|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Medine-web,Açılış Tarihi: 22 Aralık 2013 (21:19), Konuya Son Cevap : 22 Aralık 2013 (21:19). Konuya 0 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
22 Aralık 2013, 21:19 | Mesaj No:1 |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | 1. SINIF Mantık özetleri(ANKARA İLİTAM ) 1. SINIF Mantık özetleri(ANKARA İLİTAM ) ANKARA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ MANTIK Prof. Dr. İsmail Koz Mantık Kavramı ve Akıl Yürütme . Logicos karşılığı olarak seçilen “mantık” sözcüğünün de aynı anlamlara geldiği görülmektedir. Bunu Farabî’nin sözcükle ilgili şu açık-lamalarında açıkça görüyoruz: “Bu sanatın adı “nutk” sözcüğünden gelmektedir. “Nutk”, eskilere göre üç şeye delâlet eder. 1- İnsanın makulleri idrak edebileceği kuvvete delâlet eder. Bu kuvvetle ilim ve san’atlar elde edilir ve onunla hareketlerin güzeli ve çirkini ayırt edilir. 2-İkincisi insanın nefsinde anlayış yolu ile hasıl olan makullerdir; bunlara içten konuşma denilir. 3-Üçüncüsü, içeride bulunan şeyi dil ile söylemektir; ona da dış tan konuşma denilir. (Öner, 1998, s. 13; Küyel, Aralık 1958.s. ) . Mantıklı düşünmeye, doğru dü-şünme veya tutarlı düşünme de denilir. Mantıklı düşünmede, tutar-lılık esastır. Tutarlı düşünme ise akıl yürütmenin akıl ilkeleri denen ilkelere uygun olması ile mümkün olmaktadır. (Öner, 1998,s. 14) . Aristoteles’in kurduğu ve daha sonraları Megara ve Stoa okullarının ve ortaçağ filozoflarının geliştirdiği mantık sisteminin en önemli özellikleri formel (suri) olması, doğru-yanlış diye iki doğruluk değerine sahip olması; mantık ilkeleri denen özdeşlik, çelişmezlik, üçüncü halin imkansızlığı ve yeter sebep ilkesine dayanmasıdır. Bu mantık sistemlerinde en temel konular, kavram, önerme ve akıl yürütme konularıdır. . Mantıkçı Teo Grünberg’e göre de genellikle mantık, doğru düşünmenin yöntemi veya doğru düşünmenin kurallarını konu edinen bilim olarak tanımlanır. . Aristoteles, düşünmenin formunu da en güzel şekilde kıyas teorisi ile ortaya koymaktadır. O, sözün, dille düşünce arasındaki münasebetin kısaca açıklamasından başlayarak kavram, önerme, kıyas ve is-pat teorilerini kurmuştur. . Mantıkçı Lukasiewicz mantığın, sadece düşüncenin formuyla ilgilenmesi açısından, formel bir bilim olduğunu; tek tek objelerle ilgilenmek-sizin sadece düşünme tarzımızla ilgili olduğunu belirtir. . Stoacılar mantığın felsefenin bir kısmı olduğunu iddia ettiler; Aristocular mantığın felsefenin yalnızca bir aleti olduğunu söylediler; Platoncular ise mantığın eşit olarak hem felsefenin bir kısmı hem de aleti olduğu görüşündeydiler. . İbn Sina’ya göre mantık ister felsefenin bir kısmı sayılsın isterse felsefeden bağımsız olsun daima bir alettir. . Aristoteles mantığa bilimler sınıflamasında yer vermediği için mantığı bir alet olarak değerlendirdiği çok açıktır. Bu da mantığı bütün bilimlerin öncesine yerleştirmektir. Önce alet bilinecek ve kullanılarak felsefe ve bilim inşa edilecektir. Bu yö-nüyle onun mantığına felsefenin ve bilimin aleti anlamında “Organon” denmiştir. . Mantık biliminin kurucusu Aristoteles (M.Ö. 384-322) dir. Aris-toteles’den önce Elea-okulu ve Sofistler mantık biliminin kurulması için hazırlık çalışmaları yapmışlardır. . Alexander d’ Aphrodise bilhassa mantık konusunda Müslüman filozof ve mantıkçıları çok etkilemiş-tir. Mantık’ın felsefenin bir disiplini değil bir alet olması fikrini Kindi, Farabi, İbn Sina ve diğerleri ondan almışlardır. Aristoteles’in mantık kitaplarını bugün bilinen sırasıyla ilk tasnif eden yine odur. . Alexander d’ Aphrodise’den sonra Ammonius ve Simplicius, Poetic ve Retoriki Organon’a eklemiş-lerdir. Ammonius ayrıca Porphyrios’un İsagojisini Organon’un başına yerleştirmiştir. Daha sonraki Müslüman ve batılı mantıkçılar da genel-de onların bu tasnifini esas almışlardır. . Rescher’e göre Farabi Mantık’ın gelişmesini beş dö-nemde ele almaktadır. Bu dönemler sırasıyla şunlardır: I. Erken Yunan Donemi. Bu dönem Aristoteles ve ilk takipçilerini içine alır. II. Donem: İskenderiye dönemi. III. Dönem: Hıristiyanlık gelinceye kadar ki Roma Hâkimiyeti dönemi IV. Dönem İslam gelinceye kadarki Hıristiyan üstünlüğü dönemi. V. Dönem de İslami dönemdir. . Mantığın kurucusu Aristoteles mantık konularını “Organon” adı al-tında yazdığı altı kitapta incelemiştir. Altı kitap şunlardan ibarettir: Kategoriler, Önermeler, Birinci Analitikler, İkinci Analitikler, Topikler ve Sofistik Deliller. Aristoteles bu kitaplarda kavramlar, hükümler, akıl yürütmeler ve çeşitli ispat şekilleri üzerinde durmaktadır. . III. Yüzyılın sonlarında Aristoteles’in “Organon” adlı kitaba “Eisagoge” adıyla bir giriş yazan Porphyrios kitabında, “Beş Tümel” konusunu ele almıştır. Porphyrios’un “İsagoji adlı eseri medreselerde de mantık derslerinde bir giriş kitabı olarak okutulmuştur. . Yunan felsefe ve mantığının İslam dünyasına girişinde Süryanilerin etkin olduğu bir gerçektir. İlk mantık kitabı yazanlar, Suriyeli Hıristiyanlar (Süryaniler) dır. Onların Arapça’ya çevrilen mantık çalışmaları İslam mantığının gelişmesi yönünde bir hazırlık aşamasıdır. . İslamda Arapça’ya yapılan ilk tercümeler Halid b. Yezid b. Muaviye (Ö. 85 H. / 704 m.) tarafından yaptırılmıştır. Halid, İskenderiye Akademisinden Arapça bilen âlimleri Dimaşk’a çağırarak kimya, tıp ve nücümle ilgili kitapları Yunanca’dan Arapça’ya çevirtmiştir. İslam dünyasında tercüme faaliyetleri Abbasiler zamanında hız kazanmıştır. Cündi-Şapur Akademisindeki Süryaniler, İranlılar ve daha son-ra Harranlılar ve Nabatlar bu tercüme faaliyetine katıldılar. . Abbasi halifelerinden Mansur devrinde kuvvetlenen tercüme hareketi Harun er-Reşid devrinde de de-vam etti. Bu devirde Pehlevi dilinden tercüme yapanlar arasında Ömer b. El-Ferruh el- Taberi (Ö. 200 h. / 815 m.) ile Sehl b. Harun (Ö. 235 h. / 830 m.); Yunanca’dan tercüme yapanlar arasında Yahya b. El- Batrik (Ö.200 h.) bulunmaktadır. . Tercüme faaliyeti Ha life Memun zamanın-da ( 198-218/ m. 813-833) iyice hızlandı. Bütün hicri III. Asır boyunca tercümeler altın dönemini yaşadı. Nihayet Yahya b. Adi (Ö.363 h. /974 m.), Ibn Zur’a ve Ibn Hamman ile sona erdi. . İslam âleminde en büyük mütercimlerden biri olan Huneyn ibn Ishak ise Ketegorileri Arapça’ya tercüme etmiş, Önermeler kitabını, Birinci ve İkinci Analitiklerin bir kısmını Süryanice’ye çevirmiştir. Ondan sonra oğlu İshak ibn Huneyn (Ö.911) bazen Süryanice’den bazen de Yunanca’dan İsagoji hariç bütün mantık külliyatını Arapça’ya tercüme etmiştir. İshak’ın Organon tercümesine el-Dustur (Ana kitap) deniyor-du. Bu da diğer tercümelerden çok daha iyi ve sağlam olmasından ileri gelmektedir. . İshak ibn Huneyn İslam aleminde ilk defa, sekiz kitap-tan müteşekkil bir mantık külliyatını meydana getirmiştir. Ebu Osman ed-Dimeşk, Müslüman bir mütercimdir; İsagoji’yi, İkinci Analitkleri, ikinci olarak Kitabu’l-Burhan adıyla ve Topikleri de Kitabu’l- Cedel adıyla tercüme etmiştir. . İslam Dünyasında tercüme olmayan ilk mantık çalışmaları Kindi (803-873) ile başlamıştır. Kindi, Aristoteles mantığını, İsagoji’yi dışarıda bırakıp sekiz kitap olarak inceleyen Müslüman mantıkçıdır. . Kindi, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd, Fahruddin Razi, Seyyid Şerif gibi düşünürler mantık’ı ilmi spekülas-yonlarının başlangıcı, sistemlerinin temeli saymışlardır. . İslam aleminde tercüme devrinden sonra man-tık’a dair yeni araştırmalar Farabi ile başlamaktadır. Farabi, mantık tercümeleri ve şerhlerini incelemiş, onların eksiklerini tamamlamağa çalışmış, özellikle de Kindi’nin şerhleri üzerinde durarak bu konuda yazdığı eserlerle “Muallim’i Sani” unvanını kazanmıştır. Mantık problemlerini Farabi, artık müphem hiçbir nokta bırakmadan çözmüştür. Gerçekten de mantık İslam filozoflarının elin-de Aristoteles’den bağımsız ve orijinal olmak bakımından en esaslı bir şekilde anlaşılmıştır. Mantık Farabi’ye göre Gramer ve Linguistik; Riyaziyat (matematik), Fizik, Metafizik; Medeni ve İslami ilimler grubu içinde kendi başına ayrı bir bilimdir.(Bayraktar. 1997, s. 122.) O “İhsaul -Ulum” adlı kitabında ilimleri ilk önce beş ana kısma böler: 1- Dil ilmi, 2-Mantık ilmi, 3- T’alimi ilimler, 4- İlahiyat, 5- Teknik ilimler. Farabi bu tasnif hususunda kimseden mülhem olmamış ve tamamıyla orijinal bir düşünceyi ileri sürmüştür. Farabi mantığı dokuz bolüm halinde inceleyen ilk filozoftur. O, bu ilmin tamamını teşkil eden dokuz kitabı şöyle isimlendiriyordu: 1. al-Madhal (isagoji) 2. al-Makulat (kategoriler) 3. Kitab al- Ibare (peri-ermeneias) 4. Tahlil al- Kıyas (I. Analitikler) 5. Kitab al-Burhan (II. Analitikler) 6. Al-Cedel (topika) 7. Sofistika 8. Al-Hitabet (retorik) 9. Al-Şiir (poetika). (Bingöl, 1993, s. 10) Farabi’ye göre man-tığın asıl gayesi Burhan’dır. Çünkü Burhan kesin bilgiyi temin eder. İşte bu bakımdan, mantığın sekiz bölümü içinde dördüncü bölümü yani “Burhan” şeref ve mevki itibariyle en üstün olanıdır. Mantığın geri kalan bütün bölümleri bu dördüncü bölümle bir mana ve varlık kazanırlar. (Türker, 1984, s. 157-161;Öner, 1967, s. 9) İbn Sina, eski Hellenistik geleneğe uyarak “İsagoji”yi tekrar mantık kitaplarına ekledi ve “Organon”u dokuz kitap olarak ele aldı. Ayrıca Farabi’de dağınık bir halde bulunan mantık onda derlenmiş, toplanmış ve ilk muntazam şeklini almıştır. Bu nedenle Farabi’den sonra en önemli İslam mantıkçısı olarak İbn Sina görülmektedir.(Öner, 1967, s. 8) İbn Sina islam mantığında Doğu –Batı akımı oluşturacak kadar büyük bir etkiye sahip olmuş ve Aristo mantığına karşı çok özgün içerikleri mantığa eklemiştir. İbn Sina’nın bu yeni katkılarına karşı çıkan Batı okulunun en önemli temsilcileri Fahruddin er-Razi (1148-1209) ve onun takipçileri Khunaci (l194-1249) ve Siracüddin el- Urmevi (l198-1283) dir. Batıcı okul taraftarlarının karşısında İbn Sina’ya dayanan Doğucular 13. Yüzyıl süresince aktif olarak devam etti. Bu dönemde en önemli temsilcisi Kemaleddin İbn Yunus (l156-1242)tu. Onun bu tavrı örgencisi el-Ebheri (1200-1264) ve Nasireddin et-Tusi (1201-1274) ve Tusi’nin öğrencileri tarafından, özellikle verimli bir mantıkçı olan al-Katibi el-Kazvini (1220-1280) tarafından benimsendi. Gazzali Hicri beşinci asırda mantığı felsefenin, ilmin başlangıcı olarak gorüp “Miyar’ul-ilm” ve “Kitab’u Mihakk’in-Nazar fi’1Mantık ve’1-Usul” adlı kitaplar yazarak mantığı İslam düşüncesinin vaz geçilmez bir düsturu olarak yerleştirdi. Mantık karşıtı tavrlara karşı mantığı savunmuştur. “Mantık Bilmeyenin İlmine Güven Olmaz” (es-Saidi th.Kahire, s. 7) diyerek mantığın genel kabul görmesine vesile olmuş-tur. İslam dünyasında mantık bilimi aleyhinde bazı fikirler de belirmiştir. İbn Salah (Ö. M. 1276) ve el-Nevevi (Ö.M. 1277) gibi hadisçiler, man-tık ile uğraşmayı haram kıldılar. Ehli Sünnet bilginleri arasında man-tık karşılığı yaygınlaştı. Bu hadisçilerin yanında Ebu Hasan Eşari, Ebu Bekir Bakillani ve Ebu İshak İsferayini gibi kelamcılar da mantığa karşı tavır almışlardır. Kıyasın maddeleri; (beş sanat: burhan, cedel, hitabet, şiir ve safsatadır. Zernuci (Ö.1202) nin mantık kitabı, Havinci (Ö.1248) nin muhtasar mantığı, Ebheri’nin (Ö. l264) “İsagoji”si, Urmevi (Ö.1283) nin “Metali’ul-Envar”i ve Katibi (Ö.l252) nin “Şemsiyye” adlı eserleri gibi mantık kitapları ise hep İbn Sinamantığına dayanırlar. (Keklik, 1969, s. 59) Endülüste yetişmiş ve büyük İslam filozoflarından biri olan İbn Rüşd (Ö.1126-1198) Kitabu’l-Külliyat”, “Kitabu’z-Zaruri Fi’lMantık (Organon’un butün kitapla-rıyla, Porphyrios’un “İsagoji”sinin kısaltmasıdır.), “Telhis’u Kitab’il-Kiyas”, “Makale Fi’l- Kiyas”, “el-Mesaili’l-Muhimme ala Kitab’il-Burhan”, “Şerhu Kitab’il-Kiyas bi Ciheti’n-Nazari Ebi Nasr Fi Kitabihi Fi Sinaati’lMantık ve bi Cihet’IAristotales” adlı mantık kitaplarını yazdığı bilinmektedir. Şemseddin es-Semerkandi (Ö.1204) de “Kistas’ul-Efkar Fi Tahkik’il-Esrar” adlı mantık kitabını yazmıştır. Eserleri çok okunmuş bir mantıkçıdır. XIII. Yüyıl mantıkçıları arasında ise önde gelen mantıkçı Nasireddin et-Tusi ( 1201 -1274) dir. “Esasu’l-iktibas” adlı kitabı İbn Sina’ya daya-nılarak yazılmıştır.(KekIik, 1969, s. 82) Mantık İlkeleri ve Mantık İçin Önemi Mantık özdeşlik, çelişmezlik, üçüncü şıkkın imkânsızlığı gibi üç temel ilkeye dayalı bir sitemdir. Bu ilkelere mantık tarihi boyunca “akıl ilkeleri”, “zihin ilkeleri” varlık ilkeleri”, “düşünme yasaları”, “bil-ginin normatif yasaları” gibi adlar verilmiştir. Bu üç ilkeyi ilk defa Aristoteles’in formüle ettiği bir gerçektir. Mantık ilkeleri zorunlu olarak doğrudur; eğer mantık ilkeleri doğru olmazsa diğer doğruların düşünülmesi formüle edilmesi mümkün değildir. Doğa yasaları en nihayet birer genelleme oldukları halde, mantık ilkelerinin böyle bir niteliği yoktur. Tersine onlar, genel-leme yapmanın koşullarını da belirleyen salt formel ilkeledir.(Özlem, (1991), s. 302) Mantık ilkeleri formel, analitik ve zorunludur. Mantık ilkeleri denince, genellikle şu dört ilkeden bahsedilir: özdeşlik, çelişmezlik, üçüncü şıkkın imkânsızlığı ve yeter sebep ilkesi. Bu ilkelerden yeter sebep ilkesi bazı mantıkçılarca mantık ilkesi olarak görülmemektedir. İlk defa Leibniz, yeter sebep ilkesini diğer ilkelere ilave etmiştir. Mantık ilkelerinden özdeşlik ilkesi aklın kendi içinde kalarak varlığı sınırlandırmakta; çelişmezlik ilkesi ise aklın kendinden başkasına hare-ket etmesini sağlayarak varlık alanını genişletmektedir. Akıl çelişmez-lik ilkesi vasıtasıyla evrene açılmakta, bilgi dünyasını keşfetmektedir. Üçüncü şıkkın imkânsızlığı ile akıl, evrenin sınırsızlığını sınırlandırır. Mantık ilkelerinin kaynağı konusunda ileri sürülen görüşleri 1) rasyonalist, 2) ampirist, 3) psikolojik, 4) soyolojik açılamalar olarak sıralanabilir. Doğuştancılık (innatizm) adıyla da anılan bir tür rasyonalizme göre, mantık ilkeleri doğuştan zihnimizde hazır halde mevcuttur. Onlara göre mantık ilkeleri a prioridir. Bu nedenle zorunlu olarak doğrudur. Onlara göre evrensel nitelikli bu doğruları, gözlem ve deneye dayalı tümevarımsal genelleme ile değil, sezgiyle apaçık olarak kavra-rız. Özdeşlik ve çelişmezlik gibi akıl ilkeleri a prioridir; doğuştan, tecrübeden önce hazır olarak zihinde bulunur. Realizme göre ilkeler sözkonusu olduğunda dış dünyanın bir başka ifadeyle gerçekliğin varlığını ispat edilemez bir postulat olarak kabul edildiğinden (Hızır, Felsefe Yazıları, s. 112) Aristoteles gibi realistler için ilkeler ispatsız olarak bilinmektedir. Onlar varlıktan soyutlanmamakla birlikte bu ilkeler hem varlığa, hem de zihne aittir. Kant, mantık ilkelerini varlık yasaları olarak görmez. Kant için mantık ilkeleri, yalnızca varlığın duyumlarımıza açık görünüşünün, yani fenomenlerin bir bilgisine bizi ulaştıracak olan ve yalnızca bize ait olan ve deneyimin düzenleyici ilkelerdir. Mantık ilkeleri varlık yasaları değil, öznenin fenomenleri bilme kalıplarıdır. Kant’tan önce, David Hume ve Stuart Mill, aklın temel ilkeleri konusunda önemli şüphelerin doğmasına neden olmuşlardır. Özellikle Hume, sebeplilik ilkesinin alışkanlıklarımızdan doğan bir tür çağrışım olduğunu söyleyerek bu konuda dogmatizmi sarsmıştır. Stuart Mill, daha da ileri giderek özdeşlik ve çelişmezlik ilkesinin de ruhi alışkan-lıklarımızdan doğduğunu ileri sürmüştür.(Taylan, 1996, s. 71-72; Stace, 1986, s. 69) Ampiristler de Kant gibi, mantık ilkelerinin öznede bulunduğunu, bu ilkelerin varlık yasaları sayılamayacağını savunurlar. Onları Kant’tan ayıran nokta, bu ilkeleri a priori saymamaları, onların deneyim yoluy-la sonradan a posteriori olarak zihnimizde oluştuklarını ileri sürmeleridir. Yeniçağ empirizmi, tüm bilgilerimizin kaynağını deneyimde bulur ve mantık ilkelerinin de deneyim sonrası, a posteriori oluştuğu tezini savunur. Ampiristler için gözlem ve deneye başvurmadan, salt akıl veya sezgi ile gerçek dünyaya ait bilgiler edine-bilmek imkânsızdır. Karşıt görüşlere göre: Mantık ilkeleri, olgusal dünyaya ilişkin hiçbir şey söylemezler. Onlar, doğru-luğu apaçık önermelerdir. Ne var ki, bu önermeler de boştur. Sadece bu dünyayı betimlememizde bize yardım eden kuralları oluştururlar. Yoksa betimlememizin içeriğine bir katkıları yoktur. Olsa olsa betimlemelerimizin biçimini belirlerler. Bu nedenledir ki mantığın ilkelerine analitik diyoruz. (Reichenbach, 1981, s. 35) Psikolojismin görüşlerini Öner kısaca şöyle açıklamaktadır: “Bütünüyle mantık, psikolojinin içinde kabul edilmektedir. Bu anlayış içerisinde mantık, psikolojiden bağımsız olarak düşünülemez. Mantığın en temel kavramları; zorunluluk, kesinlik, açıklık, doğruluk gibi ruhsal olgu olan süreçlerin ilkel tasvirleridir. Bunlar ayrılmaz bir şekilde ruh-sal olaylara eşlik ederler. (Öner, 1977, s. 9, 2 nolu dip not) Pek çok psikoloğa göre, mantık ilkelerinin ve özellikle özdeşlik ilke-sinin kaynağı psişik “ben bilinci”dir. İnsan iç ve dış deneyim yoluyla önce kendi benliğinin tekliği ve özdeşliği fikrine ulaşır ve buradan başka-olma düşüncesini üretir. J.Locke’a göre aynı kişiyi bir den çok ruhtan oluşuyor olarak düşüne-biliriz. Ayrıca aynı kişi olarak düşündüğümüz zaman içinde, ruhunu değiştirdiği veya geçmişte yaşamış başka bir kişinin ruhunu taşıdığı da düşünülebilir. Locke, ruhun özdeşliği ile kişinin özdeşliğinin ayrılabileceğini ileri sürmüştür. Locke’un kuramı, herhangi bir devredeki kişiyi bir başka devredeki ile özdeşleştirebilmeyi, devrelerden birinin geçmiş devreyi hatırlamasına bağlar. Gövde ve ruh olarak özdeş olmasak bile, kişi olarak özdeşiz. Locke, kişisel özdeşlik için bellek sürekliğini ileri ortaya atmıştır. (Denkel, 1984, 131) Psikolojizm, mantık ilkelerini, bütün insanların düşünce yapısına göre temellendirir. Böylece de ilkelerin deneysel olmalarından dolayı müm-kün ve yanlış olabileceğini öne sürer. Psikolojizm salt doğrunun olma-dığını da iddia eder. Bu nedenle onda rölativizm vardır. Kendisi sayesinde deneyimin zorunlu olarak a priori tasarımlarımıza tabi kılındığı ilke “transcendental ilke” diye adlandırılır. Transcendental, deneyimde verilenin, a priori tasarımlarımıza zorunlu olarak tabi oluşunun ilkesini ve aynı şekilde, a priori tasarımların zorunlu olarak deneyime uygulanışının ilkesini ifade eder. Fransız sos-yoloji okulu mensupları Durkheim, Mauss, Hubert, Granet, mantıklı düşüncenin temelini teşkil eden zihin fonksiyonlarının toplumsal bir menşee sahip olduklarını göstermeğe çalışmışlardır. (Öner, 1977, s. 11) Durkheim çelişmezlik ve nedensellik ilkelerinin toplumsal hayattan doğduğunu iddia etmiştir. Ona göre çelişikliğin düşünce üze-rinde yaptığı etki, zaman ve toplumlara göre değiştiğinden, toplumsal şartlara bağlı olmaktadır. Levy Bruhl de düşüncenin toplumsal karakteri üzerinde durmuştur. O, düşünceyi sağlayan kavramlar ve ilkelerin toplum tarafından kazandırıldığını ileri sürmüştür. Toplum O’na göre; birisi ilkel, diğeri medeni olmak üzere iki şekilde ve bunları karşılayan iki türlü düşünce tarzı ile ifade edilmiştir. Mantık ilkelerini, dildeki fonksiyonuna bağlı olarak değerlendirmek isteyen görüşün tersine, Aristoteles’in inandığı gibi, bu ilkeler realite-nin en temel kurallarıdır. Mantık ilkeleri sadece bazı sözcüklerin belli şekillerde kullanılmasını sağlamaz; onlar ayrıca nesnelerin tabiatı hak-kında bazı şeyler söyler. Onlar gerçeklik hakkında bize bazı hakikatle-ri bildirirler. Bu hakikatler bizim kurgumuz değildir, sözel uzlaşımlar değildir. Reichenbach’da pek çok ontolojik tasavvurun kökeninin dilsel oldu-ğunu ileri sürmüştür. Ona göre, bir konuşma tarzı, sonunda ontoloji denen ve varlığın en temel dayanaklarını konu alan bir felsefe disipli-nin ortaya çıkmasına yol açabilir. (Reichenbach, 1981, s.18) Mantık ilkelerinin varlığın da ilkeleri oldu-ğunu söylemek kolay değildir. Ne var ki, varlığın da ancak bu ilkeler çerçevesinde kavrandığı bir gerçektir. Varlıkta bir irrasyonelden bah-setme, mantık ilkelerinin varlıkta geçer olmadığı bir alanın varlığını öne sürmek demektir. Hâlbuki varlık hakkındaki bilgimiz, ancak bu ilkelerin uygulanabileceği alan için mümkündür. ( Öner, 1999, s. 90) Mantık ilkeleriyle ilgili ilk ciddi tespitler Parmenides tarafından yapıl-mıştır. Parmenides’in “varlık vardır, varolmayan var değildir” sözü, özdeşlik ilkesinin varlığa uygulanması olarak görülmektedir; daha doğrusu onun açısından, varlıkta bu ilkenin mevcut olduğunun işare-tidir. (Öner, 1999, s. 78-79) Yeniçağın ampirist (Locke, Hume) ve rasyonalist (Kant) filozoflarını, kendilerinden önceki ampirist ve rasyonalist filozoflardan ayıran te-mel yön, yeniçağ filozoflarının deneyimi ve aklı sadece öznenin sahip olduğu olanaklar olarak düşünmeleri ve bu durumda varolanlarla akıl ve zihin arasında bir uygunluk fikrini reddetmeleridir. Özdeşlik ilkesinin bir reddi olan Herakleitos felsefesi bu tartışmaya örnek verilebilir. Herakleitos’a göre, evrende sa-bit olan bir şey yoktur. Değişmez olarak gördüğümüz her şey görünüş-tür. Esas olan değişmedir. Âlemde bir değişme var mıdır, yok mudur, tartışması felsefenin ilk ciddi tartışmasıdır. Hegel için özne ile nesne birbirlerinden bağımsız gerçeklik değildir. Mutlak olarak ayrı iki varlık halinde birbirinin karşısında değildir. Tek bir gerçekliğin iki ayrı görünümü oldukları için özdeştirler. (Stace, 1986, s. 124) Hegel’in tez, antitez ve sentez diye diyalektik bir yöntemle oluşturduğu ilk üçlü sistemi, varlık-yokluk-oluş şemasıdır. Bu üçü bir birine öz-deş olduklarından birbirine dönüşür. Varlık yokluğa dönüşür; yokluk da varlığa dönüşür; çünkü yokluk fikri boşluk fikridir ve bu boşluk katıksız varlıktır. Her kategorinin böylece öbür kategori içinde kaybolması sonucu üçüncü bir fikir ortaya çıkar ki, bu da varlık ile yokluğun birbirlerine geçişleri fikridir. Bu, oluş kategorisidir. (Stace, 1986, s. 150) Hegel’e göre oluş halinde bulunan varlık kendi içinde çelişmeyi ihti-va eder. Bu nedenle çelişme ilkesini esas alan klasik mantıkla bu âlem anlaşılamaz. Başka bir mantık kurmak gerekir. İşte diyalektik mantık böyle bir düşüncenin eseri olarak ortaya çıkmıştır. (Öner, 1999, s. 81) Bu yüzden matematiksel sezgicilik (De Brouwer) bu ilkeyi reddeder. İlke reddedilince artık şu söylenebilir: ikiden fazla doğruluk değeri vardır. Gerçekten de klasik mantığı iki değerli mantık yapan ilke üçün-cü şıkkın imkânsızlığı ilkesidir. İlke reddedilince artık karşımıza “çok değerli” mantık çıkar. Bir başka deyişle üçüncü şıkkın imkânsızlığı il-kesi ancak iki değerli mantıkta geçerlidir. Bu da demektir ki, onun ge-çerliliği sınırlıdır. (Diemer, 1990, s. 103) Leibniz’e göre, hiç bir şey kendiliğinden var veya var olmuş değildir. Var olan her şeyin bir varoluş sebebi vardır. Böyle olunca, var olanlar dünyasında her şey, bir sebebin sonucu olarak görülür. Yeter sebep ilkesinin varlık alanına uygulanmasına bağlı olarak ortaya çıkan iki türlü nedenden bahsedilir: 1) nedensellik ilkesi, 2) amaçsallık ilkesi. (Öner, 1999, s. 66, 85) Leibniz’e göre her iki ilke birlikte etkide bulunur. Aristoteles’in düşüncesinde, bir şeyin amacı o şeyden önce gelir. Ancak sözü edilen öncelik zamanda öncelik değil mantıkta önceliktir. Mantıkta ilkin öncüller, sonra sonuçlar gelir. Öncüllerin ise sonuç karşısında mantıki önceliği vardır. Ama zamansal önceliği yoktur. Hume’a göre zihnin türlü türlü düşünce veya fikirleri arasında bir bağ-lantı prensibinin bulunduğu açıktır. Bu bağlantı biçimi üçe ayrılmakta-dır: 1)Benzerlikler, 2) Zaman ve mekanda bitişiklik veya yanyanalık), 3) Neden-etki). Ona göre olguya ait bir şeyle ilgili bütün akıl yürütme-lerimiz neden-etki bağlantısı üzerine kurulu görünürler. Bu bağıntılar düşüncelerimizi bir araya getirip birleştiren biricik bağlardır. (Hume, 1986, s. 33-37, 75) Hume zihindeki zorunluluğu açıklamak için alışkanlığa başvurmuştur. Mantıksal ilişki; kastedilen bir konuya ilişkin önermelerin, doğruluğu varsayılan bir kaçına dayanılarak dedüktif çı-karımla türetilebilmesidir. Bir konu veya alanın aksiyometikleştirilmesi iki koşulun gerçekleşmesiyle olanak kazanır: 1) Tüm terimlerinin birka-çına dayanılarak tanımlanabilmesi, 2) Tüm önerme veya formüllerinin birkaçına dayanılarak ispatlanabilmesi. Her iki koşulun gerçekleşmesi yönünden en büyük olanakları “formel disiplinler” denilen mantık ve matematik taşımaktadır. (Yıldırım, 1976, s. 209-210; Yıldırım, 1971, s. 234) Mantık ilkelerini Aristoteles’e göre birer aksiyom sayabiliriz. Çünkü aksiyom-lar onun sisteminde ispatsız apaçık zorunlu doğrulardır. Eğer aksiyom-ların da doğruluğunu ispatlayan daha temelde başka ilkeler varsa o zaman aksiyomlar ispatlı olacaklardır. Bu da onun tanımına ters düşer. Descartes’ten neopozitivizme kadar, yeniçağın bilgi kuramları hep iki değerlidir. Yani bu kuramlar, bilginin ve doğru-luğun iki türlü oluşunu kabul ederler. Bir yanda empirik bilgi ve olgu-sal doğruluk; öbür yanda rasyonel bilgi ve akılsal doğruluk. İki değerli bilgi kuramı, iki değerli mantıkla karıştırılmamalıdır. İki değerli bilgi kuramı, nitelik açısından iki farklı bilme türünden bahseder. Bunlardan biri gözlem ve deneye; öbürü düzenleyici akılla ve mantıksal çıka-rımla ilgilidir. Bu nedenle her iki bilme türünün doğruluğu farklıdır. (Heinemann, “1990, s. 180) Grünberg’in de belirttiği gibi, doğrular akıl (mantık) doğruları ile olgu doğruları olmak üzere iki türe ayrılır. Mantık doğruları, doğruluğu tec-rübeden bağımsız (a priori) olarak salt akılla belirlenebilen önermeler, olgu doğruları ise doğruluğu ancak tecrübeye bağlı (a posteriori) ola-rak belirlenebilen önermelerdir. Mantığın binyıllar-dır sarsıntıya uğramamış tek ilkesi özdeşlik ilkesidir. Öyle ki, diğer iki ilkeden hangisini feda ederlerse etsinler, günümüzde geliştirilmiş tüm mantık sistemleri (çok değerli mantık sistemleri, v.b.) dayandık-ları temel bakımından birer özdeşlik sistemidirler. (Özlem, 1991, s. 47) Hatta tümevarım mantığı bile özdeşlik ilkesini geçerli kabul etmekte-dir. Çünkü özdeşlik ilkesinde, özdeşlik ilkesine dayanan bir mantıki yöntemle olgulardan kanunlara geçmek iddiası vardır. (Lachelier, 1986, s. 3) Mantık ilkeleri tek başına çok şey söylememektedir. Mesela “A, A’dır” özdeşlik ilkesi, A hakkında bize bilgi vermez bir başka ifadeyle onun özelliklerini, nasıl olduğunu bildirmez. Sonuçta onun bize verdiği bil-gi gerçeklik hakkında bir bilgi değil sadece A’nın kendisi olduğudur. Çelişmezlik ilkesi, iki önermeden birinin doğru diğerinin yanlış olması gerektiğini ortaya koyar. Fakat bunlardan hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu belirtmez. Çünkü o, yalnız iki önerme arasındaki ilişki ile ilgilidir. Tamamen formeldir. (Öner, 1999, s. 78) Çelişmezlik ilkesini önermeler mantığında önemli kılan, tutarlılık ilkesi olmasıdır. Tutarlılık ilkesi, kabul edilebilir mantık sistemlerinin tutarlı olması gerektiğini, yani hiç bir önermenin hem doğru hem yanlış değerini aynı zamanda almaması gerektiğini dile getirir. Üçüncü şıkkın imkansızlığı ilkesi, alternatif (mütekabil) ilkesi diye de isimlendirilir. Bir alternatif, disjonktif (ayrık) bir hükümdür. Disjonktif önermenin iki önermesi bir alternatif teşkil ederler. Onlardan her ikisi yanlış olamazlar. Fakat onlardan biri mutlaka doğrudur. Akıl yürütmenin Tanımı ve Yöntemleri . Akıl yürütme, bilinen hükümlerden yeni bir hüküm çıkarmaktır. Çıkarılan bu hükme sonuç denir. Akıl yürütmek suretiyle bir sonuç elde etmek, bilinenden bilinmeyeni elde etmek, başka bir ifadeyle bilinenden bilinmeyene geçmektir. . Akıl yürütmenin üç görevi vardır: 1.Henüz bilinmeyen gerçeklerin zihinde belirmesini sağlar. 2. Henüz yakîni olarak bilmediğimiz gerçekleri ispata yarar. 