler ve onlara destek veren halk ise Sistan, Kirman, Herat gibi Horasan valiliğine bağlı olan yerleşim birimlerini,873 yılında da Tahiroğulları’nın hükümet merkezi Nişabur’u ele geçirdiler. Böylece Tahiroğulları’nın Horasan’daki hâkimiyetine son verdiler.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Tahiroğulları, Tahir b. Hüseyin döneminden itibarenBağdat’ta polis teşkilatı olarak nitelendirebileceğimiz Şurta’nın da yöneticiliğini yaptılar. Tahir b. Hüseyin’in Horasan valiliğine atanması üzerine Bağdat polis teşkilatının başına oğlu Abdullah b. Tahir geçti. Fakat bir süre sonra babasının daha önce görev yaptığı el-Cezîre, Şam ve Mısır bölgesine vali atanması üzerine Bağdat’ta yerine İshak b. İbrahim’i bıraktı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Bağdat polis teşkilatının başında bulunan İshak b. İbrahim, Me’mun (813-833) döneminden başlayıp Mütevekkil (847-861) dönemine kadar Mu’tezile Mezhebi’nin görüşlerini, özellikle de bunlardan halku’l-Kur’ângörüşünü yaymak için çalıştı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] SAFFAROĞULLARI (873-900) Saffaroğulları’nın kurucusu Yakub b. Leys, Arapça kaynaklarda Muttavviaya da Mutatavvia, Farsça olanlarda ise Ayyâr şeklinde isimlendirilen gönüllü gazilerden biriydi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] 869 yılında çıkan çatışmada Yakub b.Leys, Ali b. Hüseyin’e bağlı bir orduyu ağır bir yenilgiye uğratarak Kirman’ı ele geçirdi. Ardından Ali b. Hüseyin’in elinden Fars’ı da aldı. Bu arada Yakub b. Leys, kendisinin Abbasîler’in Sistan, Kirman ve Fars’taki meşru valisi olabilmek için pek çok paha biçilmez hediye göndererek Halife’ye bağlılığını bildirdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Hâkimiyetleri bu dönemde Bağdat’ta da parçalanmış olan Tahiroğulları, Saffaroğulları’na karşı mücadelelerini sürdürdüler.Bu amaçla halifeler üzerinde nüfûz kurarak en azından Saffaroğulları’nın meşruiyetlerini ortadan kaldırmaya ve kamuoyu desteğini zayıflatmaya çalıştılar.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Yakub b. Leys, elçilerinin Samarra’dan dönüşünün ardından bir süre sonra dengelerin yeniden değişeceğini düşünerek elde ettiği siyasî başarıyı önemsemedi ve hilâfet ordusuyla savaşmak üzere yola çıktı. Fakat 876 yılında Deyrü’l-Akûl yakınında yapılan savaşta Yakub b. Leys yenilgiye uğradı ve kendisi de yaralandı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Yakub b. Leys’in yerine geçen kardeşi Amr b. Leys, Abbasî yönetimiyle ilişkilerini düzeltti ve 879’da Horasan valisi olarak tanındı. Bu arada Tahiroğulları’ndan en azından bazılarıyla iyi ilişkiler kurmaya ve aleyhinde onların kampanyalar düzenlemelerini önlemeye çalıştı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Vali mücadelesinde Yaşanan iktidar mücadelesi yalnızca bölgenin istikrarsızlığını ve halkın her geçen gün biraz daha sıkıntıya düşmesini artırdı. Horasan yolu üzerinde türeyen çeteler, halkın canına ve malına büyük zararlar vermeye başladı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Saffaroğullarının hâkimiyetleri sahip oldukları güce dayanmaktaydı. Halife istese de onları doğrudan kontrol altına alabilme imkânına sahip değildi. Bu durum Saffaroğullarını hilafet makamı için bir tehdit haline dönüştürmekteydi. 900 yılında Belh’te çıkan çatışmada Sâmânoğulları, Saffaroğullarını büyük bir yenilgiyeuğrattı ve onların başı Amr b. Leys’i esir aldı. Esir olarak Bağdat’a gönderilen Amr b. Leys, burada önce hapsedildi, 902 yılında ise idam edildi. Sonuç olarak güçlü olanın yanında yer alma geleneğine uyan Halife, Horasan’ın idaresini Sâmânoğulları’na bıraktı. Böylece Saffaroğulları dönemi de sona ermiş oldu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] SÂMÂNOĞULLARI (873-999) Sâmânoğulları, Sâmân Hudât adlı şahsın soyundan gelen bir sülaledir. Sâmân Hudât bir yana, onun oğlu Esed’in hakkında bile kaynaklarda pek bilgi yer almamaktadır. Esed b. Sâmân’ın oğullarının, genellikle Semerkant ve çevresinde yöneticilik yapmaları, siyasî ve askerî güçlerini Maveraünnehir’den almaları nedeniyle Maveraünnehirli olarak değerlendirilmesi daha mantıklı görünmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Sâmân, Abbasî ihtilali sırasında Horasan’da Ebû Müslim el-Horasanî’nin yakın adamları arasında bulundu. Fakat bu ilişki Halife Harun Reşid döneminden itibaren canlandı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Tahiroğulları ortaya çıkışlarından yıkılışlarına kadar Samanoğullarını hep destekledi. Bölgenin İslâmlaşmasının tamamlanabilmesi ve henüz İslâm’ı kabul etmemiş Türk bölgelerinden gelen akınlara karşı Sâmânoğulları’nın daha iyi direnebilmesi için onları güçlendirmeye çalıştı. Bu konuda Sâmânoğulları’na hilâfet merkezinden de büyük destek verildi. Bu bağlamda Halife’nin emriyle 822 yılında Maveraünnehir seferine çıkarılan ordu, Fergana’da kontrolü kaybeden Sâmânoğullarının hâkimiyetini yeniden sağlamlaştırdı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Sâmânoğulları arkalarına aldıkları desteğin de etkisiyle Halife Mu’tasım (833-842) döneminde İsfîcab’ı hâkimiyetleri altına aldı. Şehrin etrafına halkın bağ ve bahçelerini de kuşatan bir sur yaptırdılar.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Sâmânoğulları’nın yöneticisi Nuh b. Esed’in 841’de ölümü üzerine Tahiroğulları’ndan Horasan Valisi Abdullah b. Tahir, Semerkant’ın yönetimini kardeşleri Yahya ve Ahmed’e verdi. Fakat Ahmed, bir süre sonra kardeşi Yahya’nın görevini de üstlendi. Ahmed fels denilen bakır paralar bastırdı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ahmed b. Esed’in 864’de Fergana’da ölümü üzerine Semerkant ve çevresine onun yedi oğlundan en büyüğü olan Nasr b. Ahmed atandı. 875 yılından itibaren Nasr b. Ahmed, artık Tahiroğulları’na değil, doğrudan Halife’ye bağlı bir Maveraünnehir valisi haline geldi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Sâmânoğulları Hükümdarı İsmail b. Ahmed, hükümet merkezini Semerkant’tan ağabeyi döneminde valisi bulunduğu Buhârâ’ya taşıdı. Tahiroğulları’nın yıkılışından sonra Maveraünnehir’deki hâkimiyetini sürdürmek hatta tümHorasan’a yaymak amacıyla Buhârâ’dan hanedanı yönetti.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ahmed b. İsmail’in yerine geçen oğlu Nasr b. Ahmed dönemindede Sâmânoğulları Devleti gücünü korudu. Ancak onun 943 yılında ölümünün ardından ülkede çöküş süreci başladı. İktidara geçen Nuh b. Nasr döneminden itibaren iktidar mücadeleleri iyice belirginleşti. Gazneliler Devleti’ni kuracak olan Sâmânoğulları’nın ordu komutanı ve Horasan Valisi Alptegin’in yıldızının parlaması da bu dönemde başladı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Sâmânoğulları, istikrarsız yönetimlerini X. yüzyılın sonuna kadar sürdürmeyi başarmışlarsa da; bazı bürokratlarının ve ordu komutanlarının daveti üzerine 992’de Karahanlılar’ın Buhârâ’yı ele geçirişi ile birlikte Sâmânoğulları, 999’da Karahanlılar haimiyetine girdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] BÜVEYHÎLER (932-1062) Büveyhîler, İran ve Irak’ta hüküm sürmüş Deylem asıllı bir hanedândır. Önceleri Mecûsî ve putperest bir topluluk iken X. yüzyılın başında Hz. Ali’nin soyundan Hasan el-Utruş aracılığıyla Müslüman oldular ve Şiîliği benimsediler.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] İran’ın batısında ve güneyinde hâkim olan Büveyhîler Irak’ı işgale başladılar. Karışıklıklar içinde bunalmış olan Abbasî Halifesi Müstekfî-Billah, 945’te Ahmed’i Muizzuddevle lâkabıyla Emîru’l-Umerâ tayin etti.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Şiî Büveyhîler Sünnî İslâm dünyasının desteğini arkalarına alabilmek için Abbasî yönetimini ortadan kaldırmak yerine fiilen kontrolleri altına almayı tercih ettiler.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Rüknüddevle lâkabını alan Ebû Ali Hasan’ın oğlu Adudüddevle, Büveyhî topraklarının kimini miras kimini aile içi mücadele yoluyla tek elde toplamayıbaşardı. Onun döneminde Büveyhîler güçlerinin zirvesine çıktılar.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Bahauddevle’nin 1012 yılında ölümünden sonra oğulları arasında yaşanan iktidar mücadelesi sonucunda Irak’ta Büveyhîler’in iktidarızayıflamaya başladı. İktidara onun oğullarından hangisinin geçeceği konusunda Deylemliler ile Türkler arasında yaşanan rekabetin sonucunda Türklerin desteklediği Müşerrefüddevle, 1021’de Irak’ta hâkimiyeti sağladı. Gazneli Mahmud 1029’da Cibâl bölgesindeki Büveyhî hâkimiyetine son verdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ebû Kalîcar’ın 1048’de ölümünden sonra ise Büveyhî ve Türk askerlerinin komutanı olan Arslan Besâsirî, Halife üzerinde baskı kurmuştu. Bunun üzerine Bağdat’a yürüyen Sultan Tuğrul 1055’te Halife’yi Arslan Besâsirî’nin baskısından kurtardı. Böylece Büveyhîler’in Irak hâkimiyeti sona erdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] AĞLEBÎLER (800-909) Hz. Hasan soyundan İdris de kendisine, adeta siyasi ve askeri bir bataklık haline gelmiş olan Afrika’da 172(788) yılında başşehir olarak bir eski Roma şehri olan Volubilis yakınında yer alan ve ilk Şiî hanedan olan İdrisîler devletini kurmuştu. bu küçük devlet şimdiki Cezayirin güneyinde Tahert ve çevresinde 144(761) yılında kurulmuş olan ilk Haricî Devlet Rüstemîler’le de komşu bulunuyordu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Abbasî Devleti topraklarına bu devletlerin ve isyancıların saldırılarını önlemek amacıyla Halife Harun Reşid, 184/800 yılında İbrahim b. Ağleb’in daha sonra Ağlebîler diye anılacak olan hanedanı kurmasına izin verdi. Böylece Abbasî sınırları içinde Bağdat’a bağlı kalmak şartıyla iç işlerinde serbest bir hanedanlık kurulmuş oldu. İbrahim b. Ağleb de Abbasî Devletine bağlılığının bir sembolü olsun diye Kayravan yakınlarında Abbasiye adıyla bir şehir kurup burayı hükümet merkezi yaptı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Abdullah b. İbrahim ve kardeşi Ziyadetullah b. İbrahim (201-223/816-837) zamanında halkın ekonomik vergiler altında bunalmasından sonra Mansur b. Nusayr isyanı ile Ağlebiler yıkılmanın eşiğine geldi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ziyadetullah, sahip olduğu şartlar içerisinde bir donanma oluşturarak Sicilya’ya 827’den 902 yılına kadar süren bir askerî seferler zincirini başlattı. Kardeşi Ebû İkâl Ağleb b. İbrahim zamanında da (223-226/837-841) Müslümanlar Sicilya’ya başarılı seferler düzenlediler.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] 255-264/869-878 yılları arasında Ağlebîler, Saragossa, Malta ve Sirakusa’yı ele geçirdiler. 289/902 yılında Taormina, Rametta ve Elyâc’ı (Aci) da aldılar. Hatta kurdukları güçlü filolarla Fransa, Sardunya ve Korsika sahillerini de tehdit etmeye başladılar.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Son Ağlebî hükümdarı III. Ziyadetullah döneminde (290-296/902-909) Ebû Abdullah eş-Şiî’nin Mağrib’de Fatımî devletini kurmak için başlattığı yoğun propaganda ve askerî harekât Ağlebîler’i tehdit etmeye başladı. Sonunda başşehre giren ve her tarafı istila eden Fatımîler, Ağlebî Devleti’ne son vermiş oldular.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] MURÂBITLAR (1056-1147) Devlet, adını din bilgini Abdullah b. Yasin el-Cezûlî’nin Lemtûne kabilesi liderlerinden Yahya b. Ömer ve diğer bazı öğrencileriyle birlikteSenegal Nehri üzerindeki bir adada ders ve ibadet yeri olarak inşa ettirdiği ribattan almıştır. Murâbıtlar, ayrıca kurucu kabile Lemtûne’ye nispetle Lemtûneliler Devleti, mensupları yüzlerini peçeyle örttükleri için Mütelessimler ya da Mülessimlerde denilmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Becîle Kabilesi, mensubu bulundukları Şiîlik mezhebinden ayrılıp Sünnîliğe geçtiklerini ilan ettiler. Ardından Mağrib-i Aksâ’ya giren Abdullah b. Yasin’ebağlı kuvvetler Ağmât’ı aldılar ve 448/1056’da burayı başkent edinerek Murâbıtlar Devleti’ni kurmuş oldular.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Yusuf, Cezîretü’l-Hadrâ’nın kendisine verilmesi sartıyla 479/1086 yılında Endülüs’e Emevilerine yardım etti. Endülüs kuvvetlerinin de katıldığı ordusuyla Zellâka’da Kastilya kralına karşı 479/1086’da kesin bir zafer kazandı. Bu zafer Hristiyanların Endülüs’teki yayılmasını durdurdu. Zafer Abbasi Hilafeti tarafından da büyükbir sevinçle karşılandı ve Yusuf b. Taşfin’e “Müslümanların emiri” anlamında emîru’l-müslimîn ve dinin yardımcısı anlamında nâsıruddin unvanları verildi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] 537/1143’te ölen Ali b. Yusuf’un yerine geçen oğlu Taşfin iki yıl kadar süren hükümdarlık dönemini Muvahhidler’le savaşarak geçirdi. Muvahhidler 538/1144 yılında kazandıkları zaferle Murâbıtlar’a ağır darbe vurdular. Muvahhid kuvvetleri Merakeş’i ele geçirerek İshak b. Ali ve İbrahim b. Taşfin’i ortadan kaldırıp Murâbıtlar’ın hâkimiyetine 541/1147’de son verdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Murâbıtlar, Kuzey Afrika’yı ve Endülüs’ü hâkimiyetialtına alan güçlü bir Müslüman devlet kurmayı başardılar. Endülüs’te emirler arasında yaşanan iç çatışmaların ortaya çıkardığı Hristiyan hâkimiyetini durdurabilmişler. Emirlerin arasındaki kavgaları dışarıdan müdahaleyle kontrol altına alabilmişlerdir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Murâbıtlar, Sudan, Sahra, Moritanya, Mali, Nijer Cumhuriyeti ve Kuzey Nijerya’nın tarihinde izleri günümüze kadar gelen tesirler icra etmişlerdir. İslâm dünyasında Emevîler’in yerine geçen Abbasî hilafetinin etkisini Endülüs’te ve Mağrib’te hiç olmadığı kadar güçlü bir yapıya kavuşturmuşlardır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] EYYÛBÎLER (1169-1250) Tikrit Valisi olan ve hanedâna adını veren Necmeddin Eyyub’un liderliğinde 1138 yılında Musul’a gidip Atabeyİmadüddin Zengî’nin hizmetine girdiler.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Eyyûbîler’in tarih sahnesindeki önemli rolleri Selahaddin Eyyûbî’nin 1169’da Mısır’da vezir olmasıyla birlikte başladı. Kısa zamanda Mısır’da kontrolü sağlayan Selahaddin, Fatımî ordusunu ve taraftarlarını yönetimden uzaklaştırdı. Aynı yılın sonlarında Dimyat’ı kuşatan Bizans Haçlı kuvvetlerini yenilgiye uğrattı. Fatımî yönetimine rağmen Sünnî olarak kalan Mısır halkı da Selahaddin’e büyük destek verdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Selahaddin 1171’de ise Fatımî hilâfetini ortadan kaldırıp hutbeleri Abbasîler adına okuttu. Düzenlediği seferlerle Eyle’yi Kudüs Haçlı Krallığı’nın elinden aldı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Hıristiyanların Müslümanlara ait bir ticaret kervanına saldırmasıyla başlayan gerginliğin sonucunda Selahaddin, 1187’de Kudüs Haçlı Krallığı’nı Hıttîn Savaşı’nda büyük bir yenilgiye uğrattı. Bir yıl içinde de Sûr dışındaki bütün Kudüs Haçlı Krallığı topraklarını ele geçirdi. Eyyûbîler’e karşı Avrupa’nın üç büyük devleti Almanya, Fransa ve İngiltere’nin de katıldığı kapsamlı bir Haçlı seferi düzenlendi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Selahaddin’in kardeşi el-Melikul Adil büyük oğlu Kamil, Kudüs’ün Haçlılara bırakılması, iki tarafın kutsal yerlerinin kendi yönetimlerinde kalması ve Frenklerin Kudüs’ün savunmasını güçlendirmeyip yalnızca sivil amaçlarla kullanmaları şartıyla 1229’da Alman İmparatoru II. Friedrich ileantlaşma yaptı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Moğollar tarafından 1260’ta Halep, 1263’te Kerek ve Humus’taki Eyyûbî Beylikleri de ortadan kaldırıldı. Fakat Hama Eyyûbîler’i 1342’ye kadar aralıklı olarak, Hasankeyf Eyyûbîler’i ise 1462’de Akkoyunlular tarafından ortadan kaldırılıncaya kadar varlıklarını sürdürdüler.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] MEMLÜKLER (1250-1517) 1250’de Eyyûbîler’in yerine geçen Memlükler, Eyyûbîsultanlarından Kamil’in oğlu Necmeddin Eyyub’un hassa ordusu ve saray muhafızı alaylarına alınarak yetiştirilmiş askerlerdi. Eyyûbîler Devleti’ni yıkıp Memlükler Devleti’ni kuran Aybek Türkmanî, Necmeddin Eyyub’un sultanlığı döneminde vezirlik makamına kadar yükselmişti.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Memlük tahtına Aybek’ten sonra el-Mansur Nureddin Ali, iki yıl sonra da Seyfeddin Kutuz geçti. Seyfeddin Kutuz 1260 yılında Moğollar karşısında büyük bir zafer kazandı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Memlüklerin yönetiminde istikrar ancak on yedi yıl iktidarda kalan Sultan Baybars döneminde sağlanabildi. Bu nedenle o, Memlükler Devleti’nin gerçek kurucusu olarak görülmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Sultan Baybars Moğollar tarafından Bağdat’ta 1258’de sona erdirilen Abbasî Hilâfeti’ni bu aileden Halife Zâhir’in oğlu Ahmed’i Kahire’ye getirip 1261 yılında el-Mustansır lâkabıyla halife ilan etti.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Sultan Baybars’tan sonra sırasıyla tahta geçen oğluBereke ve Sülemiş dönemlerinde iktidarı fiîlen Baybars’ın önde gelen komutanlarından Seyfeddin Kalavun elinde tuttu. İktidardaki konumunu sağlamlaştıran Kalavun, 1279 yılında Sülemiş’i yaşının küçüklüğünü bahane ederek tahttan indirip kendini sultan ilan etti.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Moğol ordusunu II. Humus Savaşı’nda büyük bir bozguna uğrattı. Kalavun, Abaka Han’ın yerine geçen Ahmed Teküder’in Müslüman olmasıyla Moğollarla iyi ilişkiler kurdu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Memlüklerin en büyük sultanlarından olan, Suriye bölgesinde Memlük hâkimiyetini yerleştirerek devleti güçlendiren ve Memlük sultanları arasında bir hanedân kurmayı başaran Kalavun, 1290 yılında öldü.Moğol işgalini durdurarak İslâm dünyasına daha fazla zarar vermesini önleyen devlet Memlükler’dir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Seyfeddin Çakmak yeniden istikrarı sağladı ve SaintJean şövalyelerine karşı kararlı bir mücadele verdi. Komşu Müslüman devletlerin hükümdarları Şahruh, II. Murad ve diğer Anadolu beyleriyle iyi ilişkiler kurdu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] 1468 yılında tahta çıkan ve 1496 yılına kadar yirmisekiz yıl saltanatta kalan Kayıtbay Burcî Memlüklerinin en büyüğü sayılmaktadır. Osmanlılar ile yapılan savaşlar neticesinde 1516-1517’de Memlükler ortadan kaldırıldı.























