|
Konu Kimliği: Konu Sahibi medinelii,Açılış Tarihi: 22 Ağustos 2008 (16:42), Konuya Son Cevap : 16 Ekim 2009 (17:33). Konuya 12 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
22 Ağustos 2008, 16:42 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 1808 Üyelik T.:
11 Mayıs 2008 | medineweb masal köşemiz....(ilk masal bana ait) medineweb masal köşemiz....(ilk masal bana ait) insallah begenırsınız ılk masal bana aıt - NUH DEDENİN GEMİSİ-< Pon pon pon iğne Ucu yamuk tatlı iğne Acıtmazsın canımı bilirim Yalan kadar Kim demiş iğne cana zarar Balon patlat, top patlat Kimseye söyleme ip atlat Bir masal sormuş Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde,en uzak ülkelerin bile en uzağında bir yerde, ağaçları kocaman, dereleri hızlı hızlı akan, kuşların cıvıldadığı, insanların hayvanlarla dost olup evleri yeşillikler arasında olan bir ülke varmış. bu ülkede herkes hakla hukukla, sevgi ve saygıyla, biraz tarladan biraz ovadan biraz da denizden beslenir mutlu mesut yaşarlarmış, e tabi, dünya bu döner durur zaman koşarak gider, her şey değişir. Kötülük bazen uyanır bazen kimse ona rastlamaz olur. İşte zamana ve kötülüğün uyanmasına sebep olan bir kıvılcımda bu sevgi dolu ülkeden çıkıvermiş.birbirini çok seven insanlar gün geçtikçe dillerine yalan karıştırmışlar. Padişah vezire, vezir askere, asker halka, Halk halkaya Gelmiş taklaya Ne bakarsın havaya Masal değil havada İşte tam burada …bu ülkenin tatlı mı tatlı, ak sakallı, tonton yanaklı bilge dedesi, Nuh dede bu olanlara üzülür kafasını iki yana sallar da dua edermiş. Bilirmiş. Yalan kötülüklerin anası, bulaşır çabucak dile baş belası… üzülüp de her ellerini açtığında; “bu güzel ülkenin insanlarını ve tüm canlılarını en güzel şekilde yaratan, kurtar bizi bu yalandan…” dermiş… Nuh dede bu zehirli çiçek açacak olan yalan ağacından kendini ve ailesini korumaya çalışmış. Ama ülkenin her yerinde baş gösteren yalan da sonunda zehirli çiçeklerini açmaya başlamış. Yalandan şakalar; iftirayı, kendini beğenmişliği ve benciliği de beraberinde getirmiş. Kimse kimseyi beğenmez olmuş, dur durak bilmez bir yol olmuş, artık kime hatır sorsan hata olmuş, insanlar birbirini gördüğünde yolundan geçmez olmuş. Fakirler çoğalmış, aç olanlara kimse yardım etmemiş. İhtiyar anne ve babasına zulüm eden evlatlar bir yandan, hayvanlara bile kızan kimseler ülkenin ve bu küçük köyün etrafını sarmış. Hiç kötülük mevsimine rastlamayan bu insancıklar, bir anda sevgi baharından çıkıp soğuk kötülüklere bırakmış kendini… Bu hal böylece devam ederken, bir gün ormanın derinliklerinde, meraklı mı meraklı yerinde durmaz,sussan konuşmaz, arada bir hiç susmaz minik bir kurbağa prens doğmuş. Kurbağa prens kurbağaların çok sevdiği krallarının oğluymuş. Oğluymuş ama neden bu kadar meraklıymış,kimse anlamazmış.derede oradan oraya koşar her gördüğünü didik didik eder bırakırmış. Güzel davranışların bile aşırısı,baş ağrısıymış. Bu merakında aşırısı herkesi rahatsız eder olmuş. Bir gün bizim kurbağa prens yaşadığı derede düşüncelere dalmış. Dalmış dalmış çıkamamış. İki öne bir geriye zıplaya zıplaya “bende iki ayaklıyım ama neden insan değilim” diye mırıldanmış… iki ayaklı insanları öyle merak ediyor, öyle merak ediyormuş ki; sonunda bir gün hızla zıplaya zıplaya, annesinin izni olmadan kaçıvermiş deresinden ve insanların yaşadığı evlere doğru gitmiş. Şehri yarım yamalak görmeye başlayınca heyecandan daha hızlı zıplamaya başlamış. Sonunda varmış insanların yaşadığı yere. Burada insanlar ve evleri çok büyükmüş. Deresi hiç böyle büyük değilmiş. Ne evler nilüferden ne de yemekleri sinekten, iyice meraklanmaz mı bizim şaşkın kurbağa ilerlemiş usulca, korku sarmış ufak yüreğini,bir o kadar da merak. Kurbağalar birbirine benziyormuş, ama insanların hepsinin iki ayağı, bir başı ve iki kolları olduğu halde, ne gözleri aynıymış ne de davranışları. Kurbağalar hep gülümsermiş. Ama önünden hızla geçen adam çok öfkeliymiş. Öyle ki az kalsın miniciği eziverecekmiş. Şu gelense gayet üzgün, hemen yanındakinden kahkahalar yükseliyor. vrak vrak içimi sardı merak kiminin yüzü siyah kiminin ak aradım sokak sokak kalk da aynaya bak var mı benim gibi vrak bilmem bulamam kaçsan kovalamam anneme sorsam dayanamam bu insanoğlunu hiç anlayamam ilerlemeye ve şaşırmaya devam etmiş bizimki, tam geri dönmeye karar verecekken;Bir de ne görsün? Bir adam küçük kuzuyu annesinden sessizce alıp evine doğru gidiyormuş… “vrak vrak kurt olmuş insanlar” diye bağırmaya başlamış. Ama onu kimse duymamış. Küçük kuzu onu