|
Konu Kimliği: Konu Sahibi YASEMİN ATAMAN,Açılış Tarihi: 13 Aralık 2011 (00:16), Konuya Son Cevap : 22 Ekim 2020 (19:46). Konuya 12 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
13 Aralık 2011, 00:16 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 11916 Üyelik T.:
02 Mart 2010 | Musab Bin Umeyr Musab Bin Umeyr [DM]xmxem8_musab-bin-umeyr-cemrenur-ataman_shortfilms[/DM]
__________________ |
Konu Sahibi YASEMİN ATAMAN 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Evrensel Tesbihat | Makale ve Köşe Yazıları | Yitiksevda | 1 | 2298 | 02 Nisan 2012 15:43 |
Kur'an'ın Tâviz ve Uzlaşmaya Bakışı | Allah(c.c) | YASEMİN ATAMAN | 0 | 2151 | 14 Mart 2012 01:18 |
Tevhid Penceresinden Günümüz ve İnsanımız | Tevhid Ve Şirk Konuları | YASEMİN ATAMAN | 0 | 1880 | 14 Mart 2012 01:09 |
Müslümanın müslümanlaşması | Muhtelif Konular | mahsun | 2 | 2228 | 14 Mart 2012 01:06 |
Dünyevileşmek. | Videolar/Slaytlar | Beytül Ahzan | 4 | 2274 | 10 Mart 2012 01:44 |
13 Aralık 2011, 14:03 | Mesaj No:2 |
Cevap: Musab Bin Umeyr
Yasemin hanım kızınızın bu çalışmasından dolayı tebrik ediyor başarılarının devamını diliyorum.Allah yolunda koşan mü'minlerden olmasını mevlamdan diliyorum. | |
15 Aralık 2011, 03:54 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 11916 Üyelik T.:
02 Mart 2010 | Cevap: Musab Bin Umeyr Amin Allah razı olsun kardeşim.
__________________ |
15 Aralık 2011, 14:38 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 13966 Üyelik T.:
27Haziran 2011 | Cevap: Musab Bin Umeyr
Zincirleri kırıp kurtulmayı bırak bi tarafa,biricik mal varlığı sandıkları bu zincirlerden kurtulmak bu günün vahiyi hayatına taşımayan,vahiyle henüz tanışmamış insanlar için sanki bi boşlukta kalmış gibi olunur.Nitekim asker askerliğini,paşa paşalığını,işçi işçiliğini,memur memurluğunu bu İTİKATLE yapmaktadır.Musab vahiyle tanışmış ve neyi kabul ettiğini çok iyi biliyordu ve öylede yürüyordu taki sizinde okuduğunuz ahzab süresi 23 teki sözü üzerine...Alemler içerisinde selam olsun vahiyle tanışıp öylece vahiy yolu üzerinde sözüne yürüyenlere..
|
15 Aralık 2011, 21:58 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 13855 Üyelik T.:
22 Mayıs 2011 | Cevap: Musab Bin Umeyr Allah yolunda canını feda eden bu aziz şehid sahabi için Ashab-ı Kiram'dan Habbab (r.a) şunları anlatıyor: "Biz Hz. Peygamberle birlikte Medine'ye yalnız Allah rızası için hicret ettik. Artık mükâfatını Allah'tan bekleriz. Arkadaşlarımız arasında bu nimetlerden tatmadan âhirete gidenler vardır ki Mus'ab b. Umeyr bunlardan biridir. O Uhud günü şehid olmuştu da, kendisini saracak bir kefen dahi bulamamıştık. Yalnız şehidin bir kaftanını bulmuş ve bu aziz şehidi ona sarmaya çalışmıştık. Ancak başını örterken ayakları açılıyor, ayaklarını kapatırken de başı açığa çıkıyordu. Bu yoksulluk karşısında Hz. Peygamber bize şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de izhîr denilen kokulu ottan koymamızı emretti" (Buharî, Cenâiz 27; İbn Sa'd, a.g.e., III, 121). Mevlam senden razı olsun güzel kardeşim.Bu sahabeye olan sevdamı tekrardan alevlendirdiniz.Yüeğinize emeğinize sağlık. |
