|
Konu Kimliği: Konu Sahibi KalbinNûru,Açılış Tarihi: 16Haziran 2007 (17:25), Konuya Son Cevap : 25 Ağustos 2008 (16:28). Konuya 14 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
16 Nisan 2008, 23:02 | Mesaj No:11 |
Durumu: Medine No : 176 Üyelik T.:
15 Eylül 2007 | Peygamberlerden Sonra İnsanların En Üstünü:Hz.Ebu Bekr-i Sıddık Peygamberlerden sonra insanların en üstünü:Hz. EBÛ BEKR-İ SIDDÎK Hz. Ebû Bekir, daha Müslüman olmamıştı. Çok te'sîrinde kaldığı bir rü'yâ gördü. Gökten dolunay inip, Kâ'be-i muazzamaya gelmiş ve sonra parça parça olmuş, parçalar Mekke'deki her evin üzerine düşmüş, sonra da tekrar bir araya gelip göğe yükselmişti. Fakat, kendi evine düşen ay parçası evde kalmış tekrar göğe yükselmemişti. Hz. Ebû Bekir, evin kapısını kapayarak, ay parçasının çıkmasına mâni olmuştu.Kavminden Peygamber gelecek Sabahleyin heyecanla uyanan Hz. Ebû Bekir, hemen bir Yahûdî âlimine gidip, rü'yâsını anlattı. O da dedi ki:- Bu rü'yâ karışık rü'yâlardan biridir. Bunun ta'bîri yapılamaz.Fakat bu söz O'nu tatmin etmemişti. Devamlı bu rü'yânın ta'bîrini düşünüyordu.Bir zaman sonra ticâret maksadıyla gittiği yerde, râhip Bahîra'ya rü'yâsını anlattı. Rü'yâ Bahîra'nın çok dikkatini çekti. Bunun için Hz. Ebû Bekir'e sordu:- Sen nerelisin?- Kureyş'tenim.- Tamam. Şimdi rü'yânı ta'bîr edeyim. Mekke'de, bu kavimden bir peygamber gelecek, O'nun hidâyet nûru her yere yayılacak. Sen, O hayatta iken O'nun vezîri, vefâtından sonra da Halîfesi olacaksın!..Hz. Ebû Bekir ne yapacağını şaşırmış hâldeyken, râhip Bahîra sözlerine şöyle devam etti:- Şimdi sen hemen memleketine dön! O'na ulaş! O'na vahiy gelmeye başladığında, git herkesten önce O'na îmân et! Hz. Ebû Bekir bu ta'bîri kimseye anlatmadı. Peygamber efendimiz, peygamberliğini teblîğe başlayınca sordu:- Peygamberlerin, peygamber olduklarına dâir delîlleri vardır. Senin delîlin nedir?Peygamber efendimiz buyurdu ki:- Peygamberliğime delîl, o rü'yâdır ki, bir Yahûdî âliminden ta'bîrini istedin. O âlim, “Karışık bir rü'yâdır, i'tibâr edilmez” dedi. Sonra râhib Bahîra, doğru ta'bîr etti. Yâ Ebâ Bekr, seni Allahü teâlâya ve Resûlüne îmân etmeğe da'vet ederim.Bunun üzerine, Hz. Ebû Bekir, kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu. Zaten bir gece önce şöyle düşünmüştü: Aklıma yatmıyor “Baba ve dedelerimizin seçtiği din, hiç aklıma yatmıyor. Zîrâ hiçbir zarar ve fayda vermeye kâdir olmayan bir heykele tapınmak, ibâdet etmek akıllıca bir iş değildir. Bu kadar muazzam bir kâinâtın bir yaratıcısı olması lâzımdır. Fakat bunu kendi aklım ile bulmam mümkün değildir. Yarın gidip durumu Muhammed aleyhisselâma anlatayım. Bu durumu ancak O'na arz edebilirim. Zîrâ, olgun ve akıllı, doğru görüşlü, hiç yalan söylemiyen bir kimsedir. Herkes O'ndan Muhammed-ül emîn diye bahsetmektedir. O, ne yapmamı isterse ona göre hareket ederim.”Resûlullah efendimiz de, aynı gece, Hz. Ebû Bekir'i İslâm'a da'veti düşünmüştü. Sabah olunca her ikisi de aynı düşünce ile birbirlerinin evine gitmek üzere evlerinden çıktılar. Yolda karşılaştıklarında, “Sözleşmeden birleştik” dediler.Hz. Ebû Bekir, Peygamber efendimizin huzurlarında Müslüman olur olmaz, hemen yakın arkadaşları hatırına geldi:- Yâ Resûlallah, müsâade ederseniz, yakın arkadaşlarımı da huzûrunuza getirip, onların da Müslüman olmalarını arzû ediyorum. Onların da ebedî saâdete kavuşmalarını istiyorum, diyerek arkadaşlarına koştu. Arkadaşlarım dediği, Hz. Osman, Hz. Talhâ bin Ubeydullah, Hz. Zübeyr, Hz. Abdurrahmân bin Avf, Hz. Sa'd bin Ebî Vakkâs ve Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi, ileride Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden ve Cennetle müjdelenenlerden olacak kimselerdi. Gelin îmân edin Hz. Ebû Bekir, yeni Müslüman olmasının aşk ve şevkiyle, Mescid-i Harâma vardığında, dayanamayıp, müşrikler tarafına dönerek seslendi:- Bütün kâinâtın yaratıcısı olan Allahü teâlâyı bırakıp, niçin gidip, bu âciz putlara tapıyor, onlara yüz sürüyorsunuz. Gelin, Allaha ve O'nun resûlü Muhammed aleyhisselâma îmân edin! Bunun üzerine müşrikler, hep birlikte üzerine yürüdüler. Kendisini çok fecî şekilde dövdüler. Kabîlesinden gelen ba'zı kimseler, kendisini baygın bir hâlde evine götürdüler.Hz. Ebû Bekir, uzun bir süre kendisine gelemedi. Ayılması için yapılan bütün gayretlerden bir netîce alınamıyordu. Artık, ümitsiz bir şekilde başında beklemeye başladılar. Nihâyet akşam üstü biraz kendine gelir gibi oldu. Gözünü açar açmaz, ağzından çıkan ilk kelâm şu oldu:- Resûlullah, ne yapıyor, O ne hâldedir? O'na birşey oldu mu?Annesi Ümmülhayr sevinç içinde dedi ki:- Yavrum, bir şey arzû eder misin, yiyip içmek ister misin?