3. Kapalı bir gerçekliği açıklar. . Mantık kitaplarında en önemli yeri işgal eden kıyas bahsi, tasdiklerin yalnızca ne olup ne olmadıklarının ele alındığı hükümler bahsinden sonra gelen ve bu tasdiklerin bizi yeni tasdiklere nasıl götürüldüğünün incelendiği bölümdür. . Gelenbevî akıl yürütmeyi şöyle tanımlamaktadır: “Akıl yürütme, iki veya daha fazla önermeden meydana gelen bir ifadedir; bu önermelerin onaylanması başka bir önermeyi elde etmemizi sağlar. Önermelerin bir iddia olarak kalması ve bir sonuca varmış olmamızın görünüş te olması bu ifadeyi akıl yürütme olmaktan çıkarmaz”(Gelenbevî,1297h,163) . İslam Dünyasında yetişmiş mantıkçılar, kıyasta, öncüllerin ulaşmamızı sağladığı önermeye, henüz o noktaya ulaşılmamışken matlub, ulaşıldıktan sonra ise netice demektedirler(Taftazanî,123) Türkçe Mantık kitaplarında öncül (Atademir,1989,3;Öner,1996,113) terimiyle karşılanan mukaddime sözünün bazı mantıkçılara göre sadece öncülleri ifade etmediği anlaşılmaktadır. Küçük önerme ve büyük önerme, sonucun yalnızca bu öncüllere da-yandığı durumlarda kıyasın birer mukaddimeleridir. Mukaddime teriminin bir özel manası olduğunu, bu özel manası bakımından akıl yürütmenin öncüllerini ifade ettiğini, genel manası itibariyle de sonucu hazırla yan her şeye mukaddime denileceğini kabul etmektir. . Sonucu ispatlanmış sayarak söze başlamaya İslam Dün yasında yeti-şen mantıkçılar müsadere ale’l-matlub demektedirler. Müsadere de başa almak anlamındadır. . Akıl yürütmelerle ilgili değişik sınıflandırmalar yapılmıştır. Bunlardan biri, öncüllerle sonucun ne tarzda ilişkilendirildiğini göz önünde bulunduran sınıflandırmadır. Diğer bir sınıflandırma, öncüllerin ve sonucun tümelliği ve tikelliği ile ilgili olan sınıflandırmadır. Başka bir sınıflandırma da akıl yürütmelerin tek bir öncülle veya birden fazla öncülle sonuca gitmesi ile ilgili olan sınıflandırmadır. Tek bir öncülle sonuca giden akıl yürütmelere doğrudan akıl yürütmeler birden fazla öncülle sonuca giden akıl yürütmelere de dolaylı akıl yürütmeler denmektedir. . Akıl yürütme tek bir öncülle veya birden fazla öncülle sonuca gitmesi bakımından da ikiye ayrılır. Tümevarım, talil ve temsil birden fazla öncülle yapılan akıl yürütmelerdir. Tek bir hüküme dayanarak sonuç elde etme iki şekilde olur: Tekabül, döndürme . Öncüllerle sonucun ilişkisi bakımından akıl yürütmeler dörde ayrılır. Birincisi, öncüllerin başka bir bilgiye ihtiyaç olmaksızın sonucu gerektirdiği akıl yürütme. Birinci maddede söz konusu olan akıl yürütme kıyastır. . İkincisi, öncüllerin dışardan bir takviye ile birlikte sonucu gerektirdi-ği akıl yürütme. Öncüllerin dışardan bir takviye ile birlikte sonucu gerektirdiği akıl yürütmeye eşitlik kıyası denen kıyas örnek verilmektedir. Bu kıyasta, öncüllerde bulunmayan “iki eşit şeyden birine eşit olan diğerine de eşittir” bilgisi gizli bir şekilde bizi yönlendirmektedir(Urmevî,1303h,246). . Üçüncüsü, öncülleri ters döndürme ile sonucu gerektirecek hale getirilen akıl yürütme. Öncülleri ters döndürülerek sonucu gerektirecek hale getirilen akıl yürütmeye şöyle bir örnek verilmektedir: “Her insan cisimdir” hükmünü ispat için aşağıdaki öncüllerden yola çıkıldığını varsayalım. “Her insan canlıdır.” ve “Her cisim olmayan canlı olmayandır.” Buradaki ikinci öncül ters döndürülerek “Her canlı cisimdir” önermesi elde edildikten sonra “Her insan canlıdır” ve “Her canlı cisimdir” öyleyse “Her insan cisimdir” kıyasına ulaşılmış olur.(Urmevî,1303h,247). . Dördüncüsü, öncüllerle sonuç arasında zorunlu bir bağın bulunmadığı zannî sonuç veren akıl yürütme(Gelenbevî,1297,168). Öncüllerle sonuç arasında zorunlu bir bağın bulunmadığı zannî sonuç veren akıl yürütmelere eksik tümevarım örnek verilebilir(Habisî,150). Eksik tümevarım, hakkında hüküm vermek istediğimiz grubun bir kısmını inceleyip onlarda tespit ettiğimiz durumu gurubun tamamı için geçerli saymaktır.(Taftazanî,150) Mesela; Hayvanların birçoğunun yiyeceğini çiğnerken alt çenesini oynattığına bakarak bunun bütün hayvanlar için böyle olduğunu söylemek eksik tümevarımın en çok tekrarlanan örneklerindendir(Muzaffer,1980,II,265). . Öncüllerin ve Sonucun Tekil veya Tümel Oluşu Bakımından Akıl yürütme Türleri sınıflandırmasına göre akıl yürütmeler başlıca üç kısma ayrılır: Tümevarım, Talil ve Temsil. . Tümevarım yapmak, tekilden tümeli, başka bir deyişle özelden gene-li elde etmektir. Görülen birçok olaydan bir genel konuya geçmektir. Mesela,“ bu odunun, bu demirin, bu bakırın sıcaklıkla hacmi genişliyor; öyle ise sıcaklık cisimlerin hacmini genişletmektedir” demek bir tümevarımdır(İsmail Hakkı,1330h,154) “Bir cisim olan toprak tartılabilendir.” ve “Bir cisim olan su da tartılabilendir.” Öyleyse “O halde bütün cisimler tartılabilendir.” şeklindeki bir akıl yürütme de tümevarımdır. . Biri kendiliğinden diğeri de bir tefekkür sonucu olmak üzere iki tür tümevarımdan bahsedilebilir. Bir tefekküre ihtiyaç duyulmadan yapılan tümevarım avamın tümevarımıdır. Bir metoda bağlı değildir. Az sayıda gözlem sonucu elde edilen bilgiyi, “bunlar aynı türdendir bazısı için doğru olan, türün tamamı için de doğrudur” diyerek o türün tamamı ile ilgili görmektir. . Tümevarımda; “Bu cisim hareket etmekteyken durmaktadır.” Ve “Şu cisim de hareket etmekteyken durmaktadır.” “O halde bütün cisimler hareket etmekteyken dururlar.” şeklinde bir akıl yürütme yapılır ve hareket eden cisimlerin durmasıyla ilgili bir araştırma yapılmaz. . Her tümevarım, zihinde cereyan eden şu işlemler sonucu ortaya çıkar:1. İnsan zihni bazı olayları diğerleri ile karşılaştırır ve olaylar arasın-da sabit bir ilişki veya ard arda gelen değişmez durumlar tespit eder. 2. Gözlemlenen sabit ilişki, bir kanunun, başka bir deyişle zorunlu bir irtibatın belirtisi kabul edilir. 3. Bu son aşamada bir varsayım olarak dahi olsa belirlenmiş olan irtibatın daima aynı şekilde karşımıza çıkacağı hükmü açıkça ifade edilir. . Mantık açısından problemli olmasına rağmen tümevarım doğa bilimleri başta olmak üzere birçok alanda kullanılmaktadır. . Talil yapmak önceden bilinen veya varsayılan genel gerçekliklerden özel bir gerçekliğe geçmektir. Mesela; “Bütün ısınan cisimlerin hacmi genişler.” Ve “Tren yolu rayları ısınmıştır.” “O halde tren yolu raylarının hacmi genişlemiştir.” demek bir talil yapmaktır. Talil, tekil bir durumu genel bir hükmün içine sokmaktır. Bu durum her zaman tek bir olay olmayabilir. Yine de dahil edildiği genel hükme göre tekil sayılır. . Talil: “Bir olaydan veya bir nitelikten, önceden bilinen veya varsayılan kanun sebebiyle diğer bir olayı veya diğer bir niteliği sonuç olarak çıkarmaktır ki bu kanun, bu iki olayı veya bu iki niteliği birbirine bağlar.” . Yükselen talil: Bir talil, tecrübe vasıtasıyla elde edilmişse yükselen talil adını alır. Bir tekil durumu bilen insan, onu anlamaya ve onda etkili olan sebebi veya ona ait diğer bilgileri elde etmeye yönelir. Zihin orada tek olarak bulunan bir nitelikten bir nitelikler grubuna ulaşır. Gözlemlediği bir olaydan, geçmiş veya gelecek olan diğer olayları çıkarır. Bunun sonucu olarak, tekil durumlara, bilinen veya varsayılan kanunları uygular. . Mesela; “Kar beyazdır.” (bilinen bir olay) “Öyle ise ışığı tamamen yansıtır.” (elde edilen sonuç) “Çünkü her beyaz olan şey ışığı tamamen yansıtır.” ( her iki olayı birbirine bağlayan kanun) yine buna benzer biçimde “Bu üçgenin tüm açıları eşittir.” (bilinen nitelik) “Öyle ise bu üçgenin kenarları eşittir.” (elde edilen sonuç) “Çünkü her bütün açıları eşit olan üçgen kenarları eşit olandır.” (iki niteliği birbirine bağlayan kanun) Bu talile yansımalı talil de denir. Çünkü bu talil, tek bir olayı genel bir hükme çevirmekte, başka bir deyişle tek bir olaydan tümel bir hükme yükselmektedir. Bu tür talili tümevarımla karıştırmamak gerekir. . İnen Talil: Bu talile doğrudan talil de denir. Bu tür talilde, genel bir ilkenin kabul edildiğinden yola çıkılarak bu genel ilkeye dâhil olabilen tekil durumlara bu ilkeyi uygulamak için, tekil durumların hangileri olduğu araştırılır. Mesela, sıcaklığın cisimlerin hacmini genişlettiği bilindiğinden, cisimlerin ısıtılacağı birbirinden farklı durumların tamamı üzerinde araştırma yapılacak ve bu durumlar göz önünde bulundurularak nerelerde cisimlerin hacminin genişlediği ortaya çıkarılacaktır. “Bütün insanlar ölümlüdür” ve “Ben insanım” öyleyse “Ben de ölümlüyüm” bir inen talil örneğidir. . Temsil adı verilen akıl yürütme diğerlerinden daha basittir. Temsilde yapılan şey, bir özel durumdan diğer bir özel duruma, bir tekilden diğer bir tekile geçmektir. Arz bir gezegendir ve Arz’da insanlar yaşamaktadır.” “Merih de bir gezegendir.” “O halde Merih’te de insanlar yaşar” şeklindeki akıl yürütme de bir temsildir. . Bir akıl yürütmede öncüller hiç bir şarta bağlı olmayarak kabul edilmiş ise ondan elde edilecek sonuç kesin olur. Öncüller doğru olursa sonucun doğru olmaması düşünülemez. Mesela; “Bütün cisimler tartılabilir niteliktedir.” “Hava da cisimdir.” “O halde hava da tartılabilir niteliktedir.” akıl yürütmesinde hem öncüller hem de sonuç doğrudur. . Bazen öncüller kabul edilmiş olduğu halde, sonucun kesin olması bir şarta bağlı olmaksızın mümkün olmaz. Bu durumda öncüller doğru olduğu halde sonuç kesin olmaz. Mesela; “Bir cisim olan hava tartılabilir niteliktedir.” “Bir cisim olan su tartılabilir niteliktedir.” “O halde bütün cisimler tartılabilir niteliktedir. Akıl yürütmesinde öncüller sonucun doğruluğunu garanti edemez. Çünkü sonuç, öncüllerden daha kapsamlıdır. Hâlbuki bir akıl yürütmede sonuç öncüllerden daha kapsamlı olamaz. . Doğrudan akıl yürütmelerde biri öncül diğeri sonuç olmak üzere iki önerme bulunur. Birincisi doğruluğuna kani olunan önerme diğeri de bu önermeden çıkarılan sonuçtur. Doğrudan akıl yürütme iki şekilde olur. Bunlardan birine tekabül, diğerine de döndürme denir. Tekabül: Tümel olumlu bir önermeyle işe başladığımızı varsayarsak tekabül, bu önermenin doğruluğundan veya yanlışlığından, olumsu-zu olan veya tikeli olan yahut da hem olumsuzu hem tikeli olan diğer bir önermenin doğruluğunu veya yanlışlığını sonuç olarak çıkarmak için yapılan karşılaştırmadır. . Nicelikle ilgili olan tekabül: İki önermeden birinin tümel, diğerinin tikel olmasıyla gerçekleşir. Buna altıklık (tedahül) denir. Altıklığın kuralları: 1.Tümel önerme doğru olursa tikel önerme de doğru olur. Mesela; Bütün insanlar ölümlüdür, önermesi doğru olduğundan; Bazı insanlar ölümlüdür, önermesi de doğrudur. 2.Yanlış tümel olumludan altıklığa ait bir sonuç çıkarılamaz. Bütün insanlar doktordur, yanlış önermesinin altığı olan, Bazı insanlar doktordur, önermesi doğrudur. Yanlış olan Bütün insanlar taştır örneğinde bu önermenin altığı olan Bazı insanlar taştır, önermesi de yanlıştır. 3.Tikel önerme doğru olursa sonuç çıkmaz. 4.Tikel önerme yanlış olursa tümel önerme de yanlış olur. Mesela; Bazı insanlar taştır, önermesi yanlış, onun altığı olan Bütün insanlar taştır, önermesi de yanlıştır. . Nitelikle ilgili tekabül: İki önermeden birinin olumlu diğerinin olumsuz olmasıyla gerçekleşir. Nitelikle ilgili tekabül, iki tümel önerme arasında olursa buna karşıtlık (tezad) denir, iki tikel arasında olursa buna da alt karşıtlık (duhul tahte’t-tezat) denir. . Karşıtlığın kuralları:1. Karşıt iki önermeden biri doğru olursa diğeri yanlış olur. Mesela; Bütün insanlar ölümlüdür, doğru önermesinin karşıtı yanlış olan Hiçbir insan ölümlü değildir, önermesidir. 2. Karşıt iki önermeden biri yanlış olursa sonuç çıkmaz. Diğeri doğru da olabilir yanlış da olabilir. Mesela; Bütün insanlar ölümsüzdür, yanlış önermesinin karşıtı olan Hiçbir insan ölümsüz değildir, önermesi doğrudur. Hâlbuki Bütün insanlar doktordur, yanlış önermesinin karşıtı olan Hiçbir insan doktor değildir, önermesi de yanlıştır. 3. Karşıt önermelerin ikisi birden yanlış olabilir.(Öner,2009,98) . Altkarşıtlığın kuralları:1. İki altkarşıt önermeden biri yanlış olursa diğeri doğru olur. Mesela yanlış olan, Bazı insanlar taştır, önermesinin alt karşıtı olan Bazı insanlar taş değildir önermesi doğrudur. 2. İki altkarşıt önermeden biri doğru olursa diğeri hakkında bir hüküm verilemez. Çünkü doğru olan önermenin alt karşıtı, bazen doğru bazen de yanlış olur. Mesela, doğru olan; Bazı insanlar doktordur, önermesinin alt karşıtı Bazı insanlar doktor değildir, önermesidir ki o da doğrudur. Ama yine doğru olan Bazı insanlar ölümlüdür, önermesinin alt karşıtı Bazı insanlar ölümlü değildir, önermesidir ve yanlıştır. 3. Alt karşıt önermelerin ikisi birden doğru olabilir.(Öner, 2009,98-99) . Hem nitelik hem nicelikle ilgili olan tekabül: İki önermeden biri olumlu diğeri olumsuz olmakla beraber biri tümel diğeri tikel olursa bu tekabüle çelişiklik (tenakuz) denir. Çelişikliğin kuralları: 1. Çelişik iki önermeden biri doğru olursa diğeri yanlış olur. Mesela; Bazı insanlar ölümlüdür, doğru önermesinin çelişiği Hiçbir insan ölümlü değildir, önermesidir. Bu önerme yanlış bir önermedir.2. Çelişik iki önermeden biri yanlış olursa diğeri doğru olur. Mesela; Bütün insanlar ileri görüşlüdür, önermesi yanlış olduğundan çelişiği olan Bazı insanlar ileri görüşlü değildir, önermesi doğru olur. 3. Çelişik önermelerin ikisi birden doğru, ikisi birden yanlış olamaz. . Döndürme: Bir önermenin anlamını değiştirmeksizin konusunu yüklem, yüklemini konu yapmaya döndürme denir.(Ahmed Cevdet, 1293,54) Döndürme, bir önermeden yeni bir önerme çıkarmaktır. Mesela döndürmeyle; Hiçbir bitki insan değildir önermesinden Hiçbir insan bitki değildir sonucu çıkarılabilir. Döndürme iki mantık aksiyomuna (mütearifesine) dayanmaktadır.