06 Temmuz 2012, 12:02 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Musab İbn Umeyr Dr. M. Şerafeddin KALAY Musab İbn Umeyr Çok güzel bir gençti. Omuzlarına dökülen güzel saçları vardı. Herkesin dikkatini çekecek kadar bakımlıydı. Ailesi, kendisini çok severdi. Özellikle annesi çok zengin bir kadındı. Şam'dan, Hind'den en güzel kumaşları getirtir ve oğluna hayranlık celbedecek elbiseler diktirirdi. Güzel kokular sürer, Hadramut’tan getirilen özel terlikler giyerdi. Rasûlullah (sav) onun bu halini hatırlar ve duygularını sahabelerle paylaşmak için; “Mekke’de Mus’ab İbn Umeyr‘den daha güzel saçlı, daha güzel giyimli, daha çok nimetler içinde yaşayan birini görmemiştim,” buyururdu. O, Allah Rasûlü'nün (sav) dâvetini duymuştu. Bazı âyet-i kerîmeler dillerde dolaşıyordu. Onları duyuyor, Müslüman olanların davranış ve yaşayışlarına dikkat ediyordu. Duydukları ve gördükleri onun üzerinde derin tesir bırakmıştı. Rasûlullah’ın (sav) Dâru’l-Erkam’da olduğunu, dâvete buradan devam ettiğini öğrenmişti. Oraya gitti. Allah Rasûlü'nün (sav) huzuruna girdi ve huzurundan Müslüman olarak ayrıldı. Artık yeni bir heyecanla dolu doluydu. Ancak bunu dışa vurması çok zordu. Annesinin ve kabilesinin alacağı tavırdan çekiniyordu; çünkü onları ve İslâm için düşündüklerini yakından tanıyordu. Haliyle Müslüman olduğunu onlardan gizlemek zorunda kaldı. Allah Rasûlü'nün (sav) yanına gizlice gelip gidiyordu. Bir gün Kureyşlilerden biri[1] onu namaz kılarken görmüştü. Gitti, annesine ve kabilesine haber verdi. Fırtına kopmuştu. Bütün âilenin sevdiği, ipek elbiseler içinde sokaklarda salınarak yürüyüşünü seyrederken kıvanç duyduğu Mus’ab, annesi ve akrabaları tarafından hapsedildi. Hapsedilişi de yetmiyor, tehditler birbirini takip ediyordu… Habeşistan’a hicret için Peygamberimizin izin verildiğini duyana kadar hapiste kaldı. Hicret haberini alınca, bir yolunu bulup hapisten kaçarak hicret kervanına katıldı; o da Habeşistan’a hicret etti. Bir müddet Habeşistan’da kaldı. Daha sonra geri döndü. Geri döndüğünde artık üzerinde o güzel elbiseler yoktu… Rasûlullah (sav), Akabe2] denilen yerde, Medine’de –o günün ismiyle Yesrib’te- yaşayan Hazrec Kabilesinden bir grupla karşılaşmış, tanışıp kaynaşmış ve onlara İslâm’ı anlatmıştı. Yahûdilerle birlikte aynı beldede oturan, peygamberler hakkında az da olsa bilgileri olan, son Peygamberin gelme günlerinin yaklaştığını duya gelen Medine’liler, fıtratlarına uygun ve her cümlesi bir başka gerçeği ifâde eden bu daveti kabul etmiş, beldelerine iman ederek, Allah Rasûlü’nü (sav) tasdik ederek dönmüşlerdi. Onlar, yeni bir baharın önünde olduklarını, yepyeni bir canlılığın cihanı kuşatacağını hissetmişler, hakka giden bu kervanda yer almışlardı. Dönünce boş durmamış, başka gönülleri de îman nûruna teşvik etmiş, onları uyarmış, öğrendiklerini aktarmış, bir çok kalbi Hak Yola hazır hale getirmişlerdi. Bir yıl sonra aynı mevsimde 12 kişilik bir grup yine Akabe’deydi. Rasûlullah’la (sav) buluşmuşlar, tevhid inancını koruyacaklarına, hırsızlığa, zinâya yaklaşmayacaklarına, kız çocuklarını öldürmeyeceklerine, hayır işlemekten ve doğrulara itaatten ayrılmayacaklarına dair biat etmişlerdi. Bu biat, “Birinci Akabe Biatı” olarak tarihte yerini alacaktı. Hicret’ten Önce Hicret Rasûlullah (sav), Mus’ab'ı onlarla birlikte Medine’ye gönderdi. Mus‘ab (ra), onlara Kur’an öğretecek, İslâmî bilgiler verecek ve onları eğitecekti. Aynı zamanda İslâm’ı ilmi, irfanı, amelleri ve ahlâkıyla temsil eden insan olacaktı. Bu grupla birlikte Medine’ye vardı. Es’ad İbn Zürâre’nin evinde misafir edildi. Es’ad (ra), çok iyi bir ev sahibi, çok sıcak bir dost, çok gayretli bir İslâm tebliğcisi oldu. İslâm’ı tebliğ konusunda Mus‘ab’dan hiçbir yardımı esirgemedi, imkân hazırlayan, ufuk açan, yılmak bilmeyen bir dost, bir kardeş oldu. Yanlarında İslâm’a ilk gönül verenlerden, acı, tatlı her anını yaşayanlardan fedakâr ve vefakâr Abdullah İbn Ümmi Mektûm (ra) vardı. Üçü çok iyi bir ekip oluşturmuşlardı. Bu güzel ahlâklı, bu güzel Kurân-ı Kerim okuyan dâvetçi, diğer