- Anneciğim, ben Resûlullaha birşey oldu mu diye soruyorum. O'nun hakkında bana bilgi getirmediğin takdîrde, ne bir lokma yerim, ne de birşey içerim.- Evlâdım, vallahi, O'nun hakkında bir bilgim yok. Onun için sana cevap veremiyorum. Sen biraz ye, kendine gel. Sonra O'nun durumunu öğrenirsin.- Hayır anne!.. Sen Ümm-i Cemil'e git ve de ki: Oğlum Ebû Bekir, senden Resûlullahı soruyor. Acaba ne hâldedir? Annesi de îmân etti Annesi hemen gidip, Ümm-i Cemil'e durumu anlattı.Daha sonra, annesi ve Ümm-i Cemil'in yardımıyla, yavaş yavaş Hz. Erkam'ın evine vardı. Peygamber efendimizi sağ sâlim görünce çok sevindi, Resûlullaha sarıldı. Artık bütün ağrılarını unutmuştu. Peygamber efendimize dedi ki:- Yâ Resûlallah! Bu benim annem Selmâ'dır. Ona duâ etmenizi istiyorum. O da hidâyete kavuşsun! Peygamber efendimiz duâ buyurdu. Böylece annesi de, îmân ile şereflendi ve ilk Müslümanlardan oldu.Resûlullah efendimiz Mi'râca çıktıktan sonra, ertesi gün, Kâ'be yanında mi'râcını anlatınca, işiten müşrikler, inkâr edip, alay etmeye başladılar. Müslüman olmaya niyetli olanlar da vazgeçtiler.Müşrikler, “Tamam, bu defa bir koz yakaladık” diyerek Hz. Ebû Bekir'e gidip sordular: - Ey Ebâ Bekr! Sen çok defa Kudüs'e gidip geldin. İyi bilirsin. Mekke'den Kudüs'e gidip gelmek, ne kadar zaman sürer?- İyi biliyorum. Bir aydan fazla. Mi'râcınız mübârek olsun! Kâfirler bu söze sevindi. “Akıllı, tecrübeli adamın sözü böyle olur” dediler. Gülerek, alay ederek ve Hz. Ebû Bekir'in de kendi kafalarında olduğuna sevinerek, “Senin efendin, Kudüs'e bir gecede gidip geldiğini söylüyor” diyerek, Ebû Bekir'e sevgi, saygı gösterdiler.Hz. Ebû Bekir, Resûlullahın mübârek adını işitince;- Eğer O söyledi ise, inandım. Bir anda gidip gelmiştir, deyip içeri girdi.Kâfirler neye uğradıklarını anlıyamadı. Önlerine bakıp gidiyorlar ve bir taraftan da diyorlardı ki:- Vay canına, Muhammed ne yaman büyücü imiş. Ebû Bekir'e de sihir yapmış.Hz. Ebû Bekir hemen giyinip, Resûlullahın yanına geldi. Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle dedi ki:- Yâ Resûlallah! Mi'râcınız mübârek olsun! Allahü teâlâya sonsuz şükürler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla şereflendirdi. Parlıyan yüzünü görmekle ve kalbleri alan, rûhları çeken tatlı sözlerini işitmekle ni'metlendirdi. Yâ Resûlallah! Senin her sözün doğrudur. İnandım. Canım sana fedâ olsun! Böylece Hz. Ebû Bekir, o gün tereddüde düşen Müslümanların tereddütlerini giderdi, diğerlerinin ma'nevîyatlarını güçlendirdi. Böyle tereddütsüz îmân etmesinden dolayı Resûlullah, o gün Hz. Ebû Bekir'e Sıddîk dedi. Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi. Beraber hicret ederiz Mekke'de müşriklerin, Müslümanlara yaptıkları baskılar ve işkenceler üzerine, Müslümanların çoğu, Resûlullah efendimizin izniyle Medîne'ye hicret etti. Hz. Ebû Bekir de hicret için izin istediğinde, Resûl-i ekrem buyurdu ki:- Sabreyle. Ümîdim odur ki; Allahü teâlâ bana da izin verir. Beraber hicret ederiz.- Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Böyle ihtimâl var mıdır?- Evet vardır.Peygamber efendimizin bu cevapları, Hz. Ebû Bekir'i sevindirmişti.Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir hazırlıklara başladı. Hicret için iki deve satın aldı ve o günü beklemeye başladı. Artık Mekke'de sadece; sevgili Peygamberimiz ile Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, fakîrler, hastalar, ihtiyârlar ve müşriklerin hapse attığı mü'minler kalmıştı.Diğer taraftan Medîneli Müslümanlar, ya'nî Ensâr, hicret eden Mekkelileri ya'nî Muhâcirleri çok iyi karşılayıp, misâfir ettiler. Aralarında kuvvetli bir birlik meydana geldi.Resûlullah efendimiz, hicret gecesi, Allahü teâlânın emriyle evinde Hz. Ali'yi bırakıp, müşriklerin üzerine toprak saçarak uzaklaşıp, Hz. Ebû Bekir'in evine gitti. Hz. Ebû Bekir'e buyurdu ki:- Hicret etmeme izin verildi.Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk heyecanla sordu: - Mübârek ayağınızın tozuna yüzümü süreyim yâ Resûlallah! Ben de beraber miyim?Efendimiz cevap verdiler:- Evet... Anam-babam fedâ olsun Hz. Ebû Bekir sevincinden ağladı. Gözyaşları arasında dedi ki:- Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Develer hazır. Hangisini murâd ederseniz, onu kabûl buyurunuz.- Benim olmayan deveye binmem. Ancak bedeliyle alırım.Bu kesin emir karşısında mecbur kalan Hz. Ebû Bekir, devenin bedelini söyledi.Hz. Ebû Bekir, Abdullah bin Üreykıt isminde, kılavuzluğu ile meşhûr olan zâtı çağırıp, yol göstermesi için ücretle tuttu ve develeri üç gün sonra Sevr dağındaki mağaraya getirmesini emretti.Safer ayının 27'si perşembe günü, Peygamber efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk, yanlarına bir miktar yiyecek alarak yola çıktılar. İzleri belli olmasın diye parmaklarına basarak gidiyorlardı. Hz. Ebû Bekir, Resûlullahın çevresinde, ba'zan sola, ba'zan sağa, öne, arkaya gidiyordu. Peygamberimiz, niçin böyle yaptığını sorunca dedi ki:- Etraftan gelecek bir tehlikeyi önlemek için. Eğer bir zarar gelirse önce bana gelsin. Canım yüksek zâtınıza fedâ olsun yâ Resûlallah!- Yâ Ebâ Bekr! Başıma gelecek bir musîbetin, benim yerime, senin başına gelmiş olmasını ister misin? - Evet yâ Resûlallah! Seni hak dinle, hak peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, gelecek bir musîbetin, senin yerine, benim başıma gelmesini isterim.Mağara kapısı önüne geldiklerinde, Hz. Ebû Bekir dedi ki:- Allah için yâ Resûlallah, içeri girmeyin! Ben gireyim, orada zararlı bir şey varsa, bana gelsin, mübârek zâtınıza bir keder, bir elem değmesin. Ayağını yılan soktu Sonra içeri girip, süpürüp temizledi. Sağında, solunda irili ufaklı birçok delikler vardı. Hırkasını parçalayıp, delikleri kapadı, fakat biri açık kaldı. Onu da ökçesi ile kapayıp, Resûlullahı içeri da'vet eyledi.Peygamber efendimiz içeri girdi ve mübârek başını Hz. Ebû Bekir'in kucağına koyup uyudu. O zaman, Hz. Sıddîk'ın ayağını yılan soktu. Resûlullahın uyanmaması için sabredip, hiç hareket etmedi. Fakat gözyaşı Resûlullahın mübârek yüzüne damlayınca buyurdu ki:- Ne oldu yâ Ebâ Bekr?- Ayağım ile kapattığım delikten, bir yılan ayağımı soktu.Resûlullah efendimiz, Ebû Bekir'in yarasına, iyi olması için mübârek ağzının yaşından sürünce, acısı hemen dindi, şifâ buldu.Resûlullah efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk içerde iken, müşrikler, iz takip ederek mağaranın önüne geldiler. Mağaranın ağzının bir örümcek tarafından örüldüğünü ve iki güvercinin de yuva yaptığını gördüler. İz sürücü Kürz bin Alkama dedi ki:- İşte burada iz kesildi. Müşrikler dediler ki:- Eğer, onlar buraya girmiş olsalardı, kapının üzerindeki örümcek ağının yırtılmış olması lâzım gelirdi. Bu örümcek, ağını, Muhammed doğmadan önce örmüştür. İçeri bakmadan geri döndüler Müşrikler kapı önünde münâkaşa ederken, içeride Hz. Ebû Bekir endişeye kapıldı. Kâinâtın sultânı efendimiz buyurdu ki:- Yâ Ebâ Bekir! Üzülme! Şüphesiz Allahü teâlâ bizimledir.Müşrikler içeri bakmadan geri döndüler.Mağarada üç gece kalıp, pazartesi gecesi yola çıktılar. Eylül ayının 20 ve Rebî'ul-evvelin 8. pazartesi günü Medîne'de Kubâ köyüne geldiler. O gün, Müslümanların Hicrî şemsî sene başlangıcı oldu.Hz. Ebû Bekir, hazerde ve seferde Resûlullahtan hiç ayrılmadı. Ona her zaman arkadaşlık etti. Her zaman, malını, canını fedâ etmeye hazır hâlde yanında beklerdi.Bedir savaşında bir ara, İslâm askeri zorlanmaya başladı. Bunun üzerine, Peygamber efendimiz, Sa'd ve Sa'îd hazretlerini gönderdi. Sonra Hz. Ebû Zer'i gönderdi. Daha sonra da Hz. Ömer'i gönderdi. Bir saat geçtiği hâlde, zorlanma devam ediyordu. Bunu gören, Hz. Ebû Bekir, kılıcını çekip atına binmek isteyince, Peygamber efendimiz elinden tutup buyurdu:- Yanımdan ayrılma yâ Ebâ Bekr! Bedenime ve kalbime gelen her sıkıntı, senin mübârek yüzünü görmekle hafifliyor. Seninle kalbim kuvvetleniyor.Peygamber efendimiz, Hz. Ebû Bekir'i ağlarken görünce buyurdu ki:- Yâ Ebâ Bekir, ağlama! Arkadaşlığı ve malı, bana, senden daha bereketli olanı yoktur. Hz. Ebû Bekir'in îmânı Hz. Ebû Bekir, diline hâkim olmak, lüzûmsuz hiçbir şey konuşmamak için mübârek ağzına taş koyardı. Mecbûr kalmadıkça aslâ dünya kelâmı konuşmazdı. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:(Ebû Bekir'in îmânı, bütün mü'minlerin îmânı ile tartılsa, Ebû Bekir'in îmânı ağır gelir.) Peygamber efendimizin ilk halîfesi ve peygamberlerden sonra insanların en üstünü olmak fazîleti, üstünlüğü, sadece Hz. Ebû Bekir'e nasîb olmuştur. O, dîni kuvvetlendirmek, Peygamber efendimizi memnûn etmek için malını vermekte, düşmana karşı cihâd etmekte, hep önde olmuştur.Hadîd sûresinde meâlen buyuruldu ki:(Mekke-i mükerremenin fethinden önce, malını veren ve cihâd eden kimseye, fetihten sonra malını dağıtan ve cihâd edenden daha büyük derece vardır. Allahü teâlâ hepsine Cenneti va'detti.) Bu âyet-i kerîmenin, Hz. Ebû Bekir'in fazîletini ve derecesinin yüksekliğini gösterdiğini âlimlerimiz söz birliği ile bildirmişlerdir.Tevbe sûresinde de, önce îmâna gelenlerden, her fazîlette öne geçenlerden, Allahü teâlânın râzı olduğu bildirilmiştir.Tebük gazâsında, Resûlullah, herkesin yardım yapmasını emir buyurunca, herkes malının bir kısmını getirip verdi. Hz. Ömer, her zaman en çok yardımı yapan Hz. Ebû Bekir'i, bu defa geçeyim diye, malının yarısını alıp getirdi. Sonra Hz. Ebû Bekir de malını getirip teslîm etti. Peygamber efendimiz sordu: - Yâ Ömer, evine ne kadar mal bıraktın?- Yâ Resûlallah, bu kadar da eve bıraktım. Allah ve Resulünü bıraktım Sonra Hz. Ebû Bekir'e dönüp sordu:- Yâ Ebâ Bekr, sen evine ne bıraktın?- Yâ Resûlallah, evime birşey bırakmadım. Tamamını buraya getirdim. Onlara Allah ve Resûlünü bıraktım.Resûlullah efendimiz Hz. Ömer'e dönerek buyurdu ki:- İkinizin arasındaki fark, cevaplarınız arasındaki fark kadardır.Hz. Ebû Bekir'in, Peygamber efendimizin vefâtından sonra da çok büyük hizmetleri oldu. Zîrâ Peygamber efendimiz vefât edince, Eshâb-ı kirâmın aklı başından gitti. Mescidde ağlaşmaya başladılar. Hiç kimsenin inanası gelmiyordu.Hele Hz. Ömer tamamen kendinden geçmiş bir hâlde idi. Peygamber efendimizin mübârek yüzüne bakıp diyordu ki:- Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı çok ağır.Ölüm sözünü ağzına almadığı gibi, kimsenin de söylemesini istemiyordu. Dışarı çıkıp dedi ki:- Kim “Resûlullah öldü” derse, kılıcımla boynunu vururum! ,Resûlullah da vefât edecektir Hz. Ebû Bekir ile Hz. Abbâs'ın Eshâb-ı kirâm arasında bir ağırlığı vardı. Eshâb-ı kirâmı ancak bunlar teskin edebilirdi. Bunun için beraber mescide gittiler. Hz. Ebû Bekir buyurdu ki:- Ey insanlar! Resûlullahın, “Ben vefât etmiyeceğim” dediğini içinizde duyan var mı?- Hayır, böyle bir söz duymadık.Sonra Hz. Ömer'e dönüp sordu:- Yâ Ömer, bu husûsta sen birşey duydun mu?- Hayır duymadım.Sonra Eshâb-ı kirâma dönüp buyurdu ki:- Hiç kimse, Resûlullahın vefât etmiyeceğini söyliyemez. Cenâb-ı Hakka yemîn ederim ki, Resûlullah ölümü tatmış bulunmaktadır. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde, “Muhakkak, sen de öleceksin, onlar da ölecektir” buyurmaktadır. Resûlullah, İslâmiyetin bütün hükümleri tamamlandıktan sonra, aramızdan ayrıldı. Artık kendimize gelip, defin işlerini tamamlayalım.Sonra, Hz. Abbâs da buna benzer konuşmalar yaptı. Böylece Eshâb-ı kirâmın aklı başlarına geldi.Sevgili Peygamberimiz bir gün Eshâb-ı kirâm ile sohbet ederken, “Şehîdliğin fazîletlerini” anlatıyorlardı. Şehîdlerin şefâ'ati hakkında buyurdu ki:- Kıyâmet gününde şehîdler, mahşer yerine gelirlerken, orada bulunan Peygamberler ayağa kalkarlar. Onlar, çocukları, akrabâları ve dostlarından 70 bin kişiye şefâ'at ederler. Gazânız mübârek olsun Bu sözleri işiten Hz. Nevfel, Resûlullah efendimizden, şehîd olmak için duâ istedi. Resûlullah efendimiz de duâ ettiler.Bir müddet sonra, muhârebeye çıkıldı. Peygamber efendimiz de aralarında bulunuyordu. Bu muhârebe Hz. Nevfel'in duâsından sonraki ilk muhârebe idi. Ve bu muhârebede Hz. Nevfel şehîd düşerek, arzûsuna kavuştu.Peygamber efendimiz ve Eshâbı, muhârebeden dönüyorlardı. Karşılamaya gelenler arasında, Hz. Nevfel'in hanımı, çocukları ve yaşlı annesi vardı.Yaşlı annesi, “Gazânız mübârek olsun” dedikten sonra Resûlullaha, oğlunu sordu. Peygamber efendimizin gözleri nemlendi. Oğlunun şehîdlik haberini vermeye mübârek kalbi dayanamadı. Elleriyle arkayı işâret edip, yoluna devam etti.Hz. Nevfel'in annesi, Peygamber efendimizin hemen arkasından gelen, Allahın arslanı Hz. Ali'ye de aynı şekilde oğlunu sordu. O da şehîdlik haberini veremeyip, arkayı işâret etti.Yaşlı kadın daha sonra, Hz. Ömer'e ve Hz. Osman'a rastladı. Onlara da oğlunun durumunu sordu. Onlar da cevap veremeyip Resûlullahın yaptığı gibi arkayı işâret ettiler.En son gelen Hz. Ebû Bekir idi. Kadıncağız büyük bir ümitle sevgili Peygamberimizin azîz arkadaşına yaklaşarak aynı şeyleri sordu.Hz. Ebû Bekir kendi kendine düşündü:“Yâ Rabbî! Ne kadar zor bir durumdayım. Eğer doğruyu söylersem, mahzûn kalbleri üzmüş olacağım. Bunu yapmaktan sevgili Peygamberimiz çekindi. O'na nasıl aykırı davranabilirim. Sen bana öyle bir şey ilhâm et ki, bu gariplerin yüreği daha fazla yanmasın Allahım!” Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!. . Daha sonra, Hz.Ebû Bekir, bütün kalbiyle:- Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!.. diye bağırdı.İşte o sırada, yaydan fırlamış ok gibi bir atlı, yıldırım hızıyla yanlarına yetişerek dedi ki:- Buyur yâ Sıddîk, beni mi çağırdın?Bu atlı, Hz. Nevfel'den başkası değildi.Sonra, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Peygamber efendimize şunları söyledi:- Yâ Resûlallah! Hak teâlânın selâmı var. “Eğer Peygamberin mağara arkadaşı Sıddîk, bir kere daha (ALLAH) deseydi, yüceliğim hakkı için, bütün şehîdleri diriltirdim. Çünkü, Ebû Bekir, câhiliyye devrinde bile yalan söylememiştir” buyurdu.Bu hâdiseden sonra, Hz. Nevfel senelerce yaşadı. Nihâyet, “Yemâme” cenginde tekrar şehîdlik şerbetini içti. --ALINTI-- |
17 Nisan 2008, 02:22 | Mesaj No:12 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Peygamberlerden Sonra İnsanların En Üstünü:Hz.Ebu Bekr-i Sıddık [B] İSRA VE Mİ'RÂC MU'CİZESİ . /... Hz. Ebû Bekir Tereddütsüz Tasdik Ediyor Mekke halkı arasında gönülleri İslâma ısınıvermiş, fakat Mirâc haberiyle birden şaşırıp kalan kimseler de vardı. Bunlar bu haberi duyar duymaz derhal Hz. Ebû Bekir'e koştular, "Yâ Ebâ Bekir!" dediler. "Arkadaşının işinden haberin var mı? O, bu gece Beytü'l-Makdis'e gittiğini, orada namaz kılıp Mekke'ye döndüğünü söyledi." Hz. Ebû Bekir, "Siz bunları ondan mı duydunuz?" "Evet," dediler, "aynen ondan duyduk." Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, "Vallahi," dedi, "o söylediyse, şeksiz şüphesiz doğrudur. Siz buna hiç şaşırmayın!" Sonra da, kalkıp doğruca Resûl-i Kibriyâ Efendimizin yanına gitti, "Yâ Resûlallah! Sen, şu halka bu gece, Beytü'l-Makdis'e gittiğini söyledin mi?" diye sordu. Peygamberimiz, "Evet" deyince Hz. Ebû Bekir, "Doğru söylüyorsun, senin Allah'ın resûlü olduğuna şehâdet ederim" dedi. Peygamber Efendimiz de, bunun üzerine, "Yâ Ebâ Bekir, sen zâten sıddîksın" buyurdu. Ve, o günden itibaren Hz. Ebû Bekir, "Sıddîk" diye anılmaya başlandı. Sıddık, şeksiz, şüphesiz doğrulayan mânâsına geliyordu. |
19 Ağustos 2008, 14:04 | Mesaj No:13 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Hulafa-i Raşidin ( Dört Büyük Halîfe ) Hz. Ebû Bekir Sıddîk R.A.
HZ. EBUBEKİR SIDDIK(R.ANH.) ALPEREN GÜRBÜZER Ümmül Hayır doğurduğu çocukların hiçbirinden anne sözü işitmeden toprağa vermenin acısını yüreğinde hissediyordu. Bu sefer yeni doğan çocuğunu Hacer’ül Esved’e karşı içten bir yakarışla; Allahım! O’nu ölümden atik eyle (yani azad et), bana bağışla diye dua etti. Atik sözü sanki sihirli bir tılsım misali imdadına yetişip, ilk anneciğim sözünü duymasına vesile oldu. Çocuk büyüdükçe Atik olarak anıldı, çocukluğu da bir hoş, büyükler gibi davranıyordu. Arkadaşları O’na Ebubekir künyesi ile andılar hep. Gençliği pazar pazar dolaşarak geçti ve böylece ticarette yerini aldı. Ta çocuk yaşta Muhammed b. Abdullah ile bağ kurdu, belli ki; Kalu- bela’dan beri yazılmış bir bağ, çocuklar arasında hep arkadaş olarak O’nu tercih etti, zaman zaman ortaklaşa beraber ticaret yaptılar. Cahiliye yaşantılarının hiçbirini yaşamamış, ne bir puta tapmış, ne de bir damla dahi olsa ağzına içki almamış bir temiz hayat. Baba ve anne karar verdi oğlunu evlendirmeye, nitekim evlendi, bu evlilikten Abdullah isminde çocuğu oldu. İkinci evliliğinde ilerisinde Peygamber eşi olacak Aişe doğdu. Hira da oku emrini Peygamber dilinden dinleyince tereddütsüz iman etti, derhal dini tebliği için işe koyuldu; Osman b. Affan, Abdurrahman b. Avf, Bilal b. Ebi Rebah, Halid b. Said gibi nicelerinin Müslüman olmasına vesile oldu. Din uğruna işkence gören Bilal-i Habeş-i gibi insanları satın alarak azat etmesini sağlayarak hürriyetlerine kavuşturdu, zaten kendisine annesinin doğduğunda Atik demesi boşuna değilmiş, Atikliğin gereğini yapıyordu. Atik azad etmek demekti çünkü. Allah Rasulü Mescid-i Haram’da namaz kılarken boğazına doladıkları bezi görür