ABBASÎLER’E BAĞLI DEVLETLERDE KÜLTÜR VE MEDENİYET
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Abdullah b. Tahir’in Horasan valiliğine atanmasından sonra Bağdat polis teşkilatının başına geçen Tahiroğulları’ndan olan bütün yöneticiler, Horasan’a bağlı olarak görev yaptı. Ancak bu teşkilatın başına geçenler Horasan valiliğinden farklı olarak genellikle Tahir b. Hüseyin’in soyundan gelenlerden ziyade yakın akrabalarından idi. Bağdat’ın başkent olduğu dönemlerde Tahiroğulları, Halife üzerindeki en etkin kimseler arasında yer aldı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Tahiroğulları ortak kaynakların kullanımına ilişkinbir takım hukukî düzenlemelerde bulunmuşlardır.Abdullah b. Tahir, kanalların kullanılmasına ilişkin kuralları belirleyecek bir komisyon kurdu. Komisyon üyesi fakihler “Kanallar Kitabı” anlamına gelen Kitâbu’l-Kunîyadlı bir yönetmelik hazırladılar. Bu yönetmelik, Gazneliler döneminde de başvuru kaynağı olarak kullanılmıştır. Kitabını 440/1040’da kaleme alan Gerdizî, Kitâbu’l-Kunîy’de yer alan sulama kurallarının kendi döneminde de uygulandığını belirtmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Abdullah b. Tahir, tarıma karşı büyük bir ilgi ve sevgi duymuş ve bu yönde çok yoğun çalışmalar gerçekleştirmiştir. Hatta Mısır’da yetişen bir kavun türüne onun adından hareketle abdallâvî adı verilmiştir. Abdullah b. Tahir yine tarıma verdiği önemin bir göstergesi olarak Harun Reşid döneminde Ahvaz sınırları içinde yer alan Mercu Abdilvâhid adlı yeri Rakka valiliği yaparken bir çiftlik haline getirmiştir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Abdullah b. Tahir her yıl Halife’ye her bir yerleşim birimi için vergi ödemiştir.Örneğin kayıtlanmış kitaplarda Horasan’ın toplam vergisinin kırk dört milyon sekiz yüz kırk altı bin dirhem olduğunu nakletmektedir. Ayrıca on üç binek hayvanı, iki bin koyun, Oğuz esirlerinden altı yüz bin dirhem değerinde iki bin kişi, Kunduciyye adlı kumaştan bin yüz seksen yedi elbise olduğunu ifade etmektedir. Kunduciyye bir kumaş türüdür.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Tahiroğullarında İsmail b. Ahmed tarafından bastırılan gümüş para olan dirhem onun adına nispetle İsmailiye diye bilinmektedir. Yine bu hükümdar tarafından dirhemin yanı sıra altın olan dinar da bastırılmıştı. Daha önceki devirlerin paraları olan gıtrıfiyye ve müseyyebiyye gibi paralar da bu dönemde kullanılmıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Abdullah b. Tahir Nişabur’a geldiği zaman burada bulunduğu semtin adıyla anılan Şâzyâh adı verilen muhteşem bir bina yaptı, yanına da bir ışık kulesi inşa etti. Bu binayı hükümet konağıolarak kullandı. Nişabur ile Harezm arasında bulunan Şehristan adlı bir yerleşim birimi kurmuştur. Ebîverd adlı yere altı fersah (yaklaşık 36 km) uzaklıkta pek çok hadis bilgininin, edebî yeteneklere sahip değerli insanın yetiştiği Kûfen adlı küçük bir yerleşim birimi daha oluşturmuştur. Harezm bitişiğinde Furâve (Kızıl Ribat) adlı bir ribat yaptırarak burayı küçük bir yerleşim birimi haline getirdi. Bu ribat sayesinde dışarıdan gelecek saldırılardan bölge korunmaya çalışıldı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Tahiroğullarında; Mansur b. Talha’nın felsefe, müzik, astronomi ve matematik alanında birçok kitabı bulunmaktadır. Kitâbu’l-Mûnis fi’l-Mûsikî, felsefe alanında yazdığı kitaplardan biridir. Bu kitabı Kindî okumuş ve sahibinin isimlendirdiği gibi “Mûnis bir eser.” diyerek beğendiğini belirtmiştir. Yine Kitâbu’l-İbâne an Ef’âli’l-Felek, Kitâbu’l-Vücûd, Risâle fi’l-Aded ve’l-Ma’dûdât, Kitâbu’d-Delîl ve’l-İstidlâl onun eserlerinden bir kısmıdır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Tahiroğullarında; Ubeydullah b. Abdullah ise dilbilgisinde, tarihte, felsefe tarihinde, müzik ustaları hakkında, geometride söz sahibi idi. Ubeydullah b. Abdullah ayrıca şairleri tanıtan biyografik bir eser de hazırladı. Onun Kitâbu’l-İşâre fî Ahbâri’ş-Şi’r, Risâle fi’s-Siyâseti’l-Mulûkiyye, Murâsele li Abdillah b. el-Mu’tez, Kitâbu’l-Berâa ve’l-Fesâhagibi eserleri bulunmaktadır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Abdullah b. Tahir, lugat, fıkıh, hadis, Kur’an, tarih gibi alanlarda ün yapmış ve eserler yazmış olan Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm el-Bağdâdî’nin eserlerinden biri olan Ğarîbü’l-Hadis’i görünce çok beğenmiş ve ona aylık beş yüz dirhem maaş bağlamıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Tahiroğulları ilmî alanda olduğu gibi edebiyat alanında da önemli katkılarda bulunmuşlardır. Tahiroğulları’nın hemen hemen bütünyöneticileri edebiyat alanında isim yapmışlardır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Tahir b. Hüseyin, 206/821 yılında Halife Me’mun tarafından Rakka’ya vali olarak atanan oğlu Abdullah’a yazdığı mektupta öğütlerde bulunmuş ve bu öğütler dönemin halifesi Memun tarafından beğenilip diğer valilere de çoğaltılarak dağıtılmıştır. Bu mektup, Tahir b. Hüseyin’in siyaset, ilim, din ve ahlâk anlayışını, birikimini ortaya koymak bakımından büyük önem taşımaktadır. Kaynaklarda yer alan bu mektup, ilk Arapça siyasetnâme örneklerinden kabul edilmektedir. Barthold, Tahiroğulları dönemini “münevver mutlakiyet” olarak tanımlamaktadır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Samanoğulları hanedanın yöneticileri “melik” ve “şâhân-şah” unvanlarını kullanmaktaydı. Hanedanın başkenti başlangıçta Semerkant olmakla birlikte İsmail b. Ahmed döneminden itibaren Buhârâoldu. Ayrıca Horasan bölgesinin hükümet merkezi ise Tahiroğulları döneminde başkentolarak kullanılan Nişabur idi.Horasan valileri daha ziyade Muhtâcoğulları ve Simcurîler’den atanmaktaydı. Hanedana bağlı bulunan Harizm’in valileri ise Ferîgûnîler’den tayin edilmekteydi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Sâmânoğulları’nda Abbasîler’de olduğu gibi dîvân teşkilatıbulunmaktaydı. Bunlar vezirlerle ilgili işlerin takip edildiği ve en üst makam olan dîvân-ı vezâret, gelirlerin kayıt altına alındığı ve düzenlemelerinin yapıldığı dîvân-ı istîfâ, yazışmaların yürütüldüğü dîvân-ı resâil, polisiye işlerden sorumlu dîvân-ı şurta, ahlâkî, ticarî ve sosyal ilişkilerdeki düzenin yürütülmesine bakan dîvân-ı ihtisabgibi kurumlardan oluşmaktaydı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Sâmânoğulları, Tahiroğulları’nın izniyle onların döneminde yalnızca felsdenilen bakır paralar basabildi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Sâmânoğulları şöhreti çağları aşmış olan ipek yolu üzerinde kurulmuş bir hanedan olmanın ekonomik avantajına sahipti.Harizm’in pamuklu dokumaları, Semerkant’ın Veyzâriyye ve Buhârâ’nın Zendecî adı verilen kumaşları, halıları, ipek yolunun en çok bilinen ticarî malları içinde yer almaktaydı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Samanoğulları ilme ve alime çok önem vermiş kütüphane ve medreseler açmıştır. İbn Sina’nın Makâle fi’n-Nefs alâ Sünneti’l-İhtisar adlı felsefe alanındaki eserini Buhara’da yazmış ve Sâmânoğulları Hükümdarı II. Nuh’un doktorluğunu yapmıştır. Bu dönemde kâdılık yapan İbn Hibban el-Büstî kendi imkânlarıyla kütüphane kurmuştur.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Samanoğullarında; İbn Sina’nın hocalarından Ebû Mansur Hasan b. Nuh ve Ebû Sehl el-Mesihî bu dönemin tanınmış tıp bilginlerindendir. Ebû Bekir Râzî ise Rey Valisi Mansur b. İshak için yazdığı et-Tıbbu’l-Mansûrî adlı tıp kitabı ile bilinmektedir. İbn Bâmşâd matematik ve astronomi alanında tanınmıştır. Vezir Bel’amî’nin isteği üzerine Farsça olarak Taberî’nin tarihinin muhtasarı yapılmıştır. Narşahî, Târîhu Buhârâ adlı eseri yazmıştır. Yine Vezir Ceyhânî ve Ebû Zeyd el-Belhî bu dönemin bilinen coğrafyacıları arasında bulunmaktadır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Sâmânoğulları dönemi dinî bilimler alanında da belirgin şekilde öne çıkmaktadır. Tefsirde İbn Habib en-Nîsâbûrî, hadiste İbn Hibban,Hâkim en-Nîsâbûrî, fıkıhta Ebu’l-Leys es-Semerkandî, kelâmda Mâturîdî, tasavvufta Kellâbâzî tanınmış âlimlerden bazılarıdır. Mansur b. Nuh döneminde İbn Cerir et-Taberî’nin Câmiu’l-Beyan adlı tefsirinin özetiyle birlikte Kur’an’ın bilinen ilk satır arası Farsça meali gerçekleştirilmiştir. Rûdekî, Dakîkî gibi şairler, Şâhnâme yazarı Mes’ûdî, Âferînnâme müellifi Ebû Şekûr-i Belhî bu dönemde yetişmiştir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Samanoğullarında; Buhârâ’da doğal güzellikleriyle bilinen Cûy-i Mûliyân’ı, saraylar ve görenleri hayran bırakacak bahçeleri nşa etmişlerdi. Su kanallarının bakımı ve korunması için görevlendirilen Mecûsîlerden cizye vergisi alınmamıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Saffaroğullarından Emir Halef es-Saffar’ın büyük paralar harcayarak yaklaşık yüz ciltlik bir tefsir hazırlattığı nakledilmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Büveyhîler, Asabiyet psikolojisinden yararlanabilmek için İran’da bu konudaki etkilerini hala sürdürdüğü anlaşılan Sasânîler’den Behrâm Gur’un soyundan olduklarını iddia etmekteydiler. Bu nedenle bazı Büveyhî yöneticileri “şehinşah” unvanını kullanmışlardır. Bu bağlılığı somutlaştırabilmek için soy şecereleri oluşturmuşlardır. Irak’ta Abbasî halifelerinin korumalığını üstlenen Büveyhî yöneticilerine “emîru’l-ümera” unvanı verilmekteydi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Büveyhilerden Vezir Sabur b. Erdeşir993’te Kerh’te Dâru’l-İlm’i kurup burada on bini aşkın kitaba sahip bir kütüphane oluşturdu.Ebû Süleyman es-Sicistânî ve Bâkıllânî, Büveyhîler’in önde gelen mantık, felsefe ve kelâm bilginleri arasında yer almıştır.Adudüddevle’nin hocalığını da yapmış bulunan Abdurrahman es-Sûfî astronomi, Şerif İbnü’l-Âlem astroloji, Ebu’l-Kasım el-Antakî ve EbûBekir Muhammed b. Hasan el-Kerhî matematik alanında öne çıkmış şahsiyetlerdir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Büveyhîler döneminde Ali b. Abbas el-Mecûsî, Büveyhi emiri Adudüddevle için Kâmilu’s-Sınâati’t-Tıbbiyye (el-Kitâbu’l-Melekî)adlı eserini kaleme almıştır. Ünlü tıp bilgini İbn Sina, Büveyhîsaraylarında çalışmış ve meşhur eseri el-Kânûn fi’t-Tıbb’ı kaleme almıştır. Tecâribü’l-Ümemadlı eseriyle bilinen İbn Miskeveyh de Büveyhîler döneminin tanınmış tarihçilerindendi.İbnü’n-Nedim de ünlü eseri el-Fihrist’i 377/987’de Bağdat’ta telif etmiştir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Büveyhilerde Nehcü’l-Belâga adlı eserin sahibi Şair Şerif Ebu’l-Hasan er-Radî Büveyhî yöneticilerinden büyük destek görmüştür.Adudüddevle’nin çevresindeki dilbilimcilerinden Ebû Ali el-Farsî onun için el-Îzah ve’t-Tekmileadlı gramer kitabını kaleme almıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ağlebîler, Abbasî hilafetinden aslında bağımsızdı. Bununla birlikte Ağlebî hükümdarları emir unvanını kullanmayı tercih ettiler.Abbasî halifelerine bağlılıklarını ifade etmekte ve bastırdıkları paralarda onların adına yer vermekteydiler.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ağlebilerde;I. Ziyadetullah tarafından başlatılan ve İbrahim tarafından tamamlanan Kayravan Ulu Camii gelir. Ayrıca Tunus Zeytûne Camii, Sûs Camii, Sûs Ebû Fetâte Camii dinîmimarinin diğer örneklerindendir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ağlebilerde, Sahnûn, Malikî fıkhının temel kaynaklarından el-Müdevvenetü’l-Kübrâ’yı telif etti. Kadı Esed b. Furat, Yahya b. Ömer el-Kinânî, Yusuf b. Yahya gibi din bilginleri yetişti. Kayravan, Malikîlerin dinî merkezi haline geldi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ağlebilerde El sanatlarının gelişmiş olması nedeniyle Kayravan’da yapılan altın ve gümüş eşya, kılıç, eyer takımları ve özellikle üniforma diyebileceğimiz tırazlar bütün İslam âleminde büyük ilgi görmüştür.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Murabıtların Siyasî ve askerî başarılarına paralel biçimde Murâbıtî adıyla ünlenen dinarları, uluslararası bir ticarî para birimi olarak pek çok Müslim ve gayrimüslim ülkede kabullenilmiştir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Murabıtlarda; Şer’î vergiler dışında kalanlar, devletin ilk kuruluş yıllarında halktan alınmamıştır. Ancak bu durumun devlet işlerinin sağlıklı yürümesini zora soktuğunu gören Yusuf b. Taşfin, kendini yeni vergiler koymaya mecbur hissetmiştir. Gayrimüslimlerden cizye dışında da vergiler alınmıştır. Ticarî emtialar vergi kapsamına dâhil edilmiştir. Topraklar devlete ait olan mîrî, kabilelere tahsis edilen iktânın yanında vakıf veözel araziler şeklinde kısımlara ayrılmıştır. Dîvân-ı müstahlasdevlet arazilerinin yönetimiyle ilgilenmiştir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Murabıtlarda; İbn Hamdîs, İbn Hafâce, el-Ukaylî, İbn Meymûn şairlikleriyle ün yapmış kimselerdendir. Abdullah b. İbrahim el-Hicârî, Kadıİyad, Feth b. Hakan Endülüs edebiyatı ve tarihi alanında tanınmış şahsiyetlerdendir. Öğrenimini Saragosa’da tamamlayan İbn Ebû Rendeka siyasetname olarak nitelendirilebilecek Sirâcu’l-Mulûk adlı eseri kaleme almıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Murabıtlarda; Cabir b. Eflah astronomi dalında önemli sonuçlar elde etmiş, Batlamyus’un bilimsel hatalarını düzeltmek maksadıyla kaleme aldığı Kitâbu’l-Hey’e fî Islâhi’l-Mecistîadlı eseriyle Batı’da şöhret kazanmıştır. Tarım alanında Muhammed b. Malik Zehru’l-Bustân ve Nuzhetu’l-Ezhân adlı eseri yazmıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Murâbıtlar döneminde Mağrib’de mimarî ve kültürel alanda Endülüs tarzı hâkim olmuştur. Fas’taki Karaviyyîn Camii’nde Merakeşteki Kubbetü’l-Bârûdiyyîn ve Tilimsan’da aslî şekliyle bugüne ulaşabilmiş tek Murâbıt camisi olan el-Camiu’l-Kebîr’de Endülüs mimarisinin açık tesirleri görülmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Murâbıtlar, başlangıçta İslâm dinini öğrenme ve yayma amaçlı olarak bir araya gelen kimselerin zaman içerisinde örgütlenerek devletleşme sürecine girmesiyle ortaya çıkmış bir hanedandır. Hükümdarlarına “emir” diye hitap edilirdi. Başkent Merakeş’ti. Endülüs’te hâkimiyetin kurulmasından sonra burada da emire bağlı olarak görev yapan “naib” denilen bir yönetici bulunmaktaydı. Bu göreve genellikle veliahtlar atanmaktaydı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Murâbıtlar’da idarî yapı divan teşkilatı esası üzerine kuruluydu. Bunların başında da “el-vezîru’l-kebîr” denilen vezir bulunmaktaydı. Divan-ı inşa resmî yazışmalardan, divan-ı ganaim ve nafakât-ı cünd askerî işlerden, divan-ı darâib malî işlerden, divan-ı müstahlas devlet arazilerinin yönetiminden sorumluydu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Murabıtlarda; Kadılar, devlet içinde sahip oldukları nüfuz nedeniyle yıkılış sürecinde Gırnata, Kurtuba gibi şehirlerde çıkan isyanlara öncülük etmişlerdir. Emniyet ve asayişten “sahibu’ş-şurta”, miras işlerinden “sahibu’l-mevaris, çarşı ve pazar işlerinden “muhtesib” sorumluydu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Eyyubiler Devleti’nin idarî yapısı, Zengî Devleti ile Fatımi Devleti’nden miras alınan kurumlar üzerine kuruluydu.Askerî teşkilat, ikta sistemi ve sarı zemin üzerinde kırmızı kartal arması taşıyan bayrak Zengîlerden örnek alınmıştı. Mısır’da ise İsmailliye mezhebinin esasları üzerine yapılandırılmış kurumlar Sünni temeller üzerine yeniden biçimlendirilmiştir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Eyyubilerde; Aynı zamanda başkumandan da olan Sultan, Dâru’l-Adl’deki kadıların ve fakihlerin de hazır bulunduğu mezalim mahkemesinde haftada iki gün şikâyetleri dinleyip karara bağlardı. Eyyubi sarayında sultanın en üst düzey yardımcısı vezirdi. Bundan başka sarayda bütün alt düzey görevlilerden sorumlu olan üstâdüddar denilen saray ağaları, sultanla görüşmeleri organize eden onun korumalığını yapan hacib, silahların bakımından ve korunmasından sorumlu silahdar, saraydaki at ve diğer hayvanların bakımından sorumlu mîrâhur ve başkumandanın emirlerini orduya bildiren çavuş gibi görevliler de bulunmaktaydı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Eyyubilerde Yazışmalar divan-ı inşa tarafından yürütülürdü. İstihbarat ve posta teşkilatı bu divana bağlı olarak görev yapardı. Sultan tarafından dağıtılan bahşişler ve diğer hediyeler, verilen hil’atler, yapılan masraflar hazinedar tarafından organize edilirdi. Nakibü’l-Eşraflık ve Reisü’l-Etıbba gibi sivil toplum kuruluşlarının ve dinî cemaatların reisleri bulunmaktaydı. Görevleri itibariyle daha ziyade valilik ve garnizon komutanlığına denk gelen şahnalık ve büyük ölçüde belediye başkanlığına karşılık gelen muhtesiblikEyyubiler döneminin önemli görevleri içinde yer almaktaydı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Eyyubilerde Adliye teşkilatının başında kâdılkudâtbulunurdu. Kadılar bu görevli tarafından belirlenirdi. Başkâdı, Şafiî olmakla birlikte bütün mezhep mensuplarının ayrı ayrı kadıları bulunurdu. Kazasker ise ordunun adlî işleriyle ilgilenirdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Eyyubilerde; Kara ordusu iktalı askerlerden meydana gelmekteydi. Bir bölgenin gelirleri kendisine verilen yani ikta alan her bir emir, belirli miktarda asker beslemek ve devletin savaş harcamalarına katkıda bulunmak yükümlülüğü taşımaktaydı. Bu işler Dîvânu’l-ceyş tarafından yürütülürdü. Süvari birliklerinden oluşan ordu, “tavaşî” (memlük) ve “kara gulam” şeklinde iki kısma ayrılmaktaydı. Tulb denilen birliklerden meydana gelen ordunun silahları, ateş topu meydana getirmek amaçlı kullanılan ham petrol diyebileceğimiz neft, ok, yay, kılıç, kalkan, balta, gürz, topuz, sapan, mancınık, arrâde, hücum kulesi ve koçbaşı idi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Eyyubilerde ;Dîvânu’l-mal’da ülke ekonomisine kaynaklık teşkil eden araziler, ekimi yapılan ürünler, alınan vergiler, toprak tahsisi anlamına gelen iktalar ve sahipleri gibi konular detaylı olarak kaydedilmekteydi. Gümrüklerin işletilmesine ve zekâtların toplanıp dağıtılması da bu dîvânın sorumluluk alanı içindeydi. Ancak sultanların ve büyük emirlerin emlakinin ve gelirlerinin takibi işiyle dîvânu’l-hasdenilen birim ilgilenirdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Eyyubilerde; Nureddin Mahmud Zengî adı, Nizamülmülk’ten sonra medreselerin açılması ve geliştirilmesi alanında ikinci nirengi noktası olmuştur. Açılan medreseler aracılığıyla mezhepler hem kendi içinde kaynaştırılmaya hem de bilimsel ve düşünsel bir zeminde muhafaza edilmeye çalışılmıştır. Dinî ilimler alanında medreselerin yanı sıra camilerde, tekke vezaviyelerde, dâru’l-Kur’an ve dâru’l-hadis adı verilen kurumlarda da eğitim faaliyetleri yürütülmekteydi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Eyyubilerde; Hadiste İbn Asâkir, Mecdüddin İbnü’l-Esîr; fıkıhta İbn Kudâme, el-Kâsânî gibi âlimler yetişti. Eyyûbî döneminin din bilginleri daha çok Şafiî mezhebinden olmakla birlikte Şerefeddin İsa gibi Hanefî mezhebinden olanlardan da bulunmaktaydı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Eyyûbîler döneminde tarih alanında İbn Asâkir, Târîhi Medîneti Dımaşk; Yâkut el-Hamevî, İrşâdu’l-Erîb; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh; İbn Hallikan, Vefeyâtu’l-A’yân adlı eserleriyle çok iyi bilinen tarihçiler bu dönemde yetişmiştir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Eyyûbîler döneminde Haçlılarla yapılan savaşlar, edebiyatın duygusal atmosferinden de istifade edilerek şiir ve nesir diliyle anlatılmıştır. Nesir alanında başkaları tarafından kaleme alınan edebî yazılar, bir ekol gibi görülen Kâdı el-Fâzıl’ın adıyla anılmıştır. Abdüllatif el-Bağdadî’nin el-İfade ve’l-İ’tibaradlı eseri bu dönemin en güzel nesirlerinden sayılmaktadır. İmadüddin el-İsfahânî’nin Harîdetü’l-Kasradlı bir şiir antolojisi bulunmaktadır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Eyyubilerde; Doktorlar, bilimsel araştırmalarını “künnaş” adı verilen dergilerde yayınlamaktaydı. İbn Ebû Useybia tıp alanındaki tecrübelerini “Kitabu’t-Tecârib” adlı bir kitapta toparlamıştır. İbnü’n-Nefîs, küçük kan dolaşımını bu dönemde keşfederek tıp biliminin gelişimine büyük katkıda bulunmuştur. Abdüllatif el-Bağdâdî şeker hastalığının karaciğer ile ilişkisini tespit etmiş ve bu alanda bir kitap kaleme almıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Eyyubilerde; İbnü’l-Baytar gibi doktorlar, öğrencilerini de yanlarına alarak bitkiler üzerinde incelemelerde bulunmuş ve hastalıkların tedavisinde bunlardan yararlanmaya çalışmıştır. Bu alanda ayrıca “el-Câmi’ li Müfredâti’l-Edviye ve’l-Ağziye” adlı bir kitap yazmıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Eyyubilerde; Ebu’l-Fevâris, Zâhiriyye, Rükniyye, el-Meliku’s-Salih Necmeddin Eyyub medreseleri Eyyûbîler döneminin bu alanda en çok bilinen eserlerindendir. İmam Şafiî türbesi ise onun mezhebi üzerine eğitim veren medresenin yanına yapılmış mimarî bir yapıdır. Dımaşk Emeviyye Camii’nde su ile çalışan saat bir saat yapmışlardır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Memlüklerde Sultan naibleri, Memlük sultanların doğrudan etkin olduğu zamanlarda da vezirlerin yetkilerine büyük ölçüde sahip bulunmaktaydı; ikta dağıtımından ve memur atamalarından sorumluydu. Bu nedenle vezirlik, Memlükler’de icra yönü pek güçlü olmayan bir makam konumundaydı. Muhammed b. Kalavun döneminde de bütünüyle ortadan kaldırıldı. Naib sultanlık makamının görevlerini, bu makamın kaldırılmasından sonra, sultanların eğitimcisi durumunda olan atabekler yürüttü.