mü’minlerle el ele vererek imrenilenecek bir gayret sergiliyordu… Okuyor, okutuyor, namazları kıldırıyor, İslâm’ı anlatıyor, davranışları ve konuşmalarıyla sevgi ve saygı topluyor; her gün gönüllerin fethinde bir kaç adım daha ileri atıyordu. Yesrib’te3] iki temel kabile vardı: Evs ve Hazrec. Yıllar yılı birbirleriyle boğuşmuşlardı. Sık sık Yahûdilerin tahriklerine kapılıyorlar ve Yesrib’i kendileri için cehenneme çeviriyorlardı. “Yevm-i Buâs” denilen savaş günü, daha tazeliğini kaybetmemişti. O gün, yine Yahûdilerin tahrikiyle ayaklanmışlar, kırk gün savaş hazırlığı yapmışlar; Medine civarında “Buâs” denilen yerde karşı karşıya gelmişlerdi. Bu savaş, yaklaşık Hicretten beş yıl önce yapılmış, her iki taraf da direnip geri adım atmadığı, güçler dengeli olduğu için çok zâyiata sebep olmuş, Evs tarafından Hazrec’in evleri ateşe verilmişti. Medineliler, bu dehşetli savaşın yaralarını henüz saramamışlardı. Bu kör savaşın manasızlığını, tahriklere kapıldıklarını zaman zaman hissediyor ve dile getiriyorlardı. Ancak silinmesi çok zor hadiseler yaşanmıştı. Söylenen ve dillerde dolaşan şiirler ise hatıraları canlı tutuyordu. Kalplerdeki duygular yatışmaya başlayınca söylenen şiirler ortalığı tekrar ateşlemeye yetiyordu. Yahudîler de ortalığı bulandırmak, bu bulanıklıktan faydalanmak istedilerinde bu şiirleri çok iyi kullanıyorlardı. Evs ve Hazrec esasen aynı kökten gelen kabîlelerdi. Evs ve Hazrec şahıs ismiydi ve bu şahıslar Kayle isimli dirayetli bir kadının çocuklarıydı. Onların soyundan gelen nesil ise daha sonra bu şahıslara nisbet edilerek iki ana kola ayrılmıştı. Ancak “Benî Kayle (Kayle Oğulları)” adı da hepten unutulmamış, her iki tarafı birden ifade etmek için kullanılır olmuştu.[4] Mus’ab(ra), bütün bunları biliyordu. Yaşanan acıları da biliyordu. O, Yahûdiler gibi yıkmıyor, yapmaya çalışıyordu. Bu iki kabîleyi birbirine kırdırarak, aralarındaki düşmanlıktan yararlanmaya çalışmıyor; aksine yaraları sarmaya, İslâm kardeşliğini gönüllere yerleştirmeye uğraşıyordu. Hem Evs, hem de Hazrec kabilesinden insanları ziyaret ediyor; onlara İslâmı tanıtıyor, yardımcısı İbn Ümmi Mektum, Es‘ad ve Medine’li gençlerle İslâm nûrunun girmediği ev bırakmamak için gecesini gündüzüne katıyordu. Örnek Davetçi Mus’ab’ın üzerinde tiitizlikle durmamız, örnek almamız gereken yönlerinden biri de şüphesiz dâvetçilik vasfıdır. Dâvâsını duyurmak, gönüller kazanmak için nasıl bir azim ve gayret gösterdiği, dâvet için takip ettiği üslup ve elde ettiği başarılardır. Okuyor, okutuyor, anlatıyor, dinliyor; konuştuğu her kelime kulaklara hoş geliyor, gönüllere ayrı bir tat veriyordu. Ev ev dolaşıyor, herkesle tanışıyor, imanın hayata aksedişinin en güzel meyvelerini veriyor, onun samimiyeti, candan üslübu gönüllerde derin izler bırakıyordu. Tilâvet ettiği Kur'ân-ı Kerîm, sesindeki letâfet ve samimiyet; edebî inceliklere düşkün, mânâ derinliklerinden ayrı bir haz duyan dinleyicilerin gönlüne işliyor, kalpler yumşuyor, tutulamayan yaşlar göz pınarlarından süzülüyor ve iman kervanına yeni katılanlar her geçen gün çoğalıyordu. Yanına düşman gelenler bile, ayrılırken çok daha değişik duygularla ayrılıyordu. Bu üslup ve gayrete bir örnek zikretmek gerekirse bu şüphesiz, Üseyd İbn Hudayr ile Sa‘d İbn Mu‘az’ın Mus‘ab’la tanışmaları, İslâmı tanımaları ve hidâyete ermeleri olmalıdır: Üseyd İbn Hudayr, Evs kabilesindendi. Evs kabilesinin efendisiydi. Soylu olduğu kadar zekî, ileri görüşlü bir kimseydi. Hicaz diyarının en zekilerinden, fikir üretebilen, isâbetli görüşler öne sürebilen, insanların önüne ufuklar açabilen nadir insanlardan