duyup;” minik kurbağa! Onlar seni duyamaz öyle bencil oldular ki, bırak seni duymayı kalplerini bile tanımaz oldular. Buradan uzaklaş yoksa kötü çocuklar sana zarar verirler” demiş. Biraz daha ilerlemiş. İleriden bir adam geliyormuş sinirli bir halde. Bu gördüğü kuzunun sahibi olmalıymış, yana yakıla aradığı kuzusunu komşusunda görünce bağıra bağıra hesap sormuş. Kuzuyu çalan adamsa hiç keyfini bozmadan “o benim kuzum” demiş… kurbağa olanları biliyormuş, seslenmiş ama anlatamamış. Zıplayarak dereye varmış. Annesinden özür dileyip olanları anlatmış. Anne kurbağa küçüğünün bu davranışına üzülmüş, bilmiş ki yalan kötülüklerin anası, görene bile bulaşır baş belası… küçük kurbağayı uyarmış; “Bu sana ders olsun, sakın yalan söyleme” demiş. Küçük kurbağa bu… yasaklar kendilerini cazip kılar, yasaklanınca bir şey minikler sonunu düşünmeden aksini yapar… küçük kurbağa da minikmiş, yasak aklını çelmiş… derede suyla oynarken tüyleri ak, gözleri parlak, hızla koşan bir tavşan görmüş. Tavşan nefes nefese sormuş; “Avcılardan kaçıyorum minik kurbağa onları gördün mü?” “şey… evet onlar sazlıkların arkasından, büyük meşeye doğru gittiler…” diye homurtu şeklinde bir sesle mırıldanıvermiş.tavşan hızla koşmuş.Bizimki ise durmuş. Şu muymuş bu muymuş derken anlamış, yalan söylemiş. Saatlerdir burada oynuyormuş, ama avcıyı hiç görmemiş… tavşana yalan söylemiş. Hemen düzeltecekmiş, “ ben yalan söyledim oraya gitme” diyecekmiş ki, ayak seslerine karışan bir tavşan ağlaması duymuş. bir kafesin içinde,tüyleri ak, gözleri parlak, tavşan dostunu görmüş. Çok üzülmüş ama ne fayda… onun ilk yalanı ormanda da ilk olmuş.kurbağadan tavşana, tavşandan kunduza, kunduzdan kaplana, kaplandan aslana, aslandan timsaha, derken… Artık hayvan dostlar birbirlerine yardım etmez olmuşlar… kuşlar bile selamı sabah kesmişler… ah minik kurbağa ne yaptın sen? Uzakmış ülke ama asıl uzaklık insanlar bencil olunca yaşanırmış.gel zaman git zaman insanların kalbini karartan bu kötü davranışlar hayvanların da o saf temiz ve iyilik dolu kalplerini taşa çevirmiş. Şimdiye kadar hiç kimse bu uzak ülkenin canlılarını bu kadar kendini beğenmiş halde görmemişti. Kötülükler içinde çırpınan birkaç iyi hayvan ve insan da yok değilmiş. Bizim fırfır fare de o iyilerdenmiş. Herkesin yardımına koşar, minik boyuna ve hayatına sayısız güzellikler katarmış. Ormanın böylesine güzel yaratılmasına karşın kalplerin bu kötülüklerle dolu olması onu da tıpkı Nuh dede gibi çok üzüyormuş. Nuh dede mi? Sahi o ne yapıyor acaba? Nuh dede yine ormanda çalışmaktaymış. Nuh dede Ormanda gün boyunca meyvesiz ağaçlardan izin isteyerek onları keser, üç kısma ayırırmış. Bir kısmını odun alacak parası olmayanlara hediye , ikinci kısmını şekillendirip çocuklara oyuncak, diğerini de evinde kullanmaya… ormanda gel zaman git zaman küçük hayvanlarla da konuşan Nuh dede kurbağa prensin yaptıklarını duymuş. Olanlara çok üzülmüş. Bu üzüntü ile işini bitiren Nuh dede, en sevdiği ve yakın dostu olan meşe ağacının yanına gitmiş. Meşe ağacı yakın dostu Nuh tan başka kimseyle konuşmazmış. Nuh dede üç kere eliyle meşeyi okşar, sonra Aman meşe,Canım meşe ruhuma kattın neşe acıkırım doyarım bir söz de senden duyarım diyiverince, meşe iki yana sallanır, gözlerini açar, dallarından bir altın yaprak düşürür ve ah idim,vah idim kimseyle konuşmaz idim Sevgi eli deyince Dostum geldi deyiverdim Sevgi dolu Nuh Dede Sevgin için altın yaprak Oldu Sana hediye, dermiş. Nuh dede de meşe dostunun verdiği her yaprağı gidip bozdurur, fakir kimselere dağıtırmış. Meşe her gün fakirlere yardım etmekten, Nuh dede de buna aracı olmaktan büyük mutluluk duyarmış. Ama bugün duydukları yüzünden çok üzgün olan Nuh dede meşe dostunun yanına oturup, derin bir nefes almış. Meşe dostu Nuh u daha önceden hiç böyle görmemişti. Merakla sormuş. Nuh dede de anlatmış olanları, artık ormanda bile kötülüklerin baş gösterdiğini… meşe Nuh a üzülmemesi için, bal tadında sözlerinden söylemiş. Ama Nuh hiç gülümseyemiyor, konuşamıyormuş. Meşe ona uyku perilerini çağırmış. Nuh dedenin gözleri yavaş yavaş kapanmaya başlamış. Meşenin güven dolu kökleri ona yatak olmuş. Meşenin o geniş ve mis kokulu yaprakları yorgan oluvermiş. günün yorgunluğunu da eklenince derin bir uykuya dalmış. Uyumuş, uyumuş saatler geçmiş… Nuh dede bir rüya görmüş. Bir şimşek çakmış gökte. Ardından bir yağmur başlamış. Yağmur şiddetini öyle arttırmış ki artık bir sele dönüşmüş. Hala yağmaya devam ediyormuş yağmışta yağmış bir tufan kopmuş. Bu tufanda tüm kötü insanlar