|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Medine-web,Açılış Tarihi: 09 Ocak 2014 (20:29), Konuya Son Cevap : 09 Ocak 2014 (20:33). Konuya 4 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
09 Ocak 2014, 20:29 | Mesaj No:1 |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | ANKARA İLİTAM İslam Tarihi ve Medeniyeti Ders Özetleri 1.2.3.4.5 Üniteler ANKARA İLİTAM İslam Tarihi ve Medeniyeti Ders Özetleri 1.2.3.4.5 Üniteler E M E V Î L E R V E E N D Ü L Ü S E M E V Î L E R İ A. EMEVÎLER Emevîler hanedânı, ilk dört halife döneminden (632-661) sonra Suriye’nin merkezi Şam’da Muaviye b. Ebû Süfyan (661-680) tarafından kurulmuştur. Emevî halifelerinden ilk üçü Ümeyyeoğulları kabilesinin Süfyânîler, diğerleri ise Mervânîler kolundan gelmiştir. Süfyânîler, Muaviye’nin babası Ebû Süfyan’a, Mervânîler ise Emevîlerin dördüncü halifesi Mervan b. Hakem’e nispetle bu adları almışlardır. 1. Süfyânî Emevîler Dönemi____________________________ a. Kuruluş Dönemi Emevîler Devleti, Hz. Osman’ın öldürülmesiyle başlayan karışıklıkların ardından İslâm dünyasında Cemel ve Sıffin savaşlarının yanı sıra Halife Hz. Ali’nin öldürülmesiyle ortaya çıkan siyasî otorite boşluğu sırasında 661’de Muaviye b. EbûSüfyan tarafından kuruldu. Babası Hz. Ali’nin öldürülmesinin ardından taraftarlarınca halife ilan edilen oğlu Hz. Hasan da Muaviye’nin halifeliğini kabul etti. Böylece İslâm dünyasında birlik sağlandı. Fakat Sıffin Savaşı’ndan sonra Hz. Ali’den ayrılan ve Hâricîler olarak nitelendirilen karşıt grup isyanlarını sürdürdü. Hz. Ali taraftarlarının da Emevîler tarafından onlara karşı savaşmakla yükümlü tutulması bu kesim arasında hoşnutsuzlukların ve kargaşalıkların yaşanmasına yol açtı. Kimi valiler isyancılara karşı hoşgörülü kimileri de sertlik yanlısı bir politika izlediler. Muaviye b. Ebû Süfyan döneminde ; Büyük ölçüde ülkede istikrar korundu. İslâm dünyasında Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra ortaya çıkan istikrarsızlığın sonucunda bozulan dış politika da düzene girdi. Daha önce Bizans’a vergi vermek zorunda kalan İslâm dünyası yalnızca bu yükümlülükten kurtulmakla kalmayıp aynı zamanda Anadolu ve Ermenistan topraklarında, Horasan-Maveraünnehir ve Hindistan’da, Kuzey Afrika’da sınırlarını genişletti. İç ve dış politikada önemli başarılar kazanan Muaviye b. Ebû Süfyan bazı kesimlerin hoşnutsuzluğuna rağmen oğlu Yezid’i veliaht yaparak İslâm dünyasında saltanata giden yolu açarak Emevîler Devleti’ni kurmuş oldu. b. İç Karışıklıklar Dönemi Muaviye b. Ebû Süfyan’ın 680’de ölümü üzerine yerine geçen oğlu Yezid b. Ebû Süfyan döneminde; İslâm dünyasında büyük iç karışıklıklar yaşandı. Buna paralel olarak ülkenin sınır güvenliği de bozuldu. Kûfelilerin halife edecekleri vaadiyle şehirlerine çağırdıkları Hz. Hüseyin b. Ali burada Kerbelâ denilen yerde Yezid b. Muaviye’nin askerleri tarafından yakınlarıyla birlikte 680’de öldürüldü. - Bu olay İslâm dünyasında Şiîliğin mezhep olarak ortaya çıkışında önemli rol oynadı. - Emevîlerin Müslüman kamuouyunun desteğini önemli ölçüde kaybetmelerinin de yolunu açtı. - Hanedânın yıkılışına kadar önemli bir toplumsal sorun olarak Emevîlerin sürekli karşılarına çıktı. Hicaz’da çıkan isyanların kanlı bir şekilde bastırılması, Kâbe gibi kutsal yerlerin tahrip edilmesi Müslüman kamuoyunda Yezid’e karşı tepkilerin daha çok artmasına neden oldu. Kabilecilik, bölgeler arası rekabet ve dinî anlayış farklılıkları nedeniyle İslâm dünyası bir ateş topuna dönüştü. Yezid’in öldüğü 684 yılında Suriye dışındaki bölgelerde Emevî hakimiyeti pek kalmadı. İslâm dünyasının büyük bölümü Abdullah b. Zübeyr’in kontrolüne geçti. Yezid’in yerine geçen II. Muaviye bile halifeliği ona devretme eğilimi gösterdi. II. Muaviye’nin yalnızca üç ay kadar süren halifeliğinin ardından ölmesiyle Emevî tahtına Mervan b. Hakem geçti. Böylece Emevîler tarihinde Mervânîler dönemi başlamış oldu. 2. Mervânî Emevîler Dönemi____________________________ a. Kuruluş Dönemi Mervan b. Hakem , Mervan b. Hakem, Abdullah b. Zübeyr’e bağlı bulunan Mısır’ı ele geçirerek Emevî Hanedânı’na bağlı iktidar çevrelerinde İslâm dünyasında yeniden hakimiyet kurabilecekleri umudunun doğmasını sağladı. Bu sayede söz konusu iktidar çevrelerinin güvenini kazanan Mervan b. Hakem veliaht değişikliğine giderek kendi oğulları Abdülmelik ile Abdülaziz’i veliaht yaptı. Bu dönemde Kuzeyli-Güneyli adı altında Emevîlerin yıkılışına kadar sürecek kabileler arası çatışmalar başladı. 685’te ölen Mervan b. Hakem’in yerine oğlu Abdülmelik b. Mervan geçti. c. Yükseliş Dönemi Abdülmelik b. Mervan İslâm dünyasında birliği sağlayarak Emevî Devleti’ni yeniden toparlamayı başardığından dolayı Muaviye b. Ebû Süfyan’dan sonra ikinci kurucu olarak nitelendirilmektedir. Muhtar es-Sakafî’nin Abdullah b. Zübeyr’in kardeşi Mus’ab tarafından ortadan kaldırılmasıyla Abdülmelik b. Mervan bir karşıt gruptan kurtuldu. Ardından Irak’ta Mus’ab’ı, Hicaz’da da Abdullah b. Zübeyr’i yenilgiye uğratarak İslâm dünyasının büyük bölümünü kontrolü altına aldı. Diğer karşıt gruplar Şiîler ve Hâricîlerin etkinliklerini de zayıflatarak Emevî Devleti yeniden ilk zamanlardaki gücüne kavuştu. Abdülmelik b. Mervan’ın Irak-Horasan Genel Valisi Haccac’ın sert yönetimine dayanamayıp isyan eden Abdurrahman b. Eş’as’ın isyanı da sona erdirildi. İç barışı sağlayan Abdülmelik b. Mervan sınır ötesi askerî faaliyetlere de önem verdi. Anadolu, Kuzey Afrika veErmeniye topraklarında fetih girişimlerinde bulundu. 685’de Abdülmelik’in ölümü üzerine yerine Velid b. Abdülmelik halife olarak geçti. Velid b. Abdülmelik Babası döneminde başarılı hizmetler yapmış olan devlet adamlarını ve komutanları görevlerinde bıraktı. Bu sayede İslâm tarihinin ikinci büyük fetih hareketini gerçekleştirmeyi başardı. (Maveraünnehir’de, Hindistan’da, Anadolu’da, Kuzey Afrika ve İspanya’da büyük fetihler yapıldı. Ülke sınırları Türkistan’dan Fransa içlerine, Anadolu’dan Hindistan’a kadar genişledi.) Velid de veliaht değişikliğine gitmek istediyse de bu konuyu sonuçlandıramadan 715 yılında ölünce veliaht kardeşi Süleyman b. Abdülmelik halife olarak onun yerine geçti. c. Duraklama Dönemi Süleyman b. Abdülmelik Halifelik makamına geçince ilk iş olarak zorla veliahtlıktan alınma girişiminde Velid b. Abdülmelik’e destek veren valileri tasfiye etti. (Deneyimli ve işlerinde başarılı olan komutan ve valilerin kişisel nedenlerle cezalandırılması hem dış politikada duraklamaya hem de kabileler arası iç çatışmalara yol açtı. Kabileler arası çatışmaların artmasına neden oldu.) Dış politikada ise bu dönemde başarısız bir İstanbul kuşatmasının dışında öne çıkan bir olay görülmemektedir. 717’de ölüm döşeğindeyken dindarlığıyla bilinen ve veliahtlıktan alınmasına karşı çıkarak kendisine destek veren Ömer b. Abdülaziz’i veliaht olarak atadı. Ömer b. Abdülaziz Halife olunca karşıt grupların sorunlarını kökten çözmeye çalıştı. Hiçbiri hakkında saygısız ifadeler kullanılmasına izin vermedi. Devletin olanaklarından herkes gibi onları da yararlandırdı. Mevalî’nin de Arap Müslümanlarla eşit haklara sahip olmasını sağladı. Onun bu tutumu yaklaşık üç yıl süren halifeliği döneminde ülkede barış rüzgarlarının esmesine yol açtı. Karşıt gruplar, Halife’nin samimi yaklaşımına silahlı mücadelelerini bırakarak karşılık verdiler. Başka dinlerden olan vatandaşlarına daha fazla dinî özgürlükler tanıdı. Onun yönetim konusundaki bu tutumu gayrimüslim vatandaşlar arasında Müslüman olanların sayısını kat kat artırdı. Kuzey Afrika ve Endülüs tarihinde önemli bir yere sahip bulunan Berberîler ile daha sonra İslâm dünyasının liderliğini yapacak Türkler arasında İslâm dini hızla yayıldı. Ömer b. Abdülaziz’in 720’de ölümü üzerine onun yerine Yezid b. Abdülmelik geçti. Yezid b. Abdülmelik Onun döneminde eski yönetim anlayışına dönüldü. Kabileler arası çatışmalar yeniden hız kazandı. Karşıt gruplar tekrar silaha sarıldılar. Kendilerinden eskisi gibi ağır vergiler alınmak ve devlet olanaklarından yoksun bırakılmak istenen Mevâlî, ülkenin birçok yerinde isyan etti. Zamanının halkın sorunlarından uzak ve saray eğlenceleriyle geçiren Yezid b. Abdülmelik 724’te ölünce yerine Hişam b. Abdülmelik geçti. Hişam b. Abdülmelik Yirmi yıl halifelik görevinde bulunan Hişam b. Abdülmelik, Emevîlerin etkili halifelerinden biri olarak değerlendirilmektedir. Yezid b. Abdülmelik sonrası devlet yeniden bir toparlanma sürecine girdi. Fakat onun devletin gücünü daha çok ekonomik imkanlara bağlı görme anlayışı nedeniyle özellikle mevâlîden daha çok vergi alma politikası zulme varan uygulamalara yol açtı. (Bu da zamanla toplumsal huzursuzlukların artmasında tetikleyici rol oynadı. Karşıt gruplar bu huzursuzluktan yararlanarak isyanlarının kapsam alanını genişletti.) Hişam b. Abdülmelik’in halifelik döneminin sonuna doğru devletin temelleri yeniden sarsılmaya başladı. Maveraünnehir’de Müslüman olmayan yerel Türk kuvvetlerinden Türgişler’le de işbirliğine giden isyancılar ve mevâlî bölgedeki birçok şehri ele geçirdi. Bu durum Emevî Devleti’ni yıkmak amacıyla eylemlerini gizlice yürüten Abbasîler’i güçlendirdi. Dış politika alanında da komşu ülkelerle yapılan sonuçsuz savaşlar ülke ekonomisinin zayıflamasına yol açtı. Hişam b. Abdülmelik’in 743’te ölümü üzerine yerine Velid b. Yezid geçti. d. Yıkılış Dönemi Velid b. Yezid Velid b. Yezid’in eğlenceye düşkünlüğü ve halkın sorunlarına ilgisizliği, Hişam b. Abdülmelik döneminin sonlarına doğru etkisini göstermeye başlayan karışıklıkların şiddetini artırmasına neden oldu. Hişam’ın büyük önem verdiği hazineyi hesapsız harcamaları sonucunda tüketmesi, bazı devlet yöneticilerinin de yolsuzluk olaylarına karışmasına yol açtı. Sonuçta 744’te Yezid b. Velid’in önderlik ettiği bir isyanla iktidardan uzaklaştırılıp öldürüldü. (Böylece ilk defa bir Emevî Halifesi kanlı bir ihtilalle aynı aileden biri tarafından devrilmiş oldu.) Halifeliği ülkenin ancak yarısında kabul görmüş ve Horasan, Ermeniye, Azerbaycan gibi bölgelerden biat alamamış olan Yezid altı ay sonra vefat ettiği için yerine kardeşi İbrahim b. Velid geçti. İbrahim b. Velid Kelb Kabilesi tarafından desteklenen İbrahim b. Velid de yalnızca Şam’da halife olarak benimsendi. Kays Kabilesi tarafından desteklenen Ermeniye ve Azerbaycan Valisi Mervan b. Muhammed tarafından 744’de iktidardan uzaklaştırıldı. Mervan b. Muhammed Mervan b. Muhammed’in yaklaşık beş yıl süren halifelik döneminde geçmişten beri süre gelen Hâricî ve Hz. Ali taraftarlarının isyanlarına hanedân üyelerinin iktidarıele geçirme girişimleri de eklendi. Horasan’da Nasr b. Seyyar’ın yenilgiye uğramasıyla başlayan ve 750 yılına kadar süren yenilgiler sonucunda Abbasîler iktidarı ele geçirdi. Son Emevî Halifesi Mervan öldürüldü ve Ebu’l -Abbas halife ilan edildi. Böylece Emevî Devleti sona erip yerine Abbasîler Devleti kuruldu. B. ENDÜLÜS EMEVİLERİ Emevîler, Velid b. Abdülmelik döneminde 711-712 yıllarında Pireneler’e kadar Endülüs adını verdikleri İspanya topraklarını Vizigotlar’ın elinden aldı. Endülüs, 750 yılında yıkılıncaya kadar Emevî Devleti’nin hakimiyetinde kaldı. 1. Emirlik Dönemi I. Abdurrahman 756 yılında Emevî ailesinden I. Abdurrahman burada Endülüs Emevî Devleti’ni kurdu. Yemenliler, Berberîler, Sakâlibe gibi etnik toplulukları ve eski vali Yusuf el-Fihrî’yi yenilgiye uğratarak, onlar arasında dengeli bir siyaset takip ederek Endülüs’te hakimiyetini sağlamlaştırdı. Ordusunu Kuzey Afrika’dan getirttiği murtezika adı verilen paralı askerlerden ve abîd adı verilen harp esirlerinden oluşturdu. Franklar karşısında da sınır güvenliğini sağladı. 788’de öldüğünde yerine geçen oğlu I. Hişam’a iç çekişmeleri önemli ölçüde azalmış, gözünü dış politikaya çevirmiş bir devlet bıraktı. I. Hişam I. Hişam Pireneleri aşıp İspanya’nın kuzeyinde fetih girişimlerinde bulundu. Malikî mezhebine resmiyet kazandırdı, din bilginlerini devlet yönetiminde etkin bir konuma getirdi. Onun döneminde yerli halktan Müslüman olup muvelledûn adıyla anılanların sayısında hızlı bir artış yaşandı. 796’da ölen I. Hişam’ın yerine oğlu I. Hakem emir oldu. I. Hakem I. Hakem yönetimde din bilginlerine babası gibi bir ayrıcalık tanımaması din bilginlerinin önderliğinde muvelledûn denilen kesimin ayaklanmasına yol açtı. Ayrıca Arap ve Berberîlerin de ayaklanması ülke barışını tehdit eder bir konuma geldi. 801’de Berşelûne Frankların eline geçti. II. Abdurrahman I. Hakem’den sonra 822 yılında emir olan oğlu II. Abdurrahman ülkenin istikrar ve güvenliğinin korunmasına büyük önem verdi. Bu dönemde I. Hakem döneminde olduğu gibi pek iç karışıklık ve isyanlar yaşanmadı. (Böylece ülke ekonomi ve uygarlık alanlarında büyük ilerlemeler katetti. Sınır güvenliğini yeniden sağladı.) Muhammed 852 yılında II. Abdurrahman’ın yerine geçen oğlu Muhammed ilk yıllarda miras aldığı refah düzeyi yüksek barış ortamını koruyabildi. Sonraları yönetim kadrosunda deneyimsiz kişileri geniş yetkilerle donatmasının sonucu olarak ülkede istikrar ortamı bozuldu. (Önceden olduğu gibi Muvelledûn, Araplar ve Berberîler yeniden ayaklandı.) Önü alınamayan bu ayaklanmalar Muhammed’in 886’da ölümünden sonra da emirlik makamına geçen Münzir ve Abdullah dönemlerinde de etkisini artırarak sürdü. Sonuçta görünüşte merkeze bağlı olmakla birlikte kendi başına buyruk hareket eden devletçikler ortaya çıktı. Endülüs, Hıristiyan krallıklar karşısında korunmasız ve çaresiz bir konuma düştü. 2. Halifelik Dönemi III. Abdurrahman Devletin buhranlı dönemi ancak 912’de tahta geçen III. Abdurrahman’ın başarılı yönetimi sayesinde sona erdi. O, on yılı aşkın bir süre içinde ülkede yeniden birlik ve beraberliği sağladı. Fatımî halifelerine karşı da mücadele etmeyi planlayan III. Abdurrahman, onlar karşısında siyasî bakımdan aynı düzeyde bir mücadele yürütebilmek için 929’da halifeliğini ilan etti. Böylece Endülüs Emevî Devleti’nde halifelik dönemi başlamış oldu. Fatımîlere karşı Kuzey Afrika’da bulunan sünnîler ve Berberî kabileleriyle işbirliği yaptı. Ülkesinin ekonomik refah düzeyini yükseltti. 961’de öldüğünde yerine geçen oğlu II. Hakem’e hem iç hem de dış siyasette saygınlığı artmış bir ülke bıraktı. II. Hakem II. Hakem de ülkenin medeniyet düzeyini yükseltti. Endülüs’ü İslâm medeniyetinin en gözde devleti haline getirdi. II. Hişam II. Hakem’in 976’da ölümünden sonra yerine çocuk yaşta olan II. Hişam’ın geçmesiyle Endülüs Emevî Devleti’nde kontrolü ele alan Hâcib Muhammed b. Ebû Âmir ile başlayan ve iki oğlu Abdülmelik ile Abdurrahman zamanlarında süren Âmirîler dönemi (976-1008) ortaya çıktı. Arapların ve Sakâlibe’nin yerine paralı Berberî askerlerin sayısını artırdı. İcraatlarından ismi konulmamış bir halife gibi hareket ettiği anlaşılan Muhammed b. Ebû Âmir, kendi adına para bastırdı ve hutbe okuttu. Hem ülke içindeki karşıt gruplarla hem de Hıristiyan krallıklarla başarılı bir mücadele yürüttü. III. Hişam Muhammed b. Ebû Âmir ölmeden önce yerine oğlu Abdülmelik’in hâcib olarak atanmasını sağladı. Böylece Halife III. Hişam üzerinde kurduğu nüfûzu oğlu sürdürdü. Abdülmelik, Hıristiyan krallıklara düzenlediği başarılı seferlerle hem onlar üzerindeki etkinliğini sürdürdü hem de elde ettiği ganimetlerle ülkenin ekonomik düzeyini yükseltti. Abdülmelik’in 1008’de ölümü üzerine hâciblik makamına üvey kardeşi Abdurrahman b. Ebû Âmir geçti. Abdurrahman’ın aşırı ihtirası hem Âmirîler döneminin sona ermesine hem de Endülüs Emevî Devleti’nin yıkılış sürecine girmesine yol açtı. Sayıları kontrolsüz artan Berberî askerlerin Kurtuba halkını rahatsız etmesi 1008’de genel isyana neden oldu ve Abdurrahman b. Ebû Âmir öldürüldü. Halife III. Hişam ise kayıplara karıştı. Ortaya çıkan otorite boşluğu tüm çabalara rağmen sağlanamadı ve 1031’de Endülüs Emevî Devleti sona erdi. Onun yerinde Mülûku’t-Tavâif adı verilen birçok devletçik kuruldu. Müslümanların her geçen gün daha zayıf düşmeleri Hıristiyan krallıkların Endülüs’ü şehir şehir yeniden ele geçirmeye başlamalarına yol açtı. Özellikle 1085’de Tuleytula’nın elden çıkması Müslümanlara büyük bir darbe indirdi. Bunun üzerine Müslüman iktidar kavgasını bir yana bırakıp Murâbıtlardan yardım istediler. Murâbıt Hükümdarı Yusuf b. Taşfin Endülüs’te barış ortamını yeniden kurdu ve sınır güvenliğini sağladı. Altmış yıl süren bu Murâbıt hakimiyetinin ilk yirmi beş yılı istikrarlı geçti. Ancak 1147’de Kuzey Afrika’da Murâbıtların yıkılışıyla birlikte Endülüs’te de karışıklıklar yeniden başladı. Bunun üzerine aynı yıl Endülüs’te Muvahhidler hakimiyet kurdu. Endülüs’te Müslümanların yeniden kontrolü sağlamaya başladığını gören Hıristiyanlar bir haçlı seferi düzenlediler. 1212’de Müslümanları ağır bir yenilgiye uğratıp Endülüs şehirlerini yeniden ele geçirmeye başladılar. Kuzey Afrika’da da zor duruma düşen Muvahhidler Devleti haçlı işgalinden sorumlu tutularak çıkarılan isyanlar sonucunda 1229’da Endülüs’te hakimiyetini kaybetti. Hıristiyan krallıklarının işgallerinden yalnızca Muhammed b. Nasr’ın Gırnata’da kurduğu (İlbîre’den Ronda’ya kadar sahil şeridi boyunca uzanan) Ahmerîler Devleti kurtuldu. Bu devlet birleşik İspanyol ordularınca 1492 yılında yıkılıncaya kadar egemenliğini sürdürdü. Bu tarihten sonra İspanya’da kalan Müslümanlar, Hıristiyanlaşanlar da içinde olmak üzere yüz yılı aşkın bir süre sıkıntılar içinde burada yaşadıktan sonra 1609 yılında ülkeden sürgün edildiler.