biriydi. Görüşlerine değer verilir, el üstünde tutulurdu. Kendisini yakından tanıyanlar ona olan hayranlığını gizlemezdi. Bu yüzden “kâmil” lakabıyla yâd edilirdi. Daha çok böyle anılır hale gelmişti. O günlerde, “kâmil” lakabı, okuma yazma bilen, ilim sahibi, edip, iyi yüzme bilen, atıcılıkta mâhir olan kimselere denirdi. Üseyd de böyleydi ve fazlası vardı. O gerçekten olgun ve asil bir insandı. Babası Hudayr, Evs’in yetiştirdiği en iyi silahşörlerdendi ve Buâs Günü Evs’in başında o vardı. Meşhur şâir İmruu’l-Kays’ın soyundandı. Onu kazanmak gerçekten büyük bir kazançtı… Bu da gurbet dâvetçisi Mus‘ab’a nasip oldu. Üseyd İbn Hudayr, Said İbn Muâz ve Evs kabilesinden bir grup, Evs’in kulübü haline getirdikleri yerde konuşmaya dalmışlardı. Bir kişi gelerek, Es’ad İbn Zürâre ile Mus’ab İbn Umeyr’in Evs’in kollarından olan Abdül-Eşhel Oğulları ve Zafer Oğulları topraklarına geldiklerini, Zafer Oğullarının bahçelerinden bir bahçede, çevrelerinde toplanan kişilerle sohbet ettiklerini haber verdi. Gerçekten de öyleydi. Es’ad İbn Zürâre(ra), evini açtığı aziz misafiri Mus’ab’ı(ra) alarak bu topraklara getirmiş, yeni insanlarla buluşturup tanıştırarak ona tebliğ imkanı hazırlamıştı. Bahçe içinde yer alan ve “Marak Kuyusu” diye bilinen kuyunun başında uygun bir yere oturmuşlar sohbete dalmışlardı. Önceden İslâm’a giren Evs’liler de gelmişler, Mus’âb’ı dinliyorlardı. Haberi duyunca ilk konuşan Sa’d İbn Muâz oldu. Yakın arkadaşı ve sâdık dostu olan Üseyd’e hitâp ediyordu: “Durma! Topraklarımıza giren ve zayıf irâdelilerimizin aklını çelen şu iki adamın yanına var; onlara hadlerini bildir. Bir daha bizim diyârımıza gelme cür’eti göstermesinler. Eğer Es’ad teyzemin oğlu olmasaydı, senin de bildiğin gibi aramızdaki akrabalık bağı bulunmasaydı, elimi kolumu bağlı hissetmeseydim, bu işi sana bırakmaz, ben yapardım.” Duyduğu haber ve Evs’in diğer bir efendisi olan Sa’d’ın bu sözleri, Üseyd’in bütün sinirlerini germişti. Harbesini alarak bahçenin yolunu tuttu. Es’ad(ra) uzaktan onun geldiğini görünce; “bu gelen kavminin efendisi, en zekisi, şahsiyeti en güçlü olanı, sözü en çok dinleneni,” diyor, Mus’ab’dan dikkatli olmasını istiyor, Allah’a güvenmesini ve iyi bir imtihan vermesini, onu elde etmesini tavsiye ediyordu. Üseyd geldi. Mus’ab’a döndü. Harbesini5] sımsıkı elinde tutuyordu. Öfkeli bir şekilde konuşmaya başladı: “Seni bizim diyarımıza getiren, zayıflarımızın aklını çelmenize sebep olan ne? Eğer canınızı seviyorsanız, bizim beldemizden uzak durun.” Üslûbu kesin ve emrediciydi. Her kelime öfke doluydu. Sinirler gerilmişti. Mus’ab(ra) ise çok sakindi. Gülümseyen gözlerle ve vakarlı bir edâ ile ona baktı. Sonra sakin bir sesle; “Ey kavminin efendisi! Bundan daha hayırlı bir şey yapmak ister misin?” diye sordu. Sözleri samimi ve içtendi. Üseyd, onun tavrı ile biraz sakinleşmişti ama öfkesi geçmemişti. “Nedir o?” diye sordu. Mus’ab (r.a) aynı içtenlikle cevap verdi: “Yanımıza oturursun. Söylediklerimizi dinlersin. Sözlerimiz doğruysa ve hoşuna giderse kabul eder; hoşuna gitmezse bize söylersin. Biz de buradan gider, bir daha sizi rahatsız etmeyiz.” Mus’ab’ın bu cümleleri, uyumlu, sakin tavrı Üseyd’i şaşırtmıştı. Söylediği doğruydu. Üseyd şahsiyetli bir insandı. Doğruya, doğru derdi. Nitekim o da; “Doğru. Bu söz insaflı,” dedi. Harbesini yere saplayarak oturdu. Mus’ab(ra) İslâm’ı anlatıyordu. Sözlerini âyet-i kerimelerle süslüyordu. Cümleleri, hikmetler ve güzelliklerle doluydu. Konuşmasının ardından Kur’ân-ı Kerim okudu. Çok güzel okuyordu. Okuma ve edâ güzelliğiyle birlikte âyetlerin mânâ güzelliğine, enginliğine dalmış gitmişti. Sanki başka bir âlemde yaşıyordu. Kalbi yumuşamış, gönlü huzur ve sükunla dolmuştu Es’ad ile Mus’ab’ın; “O, daha konuşmadan biz onun yüzünün şeklinden İslâm’a ısındığını, hakka teslim olduğunu anlamıştık. Yüz ifadeleri değişmiş, sîması berraklaşmış, aydınlanmıştı,” dedikleri nakledilir. Üseyd, gerçekten değişmişti. Kur’ân-ı Kerîm’in tilâveti bitince ondan şu cümleler duyuldu: “Ne kadar güzel sözler, okuduğun ne kadar hoş, ne kadar güzel! İslâma girildiğinde ne yapılır?” “Gusül abdesti alıp temizlenirsin. Elbiseni de temizlersin. Şehâdet getirerek hakkı ilan edersin. Sonra da namaz kılarsın.” Üseyd denilenleri yaptı. Gönlü dolu doluydu. Öğretildiği şekilde iki rekat namaz kıldı. Sonra Mus’ab ile Es’ad’a; “Peşimde başka bir adam daha var. Eğer onu da iknâ eder, kazanırsanız bilin ki; kabilesinden hiç kimse ona itiraz etmez, peşini de bırakmaz. Sözünü ettiğim kişi, Sa’d İbn Muâz. Şimdi onu size göndereceğim” dedi. Bu sözlerden sonra harbesini alarak uzaklaştı. Kulüp olarak kullandıkları yere yaklaştığında Sa’d onu görmüştü. Dikkatle ona bakıyordu. Daha yaklaşmadan Üseyd’deki değişikliği fark etti. Çevresindekilere; “Allah’a yemin olsun ki Üseyd gittiği gibi gelmiyor. Bu sîmâ, sizin yanınızdaki sîmâdan değişik,” dedi. Gerçekten değişikti. Üseyd (ra), Sa’d’ın yanına geldiğinde ustaca kelimelerle onu da Mus’ab ve Es’ad’ın yanına gönderiyor, Sa’d da, gittiği sîmâdan başka bir sîmâ ile, kalbine iman dolarak, İslâm saflarındaki yerini alarak dönüyordu. Sa’d İbn Muaz (ra) dönünce, oturmadan söze başladı: “Ey Abdü’l-Eşhel Oğulları! Benim hakkımda aranızdaki kanaat nedir?” “Vallahi, seni en hayırlımız, görüşleri, tavsiyeleri aramızda en isabetli olanımız olarak biliyoruz.” “Şimdi beni dinleyin! Allah’ın birliğine inanmadıkça, Muhammed’in Peygamberliğini tasdik etmedikçe sizlerle konuşmayacağım. İster erkek, ister kadın, Allah Rasûlü’ne iman etmedikçe sizden biriyle konuşmak bana haram olsun!” Sa’d’ın (ra) kesin kararlılığı ve arzusu anlaşılmış, sözleri hedefini bulmuştu. O gün Abdü’l-Eşhel Oğullarının evlerinden hiçbirinde, İslâm nûruna kavuşmadan hiç kimsenin gecelemediği nakledilir.6] Üseyd (ra), daha İslâm’la şeref bulduğu dakikalarda, çok sevdiği arkadaşının da İslâma girişine zemin hazırlıyor, dakîkalar içinde onunla din kardeşliğinde buluşuyor, Abdü’l-Eşhel Oğullarını toptan kazanıyorlardı. Mus‘ab (ra) hepsini birden kazanıyordu. Daha niceleri ile birlikte… Üsdü’l-Ğabe’de Mu’sab (ra) için; “Üseyd İbn Hudayr ile Sa’d İbn Mu’âz’ın İslâm nûruna kavuşmasına o vesîle olmuştur ki, bu İslâm yolunda gerçek bir iftihar vesîlesi ve en güzel eserlerdendir,”7] der. Bir sonraki yıl, Mus’ab (ra) Mekke’ye dönüyordu. Yanında Müslümanlar bulunduğu gibi, gönlü İslâma yumuşamış ama İslâm nûruna kavuşmamış kimseler de vardı. Rasûlullah (sav), yanında bulunan ve henüz müslüman olmamış amcası Abbas’la birlikte Akabe’de, yine bu yeni ekiple buluştu. İkisi kadın8] 75 kişiydiler. Başlarında Berâ İbn Ma'rûr vardı. Rasûlullah (sav), onlara İslâmı tanıttı, Kur’ân tilâvet etti ve onlardan biât aldı[9]. Kendisine ilk biat eden, Berâ İbn Ma‘rûr'du. Mus'ab (ra) biattan sonra tekrar Medineye döndü. O Medinelilerin hocasıydı. İslâmın başka beldeye gönderilen ilk dâvetçisiydi; İslâmı en güzel şekilde yaşayarak gönüllere aktaran örnek bir insandı. Onun, İbn Mektum ve onlara destek olan Medine’li mü’minlerin yardım ve gayretleriyle Medine, mü’minlerin ve Allah Rasûlü'nün (sav) hicreti için hazır hale gelmişti. Bu gayretleriyle, samimiyet ve hizmet aşkıyla ve başarılarıyla İslâm tarihinde müstesna