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Memlük yönetiminde etkin dîvânlardan biri olan Sır Kâtibi’nin yönetiminde bulunan dîvân-ı inşâ, diplomatik yazışmaları, istihbarat ve posta işlerini yürütürdü. Bu dîvânda daha çok dil ve edebiyat bilgisi güçlü, ulema sınıfındankimseler görev yapardı. Dîvân-ı nazar, malî işlerden sorumluydu. Emniyet işlerini şurtadenilen polis teşkilatı; gece bekçiliği ve itfaiye görevlerini ise ases adı verilen birim sağlamaktaydı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Memlük ekonomisinin can damarıaslında uluslararası ticaretti. Moğol işgali nedeniyle İslâm dünyasının tek güvenliülkesi Memlükler’in yurdu olduğundan Kızıldeniz ve Mısır üzerinden geçip Akdeniz yoluyla Avrupa’ya uzanan ticaret yolu ekonomiye büyük canlılık getirmekteydi. Bu durum ticaret merkezlerinin, çarşı ve pazarların gelişmesine katkıda bulundu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] 748/1347 yılında yaşanan veba salgını, XV. yüzyılınbaşında yaşanan Timur’un Suriye işgali ve Ümitburnu’nun keşfiyle Avrupalı tüccarların ticaret güzergâhını değiştirmeleri Memlükler’in ekonomik yaşamlarını olumsuz yönde etkileyen büyük olaylar olmuştur.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Memlükler’de Müslümanlar arasında yaşanan dinî hoşgörü ortamının eğitim öğretim alanındaki özgürlükçü yansımalarının Yahudiler ve Hristiyanlar için de uygulandığı görülmektedir. Ehl-i Kitap olan bu topluluklar, kendi eğitim kurumlarını açmışve ihtiyaçlarını karşılamak için Müslümanlar gibi kendi vakıflarını kurabilmişlerdir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Memlükler’de görülen dinî hoşgörü ve eğitim öğretime teşvik girişimlerinin sonucu pek çok ilim adamının farklı branşlarda öne çıktığı görülmektedir. Kıraat alanında İbnü’l-Cezerî, tefsirde Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, hadiste Nevevî, Şafiî fıkhında İzzeddin b. Abdüsselam, Hanefî fıkhında İbn Kutluboğa, Hanbelî fıkhında Takıyyuddin İbn Teymiyye, Malikî fıkhında Şehabeddin el-Karafî bu âlimlere birer örnektir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Memlüklerde Suyûtî bu dönemde müfessirlerin biyografilerine ilişkin ilk eseri kaleme almıştır. Sahîhi Buhârîve Sahîhi Müslim’in en çok itibar edilen şerhleri bu dönemde gerçekleştirilmiştir. İbn Hacer el-Askalânî ve Zehebî gibi âlimler günümüzde de İslâm tarihinin önemli biyografik eserlerini Memlükler döneminde telif etmişlerdir. İbn Haldun yazmış olduğu dünya tarihinin yanında Mukaddime adlı eseriyle tarih metodolojisi, felsefesi ve sosyolojinin temellerinibu dönemde atmıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Memlükler’deGramerde İbn Hişam en-Nahvî, Arapça kaynak sözlüğünsahibi İbn Manzûr Memlükler döneminde yetişmiş kimselere örnek teşkil etmektedir. Hz. Peygamber hakkında yazdığı kasidesiyle ünlenen Muhammed b. Said el-Bûsîrî bu dönemin şairlerindendir. Ortaçağ İslâm dünyasından günümüze ulaşan gölge oyunuyla ilgili tek dramatik nazım örneği de bu devirde yetişen İbn Danyâl’a aittir. Firdevsî’nin Şahnâme adlı eserini Kansu Gavri adına Diyarbakırlı Şerîfî altmış bin beyit halinde Türkçe’ye çevirmiştir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Memlükler’deFizik bilginlerinden Ebu’l-Abbas Şahabeddin Ahmed gök kuşağına ilişkin risalesiyle bilinmektedir. Barut ilk defa Memlükler döneminde yapılmıştır. XIII. yüzyılın ikinci yarısında Mısırlı Hasan er-Rammâh barutun yapılışını tarif etmiştir. Ateşli silahların ve topun kullanımında da Memlükler öncü rol oynamışlardır. Ünlü denizci İbn Mâcid, Hint Okyanusu’nda seyredecek gemiler için rehber kitaplar hazırlamış ve Hindistan yolculuğunda Vasco de Gama’ya klavuzluk yapmıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Memlükler’deHalife b. Ebu’l-Mehasin katarak ameliyatını başarmış, İbnü’n-Nefîs küçük kan dolaşımını keşfetmiştir. Dönemin tanınmış göz doktorlarından İbn Ebû Useybia doktorların biyografisini yazmıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Memlükler’den günümüze ulaşan mimarî eserlerden en eskileri 1269 tarihli Sultan Baybars, 1318 tarihli Nâsır Muhammed camileridir. Memlükler döneminde külliye tarzında yapılan eserlerin içinde Kayıtbay külliyesi gibi medrese, cami ve türbe ortak bir kompozisyon oluşturmuştur.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Memlükler döneminden günümüze iki saray gelebilmiştir. Birincisi 1339 yılında yapılmış Dâr-ı Baştak, ikincisi ise Kayıtbay saraylarıdır. Özellikle Kayıtbay Sarayı XV. yüzyıldan itibaren Kahire’de yaptırılan zengin evleri hakkında da bir fikir vermektedir. Dımaşk evleri Kahire evlerine göre daha küçük olmakla birlikte süsleme bakımından dahazengin bir görünüme sahiptir.

AFRİKA’DA KURULAN BAĞIMSIZ MÜSLÜMAN DEVLETLER
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Afrika kıtasında Aynı topraklar üzerinde kurulmuş olan İdrisîler, Fâtımîler gibi Şiî, Rüstemîler ve Midrârîler gibi Hâricî, Muvahhidler, Hafsîler, Merînîler, Abdülvâdiler, Vattâsîler ve Sa’dîler gibi Sünni devletlerle, Ortave Batı Afrika’da kurulan Gana (Gâne) İmparatorluğu, Mali İmparatorluğu (Sultanlığı), Songay İmparatorluğu ve Timbüktü Paşalığı gibi devletler siyasi varlık göstermişlerdir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] İDRİSÎLER (789-985) Hanedanın kurucusu Hz. Ali’nin torununun torunu olan İdris b. Abdullah (ö.177/793)’tır. Abbasîler’in takibinden kurtularak Mağrib’de davasını anlatmak üzere Berberî kabilelerin reisleriyle temasa geçti. Neticede Zenâte, Miknâse ve Zevâga kabileleri öncelikli olmak üzere bütün Berberî kabileleri Abbasîlere olan bîatlarından vazgeçerek İdrîs b. Abdullah’a katıldılar. I. güçlü bir ordu kurarak hakimeyetini ilan etti. Yeni bir şehir olan Fas şehrini kurdu. İdris’in geniş bir coğrafyada hâkimiyet sağlamasından rahatsız olan Abbasî halifesi Hârûnürreşîd, doktor kılığındaki bir şahsa zehirlettirerek O’nu öldürttü (175/791).
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Başşehir Fas I.Yahya zamanında daha da gelişti, bölgede bir cazibe merkezi haline geldi, nüfusu arttı. Başkentte ve diğer merkezlerde imar faaliyetleri ve ticarî hayatta önemli gelişmeler yaşandı. I. Yahyâ 245/859 yılında meşhur Karaviyyîn Camii’ni yaptırdı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Tarihçiler IV. Yahya’yı (Yahya b. İdrîs b. Ömer) İdrisîler'in en güçlü hükümdarı olarak tanıtırlar. IV. Yahya yöneticiliğinin yanında dinî ilimlerde temayüz etmiş bir ilim adamıydı. İdrisîler en geniş sınırlarına onun zamanında ulaştı. Sarayı Endülüs ve diğer İslâm ülkelerinden gelen âlim ve şairlerle doldu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Son hükümdar II. Hasan döneminde İdrisî toprakları kâh Fâtımîler'e tâbi oldu kâh da Endülüs Emevîleri’ne bağlandı ve bu iki devletin siyasî arenası haline geldi. Nihayet 375/ 985 yılında II. Hasan'ın Endülüs Emevîleri tarafından öldürülmesiyle İdrisî hanedanı sona erdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Şîa’nın ılımlı bir kolu olan Zeydiyye mezhebine mensup olduğu kaydedilen İdrisîler’in Mâlikî mezhebinin fakihlerine de destek verdikleri bilinmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] FÂTIMÎLER (909-1171)Hanedan adını Hz. Peygamber’in kızı Hz. Fâtıma’dan alır. Zira kurucuları, neseblerini Hz. Fâtıma’ya dayandırırlar. Fâtımî dâîleri devletin kurucusu Ubeydullah el-Mehdî’nin nesebini İsmail’in oğlu Muhammed’e bağlamışlardır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Fâtımî Devleti’nin esası İsmâilîlik hareketine dayanır. İsmâilîler, Câfer es-Sâdık’ın, oğlu İsmail’i nas yoluyla halef tayin ettiğini kabul ederler.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ebû Abdullah eş-Şiî, teslim olan son Rüstemî imamı Yakzân b. Ebü’l-Yakzân’ı ve yakınlarını öldürerek Cezayir’de 130 yıldan fazla hüküm süren Rüstemî hanedanına son verdi (296/909).
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Abbasilerin baskısından kaçarak Kuzey Afrika’ya gelen Ubeydullah, Ebû Abdullah eş-Şiî’nin yardımlarıyla burada “Mehdî Lidînillah” ve “Emîru’l-Mü’minîn” lakaplarıyla halife ilan edildi. Böylece Fâtımîler’in 64 yıl sürecek Kuzey Afrika dönemi başlamış oldu. Ubeydullah el-Mehdî, halife seçilmesinden iki yıl sonra Ebû Abdullah eş-Şiî’yi öldürttü.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Fâtımîler, sünnî Afrika toplumu üzerinde söz sahibiolup onları nüfuz altına almak için çok çaba sarfettiler. Ubeydullah, İfrîkıyye halkının ve Mâlikî ulemasının direnişi ve protestolarıyla karşılaştı. Bu durumda Kuzey Afrika’da yayılmasının ve bölgede tutunmasının zor olduğunu ve doğuya doğru yayılmaktan başka çare olmadığını anlayınca Mısır’ı zeptetmeyi kararlaştırdı. Saltanatının ilk yıllarında oğlu Kâim-Biemrillah komutasında Mısır’aiki başarısız sefer düzenledi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ubeydullah el-Mehdî, Tunus sahilinde Mehdiyye adıyla bir şehir kurdu. 308/920 yılında burayı başşehir ilan etti. Zor şartlara rağmen Fâtımîler, Mısır’ı gündemden çıkarmamakla birlikte, Kuzey Afrika’da yayılmaya devam ettiler.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] “Kâim Biemrillâh” Halifeliği sırasında devletin askerî gücünü artırmaya, özellikle İfrîkıyye’deki hâkimiyetini güçlendirmeye çalıştı. Deniz filosu kurdu. Trablus ve Sicilya’daki isyanları sert bir şekilde bastırdı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Kâim Biemrillâh’ın hilafetinin son iki yılında İfrîkiyye’de Fâtımî devletini neredeyse yıkılma noktasına getiren Hâricî isyanları meydana geldi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Halife Mansur Billâh b. Kâim Genç Fatımî Devleti için ciddi bir tehdit oluşturan; Berberi kabileleri, Endülüs Emevî Halifesi III. Abdurrahman, Mağrib ve özellikle Tâhertliler tarafından desteklenen EbûYezîd en-Nükkârî'nin isyanı böylece sona erdi. Mansûr Billâh kendi adıyla anılan Mansûriye (Sabra) şehrini inşa ettirdi, Mehdiye'nin yerine Mansûriye'yi başşehir yaparak buraya yerleşti (336/ 947-48). Şehri saraylarla süsledi ve kurduğu pazar yerleriyle zenginleştirdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Mansur Billâh, Karmatîler’in 317/929’da söküp götürdüğü Hacerülesved'in yerine iade edilmesini emretmiş, bunun üzerine Hacerülesved 339/950’de Mekke'ye getirilerek ye-rine konulmuştur. Bu arada çeşitli vergileri kaldırmış, vergi konusunda halka hoşgörülü davranılmasını istemiştir. Hem zimmîler hem Müslümanlar için geçerli olan bu karar sayesinde sükûnet ve barış sağlanmış, vergi sisteminde adalet temin edilmiştir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Fâtımîlere bağlılıklarını bozan Karmatîlerin yenilgiye uğratılması Muiz-Lidînillah döneminin önemli gelişmeleridir. Fâtımîler lehine cereyan eden bütün bu gelişmelerden sonra Muiz-Lidînillah 362/973 yılında Kahire’ye girdi. Bu halife zamanında Fâtımîler küçük bir devlet olmaktan çıkıp büyük bir imparatorluğa dönüştü.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Muiz-Lidînillah İsmâilî fıkhını bir külliyat halinde derletti. Tıp ve eczacılığa önem verdi. Bir dünya haritası hazırlattı. Şiî dünyasında önemli sayılan Gadîr-i Hum gününü resmî bayram ilanetti. Mısır’da Hz. Peygamber’in doğum günü kutlamalarını resmen başlattı. Ülkenin ekonomik sorunlarıyla ilgilendi. “ed-Dînâru’l-Muizzî” adıyla yeni bir para bastırdı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Fâtımîler’in Mısır’ı zaptetmesinden sonra burada tahta çıkan ilk halife Aziz Billah’dır. Döneminde devlet idaresi güçlü bir ordu sistemine sahipti. Fâtımî Devleti en geniş sınırlarına onun zamanında ulaşmıştır. Zamanı bolluk, dinî müsamaha ve kültürün zirvede olduğu bir dönemdir. Ezher Camii’ni önemli bir kültür merkezi haline getirmiştir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Fâtımî medreselerinin ve kütüphanelerinin önemli işlevi dâîleri göreve çıkmadan önce eğitmek, Sünnîlik’ten İsmailîliğe geçip Kahire’ye gelenlerin eğitimlerini tamamlamaktı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Hâkim Biemrillah dönemi çelişkilerle doludur. Karakteri gereği halife, aldığı bir kararı kısa süre sonra değiştirirdi. Vezirlerinden birçoğunu öldürtmüştür. Hıristiyan kiliselerinden bir kısmını yıktırmıştır. Fâtımîler dönemi genellikle hoşgörü ile bilinirken, onun dönemi zimmîlere ve Ehli Sünnet’e karşı baskıyla tanınır. Onun döneminde sahabeye sövme hareketi başladı. Sövgü ibareleri halifenin emriyle ev ve dükkân kapılarına ve mescit duvarlarına yazıldı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Hâkim Biemrillah İsmîliyye mezhebinin ahkâmını ifrata vardırdı ve üç İranlının da teşviki ile ulûhiyyetini ilan etti. Budavranışı, “Dürzîlik” adlı yeni bir Şiî mezhebinin ortaya çıkmasına yol açtı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Halife Müstansır-Billah zamanında Ermenî asıllı Bedr el-Cemâlî, Müsta’lî-Billah zamanında onun oğlu Efdal, Âmir-Biahkâmillah zamanında Memun el-Betâihî, devlete hizmet etmiş ünlü Fâtımî vezirleri arasındadır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Son Fâtımî halifesi Adîd Lidînillah, Selahaddîn-i Eyyûbî’yi vezir tayin etmişti (564/1169). Adîd-Lidînillah’ın 567/1171 yılında ölmesiyle Fâtımî devleti sona erdi. Selahaddîn-iEyyûbî, Mısır’ın gerçek hükümdarı durumuna geldikten sonra, siyasî ve dinî bir güç olarak çökmüş bulunan Fâtımî halifeliğine son verdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Fatimi devletinde Halife hem hükümdar, hem imamdı. Bütün İsmailîler’in tek dinî önderi olan imam, Allah’ın yanılmaz kılavuzluğunun cisimleşmesi sayılıyordu.İmam, Abbasîler’in hâkim olduğu topraklarda geniş bir dâî ağını yönetiyordu. Dâîlerin görevi İsmâiliyye inancını yaymak, Sünnî düzenini destekleyen yönetimlere karşı yıkıcı faaliyetlerde bulunmaktı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] RÜSTEMÎLER (777-909) Hanedan Hâricîliğin İbâziyye koluna dayanır. Adını,İran asıllı kurucusu Abdurrahman’ın babası Rüstem’den almıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] İbâziyye’nin Kuzey Afrika’daki ilk dâîsi olan Ebü’l-Hattâb el-Meâfirî, bir İbâzî imamı olarak bîatları kabul ettikten sonra içlerinde Trablus’un da bulunduğu birkaç şehri ele geçirdi. Kayravan’ı ele geçirince Abdurrahman b. Rüstem’i buraya vali tayin etti. Abbasilerle yapılan savaşlardan sonra İbâzî-Berberî kabile başkanlarının katıldığı bir toplantıda “Emîru’l-mü’minîn” unvanı ile imam seçildi ve Rüstemî Devleti’ni resmen kurmuş oldu (160/777).
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Tahert, Kuzey Afrika İbâzîliğinin merkezi oldu. Nezih bir hayatı olan Abdurrahman b. Rüstem’in dönemi huzur ve sükûn içinde geçti
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] İbâziyye’nin imamın seçiminin şûrâ ile gerçekleşmesi gerektiği inancına rağmen, Rüstemîlerhanedanlığa dönüştü ve bu durum devletin yıkılışına kadar böyle devam etti. Bu vesile ile İbâzîler, Abdülvehhab’ın imametini kabul edenler (Vehbîler) ve kabul etmeyenler (Nükkârîler) olmak üzere ikiye ayrıldı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Abdülvehhâb’ın ölümünden sonra yerine oğlu Ebû SaîdEflah geçti (208/823). O, yarım yüzyıl devam eden yönetimi sırasında genelde babasının siyasetine sadık kaldı.Devlet hem içte ve hem de dışa karşı güçlendi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Son imam Yakzan b. Ebu’l Yakzan’ın dönemi iç isyanlarla geçti. Diğer taraftan Fâtımîler, hem dâîleri ve hem de orduları ile Rüstemîler’i sıkıştırmaya başladılar. Sonunda Tâhert’e giren Fâtımî komutanı Ebû Abdullah eş-Şiî, teslim olan son Rüstemî imamı Yakzan’ı öldürerek bu devlete son verdi (296/909).
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] MİDRÂRÎLER (772-976) Hâricîlerin Sufriyye kolunun mensupları tarafından kurulmuştur. Sufriyye, Emevîler’in sonlarına doğru doğuda gücünü kaybederken, merkezî idareden uzakta olması ve mutedil görüşlere sahip olması dolayısıyla Kuzey Afrika’da güçlenmiş ve Berberîler arasında hızla yayılmıştı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Midrâr lakabıyla tanınan Ebu’l Kâsım b. Semkû Abbasî halifesi Mansur’un hilafetinin ilk yıllarında Sicilmâse şehrinin temellerini attı (140/757). Mezhep farklılığına rağmen Sicilmâse’de hutbeyi önce Mansur, sonra Mehdî adına okutarak Abbasî hâkimiyetini tanıdı
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Midrârî emirlerinin en güçlüsü sayılan I. Elyesa’ döneminde (791-824), devletin toprakları batı yönünde Der’a’ya kadar genişledi. İsyana kalkışan Berberîler itaat altına alındı. Sicilmâse’yi dış tehlikelere karşı korumak için surlar yenilendi. Şehir genişletilip kabileler belirli mahallelere yerleştirildi. Bir ulucami ile köşkler ve idarî binalar yapıldı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ebû Mâlik el-Muntasır Sufrîliği bırakarak İbâzîliği benimsedi. Oğulları arasında daha kendisi hayatta iken veliahtlık yüzünden ihtilaf çıktı. Devlet zayıflamaya başladı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] İbn Vâsûl, Hâricîliği terkedip Mâlikî mezhebine girdi. Diğer taraftan hutbeyi de Abbasî halifesi adına okuttu; ancak on yıl sonra da “Emîrü’l-mü’minîn Şâkir Billah” unvanıyla halifeliğini ilan etti. Buna ek olarak Şâkiriyye denilen sikke kestirdi. Sicilmâse onun döneminde en parlak yıllarını yaşadı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Endülüs Emevî halifesi adına hareket eden Magrâve kabilesi Sicilmâse üzerine yürüyerek Midrârî emîri Ebû Muhammed el-Mu’tezz’i öldürdü ve bu hanedana son verdi (366/976).