(Goblot, 1925,214) a. Olumlu önermelerde yüklem tikel olarak alınır. b. Olumsuzlarda ise yüklem tümel olarak alınır. . Basit döndürme: Bu döndürmede asıl önermenin niceliği aynen kalır. Bazı insanlar âdildir. Bazı âdil olanlar insandır. Tümel olumlu bir önerme döndürüldüğünde, genellikle Tikel olumlu olur. . İlintiyle döndürme: Bu döndürmede asıl önerme tümel iken döndürülmüş şekli tikel olur. Bütün insanlar canlıdır. Bazı canlılar insandır. . Çelişiğin döndürülmesi veya menfi döndürme: Bu döndürme çeşidinde konu ile yüklemin çelişiği alındıktan sonra asıl önerme basit döndürmedeki gibi döndürülür. Bazı insanlar âdil değildir. Önermesi döndürülmek istendiğinde önce Bazı insan olmayanlar âdil olmayanlar değildir şeklini alır. Bu da; Bazı âdil olmayanlar insandır demektir. . “Bütün kuşlar iki ayaklıdır. Önermesinin döndürülmüş şekli: Bazı iki ayaklılar kuştur önermesidir. Bütün insanlar düşünendir. Önermesinin döndürülmüş şekli: Bütün düşünenler insandır. Bütün insanlar ölümlüdür. Önermesinin döndürülmüş şekli: Bütün ölümlü olmayanlar insan olmayanlardır. Hiçbir balık karada yaşayan değildir. Önermesinin döndürülmüş şekli: Hiçbir karada yaşayan balık değildir. Bazı memeliler suda yaşar. Önermesinin döndürülmüş şekli: Bazı suda yaşayanlar memelidir. Bazı madenler katı değildir önermesinin döndürülmüş şekli: Bazı katı olmayanlar madendir. . Tikel olumsuz, basit döndürme yoluyla da ilintiyle döndürme yoluyla da döndürülemez. Ancak çelişiğin döndürülmesi yoluyla döndürülebilir. Bazı insanlar âdil değildir önermesi, terimlerinin çelişiği alınarak döndürüldüğü zaman Hiçbir âdil almayan insan olmayan değildir . İslam dünyasında yetişmiş mantıkçılar tekabül ve döndürmeyi önermeler arası ilişkilerden saymışlardır. Bazen hava çok soğuk olursa sokaklar buzlanır. Önermesi Ya hava çok soğuktur ya da sokaklar buzlanmamıştır. Önermesini gerektirir. Bu önerme de maniatu’l-cemidir. Çünkü hem havanın çok soğuk olması hem de sokakların buzlanmaması bir arada doğru olamaz. p.q önermesi pı V q önermesine denktir. Kıyasın Mahiyeti . Kıyasta yapılan şey, iki terim arasında üçüncü bir terim aracılığıyla bir ilişki kurmaktır. Bu tanımda geçen iki terim küçük ve büyük terimlerdir. Üçüncü terim, her iki terimi zımnen içeren orta terimdir. İlişki ise küçük terim ile büyük terimin zorunlu olarak birleşmesidir. Kıyas, dolaylı bir akıl yürütmedir. Başka bir ifade ile dolaylı bir talildir. Akıl yürütmelerimiz genellikle kıyas formundadır. . “Kıyas bir ifadedir ki bu ifade içerisindeki bazı sözlerin doğruluğu kabul edildiğinde yalnızca bu kabul etme sebebiyle kabul edilen sözlerden diğer bir söz ortaya çıkar.” (Ebherî, 13074113) Sigara içmek dinen mahzurludur. Çünkü sigara içmek vücut direncini zayıflatmaktadır. Vücut direncini zayıflatan her şey dinen mahzurludur. . İspatına çalıştığımız önermeye dava (tez) veya matlub denir. Sonucun daima dava veya matlub şeklinde başlangıçta önümüzde bulunması gerekmez. Dava (tez) veya matlub ya kendiliğinden apaçık (bedihi) olur veya böyle olmaz. Kıyas için örneği: Cimri sevdiği şeyden mahrum kalmaktadır. Sevdiği şeyden mahrum kalan mutsuzdur. O halde cimri mutsuzdur.” . İspatlanacak olan tezin konusu olan terime küçük terim, bu tezin yüklemi olan terime de büyük terim dendiği, büyük terimle küçük terim arasında aracı rolü oynayan terime ise orta terim adı verilir. . Kıyastaki büyük ve küçük önermelerin önce veya sonra olmaları arasında bir fark yoktur. Arapça mantık kitaplarında, kıyasların birinci öncülü, içinde küçük terimi barındıran küçük önermedir. Bütün krallar insandır. (Küçük önerme)Bütün insanlar ölümü tadacaktır. (Büyük önerme)O halde bütün krallar ölümü tadacaktır. (Sonuç)kıyasında küçük önerme birinci, büyük önerme ikinci öncül olarak alınmıştır. Büyük önermesi birinci olan şöyle bir kıyas da yapılabilir: Bütün tatmin olmamış kimseler mutsuzdur. (Büyük önerme)Bütün cimriler tatminsizdir. (Küçük önerme)Bütün cimriler mutsuzdur. (Sonuç)Bu kıyasta tatminsiz orta terim, cimri küçük terim, mutsuz büyük terimdir. . Kıyasın yapısını araştırmak ise önermeler arasındaki mantıksal bağı, başka bir deyişle öncüllerin sonucu gerektirip gerektirmediğini araştırmaktır. “Bütün cesaret gösterileri övgüye layıktır. Bir tehlikeye karşı tedbir almamak bir cesaret gösterisidir. Öyle ise tehlikeye karşı tedbir almamak övgüye layıktır.” Bu kıyasın içeriği yanlıştır. Çünkü yanlış önermelerle kurulmuştur. Bununla birlikte kıyasın işleyişinde herhangi bir düzensizlik yoktur. Bu bakımdan geçerli bir kıyastır. . Öncüllerin bir araya gelmesinin karşımıza çıkarmasını beklediğimiz hükme matlub adı verilir. . Öncüllerin sayısını göstermek bakımından önemli olan kadaya sözüyle tek bir öncülden oluşan tekabül, döndürme gibi akıl yürütmeler kıyasın dışında tutulmuşlardır. Kadaya kelimesindeki çoğulluk bunu sonuç vermiştir. . Kıyas tanımı, tümevarım ve temsili dışarıda bırakmaktadır. Çünkü onlar da öncüllerden oluşmakla birlikte bu öncüller, sonucu gerekli kılmamaktadır. Kıyasta ise sonuç zorunlu olmasına karşın tümevarım ve temsilde sonuç zorunlu değildir. Çünkü milyonda bir ihtimal de olsa tümevarımla elde ettiğimiz sonucu doğrulamayan örneklere rastlanabilmektedir. Temsilde sonucun zorunlu olmayışı, iki benzer şeyden birine ait hükmü diğerine geçirirken, hükmün dayandığı illetin doğru tesbit edilme-sindeki zorluktan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle tümevarım ve analojinin sonuçları zorunlu değil zannîdir. . İçerik yönünden ele alındığı zaman kıyaslar, öncüllerinin, doğruluğundan şüphe etmediğimiz bilgilere, yaygın anlayışlara, görüşüne itimat edilen kimselerden alınan bilgilere, vehme veya hayale dayanıyor olması bakımından birbirinden ayrılır. . Mantık’ın kıyası içerik bakımından ele alan bölümüne Beş Sanat denir. Beş Sanat’la kastedilen burhan, cedel, hitabet, şiir ve safsatadır. . Suret bakımından kıyas İslam Dünyasında, bitişmeli kıyas ve seçmeli kıyas olmak üzere iki tür olarak ele alınmaktadır. (Ebherî, 1307h, 118) Bu iki tür kıyası birbirinden ayıran şey, birincide sonucun ve ya çelişiğinin öncüllerde söz olarak bulunmaması, diğerinde ise bulunmasıdır. (Fenarî, 1307, 16) . Bitişmeli kıyas yalnız yüklemli önermelerden meydana gelirse yüklemli bitişmeli kıyas adını alır. Sadece şartlı öncüllerden veya şartlı ve yüklemli öncüllerden meydana gelirse şartlı bitişmeli kıyas adını alır. (Taftazanî, 1303h,122) . Bitişmeli Kıyasta sonuç ya da onun çelişiği öncüllerde açık bir şekilde ifade edilmemiştir. Sonucun öğeleri öncüllerde bulunduğu için onun bilfiil değilse bile bil kuvve (yani henüz ortaya çıkmamış ama çıkmaya hazır bir şekilde) öncüllerde mevcut olduğu görülmektedir. . “Her ne zaman insan hareket ederse kan dolaşımı hızlanır. Her ne zaman kan dolaşımı hızlanırsa insan sağlıklı olur. Her ne zaman insan hareket ederse sağlıklı olur” şartlı öncüllerle yapılan bir kıyas örneğidir. . “Kıyas bir akıl yürütmedir. Akıl yürütme ya genelden özele, ya özelden genele ya da özelden özele bir geçiştir. Kıyas ya genelden özele, ya özelden genele veya özelden özele bir geçiştir.” Öncüllerinden biri yüklemli diğeri şartlı kıyasa örnek olarak verilebilir. . Kıyasın Kuralları: 1. Terimlerin sayısıyla ilgili olan bu kurala göre, kıyas üç terimle yapılmış olmalıdır. Bu terimler küçük terim, büyük terim ve orta terim adlarıyla adlandırılırlar. “Dörtgen şekildir. Üçgen de şekildir. O halde dörtgen üçgendir.” Şeklinde bir kıyas yapılamaz. . 2. Orta terim sonuçta bulunmamalıdır. Çünkü sonuçta amaçlanan küçük terimle büyük terim arasında bir ilişki kurmaktır. “Cesaret bir erdemdir. Erdem övgüye layıktır. O halde cesaret bir erdemdir ve övgüye layıktır.” şeklindeki ifade kıyasın ikinci kuralına aykırıdır. . 3. orta terim her iki öncülde de tikel olarak alınamaz. Orta terim hiç olmazsa öncüllerin birinde tümel olarak alınmış olmalıdır. “Çam bir ağaçtır. Meşe de bir ağaçtır. Öyleyse çam meşedir.” ifadesi üçüncü kurala aykırıdır. . 4. Küçük ve büyük terimler sonuçta öncüllerde olduklarından daha ge-niş olamazlar. Çünkü küçük ve büyük terimler sonuçta öncüllerde olduklarından daha geniş olsa, bu terimler öncüllerde orta terimle ilişkisi gösterilmiş olan terimler olmaktan çıkarlar. “Ağaç insan değildir. İnsan cisimdir” önermelerinden sonuç çıkmaz. . 5.İki olumsuz öncülden sonuç çıkmaz. Çünkü orta terimin diğer iki terimle bir ilgisi bulunmadığı söylendikten sonra, orta terimle ilgisi ol-mayan terimlerin birbiriyle ilişkili olduğu da olmadığı da söylenemez. Mesela, “İnsan ezelî değildir. Canlılar ezelî değildir O halde insan canlı değildir. İfadesinde sonuç yanlıştır. Çünkü öncüller olumsuzdur. . 6. İki olumlu öncülden olumsuz sonuç çıkmaz. Çünkü küçük önermede ve büyük önermede orta terimin diğer terimlerle ilişkili olduğu başka bir ifadeyle her iki terimin de orta terimle uyum içinde olduğu kabul edilince sonuçta küçük ve büyük terimlerin de birbiriyle ilişkili ve uyumlu olduğunu kabul etmek zorunlu olur. Mesela, “Rüşvetçilik kötü bir davranıştır. Kötü davranışlar insanlarda nefret uyandırır. Öncüllerinden “Rüşvet, insanlarda nefret uyandıran bir şey değildir.” Sonucu çıkmaz. . 7. Sonuç daima öncüllerin zayıfına bağlıdır. Öncüller nicelik bakımın-dan ele alındığı zaman tikellik, zayıflık alâmeti olmaktadır. Nitelik bakımından ise zayıflık denince olumsuzluk akla gelir. “Bazı insanlar canlıdır. Hiçbir taş canlı değildir. Öncüllerinden Bazı insanlar taştır. Sonucu çıkmaz. . 8. İki tikel öncülden sonuç çıkmaz. Çünkü bu iki tikel öncülün olumlu olması halinde, hem yüklemleri hem de konuları tikel olacaktır. Bu, olumlu önermelerin yüklemi tikeldir kuralının gerekli kıldığı bir durumdur. Üçüncü kural, orta terimin hiç olmazsa öncüllerden birinde tümel olarak alınmasını zorunlu kıldığından öncüller tikel olumlu olamaz. “Bazı esnaflar ilim adamı değildir. Bazı insanlar ilim adamıdır. Önermelerinden bir sonuç çıkmaz. . Doğruluğu kabul edilmiş iki önermeden bir sonuç çıkarmak için dört hususa riayet etmek gerekir: 1. Öncüllerde bir ortak terim bulunmalıdır. 2. Orta terim adı verilen bu ortak terim hiç olmazsa öncüllerin birinde tümel olarak alınmalıdır. 3. Öncüllerden hiç olmazsa biri olumlu olmalıdır. 4. Öncüllerden hiç olmazsa biri tümel olmalıdır. Bu şartlara uyulduğu zaman aşağıdaki sonuçlar elde edilir: 1. İki öncül de olumlu olursa sonuç olumlu olur. 2. Öncüllerden biri olumsuz olursa sonuç da olumsuz olur.3. Öncüllerden biri tikel olursa sonuç da tikel olur. . Kıyası açıklayan en önemli düstur şudur:“ Bir cinse olumlu olarak bağlanan bir şey o cinsin bütün türlerine ve bütün fertlerine de olumlu olarak bağlanır.” Bu cinsle herhangi bir şey arasında bir ilişki olmaz ve bu yüzden ancak olumsuz bir önermede bir araya gelirlerse o şey, bahsi geçen cinsin türleri ve fertleriyle de ancak olumsuz bir önermede bir ara-ya gelebilir. . Matematikte elde edilen bir sonuç diğer ilimlerde elde edilemez. Diğer ilimlerdeki önermeler genellikle terimler içinde gizlenmiş bir takım ilişkileri gösteren ifadelerdir. Bu önermelerde terimlerin eşitliğinden ziyade bir terimin diğerini içine alması veya dışarı-da tutması gibi ilişkiler vardır ki bu ilişkiler eşitlik ilişkisine göre daha karmaşıktır. . Kıyas kuralları iki Mantık aksiyomu (mütearifesi) üzerine dayanır: a. Olumlu önermelerde yüklem daima tikel olarak alınmıştır. b. Olumsuz önermelerde yüklem daima tümel olarak alınmıştır. . Kıyas, talilin en mükemmel şeklidir. Kıyas, üç önermeden oluşan bir ispat şeklidir. Bu üç önermeden ilk ikisi ne zaman bir araya gelse üçüncü bunlardan zorunlu olarak çıkar. İlk iki önermeye öncüller, üçüncü önermeye ise sonuç denir. . Her kıyasta üç terim vardır. Bu terimlerden biri sonucun konusu, diğeri sonucun yüklemi, üçüncüsü de iki terim arasında aracı görevi yapan terimdir. Sonucun konusuna küçük terim, yüklemine büyük terim, ikisi arasındaki aracı terime de orta terim denir. Orta terim iki öncülde de bulunmaktadır. Eski mantıkçılarımızın haddeyn dedikleri küçük terimle büyük terimden biri birinci öncül-de diğeri de ikinci öncülde yer alır. Bu terimlerden üzerinde en çok durulan orta terimdir. Çünkü kı-yas onun ekseni etrafında dönmektedir. . Kaplam açısından bakıldığında kıyas, terimlerin kapsam itibariyle birbirinden daha geniş, daha dar veya birbirine eşit olmasına dayanır. Buna göre, kıyasla yapılan şey küçük terimin büyük terim içine girip girmediğinin gösterilmesidir. . Yüklemi, konusunun içlemi içerisinde bulunmayan önermeleri de göz önünde bulundurarak kıyas, terimlerin birbiriyle mutabakatı ve birinin diğerinden ayrılamaması üzerine oturmaktadır diye-biliriz. Bu durumda kıyas yapmak, büyük terimin küçük terime mutabık olup olmadığını göstermek demektir. Buna göre kıyasın ilkesi,” üçüncü bir terime mutabık olan iki terim birbirine mutabık-tır” şeklinde ifade edilebilir. . Kıyasın bir içeriği bir de formu vardır. Kıyasın içeriği ile ilgilenmek demek, öncüllerinin, gerçeklere uygunluğunu araştırmak demek-tir.Kıyasın formuyla ilgilenmek de önermelerin sonucu gerektirip gerektirmediğini araştırmak demektir. . Kıyasın, matlubu (doğruluğu araştırılan şeyi) gerektirecek şekilde kurulmuş olması için sonuç, matlubun ya kendisi ya ona eşit bir ifade veya kaplam bakımından ondan daha dar bir ifade olmalıdır. Kıyas Şekilleri ve Modları o Çeşitli kıyasları incelediğimiz zaman görüyoruz ki bu terimler hep aynı yerde bulunmuyor. İşte kıyas şekilleri terimlerin farklı yerlerde bulunmasının bir sonucudur. Bu şekillerin orta terimin yer değiştirmesine bağlı olduğunu diğer terimlerin orta terimin yer değiştirmesiyle ister istemez farklı durumlar aldığını görmekteyiz. Bu farklı durumlara kıyas şekilleri denmektedir. (Savî, 1798, 80) o Orta terimin birinci öncülde yüklem, ikinci öncülde konu olduğu şekil birinci şekildir. Orta terim her iki öncülde de konu olursa kıyas ikinci şekilden bir kıyas olur. Orta terimin her iki öncülde de yüklem olduğu şekil üçüncü şekildir. Orta terim, birinci öncülde konu ikinci öncülde yüklem olursa bu şekle de dördüncü şekil denmektedir. Bu şekilleri, K harfi küçük terimi, O harfi orta terimi B harfi de büyük terimi göstermek üzere harflerle