görmez müdahele etmesinin akabinde sille tokat bayılttılar ve uyandığında ilk sözü: O’na bir şey oldu mu? sorusu oldu, önce canan sonra can tabiatlı bir mizaç sergileyen bir ruh… Bu sözlerle Allah Rasulü’ne ölümüne de olsa ileri derecede sevginin varlığını sezen annesi Müslüman olacaktır. Ayılır ayılmaz hemen annesinin Müslüman olduğunu Habibullah’a bildirmenin heyacanını paylaşacak. Allah Rasulü Mirac’a seyrü-sefer eylediğini müşriklere anlattığın da Ebubekir’e koştular; - Ya Ebubekir! Senin arkadaşın bir gecede Mekke’den Mescidi Aksa’ya , Ordan da göklere çıktığını ve tekrar buraya döndüğünü söylüyor.. Ebubekir hiç düşünmeden: - O diyorsa doğrudur. Yani Saddak dedi. Bundan böyle O’nun bu teslimiyet örneğinden dolayı Allah Rasulü tarafından Ebubekir Sıddık denilecekti. O Sahabe arasında Sıddıkıyet makamında tek örnek. Ashabın arasında mağara arkadaşı olarak seçilme şerefi O’na nasip oluyor, seçilmişlerin seçilmişi yani kişi sevdiği ile beraberdir hükmün ilk seçilmişi.. İki can yoldaş Hicret için yola koyulmuş, üçgün mağarada beraber baş başa kaldıktan sonra Medineye yol alacakları sırada bir atlı süvarinin arkadan yetişeceği sırada ani refleksle uyarma ve haber verme şerefi O’na ait. Netice malum Süraka ve atı kumlara üç kez gömülüyor amacına ulaşamıyor böylece... Mekke de Kızı Aişeyi nişanlayıp Medine de nikahının kıyıldığını görme şeref de ona ait. Bedirde esirlerin öldürülmesini söyleyenlerin tersine, onlardan fidye alınmasını uygun olacağını dahiyanece ortaya koyup tasdikini sağlayan bir diplomat tavrının ilki de O’na ait. Allahın Rasulü vefatına yakın hastalığından dolayı mescide gidemez olmuştu, yerine Ebubekir kıldırsın emriyle tam hastalık süresince onyedi vakit namaz kıldırma yetkisini ilki de O’na ait. Habib-i Hüda’nın vefatıyla ‘Her nefis ölümü tadacaktır’ hükmünden hareketle sadece; Allah bakidir ifadesiyle Hz. Ömer’in ; ‘Kim Muhammed öldü derse boynunu vururum’ sözlerinin önüne geçmeyi başaracak kadar metanet örneğinin canyüreği. Allah’ın Rasulü vefatınının şokünü atlatan birkaç Hazreçli kendi aralarında yangından mal kaçırırcasına ‘kim halife olacak’ sorusu yerine ‘halife hangi Kabileden’ sorusunu gündeme getirmişler, Ensar mı, Muhacir mi olsun eksenine taşımışlar, Sa’d’ı hasta yatağından kaldırıp Rasulüllah’ın işte halifesi diyecekleri sırada Hz. Ömer devreye giriyor: - Ey Ebubekir! senki Allah Rasulüne içimizde en yakın bulunmuşsun, o halde en efdal sensin, bu görev sana layıktır deyip her kesin gözü önünde elinden tutmuş ve biat etmişti. Ardından Muhacir- Ensar her kabile biat yemini ile itaat sözü gerçekleşti. Allah’ın Habib-i her türlü kabileciliğinin İslam’a aykırı olduğunu beyan etmesinin asıl nedeni kan bağına göre teşkilatlanmış bir müslüman topluluğunun varlığının sözkonusu olmasıdır.. Nasıl ki Araplarda Kureyş ne ise, Türklerde de Oğuz boyu çok önem arzeder... Her iki kabile de tarihin akışında iki kilit isim olduğu bir vaka. Peygamberimizin ardından İlk h alifenin Kureyş’ten olması birlik ve dirlik adına iyi olmuştur, başka kabileden olsa idi önüne geçilmez yaralar, dağılmalar ve isyanlar biranda alevlenebilirdi. Bir yandan biat merasimi yapılırken Efendimizi de Hz.Ali yıkayıp kefenliyordu. kefenleme işlemlerinin akabinde nereye defnedileceği tartışmaları başladı, Hz. Ebubekir Rasululah’ın ağzından Peygamberlerin son nefeslerini verdikleri yerde defnedildiklerini hadisi şerifini aktararak meseleyi halletmiştir. Böylece Efendimiz Hz. Aişe’nin odasında karar kılındı, hem mescid hemde kabir.. Halife olarak ilk iş; Rasulullah’ın hasta yatağında iken Usame komutasındaki ordunun sefere çıkmasını emredipte vefatıyla dağılan orduyu yeniden sefere kaldırmak oldu ve böylece vasiyet yerine getirilmiş, sefer dönüşü genç yaşta ki Usame’nin hakkıyla görevini ifa etmesi Rasululah’ın komutanlık konusunda isabetli karar aldığını ortaya koydu. İkinci önemli iş de Rasulüllah’ın vefatıyla bir kısım kabilelerin irtidat (dinden dönme) eylemleri ve zekat vermemekte direnenler isyan etmişlerdi. Hz Ebubekir halife sıfatıyla birlik ve dirliğin gereği isyanları bastırmak oldu. Hz Ebubekir’in dinden dönenlere ilk zaferi Halid b. Velid komutasında Tuleyha’nın ordusunu yenerek gerçekleşti. Ebu Cehil’in oğlu İkrime komutasıyla da peygamberlik iddiasında bulunan Müseylime Kezzab’ın defteri dürüldü. Diğer emirlerede