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] MUVAHHİDLER (1130-1269) Hanedanın kurucusu, Masmûde Berberîlerine mensup olan Ebû Abdullah Muhammed b. Tûmert’tir (İbn Tûmert). “Menâkir” diye tavsif ettiği Murabıtlarda yer alan sapık dini anlayış ve davranışlara karşı çıkıp ortadan kaldırmayı hedefledi. Güçlü hitabetiyle İfrîkıyye ve Mağrib şehirlerini dolaştı ve vaazlar verdi. İlmî kişiliğinin yanında eylemci kişiliğiyle de tanındı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Muvahhidler Devleti’nin kuruluşu, İbn Tûmert’ten sonra onun sadık adamı Abdülmü’min el-Kûmî tarafından gerçekleştirildi (524/1130).
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Muvahhidler’in en büyük hükümdarı kabul edilen Ebû Yûsuf Mansur döneminde sınırlar genişlememekle birlikte siyasî istikrar korundu; ekonomik ve kültürel alanlarda gelişmeler kaydedildi.Kastilya kralına karşı yapılan savaşta (el-Erek meydan savaşı) galibiyet elde edildi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Merînîler 645/1247’de Miknâs’ı, ertesi yıl Fas, Selâ ve Tâze’yi, 1250-1255 yılları arasında da Mağrib-i Aksâ’nın büyük bölümünü Muvahhidler’den aldılar. Sonunda başşehir Merakeş’i kuşatttılar ve şehre girerek Muvahhidler Devleti’ne son verdiler (668/1269).
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] HAFSÎLER (627-1574) Hanedan ismini, İbn Tûmert’in ilk öğrencilerinden ve Abdülmü’min’in en sadık komutanlarından olan Hintâtalar’ın reisi Şeyh Ebû Hafs Ömer’den alır. Hafsîler, Ebû Hafs’ın torununun oğlu Ebû Zekeriyyâ zamanına kadarMuvahhidler’in hakimiyetinde yaşamışlar ve ailenin ileri gelenleri bu devlet içinde vali olarak görevler üstlenmişlerdir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ebû Zekeriyyâ, Hafsî hanedanını Muvahhid hakimiyetinden kurtararak müstakil bir devlet kurdu.Başarılı seferler sonucunda Kostantîne ve buranın güney kesimi ile Bicâye’yi ele geçirerek topraklarını genişletti. Böylece İfrîkıyye’nin tamamına hakim oldu. Nüfuzu batıda Cezâyir şehrinden doğuda Trablus’a kadar uzandı. Daha sonra Tlemsen’ide ele geçirdi. Nasrîler ve Merînîler de onun hâkimiyetini tanıdılar.Tunus’ta cami, çarşı ve medrese yaptırdı. İlim ve sanat erbabını himaye etti. Ekonomik açıdan gelişen Tunus’u bölgenin önemli bir ticaret merkezi haline getirdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Muhammed b. Ebû Zekeriyyâ, Moğollar Bağdat’ı ele geçirince Mekke şerifinden, Abbasî halifesinin varisi olduğunu bildiren bir berat getirtti. Ülkede, babası döneminde gelişen sosyal, kültürel ekonomik, ilmî ve sanatsal faaliyetleri devam ettirdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Hafsî ülkesi bir ara, Tunus, Bicâye ve Kostantîne olmak üzere üçe bölündü. Bunlardan Kostantîne emiri I. Ebü’l-Abbas,772/1370 yılında Hafsî topraklarına tek başına hâkim oldu, o, devlete itibar kazandırdı, isyanları azalttı. Yerine geçen oğlu Ebû Fâris, babasının planlarını başarıyla gerçekleştirdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ebû Fâris’in torunu IV. Muhammed ve halefi Ebû Ömer Osman dönemlerinde ülkenin birliği sağlanmaya çalışıldı. Ebû Ömer Osman’ın 893/1488 yılında vefatıyla, Hafsîler’in 118 yıl süren ikinci parlak dönemi de sona erdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Tunus’un 980/1572 tarihinde İspanyol donanması tarafından işgali üzerine Koca Sinan Paşa burayı geri almak için hazırlanan Osmanlı kuvvetlerinin serdarlığına tayin edildi. Kılıç Ali Paşa’nın başında bulunduğu Osmanlı donanması, 982/1574 yılında otuz üç günlük bir kuşatma sonunda Tunus’a yeniden hâkim oldu ve İspanyol işgaline son verdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Koca Sinan Paşa “Tunus Fatihi” unvanını aldı. Bu suretle Hafsîler hanedanı da yıkılmış oldu.Hafsîler’in son temsilcisi Mevlay Muhammed İstanbul’a götürüldü Tunus, Osmanlı Devleti’ne bağlı bir eyalet haline getirildi (982/1574).
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] MERÎNÎLER (1196-1465) Merînîler Zenâte kabilesinin büyük bir koludur. Merînî hükümdarlarından Ebû Yûsuf Ya’kûb, önce aileiçi ihtilafları hallettikten sonra, önüne çıkan engelleri birer birer aşarak ülkesinin topraklarını genişletti. Sonunda büyük bir ordunun başında Muvahhidler’in başşehri Merakeş’i kuşattı (661/1263); ancak ele geçiremedi. Bu başarısız kuşatmadan yedi yıl sonra Muvahhid halifesi Ebû Debbûs’u Merakeş civarında mağlup ederek şehre girdi ve Muvahhidler Devleti’ne son verdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Abdülvâdîler’in ardından Hafsîler’in topraklarını da ülkesine katan Ebü’l-Hasan, tüm Mağrib topraklarını tek bayrak altında topladı. 752/1351 yılında vefat eden ve Merînî sultanlarının en önemlilerinden olan Ebü’l-Hasan, çok sayıda cami, medrese ve bîmâristan yaptırmıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ebü’l-Hasan’ın yerine geçen ve “Emîrü’l-mü’minîn” unvanını kullanan ilk Merînî hükümdarı olan Ebû İnan Fâris, Endülüs’teki müceadelesinin yanı sıra, başşehirlerini tekrar ele geçiren Abdülvâdîler ve Hafsîler’le uğraştı. Yedi yıl süren kısa hükümdarlığı döneminde birçok şehirde cami, medrese, zaviye, sebil ve hamam inşa etmiştir.Bû İnâniyye Medresesi çok ünlüdür.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Son Merînî sultanı Abdülhak b. Ebû Saîd, İdrisîler’den Şerif Ebû Abdullah Ali el-Hafîd tarafından bir grup Faslıya öldürtüldü (869/1465). Bu suretle Merînî devleti sona ermiş oldu. Bölgeye, Merînîler’in kollarından biri olan Vattâsîler hakim oldular.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Abdülvâdiler (1235-1550) Hanedan meşhur Zenâte kabilesinin Benî Abdülvâd koluna mensuptur. Kurucusu Yağmurasan'ın babası Zeyyân'a nisbetle bu hanedana Benî Zeyyân veya Zeyyânîler de denilmektedir. Benî Abdülvâd aşiretinin reisi olan Yağmurasan (Yağamrasan) b. Zeyyân, 1235 tarihinde Tlemsen’de Abdülvâdîler Devleti'ni kurdu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Oruç Reis ile kardeşi Hızır Reis 922/1516'da Cezayir'i ele geçirdiler. Bir süre sonra hükümdarlığını ilân eden Oruç Reis, hâkimiyeti altındaki toprakları genişletmeye başlayarak 923/1517'de Tlemsen'i zaptetti. Burada İspanyol ve yerli halka karşı bir çok başarı kazandılar.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Neticede Osmanlılar, 957/1550 yılında Tlemsen'i ele geçirerek Abdülvâdî hanedanına son verdiler. Abdülvâdîler çok zengin olmamalarına rağmen başşehir Tlemsen"i cami, medrese ve saraylarla süslemişler, burayı önemli bir ilim ve ticaret merkezi haline getirmişlerdir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] VATTÂSÎLER (1472-1554).Vattâsîler Merînîler’in bir koludur.Önceleri Sahrâda ve merkezî Fas’ın yüksek yaylalarında göçebe hayatı yaşıyorlardı. 13. Yüzyılda Doğu Fas’ın doğusunda yerleştiler. Merînîler’in sonlarına doğru nüfuz ve güçleri arttı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Vattâsîler’in başşehri Merakeştir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Son Merînî sultanı Abdülhak döneminde vezirlik, Vattâsîler’e verildi.Muhammed b. Yahyâ eş-Şeyh, Merînîler’in merkezini ele geçirerek sultanlığını ilan etti (877/1472).
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Sa’dîler 962/1554 yılında Vattâsî hanedanı ortadan kaldırıldı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] SA’DÎLER (1511-1659) Benî Sa’d, ecdadını Hasan b. Ali b. Ebû Tâlib’e kadar çıkarır. Bundan dolayı hanedan üyeleri “Şerîf “unvanını alır ve bütününe “eş-Şürefâ el-Haseniyye” denilir. Sa’dîler’in, Hz. Peygamber’in sütannesinin kabilesi Benî Sa’d’a mensup oldukları da söylenir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Sa’dîler’den hakimiyeti ilk ele alan şahıs, Mevlay Muhammed b. Muhammed’dir. O, cihadda etkili olan Cezûliyye tarikatı şeyhi Muhammed b. Mübarek’in tavsiyesiyle Hıristiyanlara karşı cihadı organize etmek üzere Sûs bölgesine çağrıldı. Burada toplanan yaklaşık elli kabile reisi tarafından bölgenin cihad emîri olarak kendisine bîat edildi (916/1511)
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Abdülmelik b. Muhammed, Osmanlı sultanı II. Selim’in desteğiyle Fas’ı ele geçirdi ve “Mu’tasım” unvanıyla Sa’dî tahtına oturdu. Onun tahta çıkışıyla Osmanlı ile Sa’dîler arasında yeni bir dönem başladı. Türk saray hayatının ve geleneklerinin etkisinde kalan Abdülmelik, Mağrib kurallarını terk edip, bütün giyiniş vs. hususlarda Osmanlı tarzına uydu. Devletin teşkilatlanmasında ve ordunun ıslahında Osmanlı sistemi örnek alındı. Fas’ta Osmanlı etkisive nüfuzu tam anlamıyla yerleşti.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Ebü’l-Abbas Ahmed imar faaliyetlerine önem verdi. Yaptırdığı eserlerin başında başkent Merakeş’te inşa ettirdiği Kasru’l-Bedi’ sarayı gelir. Burada muhteşem kabuller verdi. Bu sayede Avrupa’daSa’dîler’in dönemin en güçlü devletlerinden biri olduğu imajı hasıl oldu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Son Sa’dî hükümdarı Ahmed el-Abbas, iktidarı elde etmek amacıyla Merakeş’i kuşatan ve şehre giren Şebbâne liderleri tarafından öldürüldü (1069/1659).
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] GANA İMPARATORLUĞU (≈-1240) Batı Afrika'da kurulan ilk büyük devletin bu imparatorluk olduğu konusunda kaynaklar birleşmektedir. Kuruluşu İslâm’dan çok öncesine dayanır. En güçlü olduğu dönemde sınırları Batı Sudan'ın tamamını içine alanimparatorluğun ilk defa Mağrib'den gelen Berberîler tarafından kurulduğu, ancak ileriki asırlarda yerli siyahîlerin eline geçtiği bilinmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] İmparatorluğun ve ilk yönetim merkezinin adı olan Gâne aynı zamanda ilk krallardan birinin de ismidir. Devletin merkezi daha sonra Kumbîsâlih oldu. Güneyindeki madenlerden eldeedilen altın sayesinde Gâne'nin şöhreti ülke sınırlarının dışına taştı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Murâbit Emîri Ebû Bekir b. Ömer devlet merkezi Kumbîsâlih'i 469/1076 yılında alınca Batı Afrika'nın bu ilk imparatorluğu yıkıldı. Daha sonra dört küçük krallığa ayrılan Gâne İmparatorluğu, 638/1240 yılında Mali İmparatorluğu tarafından topraklarının tamamının ele geçirilmesiyle tarih sahnesinden silindi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] MALİ SULTANLIĞI (1235-1430) Suncata Keita'nın 633/1235 yılında Susu Kralı Sumaoro Kante'ye karşı yaptığı ve büyük bir zaferle sonuçlandığı için destanlaşan Kirina savaşı Mali İmparatorluğu'nun asıl kuruluş tarihi olarak kabul edilmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Mense Kanku Mûsâ zamanında (1312-1337), sınırları Gine ormanından Sahra çölüne, Atlas Okyanusu'ndan güneydeki bugünkü Nijerya sınırlarındaki Hevsâlar'ın ülkesine kadar uzanan devlet, en parlak dönemlerinden birini yaşadı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Mense Süleyman'ın ardından gelen sultanlar zamanında gittikçe gücünü kaybeden devlet XIV. yüzyılın sonlarından itibaren dağılmaya başladı; 834/1430'da ortadan kalktı ve yerini Songay Sultanlığı aldı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] SONGAY SULTANLIĞI (1275- 1591)Mali Sultanlığı'na bağlı Gao'da 674/1275'te Ali Kolon (Kölen) tarafından hâkimlerine "Sünnî" denilen bir hanedan kuruldu. 684/1285'te Sünnî hanedanı tekrar Mali Sultanlığı'na bağlandıysa da 803/1400 yılında SünnîMadogo ülkesi kısmen müstakil oldu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Sünnî Ali çeşitli etnik grupların yaşadığı bölgeleri de ele geçirip ülkesini imparatorluğa dönüştürdü.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Yirmi sekiz yıllık hâkimiyeti müddetince müstakbel Songay Sultanlığı'nın temellerini atan ve putperest olduğuda söylenen Sünnî Ali Ber, Tînbüktülü âlimlerin siyasî etkisinden uzak kalmak için onlarla mücadele etti ve kendi-lerine baskı uyguladı. İslâm'ın bölgede giderek artan nüfuzu karşısında daha fazla direnemeyeceğini anlayan Sünnî Ali, Gurma üzerine sefere hazırlanırken 898/1492 yılında öldü.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Muhammed Tur enin tahta geçmesiyle (1493-1528) birlikte sultanlığın başına geçenlere "askiya" unvanı verilmeye başlandı ve kendisi de Askiya Muhammed ismiyle tanındı. Askiya Muhammed İslâmî esaslara dayalı bir devlet düzeni kurdu.Onun zamanında Songay Sultanlığı’nın sınırları iyice genişledi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Osmanlılar'ın desteğiyle Sa'dîler sultanı olan Ebû Mervân Abdülmelik, Kasrülkebîr yakınlarında meydana gelen Vadilmehâzin savaşında ölünce, veliaht tayin ettiği kardeşi Ahmed "Mansûr" unvanıyla sultan ilânedildi. Bu zaferden sonra Bilâdüssûdan'a yönelen Ahmed el-Mansûr 1000/1591'demeydana gelen Tondibi savaşıyla Songay Sultanlığı'na son verdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] TİMBÜKTÜ PAŞALIĞI(≈1833) Sa'dî Sultanı Ahmed el-Mansûr'un Bilâdüssûdan'a gönderdiği ordu Tinbüktü'yü merkez yaparak burada ismini Türkçe'deki "paşalık" kelimesinden alan yeni bir yönetim kurdu.İspanyol asıllı mühtedi kumandan Cûder (Djouder) buraya paşa unvanıyla ilk idareci tayin edilirken daha önce hâkimiyet gücü sınırlandırılan Songay sultanının yeni merkezde paşalara tâbi şekilde yaşamasına müsaade edildi. Paşanın en büyük yardımcısı "emin" adı verilen malî işlerden sorumlu kimseydi ve Merakeş'teki Sa’dî sultanı tarafından tayin ediliyordu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Şehirlerin idaresi "hâkim" denilen görevlilere verilirken askerî garnizona sahip büyük yerleşim yerlerinin idaresi "kâid" adı verilen en üst rütbeli askerlerin elindeydi. Ancak bir süre sonra Merakeşli askerlerin yerli kadınlarla evliliğinden doğan ve "arma" denilen çocukları Tinbüktü Paşalığı'na hâkim oldular.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] Tinbüktü'yü 1249/1833 yılına kadar yaklaşık iki buçuk asırlık dönemde yüzlerce paşanın yönetmiş olması, bölgede istikrarın sağlanamaması ve ekonomik dengenin kurulamamasının bir göstergesidir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image002.gif[/IMG] XVI. yüzyılın ikinci yarısında Tinbüktü, Siyah Afrika'nın en önemli İslâmî merkezi idi. Burada yetişen âlimler Mekke, Kahire ve Merakeş’e seyahat yaparak İslâm dünyasının fikrî birikimine büyük katkı sağladılar.

NOTLAR:
· silahdar.Silahların bakımından ve korunmasından sorumlu görevli. şahnalık. Valilik ve garnizon komutanlığına denk gelen idarî birim.

· dîvân-ı inşa.Resmî yazışmalardan idarî birim. dîvân-ı istîfâ.Gelirlerin kayıt altına alındığı ve düzenlemelerinin yapıldığı idarî birim. dîvân-ı Müstahlas. Devlet arazilerinin yönetiminden sorumlu idarî birim. dîvân-ı resâil. Resmî yazışmaların yürütüldüğü idarî birim. dîvanu’d-diyâ.Halifelik mülklerinden sorumlu idarî birim. dîvânu’l-haraç.Toprak vergilerinden sorumlu idarî birim. dîvanu’z-zenâdıka.İran dinlerini yeniden canlandırmak amacıyla çıkarılan isyanları bastırmaktan sorumlu idarî birim.

AFRİKA’DA KURULAN BAĞIMSIZ MÜSLÜMAN DEVLETLERDE KÜLTÜR VE MEDENİYET
· XII. yüzyılın ilk yarısında Endülüs’teki zimmî hristiyanlardan (Musta’ribler) kalabalık bir cemaat Mağrib’e tehcir edildi. Bu tasarrufun temel sebebi, Gırnata ve civarında yaşayan bu topluluğun 1126 yılında Aragon kralının Endülüs topraklarına yaptığı askerî sefer için lojistik destek sağlamalarıydı. Endülüslü ünlü fakih Ebu’l-Velid İbn Rüşd bir fetva vererek Musta’ribler’in ahde vefa göstermediklerini, bunun karşılığı olarak da Mağrib’e tehcir edilmeleri gerektiğini belirtmiştir.Cemaat mensupları başta Selâ ve Miknâse olmak üzere muhtelif yerleşim merkezlerine dağıtılmışlardır.
· XIII. yüzyılda Muvahhidler’in ilk halifesi Abdulmu’min, Tunus ve Mehdiyye’deki zimmî hristiyanları, Franklar’la işbirliği yapmalarından çekindiğinden, İslam tarihinde örneğine pek rastlanmayan bir yola başvurarak ya Müslüman olmaya ya da Müslüman topraklarını terk etmeye zorlamıştır.
· Mısır’da kalabalık bir hristiyan cemaati mevcuttu. Mısır’daki hristiyan nüfus esas itibariyle Kıptîler’den oluşmaktaydı. Kıptî kilisesi Hz. İsa’nın tabiatı konusunda, onun beşerî tabiatının ilahî tabiatı içinde eridiğini iddia eden Monofizit yorumu benimsemişti ve bu sebeple de Ortodoks yorumu benimseyen Bizans İmparatorluğu tarafından “sapkın” ilan edilmiş ve dışlanmıştı.
· Mısır’daki bilhassa vezir Bedr el-Cemâlî zamanında Kahire’ye Ermeni göçü teşvik edilmiş ve zamanla bu cemaatin nüfusu otuz bini aşmıştır. Ermeniler’in devlet nezdinde sahip oldukları nüfuzu kullanıp Müslümanların mallarını ellerinden almak suretiyle kiliseler dikmeleri, iki taraf arasında ciddi gerginliklere neden olmuştur.
· Yahudiler İslam ülkelerinde kendilerine has yerleşim merkezlerinde yaşamaktaydılar. Cemaat varlıklarının erimemesi için kendi dinlerinden olmayanlarla karışık yaşamaya ve onlarla evlilik ilişkisi kurmaya pek yanaşmamaktaydılar. İslâm coğrafyasının diğer bölgelerinde olduğu gibi Mağrib’de de bilhassa iktisadî alanda varlıklarını ispat ettiler.
· Muvahhid halife Ebû Yakub Yusuf, din değiştirme konusunda selefinin (AbdülMümin) sıkı politikasını terk etmiş, bununla birlikte Yahudileri Müslümanlardan ayırt edilmeleri için farklı tarzda giyinmekle ya da başlarında ve omuzlarında bazı ayırt edici alametler taşımakla yükümlü kılmıştır.
· Halife Mustansır zamanında Yahudiler Müslümanların kıskançlığına yol açacak ölçüde devlet nezdinde itibar ve nüfuz sahibi olmuşlardır. Şair er-Razî’nin Yahudilerin sahip oldukları imkanlara değinen dizeler yazmıştır.
· Müslüman kavimlerin arasında Hicaz’dan çıkıp Mısır üzerinden Trablusgarb’a oradan Uzak Mağrib’e kadar yayılan veX IV. yüzyıla kadar yerleşik hayatı tanımayan Müslüman bedevî kabileler vardı. Bunların en meşhuru Hilalîler(Benû Hilâl) idi.
· Zamanla Riyâh, Esbec, Zuğbe adlı alt kolları oluşan Hilalîler’in Mağrib’e gelişi ciddi bir nüfus hareketine yol açtı. Şehirlerin çevresinde oturan ve ziraatla geçinen Berberi asıllı Zenâte ve Sanhâce grupları tedirgin oldukları gibi arazilerini de bedevîlerin hayvanlarının zararlarından koruyamadılar. Neticedetopraklarını terkederek şehirlerde toplandılar; bir kısmı da dağlara çekildi. Hilalîler, X. yüzyıl ortalarında Fatımîler’e bağlı olarak İfrikıyye’yi idare etmekte olan Zirîler’in başkenti Kayrevan’ı yağmalayıp harabeye çevirdiler.
· Berberiler Mağrib’in değişikbölgelerinde kabileler halinde dağılmış vaziyetteydiler. Trablus’dan Atlas Okyanusu’na kadar olan geniş coğrafyada Sanhâceliler (Lemtûneliler, Cüdâleliler…), Mesmûdeliler, Zenâteliler, Levâteliler, İfrenîler (Benû İfren), Kütâmeliler, Gomâreliler Berberî kökenli belli başlı büyük kabile federasyonlarıydı.