gösterecek olursak, birinci şekli, KO, OB, KB, ikinci şekli KO, BO, KB, üçüncü şekli, OK, OB, KB, dördüncü şekli de OK, BO, KB tarzında sembolleştirebiliriz. o Bu sembollerde Küçük terimin bütün şekillerde sonucun konusu, büyük terimin de sonucun yüklemi şeklindedir. Küçük terimin içinde yer aldığı öncülü daima birinci sıraya yazılır. Şekillerdeki tek fark; orta terimin yer değiştirmesine bağlı olarak terimlerin öncüllerdeki yerinin değişmesinden ibarettir. o Mod, kıyası oluşturan önermelerin niceliğinin (tümelliğinin-tikelliği-nin) ve niteliğinin (olumluluğunun-olumsuzluğunun) değişmesiyle kıyasta meydana gelen farklılıklara verilen addır. o Önermeler bahsinde, tümel olumlu bir önerme A, tümel olumsuz bir önerme E, tikel olumlu bir önerme I, tikel olumsuz bir önerme O ile gösterilirse; üç önermesi de tümel olumlu olan bir mod AAA şeklinde, bir öncülü tikel olumlu diğer öncülü tümel olumsuz, sonucu da tikel olumsuz olan bir mod da IEO şeklinde gösterilir. o Öncüllerde ve sonuçta niceliği ve niteliği bazen aynı bazen farklı kı-yaslar göz önünde bulundurulduğunda altmış dört ihtimalle karşılaşılmaktadır. (Öner, 2009,117) 4.4.4=64 durum vardır. İki olumsuzdan ve iki tikelden sonuç çıkmadığına dair olan kıyas kurallarından yirmi sekiz modu sonuç vermez. Sonuç öncüllerin zayıfına tâbidir kuralı da bu modların on sekizini saf dışı bırakır. İki olumlu öncülden olumsuz sonuç çıkmayacağını bildiren kural gereğince de bu modların altısı saf dışı kalır. Küçük ve büyük terimlerin öncüllerde tikel iken sonuçta tümel olamayacağını bildiren kural gereğince de bir mod saf dışı edilir. Böylece elli üç modun geçersizliği anlaşılmış olur. Geriye kalan on bir moddan EAO modu ise sonuç vermekle birlikte faydasız olduğundan saf dışı edilir.Böylece geriye sonuç veren on mod kalmış olur. o Sonuç veren modlar şunlardır: AAA, AEE, IAI, IEO, EAE, AAI, OAO, AEO, AII, AOO dır. Genel kıyas kurallarına ek olarak her şeklin kendine has kuralları olduğundan bu sonuç veren modların tamamı dört şeklin her birin-de sonuç vermez. Aynı modun birden fazla şekilde sonuç vermesi de mümkündür. o Orta terimin, küçük önermede yüklem, büyük önermede ise konu olduğu şekle birinci şekil denir. Birinci şeklin sonuç vermesi için uymak zorunda olduğu muz iki kural vardır. Birinci Kural: Küçük önerme olumlu olmalıdır. (Taftazanî, 124-125) Büyük önerme tümel olmalıdır. (Saidî, 124) o Birinci şeklin modlarından her biri mahsurat-ı Erbaa'dan birini sonuç verir. (AAA, AEE, IAI, IEO) Mahsuratı erbaa niceliği belli olan dört önerme anlamına gelmektedir. Bu dört önerme tümel olumlu, tümel olumsuz, tikel olumlu, tikel olumsuz önermelerdir. 1. İki tümel olumlu öncülle yapılan birinci mod: “Her bitki canlıdır Her K O dur. Her canlı üreyendir Her O B dir. Her bitki üreyendir Her K B dir.” 2. Tümel olumlu ile tümel olumsuzdan oluşan ikinci mod: “Her bitki canlıdır Her K O dur. Hiçbir canlı hareketsiz değildir Hiçbir O B değildir. O halde hiçbir bitki hareketsiz değildir Hiçbir K B değildir.” 3. Tikel olumlu ile tümel olumludan oluşan üçüncü mod: “Bazı dilenciler yoksuldur. Bazı K O dir. Bütün yoksullar yardıma muhtaçtır. Her O B dir. Bazı dilenciler yardıma muhtaçtır. Bazı K B dir.” 4. Tikel olumlu ve tümel olumsuzdan oluşan dördüncü mod: “Bazı dilenciler zengindir. Bazı K O dir. Hiçbir zengin yardıma muhtaç değildir. Hiçbir O K değildir. Bazı dilenciler yardıma muhtaç değildir. Bazı K B değildir.” o İkinci Şekil: Bu şekil, orta terimin iki öncülde de yüklem olduğu şekildir. (Tafta-zanî, 123) Küçük terim, küçük önermede ve sonuçta konudur. Büyük terim ise büyük önermede konu sonuçta yüklemdir. Öncüllerin nitelik (olumluluk- olumsuzluk) yönünden farklı olması gereklidir. Büyük önerme tümel olmalıdır. o İkinci şeklin sonuç veren dört modu şunlardır: (AEE, EAE, IEO, OAO) 1. bu mod bir tümel olumlu öncülle bir tümel olumsuz öncülden oluşmuştur. Sonuç da tümel olumsuzdur. Bütün kuşlar uçucudur. Hiçbir insan uçucu değildir. O halde hiçbir kuş insan değildir.2. Bir tümel olumsuzla bir tümel olumludan meydana gelir. Hiçbir taş canlı değildir. Bütün ağaçlar canlıdır. Hiçbir taş ağaç değildir. 3. Bir tikel olumluyla bir tümel olumsuzdan meydana gelir. Sonuç tikel olumsuzdur. Bazı madenler altındır. Hiçbir gümüş altın değildir. Bazı madenler gümüş değildir. 4. Tikel olumsuzla tümel olumludan meydana gelir. Bazı cisimler canlı değildir. Bütün bitkiler canlıdır. O halde bazı cisimler bitki değildir. (Melevî, 106,107) o Üçüncü Şekil, Orta terimin her iki öncülde de konu olduğu şekildir. Büyük terim büyük önermede ve sonuçta yüklemdir. Küçük terim ise küçük önermede yüklem sonuçta konudur. Küçük önerme olumlu olmalıdır. Sonuç daima tikeldir. o Üçüncü şeklin sonuç veren altı modu vardır. (AAI, IAI , AII, AEO, IEO, AOO) 1. iki tümel olumludan meydana gelmektedir. Bu kıyasın sonucu tikel olumludur. “Her bileşik cisimdir Her bileşik sonradan olmadır. Bazı cisimler sonradan olmadır” 2. küçük önermesi tümel olumlu ve büyük önermesi tümel olumsuzdur. “Her bileşik cisimdir Hiçbir bileşik ezeli değildir O halde bazı cisimler ezeli değildir” 3. iki olumlu öncülden meydana gelir. Büyük önerme tümel, küçük önerme tikeldir. Sonuç tikel olumludur. “Bazı bileşikler cisimdir Her bileşik sonradan olmadır Bazı cisimler sonradan olmadır” 4. küçük önermesi tikel olumlu, büyük önermesi tümel olumludur. Tikel olumlu sonuç verir. “Bazı bileşikler cisimdir Hiçbir bileşik ezeli değildir Bazı cisimler ezeli değildir” 5. küçük önermesi tümel olumlu büyük önermesi tikel olumlu olan bir kıyastır. Sonucu tikel olumlu bir önermedir. “Her bileşik sonradan olmadır Bazı bileşikler cisimdir Bazı sonradan olanlar cisimdir” 6. küçük önermesi tümel olumlu büyük önermesi tikel olumsuz olan bir kıyastır. Sonuç tikel olumsuzdur. “Her bileşik cisimdir Bazı bileşikler ezeli değildir Bazı cisimler ezeli değildir” o Üçüncü şekil “Bir nitelik bir konuya olumlu olarak bağlanıp da bu konunun kendisi başka bir niteliğe sahip bulunursa birinci nitelik ikinci niteliğe ilintisel olarak bağlanır.” Kuralına dayanarak ortaya çıkmıştır. o Dördüncü şekilde orta terim küçük önermede konu, büyük önermede yüklemdir. Ne küçük terim ne de büyük terim sonuçta öncüllerdeki konumundadır. Öncüllerden birinde konu olan terim sonuçta yüklem, diğerinde yüklem olan terim sonuçta konudur. İnsan tabiatının kolay kabul edeceği bir söyleyiş tarzından uzak bulunduğundan en alt sırada yer alan şekil sayılmış hatta bazı Mantık kitaplarında bu şekle yer verilmemiştir. (Muhammed Fevzi, 1307, 123) Birinci kural: Büyük önerme olumlu olursa küçük önerme tümel olmalıdır. İkinci kural: Küçük önerme olumlu olursa sonuç tikel olur. Üçüncü kural: Öncüllerden biri olumsuz olursa büyük önerme tümel olur. o Dördüncü şeklin sonuç veren beş modu vardır. (AAI, AII, AEO, IEO, EAE) 1. iki tümel olumlu öncülden meydana gelmektedir. Sonuç tikel olumludur. (Urmevî, 1303, 264) “Her bileşik sonradan olmadır. Her cisim bileşiktir Bazı sonradan olanlar cisimdir” 2. küçük önermesi tümel olumlu büyük önermesi tikel olumlu olan bir kıyastır. Tikel olumlu sonuç verir. “Her bileşik sonradan olmadır Bazı cisimler bileşiktir Bazı sonradan olanlar cisimdir” 3. iki tümelden meydana gelmiştir. Küçük önerme olumsuzdur. Sonuç tümel olumsuzdur. (Urmevî, 1303, 264) “Hiçbir bileşik ezeli değildir Her cisim bileşiktir Hiçbir ezeli cisim değildir” 4. iki tümel öncül vardır. Büyük önerme olumsuzdur. Tikel olumsuz sonuç verir. “Her insan canlıdır Hiçbir at insan değildir Bazı canlılar at değildir” 5. büyük önermesi tümel olumlu ve öncülleri hem nitelik hem de nicelik bakımından birbirinden farklıdır Bu da küçük öner-menin tikel olumsuz olması demektir. Sonuç tikel olumsuzdur. “Bazı insanlar canlıdır Hiçbir at insan değildir O halde bazı canlılar at değildir. o Birinci şeklin isbatına gerek duyulmayan her yönden güvenilir bir şekil olarak kabul edilmiştir. (Habisî, tarihsiz, 125) İkinci şekil hakkında Ebherî, “yaratılışında herhangi bir eksiklik bulunmayan, vehimlerden uzak bir kimsenin ikinci şekli birinci sekle indirgemeye ihtiyacı yoktur” demektedir. (Ebherî, 1310, 103) o Bu kıyasların birinci şekle dönüştürülmesinde en çok kulla nılan yöntem öncüllerin döndürülmesidir. Bazı durumlarda öncüllerin yer değiştirmesi de bu dönüştürme işinde başvurulan bir yol olmaktadır. Döndürmenin mümkün olmadığı, yer değiştirmenin ise yeterli olmadığı durumlarda sonucun çelişiğinin doğru olmadığı gösterilerek kıyasın ispatı yapılır. (Taftazanî, 129) o Şartlı bitişmeli bir kıyasta, şartlı önermelerin yer alması, kıyasın öğelerinin yüklemli kıyaslarda olduğu gibi, orta, küçük ve büyük terim diye gösterilmesine imkân vermemektedir. Bununla birlikte kıyasın işleyişi yüklemli kıyastan farklı olmadığı için bu kıyaslarda da her iki öncülde geçip sonuçta görülmeyen bir öğe, orta terimin fonksiyonuna sahip olabilmektedir. Yine bu kıyaslarda da orta terim gibi düşünülen öğe dışındaki öğeler bir araya gelerek sonucu oluşturmaktadır. o Şartlı bitişmeli kıyaslarda her iki öncülde de geçen ve orta terimin gördüğü işi gören öğeye ortak cüz denir. o Şartlı bitişmeli kıyaslarda Kıyasın içinde yüklemli önerme bulunuyorsa yine öğelerden biri önerme değil, terim olur. Şartlı bitişmeli bir kıyasta, ortak cüz, veya şartlı öncüllerin bölümlerinin tamam ya bölümlerin bir cüzü ya da öncüllerden birinin bir bölümünün tamamı diğerinin bölümlerinden birinin bir cüzü olabilir. (Razî, 1303, 294) o İki bitişik şartlı öncülle yapılanlar: “Güneş doğarsa gündüz olur.Gündüz olursa ortalık aydınlanır. Güneş doğarsa ortalık aydınlanır.” Burada kıyasın işleyişini yöneten ilkeyi “ herhangi bir şeyin sebebi o şeyin sebep olduğu şeyin de sebebidir” şeklin de ifade edebiliriz. Bu bölümdeki şartlı bitişmeli kıyasların sonuç vermesi, yüklemli önermelerle yapılan kıyaslara ait kurallara aynen uyulmasına bağlıdır. (Razî, 1303, 294) o İki öncülü de ayrık şartlı olanlar: “Çift, ya tek kısımlara bölünür veya çift kısımlara bölünür. Sayı ya tek olur veya sayı çift olur. O halde sayı ya tek olur veya tek kısımlara bölünür yahut çift kısımlara bölünür.” Gelenbevî bu kıyasların altı çeşidi olduğunu söylemektedir. Onun bu sayıyı belirlemesinde etkili olan kıyaslarda kullanılan öncüllerin hakikiye, maniatu’l-cemi veya maniatu’l-hulu olmasıdır. (Musulî, 1295, 241) o Yüklemli ve Bitişik Şartlı Öncüllerle Yapılanlar: “Kanaatkâr insan ihtiyaçlarını karşılayabileceği malla yetinen insandır. Bir insan ihtiyaçlarını karşılayabileceği malla yetinirse başkasının malına göz dikmez. O halde kanaatkâr insan başkasının malına göz dikmez.” “Su yüz derece sıcaklığa ulaşırsa kaynar Suyun kaynaması içindeki mikropları yok eder Su yüz derece sıcaklığa ulaşırsa içindeki mikroplar yok olur” o Yüklemli ve Ayrık Şartlı Öncüllerle Yapılanlar: Bu kıyasların özel bir yapıda olanına kıyas-ı mukassem denmektedir. Kıyas-ı mukassemde, birinci öncül ayrık şartlı bir önermedir. İkinci öncül ise birinci öncülün bölümlerinin sayısınca yüklemli önermeler-den meydana gelmiş bir ifadedir. Bu yüklemli önermelerin yüklemleri aynıdır. “Her canlı ya insandır ya hayvandır veya bitkidir. Her insan bileşiktir her hayvan bileşiktir her bitki bileşiktir. O halde her canlı bileşiktir.” o Kıyas-ı mukassem, bir tezi savunmada çok etkili bir söyleyiş biçimidir. Muhataba hiçbir çıkış yolu bırakmaz. “Bu deniz yolculuğu ya bir kazanç sağlamayacak veya sağlayacaktır. Kazanç sağlamazsa gitmek gerekmez, kazanç sağlarsa o kadar da masrafı olacağından yine gitmek gerekmez. Her iki durumda da bu deniz yolculuğuna çıkmak gereksizdir.” o Bitişik Şartlı ve Ayrık Şartlı Öncüllerle Yapılanlar: Ayrık şartlı öncülü hakikiye olan bir kıyas söyle oluşturulabilir. “Bir varlık değişken ise sonradan olmadır. Her sonradan olma ya varlığını sürdürmektedir veya yok olmuştur. O halde değişken bir varlık ya varlığını sürdürmektedir veya yok olmuştur.” o Seçmeli kıyas, sonucun öncüllerde hem şekil hem de anlam bakımından bulunduğu bir kıyas türü olarak tanımlanmaktadır. (Sâvî, 1798, 101) Sonucun öncüllerde şekil olarak bulunuyor olması öncüllerden birinin sonuçtan farksız olduğu anlamına gelmemektedir. Böyle bir durum eski mantıkçılarımızın müsadere ale’l-matlub dedikleri şey, yani ispat edilecek hükmün ispat edilmiş bir hüküm gibi alınması demek olacağından anlamsızdır. (Emiroğlu, 1999, 314) o Seçmeli kıyastan sonuç alınabilmesi için aşağıdaki kurallara uyulması gerekir. Bu kurallar şunlardır: Birinci kural: Öncüllerden biri tümel olmalıdır. İkinci kural: Bitişik şartlı öncülde, mukaddem ve tali arasındaki sebep sonuç ilişkisi iğreti olmamalıdır. Üçüncü kural: Şartlı öncül olumlu olmalıdır. (Öner, 2009, 136) o Şartlı Öncülü Bitişik Şartlı Olan Seçmeli Kıyaslar: Seçmeli kıyasta genellikle sonucun öncüllerde bulunduğundan bahsedilir, ama ikinci öncülün birinci öncülde bulunduğundan bahsedilmez. Hâlbuki ikinci öncül de birinci öncülde bulunmaktadır. (Gazalî, 1961, 151) “Mıknatıs bu cismi çekiyorsa bu cisim demirdir. Mıknatıs bu cismi çekmektedir. O halde bu cisim demirdir.” “Su yüz derece sıcaklıkta kaynatılırsa buharlaşır. Su buharlaşmamıştır. O halde su yüz derece sıcaklıkta kaynatılmamıştır.” o Şartlı öncülü bitişik şartlı bir önerme olan seçmeli kıyasa şöyle bir örnek verilebilir: “Demir işliyorsa paslanmaz Demir işlemektedir O halde paslanmaz” bu örnekte şartlı öncülün mukaddemi ikinci öncül yapılmış, tali sonuç olarak karşımıza çıkmıştır. Mukaddemin çelişiğinin ikinci öncül yapılması durumunda talinin çelişiği sonuç olarak çıkar. “Demir işliyorsa paslanmaz Demir işlememektedir O halde paslanır” kıyası buna örnek olarak verilebilir. o Şartlı Öncülü Ayrık Şartlı Olan Seçmeli Kıyaslar: Eğer ayrık şartlı önerme hakikiye ise, yani önermenin bir tarafı doğru olduğu zaman diğer tarafı mutlaka yanlış oluyorsa taraflardan