__________________ Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır. |
Konu Sahibi Medine-web 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Medineweb Görsel ve Slayt arşivi( kaybolmaması... | Medineweb.net Videolar | Medine-web | 5 | 211 | 23 Eylül 2024 20:24 |
Mustafa İslamoğlu Sözler | Medineweb.net Videolar | Mihrinaz | 2 | 393 | 30 Nisan 2023 16:51 |
Şirk Hakkında Kuran Ne Diyor? | Medineweb.net Videolar | Medine-web | 0 | 264 | 29 Nisan 2023 18:52 |
DÜNYA KABE'NİN NERESİNDE | Hacc-Umre-Kurban | Medine-web | 0 | 1106 | 27 Nisan 2020 21:40 |
09 Ocak 2014, 20:30 | Mesaj No:2 |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cevap: ANKARA İLİTAM İslam Tarihi ve Medeniyeti Ders Özetleri 1.2.3.4.5 Üniteler ÜNİTE: 2 ABBASÎLER - BAĞLI VE KOMŞU DEVLETLER (Doç.Dr. Hasan KURT) Abbasiler, 1258’de gerçekleşen Moğol istilasına kadar Irak merkezli bir devlet kurmuşlardır. Ancak 1261den 1517’ye kadar Mısır’da siyasi varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Adlarını Hz. Muhammed’in amcası Abbas b. Abdülmuttalib’ten alan Abbasîler, Horasan’da etkili olan Şiîler ile işbirliği yaptılar. Hep birlikte Hz. Muhammed’in yakınları sıfatını kullanarak ihtilal hazırlıklarını yürüttüler. Şiîlerin büyük bölümünün liderliğini yapan Hz. Ali’nin torunu Ebû Haşim, 716 yılında ölmeden önce imameti Abbasîlerden Muhammed b. Ali’ye, o da 747 de ölümünden önce oğlu İbrahim b. Muhammed’e bıraktı. İbrahim b. Muhammed, Ebû Müslim el-Horasanî aracılığıyla Horasan’da örgütlenerek ihtilal hareketini başlattı. Bu sırada İbrahim b. Muhammed’in Emevîler tarafından tutuklanması üzerine onun yerine kardeşi Ebu’l-Abbas geçti. 750 yılında Emevî Halifesi Mervan b. Muhammed’in Yukarı Mısır’da Bûsîr denilen yerde yenilgiye uğratılıp ortadan kaldırılmasıyla Emevî Devletitarihe karıştı. Bu gelişmeler olurken diğer yandan da ihtilâl hareketinin önde geleni ve Şiî eğilimli Ebû Seleme, Ebû Müslim kuvvetlerince öldürüldü. Böylece Şiîlerle Abbasîler arasındaki ilk ayrılık ortaya çıkmış oldu. Emevîlerle birlikte İslâm dünyasında Arap etnik temeline dayalı devlet anlayışı da yıkıldı. Bunun yerine etnik temelin ötesinde çeşitli çıkar gruplarının birleşmesine dayanan bir yapı kuruldu. Abbasîlerin iktidara gelmesiyle yönetim merkezi Suriye’den Irak’a geçti. Sırasıyla Haşimiye, Enbâr, Bağdat ve Samarra Abbasîlerin başkenti oldu. Bunlar arasında etkisi diğerlerine göre daha kalıcı ve büyük olan Bağdat’tı. 2. Devlet Yönetimindeki Etnik Yapı İktidar değişikliğiyle özellikle Horasanlılar devletin üst düzey kadrolarında yer aldılar. Onların lideri durumunda olan Ebû Müslim el-Horasanî’nin Abbasî Halifesi Ebû Cafer tarafından öldürülmesi, devlet yönetimindeki etkilerini azaltamadı. Halife Reşid’in oğulları Emin ve Me’mun arasında yaşanan iktidar mücadelesi sonunda Horasanlıların etkisi daha çok arttı. Me’mun’un, etkisinde kaldığı Horasan’ın İranlı önde gelenlerinin yönlendirmelerinden bir süre sonra rahatsızlık duymaya başlaması, bu eyaletin Maveraünnehir yakasından olan Türklerin yıldızının parlamasını sağladı. Her geçen gün hilâfet ordusundaki Türk sayısı biraz daha arttı. Sonuçta Türklerin, ordusunda yer aldıkları Mu’tasım’a halifelik yolunu açmaları nüfûz alanlarını genişletti. Türkler başkentin Tahiroğullarının nüfûz alanı olan Bağdat’tan yeni kurulan Samarra’ya taşınmasını sağlayarak, Abbasî halifelerini bütünüyle kendi nüfûz alanlarına aldılar. Halife Müstaîn 865 yılında Samarra’dan gizlice Bağdat’a kaçarak Türk nüfûzundan kurtulmayı planladıysa da, bu plan çıkan iç savaş sonucunda onun Türkler tarafından iktidardan uzaklaştırılması ve yerine Mu’tez’in halife olmasıyla sonuçlandı. 892 yılında başkentin yeniden Bağdat’a taşınması da Türklerin etkinliğini azaltmadı. Devlet adamları arasında yaşanan rekabet X. yüzyılın başından itibaren halifelerin nüfûzunu iyice zayıflattı. Halifeler emirlerden birinin himayesine girmek zorunluluğu hissetti. Böylece Abbasîler Devleti’nde Emîru’l-Ümerâlık dönemi başladı. Türk asıllı komutan Mûnis, Halife Muktedir ve Kâhir-Billah (932-934) dönemlerinde bu unvanı kullandı. Emîru’l-Ümerâlar hemen hemen tüm halifelik yetkilerini ele geçirdiler. Komutan İbn Râik’ten sonra bu göreve getirilen Beckem et-Türkî’nin adı Abbasî Devleti’nde basılan paraların üzerinde halifenin adıyla birlikte yer aldı. 945 yılında Şiî Büveyhîler’in Bağdat’ı işgalleriyle birlikte Emîru’l-Ümerâlık onların eline geçti. Fakat Büveyhîler Abbasî Devleti üzerindeki hakimiyetlerine şiîliklerini yansıtmadılar. Halbuki XI. yüzyılın ortalarında Büveyhîler güçlerini kaybedince, Abbasîler üzerinde hakimiyet kuran Arslan Besâsirî, Bağdat’ta hutbeyi Fatımî halifesi adına okutarak Şiîliği açıkça Abbasîlerin resmî mezhebi haline dönüştürme girişiminde bulundu. Selçuklular 1055 yılında gerçekleştirdikleri müdahaleyle Arslan Besâsirî’nin hakimiyetinden Abbasî Devleti’ni kurtarıp Abbasî halifesine yeniden eski saygınlığını kazandırdılar. Bağdat’ın yanı sıra tüm Irak’ı ve Suriye’yi de Fatımîlerin elinden aldılar. Kurdukları medreselerle de Şiîliğe karşı fikrî mücadele verdiler. Harizmşah Tekiş’in 1194 yılında Irak Selçuklu Sultanı Tuğrul’u yenilgiye uğratması sonucunda onun hakim olduğu tüm bölgeler Harizmşahların ele geçti. Böylece Abbasî Devleti de Harizmşahların kontrolüne girdi. Moğol Hükümdarı Cengiz Han’ın 1218 yılından sonra batıya yönelerek İslâm dünyasını işgale başlaması ve Harizmşahları ortadan kaldırması sonucunda 1258 yılında Bağdat Moğolların eline geçti. Moğollar, Abbasî halifesini ve üst düzey devlet adamlarını öldürerek bu devletin varlığına Bağdat’ta son verdiler. Moğol akınlarını Aynicâlût’ta durdurmayı başaran Memlükler, üç yıl aradan sonra 1261’de Abbasî halifeliğini Mısır’da yeniden kurdular. Böylece Moğollar karşısında Abbasî Devleti’nin savunuculuğunu üstlenerek İslâm dünyasının liderliğini ellerine aldılar. Abbasî Hilâfeti Mısır’da el-Hâkim’in soyundan gelenlerce sürdürüldü. Memlük sultanlarının kontrolünde olan Abbasî halifelerinin adları paraların üzerinde, onların adlarıyla birlikte yer aldı. Abbasî halifeleri Memlük sultanlarının tahta geçişleri sırasında yapılan taç giyme törenlerini ve dinî vakıfları yönettiler. Başka bölgelerde hakim olan bazı hükümdarların meşruluğunu onaylamak için menşurlar gönderdiler. Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında Memlükler Devleti’ni ortadan kaldırıp Halife Mütevekkil’i İstanbul’a getirmesiyle Kahire’deki Abbasî Hilâfeti sona erdi. 3. Abbasî Devleti’nde Ortaya Çıkan İsyanlar Abbasî Devleti’nde siyasî, ekonomik ve dinî sebeplere dayanan isyanlar ortaya çıkmıştır. Emevî Devleti’ni yeniden kurmak için ilki yıkılışından iki yıl sonra ortaya çıkan birçok başarısız isyan girişimlerinde bulunuldu. Abbasîlerin ihtilal sırasında ortağı durumunda olan Şiîlerin yönetimden bütünüyle dışlanması zaman zaman isyana yol açtı. Şiîler isyan hazırlıklarını ilk zamanlar büyük bir gizlilik içinde yürüttüler ve Abbasî Devleti yetkililerine yakalanmamak için de sık sık yer değiştirdiler. Bazı Şiî isyanlarının arkasında içine düştükleri ekonomik şartların da büyük etkisi vardı. Halkın yöneticilerden hoşnutsuzluğu da Şiî isyanlarının büyümesinde önemli rol oynadı. 864 yılında Hasan b. Zeyd liderliğinde gerçekleştirilen isyan sonucunda Taberistan, Rey ve Deylem isyancıların eline geçti. Karşılıklı mücadelelerle de olsa, Şiîler söz konusu bölgede 900 yılına kadar hakimiyet kurmayı başardılar. Diğer Şiî isyanları büyük ölçüde başarısızlıkla sonuçlansa bile Abbasîleri uzun süre uğraştırdı, güvenliği ve ekonomik refahı olumsuz yönde etkiledi. Halife Ebû Cafer Mansur’un Abbasî ihtilalinin başarıya ulaşmasında büyük katkısı olan Ebû Müslim el-Horasanî’yi nüfûzundan çekinerek öldürmesi, onun taraftarlarının zaman zaman isyan etmelerine neden oldu. Söz konusu halife döneminde Ebû Müslim adına Horasan’da çıkarılan isyanların en tehlikelisi Mukanna’ın isyanıydı. Ruh göçü inancına sahip olan bu şahıs peygamberlik ve ilahlık iddiasında da bulunuyordu. Her geçen gün gücünü artıran Mukanna’ kafilelerin yollarını kesmeye ve köylere saldırıp onları tahrip etmeye başladı. Kiş’te Sâm adı verilen dağda bir kaleye yerleşip buradan Maveraünnehir ve Horasan’da yayılan isyanı yöneten Mukanna’ burada 780 yılında gerçekleştirilen kuşatma sırasında ele geçirileceğini anlayıp kendisini ve yanındakileri zehirleyerek öldürünceye kadar faaliyetine devam etti. Onun taraftarlarından geriye kalanlar Mübeyyiza adı altında zaman zaman başarısız isyan girişimlerinde bulunmayı sürdürdüler. Abbasîler döneminde ortaya çıkan büyük isyanlardan biri de Bâbek el- Hürremî tarafından 816 yılında Azerbaycan’da başlatıldı. Bâbek; Ermeniye, Azerbaycan ve Irak’ın bir bölümünde hakim oldu. Bu hareket inanç esaslarında hem Mazdekî hem de Şiî öğretilere yer verdi. Cibâl, Hemedan ve İsfehan bölgeleri halkından kalabalık bir grubun yanı sıra Ebû Müslim taraftarları da Bâbek’e destek vererek eşkiyalık yapmaya başladılar. Bizans İmparatorluğu’nca da desteklenen Bâbek, yirmi yıl boyunca etkinliğini sürdürdü. 834 ve 837 yıllarında ağır yenilgilere uğratılarak taraftarlarıyla birlikte kendisi de ortadan kaldırıldı. 869-883 yılları arasında Zencîlerin Basra ve Vâsıt’ta çıkardığı isyan coğrâfî yakınlık dolayısıyla başkent Bağdat’ta korkulu yılların yaşanmasına yol açtı. Uzun ve kanlı mücadelelerin sonunda ancak bastırılabildi. X. yüzyılın başlarında Karmatîler Suriye, Filistin ve el-Cezîre’yi yağmaladılar. Bahreyn’de merkezi Ahsâ olan bir devlet kurdular. Hakimiyetlerini Hicaz bölgesine de yaymayı başardılar. Onların Bahreyn’deki hakimiyeti XI. yy’ın sonlarına kadar sürdü. 4. Abbasîler Döneminde Dış Politika Abbasîler’in dış politikadaki mücadelesi daha çok Bizanslılara karşı oldu. Halife Harun Reşid Tarsus-Malatya arasındaki Abbasî-Bizans sınırındaki kaleleri tamir ettirip savunma yönünden güçlendirdi. Bu kalelerde bulunan gönüllü asker sayısını artırarak akınlara hız verdi. Bu kaleleri avâsım adı verilen bir valilik haline dönüştürdü. Bizans’a ve Endülüs Emevî Devleti’ne karşı Frank Kralı Büyük Karl (Charlemagne) ile işbirliği yaptı. Halife Me’mun ise Anadolu’da Tyana (Tuana)’yı ele geçirip Müslüman halkın iskanına açtı. Böylece Anadolu’yu fetih niyetinde olduğunu ortaya koydu. Abbasî halifeleri içinde Bizans’a en geniş çaplı askerî sefer düzenleyen Mu’tasım oldu. Büyük bir orduyla Anadolu’ya giren Halife Mu’tasım Ankara üzerinden ilerleyerek Afyon yakınlarında bulunan ve bölgenin en büyük şehri olan Amorion (Ammûriye)’u ele geçirdi. Halife Mu’tasım’dan sonra Bizans’a yapılan seferler hız kesmeye başladı. IX. yüzyılda oldukça geniş bir coğrafyaya hükmeden Abbasî Devleti’nin hakim olduğu topraklarda otoritesi zayıflayarak zamanla halifelerin maddî nüfûzu Bağdat ve çevresiyle sınırlı kaldı. Suriye ve el-Cezîre’de yeni devletlerin kurulması üzerine Bizans ile mücadeleyi bu devletler yürüttü. B. ABBASÎLERE BAĞLI VE KOMŞU DEVLETLER Halife Mütevekkil döneminden itibaren Abbasî halifelerinin otoritesi zayıflamaya başlayınca hilâfet merkezine eyaletlerde pek bağlılık kalmadı. Buralarda siyasî bakımdan sözü geçenler, gelirleri Bağdat’a göndermektense kendi bölgelerinde tutacak birini vali seçmeyi bireysel ve toplumsal çıkarları açısından daha uygun buldular. X. yüzyıldan sonra ise Bağdat hilâfet merkezinin artık sürdüremediği İslâm dünyası liderliği yerel güçler arasında paylaşılmaya başladı. Hilâfet manevî nüfûzu, sultan ve hükümdarlar ise devlet otoritesini temsil eder hale geldiler. 1. Tahiroğulları Tahir b. Hüseyin’in 821 yılında Horasan valiliğine tayinini yaptırmasıyla Maveraünnehir’in de içinde bulunduğu Horasan’da Tahiroğulları Hanedânı kurulmuş oldu. Tahir b. Hüseyin iki yıl kadar süren Horasan valiliği döneminde daha çok bağımsız bir hükümdar gibi davrandı. Kendi adına bastırdığı paraların üzerine Halife Me’mun’un adını yazdırmadı. Hutbelerde onun adını okumayı terk etti. Tahir b. Hüseyin’in, icraatlarından rahatsız olan hilâfet merkezi tarafından zehirletilerek öldürüldüğü iddialarına karşın yerine oğlu Talha b. Tahir atandı. Talha b. Tahir, babası gibi davranmak yerine Abbasî Devleti’nin hakimiyetini Horasan’da korumaya ve güçlendirmeye çalıştı. 829 yılında Talha’nın yerine geçen kardeşi Abdullah b. Tahir, Tahiroğullarının Horasan’daki en güçlü valisiydi. Bölgedeki Hâricî ve Zeydî isyanlarını kontrol altına aldı. Türk komutan Afşin’in hilâfet merkezindeki nüfûzunun sona erdirilmesi konusunda Abbasî yönetimiyle işbirliği yaptı. 844 yılında ölen Abdullah b. Tahir yerine geçen oğlu Tahir b. Abdullah ve onun oğlu Muhammed b. Tahir dönemlerinde Hâricî isyanları yeniden şiddetlenmeye başladı. Tahiroğulları Horasan’da güç ve nüfûzlarını kaybetmeye başladı. Çocuk yaşta vali olan ve eğlenceye düşkün bulunan Muhammed b. Tahir, Saffaroğulları devletini kuracak olan Yakub b. Leys karşısında uzun mücadelelerin ardından yenilgiye uğrayarak 873 yılında Tahiroğullarının Horasan hakimiyeti sona erdi. Tahiroğulları, Tahir b. Hüseyin döneminden itibaren Bağdat’ta polis teşkilatı olarak nitelendirebileceğimiz Şurta’nın da yöneticiliğini yaptılar. Tahir b. Hüseyin’in Horasan valiliğine atanması üzerine Bağdat polis teşkilatının başına oğlu Abdullah b. Tahir geçmişti. Onun Horasan valiliğine atanmasından sonra Bağdat polis teşkilatının başına geçen Tahiroğullarından olan bütün yöneticiler, buraya bağlı olarak görev yaptı. Bağdat’ın başkent olduğu dönemlerde Tahiroğulları, Halife üzerindeki en etkin kimseler arasında yer aldılar. Başkent olması nedeniyle valisi bulunmayan Bağdat’ta Tahiroğulları vali gibi görev yaptılar. Bu durum başkentin Bağdat’tan Samarra’ya taşınmasından sonra da aynı şekilde devam etti. Tahiroğulları Bağdat’ta devletin halku’l-Kur’ân gibi devletin resmî görüşlerinin yaygınlaşması için çalıştılar. IX. Yüzyılın ortalarından itibaren Bağdat’ta Tahiroğulları arasında iktidar mücadelesi yaşandı. Bu durum polis teşkilatının yönetiminin 892 yılında onların elinden bütünüyle çıkışına kadar sürdü. 2. Saffaroğulları Saffaroğulları Hanedânı, Yakub b. Leys tarafından 873 yılında Tahiroğullarının Maveraünnehir dışındaki Horasan topraklarında kuruldu. Horasan’daki hakimiyetinin Abbasî halifeleri tarafından resmen tanınması için hayli mücadele verdiler. Tahiroğullarının bu konudaki engelleme çabaları karşısında kimi zaman başarılı kimi zaman başarısız oldular. 876 yılında Deyrü’l-Akûl yakınında yapılan savaşta Yakub b. Leys, Abbasî ordusu karşısında yenilgiye uğradı ve kendisi de yaralandı. Esir olarak yanında bulundurduğu Tahiroğullarının son Horasan Valisi Muhammed b. Tahir onun elinden kurtarıldı. 878 yılında ölen Yakub b. Leys’in yerine geçen kardeşi Amr b. Leys de, Abbasî yönetimiyle iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Kimi zaman Horasan valiliğinin yanı sıra Bağdat polis teşkilatının yönetimini de Tahiroğullarının elinden alıp kendisine bağlanmasını sağladı. Fakat her defasında Tahiroğullarının engellemeleriyle karşılaştı. Bu mücadele 900 yılında Belh’te çıkan çatışmada Sâmânoğulları Hükümdarı İsmail b. Ahmed’in Amr b. Leys’i büyük bir yenilgiye uğratarak esir almasına ve Bağdat’ta 902 yılında öldürülüşüne kadar sürdü. Onun öldürülüşü Saffaroğullarının da sonu oldu. 3. Sâmânoğulları Başlangıçta Tahiroğullarına bağlı olarak Maveraünnehir’de valilik yapan Sâmânoğulları, onların yıkılışından sonra doğrudan Bağdat’a bağlı olarak görevlerini yürüttüler. Ailenin büyüğü olan ve Semerkant’ta bulunan Nasr b. Ahmed, Maveraünnehir’in diğer şehirlerinde valilik yapan kardeşlerinin amiri durumundaydı. Kendisine bağlılığı konusunda kaygılar taşıdığı Buhârâ valisi olan kardeşi İsmail b. Ahmed ile 885 ve 888 yılında savaşmışlarsa da aralarındaki ilişki daha sonra düzeldi. Nasr b. Ahmed’in 892’de ölümü üzerine yerine kardeşi İsmail b. Ahmed geçti ve Sâmânoğullarının merkezi de onun bulunduğu şehir Buhârâ oldu. İsmail b. Ahmed, Horasan’da Saffaroğullarını ve Taberistan’da Zeydîleri yenilgiye uğratarak Tahiroğullarının hakim olduğu tüm toprakları hakimiyeti altına aldı. Abbasîler de onun bölgedeki hakimiyetini resmen tanıdı. Sâmânoğulları 943 yılında Ahmed b. İsmail’in ölümünden sonra çöküş sürecine girdi. İktidar mücadeleleri ülkeyi zayıflattı. Sâmânoğulları, istikrarsız yönetimlerini X. yüzyılın sonuna kadar sürdürmeyi başarmışlarsa da; bazı bürokratlarının ve ordu komutanlarının daveti üzerine 992’de Karahanlıların Buhârâ’yı ele geçirişi, hanedânın sonunun geldiğini ortaya koydu. 