kabileleri itaat altına almak için vazife vererek gidecekleri yerler belirlendi: - Muhacir b. Ebi Ümeyye, Arv kabilesine -Halid b. Said, Şam tarafına -Amr b. As, Kudaa’ya -Huzeyfe b. Mihsan, Deba’ya -Arfece b. Herseme, Mehre’ye - Şürahbil b. Haseme, İkrime’nin yardımına - Ma’n b.Haciz, Süleym ve Hevazin tarafına -Süveyd b. Mukarrın, Yemen taraflarında Tihame’ye - Ala b. El- Hadrami, Bahreyn’e görevlendirerek dinden dönenlerin eylemleri ve zekat vermemekte direnenler bastırıldı. Huzuru bozmak isteyen kabilelerin hevesleri kursaklarında kaldı. İrtidat hareketlerine geçit vermeyen emirler vazifelerini en iyi şekilde yerine getirmenin sevinciyle kendilerini Asrı Saadetin altın sayfalarına yazdırmayı çoktan hak ettiler. Hz. Ömer’in teklifiyle Kur’an ayetleri Hz.Ebubekir’in döneminde tertip üzere Fatiha süresinden başlayarak kitap haline getirildi ve Mushaf adı verildi. Mushafın gerçekleşmesi için ilk evvela mescidin yanında bir yer ayrılmış. Rasulüllah her kime ayeti kerime yazdırmışsa şahitleri ile beraber davet edilmiş, böylece biranda taşlara, hurma liflerine, kemiklere, derilere, kağıtlara yazılmış ayetler kayıt altına alınması için gayret gösteren en başta Hz. Ömer, Hz. Ebubekir, Hz. Zeyd b. Sabit ve emeği geçen diğer Ashabı Güzine, gelmiş geçmiş ve gelecek tüm Ümmet-i Muhammed ebediyyen bu hizmetlerinden dolayı şükran ve minnet borçlu. Hz. Ebubekir İslam’ın hoş sedasını duyurmak için gözünü komşu ülkelerin sınırboylarına dikti. Suriye, Şam, Irak, İran taraflarına görevlendirdiği Halid b. Velid üst üste elde ettiği zaferlerlerle Allah’ın kılıcı anlamında Seyfullah lakabına mazhar oldu. Bu savaşlarda İran Şahının Hürmüz, Ma’kıl ve arkadaşları gibi nice komutanların başları devrilmiş, Cabani gibiler hezimete uğratılmış, Suriyede Peygamber davetini alıpda tereddüt etmiş Herakliyüs’in görevlendirdiği Romanosa diz çöktürmüş bir komuta naynı zamanda... Hz. Ebubekir iki yıllık hilafetinin sonuna geldiğinde önce Umre yapıp hatıralar tazelendi ve Cemaziyelahır ayının yedisine rastlayan aynı zamanda havanın soğuk olduğu pazartesi günü gusül abdestinin ardından şiddetli titreme tuttu, ötelere gidişin habercisi gibiydi. Nitekim Titreme ateşe dönüşünce yerine imamet için Hz.Ömer’in kıldırmasını münasip gördü. Günden güne erimeye başladı vücudu. Hasta ziyaretine gelenleri kabül etti, Onu sağlından ziyade kendinden sonra ümmete çobanlık yapacak olan düşündürüyodu, aklında hep Hz Ömer geçiyordu. Bu düşüncesini Abdurrahman b. Avfana, Hz.Osman’a ve Muhacir- Ensardan görüşüne itimat ettiği birkaç insana açtığında olumlu karşıladılar. Hasta yatağında ümmetin derdi ile dert olan Hz Ebubekir Hz. Osman’a; benden sonra Hz. Ömer’i halife olarak bırakmış bulunuyorum vasiyetini yazdırarak ahitnamenin mühürlenmesini emreyledi. Hz. Osman öylede yaptı, dışarı çıktığında mühürlü ahidname de yazılı şahsa biat ediyor musunuz? sorusunu halka yönelttiğinde hiç kimseden itiraz sesi çıkmayınca biat sözü almış oldu. Hz. Ebubekir’in tavsiyesiyle v e sahabenin biatıyla Hz Ömer İkinci halife. Hz. Ebubekir Hakka yürümek üzere iken odası sevenlerle dolu idi , O artık son nefesini verdiğinde çok sevdiği Rasulüllah’ın kabri Şerifinin yanına defnedilerek mescidi Nebevide yerini aldı. Bu arad Halid b. Velid’in Suriye’nin mühim ticari merkezlerini fethettikten sonra Busra’ya , Ordanda Yermuk’a hareket eti. Yermuk’ta üçbin şehit vererek kazandığı zaferinin ardından sır gibi sakladığı mektubu Ebu Ubeyde’ye vererek şöyle dedi; - Mektupta Hz. Ebubekir’in vefat ettiği ve O’nun yerine Hz Ömer’in geçtiğini, Yeni halifenin seni komutan olarak atadığının yazılı olduğunu, bugüne kadar sır gibi saklamamın sebebi; Yermük savaşının sekteye uğramaması içindi diyerek görevi O’na devretti. Ve sözlerine şunları ilave etti: - Artık komutan sen, ben ise emrinde nefer diyerek erdemlik örneği sergiledi. Halid b. Velid zaferlerine zafer katarak kendisine bu sancağı veren Hz. Ebubekir’i bu dünyada göç ederken gözü arkada kalmayacak şekilde uğurlamış oldu. O şimdi Mescid-i Nebevide dostunun yanında.. Sessiz zaferleri gibi iç hayatı da sessizdi. Haf-i zikrin Piridir buyüzden. Can Dostundan talim eylediği ve kalbine işlediği zikrini takip edecek olanlara emanet ederek kalanlara selam olsun diyerek Hakka yürüdü. Ne mutlu çizdiği sessiz ve derinden giden yolundan yürüyenlere..