· Sanhâceliler’in erkekleri, günümüzdeki Tuvârıklar gibi, çölün soğuğu, sıcağı ve tozundan korunmak amacıyla sadece gözleri görünecek şekilde yüzlerini peçe ileörtmeleriyle de dikkat çekmekteydiler. Yüzlerini örtmelerinden dolayı bunlara Mülessimûn(yüzleri peçeliler) de denmiştir.
· Berberiler Mâliki mezhebindeydi. Adeta bu tutum bölge halkının tabii mezhebi sayılmış, başka bir mezhebe girenler düşman telakki edilmiştir.
· Uzak Mağrib’de Berberîler arasında bazı yeni dinlerin zuhur ettiği de görülmektedir. Bunlardan ilki Bergavâta dini olup mensupları Yakuşadı verilen bir tanrıya tapıyor ve Salih adlı birini de peygamber olarak kabul ediyorlardı. Hâ-mîm dininde, sabah ve akşam olmak üzere iki vakitte yerine getirilen ibadetleri vardı.
· Değişik lehçelerde konuşmakla beraber Berberîler'inortak bir dile sahip oldukları muhakkaktır. Bu dil, Sâmî dillerle irtibatı olan Kûşî veya Hâmî diller ailesindendir. Kendine has bir ritmi olup uğultulu sesler çıkarılarak konuşulur.
· Mesmûdeliler arasında bir Türk kızla evlenmek sorun olmazken, bir Habeşli kızla evlenmek ayıplanma nedeni olabilmekteydi. Bedevî kabilelerde, özellikle Sanhâceliler’de erkeğin yüzünü peçe ile örterken kadınların yüzleri açık olurdu. Sanhâceliler’de, ayrıca, kabile meclislerine kadınların da iştirak ettiği kaydedilir.
· İstisnasız bütün devletlerde, zaman zaman kadınlar siyasî hayata müdahale edebilmekteydiler. Bunun tipik bir örneği, İdrisîler’de II. Yahya’nın eşinin oynadığı roldür. Bir başka örnek ise Muvahhid halife Ebû Yakub Yusuf’un eşidir.
· Mağrib şehirlerinde musikinin, dolayısıyla da musiki aletlerinin oldukça yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Muvahhidler hareketinin kurucusu İbn Tûmert’in uğradığı yerleşim yerlerinde musiki aletleri satan dükkanlardaki aletleri kırmaya çalışmıştır.
· Hz. Peygamber’in doğumu münasebetiyle ilk mevlid kutlaması Mısır’da Fatımî halifesi Muiz Lidinillah zamanında (972-975) başlatılmıştır. Törenler Kur'an tilâvetiyle başlardı; ardından sırasıyla Enver (Hâkim), Ezher ve Akmer camileri hatipleri birer hutbe okuyup halife için dua ederlerdi.
· Mağrib’de önceleri mevlid kutlama âdeti yokken bunlar ilk defa kadı ve muhaddis Ebü'l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Hüseyin es-Sebtî el-Azefî (ö. 633/1236) tarafından halkın hıristiyan bayramlarını kutlamasını önlemek amacıyla icra edilmeye başlanmıştır. Bundan sonra Merinî, Hafsî, Zeyyanî ve Sa’dî sultanları mevlid kutlamalarına büyük önem vermişlerdir.
· Abbasîler döneminde Kuzey Afrika’da Sünni,Şia ve Haricilerden her birine mensup bağımsız devletler kurulmuştur. Söz gelimi Muvahhidler, Hafsîler, Merinîler, Sa’dîler Sünnî; İdrisîler Zeydî, Rüstemîler ve Midrarîler Haricî; Fatımîler ise Şiî-İsmailî idiler.
· Fatımîler’de ise 487 (1094) yılında Müstansır-Billâh'ın ölümüne kadar veraset yoluyla imâmet hususu önemli bir engelle karşılaşılmadan uygulandı. Müstansır'in vefatından sonra Vezir Efdal Şehinşah'ın müdahalesiyle meşru hak sahibi büyük oğlu Nizâr'ın azledilip yerine küçük oğlu Müsta'lî getirildi. Bu tasarruf Fatımîler’de bölünmeye yol açtı. Son halife Âdid Lidînillâh da İsmâilî mezhebine aykırı olarak babası imam olmayan bir halife idi.
· Kuzey Afrika’da kurulan Abbasîler’in çağdaşı bağımsız Müslüman devletlerde, verasete dayalı hanedanlık sistemik işlerlik kazanmıştır. Bunu, o günün dünyasında hanedanlık sisteminin genel geçer bir idarî sistem olarak benimsenmiş olmasının ve Emevîler ve Abbasîler’le birlikte İslam dünyasına da yerleşmesinin doğal bir sonucu olarak görmek mümkündür.
· Rüstemîler’in idarî yapısı içinde devlet başkanlığından (imâmet) sonraki en önemli kurumlar kadılık, hisbe, beytülmal ve şurta(polis teşkilatı) idi.İslamî hükümlerin uygulayıcısı olması bakımından kadının başkent Tâher’te çok büyük bir itibarı vardı.
· Fâtımîler döneminde vezir tabiri ilk defa, Halife Azîz Billâh'ın Ya'kub b. Killis'e el-vezîrü'l-ecellakabını verdiği Ramazan 368 tarihinden itibaren kullanılmaya başlandı. Bu lakabın resmîleşmesi ise ancak Zahir Lii'zâzidînillâh döneminde olmuştur.

· Fatımîler’in Mısır'daki ilk dönemlerinde tenfîz vezirliği, ikinci dönemlerinde ise Bedr el-Cemâlî ile birlikte tefvîz vezirliği daha fazla önem kazandı. Halife Muiz Mısır'da yetkisini ve otoritesini kimseye bırakmamayı (tefvîz etmemeyi), her işi bizzat yönetmeyi ve hiç kimseden yardım almamayı tercih etti. Fakat o da adına el-Vesâtadediği bir kurum geliştirdi.Zamanla vezirlik emirül cuyuşa dönüşmüştür.
· Bedr el-Cemâlî'den başlayarak "melik" lakabı ortaya çıkıncaya kadar asker kökenli vezirler es-seyyidü'l-ecel, emîrü'l-cüyûş, seyfü'l-İslâm, nâsıru'l-imâm, kâfilu kudâti'l-müslimîn, hâdî duâti'l-mü'minîn gibi unvan ve lakaplar kullanmışlardır.
· Fâtımîler dönemindeki vezirlerin çoğu hıristîyandı. Ermeni vezir Behrâm "seyfü'l-İslâm" lakabını almış olduğu halde Hıristiyanlığınıkorudu.
· Fatimilerden Ebû Ali Hasan b. Efdal Küteyfât'ın vezirliğe getirildiği dönemde görülür. Ebû Ali 1131 yılında dört ayrı kadı görevlendirmiş, bunların her biri kendi mezhebine göre fetva vermiştir. Bu kadılar Şafiî, Mâlikî, İsmâilî ve İmâmiyye mezheplerine mensup idiler.
· Fatımî ordusunun idaresi Dîvânü'l-ceyşdiye bilinen bir divana bırakılmıştır. Bu divan iki kısma ayrılmaktadır: 1- Dîvânü'l-ceyş: Burada müslüman bir başkan bulunur, onun nezaretinde çalışan emîr ve nakibler ordu mensuplarının hastalık ve ölüm gibi hallerini rapor ederlerdi. 2- Dîvânü'r-revâtib: Devletten aylık alan herkesin adı burada kayıtlıydı.Donanmayı Dîvânü'l-cihâd adında bir dâire kontrol ederdi, bu divan aynı zamanda Dîvânü'l-amâir diye de bilinirdi.
· Muvahhidlerde Vezirlik-Kâtiplik-Hâciblik. Siyasî-idarî hiyerarşide halifelik ve veliahtlıktan sonra vezirlik makamı gelmekteydi.Vezirlikten sonra gelen kâtiplik, dinî ilimler yanında Arap dili, belağatı ve edebiyatını iyi bilen, hitabet ve yazma kabiliyeti yüksek kişiler tarafından deruhte edilenbir görevdi. Küttâbu divanu’l-inşâ ve küttâbu’l-ceyşş eklinde iki tür kâtiplik bulunmaktaydı. Birinciler, halifelerin resmî merasimlerinin kayıtlarını tutarlar; valilere, komutanlara ve kadılara gönderecekleri risaleleri veya resmî yazıları kaleme alırlardı. İkinciler ise askerî işlerle ilgili kayıtları tutarlardı.
· Muvvahidler’de de başkadıya kadi’l-cemâa denmekteydi. Rakkâsûndenilen postacılar; güçlü ve yola dayanıklı kimseler arasından seçilirdi. Şehirlerarasında yer alan menzillerde binek (at, katır) değiştirerek vazifelerini yerine getirirlerdi.
· Hafsilerde Vezirler.Sultana yönetimde yardımcı olan üç vezir bulunuyordu. Bunlardan vezîrü'l-cünd ordu işleriyle, sâhibü'l-eşgâl veya müneffîz maliye işleriyle, vezîrü'l-fazl yazışma işleriyle ilgilenirdi. Bu vezirler, sorumlu oldukları görevlerle ilgili divanlara da başkanlık ederlerdi.Nikâh işleriyle uğraşan kâdi'l-enkiha, malî işlere bakan kâdi'l-muâmelât, Ramazan hilalinin görülmesiyle alakalı problemleri çözmeye çalışan kâdi'l-ehille bulunuyordu.
· Abbasîler’de para, mücevherât ve kıymetli eşyanın saklandığı daireye mahzen denir.Muhafız birliklerine katılan kölelere “abîdu’l-mahzen”, devlete asker veren kabilelere ise “kabâilu’l-mahzen” denmekteydi.
· Mahzen kelimesi “hükümet” ya da “saray teşkilatı” ile eş anlamlı olarak kullanılırdı. Kelimenin bu içerikle kullanımını Muvahhidler’in mirası üzerinde kurulan Merinîler, Vattasîler ve daha çok da Sa’dîler’de görmek mümkündür.
· Doğu İslam dünyasında daha sonra kurulan devletlerde mahzen kelimesi zamanla yerini, “devletin gelirlerinin muhafaza edildiği yer” anlamında hazînekelimesine bırakmıştır. (Eyyubiler-Zengiler)
· Muvahhidler zamanında mahzenin değişik türden devlet mallarının kayıtlı olduğu ve muhafaza edildiği kurum anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Sa'dîler dönemi âlimlerinden İbn Asker el-Mağribî'nin (ö. 986/1578) mahzen ismini "devlet" ve genel olarak "devletin bütün birimleri"karşılığında kullanmış olması dikkat çekicidir. Ahmed el-Mansûr (1578-1603) tarafından bütün yetkilerin sultanın elinde bulunduğu bir idarî sistem haline getirildi.
· Emevîler ve Abbasîler’le benzerlik içerisinde cizye, harâc, zekat/öşür, ticaret malları vergisive humus(ganimetlerin beşte biri) devletlerin başlıca gelir kaynaklarını teşkil etmekte olup, umumiyetle beytülmal denilen devlet hazinesinde toplanmaktaydı.
· Fatımîler, kendilerinden kabul etmedikleri Sünnî Ağlebiler’e yahut Haricî Rüstemîler’e; Muvahhidler, “Mücessime” diye niteledikleri Murâbıtlar’a ait şehirleri yağmalarken buraların halklarına “gayr-i müslim” muamelesi yapmışlardır.
· Gayri Müslim tüccarlar, kuzey yönündeki giriş kapılarında humus veya el-humusu'r-Rûmîdiye bilinen, deniz yoluyla gelen Rum tâcirlerden alınan vergi benzeri bir vergi ödüyorlardı. Dışarıdan gelen tâcirlerden alınan malların satıldığı yerlere metcer veya el-metcerü'd-dîniyyi's-saîd denirdi.
· Fatımî Devleti'nin en önemli gelir kaynağı cevâlî veya cizyedenilen vergi idi. Bu vergi zimmîlerden alınırdı. Zekâta gelince, Makrîzî'nin kaydettiğine göre Mısır'da ilk defa zekât toplayan kimse Selâhaddîn-i Eyyûbî olmuştur. Fâtimîler belki de bunun yerine İsmâilîler'in dâîlere ver-dikleri necvâ (İsmâilî mezhebinin esaslarını öğrenenlerden alınan teberru) adlı vergiyi koymuşlardı.
· Muvahhidlerde Hıristiyan ülkeleriyle ticaret Sebte, Selâ, Asîle ve Enfâ gibi liman şehirlerinden yapılıyordu.
· Sadilerde Ahmed el-Mansur’un 1591’de gönderdiği ordu, Sudan seferinden 20 bin civarında köle, bol miktarda altın ve fildişi ile birlikte döndü. Sudan’da ele geçirilen altın ve altın yataklarındandolayı “Zehebî” unvanıyla anılan bu hükümdar zamanında Fas’ta iktisadî hayat canlandı. Ancak Sudan’ın zengin kaynakları tükenince ülke anarşi, fakirlik ve sefalete sürüklendi.
· Fatımîler’ce açılan yüksek öğretim kurumlarına örnek olarak Daru’l-ilm’i ve meşhur Ezher’i gösterebiliriz. Fatımî halifesi Hâkim Biemrillâh"ın 1004 (395) yılında Ehl-i Sünnet’e yakınlaşma maksadıyla inşa ettirdiği Dâru’l-ilim (Dârül-hikme)dir.
· Darul Hikme Fatimilerde 1010 yılından itibaren Fatımî propagandasının öğretildiği bir merkez haline gelmiştir. Ezher ise, Daru’l-ilim’den kısa bir süre önce 975 yılındaFatımî davetinin merkezi olarak ortaya çıktı.
· Muvahhidlerde Medreseler genelde iki katlı olurdu ve avlusunun ortasında bir fıskiye yer alırdı. İbn Tûmert’in el-Mürşideve el-Muvatta’ı yanında Buharî ve Müslim’in Sahih’leri, Ebû Davud, Tirmizi, Nesâî’nin Sünen’leri; İbn Ebû Zeyd’in Nevadir’i, İbn Yunus’un Kitab’ı, İmamu’l-Harameyn’in el-Burhanve el-İrşâd’ı, Gazâlî’nin İhyave el-Mustasfâ’sı, İbn Hişam’ın es-Sire’si, Sîbeveyh’in Kitab’ı, Ebu’l-Hasen İbn Ferhûn’un Lübbü’l-lübâb fî mesâili’l-hisâb’ı zikredilen medreselerde okutulan kitaplar arasındaydı.
· Merînîler, başşehir Fas'ı ve diğer şehirleri medreselerle donattılar. Sultanın ve devlet adamlarının kurduğu vakıflar sayesinde medreseler gelişti. Mâliki fıkhı yaygınlaştırıldı. Karaviyyîn Camii bir İlim merkezi haline geldi. Bu dönemde özellikle Fas şehrinde olmak üzere Dârü'l-fakiha adı verilen kızlara ait medreselerin bulunduğu, buralardan Sâre bint Ahmed b. Osman, Ümmü Hânî el-Abdûse ve kız kardeşi Fâtıma ve Ümmü'l-Benîn gibi kadın âlimlerin yetiştiği kaydedilmektedir.
· Hafsî sultanları hem Tunus’ta hem de Konstantîne, Bicâye, Kayrevan ve Sûse gibi şehirlerde yeni medreseler açtılar. Şemmâiye, Muarradiye, Tevfikıye ve Müntasıriye bu dönemde yapılan medreselerin en önemlileriydi.
· Sa’dîler, eğitim ve öğretimi şehirlerde teşvik ettikleri gibi kırsal kesimlerde de yaygınlaştırmak için adım attılar. Küttap denilen ilk mekteplerde dinî bilgiler yanında dil ve matematikle ilgili bilgiler de öğretiliyordu.
· Sudan'daki kabileleri irşad hedefiyle ortaya çıkan ve Abdullah b. Yasin adlı bir Malikî fakihinin önderlik ettiği Murâbıtlar hareketi, devlete dönüşüp Kuzey Afrika ve Endülüs'ü ele geçirdikten sonra, Mâlikî fıkhının mutlak anlamda hâkim olduğu ve Mâlikî fakihlerinin yalnız adliye sahasında değil idarî mekanizmada da yer aldığı bir düzen kurmuştur.
· İbn Tûmert Malikî fakihlerinin veonları himaye eden Murâbıtlar’ın fıkıhta fürûa dalmak suretiyle Kur’an ve Sünnet’ten koptuklarını, keza Allah’ın zatı ve sıfatlarıyla alakalı bazı müteşabih ayetleri zahirîmanalarıyla kabul ettikleri için de Mücessime’ye dönüştüklerini iddia ederek, yeni bir hareket başlattı. Çağrısının merkezinde tevhid kavramı olduğu için kendisine katılanları Muvahhidler (el-Muvahhidûn) yahut Ehl-i Tevhiddiye adlandırdı.
· İlk Muvahhid halifelerin Malikilik aleyhindeki gayretlerine son veren, yine bu ailenin içinden bir başka halife, yani Ebu'l-Alâ el-Me'mûn oldu. O, yeniden ümmehât merkezli Mâlikî fürû fıkhının uygulanması yönünde bir ferman çıkardı.
· Murâbıtlar zamanında Mâlikî Sanhâce Berberîleri tarafından kurulan Tinbüktü, Güney Sahra ve Batı Afrika'nın ilk büyük Mâlikî merkezi haline dönüştü. Mâlikî mezhebinin yayılışı XIV ve XV. yüzyıllarda Malive Songaysultanlıkları ile yeni bir devreye girdi. Mali sultanları kuzeydeki Mâlikî merkezleriyle ilişkilere önem vermiş, öğrenci göndermiş ve ilmî alışverişlerde bulunmuşlardır.
· Tasavvufî hareketler arasında en fazla temayüz edeni, XIII. yüzyılın ikinci yarısında kurulan Şazeliye tarikati olmuştur. Bu tarikatın ilk pîri Fas asıllı Ebu'l-Hasan Nûreddin eş-Şâzelî (ö. 656/1258), kurduğu tarikatlaHafsîler döneminin en önemli tasavvufî şahsiyeti olmuştur. Tarikatın şeyhlerinden Mürsî’nin şükreden bir zengini sabreden bir fakire tercih ettiği, şükrün cennetliklerin sıfatı iken sabrın böyle olmadığını dile getirdiği belirtilir.
· Kadı İyaz (ö. 544/1149): Bid'at ve hurafeden uzak inancı, zâhidâne yaşayışı,İslâmî konulardaki tavizsiz tutumu ve talebelerine karşı mütevazi kişiliğiyle tanınan Kâdî İyâz zekâsı, etkileyici konuşması, hazırcevaplığı yanında Mağrib hattını güzel yazmasıgibi özellikleriyle de anılmaktadır.Döneminde Sebte'de ondan daha çok eser veren bir âlimin mevcut değildi.
· İbn Batuta (ö. 770/1368-69) gezdiği birçok ülkede sosyal hayata karışmış, evlilikler yapmış ve hâtıra-larını hiçbir şüpheye yer bırakmadan güvenilir bir şekilde kayıt altına almıştır. Ayrıntıları asla ihmal etmeyen İbn Battûta, eserinde insan unsuruna en fazla yer veren seyyahtır. Çeşitli milletlerin giyim kuşamı, âdetleri ve inançları hususunda ayrıntılara inerek bilgi vermiştir.
· İbn Merzuk (ö.781/1379): Mâlikî fakihi, muhaddis, hatip ve devlet adamıdır. Ailesinin en çok tanınan şahsiyetlerinden biri olan İbn Merzûk "hatîb", "reîs" ve "ced" sıfatlarıyla bilinmektedir. Başta hadis olmak üzere dinî ilimlerde kendini yetiştiren İbn Merzûk, güçlü hitabeti sayesinde gittiği her ülkenin merkez camiinde hatip olarak görev yapmıştır.
· İbn Haldun: Merîni, Hafsî ve Abdülvâdî hanedanlarının yönetiminde bazansultan ve emîrler kadar etkili olmuş, iktidarların el değiştirmesinde önemli roller oynamış, bu özelliğiyle hem desteğine ihtiyaç duyulan hem muhalefetinden korkulan bir kişi durumuna gelmiştir. Birçok iktisat tarihçisi İbn Haldun'u Ünlü Mukaddime eserinden dolayı iktisat ilminin kurucusu olarak kabul etmektedir.
· İbn Seb‘în: Felsefî görüşleri ve zâhidâne hayatı halkın dikkatini çekti ve kısa zamanda şöhreti yayıl-dı. Nitekim Sicilya Kralı II. Frederickvon’un, elçisi aracılığıyla Muvahhid Sultan Abdulvâhid er-Reşîd'e gönderdiği felsefî soruları cevaplandırma görevi kendisine tevdi edilmiş ve İbn Seb'în el-Kelâm 'ale'l-mesâ'ili's-Sıkılliyeadlı eserini bu vesileyle kaleme almıştır. İltica halinde geçmiş ömrü halkın baskısından bunalmış bir şekilde Mekke’de nihayet bulmuştur.
· Kayravan, Merakeş, Tahert, Bicâye, Mehdiye, Mansûra, Fustat, Kâhire ilk defa Müslümanlar tarafından kurulmuş olan şehirler için zikredilebilecek örneklerden bazılarıdır.
· Fas şehrinde İdrisîler tarafından kuruluşundan itibaren cami, medrese, han ve hamam gibi birçok tarihî eser inşa edilmiştir. İdrîsîler'in yaptırdığı ilk binalar Câmiü'l-eşyâh, Câmiü'ş-şürefâ, Câmiu Fâtıma ve Câmiu Endelüs'tür. Câmiu Fâtıma'nın adı Zenâteler tarafından Karaviyyîn olarak değiştirildi ve Câmiu Endelüs ile birlikte genişletilerek her ikisi de bulundukları mahallelerin en büyük iki camii haline getirildi.Muvahhidler Fas şehrinin etrafını kuşatan bir sur da inşa ettiler. Bu surun Bâbü Mahrûk ve Bâbü Cîse adlı kapıları günümüze kadar gelmiştir.
· Merini hükümdarı Ebû Yûsuf Yakub Fas küçük gelmeye başlayınca yakınında başka bir şehrin kurulmasını emretti (674/1275). Önceleri Medînetü’l-beyzâ (Beyaz Şehir), daha sonra Fâsu’l-cedîde adı verilen bu yeni şehirde saltanat sarayı, şehzadelere ait köşkler, göz kamaştırıcı binalar, muhafız birliği için kışlalar,cami, darphâne ve bir su kemeri inşa edildi.