boğuluyormuş. Ama iyi niyetli kim varsa Nuh ile beraber bir gemi yapıp bu gemiye tüm hayvanlardan birer çift alarak kurtuluyormuş. Yatağından korku ve endişeyle fırlayıvermiş Nuh dede. Gözlerini ovuşturmuş, bir sağa bir sola bakmış ve rüyasının bir uyarı olduğunu anlamış. uyandığında meşeyi hala onu beklerken bulmuş. Heyecanla anlatmış rüyasını. Meşe “işte beklenen haber. Bu kesinlikle bir uyarı, öyle görünüyor ki çok az bir zamanımız kaldı” demiş. Nuh dede hemen köyüne dönerek, tüm malzemelerini yanına almış. Meşenin yanına gelmiş. Burası tam da gemiyi yapabileceği gibi, İnsanlardan uzak, ağaçların halka oluşturduğu bir yermiş, ve başlamış rüyasındaki gemiyi yapmaya. Bu gemi öyle büyük olacakmış ki, tıpkı rüyasında ki gibi tüm hayvanlardan birer çift sığacakmış. Çantasını ilk açtığında, ilk yanına olması gerekenleri hatırlamış. Sabır ve çalışkanlık... bu iki davranışın önemini anladıktan sonra diğer işlere koyulmuş. Tam bu esnalarda Ormanın derinliklerinde yaşayan bizim fırfır fare de aynı rüyayı görmesin mi? Önce şimşekler, yağmur… derken bir tufan kopuvermiş. Kendiyle birlikte her hayvandan birer çift ve iki ayaklı, tonton yanaklı,uzun sakallı bir dede ve ailesi de bir gemi yapıp kurtuluyormuş. Bizim fırfır farenin kimseye söylemediği, bir sırrı daha varmış. Ne zaman birinin yardıma ihtiyacı olsa sağ kulağı kaşınır, sol ayağı oynamaya başlar, burnunu iki yana sallarmış. Ve ardından gizli bir yere saklanır; “sırrım sır olsun! Küçücük bedenim bir at olsun!” diye bağırınca, ayaklarının altından bir ışık sızıverir, büyür, büyür tüyleri ketenden, kanatları ipekten bembeyaz bir ata dönüşür, kimin yardıma ihtiyacı varsa hemen koşarmış. Onun kanatları öyle büyük olurmuş ki;Ay dede bile onu kocaman bir bulut sanırmış. Yine bir gün sağ kulağı kaşınmaya, sol ayağı oynamaya, burnu iki yana sallanmaya başlamış. Hemen ipek kanatlı ata dönüşüvermiş. Yardıma ihtiyacı olan bu sese doğru hızlıca uçmuş. Ama bu ses oldukça yabancıymış. Kedi değil kuş değil tilki değil aslan değil… kalbi ilk defa böylesine hızlı çarpmaya başlamış. Uçmuş, uçmuş sonunda ormanın derinliklerinde ağaçların adeta bir daire oluşturduğu yere gelmiş. Bir de ne görsün? Rüyasında gördüğü o tatlı dede bir şeyler kesip, tahtaları birbirine çakıyor. Kalbi daha fazla atmaya başlamış. Güm güm Masal mı bitti gülüm Hiç biter mi günüm Ne durursun Süklüm püklüm Hiç mi olmaz sözüm Olmaz olur mu Söylemeden durur mu Yarım kilo kiraz Bu masal çok az Madem az Sen anlat biraz… derken. Kanatlarını aşağıya doğru yavaşça çırpmaya başlamış. Nuh dede de onu görünce çok şaşırmış. Sonunda yere inmiş bizimki ve “ merhaba dedecik! Benim ismim fırfır. Burada ne yapıyorsunuz?” demiş. Nuh dede ise tüm başından geçenleri anlatmaya başlamış. Fırfır Nuh dedenin anlattıklarını şaşkınlıkla ve üzüntüyle dinliyormuş. Sonra fırfır sağından solundan ışıklar saçarak eski haline dönüvermiş. Nuh dede onun yıllardır sözü edilen gizli iyilik kanatları olan minik fırfır olduğunu anlamış. Ve onu çok sevmiş. Fırfır “Nuh dede bende sana yardım edeceğim, ormanda yardıma koştuğum birkaç arkadaşım da bizle…” Nuh dede çok sevinmiş ve fırfıra heyecanla; “hadi iyi kalpli dostum, yine kanatlarını iyiliğe aç! bana ve tüm kurtarılacak hayvanlara yardım et. Senin görevin ormandan tüm hayvanlardan birer çift toplamak. İşimiz çok zor ama hiçbir şeyin imkansız olmadığı gibi bu da imkansız değil, madem iyilik için başlıyoruz dünyanın her yerinden iyiliklerde bizimle olacaktır. Şimdi iş başına, çok az zamanımız kaldı…” Bizim meşe de olanları izliyormuş. Nuh dede meşenin yanına gitmiş. Onu okşayıp, sevgi sözlerini almış. Ve onu fırfır la tanıştırmış. Fırfır yine çok şaşırmış. Bunca yıldır bu ormanda böylesine bilge bir meşenin varlığından habersiz diye, üzülüp durmuş. Meşe;“sende benim sevgi dolu dostumsun. İyilik için çarpan hiçbir kalp, dostsuz kalmaz. Hadi işe koyulalım” demiş. Bu konuşmanın sonunda fırfır hemen ormana gitmiş. Yolda önüne bir zamanlar derede baraj kurmakla meşgulken kuyruğu ağaçların arasında kalmış, acıyla çırpınırken, fırfırın onu yakalayıverip, boğulmaktan kurtardığı Hokka kunduza rastlamış. “merhaba minik arkadaşım. Bana yardım etmeni rica ediyorum. Arkadaşım Nuh dede ile birlikte bir gemi yapıyoruz. Senin keskin dişlerin sayesinde ağaçları hemen kesebilir, şekillendirebiliriz” demiş. Minik kunduz Hokka; “ benim hayatımı kurtardığın günü hiç unutmuyorum. Senin sayende bende iyilik yapmaya başladım. Senin ve bundan sonra iyiliklerin devamı için her şeyi yaparım.” Demiş. Bu cevaba