yerini alıyordu. Bedir Gazvesinde İslâm sancağı onun elindeydi. Zaferin son noktasına kadar, esen yellerle sancağı o dalgalandırmıştı. Uhud Gazvesi'nde de sancak ona teslim edilmişti. Savaş başlamış, daha ilk dakikalarda müslümanların yek pâre, azim ve cesaretle yüklenişi, yiğitlerin düşman saflarını yırtıp dağıtma-sıyla düşman bozguna uğramış, panik içnde kaçıyordu. Ancak, Cebel-i Ayneyn'e yerleştirilen ve müslümanlara arkadan yapıla-bilecek saldırıyı önleme görevi verilen, başlarına Abdullah İbn Cübeyr'in emir olarak tayin edildiği 50 okçudan çoğu, Rasûlullah'ın (sav) bütün emir ve tembihlerine, Abdullah’ın ikazlarına rağmen kesin zafer kazanıldı duygusuyla yerlerini terketmişti. Bunu fırsat bilen ve başlarında Hâlid İbn Velid'in bulunduğu müşrik süvari birliği, müslümanlara arkadan saldırdı. Kaçmaya çalışan müşrikler de bunu görünce geri dönmüş, iki saldırı arasında kalan ve zaten sayısı az olan müslümanlar, aniden karşılaştıkları bu durum karşısında bozgun alâmetleri göstermiş, merkezî komutayı kaybetmiş; Allah Rasûlü, tehlikelere açık hale gelmişti. Bir avuç yiğit, Rasûlullah’ın (sav) çevresinden ayrılmamış, ne pahasına olursa olsun kopmadan cihada devam etmişti. Bunlardan biri de, İslâm Sancaktarı Mus’ab (ra) idi. Şehid düşene kadar… O şehid düşünce sancağı Ali (ra) almıştı. Bu vefakar, cefâkar, yılmaz yiğit, örnek davetçi, güzel sîmalı, güzel ahlâklı, güzel kârî… her şeyiyle güzel insan, bu dünyaya nokta koyup, ebedî hayata göç etmenin de en güzeline nâil olmuştu. Ancak o, artık eskiden olduğu gibi çok güzel elbiselerin içinde değildi. Uzak diyarlardan özel getirtilen kumaşlar, ipek elbiseler yoktu. İslâm nûruyla aydınlanan bir Şâirin; “Allah’a hamdolsun ki gelip çatmadan ecelim, İslâm’ın o nurlu elbisesini ben de giydim.”10] dediği gibi, üzerinde İslâmın nurlu elbisesi vardı. Uğruna toprağa düştüğü davası vardı; şehidlik rütbesi vardı; ufukta ebedî saadet ve ebedî âlemdeki nimetler ve elbiseler vardı… Toprağa verilirken üzerindeki elbise, kefen olarak bedenini örtmeye yetmemiş, Allah Rasûlü’nün emriyle elbisesiyle baş tarafı kapatılmış, ayakları “izhir” otlarıyla örtülmüştü. İmam Buhâri anlatıyor11]: Rasûlullah’ın (sav) sancaktarı, İslâmdan önce Kureyş gençlerinin en çok nimetler içinde yüzeni şehid düşmüştü. Bürdesiyle kefenlendi. Bürde, baş tarafına örtülse ayakları, ayakları örtülse, başı açık kalıyordu. Allah Rasûlü (sav); “Baş tarafını örtün, ayaklarını da izhirle kapatın” buyurdu. Uhud şehidliğinde, şehidliğin ortasında siyah taşlarla çevrili küçük bölmede Şehidler Efendisi Hamza (ra) ile birlikte yanyana yatan odur. Yanlarında bir başka şehid, Abdullah İbn Cahş vardır. Hepsini rahmet ve gıptayla anıyoruz.[12] Bu aziz sahâbe, asırlar boyu daha çok iki özelliğiyle yâdedilmiş, hem kendisiyle birlikte yaşayan sahâbîlere, hem de sonraki asırlara ibret olmuş, ışık tutmuştur. Bu iki haslet, onu yâdeden her insanı duygulandırmış, hayatına yön vermesine sebeb olmuştur. Bunlardan birincisi; İslâmdan önceki dış görünüşü ile İslâmla şeref bulduktan sonraki görünüşü. Bunlar şüphesiz çok farklı görünüşlerdi. İkincisi; bir dâvetçi olarak elde ettiği başarı. Mus‘ab’ın iki görünüşü arasındaki farkın, bu derece dikkat çekişi, elbette ki, bu aziz sahabînin güzel ahlâkı, fedakârlıkları, örnek davranışları, alçak gönüllülüğü ve bütün bunlara dayalı olarak mü'min gönüllerde taht kuruşu ve dünya hayatına son noktanın konulduğu anındaki farklılıktı. Bu iki görünüş arasında sürdüğü hayatın her anının gıbta edilecek güzelliklerle dolu oluşuydu. Mus’ab (ra), bir çok dünya nimetini îmanı uğruna