· Fasta Merînîler döneminde inşa edilen camilerin en önemlileri Hamrâ, Lellâ Zehr ve Lellâ Garibe, medreselerin en önemlileri ise Saffârîn, Attârîn, Bû İnâniyye, Misbâhiyye ve Sihrîc'dir.
· Tâhert. Rüstemîler Devleti’nin ilk imamı Abdurrahman b. Rüstem tarafından temeli atılan Tâhert, savunma amaçlı olarak 1100 m. gibi oldukça yüksek bir mevkide inşâ edilmişti. İslam şehirlerinin bilinen planına göre merkezde ulucâmi, çevresinde çarşı, sonra da meskenler yer almaktaydı.
· Tahert Şehrindeki bazı camilerin Mescidu’l-Karaviyyîn, Mescidu’l-Basriyyîn, Mescidu’l-Kûfiyyîn vb. adlar taşıması, bu göçlerin bir sonucudur. Zamanla bölgenin en önemli ticaret merkezlerinden biri haline gelen şhirde çok sayıda cami, çarşı, han ve hamam inşa edildi. Özellikle Ma’sûme Çarşısı’nın yaygın bir şöhreti vardı.Fatımî işgali sonrasında şehir bir daha eski ihtişamını yakalayamadı.
· Merakeş (Merrakuş). Merakeş, Fas'ın güneyindeki geniş ve düz Havz ovasında deniz seviyesinden 465 m. yükseklikte Murâbıtlar tarafından bir başkent olarak planlanıp kurulmuştu. Merakeşte Deri işlemeciliği bugün de olduğu gibi buradaki en gözde mesleklerdendi; hatta sur kapılarından birine Bâbü’d-debbâgîn adı verilmişti. Ebû Yûsuf el-Mansûr dönemi Merakeş'in ikinci altın çağı olarak görülür; şehrin düşüşü onun vefatından sonra başlamıştır.
· Sa'dîler devrinde Merakeş, en parlak günlerini Sultan Ahmed el-Mansûr zamanında (1578-1603) yaşadı ve Batı İslâm dünyasının kültür merkezi haline geldi. Portekiz'e karşı kazandığı Vâdilmehâzin savaşının zafer hâtırası olarak on altı yılda dikilen Kasrülbedî Sarayı, Gırnata’daki Elhamra Sarayı’nı andıran mimarî üslup ve özellikleriyle İslâm dünyasının en önemli eserlerinden biri kabul edilmişti. Bu saray, Filâlî Sultanı Mevlây İsmail tarafından 1119/1707’de yıktırılmıştır.
· Tunus X. Yüzyılda Şiiler ve Haricîlerin hücumları nedeniyle ciddi hasarlara maruz kalır, ancak şehrin bugün de en önemli manevi dinamikleri arasında sayılan sufî Sîdî Muhriz’in rehberliğinde çabuk toparlanır.Tunus’un şehircilik alanında parladığı asıl zaman dilimi, Hafsîler dönemidir. Bu dönemde şehir bir taraftan abidevî yapılarla donatılırken diğer taraftan yeni mahallelerle oldukça genişletilmiştir.
· Re’su’t-Tâbiye’de eğlence bahçeleri,Kartaca su kemerleri, Tevfîkiye Medresesi, Zeytûne ve Hilâk Camileri, Bâbu’l-Ulûc kışlası Tunus şehrinin önemli mimari eserleridir.
· Mısır'ıfetheden Amr b. Âs, eski Babilon civarında bölgedeki ilk islâm şehri olan Fustat'i kurmuştu (22/643) Abbasî Salih b. Avn'ın Hamrâulkusvâ mevkiinde kurduğu el-Asker'dir. Abbasîler zamanında Ahmed b. Tolun (254/868) Katâi' şehri kurdu.
· Fatimi Halifesi Muiz Lidînillâh'ın gelişinden sonra Mısırda “düşmanlarını kahreden, ezip geçen” anlamında Kahire adıyla yeni bir şeir kuruldu ve hilâfet merkezi oldu. Şehrin en önemli binaları, sonradan Câmiu'l-Ezher adını alan Cuma Camii, Meşhedü'l-Hüseynî, Hânü'l-Halîlî, Baybars el-Çâşnigîr Hankahı ve Büyükdoğu Sarayı, Küçükbati Sarayı, Kusûru'z-zâhire isimli hilâfet sarayı idi.
· Fâtımîler döneminde Kahire'de yapılan en mükemmel camilerden biri Hâkim Camii'dir. Ondan sonra 1125 ibadete açılan Akmer Camii, ardından Halife Zâfir Biemrillâh Camii ve son olarak da el-Melikü's-Sâlih tarafından Bâbüzüveyle'nin dışında yaptırılan Salih Talâi' Camii gelmektedir.
· Fâtımîler'in ilk döneminde Kahire, yalnız halife, devlet adamları, kumandanlar, askerler ve halifenin hizmetinde bulunanların kalabildiği bir kale halindeydi. Dolayısıyla şehre ancak özel izinle girilebiliyor ve Fustat halkı içeri alınmıyordu.
· Müslüman devletlerde halk yönetenler ve yönetilenler şeklinde iki ana kesimden oluşmaktaydı. Hâssa olarak adlandırılan yönetici kesim başta hükümdar olmak üzere hanedan mensupları, kurucu kabilelerin reisleri, vezir, katip, vali, ordu komutanı gibi yöneticilerden; buna mukabil avâm/âmme denilen kesim ise ticâret erbabı,çiftçiler ve işçilerden ibaretti. Hâssa Rüstemîler’de Farisî-Berberî, İdrisîler ve Fatımîler’de Arap-Berberî, Muvahhidler, Hafsîler, Merinîler, Abdulvâdîler ve Sa’dîler’de Berberî-Arap-Endülüslü ağırlıklıydı.
· Kuzey Afrika’da kurulan Abbasîler’in çağdaşı bağımsız Müslüman devletlerde, verasete dayalı hanedanlık sistemik işlerlik kazanmıştır. Bunu, o günün dünyasında hanedanlık sisteminin genel geçer bir idarî sistem olarak kabul görmüş olmasının ve Emevîler ve Abbasîler’le birlikte İslam dünyasına da yerleşmesinin doğal bir sonucu olarak görmek mümkündür.
· Mağrib’de Muvahhidler ve sonrasında kurulan özellikle Vattasîler, Merinîler ve Sa’dîler’de hükümete ve idarî teşkilata mahzen denmiş ve mahzen teşkilatı XX. yüzyıl başlarına kadar kullanımda olmuştur.
· Kurumsal yapı ve benzerlikler açısından baktığımızda Emevîler ve Abbasîler’de olduğu gibi Mısır ve Mağrib’de kurulan devletlerde de tarım ve hayvancılığa dayalı bir ekonomik yapı hakimdi. El sanatları ve madencilik bu ekonominin tamamlayıcı unsurlarıydı.
· Cami ve mescitler hem ibadet yapılan hem de ilk ve orta seviyede eğitim-öğretim hizmeti veren kurumlardı. Yüksek tahsil, yine bazı büyük camilerle birlikte medreselerde gerçekleştirilmekteydi. Kahire’de Fatımîler zamanında kurulan Dâru’l-ilm, aynı zamanda bir eğitim kurumuydu. Muvahhidler zamanında denizcilik eğitimi için uygulama gölünün de bulunduğu büyük bir medrese inşa edilmiş ve burada uygulamlalı eğitim verilmiştir.
· Mağrib coğrafyasında Malikîlik en fazla yayılan ve kök salan fıkıh mezhebi olmuştur. X. yüzyılda Fatımîler’in bu mezhebi geriletmek için gösterdikleri çabalar, kısa bir süre etkili olmuş, ancak Murâbıtlar, bir dönemden sonra Muvahhidler, Merinîler ve Sa’dîlerin destekleriyle uzun vadede Malikîlik gücünü daha da pekiştirmiştir. Başlangıçta Berberîler arasında etkili olan Haricîlik de zamanla önemli ölçüde güç kaybetmiştir. Şiî Fatımîler, bilhassaEzher Câmii’nin inşasından sonra mezhebleri adına önemli çalışmalar yapmışlardır.
· Şehirleşmeye verilen önem sayesinde, İslam fethi sırasında Mağrib nüfusunun ezici çoğunluğunu bedeviler, yani konar-göçer durumdaki kabileler teşkil ederken, birkaç asır sonra bu nüfusun önemli bir bölümü yerleşik hayata geçmiştir.
· Fatımîler’ce halife ile halk arasında aracılık görevini üstlenmek üzere ihdas edilen makam El-Vasata’dır.
· Ebu’l-Velid İbn Rüşd’ün fetvasıyla Endülüs’den Mağrib’e tehcir edilen cemaat Musta’ribler dir.
· Hz. Peygamber’e dair eş-Şifâ bi ta’rifi hukûki Mustafâ adlı eseri Kadı İyaz yazmış ve sonraki dönemlerde de pek çok alim tarafından yararlanılarak bu esere şerh ve haşiyeler yazılmıştır.

ENDÜLÜS SİYASÎ TARİHİ
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Müslümanlar, VIII. yüzyıl başında ele geçirdikleri İber yarımadasına ''el-Endelüs" (Endülüs) adını verdiler. Romalılar ve Vizigotlar ise bu coğrafya için İspanya kelimesinin de menşei olan "Hispania” veya "Spania" kelimesini kullanmışlardır.Endülüs isminin, daha çok Vizigotlar’dan önceİspanya'ya akın etmiş olan Vandallar’ın kendilerine nispetle bu ülkenin güneyindeki Baetica bölgesine verdikleri -ya da onlara nispetle verilen- Vandaluciaadından gelmiş olabileceği görüşü kabul görmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs adı Andalucia şeklinde günümüz İspanya’sında hâlâ kullanılmakta ve Almeria (Meriye), Granada (Gırnata), Jaen (Ceyyân),Cordoba (Kurtuba), Sevilla (İşbîliye), Huelva (Velbe), Malağa (Mâleka) ve Cadiz (Kâdis) vilâyetlerini içine alan bölgeyi ifade etmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Vizigotlar, Katoliklerce sapkın bir hareket olarak kabul edilen Arianizm’e mensuptular ve Katoliklerden farklı olarak Hz. İsa’nın ilahlığını önemsemiyorlardı. Vizigotlar Katolik olduktan sonra Katolik harici diğer din ve mezhep mensuplarına karşı baskı uygulamaya başladılar. Bunun neticesinde 694 yılında henüz Katolikliğe girmemiş bütün yahudilerin köleleştirilmelerini kararlaştırdılar.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Kuzey Afrika Valisi Mûsâ b. Nusayr, Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik'ten izin alarak Tarif b. Mâlik kumandasındaki yaklaşık 500 kişilik bir birliği ilk defa 710 yılının ilkbaharında keşif gayesiyle İspanya'ya gönderdi. Kısa bir süre sonra da Tarık b. Ziyad tarafından İspanya fethedildi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Musa b. Nusayr, 714 yılında Tarık’la birlikte Şam’adönerken İspanya’da fethedilen toprakların idaresini oğlu Abdulaziz’e bıraktı. Bu suretle Endülüs tarihinde Valiler Dönemi (Asru'l-vulât) olarak bilinen devir başlamıştır. I. Abdurrahman'ın 756'da Endülüs Emevî Devleti'ni ilânına kadar devam eden bu dönemde yirmi bir vali iş başına geldi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Müslümanların 732 yılında Tours ve Poitiers şehirleri arasında yer alan ovada Franklar'a yenilmesi, Avrupa'da gerçekleştirilmek istenen fetihler açısından bir dönüm noktası olmuştur. İslâm kaynaklarında Belâtüşşühedâ adıyla geçen bu savaştan sonra eskisi kadar dışa açılamayan müslüman fâtihler güçlerini kendi aralarında baş gösteren iç çekişmelerde tüketmeye başladılar.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs’e yeni vali olarakgönderilen Ebu'l-Hattâr’ın Suriyeli askerleri belirli şartlar dahilinde el-Küverü’l-mücennede(askerî vilâyetler) diye bilinen İşbîliye, Humus (Hıms), Ceyyân, Şezûne, İlbîre, Cezîretülhadrâ, Tudmîr, Reyyu ve Bâce'ye yerleştirmesiyle çözümlendi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs’de Müslümanların önce Arap-Berberi, sonra Kayslı-Yemenli şeklinde birbirleriyle savaşmaları İspanya'nın kuzeyinde darve dağlık bir bölge olan Asturias'a kaçan ve orada sıkışıp kalan Vizigot direnişçilere toparlanma, hatta karşı saldırıya geçme fırsatı verdi. Nitekim 717’de Cavadogna mıntıkasında Müslümanlar karşısında ilk galibiyetlerini elde ettiler.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Emirlik Dönemi (756-929). Bağımsız Endülüs Emevî Devleti'nin kurucusu ve ilk emîri I. Abdurrahman'ın karşılaştığı problemlerin başında hiç şüphesiz iç karışıklıklar geliyordu. Abdurrahman, ordunun en azından bir kısmını, Araplar yerine mürtezeka olarak bilinen ücretli Berberî askerlerden teşkil etme yoluna gitti. Ayrıca Avrupa ülkelerinden getirilen çok sayıda esiri (sakâlibe) de satın alarak orduda görevlendirdi. O, böylece, insiyatifi tamamen kendi elinde olan bir ordu kurmuş oldu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Abdurrahman, hristiyan halkla hükümet arasında zamanında ve sağlıklı bir iletişimin gerçekleşmesi için, hristiyan liderlerden Artobas'ın tavsiyeleri istikametinde bir kûmis (Comes) tayin etti. Kûmisin aslî görevi, hristiyan cemaatinin (Musta‘ribler) devlet nezdindeki hak ve sorumluluklarının takipçisi olmaktan ibaretti.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] I. Hişâm(788-796), tahta çıktığı ilk yılda kardeşlerinin gösterdiği muhalefet dışında ciddi sayılabilecek bir iç meseleyle karşılaşmadı. Bu durumdan istifade ederek emîrlik dönemini İspanya'nın kuzeyindeki hıristiyan krallıklara karşı cihad yapmakla geçirdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] I. Hişam’ın Ulemâya gösterdiği yakın ilgi sonucunda bu zümrenin siyasî hayattaki nüfuzu açık şekilde arttı. Ayrıca İslâm'ın yayılışına verdiği öneme bağlı olarak yerli halktanihtida edenlerin (Müvelledûn/Müvelledler) sayısında önemli bir artış gözlendi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] I. Hakem dönemindeki iç isyanlar, en fazla Franklar’ın işine yaradı. Nitekim bir Frank ordusu 801 yılında düzenlediği bir seferle yaklaşıkdoksan yıldır Müslüman hakimiyetinde olan Barselona’yı istila etti. Burası, bundan sonra Marcha Hispanica adıyla Frank tesirine açık bir kontluğa dönüştü.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] II. Abdurrahman'ın saltanat yılları (822-852) Endülüs Emevî Emîrliği’nin en parlak dönemi oldu. İç karışıklıkların azlığı ve Abdurrahman'ın bunların hallinde gösterdiği kararlılık neticesinde ülke uzun süreli bir iç istikrara kavuştu. Bu durum Endülüs'ün iktisadenzenginleşmesine ve devlet idaresinin yeniden düzenlenerek güçlendirilmesine imkân verdi. II. Abdurrahman dönemi "eyyâmü'l-arûs" (Balayı) olarak anılmıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs'teki müslüman nüfusun önemli bir kısmını Müvelledler teşkil ediyordu. Kurtuba, İşbîliye ve Tuleytula gibi büyük şehirlerde hıristiyan halk dahi din adamlarının şiddetli tepkisine rağmen Arapça'yı kullanır hale geldi, özellikle gençler Arapça'yı ana dilleri olan Romance’den ve yazı dili olan Latinceden daha iyi konuşup yazıyorlardı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Münzir(886-888) ve özellikle Abdullah(888-912) dönemlerinde Ülkede hem siyasî hem de sosyal parçalanma söz konusuydu ve bu gelişmelerin sonucu olarak merkezî idareye şeklen bağlı ve sayıları yirmiyi aşkın küçük otonom yapılar oluştu. Kaynaklarda bütün bu yaşananlar “büyük fitne” anlamında el-fitnetü’l-kübrâ olarak adlandırılmaktadır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] III. Abdurrahman dağılan birliği tekrar kurmasının ardından, bu başarısından da cesaret alarak bir yandan kurduğu siyasî birliği sürdürebilmek, bir yandan daKuzey Afrika'da hızlı bir biçimde yayılan Şiî Fâtımîler'le uğraşabilmek için 929'da kendini en-Nâsır Lidînillâh unvanıyla halife ilân etti. Böylece Endülüs Emevî Emirliği Endülüs Emevî Halifeliği'ne dönüşmüş oldu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] III. Abdurrahman, iç parçalanmada önemli rol oynayan Arap kabileleri arasındaki rekabeti kaldırarak "tek bir ümmet" oluşturmak için devlet kapılarını her zümreden insana açma yoluna gitti. Şehirleşmeyi ve bu suretle faklı etnik ve dinî unsurlar arasında kaynaşmayı gerçekleştirmek, ayrıca güvenliği daha rahat sağlamak için insanları küçük yerlerde yaşamak yerine büyük yerleşim merkezlerinde yaşamaya teşvik etti. Medinetüzzehrâ bu amaçla kurulan şehirlerden biridir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] II. Hakem'in ölümünden sonra yerine henüz çocuk yaştaki oğlu II. Hişâm(976-1009; zamanında Yemen kökenli İbn Ebî Âmir, başvezirliğe denk olan hâciplik makamını ele geçirdi. Bu andan itibaren Endülüs’ün otuz yıldan fazla bir süreyle fiilî hakimi o ve onun yerini alan iki oğlu oldu ki, bu dönem Endülüs tarihinde Amirîler Dönemi(976-1008) olarak bilinir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] İbn Ebî Âmir'in hâciblik makamını işgal ettikten sonra "el-Mansûr" lakabını kullanması, kendi adına para bastırıp hutbe okutması ve resmî yazıları genellikle kendisinin imzalaması, onun fiilen halife gibi hareket ettiğini ve iktidarı elinde tuttuğunu göstermektedir. Bir taraftan içeride kendisine karşı oluşan muhalefeti bastırırken diğer taraftan da kuzeydeki hıristiyan krallıklarının üzerine her yıl seferler düzenledi. Bu seferlerin sayısı altmışın üzerindeydi ve hepsinden de zaferle dönmüştür.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] İbni Ebi Amr’ın döneminde Endülüs'de, III. Abdurrahman'la başlayıp II. Hakem'le devam eden istikrar ve gelişmenin sürdürüldüğü tartışmadan uzak bir hakikattir. Bu başarıda Ebû Mervân İbn Şüheyd, Muhammed b. Cehver, İbn Ayyaş, İbn Hudayrve Ahmed b. Hazmgibi dönemin yetenekli idarecileriyle birlikte çalışmasının önemli rolü vardı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Amirîler’e karşı umumi bir isyanın başlamasıyla birlikte Emevî sülalesinden el-Mehdî ünvanını alarak kendisini halife ilan eden II. Muhammed’in arkasına takılan Kurtuba halkı tarafından Âmirîler'in ve onlara bağlı olan devlet adamlarının oturduğu Medînetüzzâhire yağmalanarak tahrip edildi. Kurtubalılar’ın halife ilan ettiği Muhammed el-Mehdî bir Emevî şehzadesiydi. Ona karşılık Berberîler’in halife ilan ettikleri Süleyman el-Müstaînde bir Emevî şehzadesiydi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Emevî Devleti’nin resmen yıkıldığı 1031 yılına kadar devam eden söz konusu kriz ve kaos ortamı Endülüs kaynaklarında “el-fitnetü’l-kübrâ” diye anılmaktadır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Emevî hanedanına mensup kimselerin aralarındaki taht mücadeleleriyle geçen dönem karşısında sabrı iyice taşan Kurtuba ileri gelenleri ve halk halifeliği lağvederek Emevî sülâlesine mensup kimseleri Kurtuba dışına sürmeye ve idareyi eşraftan oluşacak bir şûranın üstlenmesine karar verdiler. Böylece 756'da bağımsız bir emîrlik olarak kurulan Endülüs Emevî Devleti yıkılmış oldu (422/1031).
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Ortaya çıkan otorite boşluğunun tabiî sonucu olarak Endülüs Emevî Devleti'nin enkazı üzerinde irili ufaklı birçok devlet kuruldu ve Endülüs tarihinde "MÜLÛKÜ'T-TAVÂİF" adıyla bilinen yeni bir dönem başladı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs Emevî Devleti'nin yıkılışının ardından Kurtuba dışındaki şehirlerde yaşayan pek çok nüfuz sahibi aile bağımsızlığını ilân etti. Bunların önemli olanları şöyle sıralanabilir: Tuleytula'da Zünnûnîler, Sarakusta ve civarında Tucîbîlerve Hûdîler, Batalyevs (Badajoz) ve civarında Eftasîler, İşbîliye ve civarında Abbâdîler, Gırnata'da Zîrîler, Meriyye’de Benî Sumadih.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Şehir devletlerinin belirleyici temel özelliği, etnik kimlikten çok coğrafî esasa dayanmış olmalarıdır. Bir diğer ifadeyle bunların arasında halkı tek bir etnik unsurdan ibaret bir devletin bulunmadığını söylemek yanlış olmaz.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs'te yaşanan siyasî olayların en önemlilerinden biri Mülûkü't-tavâif arasında başlayan ve kıyasıya devam eden savaşlardır. Bu savaşların temelinde Emevîler dönemine nispetle değişen ve daralan perspektif yatmaktadır. Emevîler döneminde “dış düşman” denilince ya kuzeydeki hristiyan krallıklar ya da Mağrib’deki Fatımîler akla gelmekteydi. Düvelü’t-tavâif döneminde ise, artık müslüman emîrler daha ziyade birbirine düşman olmuştur.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Müslüman emîrler, ancak Tuleytula'nın beklenmedik kaybı sonrasında "Reconquista" tehlikesini idrak edebildiler. Bu hadise duyulunca Endülüs'te yer yerinden oynamış, halk paniğe kapılmış ve müslümanlar artık Endülüs'ün geleceğinden ümitlerini kesmeye başlamışlardı. Benzeri bir tehlike Batalyevs, İşbîliye veya Kurtuba için de söz konusuydu. Yaklaşmakta olan bu tehlikeyi hisseden bazı emîrler ulemâ ve halkın da teşvikiyle Kuzey Afrika'da hüküm süren Murâbıtlar'dan, destek istemek zorunda kaldılar.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs müslümanları adına muhtemelen Abbâdî emîri Mu'temid’in daveti üzerine Murâbıt sultan Yûsuf b. Tâşfîn, Tuleytula'nın zaptından bir yıl sonra büyük bir orduyla Endülüs'e geçti ve bu sırada Batalyevs'i tehdit eden VI. Alfonso'yu Zellâka Savaşı'nda ağır bir yenilgiye uğrattı (1086).