999 yılında Karahanlılar, Sâmânoğulları Hanedânı’na tamamen son verdi. 4. Büveyhîler 932-1062 yılları arasında İran ve Irak’ta hüküm süren Büveyhîlerden Muizzuddevle 945 yılında Bağdat’ta halife tarafından emîru’lümerâ tayin edildi. Şiî Büveyhîler Sünnî İslâm dünyasının desteğini arkalarına alabilmek için Abbasî yönetimini ortadan kaldırmak yerine fiilen kontrolleri altına almayı tercih ettiler. Fars Şiraz- Hazar Denizi çevresi, Cibâl, Kirman-Huzistan ve Irak olmak üzere dört ayrı bölgede egemenlik kuran Büveyhîler her zaman olmasa da ailenin en yaşlı üyesinin otoritesine saygı duyuyorlardı. Adudüddevle döneminde Büveyhîler güçlerinin zirvesine çıktılar. Ancak 983’te onun ölümü üzerine önce oğulları arasında başlayan iktidar mücadelesi, ordunun isteği üzerine Adudüddevle’nin kardeşi Fahruddevle’nin iktidara geçmesine yol açtı. İran’ın tümünde kontrolü sağlayan Fahruddevle, Sâmânoğullarıyla mücadeleye girişince Horasan’daki Büveyhî hakimiyeti önemli ölçüde kırıldı. Irak’ta ise Bahauddevle’nin 1012 yılında ölümünden sonra oğulları arasında yaşanan iktidar mücadelesi Büveyhîlerin iktidarını zayıflattı. Benzer iktidar kavgaları Fars ve Cibâl bölgesinde de yaşandı. Gazneliler 1029’da Cibâl’de, Selçuklular 1048’de Kirman’da ve 1055’de Bağdat’ta, Şebânkâre Emiri Fazlûye ise 1056’da Fars’ta Büveyhî hakimiyetine son verdi. 5. Fatımîler 909-1171 yılları arasında Kuzey Afrika, Mısır ve Suriye’de egemen olan Fatımîler, bir Şiî devletiydi. Devleti İfrîkıyye’de (Tunus) kuran Ubeydullah el-Mehdî kendini halife ilan etti. Mehdiye ve Kayravan yakınındaki Sayrelmansûriye bu devletin başkentleri arasında yer aldı. 969 yılında Mısır’ın alınmasından bir süre sonra Kahire, Fatımîlerin başkenti oldu. Çok geçmeden Hicaz’da da hakimiyet kuran Fatımîler, İslâm dünyasının tek hakimi olmak için Bağdat yönünde yayılmaya çalıştılar. 988’de Suriye’yi Karmatîlerin elinden aldılar. Fakat Halife Aziz-Billah’ın 996’da ölümünden sonra Fatımî Devleti eski gücünü yitirmeye başladı. Hilâfet mücadeleleri ve ülkenin birçok yerinde çıkan karışıklıklar sonucunda yönetimden kopmalar başladı. XI. yüzyılın ikinci yarısında Mısır dışındaki bölgelerde kontrolü bütünüyle kaybetti. 1130’da veliaht bırakmadan Fatımî Halifesi Âmir’in ölümü devletin çöküşünü hızlandırdı. 1169’da Mısır, Zengîlere bağlı Eyyûbîlerin eline geçti. 6. Eyyûbîler Eyyûbîlerin tarih sahnesindeki önemli rolleri Selahaddin Eyyûbî’nin 1169’da Mısır’da vezir olmasıyla birlikte başladı. Kısa zamanda Mısır’da kontrolü sağlayan Selahaddin, Fatımî ordusunu ve taraftarlarını yönetimden uzaklaştırdı. Nureddin Zengî’nin 1174’te ölümünden sonra ortaya çıkan karışıklardan yararlanarak onun yönetimindeki bölgeleri ele geçirdi. Haçlılarla amansız mücadelelerde bulundu. 1193 yılında Selahaddin’in ölümü üzerine sınırları Trablusgarb’tan Hemedan ve Ahlat’a, Yemen’den Malatya’ya kadar uzanan Eyyûbîler Devleti’nde iktidar mücadelesi yaşandı. 1200’de Eyyûbîlerin saltanatının Selahattin’in kardeşi Adil’in eline geçmesiyle ülkede yeniden dirlik ve düzen kuruldu. Adil, Haçlılarla genellikle iyi geçinmeye çalıştı. Ahlatşahlar’ın iktidarına son vererek Ahlat, Erciş ve Van’ı topraklarına katarak Gürcülerle komşu oldu. Adil’in ölümü üzerine yerine geçen oğlu Kâmil, 1230 yılında Artukluların Hasankeyf koluna son verdi. Kamil’in 1238’de ölümünden sonra Eyyûbîler iyice parçalandı. 1250’de Turan Şah’ı öldürerek Memlükler yönetimi ele geçirdi. 7. Memlükler Büyük bölümü Türklerden oluşan Memlüklerin hakimiyetlerinin ilk on yılı aralarında iktidar mücadelesiyle geçti. Sultan Baybars ve Seyfeddin Kalavun gibi Memlük sultanları, Moğollar karşısında büyük zaferler kazandılar. Moğollarla işbirliği yaparak Memlük topraklarına saldırmak isteyen Haçlıların planını bozup Moğol ordusunu II. Humus Savaşı’nda büyük bir bozguna uğrattılar. Memlüklere karşı bazı Avrupa hükümdarları ve papalık ile işbirliği yapan Moğollara karşı, Altın Orda ve Tunus Hafsî Sultanlığı ile ilişkilerini güçlendirdiler. Bizans İmparatorluğu, Fransa, Almanya, Cenova ve Venedik ile birçok konuda işbirliği kurdular. XV. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’yle ilişkileri bozuldu ve 1517 yılında bu devlet tarafından ortadan kaldırıldılar. SÖZLÜK: atabey: Şehzadelerin eğitimi veya bir eyaletin yönetimi ile görevli vezir. dîvanu'd-diyâ: Halifelik mülklerinden sorumlu idarî birim. dîvanu'z-zenâdıka: İran dinlerini yeniden canlandırmak amacıyla çıkarılan isyanları bastırmaktan sorumlu idarî birim. emîru'l-ümerâ: Abbasî Devleti'nin X. yy. da zayıflamasıyla birlikte görü-nürde halifeye bağlı fakat halifelik yetkileriyle donatılmış devletin en üst düzey yetkilisi. gulâm: Abbâsî Devleti'nde halifelerin özel birliklerinde asker olarak görev yapan savaş esiri. halku'l-Kur'ân: Mu'tezile Mezhebi'nin Kur'ân'ın yaratılmış olduğuna ilişkin görüşü. hırka-i şerif: Hz. Muhammed'in sağlığında giydiği hırka. imamet: Toplum önderliği, halifelik. İsmailî mezhebi: 765'te ölen İmam Cafer es-Sâdık'ın oğullarından İsmail'in taraftarlarının kabul ettiği mezhep. Maniheizm: İranlı düşünür Mani'nin III. yy.da kurduğu ve iyilik, kötülük esasına dayalı dinî inanç sistemi. Mazdekîlik: İlâh Ahura Mazda'ya nispetle eski İran dinlerinden Mecûsîli-ğe verilen ad. memluk: Abbasîler döneminde halifelerin ve sultanların özel birliklerinde görevli asker. menşur: Halife ve sultanlar tarafından verilen vezirlik, valilik gibi unvanı gösteren bir ferman türü. mevlâ: Fethedilen bölgelerin Müslüman olan halkına Arapların verdiği isim. sahibu'ş-şurta: Polis teşkilatı yöneticisi. Seneviyye: Alemdeki bütün tüm hayırlar nûrdan yani Tanrı'dan, bütün şerler de zulmetten yani Ehremen'den kabul etmelerinden dolayı Mecû-sîlere verilen ad. Şiîlik: Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da öldürülmesinden sonra ortaya çıkan ve Hz. Ali soyundan gelenlerin önderliğini kabul eden mezhep. Zeydîlik: Zeyd b. Ali Zeynel Abidin taraftarlarının benimsediği 730 yılın-da ortaya çıkan mezhep.
__________________ Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır. |
09 Ocak 2014, 20:31 | Mesaj No:3 |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cevap: ANKARA İLİTAM İslam Tarihi ve Medeniyeti Ders Özetleri 1.2.3.4.5 Üniteler ÜNİTE: 3 ORTA ASYA, HİNDİSTAN, İRAN ve DOĞU AVRUPA'DA KURULANTÜRK – İSLAM DEVLETLERİ Doç. Dr. Seyfettin ERŞAHİN A. Orta Asya’da Kurulan Türk-İslâm Devletleri Orta Asya’nın güçlü milletlerinden olan Türkler devlet kurma geleneklerini İslâmî dönemde de sürdürdüler. Orta Asya’da, Moğol istilasından sonra, Türkmenler, Kazaklar, Kırgızlar ve Uygurlar gibi Türk boyları zaman zaman siyaset sahnesine çıkmış ve mahallî hakimiyetler kurmuşlarsa da Türk hakimiyetini asıl temsil edenler Özbek Türkleri olmuştur. 1. Hârizmşahlar (1097-1231) Ömrü: 134 sene 11. yüzyıl sonlarında, Amuderya (Ceyhun) deltası ve çevresindeki Hârizm’de kurulan ve kısa sürede Maveraünnehir, Afganistan, İran ve Irak’ı içine alan Türk-İslâm devletidir. Ataları Anuştegin, kurucuları ise Kutbüddin Muhammed’dir. Alaatin Tekiş ise, önce Karahitaylılar’ı sonra da Selçuklu Sultanı II. Tuğrul’u yendi. (1194) Son hükümdarları Celaleddin olup onun hayatı maceralarla geçmiş ve sonunda Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’a Yassıçemen Savaşı’nda yenilmiştir.(1230) Hârzimşahlar, başkent Cürcan başta olmak üzere, Herat, Belh, Merv, Nişâbur, Buhârâ ve Semerkant’ı birer bilim ve sanat merkezi hâline getirmişlerdir. Hükümdar ve şehzadeler, genellikle iyi tahsil görmüş, kültür sahibi insanlardı. Âlimleri ve şairleri saraylarında topluyor, en büyük değeri veriyor ve himaye ediyorlardı. Açılan kütüphaneler, hastaneler, eczaneler ve kervansaraylarla ülke mamur hale getirilmişti. Ancak Moğollar bu devlete son vermişlerdir. 2. Çağataylar (1227-1369) Ömrü: 142 sene Moğol hanı Cengiz’in oğlu Çağatay tarafından Türkistan’da kurulmuştur. Halkının büyük çoğunluğu Türk olan bu devlet, 14. yüzyıl başlarında İslâmiyeti kabul etmiş ve hızla Türkleşmiştir. 3. Timurîler (1370-1507) Ömrü: 137 sene Hindistan’dan Anadolu’ya, Basra Körfezinden Aral gölüne veUkrayna’ya kadar uzanan Türk İmparatorluğu'dur. Timur; - Sahib - kıran-ı âzam (Cihan hükümdarı), Timurlenk (Aksak Timur), Timur Gürkan (Güvey Timur) gibi adlarla anılır. - Babası ve amcasının bir yıl ara ile vefat etmeleri sonucu başına geçtiği oymağı ‘devlet’ haline getirmiştir. - Cesur, zeki, bilgili ve aynı zamanda siyasi ve askeri deha sahibiydi. - Sınırlarını İtil (Volga)’dan Ganj Nehri’ne, Tanrı Dağları’ndan İzmir ve Şam’a kadar uzatmıştır. - İskender, Sezar ve Dârâ gibi ünlü cihangirlerin seviyesine çıkabilmek için, her biri zaferle sonuçlanan 17 sefer düzenlemiş ve 27 ülkenin hakanına boyun eğdirmiştir. - Timur, 1390 ve 1391 yıllarında ‘Altın Ordu’ seferi ile bu ülkeyi tahrip etmeseydi Ruslar Türk boyunduruğundan tamamen kurtulamayacak belki de Çarlık Rusyası kurulamayacaktı. - Yaptığı seferlerle Irak ve Güney Anadolu’yu,Delhi Sultanlığı'nı, ve Suriye'yi ele geçirdi. - Nihayet, 1402'deki Ankara Savaşı'nda, Yıldırım Bâyezid’i yenerek Osmanlı Devleti'nin gelişmesini bir süre durdurdu. - 1404 kışında Çin’e karşı çıktığı seferde Otrar şehrinde 1405’te vefat etti ve cenazesi mumyalanarak Semerkant’a defnedildi. Timur’un vefatıyla ülke oğulları ve torunları arasında bölüşüldü. Şahruh mücadeleyi kazandı. Ondan sonraki taht kavgasını da oğlu ve aynı zamanda Semerkant Hakimi olan Uluğ Bey (1447-1449) kazandı. (Uluğ Bey, fen ve ilme çok hizmet etmiştir.) Uluğ Bey’den sonra mücadeleyi kazanan Ebu Said (1451-1469) ise, döneminde sağladığı istikrarla Fatih Sultan Mehmet’ten sonra en güçlü hükümdar olmuştur. Timurlular son hükümdarları ‘Baykara’ zamanında kültürel bakımından en parlak dönemlerini yaşadılar. Şeybaniler (Özbekler),1507’de Timurlular’a son verdi. 4. Şeybanîler (1428-1598) Ömrü: 170 sene Batı Türkistan’da Timurluların zayıflaması üzerine devlet kurmuş Özbek Türk hanedânıdır. Özbekler, 15. yüzyılın birinci yarısından itibaren Türkistan’da belirleyici siyasî, sosyal, kültürel ve ekonomik güçlerden biri haline gelmişlerdir. Özbek Hanlığı, 1557’den sonra Buhârâ Hanlığı olarak anılmaya başladı. 5. Buhârâ Hanlığı / Emirliği (1599-1920) Ömrü: 321 sene Özbek Hanlığı’nın bir devamı olan Buhârâ Hanlığı'nda, Canoğulları (yani Astrahanlar) (1599-1785) ve Mangıtlar(1785-1920) hüküm sürdüler. 1868’de imzalanan bir antlaşma ile Buhârâ, içişlerinde bağımsız dış işlerinde Rusya'ya bağlı bir devlet haline geldi. 1920’de Bolşevikler’in yardımıyla Yaş (Genç) Buhârâlılar tarafından ortadan kaldırıldı. 6. Hîve Hanlığı (1511-1920) Ömrü: 409 sene 16. yüzyılda, Hârizm’de kurulan ve 1920’ye kadar fasılalarla devam eden bir Türk hanlığıdır. Şeybanîler hâkimiyeti sonrasında Safevî işgâline uğrayan Hârizm bölgesi halkı, Yadigâr Han soyundan İlbars’ın liderliğinde birleşip, 1511’de , Gürgenç merkezli Hîve Hanlığı'nı kurdular. Rusya 1873’te Hanlığı kendine bağladı. 1920’de Yaş (Genç) Hîveliler ve Sovyet desteğinde Hanlığa son vererek ‘Hârizm Halk Cumhuriyeti’ni kurdular. 7. Hokand Hanlığı (1710-1876) Ömrü: 166 sene Şeybanîlerden Ebulhayr'ın torunlarından Şah Ruh, 1710'da Fergana Vadisi’nde Hokand şehrini başkent yaparak hanlığını kurdu. Alim Han’dan sonra tahta geçen Ömer Han, eğitime önem vermiş, alimleri korumuş, çok sayıda cami ve medrese yaptırmış; Kırgız bozkırlarının büyük bir kısmını ve Türkistan’ı (Yesi) topraklarına katınca “emirul mü’minin” ünvanını kullanmıştır. Ruslar 1876’da Hanlığı tamamen işgal ederek, Fergana Vilayeti olarak düzenleyip Türkistan Genel Valiliği'ne bağlayarak siyasî varlığına son verdiler. 8. Kaşgar-Turfan Hanlığı (1418-1877) Ömrü: 459 sene Doğu Türkistan ve eski Uygur bölgesinde, Çağatay hanlarından Veyis Han tarafından kurulmuştur. Uygur Hanı olarak tanınan Mansur ilim ve kültüre önem vermiş, İslam’ı göçebe Türkler arasında yaymak için çalışmıştır. Ruslar ve İngilizler tarafından toprakları tehdit edilince 1870’de Osmanlı Sultanı Abdülaziz’e bağlılıklarını bildirip siyasi ve askeri yardım talebinde bulundular. Osmanlı ise askeri öğretmenler ve bir miktar silah göndermekten başka bir şey yapamadı. Yakub Han’ın 1877'de ölümünden sonra Çin, hanlığı "Yeni Fethedilmiş Ülke" anlamındaki Sinkiang (Sincan) adıyla topraklarına kattı. Böylece Doğu Türkistan’da günümüze kadar devam eden sömürge dönemi başlamış oldu. B. Hindistan’da Kurulan Türk-İslâm Devletleri Hindistan, Tüklerin devlet kurdukları coğrafyalardandır. İslâm öncesinde Ak Hunlar bölgede Türk hakimiyetini temsil eden Türklerdendir. İslâmiyet, Hindistan’a Emevîler zamanında gelmiş, Gazneliler ile Türk-İslâm hakimiyeti kurulmuş, bunu sonraki hanedânlar sürdürmüşlerdir. 1. Delhi Türk Sultanlığı (1206-1451) Ömrü: 245 sene Kutbüddin Aybeg Kuzey Hindistan’a hakim olarak Delhi Türk Sultanlığı’nı kurdu. Yaptırdığı çok sayıda cami, medrese gibi eserlerle bölgede Türk hakimiyetini, kültürünü ve sanatını yerleştirdi. Bu hanlık Afgan beyleri tarafından sona erdirildi. 2. Babürîler (1526-1858) Ömrü: 332 sene Hindistan’da, Timur’un beşinci göbekten torunuMuhammed Babür tarafından 1526’da kurulan bir Türk-İslâm devletidir. Ekber Şah (1556-1603), çalışmalarıyla Babür İmparatorluğu’nu dünyanın sayılı devletleri arasına sokarken, tebaası üzerinde ‘Din-iİlahi’ adıyla derleme bir din kurdu. Başka dinlere hürriyet tanırken müslümanlara zulüm yapması Ekber Şah’ın durumunu zayıflattı. Ekber Şah, 1603’te ölünce cesedi Behiştabad (sonra İskender) adı verilen bir bahçeye gömülüp üzerinebir türbe yapılmıştır. Ekber’in oğlu Cihangir Şah (1603-1627) döneminde ise; - İç barış için çalışılıp dindarlar üzerindeki baskı kaldırıldı. - Vergi tahsili daha ciddi yapıldığı için hazine kuvvetlendi. - Avrupalılar’a Hindistan’a ticaret tesisleri kurma izni verildi. Böylece İngilizler bölgeye sızmış oldular. - Onun edebi yönüne ilişkin; “Tüzükat-ı Cihangirî” adlı eseri ‘yönetim felsefesi’ açısından çok değerlidir. Şah Cihan sonrasında tahta çıkan ’Evrengzib’(1658-1707) döneminde ise; - En haşmetli yılları yeniden yaşadılar. - Şii sultanlıkları ortadan kaldırıldı. - Şeyh Nizam Muinüddin başkanlığındaki bir heyete; Hanefi mezhebi üzerine ‘Feteva-i Hindiyye’ ismindeki fetva kitabı hazırlandı. - Dış siyasete önem verildi; Safeviler, Osmanlılar ve Mekke Şerifi ile iyi ilişkiler kuruldu. Ayrıca İtalya, İngiltere ve Fransa ile de temasa geçilmiştir. - Gazi, padişah, Ebul Muzaffer gibi ünvanlara sahip olmuştur. İngiliz himayesine giren ilk hükümdarları; II.