geride bırakmıştı. İnandığı yolda yokluklara razı olmuştu. Fedakârlıklarla dolu hayatı şehâdetle sona erinceye kadar, bu nimetlerden kendisine dünya hayatında düşen pay çok azdı. Şehit olduğu ve defnedileceği sıradaki elbisesinin vücûdunu örtmeye yetersizliği, kaba dokumalı ve yer yer yamalı oluşu, gençliğindeki giyinişini yakından tanıyanların elbette ki burukluk duyacağı, duygusuz kalamayacağı bir gerçekti. O, iki hicretin ikisine de katılmıştı. Dünyalığa ehemmiyet vermemiş, dâvâsını anlatmak, yaymak, yaşatmak için her yokluğa katlanmış, kimseden dünyaya yönelik bir beklentisi olmamıştı. O, İslâmın ilk gurbetçi davetçisi, cihadlardaki ilk sancaktarı idi ve İslâm şehidi olarak izhir otlarıyla örtülerek dünyayı terketti. Belki de Rabbi, onun bu yönüyle unutulamayan bir örnek olmasını muradetmişti. Gerçekten de unutulmadı, unutulmayacaktı… Abdurrahman İbn Avf, hayatta Cennetle müjdelenen on kişiden biriydi. Düşüncelere zor sığacak kadar cömert, vefâkâr, varlıklı ve dünya varlığına hükmetmesini bilen birisiydi. Çokca oruç tutardı. Bir gün yine oruçluydu. İftar için önüne yemekler konmuştu. Önüne konan yemek çeşitleri dikkatini çekti. Bir anda mü'minlerin yokluk ve cefâ günlerini hatırladı. İftar anının da verdiği duygular içinde şunları söyledi: "Mus'ab İbn Umeyr, benden daha hayırlı bir kimseydi. Şehid edildiğinde kefeni bile olmadı. Elbisesiyle başı örtüldüğünde ayakları, ayakları örtüldüğünde baş tarafı açık kalıyordu… Sonra dünya ve dünya nimetleri önümüze serildi… İçime korku geliyor; acaba bizim yaptılarımızın karşılığı bize dünyada iken peşin mi veriliyor!?" Sonra göz yaşlarını tutamadı.13] Bu hatıranın farklı bir ifadesi de ilk yıllarda büyük çileler çeken, sonraki yıllarda ise varlık içinde yaşayan, acı ve çilenin imtihanını hayallere durgunluk veren bir azim ve sebatla verdikten sonra, varlığın imtihanında da güzellikler sergileyen Habbâb İbn Eret’ten (ra) gelir. Sonraki yıllarda da Mus‘ab, hep bu yönleriyle, gözlerde ve gönüllerde canlandı. O, Medîne'ye geldiği günlerde anıldığı gibi; "Mekkeli Genç, Mekkeli Dâvetçi, Mukri' (Kur'ân Muallimi)” idi. O, dâvet aşkı taşıyan her mü'minin örnek alması gereken bir insandı. O, hicret yurdunun hazırlanmasında büyük emekleri olan biriydi. O, ilk sancaktarımız, unutulmaz şehidimizdi… [1] Bu kişinin Osman İbn Talha olduğu nakledillir. (Hayatu’s- Sahâbe 1/ 283, el- İstîâb 3/ 471) [2] Akabe: Mina ile Mekke arasında, Mina hudutları bittikten hemen sonra başlayan vadînin adıdır. Biat yapılan yer, bu vadîde Cemre-i Akabe (Büyük Cemre)’den Mekke istikametine doğru yaklaşık 200 m. ilerleyince yolun sağında, 25 m. kadar içeridedir. Biatın gerçekleştiği yerde yapılan mescid ana yoldan görülmekte ve “Biat Mescidi” olarak anılmaktadır 3] Yesrib, daha önce işaret ettiğimiz gibi Medine’nin İslâmdan önceki adıdır. [4] Kayle, Kâhil İbn Uzre’nin kızıdır ve yukarıda zikredildiği gibi dirayetli bir kadındır. (Sîretü İbn Hişâm 1/ 218, Lisânü’l-Arab 11/ 580) [5] Delâilü’n-Nübüvve’de; Üseyd’in sinirli bir şekilde Esâd’a (r.a); “Bu yabancıyı niye bize getiriyorsun. Niye zayıf ve iradesiz insanlarımızın aklını çeldirtiyorsun” diye çıkıştığı nakledilir. (Bak: 2/ 439) [6] Sîratü İbn Hişâm (1/ 435- 437), El-Bidâye ve’n-Nihâye (3/ 149- 151), Delâilü’n-Nübüvve (2/ 437- 440), Suverun min Hayâti's-Sahâbe (3/ 25-28) [7] Üsdü’l-Ğâbe (5/ 182) [8] Bu iki kadından birincisi; Nüseybe, künyesi Ümmü Ammâra, babası Ka’b İbn Amr'dır. Cihad ruhu ve fedakârlıklarıyla tanınır. (Günümüzde daha çok Nesîbe olarak anılmaktadır.) İkincisi; Esma’dır. Künyesi Ümmü Menî', Amr İbn Adiyy’in