oldukça sevinen fırfır, arkadaşını hemen Nuh’un yanına götürmüş ve işe başlamışlar. Hokka Kunduz saniyeler içinde meyve vermeyen ağaçlardan izin isteyip kesiyor, daha sonra da onu geminin gövdesi olacak şekle getiriyor, Nuh’un tahtaları birleştirmesine yardım ediyormuş.. Bu arada fırfır da diğer arkadaşları olan fil Goboldo, aslan Tumbu, çilçil çekirge ile konuşup bu olanları teker teker anlatmış. Onlar tüm hayvanları haberdar ede dursun, bu olaylardan hiç hoşlanmayan ormanın kötü kalpli kralı timsah gusto, homurdana homurdana “ demek tufan kopacakmış öyle mi? Böyle saçma şeylerle uğraşan fırfır ve arkadaşları cezayı hak ediyor. Onları Dönüşsüz bataklığa hapsedeyim de görsünler…” demiş. Sonra yanındaki kötü akbabalardan birkaçına derhal emir vermiş.” Bugünden itibaren onların yaptığı her şeyi izleyin. Nuh tan uzaklaştıkları anda kıskıvrak yakalayıp bana getirin. Onları kendi pençelerimle dönüşsüz bataklığa atacağım.” Demiş, sinirli, sinirli pençelerini yere vururken… bizim İyiliksever Fırfır ve arkadaşları tüm hayvanlardan birer çift toplamaya devam ediyormuş. Fil Goboldo, hayvanlar arasında çok sevilen biriymiş. Herkes onun büyüklüğüne hayran kalır, kalbinin yumuşaklığıyla birçok dost edinirmiş. Goboldo kocaman hortumuyla gördüğü herkese olanları anlatmış. Onun bu haliyle alay edenler bile olsa, o görevini yerine getirmeyi seçmiş. Goboldo yine hayvanları davet etmekle meşgulken, karşısına daha önceden hiç görmediği güzellikte bir kuş çıkmış. Bembeyaz tüylerinin parlaması bir ay ışığını andırıyormuş. Ama o da ne? Minik kanadın içinde gözlerinden yaş akmasına sebep bir yara saklıymış. Bizim yumuşak kalpli Goboldo onu ürkütmekten çok korkmuş. Usulca yanına yaklaşmış, bu sırada bu muhteşem kuş sevgi dolu gözlerini ona çevirmiş. Goboldo “ sana yardım edebilir miyim? “ demiş. Minik kuş bu acıya dayanamayarak, kafasını sallamış. Goboldo kuşu hortumunun arasına koyup Nuh un yanına götürmüş. Nuh dede minik kuşu görünce hemen yarasını sarmış,dinlendirmiş. Birkaç gün sonra kendine gelen ve sağlıklı kanadına kavuşan minik kuş, Goboldo ya yönelerek “merhametli olmanın ve yardımseverliğin güzelliği, kalple diğer canlılara yansır. Bu merhametin ödülsüz kalmayacak sevgili Goboldo” hızla uçuvermiş sonra oradan. Aslan tumbu ise ormanda hem çok sevilen hem de çok korkulan biriymiş. Bir kükremesi on yedi ağacın sonrasından bile duyulurmuş. Kocaman pençelerini, haksızlıklar, zorbalıklar karşısında mağrurca kaldırır ve hep haksızlığa uğrayanların hakkını alırmış. Çilçil çekirge ise bir o kadar komik bir o kadar neşeliymiş. Onu gören herkese neşe satar neşe alırmış. Güldüremediği tek hayvan yokmuş kocaman ormanda… dallar, yapraklar, çiçekler kuşlar… kim sevmezmiş ki çilçil i? kocaman gergedanın yanından bile geçse küçük boyuna aldırmaksızın onunla oyunlar oynarmış. Gergedansa onun bu haline bir kahkaha patlatır, oyununa katılırmış. Böylesine sevilen hayvanların diğer hayvanlarla anlaşması kolay olmuş ama herkes kabul etmiyormuş bu gemiye binmeyi. Kimini korkutarak, kimine yumuşak yumuşak, kimini de güldürerek ikna ediyormuş bizimkiler.bizim akbaba ise iş başında Gözü yukarda, Saçı dağda Ayakları suda A benim canım Akbaba bu akbaba… derken tüm olanları timsah krala anlatmış. Onların gün geçtikçe gemiyi tamamlayıp, hayvanlardan toplamaları kötü kralı iyice kızdırmış. Öfkeyle yerinden fırlamış. Bir aşağı bir yukarı bakmış, sağa sola sapmış, pençelerini ovuşturup, başını kaşımış… “buldum!” diye bağırıp, bir plan kurmuş. hemen askerlerine onları bir araya çağırıp, işte aradığınız diğer hayvanlar burada dedirtmek için tembihlemiş. Böylece onları dönüşsüz bataklığa sürükleyecek, oracıkta hapsedecekti. Akbabalardan bir kaçı hemen uçup ağaçların halka oldukları yere gitmişler. Sonra bizimkilere seslenip haberi vermişler. Tüm bu olanları gizli aynasından seyreden meşe ağacı, timsahın bu ona göre dahice ama akılsız mı akılsız planına çok gülmüş. O iyilik için çarpan hiçbir yüreğin, hiçbir yerde de yalnız kalmayacağını biliyormuş. Fırfır ile birlikte tüm arkadaşları sisli yere doğru iyice yaklaşmışlar. Sonra arkalarından, timsahın ağaçla yaptıkları tuzaklarıyla bataklığa doğru itilmeye başlamışlar. Yavaş yavaş kayıyorlarmış, timsah “ işte bana karşı gelmenizin sonu şimdi bataklıkta iyilik yapın.” Demiş. Ve hızla oradan uzaklaşmış. Bizimkiler tam düşecekleri zaman, gökyüzünde bir ışık belirivermiş.fırfırın kulağı kaşınmaya, ayağı oynamaya başlamış ki “sırrım sır olsun! Minik bedenim at olsun” deyivermiş. İşte tam o anda kocaman