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Murâbıtlar’ın Endülüs'e girişlerinin iki temel gayesi bulunuyordu. Bunlardan ilki, ülkeyi Hristiyan istilasından kurtarmak; ikincisi ise, dinî hassasiyetlerini kaybetmiş ve halklarını baskıyla sindirmiş olan taife sultanlarının varlıklarına son vermekti. Bu sebeple, Endülüslüler, Murâbıtlar’ı kurtarıcı olarak gördüler.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Murâbıt hâkimiyetinin zayıflanmasının en önemli sonuçlarından birisi, Endülüs'ün yeniden siyasî parçalanma sürecine girmesi oldu. Busüreçte, kaynaklarda "Tavâifu'l-Murâbıtîn" adıyla anılan küçük yeni emîrlikler türedi. Mesela İşbiliye'de İbn Kasive müritleri, Kurtuba'da kadı Ahmed b. Hamdeyn, Doğu Endülüs’te önce asker kökenli lider İbn Îyad, sonra Müvelled lider İbn Merdeniş, fiilen bağımsız hale geldiler. Ancak bu devletçikler uzun ömürlü olamadılar.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Aragon kralı I. Alfonso, Endülüs içinde Murabıtların zayıflığından yararlanarak ülke içindeki Musta'ribler’in (zimmî hristiyanlar) teşvik ve destekleriyle Gırnata’ya kadar ulaştığı bir askerî sefer gerçekleştirdi. Murâbıtlar’ın 1147 se-nesinde yıkılmalarının meydana getirdiği boşluk içerisinde, Katalonya Kontluğu 1148'de Turtuşa'yı, 1149'da Laride'yi; Kastilya Krallığı ise, Aragon, Pisa ve Cenovalıların da desteklediği bir haçlı ordusuyla Meriyye'yi işgal etti.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Muvahhidler Erek zaferi ile Hristiyanlara karşı Oğuz Türklerinin de yardımıyla çok parlak bize zafer elde ettiler. Erek Zaferi, hıristiyanlarda müslümanların İspanya'da inisiyatifi yeniden ellerine geçirmekte oldukları intibaını uyandırdı.Jimenez de Rada'nın öncülüğünde Aragon, Navarra, León, Portekiz ve Frank güçlerinin katıldığı büyük bir Haçlı ordusu 16 Temmuz 1212'de yapılan meşhur İkâb Savaşı'nda Ebû Yûsuf el-Mansûr'un yerine geçen oğlu NasırLidînillâh'ın kumandasındaki Muvahhidî ordusunu ağır bir bozguna uğrattı.Bu mağlûbiyet, Muvahhidler'in Kuzey Afrika ve Endülüs'teki hâkimiyetlerinin zayıflamasına yol açtı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] NASRÎLER DÖNEMİ (1238-1492) Benî Ahmer diye de anılan Nasrîler hanedanının başlangıcı 1228 yılına kadar gider. Daha önce de ifade edildiği gibi, bu senede, Muvahhid hâkimiyetinin zayıflamasıyla ortaya çıkan otorite boşluğundan istifade edip, bağımsızlıklarını ilan eden mahallî liderlerden birisi de, Nasrîler hanedanının ilk kurucusu Muhammed b. Yusuf b. Ahmed b. Nasr'dı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Nasrîler, devletlerinin küçüklüğüne rağmen iki buçuk asır gibi uzunca sayılabilecek bir süre ayakta kalmayı başardılar. Bu başarının temelinde yatan en önemli sebeplerden birisi, belki de birincisi, şartlara göre esneklik gösteren son derece pragmatist bir dış siyasetin takip edilmesidir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Kastilya Kraliçesi İzabellaile Aragon Kralı Ferdinând'ın 1469 yılında evlenmeleriyle Hristiyanlar tek bir devlet haline gelmeyi başardıkları ve hemen ardından Gırnata’nın işgali için açıkça harekete geçtikleri halde, Gırnatalı Müslümanlar, bütün bu olanları önemsemeksizin, bir birleriyle uğraşmaya devam etmişlerdir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Nasriler Yol, köprü, cami, medrese, hastane yapımıyla ilgilenmiş; halkın kullanacağı hamamlar ve çeşmeler yaptırmış, sanat ve edebiyatı himaye etmiş, bu meyanda Emevîler dönemine ait çok sayıda kitabınmuhafaza edildiği bir kütüphane kurdurmuşlardır. Dünyaca meşhur el-Hamrâ Sarayı onların eseridir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] 1491 senesi Nisan’ında şehrin muhasara altına alınması takip etti. Gırnatalı Müslümanlar, bu kuşatmaya ancak dokuz ay dayanabildiler. Dışarıdan yardım alma umudu da tükenince, halkın çoğunluğu, teslim olmaktan başka çare olmadığına karar verdi. Bu sebeple, iki taraf arasında müzakereler yapıldı ve bir anlaşma metni hazırlandı. Ebû Abdullah'ın anlaşmayı imzalamasıyla Gırnata'nın 2 Ocak 1492'de teslim edilmesi kabul edildi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Son Nasrî emîri Ebû Abdullah, ailesi ve eski saray görevlileriyle birlikte bir süre kendisine tahsis edilen bir iktâda yaşadı. Bu esnada Hristiyan kral ve kraliçe tarafından, yakından takip edildi. Sonunda bu murakabe ve dolaylı baskıya fazla dayanamayarak, Gırnata'da sahip olduğu gayrimenkulleri satıp 1483 senesinde Fas'a göçtü.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Müslümanların bir kısmı, Hristiya hâkimiyeti altında yaşamayı "zillet" telakki ederek, İspanya dışındaki Müslüman topraklarına, özellikle de Kuzey Afrika'ya göçmeyi tercih ettiler. Müslüman nüfusun diğer kısmı ise, kendi yerlerinde kaldı. İşte Hristiyan hâkimiyetinde kalan bu Müslümanlara MÜDECCENLER veya MÜDECELLER denilmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Portekiz sınırları içinde kalan Müdeccenler, diezmo(öşür) ile birlikte pecho de los moros ya da alfitra denilen kişi başına yıllık 1 maraveditutarında bir vergi ödemekteydiler. Kastilya sınırları içindeki Müdeccenlerden diezmodan başka, toprak için elmarjal denilen bir vergi alınmaktaydı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Müdeccenler, genelde nüfusunu yalnızca kendilerininteşkil ettiği getto benzeri mahallelerde yahut müstakil köylerde ikamet etmekteydiler. Bunlar morerìas olarak bilinir. Müdeccen cemaatleri, kendilerini devlet nezdinde temsil eden liderlere sahiptiler.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Müdeccenler’in Hıristiyanlar aleyhine şahitlikleri, ancak Hıristiyan şahit bulunmaması durumunda geçerliydi. Ceza takdiri yapılırken, temel bir ilke olarak Hıristiyanın Müslümandan daha değerli olduğu kabul edilmekteydi. Bu nedenle suç aynı olsa da din farklılığı cezai müeyyideyi de farklılaştırmaktaydı. Kastilya’da Hıristiyanlar üzerinde Hıristiyan olmayan birisinin yönetici olamayacağı kanuni bir düzenleme olarak tespit edildiğinden, Müdeccenler yönetimde görev alma imkanından mahrum kalmışlardır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] En son 1526 yılında çıkarılan bir fermanla o tarihe kadar İspanya’yı terk etmemiş bütün Müslümanların hristiyan sayılacağı ilan edildi. Yol güvenliğinin olmaması nedeniyle yahut mevcut durumun ileride değişebileceği umuduyla Müslüman halkın önemli bir bölümü şeklen hristiyan olmaya, ama gizli olarak İslâm’a bağlı kalmaya karar verdiler. Bu Müslümanlara Moriskolar(Moriscos) denmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Hristiyan idareciler, Moriskolar’ın İslâm dini ve kültürüyle bağlarını koparmak ve bu suretle daha kolayca asimile olmaları sağlamak içinbir dizi yasağı uygulamaya koydular. Evlerde İslâmî kitapların bulundurulmaması, Arapça konuşulmaması, Arapça şarkı söylenmemesi, yeni doğan çocuklara Arapça isimler verilmemesi, hamama gidilmemesi, Cuma günleri evlerin kapılarının kapatılmaması, kadınların çarşaf giymemeleri ve peçe takmamaları bu yasaklardan bazılarıydı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Yasaklara uymayan Müslümanlar Engizisyon mahkemelerinde yargılanırdı. İdam cezaları "Auto de Fe" denilen ve mahkeme başkanı olan papazın, yardımcılarının, rahip ve rahibelerin ve halkın hazır bulunduğu bir törenle ya kişinin işkence edilerek öldürülmesi ya da yakılmasıyla gerçekleştirildi. Bu şekilde can veren engizisyon kurbanlarının sayısı hakkında yüz binli rakamlar telaffuz edilmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Moriskolar, bir taraftan engizisyon mahkemeleri aracılığıyla uygulanan baskılar diğer taraftan sosyal ve iktisadî hayat içerisinde maruz kaldıkları ayrımcılıklar nedeniyle mevcut durumu lehlerine çevirecek çıkış yolları aramaya koyuldular. Bu yollardan biri, son derece riskli olmasana rağmen çoğunlukta oldukları bölgelerde silaha sarılıp hakimiyeti ele geçirmekti. Nitekim Gırnata Moriskoları, 1568 yılında bu şekilde hareket ettiler. Vaftiz adı Hernando de Valor olan Muhammed b. Ümeyye adlı gencin liderliğinde ayaklandılar ve bu ayaklanma sonucu çok kanlı biçimde bastırıldı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] İspanya Krallığı, Moriskolar’ın Fransızlar, ama özellikle de Osmanlılar tarafından kullanılabileceğini kanaatine sahipti. Bu sebeple de zikredilen cemaatten tamamen kurtulmanın yol ve yöntemi üzerinde düşünmeye başladı. Sonuçta bunun ancak ülkedeki bütün Moriskolar’ın sürgün edilmesiyle mümkün olacağı görüşüne ulaştı. 1609 yılında yayınlanan bir fermanla Moriskolar’ın tamamının sürülmesi emredildi. 1614 yılına kadar devam eden sürgün süreci esnasında en az 500 bin kişi başta Kuzey Afrika olmak üzere Balkanlar’a, Anadolu’ya, Fransa ve Hollanda’ya göçmek zorunda kaldı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Morisko nüfusun daha Cezayir, Tunus, Trablusgarb, Belgrad, Selanik, İs-tanbul, Adanave Şamgibi Osmanlı topraklarına intikali sağlandı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Osmanlı idaresi, Moriskolar’ın sürgün nedeniyle maruz kaldıkları yoksulluk problemini halletme yolunda çareler üretirken, bu topluluk içerisinde bulunan muhtelif meslek dallarında yetişmiş olan kişileri ayrıca değerlendirmeyi ihmal etmemiştir.


ENDÜLÜS’DE KÜLTÜR VE MEDENİYET
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Müslümanlar İspanya için Endülüs adını ilk defa fetihden hemen sonra kullanmışlardır. Endülüs; Valiler Dönemi (714-756), Endülüs Emevîleri Dönemi (756-1031), Mülûkü’t-tavâif Dönemi (1031-1090), Murâbıtlar Dönemi (1090-1147), Muvahhidler Dönemi (1147-1238), Nasrîler Dönemi (1238-1492), Müdeccenler-Moriskolar 1492’de Gırnata’nın teslim edilmesiyle Endülüs’de Müslümanların siyasî varlığı son buldu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Müslümanlar Araplar, Berberîler, Mevâlî, Müvelledler, Sakâlibeve Sûdanlılar gibi farklı etnik unsurlardan teşekkül ediyordu. Araplarsayı bakımından azınlıkta kalmalarına rağmen fetihten Endülüs Emevî Devleti'nin yıkıldığı 1031 yılına kadar gerek idarîgerekse sosyal ve ekonomik hayatın hâkim ve yönlendirici unsuru oldular.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Müvelledler, IX. yüzyıl ortalarından itibaren Endülüs'de müslüman nüfusun çoğunluğunu, İslâmiyet'i kabul eden yerli halkın oluşturduğu bu zümre teşkil ediyordu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Müslüman nüfusun diğer bir unsurunu Sakâlibe, köle tacirlerinden satın alınarak saraya getirilen, müslüman olmaları ve saray âdabını öğrenmeleri sağlanarak değişik hizmetlerde kullanılan Fransız, Alman, Slav, Galicia, Katalonya vb. asıllı kölelerdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Habîb adlı bir Saklebî, Sakâlibe’nin faziletlerini inkar edenlere karşı bu faziletleri savunmak için el-İstizhâr ve’l-mübâlağa alâ men enkera fedâile’s-Sakâlibe başlığını taşıyan bir kitap yazmıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs'te her sene Mihricân, Nevruzve Asîradlarını taşıyan üç ayrı şenlik düzenlenmekteydi. Mihricân şenliği, Doğu'dakinden farklı olarak Eylül ayı yerine 24 Haziranda kutlanırdı. Bu şenlik, X. yüzyıldan itibaren daha çok Ansara adıyla anıldı. Asîr, bağ bozumu münasebetiyle tertiplenen şenliğinadıydı. Aileler, üzüm toplama zamanı geldiğinde, hep birlikte bağlara giderler; birkaç gün süreyle, bir taraftan üzüm toplarlarken, bir taraftan da şarkılar söyleyip dans ederlerdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs’ün bazı bölgelerinde yılbaşı kutlamaları da yapılmaktaydı. XIII. yüzyılın ortalarında Sebte valilerinden Ebû’lKâsım el-Azafî, kendisini son derece rahatsız eden bu konudan bahsetmiştir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs Emevî Devleti'nin başında bulunan hükümdarlar için 929 yılına kadar emîrya da ebnâü'l-hulefâ, bu tarihten sonra ise halife veya emîrü'l-mü'minînunvanları kullanıldı. Toplumun başı (imam) ve orduların başkumandanı olan Endülüs Emevî hükümdarları geniş bir otoriteye ve nüfuza sahiptiler.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] İdarî hiyerarşide hükümdardan sonra hâcib, vezir, kâtip, sâhibü'l-berîd, hâzinü'l-mâl, kâdı'l-ce-mâa, vali, kâid, sâhibü'l-medîne, sahibu’s-sûk, sâhibü'l-escâl, sâhibü'l-evkâf gibi yüksek memurlar yer almaktaydı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Resmî evrakı yazmakla mükellef olanlara kâtibü'r-resâil, beytülmâlin harcamalarını kaydedenlere de kâtibü'z-zimâm denilirdi. Sâhibü'l-berîd, resmî haberleşmenin sağlanması yanında vilâyetlerde olup biten işler ve idareciler hakkında bilgi toplamak gibi önemli bir görevi de yerine getirirdi. Hâzinü'l-mâl, hazineye ait mallardan ve vilâyetlerden gelen vergilerden sorumluydu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Valiler döneminde vali tarafından tayin edilen kadıya kâdi'l-cünd denmekteydi. Endülüs Emevî Devleti’nin kuruluşu ile birlikte hükümdar tarafından başkent Kurtuba’da adlî işlere bakmak üzere bir kâdi'l-cemâa tayin edildi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Başşehir Kurtuba dışında kalan yerler idarî bakımdan biri "kuver" (vilâyetler), diğeri "sugûr" (sınır bölgeleri) olmak üzere iki kısma ayrılmıştı. Kuver (tekil: kûre), doğrudan hükümdar tarafından tayin edilen valilerce idare edilirdi. Endülüs’deki kûrelerden on iki tanesi, devlete sürekli askerlik hizmeti sunmakla görevli Suriye kökenli askerlerin yerleştirildiği yerler oldukları için “askerî vilayetler” anlamında el-kuverü’l-mücennedediye adlandırılmışlardır. Sağru’l-a'lâ, Sağru’l-evsat ve Sağru’l-ednâ adlarıyla üçe ayrılan sınır bölgeleri ise "kâid" denilen kumandanlar tarafından idare edilirdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Ordu yayalar (reccâle)ve atlılar (fürsân) olmak üzere iki grup askerden oluşmaktaydı. II. Abdurrahman'la birlikte Endülüs donanması önemli bir gelişme kaydetti. Bu donanma sayesinde, Viking saldırıları püskürtüldü; Kuzey Afrika'da Fatımî hâkimiyeti zayıflatıldı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs Emevîleri döneminde emîr yahut halifeler, Hammûdîler istisna edilecek olursa, Emevî sülalesinden kimselerdi. Mülûkü’t-tavâif ise Arap, Berberî, Sakâlibe gibi farklı kökenlere mensuptular. Murâbıtlar zamanında Kurtuba, Muvahhidler zamanında ise İşbiliye Endülüs’ün idarî merkezi olarak seçildi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüste sulamaya ve tarıma önem verilmiştir. Su yatağına ya da kaynağına göre yüksekte kalan arazilerin sulanması için insan gücüyle çalışan tulumbalar (hattâra, saduf) ve hayvan gücüyle çalışan su dolapları (naûra, saniye) kullanılmaktaydı. Bu sistem daha ziyade aile çiftliklerinde uygulanmaktaydı.Endülüs’te suyun özellikle sıcak yaz günlerinde buharlaşıp azalmasını engellemek için yer altı kanalları yaygın bir şekilde kullanılmaktaydı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Pirinç, şeker kamışı, kayısı, portakal, nar, pamuk gibi ürünleri İspanya'ya getiren ve üretimini sağlayanlar da müslümanlardır. Zeytincilik yanında ıtriyat yapımında kullanılmak üzere çeşitli otlar, dokumacılıkta kullanılmak üzere pamuk ve keten gibi bitkiler yetiştiriliyordu. Gırnata ve civarında ipek böcekçiliği, bazı yörelerde de arıcılık oldukça gelişmişti.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs'te üç aşamalı bir eğitim ve öğretim sistemivardı. Altı yaşından itibaren başlayıp altı yedi yıl süren ilk dönemde, diğer İslâm ülkelerinde olduğu gibi Kur'ân-ı Kerîm ve ilmihal bilgileriyle Arapça ve şiir öğretiliyordu. İşbiliyeli ünlü âlim Ebû Bekir İbnu’l-Arabîbunların başında gelmektedir. O, eğitimin ilk merhalesinde Kur’an-ı Kerim’in öğretilip ezberletilmesine şiddetle karşı çıkmıştır. Çünkü ona göre, o yaşlarda çocukların Kur’an’ı anlamaları mümkün değildir.Anlamadıkları bir şeyi onlara öğretmeye kalkmak ise, ancak gafletle izah edilebilir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] İlk aşamayı tamamlayan öğrenciler dilerlerse şüyûh denilen müderrislerin etrafında oluşan halkalara katılırlar ve bu suretle eğitimin ikinci kademesine başlamış olurlardı. Belli bir program ve süreyle kayıtlı bulunmayan bu halkalarda dil ve edebiyat, fıkıh, tefsir, hadis, tıp, matematik, kimya gibi ilimler okutulurdu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Üçüncü aşamada ise ihtisaslaşma başlardı. Bu da XI.yüzyıldan itibaren açılan medre-selerde veya Kayravan, Kahire, Dımaşk, Bağdat, Medine ve Mekke gibi ilim merkezlerinde gerçekleşirdi. Bu dönemin sonunda, başarılı talebelere okudukları medreselerden müderris olabileceklerini gösterir icazetnameler verilirdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Sîbeveyhi'nin el-Kitâb, Asmaî’nin el-Emsâl, İbn Kuteybe'nin Edebü'1-kâtib, Müberred'in el-Kâmil, İbnü's-Sikkît'in el-Elfâz'ı gibi eserleri şerh, hatta tenkit ve tashih edebilecek bir seviyeye ulaşırken öte yandan da metot ve muhteva itibariyleonlardan aşağı kalmayan orijinal eserler kaleme aldılar.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] X. yüzyıldaki en önemli temsilcileri, on beş yıllık bir çalışmanın sonunda el-Bâri‘ fi'1-luğa'yı yazan Ebû Ali el-Kâlî, el-Ef‘âl’in müellifi İbnü'l-Kûtiyye ve el-İstidrâk alâ Sîbeveyhi, el-Vâzıh, Tabakâtu'n-nahviyyîn ve'l-luğaviyyîn gibi eserlerin sahibi olan ve o dönemin en büyük filologu olarak gösterilen Ebû Bekir ez-Zübeydî’dir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] İbn Hazm Merâtibu'l-ulûm, İbn Sîde el-Muhkem ve el-Muhassas, Ebû Ubeyd el-Bekrî Faslu'1-makâl fî şerhi Kitâbi'l-emsâl, Simtü'l-le'âlî fî şerhi Emâli'l-Kâlî, Batalyevsî Şerhu Sakti'z-zend, el-İktidâb fî şerhi Edebi'l'küttâbadlı eserleriyle Arap diline çeşitli yönlerden katkıda bulundular.