Şah Alem’dir. Son hükümdarları II. Bahadır Şah İngiliz hakimiyetine karşı ayaklanma çıkarsa da bir İngiliz ordusu Delhi’de toplam 30 bin kişiyi katletmiş, yapmış, tarihi sanat eserlerinin bir kısmını Londra’ya götürmüşlerdir. Babürîler Hindistan’ın imarına çalışmışlar, çok sayıda sanat eseri vücuda getirmişlerdir. İngilizler tarafından 1858’de sona erdirilmiştir. C. İran’da Kurulan Türk-İslâm Devletleri İran, Dört Halife zamanında İslâm hakimiyetine girmiş ve bu tarihten itibaren Müslümanların tarihinde önemli roller oynamıştır. İslâmî dönemde İrandaki Türk hakimiyeti Büyük Selçuklular ile başlamış bunu daha sonraki Türk hanedânları sürdürmüştür. Safevîler (1501-1736)Ömrü: 231 sene İrandaki Türk hakimiyetinin ikinci önemli halkası olan Safevîler, (İran, Horasan, Gürcistan, Azerbaycan, Dağıstan, Türkmenistan, Doğu Arabistan kıyıları ve Doğu Anadolu’nun bir kısmına sahip olmuş) bir Türk-İslâm devletidir. Safevi Hanedanı, kendisi bir ‘sufi’ olan Şeyh Safiyuddin Erdebîlî’nin soyundan gelmedir. Safeviye tarikatı önce sünni, sonraları ise Şii bir niteliğe bürünmüş, neticede Halvetilik ve Kalenderilik karışımı olmuştur. Safeviliği Şiiliğe yaklaştıran ‘Şeyh Cüneyd’ olmuştur. O, Karakoyunlular’la arası açılınca önce Osmanlılar’a sonra da Karmanoğullar’ına sığındı. Akkoyunlu Uzun Hasan, onun nüfuzundan istifade için kendi kızkardeşi ile evlendirdi. Yerine geçen oğlu Haydar da Uzun Hasan’ın kızı ile evlendi. Bu evlilikten daha sonra Safevi Devleti’ni kuracak olan ‘Şah İsmail’ doğdu. Haydar’ın müntesiplerine kıyafetlerinden dolayı ‘Kızılbaş’ denilmiştir. Şah İsmail; - Tebriz’de 12 İmam adına hutbe okuttu. - Akkoyunlular’ı mağlup edip Şiraz’ı aldı. - Kazerun, Yezd ve İsfahan’ı alıp mezhebini kabul etmeyenleri kılıçtan geçirdi. - Osmanlı topraklarında da fikirlerini yaymaya çalışınca II. Bayezid, gönderdiği heyetle fikirlerinden vazgeçmesini ve sünnilere karşı uyguladığı zulmü durdurmasını istedi. - Bir taraftan seferlerle sınırlarını genişletmeye çalışırken bir yandan da derviş kılığında pek çok taraftarını komşu ülkeler ve özellikle Osmanlı’ya gönderip ayaklanmalar çıkardı. Bunlardan Şah-kulu veya Şeytan-kulu olarak bilinen ‘Karabıyıkoğlu’ Osmanlı kuvvetlerini bozguna uğrattı. - Sonunda Yavuz Sultan Selim’in kışkırtması ile Çaldıran Savaşı’nda yenildi. (1514) Şah İsmail sonrasında tahta geçen Ebul Muzaffer Tahmasb henüz 10 yaşındaydı. Oğlu İsmail Mirza (II. Şah İsmail) ise sünnilere daha ılımlı davrandı. Yerine geçen kardeşi Muhammed Hudâbende ise âmâ olduğu için yönetimi eşine bıraktı. Osmanlı Sultanı III. Mustafa da daha önce yapılan anlaşmanın bozulduğunu iddia ederek Safeviler’e harp ilan etti ve onları ‘Çıldır Ovası’nda yendi. Şah Abbas Mirza ise, iç isyanları bastırmak için Osmanlılarla anlaşmak istedi. 1590’da İstanbul’da yapılan anlaşmayla; “Safevi ülkesinde Hz. Peygamber ve ashabına karşı hakaretten vazgeçilmesi ve sünnilere kötü muameleye son verilmesi kararlaştırıldı.” ‘Şahsevenler’ ismiyle yeni bir ordu kurularak Avrupa devletleri ile sıkı münasebetlere başlandı. Sam Mirza da Van bölgesini almak isteyince 4. Murat ‘Revan seferi’ne çıktı, Bağdat’ı Osmanlı’ya kattı. Nihayet 24 Haziran 1724’te İstanbul’da yapılan bir toplantıda İran toprakları, Rusya ve Osmanlı arasında paylaşıldı. Şah II. Tahmasb Fransa aracılığıyla bunu kabul etmeyeceğini duyurdu. Avşarlar (1736-1795) Ömrü: 59 sene Nadir Şah vasıtasıyla İran’da hüküm sürdüler. Nadir Şah; - Sünnilere ağırlık vermek istese de buna cesaret edemedi ve daha mutedil olan ‘Caferilik’ mezhebini güçlendirdi. Beşinci mezhep olarak tanınması için İstanbul’a başvursa da olumlu bir yanıt alamadı. - Kasr-ı Şirin antlaşmasını yaparak İran - Osmanlı sınırının günümüze kadar süren temelini atmış oldu. Ondan sonra gelenler bir varlık gösteremediler. Kacarlar (1779-1925) Ömrü: 146 sene Avşarlardan sonra İran’daki son Türk(men) hanı olmuşlardır. Daha çok Rusya ile mücadele etmişlerdir. 1925’te tahtı Fars kökenli ‘Pehleviler’ hanedanına bırakmışlardır. D. Doğu Avrupa’da Kurulan Türk-İslâm Devletleri Tüklerin Avrupa’ya gelişi Batı Hunları zamanından başlamaktadır. Atilla’nın ölümü üzerine (453) geri çekilen Türk boylarının önemli bir kısmı Doğu Avrupa ve Karadeniz’in kuzeyinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. - Hazar Türkleri de uzun süre bölgede hakimiyet kurmuşlardır. Özellikle İdil (Volga) nehri boylarındaki Türkler İslâmî dönemde siyasî hayatta öne çıkmışlardır. - Türk tarihinde İslamiyeti 10. yüzyılın ilk çeyreğinde devlet düzeyinde ilk kabul eden İdil Bulgar Türk Hanlığı olmuştur. - Onu Altın Ordu ve onun da yıkılmasından sonra diğer hanlıklar takip etti. Altın Ordu Hanlığı (1241-1502) Ömrü: 261 sene Başlangıçta bir Moğol devleti olan ancak kısa sürede bir Türk-İslam Hanlığı’na dönüşen Altın Ordu Hanlığı (1241-1502), Moğol prenslerinden Batu Han tarafından Deşt-i Kıpçak’ta kurulmuştur. Batu Han’ın ak otağının üstü altın yaldızlı olduğu için Altın Ordu ya da Ak Ordu denilmiştir. Onun oğlu Berke Han, tebaasının müslüman Bulgar ve Kıpçaklar’dan oluşmasının etkisiyle kendisi de müslüman olunca devlet de hızla islamlaşmıştır. Yine dindar bir şahsiyet olan Özbek Han zamanında; İslam her sahada hakim olurken İmparatorluk da artık bir Türk Devleti haline dönüştü. Özellikle Saray şehrini yaptırdığı cami ve medreselerle önemli bir kültür ve din merkezi haline getirdi. İleriki yıllarda karışıklıklar oluştu. Toktamış Han Timur’un yardımıyla ülkede hakimiyeti sağladı. Ancak durumunu güçlendirip de Timur’la ilişkisini kesmek isteyince 1395 yılında Terek Savaşı’nda Timur’a yenildi. Taht mücadeleleri başlayan Altın Ordu topraklarında hanlıklar (Kazan, Kasım, Astrahan, Sibir ve Kırım Hanlığı) kuruldu. Kazan Hanlığı (1437-1552) Ömrü: 115 sene Kuzeydoğu Avrupa’ya göç eden Türkler tarafından 15. y.y’da İtil (Volga) kıyısındaki Kazan şehrinde, eski Bulgar Devleti’nin toprakları üzerinde Altı Ordu hanlarından Uluğ Muhammed tarafından kuruldu. Halkın çoğu yerleşik ve yarı göçebe Kıpçak Türkleri ve Finliler’den meydana geliyordu. Teşkilatçı ve cesur biri olan Uluğ Muhammed zamanında Ruslar yıllık vergiye bağlandı. Mahmud Han döneminde de halkın huzur ve refahı devam etti. Daha sonraları taht kavgaları da olunca Ruslar’ın ve Hıristiyan Avrupa’nın da yardımıyla Moskova Kınezi 4. (Korkunç) İvan Kazan Hanlığı’na son verdi. Kasım Hanlığı (1445-1681) Ömrü: 236 sene Altın Ordu’nun parçalanmasından sonra, Moskova yakınındakiOka Irmağı’nın kuzeyinde kurulmuş bir Türk Hanlığı’dır. Kazan hanı Uluğ Muhammed tarafından oğlu Kasım’a verilen bu bölge, Rus toprakları arasında kaldığı için sürekli onlarla mücadele halinde olmuşlardır. Hanlık yıkılınca müslümanlar başka ülkeler göç ettiler, bir kısmı da günümüze kadar orada kaldılar. Astrahan Hanlığı (1466-1556) Ömrü: 90 sene İtil Nehri’nin Hazar Denizi’ne döküldüğü yerde kuruldu. Halkın çoğunluğu Kıpçak Türklerinden oluşuyordu ve göçebe durumdaydılar. Jeostratejik coğrafyası ve doğal zenginlikleri başlarına dert açmıştır, bu sebeple istikrar sağlanamamıştır. Rus Çarı 4. İvan, Kazan’ı aldıktan sonra kuvvetlerini göndererek bunlara son vermiştir. Sibir Hanlığı (1480-1598) Ömrü: 118 sene Altın Ordu’nun parçalanmasından sonra bugünkü Moğolistan’ın kuzeyinden Sibirya’ya kadar olan topraklarda kuruldu. Halkının çoğunu Kıpçak, Kırgız ve Yakut Türklerinin oluşturduğu devletin merkezi önceleri Tura (Tümen) sonraları da İrtiş nehri üzerindeki İsker (Kışlık) oldu. Şeybaniler’den Küçüm Han, Batı Sibir Hanlığı’nı ele geçirdikten sonra hakimiyetindeki topraklarda İslamı yaymak için çaba gösterdi. Bu sebeple bugünkü Ukrayna halkı olan Kossaklar’la çok mücadele ettiler. Ruslar Küçüm Han’ı ele geçirmek için uğraştıysa da buna muktedir olamadı. Ancak 1598’de bu hanlığa son verdiler ve Baykal Gölü’nü de geçerek Amur Nehri vasıtasıyla Japon Denizi’ne kadar ulaşma imkanına kavuştular. Kırım Hanlığı (1441-1783) Ömrü: 342 sene Cengiz’in torunlarından Hacı Giray’ın Karadeniz’in Kuzey’inde Kırım Yarımadası’nda kurduğu Türk Devleti’dir. Hacı Giray; hak iddia ettiği Altınordu tahtını ele geçirmek için uğraştı. Cenevizliler’i Kefe’den atmak için Fatih’le anlaştı. Ondan sonra çıkan taht kavgalarında Osmanlı ve Moskova Knezliği müdahil olunca 1478’deki antlaşmaya göre Kırım’a ‘han’ tayininin İstanbul’dan yapılması kabul edildi. Mehmed Giray zamanında haraca bağlanan Ruslar, ancak DeliPetro zamanında (1682-1725) bundan kurtuldular. Kırım hanları daima Osmanlı’nın yanında yer alırken Murad Giray, 1683 Viyana Kuşatması sırasında, Leh kuvvetlerini durdurma görevini yerine getirmeyerek bozguna sebep oldu ve azledildi. Ruslar, 1699 Karlofça Antlaşması ile Azak Kalesi’ni alıp Kırım’a ödedikleri vergiyi kestiler. Osmanlı Rus Savaşları sırasında yarımada Ruslarca tahrip edildi. Küçük Kaynarca Antlaşması ile bağımsız kalan Kırım, 1792’de Ruslarca ilhak edildi.
__________________ Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır. |
09 Ocak 2014, 20:33 | Mesaj No:4 |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cevap: ANKARA İLİTAM İslam Tarihi ve Medeniyeti Ders Özetleri 1.2.3.4.5 Üniteler ÜNİTE: 4 ANADOLU VE BALKANLARDA KURULAN TÜRK-İSLÂM DEVLETLERİ Doç. Dr. Seyfettin ERŞAHİN Giriş_____________________________________________ _______ Türklerin Anadolu’ya yönelmesini sağlayan etkenler: 1- Türk Göçleri : Selçuklular; Seyhun ötesindeki kalabalık Türkmen (Oğuz) kitlelerini, tarım ve hayvancılığa elverişli toprakları almak ve İslam ülkelerindeki kurulu düzene zarar vermelerini önlemek için Anadolu’ya sevkediyordu. 2- Bizans Anadolusu’nun Durumu: Anadolu halkı Bizans yönetiminden memnun değildi; köylülere ağır vergiler yükleniyor ve Ortodoks olmayanlara baskı yapılıyordu. Kısacası yönetimin baskısı, salgın hastalıklar ve savaşlar nedeniyle Anadolu nüfusu iyice azalmıştı. Selçuklu Dönemi Anadolu seferleri iki merhalede gerçekleşmiştir: 1- Keşif Hareketleri Aşaması: Selçuklular, Karahanlı ve Gazneli devletlerinin baskısı ile yeni bir yurt arayışına girmişlerdi. Bu amaçla keşif birlikleri göndererek Anadolu’ya ilk akınları başlatmışlardır. Bu akınlarda Bizans ordularının ikmal yolları üzerindeki şehirler hedef olarak seçilmiş ve bölgedeki Bizans gücüne ağır darbeler vurulmuştur. Düzenli Selçuklu ordularının Bizans-Gürcü-Ermeni müttefik güçlerine karşı kazandığı ilk savaş ‘Pasinler Savaşı’dır.(1048) Bizans yenilgiyi kabul ederek barış antlaşması yapmıştır. Buna göre 9. y.y.’da İstanbul’da yapılan ancak daha sonra yıkılan camiyi tamir etmeyi ve burada Tuğrul Bey adına hutbe okutmayı kabul etti. Ancak vergi vermeyi reddetti. 2- Fetih ve Yerleşme Aşaması: Türk akınlarını durdurmak için Romanos Diogenes, 200 bin kişilik karma bir ordu ile Doğu seferine çıktı. Alparslan onu 50 bin kişilik bir ordu ile Malazgirt’te karşıladı. Turan taktiği ile kazanılan bu zafer (26 Ağustos 1071) sonunda yapılan anlaşmaya göre İmparator kurtuluş fidyesi ile serbest kalacak, Bizans elindeki esirleri serbest bırakacak ve yıllık vergi ödeyecekti. Bu zafer ile Anadolu’nun kapısı Türklere kesin olarak açılmış, Anadolu’da irili ufaklı bir çok Türk devleti kurulmuştu. Türklerin İslam dünyasında pirestij ve liderliği güçlenirken Avrupa’da ise derin izler bırakmış ve ileride Hıristiyan Avrupa ‘Haçlı Seferleri’ olarak bilinen askeri ittifaklar oluşturmuşlardır.. Anadolu’daki İlk Türk Beylikleri_____________________________ Malazgirt Zaferi sonrasındaki antlaşmaya Bizans’ın yeni yönetimi uymayınca Alp Arslan Anadolu’nun fethedilmesi emrini verdi. Melikşah zamanında da bu fetih hareketleri devam ettirildi. Anadolu’nun fethi ile görevlendirilen komutanlar veya oğulları hâkim oldukları bölgelerde kendi beyliklerini kurdular. Melikşah’ın ölümünden sonra (1092) bu beylikler nispeten bağımsız hareket etmişlerse de çoğu siyasî bakımdan Irak Selçuklularına bağlıydılar. Bu beylikler genellikle küçük yerel güçlerdi. Ancak Saltuklular, Danişmentliler, Mengücükler ve Artuklular diğerlerinden daha kuvvetliydi. Beylikler bulundukları bölgenin Türkleşmesini ve İslâmlaşmasını sağlamışlar ve Haçlılara karşı mücadele etmişlerdir. Zamanla Türkiye Selçukluları bu beylikleri ortadan kaldırarak Anadolu’da Türk birliğini sağlamıştır. Başlıca beylikler: · Danişmentliler (1072-1178): Sivas merkez olmak üzere Tokat, Niksar, Amasya ve Kayseri civarında kuruldu. · Saltuklular (1072-1202): Erzurum ve civarında kuruldu. · Mengücükler (1072-1227): Erzincan ve Kemah çevresinde kuruldu. · Artuklular (1102-1207): Mardin, Diyarbakır ve Halep çevr. kuruldu. · Sökmenliler (1102-1207): Van ve Ahlat çevresinde kuruldu. · İnal (Yınal) Oğulları (1103-1183): Amid’de (Diyarbakır) kuruldu. · Çubukoğulları (1085-1113): Harput, Palu ve Arapkir çevr. kuruldu. · Çaka Beyliği (1081-1097): İzmir Beyliği olarak da bilinir. Beyliğin kurucusu olan Çaka bey ilk Türk denizcisi, kurduğu donanma da ilk Türk donanmasıdır. · Dilmaçoğulları (1085-1394): Bitlis-Erzin dolaylarında kuruldu. 2. Türkiye Selçuklu Devleti (1075–1308)________________________ Türkiye (Anadolu) Selçuklu Devleti, Anadolu’yu Türk yurdu haline getirmiş, ekonomik hayatı canlandırmış, Haçlılar ile mücadele etmiş ve Türk denizciliğini kurumsallaştırmış bir devlettir. Oğuzların Üçoklar kolunun Kınık boyuna mensup Selçuklu hükümdar ailesinden Süleyman Şah tarafından kurulmuştur. Süleyman Şah (1075-1086) Antakya’dan Anadolu’ya girererek ilerledi. Konya ve çevresinden sonra İznik’i fethederek burayı ‘devlet merkezi’ yaptı. Bizans’ın yerel tekfurluklarla çekişmesinden faydalanarak hakimiyetini güçlendirdi. Anadolu’ya gelen Türkmenler de kitleler halinde bölgeye göçe başladı. Çukurova ve Antakya’yı da aldıktan sonra Suriye Selçuklu Meliki Tutuş’la yaptığı savaşı kayberek savaş meydanında öldü. Devlet bir süre İznik’te vekil bıraktığı Ebu’l Kasım tarafından yönetildi. Süleyman Şah’ın oğlu 1. Kılıçarslan (1092-1106), Melikşah’ın ölümünden sonra serbest kalarak İznik’te törenle karşılandı ve devletin başına geçti. İznik’i imar etti, devleti yeniden teşkilatlandırdı. Bizans’ı geri püskürttü. Bu esnada I. Haçlı Seferi ile karşılaştı. İznik’i elinde tutamayınca Konya’ya geri çekilip burayı başkent yaptı. Malatya ve Musul’u da aldı. B. Selçuklular üzerine düzenlediği bir bir seferde Habur Irmağı’na düşerek boğuldu. O zaman Musul valisi olan I. Kılıçarslan’ın büyük oğlu Şehinşah da esir alındı. Şehinşah (1110-1116) esaretten kurtulup Konya’ya gelerek tahta geçse de Danişmentliler onu tahttan indirip damatları I. Mesud’u sultan ilan ettiler. I. Mesud (1116-1155) Danişmentliler’in vesayetinden kurtulmaya, Bizanslıları Anadolu’dan atmaya ve birliği sağlamaya çalıştı. II. Haçlı Seferi’ne karşı başarılar elde etti. İstikrar ve yükselme dönemi başladı. Adil yönetim sebebiyle bir çok hıristiyan Türk idaresine bağlandı. 40 yıl saltanattan sonra vefat etti ve yerine oğlu II. Kılıçarslan geçti. II. Kılıçarslan (1155-1192), babasının yolundan giderek büyük hamleler yaptı. Anadolu’da siyasi birliği kurmaya, ekonomik ve kültürel yükselişi sağlamaya çalıştı. Bizans’a karşı Miryakefalon (Düzbel/Karamukbeli) Savaşı’nı kazanarak (1176) Anadolu’da kalıcı olduğunu gösterdi. Batı Anadolu’nun fethine başlandı. Yaşlanınca toprakların idaresini onbir oğlu arasında paylaştırdı. Bu sırada Selahattin Eyyübi Kudüs’ü alınca III. Haçlı Seferi başladı. Anadolu’dan geçmeye çalışan Haçlılara büyük kayıplar verdirildi. Haçlılar çok kalabalık olduğu için bir kısmı Kudüs’e ulaşabildi. Gıyaseddin Keyhüsrev (İlk saltanatı: 1192-1197): Tahta geçince kardeşleri arasındaki taht mücadelesi başladı. Rükneddin Süleyman Şah (1197-1204): Tokat hakimi olduğu sırada Konya’da tahta oturdu. Birliği sağladıktan sonra Bizans’ı tekrar vergiye bağladı. Saltuklu Devleti’ne son verdi. Gıyaseddin Keyhüsrev (İkinci Saltanatı: 1205-1211): Devletin hudutlarını emniyete almak için Bizans ve Ermeniler’le mücadele etti. IV. Haçlı Seferi ile İstanbul, Latin hakimiyetine girdi. Karadeniz kıyılarına yerleşerek ticaret yollarını ele geçiren Bizanslılar bölgeden atıldı. 