ipekten kanatlar, ketenden tüyler belirmiş. Gökyüzündeki o beyaz ışıltı bu Kanatların altına girerek büyümüş büyümüş ve tuzağı yerle bir etmiş. Arkadaşlarını da alıp oradan hızlıca uzaklaşmışlar. Yolda giderken havanın iyice kararması tufanın yaklaştığını bizimkilere adeta fısıldıyormuş. Ama daha haber vermedikleri bir çok hayvan varmış. Şimdi Nuh a ne diyeceklermiş. Goboldo hüzünlü bir şekilde düşünmeye başlamış ki; muhteşem tüylü o minik kuş çıkıvermiş. “ merhaba merhametli Goboldo! İşte şimdi sıra bende.” Demiş. O söyleyedursun, arkasından milyonlarca arkadaşı belirivermiş. bu minik kuşun bile, tek başına büyülediği o efsunlu görüntü, birden milyonları bulmuş. Goboldo’ un sağı, solu, önü, arkası, altı, üstü uçuşan minik kuşların cıvıltısıyla dolmuş. Aslan tumbu neşeyle kükremiş. Meğerse Goboldo un yardım ettiği minik kuş bu güzel kuşların kraliçesiymiş. Hiçbir iyilik yalnız bırakmaz iyi kalbi… kuşlar cıvıltı ve kanat sesleri arasında uçuşmaya başlamış Minik kuş minik kuş Güzel kanatlı güzel kuş Kanadı kırılmış tatlı kuş Kanadına sevgi verilmiş kuş kuşumun adı tatlı gagasında sevgi saklı seni zilli iki ayaklı yıkılmaz sevgi duvarı devam eder bu sevgi masalı derken gök yüzünde bir kare oluşturmuş bu kare gittikçe büyüyormuş. Büyüdükçe minik minik parıldamamalar oluşmaya başlamış. Kuşlar birbirinden uzaklaştıkça bir yazı büyüyormuş bu ışıklı kareden… “ tüm hayvanlar mutlu olacağınız yere yolculuk var herkes büyük ormana” herkes çok şaşırmış. Birkaç saat sonra ise hayvanlar gelmeye başlamış. En uzaktan hayvanlar bile bu yazıyı gördüğünü söylemiş. Fırfır, çilçil, Goboldo ve tumbu çok sevinmiş. Gemi de ise son hazırlıklar yapılıyordu. Hokka kunduz dişleriyle, meşe gizli güçleriyle, Nuh dedenin sabrı ve çalışkanlığıyla büyük kelimesinin bile yanında küçük kaldığı bir gemi yapmışlardı. Hayvanlarda yavaş yavaş gelmeye, yardıma katılmaya başlamışlar. Tam o esnada kral timsah gemiye yaklaşarak tahta kurularını çıkarıvermiş. Gemi de tahtadanmış ve bütün gemiyi yemelerini sağlayacaklarmış. Nuh dede bilgiliydi, bilmiş başına gelecekleri ve geminin her yanına karıca ve tahtakurusu yiyicileri yaymış. Timsah ve karıncalar korkup saklanmışlar. Ama bu çözüm olmamış. Bizim meşe ağacı onları yine izliyormuş. Dallarından birkaçını uzatıp onları kıskıvrak yakalamış. Ayaklarının altını gıdıklayarak onlara ceza vermiş. Artık tüm hayvanlar ve Nuh ailesi gemiye binmeliymiş. Çünkü güneş ışık eteklerini toplamış, yerini mavi paltolu bulutlar kaplamıştı. Ufak ufak yağan bir yağmur da başlamıştı. Sırayla gemiye binen herkes artık olanları izlemeye koyulmuş. Nuh dede de meşenin yanına gitmiş. Onun dallarını okşamış. Meşe konuşmaya başlamış. “arkadaşım Nuh dede benden ayrıldığın için çok üzülüyorsun. Ama benden ayrılmayacaksın.” Bu nasıl olacak der gibi bakmış Nuh dede. Meşe konuşmaya devam etmiş. “gözlerini kapa arkadaşım Nuh, ellerinde olacağım” Nuh dede gözlerini kapamış.kocaman meşe neye dönüşmüş biliyor musunuz? Goboldo’ un yardım ettiği o yaralı kuşa. Meğerse o kuş zaten bizim meşeymiş. Nuh çok sevinmiş. Ve böyle iyilik sever dostlarıyla birlikte olduğu için yüce yaratıcıya şükretmiş. Kötülerse bunun her zamanki gibi bir yağmur olduğunu söyleyip korkularını gizlemeye çalışmışlar. Fırfır “ Nuh dede bu fırtına ne zaman bitecek?” diye sorunca Nuh dede “kırk gün kırk gece sürecek minik dostum.” Şimdi içeri girme vakti. Kapılarını kapattıkları anda şimşekler çakmaya yağmur artmaya başlamış. Bu fırtına tam kırk gün kırk gece devam etmiş. Artık gemi suların üstünde yüzmeye başlamış.günler geçiyor ama yağmur hiç bitmiyormuş. Hayvanlar ne kadar şanslı oldukları ve iyiliğin kazancını aldıkları için şükrediyorlarmış her gün. Kırk günün sonunda güneş açınca, herkesin için bir sevinç bürümüş. Heyecanla geminin güvertesine yönelmişler. Nuh dede kuşlardan denize alışkın olan martıyı görevlendirmiş. Artık yapayalnız denizin ortasında kalmışlardı, bir çıkış yolu olmalıydı. Gönderilen martıyı tam üç gün beklemişler. Sonunda martı beyaz kanatlarını rüzgardan geçirerek gelmiş. “ ileride bir ada var sonunda kurtulduk” demiş. Herkes öyle sevinmiş ki… sevinç şarkıları yükselmiş gemiden. Sonunda gemi güneşin suyu buharlaştırmasıyla bir dağın üstüne oturuvermiş. İşte o zaman tufanın ne kadar güçlü olduğunu herkes daha iyi anlamış. Hayvanlar sırayla çıkmaya başlamış. Salyangoz, Kuala, aslan, kaplan, yılan, kurt, kuzu hepsi teker teker inmeye başlamış. Burası cennetten bir köşeymiş sanki… ağaçlar hiç olmadığı kadar yeşil, ovalar hiç olmadığı