|
25 Ağustos 2008, 16:26 | Mesaj No:14 |
Cvp: Hz.Ebu Bekr-i Sıddık
HAZRETİ EBU BEKİR radıyALLAHu anh HALİFE OLDUĞU ZAMAN İNSANLARA ŞÖYLE HİTAB ETTİ "Ey insanlar! En iyiniz olmadığım halde başınıza getirildim. Fakat Kur'an inmiştir ve Nebi (aleyhisselam)'in sünneti de ortadadır. Ben, olsa olsa onun takipçisiyim. Yoksa yeni bir çığır açacak değilim. Eğer bu işi güzel yaparsam bana yardımcı olunuz. Eğer yoldan saparsam beni düzeltiniz. Sözlerime, kendim ve sizler için istiğfar ederek son veriyorum." (Mevaizu's-Sahabe, 17) "Ey Allah'ın kulları! Sizden öncekileri düşünün ve ölenlerden ibret alın. Dün nerede idiler? Bugün neredeler? Nerede harp meydanlarındaki cengâverlikleriyle anılanlar? Zaman onları da tüketti ve çürümüş kemikler haline geldiler. Artık çirkin sözlerle yad edilir oldular. Çünkü herkes layık olduğuna kavuşacaktır. Nere de yeryüzünü ekip imar eden krallar? Bizden uzaklaştılar ve sanki hiç yaşamamışcasına unutulup gittiler. Dünya başkalarına kaldı. Onlar da yaptıklarıyla göçüp gittiler. Geride bizler kaldık. Ders almasını bilirsek kurtuluruz, gafil davranırsak onlar gibi oluruz." "Allah rızası için söylenmeyen bir sözde hayır yoktur. Allah yolunda harcanmayan bir malda hayır yoktur. Cahilliği, yumuşak huyluluğunu yenen kimsede hayır yoktur. Herhangi bir yericinin yermesinden korkarak hakkı söylemekten çekinen kimsede de hayır yoktur." "İyiliği emretme ve kötülüğe engel olma görevini üstlenmiş olanlara itaat edenler kurtulur, borcunu ödemiş olur. Sakın arzularınıza kapılmayın! Arzulardan, aşırı istek ve öfkeden korunanlar kurtulurlar. Kendini beğenmişlikten sakının! Topraktan yaratılmış ve yine toprağa dönecek olan, sonra da haşeratın azığı olacak bir kimse neyle gururlanabilir ki?" "Çalışın! Günleri, saatleri kaçırmayın. Mazlumun bedduasından sakının ve kendinizi ölüme hazırlayın. Sabredin! Zira her işin başı sabırdır. İhtiyatlı olun! Faydasını görürsünüz. Çalışın! Ameller karşılığını görecektir. Allah'ın sizleri uyardığı azabından sakının vesize vadettiği rahmetine koşun. Anlamaya çalışın, anlarsınız. , sizden öncekilerin neden helak edildiklerini ve neile kurtulduklarını açıkça belirtmiştir." "'ın kendisini dünyada iken nimetlendirdiği bir kul, huzur-u ilahiye getirilir ve sorulur: Bu gün için ne yaptın? Kendin için ne hazırladın? O da takdim edecek hiç bir iyilik bulamaz ve gözlerinde yaş kalmayıncaya kadar ağlar. Sonra günahları ortaya serilir ve 'a itaat hususundaki ihmali sebebiyle rezil edilir. Bu sefer gözlerinden yaş yerine kan akıtır. Sonra yine günahları serilir ve rezil edilir. Bu defa dirseklerine kadar ellerini yemeye başlar, sonra bir daha azarlanır, bu sefer öyle yüksek sesle ağlar ki, her ikigözü dişarıya fırlayarak yanakları üzerine dökülür. Sonra bir daha azarlanır ki, o zaman: "Ey Rabbim! Beni cehenneme gönder de bu azabdan kurtar" der. " Rasülü (sallALLAHu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Nifakta karışık huşudan 'a sığının! Sordular: Nifakla karışık huşu nedir? Ya Rasulullah? Buyurdu ki: "Beden huşu içerisinde bulunurken kalpte nifak olmasıdır." "Ey insanlar! Sizlere tavsiyem şudur ki: Her işte ve her zaman Allah'tan korkun. Hoşunuza gitse de gitmese de hakka bağlı kalın. Doğru olmayan sözlerin hiçbir kıymeti yoktur. Yalan söyleyen yoldan sapmıştır. Sapıtan ise helak olmuştur." | |
25 Ağustos 2008, 16:28 | Mesaj No:15 |
Cvp: Hz.Ebu Bekr-i Sıddık
[B]Hazreti Ebubekir'in komşuları: — Ya Resûlallah! Ebubekir her akşam evinde ciğer kebabı yapıp yediği halde, bize bir lokma bile vermiyor. Biz onun komşuları olarak şikâyetçiyiz, dediler. Hazreti Resûlüllah: — Bundan sonra yine ciğer yediğini anlarsanız, bana da haber verin o yemek başında iken baskın yapalım, buyurdu. Aradan birkaç gün geçmişti ki, bir sahabi gelip: — Ya Resûlallah! Şu anda evden yine ciğer kokusu gelmeye başladı. Pişiriyor olması lâzım, dedi. Peygamberimiz meselenin hakikatini eshaba söylemiyor, gözleri ile görmelerini istiyordu. Hep beraber Ebubekir'in evine gittiler. Eve yaklaştıklarında hakikaten evden ciğer kokusu gelmeye başlamıştı. Kapıyı çalıp içeri girdiler, baktılar ki, Hazreti Ebubekir'in evinde ciğer değil, bir parça et bile yok. Eshap hayret içinde kalmıştı. Resûl-ü Ekrem meseleyi şöyle izah etti: — Ebubekir'in yediği, sizin bildiğiniz ciğerlerden değildir. Onun kendi ciğeri korkusundan yanıp - tutuşmakta, siz ise onu ciğer pişirip yiyor sanmaktasınız. Şikâyet eden eshap mahcup, Resûlüllah memnun vaziyette ayrıldılar. | |
Konuyu Toplam 3 Kişi okuyor. (0 Üye ve 3 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Hazreti Ebu bekr'in işkenceye maruz kalışı | _bülbül_ | Ashab-Kiram(r.a) | 1 | 24 Mart 2010 11:17 |
Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömere buyurdu ki: | KuM TaNeSi | Hadis-i Şerif | 1 | 06 Kasım 2009 12:55 |
Sahabelerden Bazılarının Faziletleri - Hz. Ebu Bekr (ra) | Belgin | Hadis-i Şerif | 0 | 28 Kasım 2008 09:27 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|