birinin ikinci öncül yapılması diğer tarafın çelişiğini sonuç olarak karşımıza çıkaracaktır. Tarafların çelişiklerinin doğru olması ve ikinci öncül yapılmaları halinde de diğer taraf sonuç olarak karşımıza çıkacaktır. (Meybudî, 1298h, 169-170) “Sayı ya tektir ve ya çifttir” ayrık şartlı önermesiyle yapılan bir kıyasta sonuç olabilecek dört ihtimalin söz konusu olduğu görülecektir. Bu ihtimaller, sayının çiftse tek olmaması, tekse çift olmaması, çift değilse tek olması ve tek değilse çift olması ihtimalleridir. (Demenhûrî, 1966, 86) o Sebr ve taksim “Canlılar ya bitkidir ya hayvandır ya insandır. Bu canlı bitki değildir. O halde ya hayvandır ya insandır. Bu canlı ya hayvandır ya insandır. Hayvan değildir. O halde insandır.” İkiden fazla bölümü olan ayrık şartlı öncülle yapılan seçmeli kıyası kullanarak sonuca varmaya İslam Dünyasında sebr ve taksim denmiştir. Sebr ve taksimin İslam Dünyasında eski dönemlerde sık kullanılan bir ispat şekli olduğu bilinmektedir. (Neşşar, 1947, 102) o “Bu şey ya siyahtır ya beyazdır. Bu şey siyahtır. O halde beyaz değildir.” Birinci tarafın çelişiğini alarak siyah değildir dediğimiz zaman, siyah olmayan şey için beyaz olabilme ihtimali yanın da başka ihtimaller de bulunduğundan kıyastan bir sonuç el de edemeyiz. o Unsurları Eksik Olan veya Birkaç Kıyastan Oluşan İfadeler Matvî kıyas, sonucun veya öncüllerden birin ifadede gözükmediği kıyastır. (Bacurî, 1304, 69-70) Öncüllerinden biri hatta ikisi gizlenmiş olan matvî kıyaslar olabileceği gibi sonucu gizlenmiş olan matvî kıyaslar da vardır. Konuşma ve yazma sırasında kıyası bütün unsurlarıyla zikretmek, konuşmayı ve yazmayı akıcı olmaktan çıkardığından dolayı matvî kıyas yapma gereği duyulmuştur. “Kalp kırmak kötü şeydir.” diyerek bir kıyas yapmış olabilir. Bu matvî kıyasın açık şekli, Senin yaptığın kalp kırmaktır. Kalp kırmak kötü şeydir. O halde senin yaptığın kötü şeydir.” kıyasıdır. Bu kıyasın küçük önermesiyle sonucu atılmıştır.” “Tarafları dinlemeden hüküm veren yargıç âdil olamaz.” sözü de matvî bir kıyastır. Bu sözün unsurları tamamlanmış bir kıyas olarak söylenişi şöyledir: Tarafları dinlemeden hüküm veren yargıç âdil olamaz. Siz tarafları dinlemeden hüküm veriyorsunuz. O halde siz âdil değilsiniz. (İsmail Hakkı, 1330, 228) o Ard arda gelen kıyaslar: Kıyaslarda kullanılan öncüller başka kıyasların sonuçları iseler, bu sonuçların kendilerinden çıkarıldığı, hiçbir ispata gerek olmayacak şekilde açık bilgilere ulaşmak için analizler yapmak gerekir. Bu analizler bazen birinin sonucu, diğerinin öncülü olan, birbirine bağlı kıyaslar zinciri oluşturmamızı gerektirebilir. Böyle bir kıyaslar zincirinde birinci kıyasın sonucu sonra ki kıyasın birinci öncülü olursa kıyas, mevsulu’n-netaic adını alır. (Ömer b. Salih, 1310, 120) “Bu ırmak gürlüyor. Gürleyen hareket eder. Hareket eden donmamıştır. Donmamış olan akıcıdır. Akıcı olan beni üstünde tutamaz. Öyleyse bu ırmak beni üstünde tutamaz.” kıyas mefsulu’n-netaic’e örnektir. o Birkaç kıyastan oluşan ve mevsulu’n-netaic adını alan kıyaslar-da ise birinci önermenin yüklemi onu izleyen önermenin konusu olur; böyle en son önermeye kadar gidilir. Sonuç olan bu önermenin konusu ilk önermenin konusu ile aynıdır. Sonucun yüklemi ise bir önceki önermenin yüklemidir. o Hulfî Kıyas Herhangi bir gerçeği, doğrudan ispat etmek mümkün olmadığı zaman, çelişiğinin doğru olmadığını ispat etme yoluna başvurulur. Bir hükmün çelişiği yanlışsa o hüküm doğrudur. Buna dayanılarak önce “bu hüküm yanlışsa çelişiği doğrudur” şeklinde bir bitişik şartlı önerme kurulur. Daha sonra hem mukaddem hem de talide yüklem yerindeki terim konu yapılarak doğruluğu kesin olan bir yüklemli önerme oluşturulur. Bu öncüllerden bitişik şartlı bir sonuç çıkacaktır. İkinci aşamada yukarıdaki sonucun şartlı öncül olacağı bir seçmeli kıyas yapılır. Bu kıyasta şartlı öncülün yanlış olan talisinin çelişiği ikinci öncül yapılacaktır. Bu seçmeli kıyas bize yanlış olup olmadığını araştırdığımız önermenin yanlış olmadığını sonucunda ifade etmiş olacaktır. o İbn Sina, İşarat adlı eserinde hulfî kıyasın, biri bitişik şartlı ve yüklem-li önermelerden oluşan bitişmeli, diğeri de seçmeli kı yas olmak üze-re iki kıyastan meydana geldiğini söylemekte dir. (İbn Sina, 1947, 268) Bitişmeli kıyas: “Bazı A B değildir sözü yanlışsa her A B dir. Her B C dir. Bazı A B değildir sözü yanlışsa her A C dir.” Seçmeli kıyas: “Bazı A B değildir sözü yanlışsa her A C dir. Hiçbir A C değildir. Bazı A B değildir sözü yanlış değildir.” o “Bazı atlar akıllı değildir sözü yanlışsa her at akıllıdır. Bütün akıllılar insandır. Bazı atlar akıllı değildir sözü yanlışsa her at insandır.” Bitişmeli hulfi kıyas örneğidir. o “Bazı atlar akıllı değildir sözü yanlışsa her at insandır. Her at insandır sözü yanlıştır. O halde bazı atlar akıllı değildir sözü yanlış değildir.” Seçmeli hulfi kıyas örneğidir. o Ayrık şartlı: Aralarında zıtlık veya çelişiklik bulunan iki ifadenin ya şöyle ya böyledir şeklinde bir araya getirilmesiyle oluşan önermelere verilen addır. Bitişik şartlı: Genellikle sebep sonuç ilişkisini gösteren önermelere verilen ad. o İnadiye: Tarafları arasında çelişiklik bulunan ayrık şartlı önerme. Ta-raflardan birisi doğruysa diğeri mutlaka yanlıştır. o Maniatu’l-cemi: İki tarafı bir arada doğru olamayan ayrık şartlı önerme. Maniatu’l-hulu: İki tarafı bir arada yanlış olamayan ayrık şartlı önerme. o Mukaddem: Şartlı bir önermenin birinci bölümüdür. Tali: Şartlı bir önermenin ikinci bölümüdür. Kıyasın İçerikleri . Bir hükmün iki tarafı arasında ilişki bulunup bulunmadığına akıl karar veremiyor ve böyle bir ilişki için olabilir de olmayabilir de diyorsa bu bir şüphedir. Akıl, bir hükmün iki tarafı arasında, ne tür olursa olsun bir ilişki bulunduğunu kabul ediyorsa bu da bir tasdiktir. . Hükmün iki tarafı arasında ilişki bulunduğuna dair kana at, bu kana-atin aksinin de doğru olabileceği ihtimalini tama men ortadan kaldıracak şekilde kesin ise ve şüphe ile ortadan kaldırılması mümkün olma-yan, olaylarla da doğrulanmış bir tasdik ise yakin adını alır. . Sözü edilen kanaatin olaylara uygunluğu yoksa cehl-i mürekkeb olarak adlandırılır. Cehl-i mürekkeb bilgisizlik üstüne bilgisizlik demektir. . Cehl-i mürekekeb’i sıradan bir bilgisizlikten ayıran en önemli nokta, bir bilgiyi bu tarzda sahiplenmiş bir kimsenin o bilgiye sıkı sıkıya bağlanmış olmasıdır. Meşşai filozafların âlemin ezeliliği ile ilgili hükümleri bu tür bilgilere örnek verilmektedir. . Bir tasdik, herhangi bir itirazla sarsılıyorsa tasdik sahibi görüşünü itirazlar karşısında savunacak durumda değil demektir. Böyle bir kanaat iğreti bir durumda bulunduğundan taklid adını alır. . Gelenbevi’nin Burhan adlı eserinde taklitle ilgili şöyle bir örnek vardır: Bir kimse etrafında olup bitenlere bakmadan ve bunlar hakkında her-hangi bir akıl yürütme yapmaksızın yalnızca bir veya iki şahıstan duyma sonucu Allah’ın var olduğu hakkında ke sin bir hüküm verirse bu, taklitle elde edilmiş bir bilgidir. Böyle bir kimsenin yaratıklara bakıp (bunların kendiliğinden olamayacağı şeklinde) bir akıl yürütme sonucu” Allah vardır” demesi bu bilgiyi taklit olmaktan çıkarır. (Gelenbevi, 1297,267) . Bir kanaate sahip bulunuluyor fakat aksinin de doğru olabileceği ihtimali tamamen reddedilmiyorsa böyle bir kanaat de zan adını alır. Zanniyata örnek, havada bulut görüp yağmur yağacak demektir. . Bir kanaate varmışken bu kanaate değil de herhangi bir sebeple tam aksine meyletmeye vehim denir. Ortada kesin bir bilgi varken onun aksine bir kanaat beslemeye de hayal denir. . Gelenbevî, şüpheyi, vehmi ve hayali tasdik olarak görmemekte, bunların birer tasavvur olduğunu düşünmektedir.(Gelenbevi, 1297,262) O’na göre tasdikler, ya yakindir ya takliddir ya zandır ya da cehl-i mürekkebdir. . Yakin dediğimiz kesin bilgiler ispatına ihtiyaç olmayacak kadar açık bilgiler ise bu bilgilere bedîhi bilgiler denir; bu bedihi bilgilere dayanılarak akıl yürütme ile elde edilen kesin bilgilere ise nazarî bilgiler denir.(Fenari, 1307,137-138) . Yakiniyat diye adlandırılan kesin bilgi türleri altı grupta toplanmıştır.1. evveliyat 2. Müşahedat 3. Fıtriyat 4. Mütevatirat 5. Mücerrebat 6. Hadsiyat Ortaya çıkışlarında gizli bir kıyasın rol oynadığı bilgiler fıtriyat, mütevatirat, mücerrebat ve hadsiyattır. Yakiniyatın ispata ihtiyaç duyulmayan kısmı evveliyat, müşahedat, fıtriyat, mütevatirat, mücerrebat ve hadsiyat’tır. . Evveliyat dediğimiz önermeler, doğruluğuna hükmetmek için konu ve yüklemini, aralarındaki ilişkiyle birlikte tasavvur etmenin yeterli olduğu, itirazların sarsmayacağı sağlamlıktaki önermelerdir. (Gazali, 1961,126) Bir, ikinin yarısıdır,” “ bütün, parçasından büyüktür” gibi bilgilerimiz de evveliyatın örneklerindendir. . Müşahedat (Taftazani, 156) sözünün bugünkü karşılığı gözlemlerdir. Ancak gözlem daha çok beş duyu ile elde ettiğimiz bilgileri içine aldığı halde müşahede içe dönük de olabilmektedir. Beş duyu ile elde edilen bu bilgilere hissiyat da denmektedir.(Habisi, 156) İçe dönük müşahedeye ise “açım”, “susuzum” gibi hükümleri örnek verebiliriz. Bu tür müşahedelere vicdaniyat da denmektedir.(Muzaffer, 3,1890,284) . Fıtriyat, kıyasları kendileriyle beraber bulunan önermeler de denmektedir.(Melevi, 145) Fıtriyat, aklın, konu ve yüklemin ilişkisini tasavvur etmek için gizli bir kıyastan yararlandığı kesin hükümler olarak tanımlanmaktadır. Dört, çift sayıdır bilgisi fıtriyattan olan bir hükümdür. Dördün çift sayı olduğu hükmü onun, iki eşit sayıya bölünebilme özelliğine dayanmaktadır. . “Mütevatirat, aklın herhangi bir konuda bir gözleme dayanarak haber getiren kimselerin bu haberlerini aldığı an da süratle yaptığı gizli bir kıyas aracılığıyla verdiği hüküm dür.” Bu gizli kıyas haberi getirenlerin yalan söylemek üzere anlaşmış olmalarının mümkün olmadığını ifade eden kıyastır. Avusturalya’yı görmemiş birinin görenlerin verdiği bilgiye da yanarak böyle bir ülkenin var olduğunu bilmesi mütevatirat yoluyla elde edilmiş bir bilgidir. . Mücerrebat tecrübe edilmiş bilgiler demektir. Uzun zaman içerisinde yapılan çeşitli denemeler sonucunda kazanılmış bilgilerdir.(Melevi, 145) Kahve sinirler üzerinde uyarıcı etki yapar önermesi gibi. . Hadsiyat, aklın, sezgi (hads) ile bir anda gerçekleşen gizli bir kıyasa dayanarak verdiği kesin hükümlerdir. Sezgi, öncüllerden sonuca bir anda geçme kabiliyetidir. Gelenbevî’ye göre, sezme yeteneği, Allah’ın özel kabiliyetlerle donattığı kimselerde yaratılışlarında mevcut her konuyu sezebilme kabiliyeti iken diğer insanlarda öncüller üzerinde uzun süre çalışma sonucu elde edilen ve bazı konularda ortaya çıkan bir ani kavrayıştır. Ayın ışığını güneşten aldığı hakkındaki bilgimiz gibi. . Yakiniyattan olmayan hükümler, a. Meşhurat b. Müsellemat c. Makbulat d. Zanniyat e. Muhayyelat f. vehmiyat adı verilen hükümlerdir. . Meşhurat Bir hükmün meşhur olması demek toplumda veya belli bir grubun mensupları arasında kabul gören bir anlayışı ifade etmesi demektir. Bir görüşün toplumda kabul görmesi toplum fertlerinin yararına olmasından kaynaklanabileceği gibi, acıma duygusundan insanların birbirine duyduğu bağlılıktan ve daha başka sebeplerden de kaynaklanabilir.(Fena-ri,1307,142) Yoksullara yardımcı olmak iyidir, güçsüzleri korumak gerekir gibi. . Müsellemat diye adlandırılan önermeler, bir konuyu tartışan kimselerin ortaklaşa kabul ettikleri hükümlerdir. Buradaki ortaklaşa kabul etmeden kasıt, önermelerin şaşmaz gerçekler olmalarından yahut itiraz edilemez olmalarından dolayı onları kabul etme değil, bazen kuvvetli bazen zayıf gerekçelere dayananı kabul etmedir. Günümüzde, bazı ilke kararları alınarak yapılan müzakerelerde üzerinde karar kılınmış hususlar birer müsellem önerme niteliği taşırlar. . Makbulat alanında otorite sayılan kimselerden alınmış olan bilgilere dayanılarak verilmiş olan kabul edilmiş bilgiler demektir. Buradaki kabul edilme bir önermenin, bilgisine güvenilen herhangi bir uzman kişiden duyulduğu için kabul edilmesi anlamındadır. Her toplumda görgü, bilgi bakımından birbirinden farklı insanlar vardır. Görgüsü bilgisi zayıf olanların ilim ve erdemce yüksek olanlara güvenip birçok bilgiyi onlardan almaları makbulata örnek olarak verilebilir. . Zanniyat,” bana göre”, “sanıyorum ki” diye başlayarak veya “şu şu belirtilere bakılırsa” diyerek ortaya koyduğumuz hükümlere verilen addır. Zanniyatı, önceki bilgilerden ayıran en önemli özelik onun tartışmaya açık bir bilgi olduğunun bizzat zan sahibi tarafından da kabul ediliyor olmasıdır. Kesin delillere değil, bir takım ipuçlarına ve tahminlere dayanıyor olması zanniyatı tartışmaya açık bilgiler haline getirmiştir. Bir zanna sahip olan kimse, aksinin de doğru olabileceğini kabul etmekle birlikte görüşünün, ihtimaller arasında en tercih edilebilir ihtimal olduğu kanaatindedir. . Vehmiyat; beş duyu ile idrak edilmeleri mümkün olmayan varlıkları, beş duyu ile idrak edilenlerde neler görüyorsak onlarda da aynı şeyler varmış gibi düşünerek, hükümler vermek sonucu ortaya çıkan önermelerdir.(Şami, 1960,70) . Muhayyelat Mantıkçılar, insanların, yanlış olduğunu bile bile hayal kurma isteklerini tatmin için ortaya koydukları önermelere hayali olanlar anlamında muhayyelat demişlerdir.(Gazali, 1961,200) Yani aslında var olmadığı halde varmış farzedilen şeylerle ilgili bilgiler demektir. . Burhan ve Cedel: Doğruluğunda şüphe olma yan bilgiler demek olan yakiniyatla yapılan kıyaslara burhan denmiş, toplumda veya bir grup içerisinde kabul gören bilgilerle veya bir tartışma sırasında tarafların doğruluğunu kabul etmiş oldukları bilgilerle yapılan kıyaslara cedel adı verilmiştir. . Burhan: İlim yolunda emin adımlarla yürümek isteyen herkes bilgilerini sağlam temellere dayandırmak zorundadır. Bu sağlamlığa sahip bilgiler ise ya isbatına gerek görülmeyen, akıl sahibi herkesin itirazsız kabul edeceği bilgiler olacak ya da bunlara dayanarak yaptığımız akıl yürütmeler sonucunda vardığımız kanaatler olacaktır. . Mantıkçılar iki tür burhandan bahsetmektedirler. Biri herhangi bir varlığın var oluşunun neye dayandığını bildirir, (limmi burhan), ikincisi de, bu varlığın var olup olmadığını bildirir. (inni burhan) . Sebep araştırması yapmayıp varlığa delalet eden şeyden o varlığın var olduğuna ait bilgiyi elde etmeye de inni burhan denir. Dumanı görüp arkasından ateşin var olduğunu söylemek gibi.