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] İbn Mâlik, Arap gramerini nazım halinde ve oldukça basit bir dille 1000 beyitlik el-Elfi'yye'sinde özetlemeyi başardı. "Dilcilerin emîrü'l-mü'minîni" diye nitelendirilen Ebû Hayyân ise Arapça'dan başka Türkçe, Farsça ve Habeşçe üzerinde çalışmalaryaptı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Nesir çalışmalarında İbn Abdürabbih'in el-‘Ikdü'l-ferîd adlı kitabı meşhurdur.. Bundan başka Ebû Ali el-Kâlî’nin el-Emâlî'si, İbnü'l-Cesûr'un ez-Zeylu’l-müzeyyel’i, Ebû Bekir et-Turtûşî'nin siyaset-nâme türündeki Sirâcü'l-mülûk'ü, İbn Şüheyd'in Risâletü't-tevâbi ve'z-zevâbi’i, İbn Hazm'ın Tavku'l-hamâme'si, Eftasî Sultanı Muzaffer'in el-Kitâbu'l-Muzafferî'si, İbn Ebü'l-Hısâl'ın Sirâcü'l-edeb'i, İbnü'l-Mevâînî’nin Reyhânu'l-elbâb'ı bu türün en ünlü örnekleridir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Klasik şiirin ilk temsilcileri, fetih ordusuyla birlikte veya fethin hemen ardından Endülüs'e gelen şairlerdi. Bunlardan Ebü'l-Ecreb Ca'vene Ferezdak'la aynı seviyede görülüyor, Vali Ebu'l-Hattâr ise Endülüs'ün Antere'si kabul ediliyordu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Emîr I. Abdurrahman, I. Hakem, Yahya el-Gazâl, Saîd b. Cûdî, Müvelled el-Ablî, Abbas b. Firnâs, Abbas b. Nâsih, Hassâne et-Temîmiyye emirlik döneminin önde gelen şairleri arasında sayılabilir. Ramâdî, İbn Derrâc, İbn Şüheyd ve Ubâde b. Mâüssemâ' bu dönemin meşhur şairleridir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Dogu'da siyasî ve kültürel istikrara bağlı olarak yenilikçi akıma karşı gelişen yeni muhafazakâr akım (neoklasisizm), Doğu'ya seyahat eden Ebû Osman b. Müsennâ ve Mü'min b. Saîd gibi şiirler vasıtasıyla Endülüs şiirini de tesiri altına aldı. İbn Abdürabbih, Münzir b. Saîd el-Bellûtî, İbn Hânî gibi şairler bu yeni akım çerçevesinde ve fakat tamamen orijinal şiirler ortaya koydular.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Klasik şiir, Mülûkü't-tavâif döneminde siyasî çöküşün aksine hiciv, methiye, tefâhür, zühd, sabır, hüzün, tabiat, içki, kadın gibi temalar etrafında önemli bir zenginlik kazandı. Şairlerin değeri daha da arttı, öyle ki şairlik vezirliğe denk tutuluyordu. Bu dönemin en meşhur şairleri İbn Şeref el-Kayrevânî, Ebû İshak el-İlbîrî, İbn Zeydûn, Mutemid b. Abbâd, İbn Ammâr el-Mehrî, İbnü'l-Lebbâne, İbn Hamdîs ve İbn Abdûn'dur.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Klasik şiirin Mülûkü't-tavâif dönemindeki durumunun daha ilerisine gidilemediği, hatta biraz gerisinde kalındığı Murâbıtlar ve Muvahhidler dönemlerinde İbn Hafâce, İbnü'z-Zekkâk, Rusâfî, İbn Sehl, Ebu'l-Bekâ er-Rundî, Nasrîler döneminde ise Lisânüddin İbnü'l-Hatîb ve İbn Zemrek gibi şairler yetişti.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Müveşşahlar dönemine gelince, ilk defa Endülüs'te görüldüğü ve Emîr Abdullah döneminde (888-912) şair Mukaddem b. Muâfâtarafından ihdas edildiği şeklindedir. Onu İbn Abdürabbih takip etmiş, daha sonra Mülûkü't-tavâif devrinde meşhur Ubâde el-Kazzâz ile İrfa‘re'seh, Murâbıtlar ve Muvahhidler döneminde İbn Baki, Nezhûn bint Kılâî, Muhammed b. Ebu'l-Fazl, İbn Hayyûn ve Nasrîler döneminde de İbrahim b. Sehl el-İsrâilî, İbn Hazar ve meşhur devlet ve fikir adamı Lisânüddîn İbnu'1-Hatîb yetişmiştir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Müveşşahlardaki temalar kasîdelerdekilerle aynı olmakla bera-ber telli mûsiki aletleri eşliğinde okundukları için bu şiirlerde aşk konularına daha çok ağırlık veriliyordu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Zeceller, müveşşahlardan farklı olarak fasih Arapça yerine halkın kullandığı Arapça ile özellikle eğlence meclislerinde sazlar eşliğinde koro halinde söylenen şiirlerdi. Bu türün en meşhur şairi Ebû Bekir İbn Kuzmân'dır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Bakî b. Mahled'in et-Tefsîru'l-kebîr'i çağdaşı Taberî’nin Cami‘u'l-beyân’ından daha üstün kabul ediliyordu. Daha sonra İbn Ebî Tâlib el-Kaysî Tefsîru'l-Kur'ân, İbn Atıyye el-Endelüsîel-Muharrerü'l-veciz, Muhammed b. Ahmed el-Kurtubîel-Câmi li ahkâmil-Kur'ân adlı eserleri telif ettiler.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs'de kıraat ilmine de büyük önem verilmekte ve bu çerçevede, Doğu'da üzerinde ittifak edilen kıraat şekillerinin muhafazası kutsal bir görev olarak telakki edilmekteydi. Bu alanda İbn Haldûn'un övdüğü Ebû Amr ed-Dânî altı kıraat tarzını ele aldığı et-Teysîr'i, İbn Abdülkuddüs el-Kurtubî de Kitâbu'l-miftâh fî ihtilâfi’l-kırâati's-seb'a adlı eserleri yazdılar.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Hadis alanında Kasım b. Asbağ'ın Kitâb fî hadîsi Mâlik b. Enes, İbn Eymen'in es-Sünen, Ebû Ali el-Gassânî'nin Takyîdü'l-mühmel, İbn Ammâr el-Abderî'nin et-Tecrîd li sıhâhi's-sitte, Kâdî İyâz'ın el-İlmâ‘, Rusâtî'nin el-İ‘lâmadlı eserleri zikredilebilir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Mâlikîlik I. Hişâm döneminden itibaren Evzâîliğin yerini alarak Endülüs'ün resmî mezhebi haline geldi. Bundan sonra bu mezhebe sıkı sıkıya bağlı birçok fakih yetişti. Utbî, el-'Utbiyye; Ebu'l-Velîd el-Bâcî İhkâmu'l-fusûl lî ahkâmi'1-usûlve el-İşârât fî usûli'1-fıkh; Ebu'l-Velîd İbn Rüşd, el-Mukaddimât, el-Beyân ve't-tahsîladlı eserleriyle Mâlikî fakihlerinin en önde gelenleri arasında yer almışlardır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Şafiî ve Zahirî mezheplerine bağlı çok azsayıda âlim de yetişmiştir. Kasım b. Muhammed b. Seyyar, Baki b. Mahled, Osman b. Vekîl,Eslem b. Abdülazîz ve Halef b. Abdullah Şafiî mezhebine mensup ulemâdan bazılarıdır. Zahirî mezhebinin Endülüs'teki ilk temsilcileri İbn Hazm, Abdullah b. Muhammed b. Hilâl ile Münzir b. Saîd el-Bellûtî'dir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs'te en az gelişme gösteren İslâmî ilim kelâm olmuştur. Bunun sebebi, Doğu'da ortaya çıkan kelâmî meseleler ve bu meseleler etrafında gelişen tartışmaları asla müsamaha ile karşılamayan Mâlikî mezhebinin Endülüs'te sağladığı mutlak hâkimiyettir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] İbn Hazm da el-Fasladlı eserinde Allah, irade hürriyeti, kaza-kader, iman, âhiret hayatı, imamet vb. kelâmî konuları ele almışve bunlarla ilgili görüşlerinden dolayı Mu'tezile, Mürcie ve Şîa’yı şiddetle tenkid etmiştir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Zühd, daha fetihten sonraki ilk yıllarda Endülüs'ünâşinâ olduğu bir hayat tarzı idi. IX. yüzyılda İbn Meserre ve öğrencilerinin Kurtuba yakınındaki bir dağda zühd hayatı yaşadıkları bilinmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Tasavvuf sahasında Endülüs'te yetişen en önemli isim, başta el-Fütûhâtü'1-Mekkiyyeve Fusûsu'l-hikemolmak üzere çok sayıda eser telif eden ve bu eserlerde savunduğu vahdet-i vücûd nazariyesiyle hem İslâm hem de hıristiyan âleminde derin yankılar uyandıran İbnu'1-Arabî'dir. Öğrencilerinden İbn Seb'în ile onun tesiri altında kalan Şerhu Kitâbi'1-hikemadlı eserin sahibi İbn Abbâd er-Rundî de öteki ünlüsûfîlerdir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] İbn Cebirol (Gabirol) da Yenbû'u'l-hayâtadlı eserinde meleklerin maddî beden ve şekillerinin bulunduğunu iddia ediyor, felsefî düşünceyle gerçeğe ulaşılabileceğini savunuyordu.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] İbn Bâcce, bir taraftan felsefe ile klasik kelâmı ayırma cihetine giderken diğer taraftan da insanın tek başına sırf kendi kabiliyetlerini geliştirerek "faal akılla temasa gelebileceğini göstermeye çalıştı. İbn Tufeyl Esrâru’l-hikmeti’l-meşrikıyyeadlı eserinde, insanda felsefî ve metafizik düşüncenin doğabilmesi için herhangi bir öğretimin gerekmediği, bu düşüncenin doğuştan mevcut bulunduğu tezini işledi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] İbn Rüşd ise Gazzâlî'ye cevap vermek üzere kaleme aldığı Tehâfütü Tehâfüti'l-felâsife'de kelâma karşı felsefeyi savundu. Faslu'l-makâl ve el-Keşf ‘an menâhici'l-edilleadlı eserlerinde de din ile felsefenin gayelerinin aynı, fakat metotlarının farklı ol-duğunu ileri sürdü. Onun tesiri altında kalan yahudi filozofu Mûsâ b. Meymûn da (Moşe ben Meymun) Yahudilik açısından buna benzer bir yol takip etti.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Abdülmelik b. Habîb'in et-Târîh, Ahmed er-Râzî’nin Ahbâru mülûki'l-Endelüs, anonim Ahbâr mecmû'a, İbnu'l-Kûtiyye'nin Târîhu iftitâhi'l-Endelüs, İbn Hayyân'ın el-Muktebes, İbn Hazm'ın Cemheretu ensâbi'1-Arab, İbnü'l-Hatîb'in el-İhâtave A’mâlu'l-a‘lâmadlı eserleri zikredilebilir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Tabakat kitaplarına Huşenînin Kudâtü Kurtuba, İbnü'l-Fa-radî'nin Târîhu 'ulemâi'l-Endelüs, İbn Beşkuvâl'ın es-Sıla, İbnü'l-Ebbâr'ın el-Hulletü's-siyerâ; edebiyat tarihlerine ise İbn Bessâm'ın ez-Zahîre, İbn Hakan'ın Kalâidu'l-ikyânadlı eserleri örnek gösterilebilir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs'de coğrafya alanında da çok değerli eserlertelif edilmiştir. Bunlar arasında Uzrî’nin Tersîu'l-ahbâr, Ebû Ubeyd el-Bekrî’nin el-Mesâlik ve'l-memâlikve Mu'cem me'sta'cem, Himyerî'nin er-Ravzu'l-mi'târadlı eserleri sayılabilir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Mevsılî ekolüne mensup Ziryâb'ın gayretleriyle Önce Kurtuba'da, ardından da Tuleytula, Belensiye, İşbîliye ve Gırnata gibi şehirlerde Endülüs mûsikisinin konservatuvarları sayılabilece kokullar açıldı. XI. yüzyılda Endülüs mûsikisi Doğu'nun şöhretini gölgelemeye başladığı gibi Batı Avrupa müziğini de etkiledi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Ebû Bekir el-Ensârî II. Hakem döneminde astronomi ve matematik müderrisliği yaptı. Matematik ve astronomide otorite olup Endülüs'ün Öklid'i (Euclides) kabul edilen Ebu'l-Kâsım el-Mecrîtî Risâletü'l-usturlâb'ı telif etti ve ayrıca Hârizmî’nin Zic'inde düzeltmeler yaptı. XII. yüzyılda yaşayan Câbir b. Eflah ve Ebû İshak el-Bitrûcî de Kitâbu'l-hey'eadlı eserleriyle astronomiye önemli katkılarda bulundular.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] İbn Vâfid, İbn Haccâc, İbnu'l-Avvâm, İbnu'l-Baytâr ve İbn Bassâl bahçe kültürlerinde temayüz eden âlimlerden bazılarıdır. Botanik ile alakalı çalışmalar yapmışlardır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Tıp ve kimya dallarında yetişmiş uzmanlardan Ebu'l-Kâsım ez-Zehrâvî otuz ciltlik et-Tasrifadlı bir tıp ansiklopedisi telif etti. Ebû Mervân Abdülmelik b. Zühr de meşhur bir hekimdi. Filozof İbn Rüşd aynı zamanda iyi bir hekim olup bu alanda on altı eser yazmıştır. İbnü'l-Baytâr, muhtelif ilâç ve yemek türlerini topladığı ve bunların nasıl yapılacağını izah ettiği el-Câmi‘ li-müfredâtî'l-edviye ve'l-ağziyeadlı eseriyle Batı'da olduğu kadar Doğu'da da büyük bir şöhret kazanmıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs mimarisinin günümüze ulaşma şansını yakalamış en önemli numunelerinden biri, belki de en önemlisi, Kurtuba Ulucamii’dir. Temeli I. Abdurrahman tarafından 786 senesinde atılan, Hâcib el-Mansur döneminde son şeklini alan yapı, büyük bir mimari özelliği kazanmıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Tuleytula’daki (Toledo) Bâbu Merdum Camii şehrin işgalinden iki sene sonra, verilen taahhütlere aykırı olarak kiliseye çevrilmiştir (1087)Eser, bugün, kilise olarak kullanılmaktan çıkarılmış olup, aslına uygun olarak restore edilmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Kurtuba’ya 5 km uzaklıkta, Sierra Morena dağının yamacında harabe vaziyette günümüze ulaşabilen Medinetü’z-Zehra, bu hususta sevindirici bir istisna teşkil etmektedir. Medinetü’z-Zehrâ, III. Ab-durrahman’m inşa ettirmiş ve gözdesinin adıyla isimlendirilmiştir. Endülüslülere göre ise, bu şehir, insanoğlunun yeryüzünde yapmayamuktedir olduğu en muhteşem eserdi.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Hacib el-Mansur tarafından inşa ettirilmiş olan Medinetü’z-Zâhire büyük ve görkemli olduğu ifade edilen ve gerek fonksiyon gerekse üslup bakımından Medinetü’z-Zehrâ’ya benzeyen bu kompleks olduğu kaynaklarda geçmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Mülûkü’t-tavâif dönemi mimarisinin önemli bir örneği, Sarakusta’daki (Zaragoza) Ca’feriye Sarayı’dır. Hûdî hükümdar Ebû Cafer Ahmed b. Muktedir (1049–1082) tarafından yaptırılan dikdörtgen şeklindeki bu bina, kulelerle takviyeli taş ve tuğladan örülmüş bir duvarla çevrilidir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] 1171–1176 yılları arasında yapılan ve bazı bölümleri dışında tamamen ortadan kalkmış olan İşbiliye Ulucamii’nin yerinde bugün bir katedral bulunmaktadır. Kurtuba Ulucamii’ne benzediği bilinen bu caminin minaresi, büyük bölümüyle ayakta kalmış olup, İslâm sanatının muhteşem örneklerinden birini teşkil etmektedir. La Giralda adıyla bilinen minarenin XIV. yüzyılın ortalarında yıkılan üst kısmı, 1568’de çan kulesi şeklinde tamamlanmıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Altın Kule (Torre del Oro) eseri 1220 yılında İşbiliye şehrinin nehir tarafındaki surlarını takviye etmek maksadıyla, on iki kenarlı çokgen bir plan üzerine inşa edilmiştir. Üzerini kaplayan altın yaldızlı çinilerin bıraktığı tesir sebebiyle bu adı almıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs’te İslâm hâkimiyetinin son temsilcisi olan Nasrîler Devleti, bir diğer adıyla Gırnata Sultanlığı, toprak ve nüfus bakımından küçük olmasına rağmen, İslâm ve dünya sanatının, sanat değeri açısından en büyük veen zarif eserlerinden el-Hamrâ Sarayını ortaya koyma başarısı göstermiştir.Saraya asıl şöhretini kazandıran Aslanlı Avlusu (Patio de Leones), ihtişamı ve güzelliği ile çok etkileyici bir görünüme sahiptir. Avlunun adı, ortadaki, ağzından sular akan on iki aslan heykelinin taşıdığı fıskiyeli havuzdan gelmektedir.el-Hamrâ’nın üst tarafında yer alan yazlık Cennetü’l-Arîf Sarayı (Generalife), İslâm bahçe mimarisinin en güzel örneği olarak kabul edilmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Medinetü’z-Zehrâ’da Havuz ve çeşmelerde fıskiye ve lüle olarak hizmet gören heykeller, tunçtan yapılmış ve altınla kaplanarak kıymetli taşlarla tezyin edilmiş birer kuyumculuk eseriydiler. Bu saraya ait aslan (on ikiadet), geyik, ceylan, timsah, kartal, şahin, horoz, tavuk, tavus kuşu, güvercin heykelleri Kurtuba’daki Daru’s-Sınâ’a’da imal edilmişti.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs İslâm sanatının en tanınmış örneklerinin verildiği bir alan da seramik, çöm-lekçilik ve çinicilik olmuştur. Endülüs seramiklerinin muhteşem devri, XI. yüzyılda lustre tekniğinin gelişmesiyle başlar. Bu asırda Tuleytula’da lustre kaplar üretilmiş ve “Tuleytula'nın altın çömlekleri” adıyla tanınmıştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] İslâm âlemi kadar Hristiyan âleminde de büyük bir şöhrete sahip olan Endülüs’ün do-kumaları lüks kalite ve ihtişamlarıyla göz kamaştırıcı hususiyetler göstermektedirler. Madrid Kraliyet Tarih Akademisi’nde muhafaza edilmekte olan II. Hişam adına dokunmuş kumaştır.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Haçlı seferleri ve-silesiyle hıristiyanlar İslâm medeniyetini yakındantanıma fırsatı buldular. Avrupalılar'ın bundan sonra zihnini meşgul eden en önemli konu, müslümanların böyle yüksek bir medeniyeti nasıl gerçekleştirdikleri meselesi oldu ve bunu anlayabilmek, İslâm medeniyetini yakından tanıyabilmek için Arapça eserleri kendi dillerine tercüme etmeye başladılar. Tuleytula baş-piskoposu Raimundu tercüme hareketlerine destek verdi. Bu çalışmalar sırasında Tuleytula, farklı milletlerden ve dinlerden âlim ve mütercimlerin yaşadığı önemli bir ilmî merkez durumundaydı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Tıp alanında yapılan tercümeler sayesinde, XII. yüzyıla kadar Avrupa'ya hâkim olan hastalıkların insanın içine giren şeytandan kaynaklandığı, bundan kurtulmak için rahibin dua ederek onu kovması gerektiği şeklindeki anlayış yerini modern anlamda tedavi usullerine bıraktı.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Edebiyat alanında Avrupa'da fabl türünün ortaya çıkışı, kesinlikle Hint-İran menşeine dayanan İslâmî eserlerin tesiriyle olmuştur ve meşhur La Fontaine, Kelîle ve Dimne'den geniş çapta istifade ettiğini bizzat kendisi söylemektedir. Binbir Gece Masalları Avrupa'da günümüze kadar gelen geniş bir kabul görmüştür. Dante'nin de Latince tercümeler sayesinde muttali olduğu Mi'rac mucizesinden etkilendiği ve onda yer alan figürleri farklı bir üslûpla La Divina Commediaadlı ünlü felsefî-edebî eserine uyarladığı kabul edilmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Endülüs'e has zecel ve müveşşah türündeki şiirlerin, Kastilya halk şiirinde yeni yıl ilâhilerinde kullanılan "villancico" denilen türün doğuşunu sağlamıştır.Kastilya-Leon kralı X. Alfonso'nun Las cantigas de Santa Mariaadlı eserindeki şarkıların bestelerinin Endülüs mûsikisine dayandığı is-patlanmıştır. Endülüs mûsikisinin izlerini bugünkü İspanyol müziğinde de görmek mümkündür.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Avrupa'da 1190lı yıllarda ortaya çıkan "Frankonian" adlı notalandırma usulünün mucidi olarak Kölnlü Franko kabul edilirken yapılan araştırmalar, İslâm mûsikisinin ondan 400 yıl önce nota usulü üzerine oturtulduğunu ve Endülüs'de XII-XIII. yüzyıllarda müslüman musikişinaslarının Latince'ye çevrilen eserlerinde bu usulün kullanıldığını ortaya koymuştur.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Pirinç, şeker kamışı ve pamuğuİspanya'ya ve dolayısıyla öteki Avrupa ülkelerine ilk tanıtanlar Endülüs müslümanlarıdır. Pamuğun kömürle birlikte Avrupa'da gerçekleşen sanayi devriminin çok önemli iki unsurunu oluşturduğu, şekerin ise Avrupalılar'ın mutfak kültüründe önemli değişikliklere sebep olduğu bilinmektedir.
[IMG]file:///D:/DOCUME~1/enes/LOCALS~1/Temp/msohtml1/01/clip_image003.gif[/IMG] Suyun buharlaşarak azalmasını önlemek için yer altından kanallarla naklini İspanya'da ilk defa müslümanlar uyguladı. Avrupa'ya kâğıdın intikalini sağlayan, palamut ve hurma ağaçlarından katran elde eden de yine Endülüslü müslümanlardır.
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Medine-web 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Medineweb Görsel ve Slayt arşivi( kaybolmaması... Medineweb.net Videolar Medine-web 4 147 23 Eylül 2024 20:24
Mustafa İslamoğlu Sözler Medineweb.net Videolar Mihrinaz 2 343 30 Nisan 2023 16:51
Şirk Hakkında Kuran Ne Diyor? Medineweb.net Videolar Medine-web 0 250 29 Nisan 2023 18:52
DÜNYA KABE'NİN NERESİNDE Hacc-Umre-Kurban Medine-web 0 1092 27 Nisan 2020 21:40

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
OMU İlitam İslam Tarihi (2014) Vize Mihrinaz SAMSUN OMÜ İlitam 0 07 Kasım 2016 08:50
OMU İlitam İslam tarihi-2 GÜZ DÖNEMİ(1 -13) Ünite Özetleri Mihrinaz SAMSUN OMÜ İlitam 2 11 Şubat 2016 10:43
OMU İlitam İslam Tarihi 1.ünite çalışma soruları Mihrinaz SAMSUN OMÜ İlitam 3 12 Şubat 2015 16:13
ANKARA İLİTAM İslam Tarihi ve Medeniyeti Ders Özetleri 1.2.3.4.5 Üniteler Medine-web ANKARA İlitam 4 09 Ocak 2014 20:33
ANKARA İLİTAM 2. SINIF İslam Tarihi 2 -Kitap- Medine-web ANKARA İlitam 0 22 Aralık 2013 22:24

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.