kadar genişmiş. Ne filler zorluk çekermiş burada ne küçük böcekler. Herkesin yeni evinde seveceği çok şeyi varmış. Fırfır, arkadaşları ve Nuh kötülükle savaşı kazanmışlar ve sonunda eski sevgi dolu ülke bencilliğin uzağında yeni bir hayat kurmuş kendine… Minik kuş, Nuh’ un yanına gelmiş. Şimdi eski halime dönme vakti. Demiş. Ve geminin oturduğu o tepenin hemen yanındaki küçük tepeciğe kuruluvermiş. Herkesin “iyilik meşesi” dediği, bir ağaç olmuş. Nuh dede bu cennetten köşe vadide gün geçtikçe daha da güzelleştirmiş. Kötülüğü bir daha uyandırmamaya söz vermişler. Gökten üç elma düşememiş Bu sefer biz gönderelim Kırmızı elmayı yazana Sarı elmayı yazdırana Yeşili de okuyacak olana… TUĞÇE |
Konu Sahibi medinelii 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
nişan sohbetimde anlatılan örnek hadıse | Serbest Kürsü | sevginin_bedeli | 20 | 9998 | 14 Ekim 2009 15:31 |
huzzam yayında | Serbest Kürsü | medinelii | 6 | 2452 | 12 Ekim 2009 21:59 |
Ve RABBİM.... | Allah(c.c) | su damlası | 9 | 3017 | 10 Şubat 2009 01:47 |
efsunlu.... | Makale ve Köşe Yazıları | medinelii | 0 | 1629 | 08 Şubat 2009 21:51 |
bu hayata çıplak gözle bakılmaz(mış) | Makale ve Köşe Yazıları | KARAKÖSE | 1 | 1917 | 08 Şubat 2009 21:47 |
22 Ağustos 2008, 16:47 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 1808 Üyelik T.:
11 Mayıs 2008 | Cvp: medineweb masal köşemiz....(ilk masal bana ait) bı aksaklık var ama duzeltemedım okuyabıldıgınız kadar ınsallah.... |
22 Ağustos 2008, 18:10 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 7 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: medineweb masal köşemiz....(ilk masal bana ait) yazıyı düzeltene hangi renk yakında masal kitabı tamamlardısın.. yürğine sağlık..
__________________ Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir. Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30. |
22 Ağustos 2008, 18:23 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 9 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: medineweb masal köşemiz....(ilk masal bana ait)
[Belgin] yazıyı düzeltene hangi renk yakında masal kitabı tamamlardısın.. yürğine sağlık.. eline sağlık medinelii kardeşim...ilk masal denemesi sanırım çok hoş ve güzel olmuş...yazıyı düzeltmişsin belgin kardeşim seninde eline sağlık çok güzel olmuş....kardeşim gelince senin elmanın rengini belirler. |
22 Ağustos 2008, 18:25 | Mesaj No:5 |
Cvp: medineweb masal köşemiz....(ilk masal bana ait)
sanada elma şekeri verir medinelim herhalde belgin (başka elma çeşidi yok çünkü) | |
22 Ağustos 2008, 21:37 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: medineweb masal köşemiz....(ilk masal bana ait)
Diğer masalları arkası yarın serisi gibi olursa daha heyecanlı olur)) Emeklerine sağlık canım.. |
23 Ağustos 2008, 08:53 | Mesaj No:7 |
Cvp: medineweb masal köşemiz....(ilk masal bana ait)
allah razı olsun hocam emeginize yüreginize saglık ilk masalsa bu olur aksaklıklar önemli olan onun farkında olmanız ama tabi güzel olmuş bence elinize saglık
__________________ her şeyin bir zamanı vardır sadece sabret.... | |
23 Ağustos 2008, 20:55 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 1808 Üyelik T.:
11 Mayıs 2008 | Cvp: medineweb masal köşemiz....(ilk masal bana ait) belgın edıtım en guzel renk senın olsun tks ederım.. yardımların ıcın... eVet begendınız mııı bakın begendıysenız masal kıtabımda yer verecem zaten bu olayı bılıyorsunuz bunu cocuklara anlatma yonunde ugrastım tabıkı cocuklara okurken bu olayın gerce koldugunu aksetterımek adına masal dısında gecmıste olan bır olay dıye tanıtırsak en guzelı olur nıtekım masallar gercek dısılıkta yasayan kahramanların dunyasını kapsar) sevgiler devamı gelecek |
23 Ağustos 2008, 21:00 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 1808 Üyelik T.:
11 Mayıs 2008 | Cvp: medineweb masal köşemiz....