(Taftazani, tarihsiz, 158) . Burhanın Özellikleri: Birinci özellik, bir şey hakkında şu şöyledir diye inanmaktır. İkinci özellik, bu bilginin neyin bilgisiyse onunla tam bir uygunluğa sahip bulunmasıdır. Üçüncü özellik, bilinen şeyle bilgi arasında bir an için bile olsa bir zıtlığın mümkün olmadığının bilinmesidir. Dördüncü özellik, bilgiye dair kanaatin gelip geçici bir sebepten kaynaklanmış olmamasıdır. . Cedelin burhana hazırlık olarak kullanılabilecek bir sanat olduğu da söylenmiştir.(Farabi, 2001,121) Arapça kaynaklarda ce del, batı dillerinde ise diyalektik sözüyle anlatılmakta olan kıyasla rı incelemenin amacı, aşağıdaki iki noktada özetlenebilir: Bunlardan birincisi, önümüze konulması mümkün olan her problem hakkında muhtemel öncüllerden hareketle akıl yürütmemizi sağlayacak yöntemi bulmak. İkincisi de tartışma esnasında kendi kendimizle çelişkiye düşmekten kaçınmamızı sağlayabilecek beceriyi elde etmektir. Cedeli, bir öncülleri yaygın görüşlerden olan kıyas olarak ele almak, bir de kullandığımız kanıtların muhatabın kabul edeceği öncüllerle yapılmış olmasına dikkat ederek yapılan bir tartışma sanatı olarak düşünmek gerekir. . Mustedil, görüşünü bir takım kanıtlara dayandıran kimse demektir. Bu şahsın mucib adını alması da konu tartışmaya açıldıktan sonra teziyle ilgili olarak sorulan sorulara cevap verme durumunda olmasındandır. Mustedile sorular soran kimseye ise sail denir. . Münazara yaparken tartışmadaki bir kişi üç yolla karşılaşır. 1. Men; doğruluğu kabul edilmeyen öncül için delil istemektir.(Gelenbevi, 1302,26) 2. Nakd; Öncüllerin tamamına karşı çıkıp bu kıyas bozuktur diyerek itiraz etmesidir. 3. Tez sahibinin vardığı sonu-cun çelişiğinin doğru olduğunu gösteren bir kıyas ortaya koyup böylece tezi çürütmeye çalışmaktır. Buna damuarada denir. (Gelenbevi, 1302,29-32) . Hitabet: Herhangi bir alanda uzman olmasından dolayı toplumda itibar kazanmış kimselerin görüşleri esas alınarak yapılan kıyaslara ise hitabet denmiştir.(Musuli, 1295,272) Dilin inceliklerinden, sözlerin ahenginden yararlanarak etkili konuşup bu sayede insanları ikna etmek, doğru bilgilerden yola çıkıp doğru sonuçlara varmayı amaçlayan Mantığı olumsuz etkileyebilir. . Edebi olan ve insanın duygularını harekete geçiren her söz daima doğru olmayabilir. Gelenbevi hitabeti açıklarken makbulat ve zanniyatla yapılan kıyaslardır demiştir.(Gelenbevi,1297,273) . İkna sanatının genel kanıtlarına dair şu ilkelerden bahse dilmektedir: Eğer bir şey mümkünse onun karşıtı da mümkündür. Daha zor olan mümkünse daha kolay olan da mümkündür. (evla kıyası) . Hitabet yoluyla insanları ikna edecek kimse uzun akıl yürütme zincirlerine başvurmaz. Çünkü onun hitap etmek zorunda olduğu insanlar uzun akıl yürütme zincirlerini izleyemeyen insanlardır. . Örtük kıyas: Örtük kıyas, şekil bakımından matvî kıyas dediğimiz kıyasdır. Bilindiği gibi matvî kıyasda, kıyasın bazı unsurlarının ifadede yer almayışı, atılan un surun diğer unsurlardan kolayca çıkarılabilecek olmasındandır. Bazen sonucun öncüllerden önce söylendiği veya öncüllerin doğal sırasının değiştirildiği de olur. Hitabette kullanılan ve adına örtük kıyas dediğimiz kıyas her ne kadar şekil bakımından matvî kıyasa benziyorsa da ondan ayrıldığı önemli bir nokta matvî kıyasta, kıyas kurallarına uymak zorunluluğu bulunmaktayken örtük kıyasta, bu kuralların zaman zaman ihmal edilmiş olmasıdır. . Hitabette kullanılan örtük kıyas, unsurları eksik olmaktan ayrı normal şartlarda geçersiz sayılan ve burhanda ve cedelde kullanılamayan bir kıyasdır. . Safsata: Vehmi bilgilerle vehmiyattan yapılan kıyaslara safsata denir. Bir kıyasa safsata demenin onun şeklindeki bozuklukla da ilgili olabileceği söylenmiştir. Safsata olarak adlandırılan kıyasların öğrenilmesi, bir akıl yürütmedeki yanlışlığın ne tarzda yapılmış olacağını görüp safsatacı durumuna düşmemek bakımından önemli olduğu kadar safsata yapanların görüşlerine meyletmemek bakımından da önemlidir. . Mugalata Karşısındakini yanıltmak için bilerek yanlış önermelerle kıyas yapmaya mugalata denir. Yanlış anlamına gelen galat sözüyle aynı kökten gelen mugalata sözcüğü de safsata sözcüğüne yakın bir anlamda kullanılmaktadır.(Şami, 1960,70) . Müşağabe Bir kimse kesin bilgi veren öncüllerle yapılamadığı için itiraza açık olan bir iddiaya karşı çıkıyor ama bu karşı çıkışı esnasında doğru olmadığı halde doğruymuş süsü vererek bazı öncüller kullanıyorsa bu kimsenin yaptığı işe müşağabe denir. (Muzaffer, 1980,3,419,420) Eğer iti raz edilmesi mümkün olmayan, doğruluğu şüphe götürmez delillerle ortaya konmuş bir görüşe karşı çıkılıyorsa bu durumda yapılan işe safsata denir. . Bilgiye ulaşmak için mantıkçılara göre bazı soruların sorulması gerekir. 1. bir şeyin var olup olmadığını belirlemek üzere sorulan sorudur. 2. bir şeyin ne olduğunu belirlemek üzere sorulan sorudur. 3. bir şeyi, bir cins içerisinde beraber bulunduğu şeyden neyin ayırdığını, başka bir deyişle bir şeyin temel özelliğinin ne olduğunu belirlemek üzere sorulan sorudur. 4. sebep araştırmak üzere sorulan sorudur.(Gazali, 1961,247) Mesela; 1.ev hakkında ilk soru ev var mıdır? Sorusudur. 2.Henüz elmanın ne olduğunu bilmeyen birinin elma nedir? diye sorması. 3.Horoz için hayvanların hangi grubundandır? diye sormak. 4.Koşmakta olan Ali adındaki biri için Ali niçin koşuyor diye soru sorarsak Ali’nin yaptığı işin sebebini araştırmış oluruz. . Sık rastlanan iki örnekten biri “bal acı bir kusmuktur” önermesi ve diğeri de “şarap akıcı bir yakuttur” önermesidir. Birinci ile duygulara hitap edilerek aslında tatlı ve faydalı olan bir şey için, gerçek tersyüz edilerek acı gibi tanıtılmaya, ikinci ile de zararlı bir şey, görünüşü söz konusu edilerek faydalıymış gibi takdim edilmeye çalışılmıştır. Bal örneğinde duygusallıktan yararlanılarak faydalı olan faydasız gösterilirken, şarap örneğinde de zararlı olan, eşi bulunmaz bir şey olarak ortaya konmak istenmiştir.(İbn Salih, 1310,126) . Bir bilginin kesin olabilmesi, o bilgiye sahip olan kimsenin, bilgisini bir tasdik olarak ortaya koyduğunda bu tasdik hakkında hiçbir şüphe taşımamasına bağlıdır. Arapça kaynaklarda buna cezm denmektedir. . Farabi’ye göre bilmek, bilenin, bilinen şey karşısında gözün gördüğü şey karşısındaki gibi olması demektir. Şeraitu’l-Yakîn başlıklı yazıda şu açıklamaları bulmaktayız: “Olabilir ki bunlar zorunlu önermelerdir. Fakat bilen kimse, bunların kesin bilgi olduğunun farkında olmadığından, onun nazarında kendi gözüyle gördüğü şey gibi olmaz...”(Farabi, 1990,45) Bunun gibi, kendisine veya yakınına olan sevgi, hasmına karşı kızgınlık, ta raf tutma, zaman içinde yerleşen alışkanlıklar... ve benzeri birçok etken, insanın kanaatini öyle bir yöne sevkeder ki in san kendinde ke-sin bilgi hasıl olmuş sanabilir. . Eğer bir kişi yakiniyattan olan bir önermeye karşı çıkıyorsa ya akıl sağlığı bakımından bir problemi vardır veya terimlere yüklenen anlamdan doğan bir yanlış anlaşılma vardır. . Bilgilerimizin dışarıda bulunan etkenleri iki çeşittir. Birincisi dışarıya bakan beş duyu ile bunların mukabili olarak içe yönelik duyulardır. Bu duyular gözlemlerden elde edilen bilgilerin ve mütevatirat dediğimiz başkalarından aldığımız haberlerin etkeni durumundadır. “Bu ateş sıcaktır” veya” İstanbul diye bir şehir vardır” önermeleri gibi. İkincisi de akıl yürütmelerdir. Bu akılyürütmelerden bir kısmı, bir fikrî çabaya ihtiyaç olmaksızın bir anda gerçekleşen türdendir. Tecrübeyle elde edilen bilgilerde, sezgiyle elde edilenlerde ve fıtriyat dediğimiz bilgilerde durum budur. . Bilgilerimizin içerde bulunan etkenleri, herhangi bir önermenin bölümlerini düşünmenin, o önermenin kabulü için yeterli olması örnek verilebilir. Böyle bir önermeyi görür görmez hükmün doğru olduğuna karar veririz. “Bütün parçasından büyüktür” önermesinde ve “çelişikler bir arada bulunamazlar” önermesinde olduğu gibi. . Tam Tümevarım, hakkında hüküm verilecek grubun bütün fertleri incelenerek yapılırsa böyle bir tümevarıma tam tümevarım denir. Böyle bir akıl yürütmenin sonucu zorunlu olacağından yakiniyattan yapılan kıyasla bir farkı yoktur. Eksik tümevarım, hakkında hüküm verilecek grubun bazı fertlerini incelemek suretiyle grubun tamamı hakkında hüküm vermektir. . Şiir; Hayal mahsulü hükümlerle yapılan kıyaslara şiir denmektedir. Şiir: Şiir sanatıyla duyguların olumsuz etkiye maruz bırakılabileceğinden yukarda bahsedilmişti. Bunun aksinin de mümkün olduğu söylenmiş, acıklı olayların dile getirildiği şiirlerin, uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla ruhu tutkulardan temizleyeceği savunulmuştur.(Aristoteles, 1983,22) . Beş sanattan biri olarak bilinen Safsata’nın altı gayesinden bahsedilmektedir.(Farabi, 2001,124)Bu gayelerden birincisi çürütme, ikincisi şaşırtma, üçüncüsü mükâbere yani doğruluğu apaçık şeyler hakkında ileri geri konuşarak muhatabı şüpheye sevketme, dördüncüsü tartışma sırasında dil hatasına sevketme, beşincisi tartışma sırasında kargaşaya sevketme, altıncısı susturmadır. . Mukâbere, doğruluğu şüphe götürmez şeyler üzerinde tartışmadır. Safsatacı doğruluğundan kimsenin şüphe etmediği şeyleri şüpheli imiş gibi göstererek muhatabını bu konulardaki kesin inancından uzaklaştırmak ister. . Müşekkek: Birbirinden farklı varlıklarda farklı anlamlarda kullanılan söze denir. . İslam mantıkçıları karşılıklı bilgi edinme yöntemlerinin birisi olarak tartışmayı zikretmişlerdir. Bu alanda çalışmalar yapanların Birincisi, temeli Aristoteles (İ.ö. 322)’in Topi-caadlı eserine dayanan tartışma teorisidir. Müslüman mantıkçılardan Fârâbî (ö. 950), Aristoteles’in Topica’sını, tartışma konusunda Kur’ân’ın da kullandığı “cedel” (16. Nahl, 125.) lafzıyla Arapçalaştırdı ve konuya ilişkin Kitâbu’l-Cedel adlı müstakil ve hacimli bir eser yazdı. . İkincisi, kural ve kaideleri Şemsu’d-Dîn Muhammed b. Eşref es-Semerkandî (ö. 1302) tarafından sistemli hale getirilen tartışma teorisidir. Semerkandî bu tartışma teorisini “âdâbu’l-bahs ve’l-münâzara” olarak isimlendirdi. . Semerkandî ve Îcî’nin eseri arasında mahiyet farkı yoktur. Fakat Îcî’nin eserinin sadece on satırla münazara sanatının tamamını ihtiva etmesinin, şerh ve haşiye geleneği için daha ilgi çekici olduğu söylenebilir. . Tartışma teorisi Semerkandi tarafından dört kavramla isimlendirilmiştir. 1. Âdâb, 2. kava‘id, 3. Bahs, 4. münâzara kavramlarıdır. . Adab; burhâna ihtiyaç duymayan (hitâbî) ve duyan (istidlâlî) delillerin münâzara’da kullanılmasıyla lafız ve mana bakımından ortaya çıkabilecek bütün hatalardan kaçınmayı sağlayacak şeyin bilgisi” (Beheşti, 17661: 180a.) ve “münâzara’da tartışmacıların güzel bularak tasdik ettikleri faydalı şeyler” (Hüseyin, 37338: 239b.) olarak tarif edilmiştir. . Bahs; a. İstidlal yolu ile olumlu veya olumsuz ilişkilerin ispatıdır. (Kilânî, 184:1b.) b. İster bedihi, ister nazari olarak olsun bir şeyin bir şeye yüklenmesi veya bir şeyin bir şeyle ispat edilmesidir. c. Münâzara ve mübâhese anlamına gelmektedir. Bu da esasında soru soranın itiraz ettiği, mu‘allil’in cevapladığı şeyler anlamına gelir (Saçaklızâde, 2005: 142, 67.). . Münazara; Semerkandî Şerhu’l-Mukaddime adlı eserinde onun iki kökten türetilebileceğini söylemektedir: Birincisi, “ennazîr”; ikincisi ise “en-nazar”dır. 1. Birinci kökten geldiği kabul edilirse her iki tartışmacının söz söy-leme konusunda birbirlerine eşit oldukları kastedilir (Semerkandî, 133: 118a). Münâzara’nın “en-nazar” kökünden geldiği kabul edilirse, “nazar” daima “basîret” ile kullanılır ve “fî” harfi cerini alır (Semerkandî, 133: 118a). Şarihler “en-nazaru bi’l-basîreti…fî”yi “düşünme (el-fikr)” olarak karşılarlar ve “zihnin; bir karine ile akledilen şeyle-re doğru onları elde etmek, nelikleri hakkında bilgi sahibi olmak için yönelmesi” şeklinde tarif ederler ( Hüseyin, 37338: 233b). . Mu‘allil, kendisini hükmün ispatına adayandır (Beheşti, 17661:183b.). Ahmet Cevdet Paşa’nın tarifi daha açıktır: “Kendi iddialarını mantığın kurallarına dayanarak delil ile ispat eden kimsedir.” (Ahmed Cevdet, 1294: 7.). . Sâil (Soru soran), kendisini mu‘allil’in iddia ettiği, savunduğu şeylerin nefyi-ne/çürütülmesine adayan taraftır (Beheşti, 17661: 183b.). . Münâzara’da savâb, hem mu‘allil’in, hem de soru soran’ın amacıdır. Savâb dilde “isa-betli, istikamet, mananın feyz yoluyla kalbe ulaştırılması” (Kilânî, 184: 1b.); akıl ve şeriat bakımından övgüye değer, razı ve hoşnut olunan şey, amaçlanılan şeye amaçlanıldığı gibi ulaşılan şey (İsfehânî, 2002: 877.) . Necmu’d-Dîn et-Tûfî (ö. 1316) de münâzara’da “hakk”ın ortaya çıkarılması dışında başka bir amacın gözetilmesinin “haram” olduğunu söylemektedir (Tûfî, 1987: 8.). . Cürcânî’ye göre takrîr, söz (el-kelâm)den mecazın ve tahsisin kaldırılarak sözün kuvvetlendirilmesi anlamına gelmektedir. . Semerkandî’ye göre tahrîr, tartışma konusunun tayin ve tespit edilmesidir; bu da her iki tarafın sözünün sıhhatini/doğruluğunu/geçerliliğini ve bozukluğunu ortaya çıkararak gerçekleştirilir (Semerkandî, 133: 118b.). Bu bakımdan tahrîr, aynı zamanda ispat etmek demektir.