kızı, Mu'âz İbn Cebel’in (ra) annesidir. [9] Sîretü İbn Hişâm (1/438-467), El-Bidâye (3/146-163), Es-Sîretü’n-Nebeviyye (129-135). [10] Şiir Lebîd İbn Rebîa’ya aittir. Bu beyti söyledikten sonra Kur’ân’a hürmet için bir daha şiir söylemediği nakledilir. [11] Sahih-i Buhârî - Megâzî (Umdetü'l-Kârî 14/ 140-141) [12] Mus'ab İbn Umeyr (ra) hakkında bilgi için bak: Sîretü İbn Hişâm (1/431-438, 2/ 73) El- İstîâb (3/ 468) Üsdü’l-Ğâbe (5/ 181-184) Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ (1/ 145-150) El-İsâbe (3/ 421) Delâilü'n-Nübüvve (2/ 430-441, 3/ 238-278) El-Bidâye ve'n-Nihâye (3/ 149-151, 4/ 46) Hay&a |
24 Şubat 2013, 21:08 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Musab İbn Umeyr Resûlullah efendimiz, Mus'ab bin Umeyr'i şehîd olmuş görünce, başı ucuna dikilerek Ahzâb sûresinden: "Mü'minlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösterdiler. Onlardan bâzıları şehîd oluncaya kadar çarpışacağına dâir yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehîd olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü aslâ değiştirmediler" meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve sonra şöyle buyurdu: - Allah'ın Resûlü de şâhittir ki, siz kıyâmet günü Allah'ın huzûrunda şehîd olarak haşrolunacaksınız. Selâm vereceklerdir Daha sonra yanındakilere dönüp; - Bunları ziyâret ediniz. Kendilerine selâm veriniz. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, kim bunlara bu dünyâda selâm verirse, kıyâmette bu aziz şehîdler kendilerine mukâbil selâm vereceklerdir, buyurdu. Daha sonra Mus'ab bin Umeyr'e kefen olarak bir şey bulunamamıştı. Mekke'nin en zengin iki ailesinden birinin çocuğu olan Mus'ab bin Umeyr'in örtünecek kefeni yoktu. Vücûdu kaftanı ile ve ayak tarafı da otlarla örtülmek sûretiyle defnedildi. Habbâb bin Eret der ki: Mus'ab bin Umeyr, Uhud'da şehid edilince, kendisini saracak kısa bir hırkadan başka bir şey bulunamadı. Hırkayı baş tarafına çektik, ayakları açıldı. Ayaklarına çektik, baş tarafı açıldı. Resûlullah bize: - Onu baş tarafına çekiniz! Ayaklarını otlarla kapatınız! buyurdu. |
24 Şubat 2013, 21:39 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 13855 Üyelik T.:
22 Mayıs 2011 | Cevap: Musab İbn Umeyr
Allah c.c sizlerdenden razı olsun. Keşke onun gibi olma yolunda ömrümüzü tüketsek.
|
15 Şubat 2014, 21:45 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 13055 Üyelik T.:
18 Aralık 2010 | Cevap: Musab Bin Umeyr
__________________ "Bir yαrım αklın kuyusundα öbür yαrım αşkın kuytusundα... Cennet ve cehennem αrαsındα.Ucu sırαttαn geçen bir uçurum kenαrındα... Â'râftα..... Ârâfın dα αrαsındα...Ar ve αf yαrαsındα..." |
10Haziran 2014, 21:49 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 40187 Üyelik T.:
20 Mart 2014 | Cevap: Musab Bin Umeyr
Değerli mualim değerli davetçi.... Allah yolunda dünyaya sırtını cevirmiş mekkenin en yakışıklısı.... Siması efendimize benzeyen değerli şehid... Şehid olduğunu meleği musap suretinde görünce anladı Allah resulü...Ve halen Allah resulü yürü Musab yürü diyordu.. Onlar davalarında samimi bir teslimiyetle yürütdüler,birdiler binler oldular...
__________________ Ben sizi Allah’ın kitabına ve Resulü’nün sünnetine çağırıyorum: Gerçekten sünnet öldürülmüş ve bidat diriltilmiştir.Hz.Huseyin |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
video- Ağlatan Sohbet Aşık Musab Bin UMEYR | MusabBinumeyr | Videolar/Slaytlar | 2 | 31 Temmuz 2022 22:14 |
Musab Bin Umeyir video izle | HakikaT | Videolar/Slaytlar | 2 | 22 Şubat 2012 23:50 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|