|
Konu Kimliği: Konu Sahibi AŞK'ÜL İSLAM,Açılış Tarihi: 22 Temmuz 2009 (00:48), Konuya Son Cevap : 24 Kasım 2010 (18:08). Konuya 26 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
22 Temmuz 2009, 00:48 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 38 Üyelik T.:
30Haziran 2007 | Kadir Gecesi Hakkında Yeni Bir Soru ! Kadir Gecesi Hakkında Yeni Bir Soru ! Soru 1: Kadir gecesinin Ramazanın son 10 gününe denk geldiğine dair olan hadis hakkında görüşleriniz / sahihliği vb nelerdir ? Soru 2: Kimileri der ki : Kadir gecesi KURAN'la sabittir fakat o zamandadır, yaşanmış ve bitmiştir, kandil şeklinde gelenek olması / kandil babından kutlanması hatadır. Kimileri de bu görüşe karşı çıkar ve der ki ; kadir gecesi hala yaşanmakta ve allah indinde hala devam etmektedir. Bu konuda görüşleriniz nelerdir ? 3: Gerçek şu ki, Biz onu kadir gecesinde indirdik. (1) Kadir gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir? (2) Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. (3) Melekler ve ruh, onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler. (4) Fecrin çıkışına kadar bir esenliktir (selamdır) o. (5) Bu ayetler sizlere neler hissettiriyor ? |
Konu Sahibi AŞK'ÜL İSLAM 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
İnsana Tapmanın Kuranı Kerimdeki Karşılığı | Kur'ân-ı Kerim Genel | Medineweb | 1 | 2913 | 01 Ocak 2013 16:58 |
Muhammed ve İnançlılar / Röportaj | Anket'ler-Röportaj'lar | EyMeN&TaLhA | 1 | 2770 | 02 Kasım 2010 01:14 |
Ebuzerr / (Ali Şeriati) | Ashab-Kiram(r.a) | Mihrinaz | 5 | 4970 | 16 Temmuz 2010 01:33 |
BAKMAK YETMEZ.... | Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler | Mihrinaz | 4 | 2236 | 24 Nisan 2010 15:15 |
İN'SANLARDAN... | Serbest Kürsü | Beytül Ahzan | 3 | 2266 | 02 Mart 2010 22:27 |
22 Temmuz 2009, 02:04 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | RE: Kadir Gecesi Hakkında Yeni Bir Soru !
Öncelikle şu hususu belirtiyim bu ve benzeri konularda yapılacak ilmi münazaralarda metod olarak sözlerin ve davranışların dayanağı olan delilleri vererek kişiseleştirmeden hakkı bulma adına yapabilmeliyiz eğer yanlış isek yanlışız diyebilmeliyiz bu müslümana yakışan tavırdır. 1:Gerçekten en kötü şeyler sonradan ortaya çıkanlardır(Dini meselelerde) Her bidat sapıklıktır.Her sapıklığın varacağı yer cehennemdir. Öncelikle şu hadisi ele alalım ve öyle devam edelim bu hadis gereği bidatı ikiye ayırma diye bir mevzu olabilirmi,Her bidat sapıklıktır denildiği halde? 2:Peygamber efendimiz döneminde kutlandığına dair hiç bir delilin olmadığı kandil geceleri nasıl başlamıştır? 3:peygamber efendimiz ve sahabe hayatında mescidlerde toplanıldığına,dualar edildiğine ve özellikle ülkemizde olduğu gibi bu geceye has namaz kıldıkları şeklinde tek bir rivayet dahi gelmemiştir Benim bu konuda tereddütlerim Kadir gecesi değil özellikle kandil olması Kadir Gecesi (MUSTAFA İSLAMOĞLU'NUN GÖRÜŞÜ) el-Kuddus, Allah'a ait bir sıfattır. İslam vahyinin zirvesi olan Kur'an, bu sıfatı yalnızca Allah için kullanır. Sözcüğün gramatik yapısı gereği, anlamı hem "özünde mutlak mukaddes olan"a, hem de "kutsal kılma yetkisi yalnızca kendisine ait olan"a tekabül eder. Bunun birinci anlamı, Allah dışında kutsayıcı bir