1211’de Bizans’lılarla Alaşehir’de yapılan savaş kazanıldı. G. Keyhüsrev savaş meydanını dolaşırken bir düşman tarafından öldürüldü. İzzettin Keykavus (1211-1220): Daha çok ekonomik sorunlara, ülkenin imarına ve kültür faaliyetlerine önem verdi. Sivas’ta yaptırdığı Darüşşifa’nın yanındaki türbeye defnedildi. Yerine kardeşi I. Alaaddin Keykubat geçti. I. Alaaddin Keykubat (1220-1237): Türkiye Selçukluları’nın en parlak devridir. Konya, Kayseri ve Sivas gibi şehirleri surlarla tahkim ettirdi. Moğol tehlikesine karşı sınırlarda tedbir alındı. Akdeniz’de önemli bir üs ve tersane olarak Kolonoras (Alaiye) Kalesi alındı. Celaleddin Harzemşah Erzincan yakınlarında Yassıçemen’de yenilgiye uğratıldı. (1230) Diplomatik yolla Moğol tehlikesine karşı tedbir aldı. Yerine İzettin Kılıç’ı veliaht tayin etse de büyük oğlu onun yerine geçti. II. Gıyasettin Keyhüsrev (1237-1246): Eğlence düşkünüydü, ülkede iç barışı koruyamadı. Moğol istilası nedeniyle 13. y.y.’da Anadolu’ya gelmiş olan çok sayıdaki Türkmen sebebiyle ülkede ekonomik, sosyal ve kültürel açılardan sıkıntı vardı. Bunu fırsat bilen Baba İshak’ın başlattığı Babailer İsyanı ancak iki yılda bastırılabildi. Devletin zayıf durumunu gören Moğollar, Türkiye Selçukluları’nı Kösedağ Savaşı’nda (1243) büyük yenilgiye uğrattılar. Böylece Moğol hakimiyetine girilmiş oldu. Can ve mal güvenliği sarsıldı. Bilim ve sanat merkezleri tahrip edildi. Dağılma sürecine girilmiş oldu. Çeşitli Oğuz boylarına mensup Türkmenler ve kumandanlar beylikler kurmaya başladı. Türkiye Selçukluları 1308’de tarih sahnesinden çekildi. Beylikler Dönemi___________________________________________ Moğol İlhanlı hâkimiyetinin zayıflamasıyla birlikte Türkmen beyleri bulundukları bölgelerde bağımsızlıklarını ilan etmişler ve kendi beyliklerini kurmuşlardır. Bu döneme Beylikler Dönemi adı da verilmektedir. Uçlarda yer almaları sebebiyle Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük hizmetleri vardır. Beylikleri şöyle sıralayabiliriz: - Karamanoğulları (1256–1474): Karaman, Konya ve Niğde çevresinde kurulmuş olup Moğollarla, beyliklerle mücadele etmiştir. Kendilerini Anadolu Selçukluları’nın mirasçısı kabul ettikleri için Osmanlıları çok uğraştırmış ve ancak Fatih döneminde kesin itaat altına alınmıştır. Anadolu’nun Türkleşmesine ve Türk kültürünün gelişmesine hizmet ettiler. - Germiyanoğulları (1300–1429): Kütahya ve çevresinde kurulmuştur. Bizans’ı vergiye bağlamış ve Osmanlılarla yakın ilişki içerisinde olmuşlardır. Yıldırım Bayezid onların damadı olmuştur. II. Yakup çocuğu olmadığından ülkesini Osmanlılara vasiyet etmiştir. - Saruhanoğulları (1313-1410): Manisa ve çevresinde Germiyanlı komutanlardan Saruhan Bey tarafından kurulmuştur. Önce Yıldırım tarafından, daha sonra da Çelebi Mehmet tarafından beyliğe son verilmiştir. - Aydınoğulları (1308-1426): Aydın ve çevresinde Germiyanlı komutan Aydın oğlu Mehmet Bey tarafından kurulmuştur. Kuvvetli bir donanma kuran Gazi Umur Bey dönemi en parlak devirleridir. - Karesioğulları (1293-1359): Balıkesir ve çevresinde kurulmuş olup kısa ömürlü bir beyliktir. Orhan Bey tarafından ortadan kaldırılmıştır. Hacı İlbey ve Evrenos Bey gibi ileri gelenleri Osmanlılara katılarak büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. - Menteşeoğulları (1282-1424): Muğla ve çevresinde kurulmuştur. Denizcilikte ileri gitmişler, Güney-Batı Anadolu’nun ve sahillerinin Türkleşmesini sağlamışlardır. - Hamitoğulları (1280-1423): Antalya ve Eğridir bölgelerinde kurulmuş olup sonraları iki kola ayrılmışlardır. - Sahibatoğulları (1288-1342): Afyonkarahisar ve çevresinde kuruldu. - Eşrefoğulları(1280-1326): Beyşehir ve Seydişehir çevr. kuruldu. - Alâiye Beyleri (1233-1462): Alaaddin Keykubad zamanında Alanya’da kurulan küçük bir beylik olup önce Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından ele geçirildi, ardından da Memlükler’e satıldı. - Canik Beylikleri (… -1427): Orta Karadeniz bölgesinde kurulmuş beylikler olup II.Murat zamanında Osmanlılara bağlanmıştır. - Tâceddinoğulları (1378-1428): Niksar ve çevresinde kurulmuş olup çoğunlukla Osmanlılar’ın yanında yer almıştır. - Candaroğulları (1292-1461): Kastamonu ve Sinop (İsfendiyaroğulları) çevresinde iki kol halinde hakimiyet kurmuşlardır - İnançoğulları (1262-1335): Ladik ve Denizli bölgesinde kurulmuştur. İlhanlı Hakimiyetinin Ardından Kurulan Türk Devletleri____________ İlhanlı Devleti (1256-1344), Moğol Cengiz İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra İran’da kurulmuş ve yaklaşık bir asır Orta Doğu’nun siyasi, sosyal ve kültürel hayatında söz sahibi olmuştur. İlhanlı hükümdarı Ebu Said’in 1335’te ölümünden sonra devlet dağılma sürecine girmiş, bu aşamada Anadolu’da Eretna Beyliği, Kadı Burhaneddin Devleti, Dulkadiroğulları, Ramazanoğulları Akkoyunlular, Karakoyunlular ve Osmanlılar gibi devletler kurulmuştur. Eretna ve Kadı Burhaneddin Devletleri (1344–1398): Uygur Türklerinden Emir Eretna tarafından Sivas ve Kayseri civarında kurulmuştur. Dulkadiroğulları (1337–1521): Maraş ve Elbistan civarında kurulmuştur. Osmanlılar ile Memlükler arasında tampon bölgede olduklarından varlıklarını sürdürebilmek için kâh birinin kâh diğerinin hakimiyetini kabul etmişlerdir. Ramazanoğulları (1353–1608): Adana ve çevresindeki Çukurova bölgesinde kurulmuş olup Memlükler ve Dulkadiroğulları gibi iki önemli güç arasında bulunmuşlardır. Yavuz döneminden itibaren de Osmanlıların yanında yer almışlardır. Karakoyunlular (Baranlılar) (1351–1469): Doğu Anadolu, Azarbeycan, İran ve Irak’ta hakimiyet kurmuşlardır. En parlak dönemlerini Kara Yusuf dönemlerinde yaşamışlardır. Ondan sonraki taht kavgaları Cihan Şah döneminde sona erse de onun da Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’a iki defa yenilmesi üzerine hakimiyetleri sona ermiştir. Akkoyunlular (1340–1514): Doğu Anadolu, Azarbeycan, İran ve Irak’ta hüküm süren Oğuzlar’ın Bayındır koluna mensup bir hanedandır. En parlak dönemlerini yaşadıkları Uzun Hasan döneminde (1453-1478) Azarbeycan’ı ele geçirip başkenti Tebriz’e taşımışlar ve sınırlarını Hazar’a kadar genişletmişlerdir. Otlukbeli’nde Osmanlılar’a yenilince (1473), Uzun Hasan’ın bütün Türk dünyasının lideri olma hayali sona erdiği gibi devlet de taht kavgaları sonunda ikiye ayrılmıştır. Şah İsmail, Tebriz’i ele geçirerek Safevi Devleti’ni kurmuştur. 4. OSMANLI DEVLETİ a. Kuruluş Dönemi (1299–1453)______________________________ Osmanlı hanedanı Oğuzlar’ın 24 boyundan Kayı boyuna mensuptur. Osmanlıların küçük bir uç beyliğinden bir cihan devleti düzeyine çıkmasını kolaylaştıran bazı iç de dış etkenlerden söz edilebilir. Dış etkenler: - Dış etkenlerin başında Kösedağ Savaşı (1243) sonrasında Anadolu’da meydana gelen kargaşa ve otorite boşluğu gelmektedir. - Bölgenin kadim devleti Bizans hanedân mücadeleleri, saray entrikaları ve tekfur isyanları sebebiyle zayıflamıştı. - Balkanlarda ve Avrupa’da da siyasî birlik yoktu. - Bölge devletleri sürekli birbirleri ile savaş halindeydi. Bunun yanısıra İngiltere ve Fransa arasında süren ‘Yüzyıl Savaşları’ (1337-1431) da Osmanlı’nın Avrupa’da ilerlemesini kolaylaştırmıştır. - Osmanlı’nın Batı Anadolu’daki ilk yerleşim yerinin jeopolitik konumunun da büyümede etkisi vardır. İç etkenler: - Türk-İslâm gaza geleneği ve fetih politikası Osmanlı’nın en önemli dinamiklerinden biri olmuştur. - Bu bağlamda yarı tasavvufî mahiyetteki Gâziyân-ı Rum, Ahiyân-ı Rum, Abdalân-ı Rum ve Bacıyân-ı Rum gibi unsurlardan yararlanmışlardır. - Osmanlı yöneticileri, pek çok Türk İslâm hükümdarının yaptığı gibi, doğudaki Müslüman topraklarına yönelme yerine batıdaki Hıristiyan ülkelerini fethe öncelik vermişlerdir. - Osmanlının büyümesinin bir diğer etkeni de iskan siyaseti ile adalet ve hoşgörü anlayışı idi. Fethedilen toprakları elde tutabilmek başka bir ifade ile Türkleştirmek ve İslâmlaştırmak için Osmanlılar yeni bölgelere Türkmenleri yerleştirdi. - Osmanlı’nın, hanedanlık geleneği ve merkezî otorite anlayışı da yükselişine yardımcı olmuştur. Eski Türk devletlerinde görülen ‘Devlet hanedanın ortak sorumluluğu altındadır’ anlayışı I. Murat ve Fatih tarafından merkezi otorite lehine değiştirilmiştir. Süleyman Şah ve Ertuğrul Gazi Önemli sayıda Kayı ‘gaza’ amacıyla Erzurum ve Erzincan’dan sonra Güneydoğu Anadoluya yöneldi. Beyleri Süleymanşah Halep’e giderken Fırat’ta boğulur ve ‘Caber Kalesi’ne gömülür. Onun yerine geçen oğlu Ertuğrul Gazi 400 kişilik bir grupla Ankara’nın batısındaki Karacadağ’a kadar gelir. Eskişehir civarında Rumlar’a karşı kazandığı başarı üzerine Söğüt, Domaniç ve ErmeniBeli kendilerine ikta olarak verilir. Ertuğrul Gazi, 1281’de ölünce yerine küçük oğlu Osman bey geçer. Osman Bey (1281-1326) - Bisanslılarla mücadele ederek Bilecik, İnegöl, Yarhisar ve Karacahisar’ı onlardan aldı. - Yönetim merkezini Söğüt’ten Bilecik’e taşıdı. - Geçici bir süre şeklen de olsa İlhanlı hakimiyetini kabul ettiler. - Bizanslılar’ın Osmanlılar’ı durdurmak için giriştikleri Gemlik Koyunhisar (Bafeon) Savaşı’nı kazandılar. Orhan Bey (1326-1362) - Hedefi Anadolu Türk birliğini sağlamak ve batıya ilerlemekti. - Bursa’yı fethederek babası Osman Gazi’nin vasiyeti üzerine mezarını oraya taşıdı. - Komutanları Akçakoca ve Karamürsel’in İstanbul kıyılarına akınlar yapmaları üzerine telaşa kapılan Bizans İmparatoru büyük bir ordu ile harekete geçse de ‘Maltepe (Palekanon) Savaşı’nda yenildi.(1329) - Bundan sonra İznik ve İzmit ele geçirildi. - Taht kavgalarının olduğu Karesi Beyliği ele geçirilerek (1345) Türk birliğini sağlama yönünde ilk adım atılmış ve Rumeli’ye geçiş için önemli bir bölge ele geçirilmiş oldu. - Osmanlı ilk kez Karesi Beyliği donanması ile deniz gücüne sahip olmuş ve Rumeli’ye geçişte bu donanmadan yararlanmışlardır. - Osmanlılar Rumeli’ye geçmek için fırsat kollluyordu. Onlardaki taht kavgalarından yararlanarak oğlu Süleyman Paşa komutasındaki bir orduyu Rumeli’ye gönderdi. Kazanılan zafer ile Bizans’tan Gelibolu’daki Çimpe Kalesi alınarak bir ‘üs’ olarak kullanılmaya başlandı.(1356) Fethedilen bölgelere Anadolu’dan getirilen Türkmenler yerleştirilerek bölgenin Türkleşmesi de başlamış oldu. Süleyman Paşa’dan sonra kardeşi Murat Bey Rumeli’deki fetihlerle görevlendirildi. I. Murat (1362-1389) - Hedefi Rumeli ve Balkanlar’daki fetihleri devam ettirmek ve Anadolu Türk birliğini kurmak idi - Balkanların karışık durumundan yararlanarak Edirne, Filibe, Keşan ve çevresi alındı. - Türk ilerleyişini durdurmak isteyen karma Haçlı ordusu Sırpsındığı’nda bozguna uğratıldı. (1364) - Çirmen Zaferi ile Batı Trakya ve Makedonya’nın bir kısmı alındı. (1371) - Zafer sonrasında başkent Edirne’ye taşındı ve on yıl süren mücadelede fethedilen yerlere Türk nüfusu kaydırılarak demografik denge Osmanlı lehine değiştirilmeye çalışıldı. Balkan fetihlerine bir süre ara verilerek Anadolu’da Türk birliğini sağlamaya yönelik çalışmalara geçildi: - Oğlu Bâyazıd’i Germiyan Beyi’nin kızı ile evlendirerek bazı yerler çeyiz olarak Osmanlıya alındı. - Bazı yerler de Hamitoğulları’ndan satın alındı. - Candaroğulları da Osmanlı hakimiyetine girdiğinden tek sorun Karamanoğulları kalmıştı. Tekrar Rumeli’ye yönelindi: - Bütün Bulgaristan alındı. (1387) - Haçlı ordusuna karşı I. Kosova Zaferi kazanıldı. (1389) I. Murat, savaş meydanını gezerken bir Sırplı tarafından hançerlenerek öldürüldü. I. Bayezid (1389-1402) - Babasının ölümünü fırsat bilerek beylikleri tekrar ele geçirdi. - Candaroğullarına ait Kastamonu, Amasya ve Merzifon civarı Osmanlı hakimiyetine girdi. - Fırat’ın batısındaki topraklar Osmanlı sancağı altında birleştirildi. Balkanlardaki Fetihler: İstanbul’u alabilmek için ilk olarak Anadolu Hisarı inşa edildi. Kuşatma altındaki Bizans’ın talebi üzerine bütün Avrupalı devletlerden oluşan 120 bin kişilik Haçlı Ordusu Niğbolu Ovası’nda bozguna uğratıldı. (1396) Geri kalan ganimatle Edirne ve Bursa’da çok sayıda cami, medrese ve imaret inşa edildi. Ankara Savaşı (1402): - Osmanlı toprakları Fırat’a kadar uzandığı sırada Timur da İran, Azarbeycan ve Irak’ı da ele geçirmişti. Türk dünyasının önderliğine soyunan iki komutan ve ordusu Ankara Çubuk Ovası’nda karşılaştı. Bazı askerlerin saf değiştirmesi ve Kara Tatarlar’ın Osmanlı’ya arkasını çevirmesi üzerine savaş kaybedildi. Esir alınan Yıldırım, Timur’un yanında 7 ay şehir şehir dolaştırılınca üzüntüsünden öldü. - Savaş sonrası ortaya çıkan Fetret Devri (1402-1413) boyunca Yıldırım’ın oğulları arasında taht mücadelesi yaşandı. Bu mücadeleden Çelebi Mehmet galip çıktı. Çelebi Mehmet (1413-1421) - Kardeşlerinin bir kısmını bertaraf ettikten sonra birliği sağlamaya yöneldi. - Karamanoğulları’nın nüfuzunü kırdı. Candaroğulları’ndan Çankırı ve Canik (Samsun) çevresini geri aldı. - Ülkeyi karıştıran Şeyh Bedrettin isyanını bastırıp onları idam ettirdi. Ülkede sükünet hakim olmaya başladığı anda vefat etti. II. Murat (1421-1451) - Amcasının isyanını bastırıp ona destek olan Bizans’ı cezalandırmak için İstanbul’u kuşatsa da bu sefer küçük kardeşinin isyanı üzerine kuşatmayı kaldırdı. - İsfendiyar Bey’i itaat altına aldı. İzmir, Aydın ve Menteşe civarını ele geçirdi. - Avrupalıların düzenleyeceği Haçlı Seferi öncesinde Balkanlar’daki Osmanlı varlığını tehlikeye düşürmemek için Macarlar’la Edirne-Segedin Anlaşması’nı imzalandı (1444) ve tahttan feragat etti. - Küçük yaştaki bir çocuğun tahta geçmesini fırsat bilen Macarlar anlaşmayı bozup yeni bir Haçlı Seferi düzenlediler ve Varna’da yenilgiye uğradılar. (1444) - Varna’nın intikamını almak isteyen Sırplar bu kez de II. Kosova Muharebesi’nde yenilgiye uğratıldı.(1448) Bu iki zafer Osmanlı’nın Balkanlardaki durumunu iyice güçlendirmiş, Bizans’ın Avrupa’dan yardım alma ümitleri ve Haçlılar’ın Anadolu’ya yönelik emelleri ortadan kalkmıştır. Yükselme Dönemi (1453-1579)________________________________ Bu dönemde Osmanlı devleti bir bölge devleti olmaktan çıkmış, üç kıtaya yayılmış, Akdeniz ve Karadeniz’e hakim olarak dünyanın en güçlü devleti durumuna yükselmiş ve ‘cihan devleti’ (imparatorluk) haline gelmiştir. Devlet yapısı, toprak sistemi, ordu, sanat, bilim ve edebiyat sahalarında zirveye ulaşmış ve barış ülkesi olmuştur. Yavuz’dan itibaren Osmanlı padişahları İslam dünyasının önderi olarak halifelik görevini de üstlenmiştir. II. (Fatih Sultan) Mehmet (1451-1481) Siyasi, dini ve ekonomik açılardan Bizans’ı ortadan kaldırmak öncelikli hedefiydi. Bizans’a gidecek yardımlara engel olmak için boğazın Avrupa yakasına Rumeli Hisarı’nı yaptırdı. 29 Mayıs 1453’teki nihai hareketle fetih tamamlanmış ve Fatih ünvanını almıştı. İslâm dünyasında pirestiji artarken Avrupa için çağ açıp çağ kapamıştır. Batı politikası: - İstanbul’un fethinden sonra cihan devleti hayalini kurmak için Balkanlar ve Anadolu’da bir dizi askeri faaliyette bulundu: Sırbistan, Mora, Eflak ve Boğdan, Arnavutluk ve Bosna-Hersek fethedildi. Bogomil mezhebindeki Bosnalılar kendilerine iyi davranılması sebebiyle zamanla müslüman olmuşlar ve kendilerine ‘Boşnak’ denilmiştir. - Bizans’ın yeniden dirilmesini önlemek için Ege Adaları’nı aldı. - Napoli Krallığı’nın elindeki Otranto kalesi fethedilse de II. Bayezid döneminde tekrar elden çıkmıştır. - Osmanlılar karadaki en güçlü rakibi Macarlara karşı başarılı akınlar düzenlerken, denizdeki en güçlü rakibi Venedik 1479’daki anlaşmayla vergiye bağlandı. Doğu politikası: - Türk birliğini sağlamak için Anadoluya yöneldi: Amasra,Candaroğulları veTrabzon Rum İmparatorluğu’nu ele geçirdi. - Otlukbeli Zaferi (1473) ile Akkoyunlular tehlike olmaktan çıkarıldı. Karamanoğulları ortadan kaldırıldı. - Ceneviz kolonilerini ortadan kaldırarak Karadeniz tam bir Türk gölü haline geldi. - Gedik Ahmet Paşa komutasındaki donanma Kefe, Azak ve Menkup iskele ve kalelerini ele geçirdi. 1478’de Kırım Hanlığı Osmanlı hakimiyetine girdi. Böylece Kafkas Türkleri ile ilişkileri başladı ve Batıya karşı 350 yıl boyunca en güçlü müttefikleri olan Kırım Hanlarını kazanmış oldular. II. Bâyezid (1481-1512) - Daha çok iç sorunlarla ve kardeşi Cem Sultan’ın saltanat mücadelesini bertaraf etmek için uğraşmıştır. (Cem Sultan ise mücadeleyi kazanamayınca sırasıyla Karamanoğulları, Memlükler, Rodos Şövalyeleri ve İtalya’ya sığınmıştı.) Bu gelişmeler dışarıda fetih hareteketlerini bir süre durdurmuş ve içeride Türk kökenli yöneticiler ile devşirmeler arasındaki rekabeti körüklemiştir. - Safeviler’in Tekeli yöresinde başlattığı Şahkulu isyanı zorla bastırıldı. - Boğdan’ın fethi tamamlandı. - Endülüs müslümanları ve Yahudiler’e yapılan yardım dönemin en önemli olayları arasındadır. (1484) Osmanlı donanması müslümanları Kuzey Afrika kıyılarına, Yahudileri ise Osmanlı topraklarına taşımışlardır. Yavuz Sultan Selim (1512-1520) - Şah İsmail’e karşı Çaldıran Zaferi’ni kazanarak (1514) Doğu Anadolu topraklarını ülkesine kattı. - Dulkadiroğulları Beyliği’ne son verdi. - Memlük Sultanı Kansu Gavri’yi Halep’in kuzeyinde Mercidabık’ta mağlup etti. (1516) - Yeni Memlük Sultanı Tomanbay’ı ise Kahire’nin kuzeyindeki Ridaniye’de yenilgiye uğratarak Memlük Devleti’ne son verdi. (1517) Bu sefer sonunda Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz Osmanlı hakimiyetine girdi. Mekke Şerifi şehrin anahtarını ve Kutsal Emanetleri Yavuz’a teslim ederek itaatini bildirdi. - Bu arada Baharat Yolu da Osmanlılar’ın eline geçti. Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) Bu dönemde Osmanlılar; - Batıda: Macarlar, Avusturyalılar ve Almanlar ile - Doğuda: İran ile, - Denizlerde: Venedik, Papalık, Rodos ve Malta donanmaları ile, Hint Okyanusu’nda da Portekiz ve İspanyollar ile savaşmışlardır. Osmanlı-Macaristan İlişkileri Macarlar Osmanlı’ya Balkanlar’da sürekli sorun çıkarıyorlardı. Önce sıçrama noktası olarak Belgrat fethedildi. Macarlar, bazı desteklerle Osmanlı’ya bir cephe oluşturunca Mohaç MeydanMuharebesi’nde (1526) yenilerek Budin (Budapeşte) ele geçirildi. Osmanlı-Avusturya İlişkileri Avusturya, Osmanlı’nın Macaristan siyasetinden rahatsızlık duyarak Budin’i işgal edince Kanuni, I. Viyana Kuşatması’nı gerçekleştirdi. (1529) Ancak kışın bastırması üzerine geri dönmek zorunda kalındı. Budin tekrar elden çıkınca Kanuni, ‘Alman Seferi’ adıyla bilinen askeri harekatla mukabele edip işgal edilen yerleri geri aldı.(1533) Sefer sonundaki anlaşmaya göre Avusturya arşidükü Ferdinand Macaristan üzerinde hak talep etmeyecek ve elinde bulundurduğu Macaristan toprakları için Osmanlı’ya vergi verecekti. Ancak Macar Kralı’nın ölümü üzerine anlaşmayı bozunca Kanuni, 1562’de Macaristan’ı alarak Erdel Beyliği’ni oluşturdu. Son seferini Avusturya’ya yapan Kanuni, Zigetvar Kalesi kuşatması sırasında hastalanarak öldü. Osmanlı-Fransız İlşkileri Fransa politikasının esası Fransa’yı yanına çekerek Avrupa hıristiyanbirliğini parçalayıp kıta üzerinde etkin olmak ve coğrafi keşifler sonrasında zayıflayan Akdeniz ticaretini yeniden canlandırmaktı. Roma Cermen İmparatoru Şarlken’e esir düşen Fransuva Kanuni’den yardım isteyince beklenen fırsat da çıkmış oldu. 1535’te imzalanan ticaret ve dostluk anlaşmasına göre; her iki ülke serbest ticaret hakkı elde etmiş ve bu anlaşma iki hükümdar hayatta olduğu sürece geçerli olmuştur. Ancak bu kapitilasyonlar sonraları sürekli hale getirilince Osmanlı ekonomisi giderek dışarıya bağımlı hale gelmiştir. Osmanlı-İran İlişkileri Çeşitli sebeplerle zaten var olan gerginlik Osmanlı’nın Avrupa’ya sefere çıkması ve Safeviler’in Doğu Anadolu’daki topraklara saldırması ile daha da artmış, bunun üzerine Kanuni İran’a iki sefer düzenleyerek Tebriz ve Bağdat’ı almıştır. (1534) Sonuçta Amasya Antlaşması imzalanarak (1555) Bağdat, Erivan, Tebriz ve Doğu Anadolu Osmanlılar’a bıraklıdı. Böylece Osmanlı’nın sınırları Hind Okyanusu’na kadar dayanmıştır. Hint Seferleri Portekizlilerin Hindistan’da sömürge kurarak Müslümanların ticari faaliyetlerine engel olmaları, Baharat yolunu kontrol altına almak istemeleri, Hac yollarını ve Hicaz’ı tehdit etmeleri, bölge müslümanlarının Osmanlılar’dan yardım istemesi gibi sebeplerle Osmanlı Donanması Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu’nda da faaliyetlerde bulunmuştur. (1538-1553) İstenilen sonuçlar elde edilememişse de Sudan, Yemen ve Habeşistan ele geçirilmiştir. Akdeniz’de Hakimiyet Mücadelesi Coğrafi keşiflerle birlikte Avrupa denizcilikte ilerlemiş ve Akdenizde güçlü bir duruma gelmişti. Akdeniz’de hakimiyet sağlamak isteyen Osmanlı, Rodos ve çevresindeki adacıkları (1522), Cezayir’i (1533) ve Akdeniz’deki pek çok yeri hakimiyet altına almıştır. Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa (Hızır Reis), Andrea Doria komutasındaki Haçlı ordusuna karşı Preveze Deniz Zaferi’ni kazanmış (1538) ve Akdeniz’in tek hakimi olduğumuzu bütün dünyaya kabul ettirmiştir. Turgut Reis de Trablusgarp’ı fethedip (1551) Preveze’den sonraki en büyük deniz zaferi sayılan ‘Cerbe Savaşı’nı kazandı. II. Selim (1566-1574) Sokullu Mehmet Paşa’nın dirayetli siyaseti ile bu dönemde de fetih ruhu bir süre daha devam etti. Venedik’e bağlı Kıbrıs, Lala Mustafa Paşa tarafından ele geçirildi (1571) ve buraya çeşitli sancaklardan Türkler yerleştirildi. Bu durumu kabul etmek istemeyenlerce oluşturulan müttefik deniz gücü İnebahtı’daki Osmanlı donanmasını imha etti. (1571) Donanma tekrar yenilenerek Akdeniz’e indirildi ve Kılıç Ali Paşa komutasında Tunus yeniden geri alındı. (1575) III. Murat (1574-1595) Düzenlelenen bir seferle Kafkaslar Osmanlı kontrolüne girdi. -Türkistan türkleri ile irtibatı sağlamak, Rusya’nın ilerleyişini durdurmak, İran ile savaşlarda donanmadan yararlanmak, İpek yolunu canlandırmak ve Kafkasya’nın tamamına hakim olmak için- Don ve Volga nehirlerini birleştirmeyi amaçlayan kanal projesi ile; -Avrupa’nın Hint Okyanusu’ndaki üstünlüğüne son vermek, Güney Asya müslümanlarını Avrupa’nın baskısından kurtarmak ve baharatın kaynağına giden en kısa yolu elde etmek için açılan- Süveyş Kanal Projesi Sokullu’nun ölümü ile sonuçsuz kaldı. (1579) Duraklama Dönemi (1579-1699)_____________________________ Sokullu’nun ölmesi ile başlayıp Karlofça Antlaşması (1699) ile biten zaman dilimi Osmanlının duraklama dönemine olarak kabul edilir. Bu dönemde kısmen fetihler devam etmekle birlikte içyapıda başlayan bozulma bir süre sonra dış ilişkileri de etkilemiştir. Duraklamanın başlıca sebepleri: - Merkez ve taşra yönetimi ile ordudaki bozulmalar, - Ulema sınıfı ve eğitimdeki yozlaşmalar, - Ekonomik durgunluk ve - Geleneksel toplum yapısının değişmesi olarak sıralanabilir. Buna ilaveten Osmanlı Devleti artık; Doğuda: Azerbaycan, Hazar Denizi ve İran dağlarına, Batıda: Orta Almanya ve Adriyatik hattına, Güneyde: Umman ve Habeşistan’a, Kuzeyde: Kırım ve Ukrayna bozkırlarına kadar genişlemiş, çöllere, okyanuslara ve güçlü devletlere dayanan coğrafyası, 22 milyon km2lik yüzölçümü ile doğal sınırlarına ulaşmıştı. Bir yandan da Avrupa’da güçlü devletler ortaya çıkmaya başlamış, coğrafî keşiflerle dünya ticaret yolları denizlere kaymış, Avrupa ilim ve teknolojide önemli ilerlemeler kaydetmişti. III. Mehmet (1595-1604) zamanında Avusturya’ya karşı devam ettirilen savaşlarda Eğri, Kanije ve Haçova zaferleri elde edildi. I. Ahmet (1604-1617) ise Zitvatoruk anlaşmasını imzalayarak (1606) Avusturya İmparatoru’nun Osmanlı Sultanına denkliğini kabul edince Avrupa’daki üstünlüğün sona erdiği de kabul edilmiş oldu. I. Mustafa’nın bir yıl sonra ölmesi üzerine genç yaşta başa geçen IV. Murat’ın (1623-1640) saltanatının ilk yıllarında insiyatif valide Kösem Sultan’da olsa da padişah kısa zamanda otoriteyi tesis etmiş ve bozulan hazineye çekidüzen vermiştir. Kendisini yeterince güçlü hissedince Bağdat’ı Safeviler’den geri almış ve Kasr-ı Şirin Antlaşması ile bugünkü sınırlara yakın Türk-İran sınırı çizilmiştir.(1639) I. İbrahim (1640-1648) zamanında ise devlet her alanda geriledi. Sonunda öldürülüp çocuk yaştaki IV. Mehmet (1648-1687) tahta çıkarıldı. Bu arada Harem ve Yeniçeri Ocağı devlet işlerine istedikleri gibi müdahele eder oldular. Bu durum Köprülü Mehmet Paşa’nın 1656’da sadrazamlığına kadar devam etti. Köprülüler ailesinden diğer sadrazamlar 18. y.y.’a kadar belirleyici rol oynamışlardır. Daha geniş yetkilerle sadrazamlığa getirilen oğul Köprülü Ahmet Paşa zamanında ise Avusturyalılar’a Uyvar ve Neograt kalelerinin Osmanlıya ait olduğu kabul ettirilirken ayrıca Girit ve Podolya da Osmanlı’ya bağlandı. Fazıl Ahmet Paşa’nın genç yaşta ölmesi üzerine yerine Kara Mustafa Paşa sadrazamlığa getirildi. Ancak Viyana bozgunu (1683) hayatına mal olmuştu. Bozgun, Avrupa’da büyük sevinç uyandırmış ve Türkleri Avrupa’dan atmak için Kutsal İttifak oluşturulmuştur. (1696) İç İsyanlar Duraklama döneminin en önemli olaylarından biri de iç isyanlardır. 17. y.y.’da uzun savaşlar, ehliyetsiz idareciler, iltimas ve rüşvet, tımar sisteminin bozulması halkın huzur ve asayişini sarsmış ve bu durum pek çok isyanın çıkmasına sebep olmuştur. Bu isyanlar üç grupta incelenebilir: 1- Taşradaki Celali İsyanları: Tımar sisteminin bozulması ve köylünün artan vergilerden huzursuz olması sebebiyle çıkmıştır. 2- Eyalet İsyanları: Erzurum ve Sivas valileri ile; Yemen, Bağdat, Eflak, Boğdan gibi eyaletler… 3- İstanbul merkezli Kapıkulu isyanları. Kalenderoğlu, Karayazıcı, Deli Hasan gibi Celali isyanlarına medrese öğrencisi suhteler ve başıboş leventlerin isyanı da eklenince devlet bunları bastırmada oldukça zorlandı. Bu isyanlar yüzünden Anadolu’da dirlik düzenlik kalmadığı gibi ekonomi de çökme noktasına geldi. Yeniçeri isyanlarının hedefi ise doğrudan saray olup, Osmanlı tarihinde ilk defa bir padişah - II. Osman (1618-1622)- tahttan indirilip (Yedikule Zindanları’nda) katledilmiş ve yerine I. Mustafa getirilmiştir. Osmanlıların dört cephede Kutsal İttifak’a karşı verdiği mücadele sırasında içte de huzursuzluk artmaktaydı. IV. Mehmet’ten sonra tahta çıkan II. Süleyman (1687-1691) ve II. Ahmet (1691-1695) devirlerinde de huzursuzluk devam etti. II. Mustafa (1695-1703) ise toprak kayıplarını önlemek amacıyla Avusturya üzerine üç sefer düzenlemiş ve son seferde yenilgi alınması üzerine ittifak güçleriyle Karlofça Antlaşması (1699) imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Osmanlı ilk defa batıda ciddi toprak kaybına uğruyordu. Ruslarla yapılan İstanbul Antlaşması’na göre de Azak kalesinin Ruslara terki ve İstanbul’da daimi bir elçi bulundurması kabul ediliyordu. Gerileme Dönemi (1699–1792)________________________________ Karlofça Antlaşması (1699) ile başlayıp Yaş Antlaşması (1792)’na kadar devam eden bu süreçte Osmanlı Devleti, ıslahât yaparak devleti eski gücüne kavuşturmak ve kaybettiği toprakları geri almak için çalıştı. Bu çerçevede Rusya, Avusturya, Venedik ve İran ile uzun süren savaşlar yapılmışsa da bu çabalar daha fazla toprak kaybı ile sonuçlanmıştır. Kendisini Edirne’de av ve eğlenceye veren II. Mustafa Edirne Vakası adı verilen bir ayaklanma ile tahttan indirilip yerine III. Ahmet (1703-1730)geçirildi. Rusya İle ilişkiler: İsveç Kralının Osmanlılara sığınması üzerine Rusya ile yapılan Prut Savaşı’nı Osmanlılar kazandı. (1711) Antlaşma ile Azak Osmanlılar’a verilirken Ruslar Lehistan içişlerinden ellerini çekmişlerdir. Osmanlı Venedik ve Avusturya İlişkileri Mora Venediklerden alınsa da Avusturya, Temeşvar ve Belgrat’ı alınca onlarla Pasarofça Antlaşması (1718) imzalandı. Bu anlaşma sonunda Osmanlı artık taarruz döneminin bittiğini anlayıp barışçı ve savunmacı bir siyasete yönelmiştir. Avrupa’nın üstünlüğünün farkına vararak Avrupa paralelinde islahata başlamıştır. Belgrat elden çıkınca da güç dengesi Avusturya lehine değişmiştir. Lale Devri (1718-1830) - İstanbul’da lale üretimi artmış ve sanatta lâle motifi işlenmesi sebebiyle döneme bu isim verilmiştir. - Osmanlılar barış döneminde savunmaya geçerek Balkanlardaki sınır kalelerini tahkime ağırlık verdikleri gibi bölge halkını yanında tutmak için vergi indirimine gitti. - Vezir-i âzam Damat İbrahim Paşa, Avrupayı her yönden tanımak için başkentlere elçiler gönderdi. - Matbaa açıldı, çini ve kumaş fabrikaları açıldı. - Damat İbrahim Paşa’nın İran’a başlattığı seferden netice alamaması ve bu arada Tebriz’i gizlice İran’a terkettiği haberi, muhalefeti harekete geçirdi. Patrona Halil önderliğindeki ayaklanma ile Damat İbrahim Paşa ve eğlenceye dalmış olan Sultan III. Ahmet öldürülüp bu dönem sona erdi. (1730) I. Mahmut (1730-1754) - Kafkaslar’daki sınır olaylarını bahane ederek Kırım’a saldıran Rusya’ya karşı Fransa’nın da teşvikiyle savaş açıldı. Rusya’nın yanında savaşa giren Avusturya da Eflak ve Boğdan’a girdi. Osmanlılar karşısında ummadıkları bir yenilgi almaları üzerine tekrar Osmanlılar’ın eline geçen Belgrat’ta bir anlaşma yapıldı. (1739) Bu anlaşma ile Osmanlı Pasarofça ile elde ettiği topraklardan çekildi. Rusya Azak’ı bırakıp kıyı ve deniz ticaretinin Osmanlı gemileriyle yapılmasını kabul etti. Bu anlaşma Osmanlılar’ın geçici de olsa toparlanmalarını sağlamıştır. - Askeri sahada da ıslahata girişilmiştir. Fransız asıllı Ahmet Paşa Humbaracı Ocağı’nı kurarak (1734) Avrupâi savaş tekniklerini hayata geçirdi. III. Osman (1754-1757) ve III. Mustafa (1757-1773) dönemlerinde ise tophane ıslah edilerek yeni ve güçlü toplar dökülmüş ve donanma yenilenmiştir. 18. y.y’ın ikinci yarısından sonra Osmanlı, başta Rusya olmak üzere batılı devletlerin istilasıyla karşı karşıya geldi. 1758 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Ruslar Kırım ve çevresini işgal edip Osmanlı donanmasını yakmışlardır. I. Abdülhamit’in (1773-1789) başa geçmesinden sonra imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım Hanlığı Osmanlı Devleti’nden kopartılarak sözde bağımsız bir devlet haline getirilmiştir. Rusya bu antlaşmayla kapitilasyonlar elde etmiş ve her yerde konsolosluk açma hakkı ederek Osmanlı’nın içişlerine rahatça müdahele edebileceği bir ortam temin etmiştir. Nitekim Kırım’ı 1783’te ilhak eden Rusya, Karadeniz’e hakim olarak sıcak denizlere inme politikasında ilerlemiş, Ortodoksları himaye bahanesiyle Balkanlar’daki nüfuzunu kuvvetlendirmiştir. Nihai amacı İstanbul’u ele geçirerek Bizans’ı yeniden diriltmek olan Rusya Osmanlı’yı paylaşmak üzere Avusturya ile gizli bir antlaşma yapmıştır. Osmanlı bunu haber alınca 1788’de Rusya ile savaşa girse de kaybetmiş, başa geçen III. Selim (1789-1807) gerekli islahatı yapmak için zaman istemiştir. Avusturya ile Ziştovi (1791), Rusya ile de Yaş Antlaşması (1792) imzalanmıştır. Dağılma Dönemi (1792–1922)_________________________________ Osmanlı Devleti, içteki zaafları ve dıştaki gelişmelere rağmen varlığını devam ettirmek için, bir yandan ıslahat adı verilen Avrupaî tarzdaki yenileşme hareketlerini sürdürürken, bir yandan da Avrupa’daki rekabetten yararlanarak, denge politikaları izlemiştir. Bu dönemde Avrupa’daki her büyük devletin Osmanlı üzerinde bir hesabı vardı: Rusya, bir yandan Panslavcılık siyaseti çerçevesinde Balkanlardaki Ortodoksları himaye etmeye çalışırken bir yandan da Karadeniz ve Boğazları ele geçirerek sıcak denizlere inmek istiyordu. Hedefi başta Doğu Akdeniz olmak üzere Osmanlı topraklarında yeni çıkarlar elde etmek isteyen Fransa, Osmanlıyı parçalamak için azınlıklar arasında milliyetçiliği yaymaya çalışıyordu. Asıl amacı sömürgelerine giden yolları emniyet altında tutmak olan İngiltere, daha iyi şartlarda paylaşıma girebilmek için, görünüşte Osmanlının toprak bütünlüğünü savunuyordu. Balkanlarda hâkimiyet kurmak için çalışan Avusturya’nın ise Rusya ile çıkarları çatışıyordu. Dağılma döneminin başında özellikle askeri alanda islahat yapmak isteyen III. Selim, Batılı tarzda Nizam-ı Cedid adı verilen bir ordu kurdu. (1793) Fransızlara karşı kapitilasyonlar yenilendi. (1802) Bulgaristan ve Sırbistan’dan sonra Suriye ve Hicaz’da da isyanlar çıktı. Vehhabiler Mekke ve Medine’yi ele geçirmişlerdi. (1803-1804) İstanbul’da Kabakçı Mustafa önderliğindeki isyancılar III. Selim’in yerine IV. Mustafa’yı tahta geçirip (1807) Nizam-ı Cedid’i lağvettiler. Fakat Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa yenilik taraftarlarıyla ayaklanarak karşı darbeyle II. Mahmut’u başa geçirdi. (1808) Nizam-ı Cedid, Sekbân-ı Cedid adıyla tekrar canlandırıldı. Fakat çok geçmeden çıkan bir isyanda Alemdar öldürüldü. II. Mahmut (1808-1839) dönemi hem gerçekleştirilen islahat hem de etnik ve siyasi isyanlarla bir yol ayrımına gelindiğini gösterir. Vak’ay-ı Hayriye olarak bilinen olayla Yeniçeri Ocağı kaldırıldı. (1826) Kabine ve nezaret usülü benimsendi. Avrupai tarzda eğitim veren okullar açıldı. Mora isyanının bastırılmasında Osmanlı’ya yardım eden M. Ali Paşa yardımına karşılık isteyince onunla Kütahya Antlaşması imzalandı (1833) ve Suriye, Mısır ve Girit Valiliği ona, Cidde ile Adana Valiliği de oğluna verildi. Rusya ile de Mısır sorununa katkısından dolayı Hünkar İskelesi antlaşması imzalandı. Buna göre savaş durumunda her iki taraf da birbirine yardım edecek, Osmanlı Rusyaya bir saldırı durumunda boğazları kapayacaktı. I. Abdülmecid (1839-1861) döneminde imzalanan Londra Konferansı’nda Mısır’ın hukuken Osmanlı’ya bağlı kalıp yıllık vergi vermesi ayrıca Suriye, Girit ve Adana’nın Osmanlı’ya geri verilmesi kabul edildi. 1841’de imzalanan Londra Antlaşması ile de boğazların egemenlik hakkı Osmanlı’ya verilirken barış zamanlarında savaş gemilerine kapalı tutulması kabul edilerek Rusya’nın sıcak denizlere inmesi engellenmiş oldu. Tanzimat Fermanı (1839-1876) Tanzimata kadarki islahatlar Osmanlı’nın kendi iradesiyle uygulamaya çalıştığı yeniliklerken; Tanzimatla birlikte Avrupa devletleri Osmanlıyı kendi insiyatifi dışında yeni tedbirler almaya zorladı. Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın hazırladığı düzenlemeler (tanzimat), I. Abdülmecit tarafından tasdik edilmiş ve 3 Kasım 1839’da Gülhane Hatt-ı Hümayunu /Tanzimat Fermanı adıyla ilan edilmiştir. Bu fermanda din ve ırk ayrımı gözetmeksizin tüm Osmanlı tebasının kanun önünde eşit olduğu, herkesin yasalara uygun olarak yargılanması, varlığı ölçüsünde vergilendirilmesi ve askerlik süresinin 4-5 yılı geçmemesi gibi hükümler yer alıyordu. Bu fermanla Avrupalı devletlerin en azından içişlerimize müdahelelerinin azaltılması hedeflenmekteydi. Müttefikler, Kırım Savaşı’nı ilan ederek Rusya’nın Karadeniz’deki en büyük donanmasını ele geçirdiler. Osmanlı’nın galip dönemde imzaladığı son antlaşma olan Paris Antlaşması (1856) ile taraflar işgal ettikleri bölgelerden çekilecekler, Osmanlı bir Avrupa Devleti sayılacak, Karadeniz tarafsızlaştırılacak, Osmanlı’nın toprak bütünlüğü ve Boğazların statüsü Avrupanın kefaletine verilecek, Sultan azınlıkların haklarını iyileştirmeye yönelik yeni bir islahat fermanı çıkaracaktı. Daha anlaşma müzakere edilirken Osmanlı bu İslahat Fermanı’nı ilan etti. Bu fermanla hıristiyanlar ve müslümanlar arasında eşitlik garanti edildi. İç hukuk ve ticaret hukukunda bir takım değişiklikler yapılarak ceza ve medeni hukukun bir kısmı dini esaslardan arındırıldı. Bu düzenlemelerin uygulanması daha çok I. Abdülaziz (1861-1876) döneminde gerçekleşmiştir. Ancak Avrupalı güçler ileride İslahat fermanını Osmanlı Devleti’ne müdahele etmede bir araç olarak kullanmışlardır. I. Meşrutiyet Dönemi (1876-1908) Avrupa’nın kışkırttığı ve desteklediği topluluklar bağımsızlık mücadelesine giriştiler. İsyan eden Girit ve Bulgaristan’a geniş haklar verildi. Genç Osmanlılar, Mithat Paşa’nın öncülüğünde Abdülaziz’i tahttan indirerek yeğeni V. Murat’ı başa geçirdiler. Ancak hastalığı sebebiyle üç ay sonra onu da azlederek Anayasayı (Kanun-i Esasi) ilan etmeye söz veren II. Abdülhamit’i (1876-1909) tahta çıkardılar. O da meşrutiyeti ilan etti. (1876) Bu arada Rusya azınlıkların haklarına riayet edilmediği gerekçesiyle Osmanlı’ya savaş ilan etti. Doksanüç Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonunda Gaziosman Paşa’nın kahramanca savunduğu Plevne’yi aşan Ruslar Yeşilköy’e ve Doğuda da Erzurum önlerine kadar geldiler. Meclis savaşın gidişatından padişahı sorumlu tutuyordu. O da yetkisini kullanarak etnik yapısının karışıklığı gerekçesiyle meclisi feshetti. Osmanlı Ruslarla imzaladığı Yeşilköy (Ayastefanos) Antlaşması ile Balkanlardaki slav kökenli halklara bazı ayrıcalıklar tanımıştı. Ancak gelişmeden rahatsız olan Avrupa’nın girişimi ile 13 Temmuz 1878’de Berlin Antlaşması imzalandı. Bu anlaşma herkesin Osmanlıdan payına düşeni alma çabasıydı: - İngiltere de Berlin’de Osmanlı’yı destekleme karşılığında Kıbrıs’ı üs olarak istedi ve aldı. - Fransızlar Tunus’u işgal edereken İngilizler de Mısır’da hakimiyet kurdu. Bulgarlar bağımsızlıklarını ilan ettiler. - Bu dönemde yapay bir Ermeni sorunu ortaya çıkarılarak Ermeniler Ruslar ve İngilizler tarafından kullanılmaya başlandı. (Rusya kurulacak bir Ermeni Devleti ile sıcak denizlere inmeyi İngilizler de kendileri tarafından kurulacak bir Ermeni Devleti eliyle Ruslar’a engel olmayı planlıyordu. 1889’dan itibaren teröre başlayan Ermeniler Van, Erzurum ve Bitlis’te olaylar çıkardılar. İstanbul’da da Osmanlı Bankası’nı kanlı bir baskınla işgal ettiler. II. Abdülhamit’e yönelik bir suikast teşebbüsünde bulundular.) II. Meşrutiyet Dönemi (1908-1918) Padişahın sürdürdüğü mutlakiyet denen katı yönetimi neticesinde Osmanlılık fikrinin temsilcisi Sadrazam Mithat Paşa Arabistan’a sürgüne gönderildi. Ali Suavi, Ziya Paşa ve Namık Kemal gibi aydınlar bertaraf edildi. Devlet iç ve dış borçlarını kapatabilmek için batılıların elindeki Osmanlı Bankası ile mali bir antlaşma imzalamak zorunda kaldı. İngiliz ve Fransız idaresindeki Düyûn-i Umumiye İdaresi Osmanlı ülkesini adeta bir sömürge haline getirecekti. Jön Türkler (Genç Türkler) Osmanlı Devleti’nin ancak meşrutiyetin ilanı ile kurtarılabileceğini düşünüyorlardı. Selanik’te Enver ve Niyazi Beyler gibi subayların da katılımıyla güçlenen ittihatçıların baskısı ile padişah II. Meşrutiyet’i ilan etti. (23 Temmuz 1908) 27 Aralık 1908’de Meclis açıldı. İttihat ve Terakki Fırkası seçimlerden başarı ile çıkmıştı. Bu sefer de bazı devletlerin kışkırtmaları ile Meşrutiyet aleyhtarları ayaklandı ve 13 Nisan 1909’da başlatılan isyanda bir çok İttihatçı öldürüldü. Selanik’ten gelen ve kurmay başkanlığını M. Kemal’in yaptığı Hareket Ordusu isyanı bastırdı. İsyandan sorumlu tutulan padişah da bir fetva ile Meclis-i Mebusan tarafından tahttan indirildi. (27 Nisan 1909) Yerine kardeşi V. Mehmet Reşat (1909-1918) getirildi. Artık insiyatif İttihatçılardaydı. Dağılma sürecinde pastadan pay almak isteyen İtalya, Trablusgarp’a asker çıkardı. (1911) Derne ve Tobruk’ta M. Kemal, Bingazi’de Enver Paşa İtalyanlar’a karşı başarılar kazandılar. Savaşı kazanamayacağını anlayan İtalya Osmanlı’yı barışa zorlamak için Oniki Ada’yı işgal etti. Balkan savaşları sebebiyle anlaşmaya mecbur olan Osmanlı Ouchy (Uşi) Antlaşması ile Osmanlılar Kuzey Afrika’dan geri çekildiler. (1912) Balkan Savaşları I. Balkan Savaşı Karadağlıların saldırısı ile başlayan savaşta Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ devletleri ittifak içinde yer aldılar. (8 Ekim 1912) Bu savaşta, Osmanlı ordusunun düzensiz durumda bulunması ve askerlerinin bir kısmının terhis edilmesi ayrıca orduda particilik ve ikiliğin çıkmasından dolayı Osmanlı mağlup olmuştur. Londra Antlaşması ile I. Balkan Savaşı sona erdi. Gelibolu yarımadası hariç Trakya, Bulgaristan’a verildi. II. Balkan Savaşı Makedonya’nın Yunanistan ve Sırbistan arasında paylaşılması Bulgaristan’ı rahatsız ediyordu. Romanya da Yunanistan ve Sırbistan’ın yanında ittifaka dahil olunca Bulgarlar’a karşı savaşa giriştiler. Osmanlı da bundan faydalanarak Edirne ve Kırklareli’ni geri almış oldu. - II. Balkan Savaşı tarafların imzaladığı Bükreş Antlaşması ile sona erdi. - Bulgaristan ile imzalanan İstanbul Antlaşması ile Meriç nehri sınır oldu. - Yunanistan’la imzalanan Atina Antlaşması ile de Girit, Yunanistan’a verildi. - Büyük devletler bu antlaşmalardan sonra Bozcaada ve İmroz’u Osmanlılar’a geri verdiler. Balkan savaşları sırasında yüzbinlerce Türk aç ve yokluk içinde başka yerlere göç etmek zorunda kalmıştır. I. Dünya Savaşı ve Osmanlı Devleti’nin Yıkılışı Sadrazam Mahmut Şevket Paşa öldürülünce İttihaçılar tamamen yönetimi ele geçirmişti. Bu dönemde Enver, Talat ve Cemal Paşalar en etkili insanlardı. Balkan savaşlarından sonra ordu ve donanma Avrupa’dan getirilen uzmanlar tarafından güçlendirildi. Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’nın oluşturduğu Üçlü İttifak’ın karşısında İngiltere, Fransa ve Rusya’nın oluşturduğu İtilaf (Anlaşma) Devletleri vardı. Avusturya Macaristan Veliahdı Ferdinand, Saraybosna’da bir Sırp tarafından öldürülünce (28 Haziran 1914) bu iki cepheyi sıcak savaşa çekti. Bulgaristan ve Osmanlı İttifak Devletleri’nin, Romanya, Japonya ve ABD ise İtilaf devletlerinin yanında yer aldılar. Osmanlı yönetimi I. Dünya Savaşı’nda Almanların yanında savaşagirmekle, Kafkaslar, Balkanlar ve Ege'de kaybedilen toprakların geri alınabileceği, kapitülâsyonlar ve Düyun-ı Umumîye’den kurtulunabileceğini düşünüyordu. Almanların II. Abdülhamid devrinden itibaren Osmanlı Devleti'nin yenileşme çabalarına katkıda bulunması ve bu maksatla gönderdikleri askerî ve sivil uzmanların varlığı, İtilaf Devletleri'nin, Osmanlı Devleti'nin tarafsız kalamayacağı kuşkusunu artırıyordu. Nitekim Almanya'ya ait Goben ve Breslav zırhlılarının Türk bayrağı çekilerek, Rus limanlarını bombalamasıyla Osmanlı Devleti fiilen Almanya safında savaşa girmiştir (1 Kasım 1914). Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'nda; Kafkasya, Kanal, Hicaz ve Yemen,Irak, Suriye ve Filistin, Galiçya ve Çanakkale olmak üzere yedi cephede mücadele etmiştir. Enver Paşa’nın Kafkasya’daki başarısızlıkları sonunda Doğu Anadolu ve Trabzon’un düşmesi hariç aslında Osmanlı ciddi bir yenilgi almamıştır. En büyük direniş 19 Şubat 1915’ten itibaren Çanakkale’de gösterilmiş, yardım ümitleri suya düşen Rusya’da Bolşevikler ihtilal yaparak Çarlık Rusyası çökmüştür. 7 Aralık 1917’de imzalanan antlaşmayla Doğu cephesinde Türk Rus savaşı sona ermiştir. - Kanal cephesinde Cemal Paşa Fransız ve İngilizler’e karşı başarıyla direnmiş, - Hicaz ve Yemen’de Osmanlı birlikleri destek görmemelerine rağmen Şerif Hüseyin ve İngilizler’e karşı koymuşlardır. - Yine Osmanlı birlikleri Galiçya, Makedonya ve Romanya’da Avusturya ve Bulgaristan’a yardımcı olmak için büyük bir özveriyle savaşmışlardır. Ancak Müttefiklerinin savaştan yenik ayrılmasıyla birlikte Osmanlılar da ateşkes antlaşmasını imzalamak durumunda kalmışlardır. İttihat ve Terakki’nin savaştan çekilmesinden sonra Ahmet İzzet Paşa kabinesi Mondros AteşkesAntlaşması’nı imzalamıştır. (30 Ekim 1918) Ateşkes antlaşmasıyla İtilaf Devletleri, Osmanlı ülkesini işgal etme hakkını elde etmişlerdir. Bu durum, Osmanlı Devleti'nin fiilen paylaşılması demekti. 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılarak 622 yıl devam eden Osmanlı Devleti’ne son verildi. SÖZLÜK: atabey: Şehzadelerin eğitimi veya bir eyaletin yönetimi ile görevli vezir. dîvanu'd-diyâ: Halifelik mülklerinden sorumlu idarî birim. dîvanu'z-zenâdıka: İran dinlerini yeniden canlandırmak amacıyla çıkarılan isyanları bastırmaktan sorumlu idarî birim. emîru'l-ümerâ: Abbasî Devleti'nin X. yy. da zayıflamasıyla birlikte görü-nürde halifeye bağlı fakat halifelik yetkileriyle donatılmış devletin en üst düzey yetkilisi. gulâm: Abbâsî Devleti'nde halifelerin özel birliklerinde asker olarak görev yapan savaş esiri. halku'l-Kur'ân: Mu'tezile Mezhebi'nin Kur'ân'ın yaratılmış olduğuna ilişkin görüşü. hırka-i şerif: Hz. Muhammed'in sağlığında giydiği hırka. imamet: Toplum önderliği, halifelik. İsmailî mezhebi: 765'te ölen İmam Cafer es-Sâdık'ın oğullarından İsmail'in taraftarlarının kabul ettiği mezhep. dîvanu'z-zenâdıka: İran dinlerini yeniden canlandırmak amacıyla çıkarılan isyanları bastırmaktan sorumlu idarî birim. emîru'l-ümerâ: Abbasî Devleti'nin X. yy. da zayıflamasıyla birlikte görü-nürde halifeye bağlı fakat halifelik yetkileriyle donatılmış devletin en üst düzey yetkilisi. gulâm: Abbâsî Devleti'nde halifelerin özel birliklerinde asker olarak görev yapan savaş esiri. halku'l-Kur'ân: Mu'tezile Mezhebi'nin Kur'ân'ın yaratılmış olduğuna ilişkin görüşü. hırka-i şerif: Hz. Muhammed'in sağlığında giydiği hırka. imamet: Toplum önderliği, halifelik. İsmailî mezhebi: 765'te ölen İmam Cafer es-Sâdık'ın oğullarından İsmail'in taraftarlarının kabul ettiği mezhep. 1. Dünya Savaşı Sonuçları
__________________ Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır. |
09 Ocak 2014, 20:33 | Mesaj No:5 |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cevap: ANKARA İLİTAM İslam Tarihi ve Medeniyeti Ders Özetleri 1.2.3.4.5 Üniteler ÜNİTE: 5 S O S Y A L H A Y A T Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM Medeniyet ve Toplum____________________________ Medeniyet toplumun bir ürünüdür ve medeniyetin pek çok unsuru sosyal hayatta kendini gösterir. İslam’ın kurduğu sosyal düzen, insanın maddi ve manevi varlığını, bireyin kabiliyetini geliştirebilmesi ve gösterebilmesi için gerekli ortamı hazırlamayı ve nihayet toplumun huzur ve barış içerisinde yaşamasını hedeflemektedir. Toplumu Oluşturan Unsurlar______________________ a. Müslümanlar İslam’ın doğduğu sırada halk yaşayış tarzı bakımından bedevi ve hadâri olarak ikiye; hukuki ve sosyal açıdan da hür, mevla ve köle olarak üçe ayrılıyordu. Hürler kabilenin esas üyeleri, köleler sahibinin malı, mevlâlar ise bu ikisi arasında bir sınıf olup çeşitli yollarla hürriyetine kavuşma imkanları vardı. Çoğunluk Araplar olmakla beraber Habeşli, İranlı ve Rum gibi diğer etnik gruptan insanlar da vardı. Toplum dini bakımdan da Müslümanlar ve Gayr-i müslimler (zımmî) den oluşuyordu. İslam, köleliği bir çırpıda kaldırma yoluna gitmemiş fakat hürriyetlerine kavuşturulmaları yönünde çeşitli çözüm yollarına başvurmuştur. Hz. Peygamber’in davetine ‘bütün’ olarak kabileler değil bireyler katılmışlardır. Bu bireyler Allah’a ve Rasülü’ne bağlılık üzerinde birleştirilerek bir toplum (ümmet) meydana getirilmiş ve kardeş ilan edilmişlerdir. İslam kabilenin varlığını hiçbir zaman inkar etmemiş fakat bir kabileye mensup olmayı üstünlük ölçüsü olmaktan çıkarmış ve ‘takva’ ölçü olarak konulmuştur. Doğuştan geldiği kabul edilen statülerin yerini çalışmakla kazanılan ve ehliyete dayanan statüler almıştır. Hicret sonrasında yeni onursal zümreler çıkmıştır: Muhacir, Ensar ve Ehl-i Bedir… Özellikle başşehir Medine’ye olan göçlerle şehirli (hadari, medeni) bir toplum kurulma yoluna gidilmiştir. Halifeler devrinde yeni fethedilen ülkelerle İslam toplumu çoğalıp genişlemiş ve sosyal yapı değişmeye başlamıştır. Bu dönemde fatih müslümanlar, zımmiler, mevali ve köleler sosyal hayatın başlıca zümreleriydi. Emevilerdöneminde halk, müslümanlar (araplar ve mevali) ile zımmilerden müteşekkildi. Araplar: Mudariler ve Yemenliler olarak iki büyük koldan oluşmaktadır. Mevali: Araplar dışındaki müslümanlar olup bunlar hürdü. Ve nüfus bakımından da ikinci sıradaydı. Kölelerin çoğu Slav, Rum ve Zenci iken zımmiler ise fethedilen bölgelerdeki Kıptiler, Nabatlar, Rumlar, İranlılar ve diğerlerinden oluşmaktaydı. Hz. Peygamber ve halifeler döneminde mevaliye eşit uygulama yapımışsa da özellikle Emeviler döneminde İslamiyetin ilkelerini yeterince algılayamamış ve Arap ırkçılığının etkisinde kalmış bazı çevrelerce buna pek dikkat edilememiştir: Arapların Mevali ile aynı hizada yürümemeleri, aynı sofraya oturmamaları, gereksiz vergilerin uygulanması … Böyle bir süreçte Mevali siyasi bir tavır takınarak başta Hz. Ali evladı olmak üzere Emevi muhaliflerini desteklemişlerdir. Emeviler döneminde Mevali az sayıda da olsa yönetimde komutanlık, haciplik gibi görevlere gelseler de daha çok ilmi alanlarda kendilerini göstermişlerdir: Kadı Şureyh, Hasan-ı Basri, Ebu Hanife, Evzai gibi… Bu hususlarda Emeviler’e bir tepki olarak özellikle İran asıllı Mevali arasında ‘şuubiye’ hareketi gelişti. Kur’an’da Hücürat Suresi’nin 13. ayetindeki “Sizi birbirinizi tanımanız için şuub ve kabilelere ayırdık” ifadeleri mevali tarafından mücadele amaçlı kullanılmıştır. Bu akımın mensupları bütün müslümanların eşit olduklarını vurgulamak için kendilerine ‘ehlü’t tesviye’ (eşitlikçi) adını vermişler ve bu akım Abbasiler’in ilk yıllarından itibaren Arap düşmanlığına dönüşmüştür. Bu hareket Abbasiler’in sivil ve askeri bürokraside bir çok mevaliyi istihdam etmesiyle meşruiyet zeminini kısmen kaybetmiştir. Bazı müellifler Araplar’ın üstünlüğüne dair eserler yazarken (İbn Kuteybe, Tafdîlü’l Arab), diğer etnik unsurların üstünlüğüne dair eserler de (Câhiz, Fezâilü’l Etrâk) yazılmıştır. Abbasiler döneminde halk sosyal açıdan havâs ve avam şeklinde iki büyük kısma ayrılmıştı: - Havas sınıfı başta halife ve yakınları olmak üzere özellikle İranlı ailelerden, daha sonra da Türklerden oluşan yöneticiler, diğer eşraf ve ileri gelenlerden ibaretti. - Avam sınıfı ise tarım, ticaret ve sanat gibi çeşitli mesleklerde olanlar idi. Bunlardan ulema, edib, fukaha ve bazı sanat ve ticaret erbabı gibi özel bir sınıf oluşturanlar havassa yakın olabiliyor ve onların desteğini sağlayabilyorlardı. b. Gayri Müslimler İslam toplumunda gayr-i müslimlerin de inanç hürriyetine, can ve mal güvenliğine sahip olarak yaşamalarına imkan tanınmıştır. Hz. Peygamber hicret sonrası Medine’de bulunan müşrik ve yahudi toplulukları ile bir sözleşme yapmıştır. İlerleyen yıllarda Medine dışındaki Yahudi, Hıristiyan ve Mecusiler’le anlaşmalar yapılmış ve askerlik çağına gelmiş erkek nüfus dikkate alınarak ‘cizye’ vergisi ödeyenler hür tebaa sınıfında bulunmuş ve ‘zımmî’ diye adlandırılmışlardır. Müslümanlar ve özellikle Türk İslam dünyası, tarih boyunca Yahudiler’e karşı hoşgörülü davranmış hatta Hıristiyanlar’a karşı onları korumuştur. Halifeler döneminden sonra gerçekleşen fetihlerle Hıristiyanların askeri yönden