(ilk masal bana ait) Bundan yıllar önce uzak ülkelerin birinde bir kralla güzeller güzeli bir kraliçe yaşıyordu.Kocaman görkemli bir şatoda oturan kral ve kraliçeyi ülkenin halkı çok seviyordu. Özellikle güzel olduğu kadar iyi kalpli olan kraliçeye herkes hayrandı. Bu iyi yürekli kraliçenin hayattaki en büyük dileği bir çocuk sahibi olmaktı. Sonunda bu dileği gerçekleşti ve güzel bir ilkbahar sabahı harika bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Genç kralla Kraliçenin mutluluğuna diyecek yoktu. Küçük prensesle doğumunu kutlamak için o güne kadar görülmemiş bir şenlik düzenlendi. Bu şenliğe o ülkedeki bütün insanlar ve periler davet edilmişti. Şenlikler şatonun büyük salonlarında kutlanıyordu. Her taraf o günün şerefine süslenmişti. Bütün davetlerin dikkati, yatağında uslu uslu yatan minik prensesin üzerindeydi. Melek yüzlü iyilik perileri beşiğin çevresinde toplanmıştı. Her biri sırayla bebeğe iyi dileklerde bulundular. Kimi ona güzellik, kimi akıl, kimi de cömertlik armağan etti. Fakat büyük bir talihsizlik olmuş ve yaşlı bir periyi şenliğe davet etmeyi unutmuşlardı. Bütün konuklar neşe içinde eğlenirken yaşlı peri birden ortaya çıkıverdi. Şenliğe davet edilmediği için çok kızmıştı. Öfkeyle küçük prensesin beşiğine yaklaşarak "Onaltı yaşına geldiğinde parmağına bir iğ batacak ve öleceksin" dedi Oradaki herkes şaşkınlıktan donakalmıştı. İşte tam bu sırada henüz dilekte bulunmayan perilerin en genci ileri atıldı. " Üzülmeyin, dedi yavrunuz ölmeyecek Küçük prenses yüz yıl sürecek derin bir uykuya dalacak ve bir prens gelip onu öptüğünde bu uzun uykudan uyanacak" Kral ve Kraliçe genç periye teşekkür etti.Ama kral yinede bu kehanetin gerçekleşmesinden büyük kaygı duyuyordu. Hemen bütün muhafızlarına, ülkedeki iğlerin kaldırılmasını emretti. Bu emre uymayanların cezası ölüm olacaktı. Böylece aradan uzun yıllar geçti. Mutlu bir hayat süren prenses hergün biraz daha büyüyüp güzelleşiyordu. Onaltı yaşına geldiğinde bir gün şatoyu gezmeye karar verdi. Şato okadar büyüktü ki, bilmediği pek çok yeri vardı. O zamana kadar görmediği küçük bir odada yaşlı bir kadına rastladı. Kadın elindeki iğ ile iplik eğiriyordu. Bu iğ nasıl olduysa muhafızların gözünden kaçmıştı. Çok meraklanan prenses tanımadığı bu garip alete dokunmak istedi ve iği eline alır almaz eline battı . Kötü kehanet sonunda gerçekleşmişti. Hemen uykuya dalan güzel prenses ipek örtüler içinde altından yapılmış bir yatağa yatırıldı. Prensesle birlikte bütün şato yüz yıl sürecek derin bir uykuya daldı. Kral Kraliçe muhafızlar, hizmetkarlar ve saray çalgıcıları da uyumuştu. Sadece onlarda değil... Sahibiyle birlikte avludaki köpek, ahırdaki koşulmuş at, hatta dallardaki kuşlar bile uyudu. Her tarafa derin bir sessizlik çökmüş onları uyandırmamak için rüzgar bile susmuştu. Ağaçların yaprakları da kımıldamaz olmuştu. Bu arada uyuyan şatonun çevresinde sık bir orman göğe doğru yükselip onu bütün gözlerden gizledi. Bu arada aradan tam yüz yıl geçmişti. Yine ilkbahar gelmiş bütün doğa uyanmıştı. günlerden bir gün genç ve cesur bir prensin ormana yolu düştü. Uyuyan güzel efsanesini duymuş ve onu bulmaya karar vermişti. Günlerce aradıktan sonra, önüne geçemediği bir duygu onu bu ormana çekmişti. Sonunda şatoyu buldu ve prensesin uyuduğu odaya girdi. Daha onu görür görmez yüreğini tarifsiz bir sevgi kapladı. Prenses'e daha o anda aşık olmuştu. Genç kıza doğru eğildi ve onu hafifçe öptü. Güzel bir prenses sihirli bir değnekle dokunulmuş gibi hemen gözlerini açtı. Onunla birlikte şatodakilerde gözlerini açtı. Kötü kalpli perinin büyüsü artık bozulmuştu. İki genç kısa süre sonra görkemli bir düğünle evlendiler ve uzun yıllar birlikte mutlu bir hayat sürdüler. |
22 Eylül 2008, 21:58 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 1808 Üyelik T.:
11 Mayıs 2008 | mehtap ' ın kardeşi Yazar : Masal Abla Mehtap’ın KardeşiMehtap’ın annesi hamileydi. Doğum yapmasına az kalmıştı. Mehtap heyecanlıydı. Bir kardeşi olacaktı. Acaba insanın kardeşinin olması nasıl birşeydi? Bunu bilmiyordu. Neyse ki yakında öğrenecekti. O sabah anne ve babası hastahaneye gitmek için yola çıktılar. Onu da babaannesine bıraktılar. Mehtap çok değişik duygular içindeydi. Bir kardeşi olacaktı. Herkes soruyordu: -Kardeşin olunca ne yapacaksın? Mehtap “Ona ablalık yapacağım” dedi. Böyle dedi demesine da bazı şeyler vardı kafasını kurcalayan. Sanırım paylaşmak gerekecekti birçok şeyi. Hatta paylaşmaya bile başlamıştı. Odası artık iki kişiye ait olacaktı. Yatağı duvar kenarına sıkıştırılmış hemen yanına bir yatak konmuştu. Mehtap annesine : -Anne benim yatağım kenara sıkıştı. Kardeşimin yatağı ne kadar geniş yer kaplıyor öyle, dedi. Annesi: -Kızım sen ablasın, ablalık kolay değildir. Fedakarlık ister, dedi. Mehtap bir gün babaannesinde kaldı. Sabah kalktığında dedesi “kalk kızım, hazırlan, hastahaneye gideceğiz” dedi. Babaannesini de alıp gittiler. Mehtap kardeşini çok merak ediyordu. Kendisine benzer miydi acaba? Odaya girdiler. Annesi kucağında minicik bir bebek yatakta yatıyordu. Babası da sandalyede oturuyordu. Mehtap hemen koştu, annesine sarıldı. Bebeğe uzun uzun baktı. Ne kadar küçük elleri vardı. Etrafa şöyle bir