(Abdunnafî, 1302: 75.) . İfhâm, soru soranın delil talebi esnasında mu‘allil’in, savunduğu şeyi ispat etmeye güç yetirememesi demektir (Saçaklızâde, 2005: 76.). İlzâm, soru soran’ın mu‘allil’in sözünü menden aciz kalmasıdır (Saçaklızâde, 2005: 76.). Bir anlamda soru soran’ın hangi yönden, hangi öncül/lerden delil isteyeceğini bilememesidir. Münâzara’da mu‘allil’in mağlup olmasına “ifhâm”; soru soran’ın mağlup olmasına “ilzâm” denilir. . Münâkaza dilde “iki şeyden birini diğeri ile iptal etmek/geçersiz kılmak” anlamına gelir ( Beheşti, 17661: 196b.). Örneğin mu‘allil bir cismin canlı olduğunu ispat etmek için: “Bu cisim hareket etmektedir. Ve her hareketli de canlıdır.” şeklinde bir delil getirdiğinde soru soran: “Bu delilin “her hareketli canlıdır.” büyük öncülünü kabul etmiyoruz, tekrar delile muhtaçtır veya bu büyük öncül müsellem değildir.” şeklindeki karşılık vermesi “mücerred men”dir (Ahmed Cevdet, 1294: 20.). Müstened üç şekilde yapılır: 1. Böyle olmasını kabul etmiyoruz; niçin şöyle olması muhtemel olmasın? 2. Bunun böyle bir gerekliliğe sahip olduğunu kabul etmiyoruz; böyle bir gerekliliği bu şey şayet şöyle şöyle olursa kabul ederiz! 3. Hal şöyle şöyle iken bunu nasıl kabul edelim ki? (Semerkandî, 2011: 233.). . Delil dilde “doğru yolu gösteren (mürşîd)” ve “doğru yolu gösterme (irşâd)” anlamlarına gelir (Beheşti, 17661: 185a.). Bu yöntemde ise “kendisinin bilinmesiyle başka bir şeyin bilinmesi gereken şey” anlamı-na gelir (Semerkandî, 6168, 2a.). Burada kastedilen mantıkçıların delil olarak isimlendirdikleri en az iki öncülden oluşan akıl yürütmedir. Emare; Bu teoride ise “öncüllerinden biri veya her ikisi zann bildiren, sonucu da ancak zann bildiren kıyastır” (Saçaklızâde, 2005: 69.). Tarifteki zann da çeli-şiği muhtemel olan, kesinlik bildirmeyen hüküm anlamına gelir (Be-heşti, 17661: 189a.). . Tam İllet;Bir şeyin varlığının kendisine dayandığı şeydir (Semerkandî, 6168: 2a.). Yani bir anlamda bir şeyin varlık bulmasını sağlayan asıl etkendir. Bu-radaki tam illet ile kastedilen de “maddi, sûri, gâi ve fâil illet” (Kilânî, 184:7b.) olmak üzere dört illetir. . Münâkaza, yani men‘ ve müstened hakkında dikkat edilmesi gereken birkaç önemli nokta vardır: 1. Münâkaza ile hakkında delil istenilen öncül, insanın kesinliği tar-tışmasız ilk bilgilerinden (evveliyât) ve kabul görmüş öncüllerden (müsellemât) olmamalıdır. 2. Münâkaza ne delili ve ne de delilin işaret ettiği şeyi çürütür. O sadece soru soran’ın delil isteğinden ibarettir(Erdebîlî, 7563: 36a.) 3. Müstened (a) ya men’e eşit bir şey olur, (b) ya men‘den özel bir şey olur. Müstened men‘den daha genel olamaz (Ahmed Cevdet, 1294: 21.). 4. Müstened cevap vermeyi hak eden bir şey değildir ve müstened’in ortadan kaldırılması men‘in ortadan kaldırılması anlamına gelmez. 5. Mu‘allil takrîrve tahrîryaparken soru soran men‘ yapamaz. 6. Bir öncülün men edilmesi, o öncülün tümüyle geçersiz olduğu an-lamına gelmez; bilakis onun kapalı olduğu, açıklığa kavuşturulması gereken bir yönü olduğu anlamına gelir. . Ta‘lîl; Bir şeyin illetini ortaya çıkarmak (Semerkandî, 6168: 2a.); illetle ma‘lûl hakkında istidlalde bulunmak anlamına gelir. Bu tariflerdeki illetin fâil illet olmadığını bilmek gerekir. . Mülâzemet; Filozofların nezdinde “mülâzemet, luzûm ve telâzum” aynı anlama gelmektedir. Mülâzemet dilde “bir şeyin bir şeyden ayrılmasının imkânsız olması anlamına gelir (Kilânî, 184: 9a.). Bu yöntemde ise hükmün varlığının başka bir hükmü gerektirmesidir. 1. Gereken (lâzım) bazen gerektiren (melzûm)’inden daha genel olur. İnsana nisbetle canlı gibi. 2. Bazen de gereken gerektirenine eşit olabilir. Yine insana nisbetle konuşan/düşünen gibi. Eğer gerektirme zihin dışındaki bir şeye nisbetle olursa bu, “harici mülâzemet” olarak isimlendirilir. Eğer gerektirme zihne nisbetle söylenirse “zihnî mülâzemet” olur. . Deverân; dilde “tavaf, yolda harekette olma” anlamlarına gelir (Kilânî, 184: 10a.). Bu yöntemde ise “daima veya çoğunlukla bir şeyin başka bir şeye dayandırılarak düzenlenmesi” demektir (Beheşti, 17661: 194b-195a). . Dilde mu‘âraza, “karşılıklı delil isteme yoluyla mukabelde bulunmak/karşılık vermek” anlamına gelir. (Kilânî, 184: 11b.) Bu yöntemde ise “hasmın delilinin hilafına delil ikame etmek” ( Semerkandî, 6168: 2a.) “delili kabul etmek, ancak delâlet ettiği şeyi (medlûl) men etmek; deli-li de, medlûlü nefyedecek/çürütecek şekilde ortaya koymak” (Kilâni, 184: 12a.) anlamına gelir. Mu‘âraza üç kısımdır: Mu‘âraza bi’l-kalb: hem suret, hem de içerik olarak mu‘allil’in delili ile aynı olursa mu‘âraza b’il-kalb olur. Mu‘âraza bi’l-misl: Soru soran’ın delili sadece suret bakımından mu‘allil’in delili ile aynı, içeriği bakımından farklı olursa bu da mu‘âraza bi’l-misl olur. Mu‘âraza bi’l-gayr: Soru soran’ın delili suret ve içerik bakımından mu‘allil’in delilinden farklı olursa mu‘âraza bi’l-gayr olur. . Münâkaza, delilin öncüllerinden herhangi biri hakkında delil iste-mektir. Dolayısıyla soru soran’ın delili tam bir delil olması bakımından mu‘âraza, ancak temelde tek bir öncülün çürütülmesine yönelik olmasından dolayı da münâkaza sıfatına haizdir; dolayısıyla “mu‘âraza yo-luyla münâkaza” olmaktadır. . Nakz, bu yöntemde üç anlamda kullanılmaktadır:1. Tarifin nakzedilmesi: Tarifin, efradını cami, ağyarını mani olma kuralını taşımadığından dolayı iptal edilmesi demektir.2. Öncülün nakzedilmesi: Belirli bir öncülün nakzedilmesi anlamına geldiğinden dolayı aynı zamanda “ayrıntılı/tafsîli nakz” ve “münâka-za” olarak da isimlendirilir (Saçaklızâde, 2005: 69.).3. Delilin nakzedilmesi: Hükmün delilden farklı olması” demektir (Semerkandî, 6168: 2a.). Üçüncü nakzda bir bütün olarak delil iptal edildiği için “icmâli nakz” olarak isimlendirilmiştir (Saçaklızâde, 2005: 69.). . Soru soran elbette delil getirebilir, ancak bunu, mu‘allil iddiası hakkındaki delillerini tümüyle ortaya koyduktan sonra yapmalıdır. Delilinin öncülünün kesinliği hakkında herhangi bir delil ortaya koymadan önce getirilmesine gasb denir. . Mükâbere; dilde doğruyu bildiği halde ona muhalefet etmek, inatlaş-mak anlamına gelir (Ahmed Cevdet, 1294: 11.). Münâzara’da ise, ilmi bir konuda “savâb”ı ortaya çıkarmayan tartışmadır; bu bakımdan mükâbere, kural dışı bir şekilde tartışmacıyı susturmak ve ona üstün-lük taslamaktır. . Tevcîh;Semerkandî tevcîh’i Şerhu’l-Mukaddime’de “münâzaracının, sözünü hasmın sözüne doğru yönlendirmesi” demektir.Takrîb; delili, aranılan şeyi gerektirecek şekilde yönlendirmektir (Sa-çaklızâde, 2005: 68). Mücârâtu’l-hasm; mu‘allil’in, soru soranın iddiasını kabul etmesi ve soru soran’ın vehmi dolayısıyla iki şey arasında kesin olduğunu zannettiği gerektirmeyi men etmesidir. Tartışma Başlamadan Önce Uyulması Gerekli Âdâblar; a. Tartışma konusu olan bilginin sadece lafızlarla mı, mana ile mi veya her ikisiyle mi ilgili olup olmadığı bilinmelidir. b. Her ilmin kendisine ait terminolojisi ve kabul ettiği (müsellem) öncülleri olduğu bilinmeli ve bu kabul de edilmelidir. c. Her ilimden ancak onun kolayca verebileceği sonuçlar istenmelidir. d. İlimlerin delillerinin zayıflık ve kuvvetlilik bakımından derecelen-diğini de bilmelidir (Semerkandî, 2011: 229–230.). . Münazara teorisi yalnızca iki taraf arasında gerçekleşmelidir. Üçüncü bir tarafın olduğu tartışma münâzara değildir. Münâzara’nın fâil tarafları, mu‘allil ve soru soran (sâil)’dır. Mu‘allil, asıl iddia sahibidir ve iddia ettiklerinin tahrîrve takrîr’ini yaptıktan sonra delil getirme yükümlülüğü olan ta-raftır. Soru soran, mu‘allil’in iddialarını çürütmeye çalışan taraftır. An-cak bunu “âdâb” dairesi içinde yapmalıdır; yani amaca ulaşmak için her şey meşru değildir. . Münâzara’nın amacı “gerçek ne ise onu olduğu gibi ortaya çıkarma (savâb)”dır. Bu amaç, iddia sahibi ve ispatla yükümlü taraf olarak, ön-celikle, mu‘allil’e aittir; ancak soru soran’ın da bundan başka bir amaç gözetmesi mümkün değildir. Hatta tarafların “savâb”dan başka bir amaç için çalışmaları “haram” dahi kabul edilmiştir. . Tartışma Esnasında Uyulması Gereken Adab Kuralları; a. Anlamada karışıklığı önlemek için mecaz söz kullanılmamalı, aynı şekilde söz aşırı şekilde kısaltılmamalıdır. b. Bıkkınlığa sebep olmamak için söz aşırı derecede uzatılmamalıdır. c. Garip, tuhaf, yabancı lafızlar kullanılmamalıdır. d. Soru ve cevaplarda mana bakımından çok özet olan lafızlar kullanılmamalıdır. e. Karşı tartışmacının sözünün tamamı anlaşılmadan sözüne müdahale edilmemelidir. f. Konuyu iyi kavramak için karşı tartışmacının maksat edindiği şeye müdahale edilmemelidir. g. Gülmekten, sesi yükseltmekten, alaycı tavır takınmaktan kaçınılmalıdır. h. Karşı hasma yumuşak ve saygılı davranmalıdır. i. Karşı tartışmacıyı hor görerek ondan söz bakımından zayıf/kötü/çirkin şeylerin çıkmasına sebep olmamalıdır (Kilânî, 184: 13a.). j. Problemlerin biri tamamlanmadan bir başkasına geçilmemelidir. k. Karşı tartışmacının söylemediği şeyleri söylediğini iddia ederek yalan konuşmamalıdır. l. Sorulmayan şeyleri cevaplamaya çalışmamalıdır. m. Karşı tartışmacının konuyu daha iyi bildiği görülürse bu ona itiraf edilmelidir n. İnsaf ve anlayış sahibi olmayandan kaçınılmalı, insaflı ve anlayışlı oluncaya kadar da tartışmaya girilmemelidir. o. Bir görüşü olmayan, sadece zıtlaşan, muhalefet eden, bağıran ve abartılı sözler söyleyenle tartışılmamalıdır. p. İspat esnasında birbirlerinin sözlerini kesmemelidirler. r. Tam olarak anlaşılmayan bir bilgi hakkında tartışmaya girilmemelidir. Böyle bir tartışma, gerçekte zayıflıktır ve kendini rezil etmek-tir. Doğrusu tarafların iyice vakıf olduğu bilgilerle tartışmalarıdır. s. Taraflar birbirleri hakkında gereksiz şüpheler ortaya atmamalıdır. t. Taraflar konuyla ilgisiz, bilimsel değeri olmayan genel ifade kullan-maktan kaçınmalıdırlar. u. Taraflar birbirlerine anlamadıkları ve bilgilerinin de az olduğu yerleri açıkça söylemelidirler. (Tûfî, 1987: 13– 16.) Hakîkî tarifin dört türü vardır: 1. Tam tanım 2. Eksik tanım 3. Tam resm 4. Eksik resm. Hakîkî tarifin özel şartları ile kastedilen 1. tam tanım’ın yakın cins ve yakın ayırım’dan 2. eksik tanım’ın uzak cins ve yakın ayırım’dan 3. tam resm’in yakın cins ve hassa’dan 4. eksik resm’in hassa ve yakın cins ve yakın ayırım dışındaki şeyler-den oluştuğunu bilmektir. 5. Ayrıca ilinti ve ayırım, ilinti ve hassa veya ayırım ve hassa ile tarif yapılamayacağı da bilinmelidir. (Kutbu’d-Din er-Râzî, Thz.: 57.). . Bölmeye gelince, o da bir tür tariftir (Ahmed Cevdet, 1294: 51.). Ancak tarifin tamamlayıcısı durumundadır. Bir bütünün kendisini oluşturan parçalarına bölünmesi: Örneğin “oda, dört duvar ve bir tavandır; her cisim toprak, su, ateş ve ha-vadır; su, oksijen ve hidrojenden oluşur.” şeklindeki bölmeler bu türe girer (Ahmed Cevdet, 1294: 51.). Tümelin tikellerine bölünmesi: Bu türden bir bölmede, bölünenle bölümleri birbirinden farklı şeyler değildir. Örneğin “canlı ya konuşan/düşünen canlıdır, ya da konuşan/düşünen değildir.” şeklindeki bir bölme bu türdendir. Hakîkî bölme: Canlıyı “ya konuşan/düşünen canlıdır, ya da kişne-yen canlıdır.” şeklinde bölmek bu türden bir bölmedir. ‘İtibârî bölme: Bu türden bölmede bölümler bütünüyle birbirinden ayrı şeyler değildir, bir bütünde birbirleri hakkında doğrulanabilen farklı şeylerdir. Tümelin; cins, tür, ayırım, hassa ve ilinti olarak bölünmesi bu türden bir bölmedir. Soru soran’ın münâkaza, nakz ve mu‘âraza’sı esnasında eğer mu‘allil delilinin yetersizliğinden dolayı delil değiştirirse mağlup sayılır. İlaveten soru soran’ın men‘leri karşısında mu‘allil’in baştan beri savuna geldiği konuyu değiştirmesi de mağlup olduğu anlamına gelir. Münâzara’da mu‘allil “nakleden” sıfatını alırsa soru soran ondan delil isteyemez, ancak ondan naklettiklerinin sıhhati, geçerliliği, naklettik-lerinin naklettiği kaynağa uygun olup olmadıklarının kontrol edilme-sini isteyebilir. Münâkaza hakkında bilinmesi gereken en önemli nokta şudur: Onun delili ve medlûlü çürütme özelliği yoktur. O sadece delil isteğidir. Tenbîh, yani apaçık (bedîhi) olmakla beraber ilk anda apaçık olduğu kavranılamayan ap-açık öncüllere ulaştıran ve onları açıklığa kavuşturan şeyler” kullanarak karşılık verebilir. Eğer mu‘allil, soru soran’ın münâkaza, gasb, nakz ve mu‘araza’sından kurtulamazsa; iddia konusunu değiş-tirirse; mevcut delili yeterli olmadığından dolayı delilini değiştirirse mağlup sayılır. Çünkü bir tartışma sonsuza kadar devam edecek de-ğildir. Mu‘allil ikinci, üçüncü, dördüncü delil getirdiğinde soru soran, onları münâkaza, nakz ve mu‘âraza ile men edecektir. Mu‘allil delil-lerini, kabulü zorunlu şeylerle bitirdiğinde soru soran mağlup olmuş olur. Aksi durumda ortaya bir teselsül çıkar: Daima mu‘allil delil ge-tirecek, soru soran men‘ edecektir. Münâzara’da teselsülün kabulü de mu‘allil’in mağlup olması (ifhâm) demektir.
__________________ Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır. |
Konu Sahibi Medine-web 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Medineweb Görsel ve Slayt arşivi( kaybolmaması... | Medineweb.net Videolar | Medine-web | 5 | 221 | 23 Eylül 2024 20:24 |
Mustafa İslamoğlu Sözler | Medineweb.net Videolar | Mihrinaz | 2 | 396 | 30 Nisan 2023 16:51 |
Şirk Hakkında Kuran Ne Diyor? | Medineweb.net Videolar | Medine-web | 0 | 266 | 29 Nisan 2023 18:52 |
DÜNYA KABE'NİN NERESİNDE | Hacc-Umre-Kurban | Medine-web | 0 | 1111 | 27 Nisan 2020 21:40 |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
1. SINIF YENİ SİSTEM ARAPCA TERCÜMESİ 1-8 arası Üniteler(ANKARA İLİTAM ) | Medine-web | ANKARA İlitam | 1 | 15 Eylül 2015 14:30 |
ANKARA İLİTAM 2. SINIF İslam Tarihi 2 -Kitap- | Medine-web | ANKARA İlitam | 0 | 22 Aralık 2013 22:24 |
ANKARA İLİTAM 1. SINIF Fıkıh Üsulu-özet | Medine-web | ANKARA İlitam | 0 | 22 Aralık 2013 21:21 |
ANKARA İLİTAM 1. SINIF Kuranı Kerim 1 özetleri | Medine-web | ANKARA İlitam | 0 | 22 Aralık 2013 21:17 |
ANKARA İLİTAM 1. SINIF İslam Hukuku özetleri | Medine-web | ANKARA İlitam | 0 | 22 Aralık 2013 21:15 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|