mağlup oldukları bir gerçektir. Bu mağlubiyet onları ileriki yıllarda önce sözlü sonraları askeri faaliyete geçirmiştir. Haçlı Seferleri’nde kalıcı bir sonuç elde edilememiş tam tersine Türkler Avrupa içlerine kadar ilerlemişlerdir. Sonraki dönemlerde ise özellikle şarkiyat çalışmaları ile daha sağlıklı tespitler yapmışlardır. Özetle gayri müslimler çok kültürlü yapıda sadece birey olarak değil kendi toplumunun bir üyesi olarak kabul edilmiştir. Hukuk Karşısındaki Durumları Gayri müslimlere karşı işlenen suçlarda uygulanacak cezanın ölçüsü konusunda tarihi süreçte tartışmalar olsa da onların canlarına ve mallarına tanınan güvenlik müslümanlarınki ile aynıdır. Askerlik çağına gelen zımmiler cizye ödüyor, askerlikten muaf tutuluyor ve canları, malları, dinleri korunuyordu. İnanç ve İbadet Hürriyeti Ayinler, ibadetler, dini eğitim ve öğretim ile mabetler hukukun koruması altına alınmıştır. Fethedilen yerlerdeki mabetlerine dokunulmamış, yenilerinin yapılması ise antlaşmaya bağlı olmuştur. İkamet ve Seyahat Hürriyyeti Hicaz bölgesine ve kutsal mekanlara girememe gibi bazı sınırlamalar dışında eşit seyahat ve ikamet özgürlüğüne sahiptiler. Çalışma ve Sosyal Güvenlik: Bu hususta herhangi bir kısıtlama mevcut değildi. Siyasi Haklar ve Kamu Görevleri Bu konuda hukukçuların çoğu olumsuz görüş belirtmekle beraber halifeler döneminden itibaren vergi memuru ve katip olarak; Emeviler’den itibaren askerlik, saray tabibliği ve valilik; Abbasiler’de ise baştan itibaren devlet kademelerinde çalışmışlardır. Kazâi ve Hukuki Muhtariyet Aile, kişi, miras ve borçlar hukuku gibi dini inançla yakından ilgili konularda kendilerine hukuki ve adli muhtariyet (seçme hakkı) tanınmıştır. Hukuki ihtilafları kendi mahkemelerine götürme imkanları da vardı. Taraflardan birisi müslüman ise yetkili mahkeme İslam mahkemesi idi. İslam dünyasında zımmilerin statüsü 19. y.y.’a kadar devam etmiştir. Zımmilerden müslüman olanlar ise müslümanlarla eşit haklara sahiptiler. Din Adamları ve Mabetleri Hıristiyanlar kendi din adamlarını kendi kurallarına göre seçiyorlardı. Kendi aralarındaki iç çekişmeler sebebiyle Abbasiler döneminde saray tarafından patrik atandığı da olmuştur. Onların halifeler nezdindeki girişimleri sebebiyle yeni fethedilen yerlerde de yeni kilise inşasına izin verilmiştir. Emeviler döneminde bazen tasvir kırma gibi hadiselere rastlansa da Abbasiler döneminde buna rastlanmamıştır. Gayri Müslimlerin Eğitimi Hıristiyanlarda din eğitimi ve okuma-yazma din adamlarınca verilir ve din adamları şehir dışında bulunan yatılı okullarda yetiştirilirdi. Yahudilerde din eğitimi Betha Midraş’ta verilirken okuma yazma Betha Sifr’de veriliyordu. Mazdeizm’e bağlı olanlar ateşgedelerde din eğitimi görüyorlar ve din adamlarını burada yetiştiriyorlardı. İskan Durumu: Bu hususta müslümanlar ve gayri müslimlerin asırlarca aynı kenti paylaştıkları bilinmektedir. Toplumun Temeli Aile____________________________ İslâma göre neslin sağlıklı bir şekilde devamı ve korunması aile müessesesi ile sağlanabilir. İslam ilkeleri göz önüne alındığında aile; ‘en az, evli iki yetişkin insan ve çocuklarından meydana gelen kurumsallaşmış biyolojik-toplumsal grup’ şeklinde tanımlanabilir İslama göre evliliğin kuruluş amaçları: - Meşru yoldan cinsel ihtiyacın karşılanması. - Sevgi, saygı, huzur ve sükun içinde duygusal ihtiyaçların karşılanması. - Neslin devam ettirilmesi ve korunması. Çoğu toplumda olduğu gibi aile yapısı ataerkildir. Aile resiliği, toplumsal, siyasal ve ekonomik şartlar çerçevesinde ailenin saadeti açısından daha uygun görülerek erkeğe verilmiştir; ancak aile üzerindeki yetkisi aile birliğini devam ettirmesine yöneliktir ve bununla sınırlıdır. İslam ailesinde kadın kocası karşısında bağımsız bir kişiliğe sahip olup ekonomik bakımdan da bağımsızdır. Eşlerin malları ayrıdır. Kadınlara miras hakkı tanınmıştır. Evlilik karşılıklı rızaya dayalıdır. İslam ailesinde büyüklere saygı esastır. İslam aile yapısının İslam medeniyetine katkıları: - Medeniyetin temeli olan değerlerin geliştirilmesini ve nesilden nesile aktarılmasını sağlamıştır. - Sosyal ve siyasal iktidara yardımcı olmuştur. - Ekonomik faaliyetlere ve dayanışmaya kaynaklık etmiştir. - Temel ve ahlaki eğitim, sosyalleşme ve sorumluluk kazanma aile içerisinde gerçekleşmiştir. - Kimi aileler medeniyetin banisi ve taşıyıcısı olmuştur. Yönetici, ulema ve asker çıkaran aileler olduğu gibi medrese ve kütüphaneleri ‘aile vakfı’ olarak kuran aileler de olmuştur. Giyim ve Kuşam_______________________________ Giyim-kuşam ihtiyacını belirlemede; vücudu koruma duygusu, coğrafya, dini inançlar, ekonomik şartlar, hayat şartları ve psikolojik eğilimler ciddi rol oynar. Giyim kuşamın günlük hayatta fizikî, ahlakî ve estetik açıdan taşıdığı öneme Kur’an’da atıflar vardır. Hadis kitaplarında giyim-kuşamla ilgili ‘Kitabül- Libas’ bölümleri vardır. Kadınların kıyafeti ile ilgili bazı düzenlemeler bulunmakla birlikte giyim kuşamın şekli konusunda fazlaca müdahelede bulunulmamıştır. Hem erkeklerin hem de kadınların giydiği giysilerden biri ‘kamis’ olup bunların üzerine pelerin şeklinde giyilenlere ise rida, bürde, şemle gibi isimler verildiği gibi aba ve cübbe denilen elbisler de dış elbise olarak giyilirdi. (Hz. Peygamber’in Bizans tarzı ‘rumi’ veya ‘şami’ denilen bir cübbe giydiği rivayet edilir.) Yine o zamanları İslam dünyasında burnus (bornoz) denilen kapüşonlu bir elbise türü de yaygındı. Kadın elbiseleri de ‘cilbab’ dışında genelde aynıydı. Ayaklara genelde iklim şartlarına göre sandal, soğuk günlerde çorap, mest veya curmûk denilen bir tür çizme giyilirdi. Abbasiler döneminde ise Emevilerin beyaz renginin aksine Farslardan etkilenme ile siyah rengi tercih edildi. (II. Halife Mansur, kılıçların omuz yerine bele asılmasını ve siyah renk giyilmesini emretti. Devlet adamlarına ve hanedan mensuplarına üzerinde “Feseyekfikehümüllah ve hüves semiul alim” ayetinin yazılı olduğu siyah renkli elbiselere giydirdi. Yine onun zamanında halifenin huzuruna girebilmek için sevad adı verilen siyah bir cübbe giymek gerekirdi.) Türkler islamiyeti kabul ettikten sonra da genelllikle geleneksel kıyafetlerini korumuşlardır: - Kıyafetler genelde vücuda oturan tarzdaydı. - Başlara kalpak veya börk takılırdı. - Vücutlara ‘kaftan’ (üst giysisi olarak), ‘hırka’ (önden açık, kollu üst giysisi), ‘gömlek ve şalvar’, ayaklarına da çizme veya çarık giyerlerdi. - Ayrıca kuşak, kemer, uçkur, mendil ve eldiven gibi yardımcı unsurlar da kullanılırdı. - İslamı kabulden sonra derinin yerini kumaş almış kadın ve erkek elbiseleri birbirinden iyice ayrılmış ve İran ve Arap giysilerinden etkilenmeler olmuştur. Bayram ve Şenlikler Hicret sonrası Medine sakinlerinin kutlamış olduğu iki bayram kaldırılmış onların yerine hicri ikinci yıldan itibaren Ramazan ve Kurban Bayramları kutlanmaya başlanmıştır. Bayram kutlamaları musallâ (namazgah) adı verilen geniş bir alanda kadınların ve genç kızların da katıldıkları bayram namazı ile başlardı. (İlk bayram namazı hicri ikinci yılda Kurban Bayramı’nda kılınmaya başlamıştır.) Bayramların kalabalık ve coşku ile geçmesi istenmiş ve folklor gösterileri ve çeşitli eğlencelere izin verilmiştir. Hz. Peygamber’in Ramazan Bayramları’nda musallaya çıkmadan hurma yeme adeti bayramlarda tatlı ikramı geleneğini başlatmıştır. Hayvan yarışları yapılır ve kazananlar ödüllendirilirdi. Bunun yanında ok atma, güreşme, avlanma, yüzme, koşu, ağırlıkkaldırma veçeşitli harb oyunları oynanması da eğlenceler arasındaydı. Yine düğün, bayram, sefere çıkış, ticaret kervanlarını karşılama ve uğurlama zamanlarında çalgı ve davul çalınması da adettendi. Gerek cahiliye gerekse İslami dönemde, velime (ziyafet) ve def çalıp eğlenme düğünlerin başlıca zenginliğiydi. Bu gelenek halifeler döneminde de devam etmiştir. Emeviler döneminde ise hükümdar sarayları ve zengin evlerinde musiki ve eğlenceler çoğalmıştır. Gazel şairleri ilgi toplamıştır. Halifeler dönemindeki şiirin yerini şarkı almıştır. Sazlı ve sözlü eğlenceler başka yörelere de yayılmıştır. Def çeşitlerine ek olarak telli ve nefesli sazlar yaygınlaşmıştır. Abbasiler İran’ın da etkisiyle Nevruz ve Mihrican kutlamalarının yanısıra, Ramazan ve Kurban bayramlarını büyük büyük törenlerle kutlamışlardır. Fatımiler, Selçuklular, Memlükler, Osmanlılar ve diğer müslüman devletlerde muhteşem kutlama törenleri yapılmıştır. Abbasiler devletin zayıfladığı sıralarda bile müzik ve eğlence meclisleri düzenlemişlerdir. Bunların yanısıra Emeviler ve Abbasiler’de saray eğlencesi olarak şairlerin birbirini hicvetmesi, hikaye anlatımı, taklit gibi etkinlikler de yer almaktaydı. Satranç mübah kabul edilmişti. Tavla ise haram veya mekruh addedilmesine rağmen yaygındı. At ve deve yarışları ile güreş sporu sonraki dönemlerde yapılıyordu. Osmanlılarda bayramların yanısıra doğum ve sünnet gibi vesilelerle çeşitli şenlikler yapılırdı. Şehzadelerin sünnet törenlerinde ziyafetler verilir, havai fişekgösterileri yapılır, cirit karşılaşmaları düzenlenirdi. Bunlar dışında Kırkpınar gibi uzantısı günümüze kadar gelen güreşler, at yarışları, gölge oyunları, müzik konserleri gibi eğlenceler dönemin sosyal ve kültürel hayatının bir parçasıydı. Padişahların bayram namazlarını kılmak için saraydan camiye gidiş ve dönüşünde yapılan merasim ‘Bayram Alayı’ olarak tarihe geçmiştir. Sosyal Dayanışma______________________________ Sosyal Dayanışma İlkeleri İnsan tabiatı gereği medenidir, ancak topluluk halinde yaşamanın bireye yüklediği bir takım sorumluluklar vardır. Sosyal dayanışmanın ilkeleri Kuran’da belirtilmiştir:: “Birr ve takva üzerine yardımlaşın. Kötülük ve zulüm üzerine yardımlaşmayın.” (Maide, 2) Sosyal Dayanışma Alanları - Manevi Dayanışma: Bireyin diğer insanlara psikolojik destek sağlamasıdır. (Sevgi, samimiyet ve güzel muamele ile davranması, hayatın zorluk ve kolaylık anlarında yanında olması…) - İlmi Dayanışma: Hz. Peygamber cahili öğrenmekle, alimi de öğretmekle yükümlü tutmuştur. - Siyasi Danışma:Her vatandaş siyasi özgürlük sahibi olduğundan yöneticilere öğüt verme ve tenkit etme hakkına sahiptir. - Yurt Savunmasında Dayanışma - Ahlaki Dayanışma - Ekonomik Dayanışma: İslam, ülke iktisadının vurgunculuk, karaborsacılık, kumar, dolandırıcılık ve kötüye kullanma gibi yollarla çökmesinin önüne geçilmesini ister. Zekat, sadaka ve fitre gibi yükümlülüklerle de ekonomik dayanışmanın yollarını açar. - İbadetlerde Dayanışma: Namaz, oruç, hac, zekat, kurban gibi ibadetlerin hepsi maddi ve manevi bakımdan birer sosyal dayanışma ve yardımlaşma kurumu niteliği taşır. Cuma ve bayram namazları için belli sayıda müslümanın bir araya gelmesi şarttır. Yine farz-ı kifaye olan ibadetler de topluma bir takım şeyleri yüklemektedir. - Sosyal Güvenlik: Her çeşit ve düzeydeki ihtiyaç sahiplerinin dertleriyle ilgilenmektir. Sosyal Dayanışmada Önceliğe Sahip Olanlar İslam medeniyetinde sosyal dayanışmada “yakınlara öncelik” ilkesi geçerli olduğundan milli birlik-bütünlük aileden başlayarak dalga dalga çevreye ve yurt sathına yayılır. “[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Bu zümreler başka bir tasnifle iki sınıfta toplanabilir: a. İnsan haysiyet ve şerefine yakışır hayat düzeyine ulaşabilecek maddi imkandan mahrum olan yoksullar, hastalar, özürlüler, işsizler, bakıma muhtaç çocuklar ve hizmetçiler. b. Fakirlik ve acizlik durumunda olmayan, ancak geçici olarak ekonomik yardıma muhtaç olanlar: Borçlular, diyet ödemek zorunda kalanlar, memleketinden uzak kalmış olanlar. Sosyal Dayanışmanın Yaptırımları - İtikadi Yaptırımlar: Sosyal yardımlaşma öncelikle inanç gereği yapılır. İnsan yaptığı her amelin karşılığını göreceği, kendisinin dünya malının bekçisi, gerçek sahibinin ise Allah olduğu bilinciyle yaşar. İnfakta bulunduğu zaman ise karşılığının cennet olduğunu bilir. İslam alimlerinin çoğuna göre, bir malda fakirin hakkı sahibinden önce gelir. - Ahlaki ve Sosyal Yaptırımlar:İslam kardeşliği ilkesi hayatın bütün alanlarında dayanışmaya sevk etmektedir. Misafire bakmak vacip çoğunluğa göre de sünnettir. Yine İslam, ekonomik sebeplerle evlenemeyenlere yardımcı olunmasını bir yükümlülük olarak koymuştur. - Resmi Yaptırımlar: ‘Emr-i bil ma’ruf nehy-i anil münker’ prensibi tarihte ‘hisbe teşkilatı’ (bugünkü zabıta) tarafından üstlenmiştir. Münkerin engellenmesindeki görev taksimi de şöyle olmuştur: El ile engelleme resmi makamların, dil ile engelleme alimlerin, kalben karşı çıkmak ise herkesin görevi olmuştur. - Cezalar: Huzur ve güvenliği bozucu tutum ve davranışlar karşılıksız bırakılmamıştır. Zina, hırsızlık… - Ekonomik Yaptırımlar: Zekat ve sadaka, vakıflar, define ve hazineler, nezirler (adaklar), kefaretler, kurban, pay ayırma… İlmi Hayat______________________________________ Kur’an’da yaklaşık 750 yerde ilim ve onunla eş anlamlı kelimelerin geçiyor olması onu herkes için bir yükümlülük (farz) haline getirmiş ve İslam dünyasında tarih boyunca din-ilim kaynaşmasını gerçekleşmiştir. Müslümanların ilmi çalışmaları ilk dönem İslam Tarihi’nden itibaren Kıraat ve tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam, Tarih, Coğrafya,Edebiyat,Felsefe ve Mantık gibi “dini / sosyal ilimler” alanlarında yoğunlaşmıştır. 8. y.y.’dan itibaren antik medeniyetlerden yapılan tercümelerin de etkisiyle Fizik, Kimya, Biyoloji, Matematik, Astronomi, Zooloji, Botanik, Tıbbın çeşitli dalları ve Eczacılık gibi “fen ve sağlık” alanlarında yoğun çalışmalar gerçekleşmiş, kitap sayısı hızla çoğalmış, kütüphaneler açılmış ve yaygınlaşmıştır. İslam alimleri, ilimlerin alan ve sınırlarını birbirinden ayırmak için ‘tasnif’ yoluna gitmişlerdir. Farabi’nin tasnifi: 1. Dil İlimleri: Lügat, Sarf, Nahiv, Yazı, Şiir. 2. Mantık 3. Matematik İlimleri: Aritmetik, Geometri, Optik, Musiki, Astronomi, Kaldıraçlar 4. Fizik, Metafizik 5. Medeni ilimler: (Ahlak, siyaset), Fıkıh, Kelam. Bunun yanında yukarıdaki zikredilen eserlerde şu temel hususlar ortaya çıkmaktadır: 1. Nakli (şer’i/dini) İlimler: Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam ve Tasavvuf. 2. Akli (felsefi/hikemi) İlimler: a) Nazari İlimler: İlahiyat, Riyaziyat (matematik ilimler), tabiiyat (fiziki ilimler) b) Ameli ilimler: Ahlak ve Siyaset Matematik ilimlerin başlıcaları: - Aritmetik - Geometri - Astronomi (İlmün nücüm, ilmül hey’e, ilmül felek) - Musiki - Optik (İlmül Menazır) - Mekanik (İlmül hiyel) Fiziki İlimlerin (İlmüt tabii) Başlıcaları: - Temel fizik (Es-sema vel alem) - Mineroloji (İlmül meadin) - Kimya (İlmül kimya) - Tarım (İlmül filaha) - Meteoroloji (İlmül asaril ulviyye) - Psikoloji (ilmün nefs) - Botanik (İlmün nebatat) - Zooloji (ilmül hayavan) - Tıp Ulema ve Etkinliği_______________________________ Hz. Peygamber’den sonra ulema dinin ilkelerini yayma, savunma ve öğretme görevlerini üstlenmiştir. Yöneticilerle halk arasında köprü olmuşlardır. Klasik dönemde din hizmetleri, eğitim-öğretim fetva ve yargı işleri ulemanın elindeydi. Ulema Abbasi öncesi geçimin başka bir meslekle temin ederken daha sonraları resmi sıfat kazanmışlardır. Ulema halkı ve devleti zararlı akımlardan da korumaya çalışmıştır. Örneğin Gazzali, Batınilerle mücadele etmiştir. Osmanlı’da ilmiye grubu, seyfiye, mülkiye ve kalemiye (askeri, bürokrasi ve memurlar) ile birlikte devletin dört temel unsurundan birisini oluşturuyordu. İlmiye mensupları; Şeyhülislam, kazasker, kadı ve müderrislerden oluşmaktaydı.
__________________ Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır. |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
1. SINIF YENİ SİSTEM ARAPCA TERCÜMESİ 1-8 arası Üniteler(ANKARA İLİTAM ) | Medine-web | ANKARA İlitam | 1 | 15 Eylül 2015 14:30 |
Ankara İLİTAM osmanlı türkçesi 1-2 üniteler | limansız | ANKARA İlitam | 0 | 12 Nisan 2015 19:40 |
ANKARA İLİTAM 2. SINIF İslam Tarihi 2 -Kitap- | Medine-web | ANKARA İlitam | 0 | 22 Aralık 2013 22:24 |
ANKARA İLİTAM 1. SINIF İslam Hukuku özetleri | Medine-web | ANKARA İlitam | 0 | 22 Aralık 2013 21:15 |
ANKARA İLİTAM Din Bilimleri II. Özetleri | Medine-web | ANKARA İlitam | 7 | 21 Kasım 2013 18:02 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|