göz gezdirdi. Her taraf çiçeklerle doluydu. Nerden gelmişti o kadar çiçek? Odanın kapısı vuruldu. -Girin! “Merhaba! Hayırlı olsun, maşaallah” diyerek Zafer abi ve eşi girdiler. Ardından amcamlar ve teyzemler…Kapı hiç kapanmadı. Öğleden sonra toparlanıp eve döndüler. Mehtap odasına geçti, yatağına oturdu. Gözü duvardaki kalp şeklinde yazılmış ‘Mehtapın odası’ yazısına ilişti. Şimdi ne yazacaktı duvarda, Mine ve Mehtap mı? Herkes Mine ile ilgileniyordu. Mehtap sanki unutulmuştu. Sadece yemek vakitlerinde hatırlanıyordu. Bebeğin maması, bebeğin bezi, bebeğin kıyafetleri…. Bu işten sıkılmıştı. Odasından çıkmıyordu pek. Anneeee! Anneee! diye bağırdı. Babası koşarak geldi. -Bağırma Mehtap, yanımıza gel, alçak sesle söyle. Mine uyuyor, uyandıracaksın. -Özür dilerim, dedi Mehtap. Mine çok tatlı ve sevimli bir bebekti. Çok ağlamıyordu. Birgün annesi mutfakta kek çırpıyordu. Keki kalıba döktüğü sırada ağlama sesi duydu. Koşarak gitti. Bir de ne görsün. Mehtap Mine’yi kucağına almış, hızlıca döndürüyordu. Annesi: -Mehtap ne yapıyorsun? O daha bebek. Düşüreceksin, deyip Mine’yi kucakladı. Bayağı kızmıştı. Mehtap kendisiyle ilgilenen kimse yok diye üzülüyordu. Bir de Mine’yi ne zaman sevmek istese Mine ağlamaya başlıyor, bütün evi başına topluyordu. Keşke o da yeni doğmuş olsaydı. Niye büyümüştü ki? Böylece günler, aylar geçti. Mine bir yaşına Mehtap da yedi yaşına girmişti. Mehtap bir hafta sonra okula gidecekti. Yine kimse onunla ilgilenmiyordu. ‘Bari şimdi ilgilenin, benim de ihtiyacım var!’ diyordu içinden. Öğlen olmuştu. Annesi: -Mehtap bugün seninle okul alışverişi yapacağız, dedi. Mehtap onunla ilgilendikleri için şaşırmıştı. Hemen hazırlanıp çıktılar. Mine’yi babaannesine bırakmışlardı. Mehtap annesi ile babasının elinden tutmuş, sevinçle yürüyordu. Birkaç mağazaya bakıp ayakkabı beğendiler, en güzelini aldılar. Sonra önlük, çanta… Eve geldiklerinde bayağı yorulmuşlardı. Dedesi Mehtapın yanına gelip bir paket uzattı. -Al bu senin okula başlamanın hediyesi. Mehtap: -Çok teşekkür ederim dede. Ne güzel boya kalemleri bunlar. Sonra babaannesi: -Bu hırkayı sana ördüm. Soğuk havalarda giyersin. Okulun hayırlı olsun. Aman da aman! Benim torunum büyümüş de okula gidermiş, diye sarıldı. Az sonra zil çaldı. Zafer abi geldi. Mehtap’a dönerek “Mehtap hayırlı olsun, okula başlıyormuşsun. Bak bu sana ufak bir hediye” dedi. Mehtap çok sevinmişti. Teşekkür etti. Hediye bir kalemlikti. Akşam olunca Mehtap annesinin yanına gitti. Ona sarıldı ve: -Anne! Ben artık hep Mine ile ilgileneceğinizi düşünmüştüm. Beni unuttunuz sanmıştım, dedi. Annesi: -Mehtapcığım! Biz seni hiç unutur muyuz? Hep aklımızdasın. Mehtap: -Ama anne şimdiye kadar hep Mine ile ilgilendiniz. Ona kıyafet aldınız. Annesi: -Canım kızım, kimin ne zaman neye ihtiyacı varsa biz onu karşılamaya çalıştık. Düşün yeni doğan bir bebek mi daha ihtiyaç sahibidir, yoksa altı yaşındaki bir çocuk mu? Bebek daha yeni doğmuş, yemek yiyemez, su içemez, kendi giyinemez. Ama çocuk yemek yiyebilir, kendi giyinebilir. Bebeğe göre pek çok şey yapabilir değil mi? -Evet anne! -Babanla benim, hatta babaannenle dedenin Mine ile seni aynı oranda sevdiğimizi, Mine’yi ne kadar düşünüyorsak, seni de o kadar düşündüğümüzü bilmelisin. Okula başlayacaksın ve senin bize şu anda daha çok ihtiyacın var. İlk defa okula gideceksin. Kalem tutmayı, okumayı yazmayı öğreneceksin. Sen de şu anda Mine de olduğu gibi bunları hiç bilmiyorsun. Bizim senin yanında olmamız lazım ki başarılı olasın değil mi? Benim güzel kızım, dedi. Mehtap artık anlıyordu. İhtiyacı olmak önemli birşeydi. Yardım etmek gerekliydi. Annesi: -Mehtap sen okuyacaksın. Yedinci sınıfa geçeceksin, sonra Mine okula başlayacak. Sen ona yol göstereceksin. Ablalık yapacaksın. İhtiyaçlarını karşılayacaksın. -Tamam!, dedi Mehtap heyecanla. Artık bulunduğu halden memnundu. İyi ki büyümüştü. |
Konuyu Toplam 3 Kişi okuyor. (0 Üye ve 3 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Ramazana dair bir masal... | TÜRKcan | Cuma-Bayram-Kandiller | 1 | 12 Nisan 2023 10:16 |
En Sevilen Fon & Bana Bir Masal Anlat Baba | Kara Kartal | Fon Müzikleri | 3 | 04 Ocak 2022 21:48 |
Şarkıcı Bülbül - Sesli Masal - TRT Radyo Masal Kutusu Programı | Serdar102 | Çocuk ve Aile Sağlığı | 0 | 18 Eylül 2021 22:18 |
Gerçek Bir Masal | enderhafızım | Makale ve Köşe Yazıları | 0 | 27 Aralık 2012 13:19 |
Okul öncesi çocuklara masal anlatmayın! | sessiz23 | Çocuk ve Aile Sağlığı | 0 | 12 Nisan 2009 13:53 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|