otoritenin reddidir. Böyle bir davranış, Allah'a has bir niteliğin başkalarına yakıştırılması anlamına gelen "şirk"e tekabül eder. İkinci anlamı ise, "mutlak dokunulmazlık" mânâsındaki kutsalın sınırlandırılmasıdır. K-d-s kökünden gelen kelimelerin Kur'an'daki kullanımı üzerine yapılacak kısa bir araştırma, eski vahiylerden Kur'an vahyine gelinceye kadar kutsalın alanının nasıl daraltılıp, en sonunda yalnızca Allah'a has kılındığını açıkça ortaya koyacaktır. İslam zaman ve mekan tasavvurunda, mutlak iyi ya da kötü bir zaman yoktur. Zamanın ya da mekanın iyi-kötü olması, insana nisbetledir. İyi kullanılan zaman-mekan, kötü kullanılan zaman-mekan vardır. Farklı bir ifadeyle, uğurlu ve şanslı, ya da uğursuz ve şanssız bir zaman-mekan bulunmamaktadır. Zamanı ve mekanı iyi ya da kötü kılan insanın duruşudur. Hz. Peygamber'in, her "uğurlu" ya da "uğursuz" (tıyera) nitelemesini cahiliyye aklıyla özdeşleştirip reddetmiş olması, bundandır. Çünkü böylesi bir akıl, insanın ruhsal donanımını iflasa götürmekte, manevi güç ve yeteneklerini köreltmektedir. Eğer yeryüzünde bizzat kutsal (dokunulmaz) bir mekan olsaydı, bu "Kâbe" olurdu. Oysa ki tarihte onlarca kez Kâbe'nin doğal afete maruz kaldığını biliyoruz. Konunun otoritesi Ezraki Kâbe'nin 60 küsür kez yıkıldığından söz eder. Yemenli Hıristiyan komutan Ebrehe Kâbe'ye saldırdığında ilahi bir cezaya çarptırılırken, Kâbe'yi mancınıkla yıkıp-yakan Haccac engellenmemiştir. Müşrikler Kâbe'nin içerisine tüm şirk sembollerini doldurabilmişlerdir. Kâbe'nin başından geçen bu zıt olaylar, kutsalın mahiyeti konusundaki İlahi Takdir (kadir/kader)'i tesbit amacıyla külli bir okumaya tâbi tutulmalıdır. Eğer zamanlar içerisinde mutlak mukaddes bir zaman olsaydı, bu Kadir Gecesi olurdu. Çünkü, Kur'an vahyi, kendi beyanına göre o gece inmeye başlamıştı. Yine kendisi bu iniş gecesinin bir Ramazan ayına tekabül ettiğini ifade buyurmaktadır. (2.185) Kur'an Kadir Gecesi'ne bir tam sure ayırmıştır. (97. Sure) "Kadir Gecesi", "değer gecesi"dir. Allah tarafından değerli kılınmış bir gecedir (krş. 44.3). Bu değer ayette rakamla ifade edilmiştir: "Kadir Gecesi, bin aydan daha hayırlıdır!" Bin ay, yaklaşık seksen üç yıl eder. Bunun anlamı, dolu dolu yaşanış bir insan ömrü demektir. O halde bu ayet şöyle de okunabilir: "Kadir gecesi bir ömürden daha hayırlıdır!" Kadir Gecesi'ne atfedilen bu değer, bizzat geceden mi kaynaklanmakta, yoksa geceye değerini veren başka bir unsurdan mı? Bu sorunun cevabını birinci ayet açıkça vermektedir. Buna göre, bu muhteşem gece, tüm değerini Kur'an'dan almaktadır. Çünkü Kur'an, bu gecede inmeye başlamıştır. Bir geceyi 30.000 kat daha değerli kılan unsurun geceye/zamana ait olmadığı, bu gecenin sabit bir zamana tekabül etmemesinden de anlaşılır. Zira, üzerinde konuşulan zaman, Kameri takvime ait bir zamandır ve Kameri'yi Şemsî takvimden ayıran en tipik özellik de sabit değil sürekli değişken olmasıdır. Buna göre, Kameri yıl içerisinde kutsal kılınan her tür zaman parçası (Ramazan, Kadir Gecesi, İsra ve Mirac Gecesi gibi) kutsallık ve bereketini, bizzat kendilerinden değil, kendi dışlarındaki bir 'değerden' almaktadırlar. Kur'an'ın ay takvimini zaman belirleme ölçüsü olarak zikredip (10.5), bunu Güneş yılıyla eşitlemek için yapılan bir sahtekarlık olan "nesi" uygulamasının mantığını eleştirmesinin nedeni de bu olsa gerektir. (9.37) Kadir Gecesi'ne, 30.000 kat değer getiren unsurun Kur'an olduğu anlaşıldıktan sonra, tüm kutsallık ve bereketin herhangi bir sabit zaman parçasına/geceye değil Kur'an'a izafe edilmesi doğru ve makul olandır. Bunun anlamı da şudur: Ey insan! İndiği zamana dahi 30.000 kat değer yükleyen bir Kitab, indiği kendi halinde bir çöl kasabası sakini olan Abdullah'ın oğlu Muhammed'i 'Âlemlere rahmet' olan bir elçi eden, sıradan bir çöl kasabası olan Mekke'yi, 'Kentlerin Anası' olan mübarek ve muhterem belde eden bu vahiy, eğer senin yüreğine, zihnine, hayatına ve dünyana da inerse, sana bir gecesi bir ömür kadar bereketli bir hayat bahşeder, senin duygu, düşünce ve eylem potansiyelini binlerce kat artırır! Ashabtan bazı kimseler rüyalarında Kadir Gecesi'nin Ramazan'ın son yedi gününde olduğunu görüp bunu Rasul'e haber verince, Rasulullah "Görüyorum ki rüyalarınız Ramazan'ın son yedi gecesi hakkında birbirini tutuyor. Artık kim Kadir Gecesi'ni arayacaksa onu Ramazan'ın son yedisinde arasın" (Buhari ve Müslim) buyuracaktır. Yüzyıllardır Müslüman geleneği, rivayetlerin de katkısıyla, Ramazan'ın 27. gecesini Kadir Gecesi niyetine ihya etmekte, yüz milyonların yanık yürekleri Rablerinin rahmet ve şefkat pınarına binbir umutla kurumuş dudaklarını dayamaktadır. Bu sembolik kutlamada tek yürek olmuş yüz milyonların biricik arzusu şu muştuya nail olmaktır: "O gece boyunca melekler, Rablerinin izniyle (ölü canlara) hayat taşımak için bölük bölük inerler; her çeşit barış, huzur, saadet ve güven taşırlar...ta şafak sökünceye dek!.." (97.4-5) Çünkü, vahyin taşıdığı barış, huzur, saadet, güvenlik ve özgürlük (selam) tek çeşit değildir; duygu, düşünce ve eylem olarak bireyin tüm hayatını kapsar. Sadece bireysel değil toplumsal barış, huzur, saadet ve güvenin de tesisi fıtratla aynı kaynağa ait olan vahyin diriltici soluğuna (ruh) muhatap olmakla gerçekleşir. Biz bu gecede, başta bu toprakları vahiyden mahrum edenlerin hidayeti ve ıslahı olmak üzere, herkes için dua edeceğiz. Çünkü çok susadık. |
22 Temmuz 2009, 02:05 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | RE: Kadir Gecesi Hakkında Yeni Bir Soru ! Hakkı yılmaz Tebyinul kuran 25 (97). KADR SÛRESİ MEKKÎ, 5. ÂYET. GİRİŞ: Kadr Sûresi Mekke'de 25. sırada inmiştir. Sûrenin Medine'de indiğini iddia eden rivayetler de vardır. Ancak gerek üslubu, gerekse İslâm ve Kur'ân'a rağbeti arttırmaya yönelik mesajları Sûrenin Mekke indiğini göstermektedir. Sûrenin Abese Sûresinden hemen sonra indiğini gösteren bir başka gerekçe de Sûrenin ilk Âyetinin incelendiği sayfalarda açıklanmıştır. Hem Kadr Sûresiyle ve hem de Kadir gecesi ile ilgili olarak Nesefî, Süfyan-ı Sevrî, Mücâhid, İbn-i Ebi Hâtim, Amr b. Kays, el- Melâi, Beyhakî, İmam Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvûd, et- Tayalîsi, İbn Ebî Asım en- Nebîl, İbn Kesir gibi bilginler tarafından çeşitli bilgiler verilmiştir. İslâm ilimleriyle uğraşan bu zatların açıklamaları o günün şartlarına göre gayretli birer çaba olsa da, maalesef tatmin edici değildirler. SÛRENİN İNİŞ SEBEBİ: Kadr Sûresinin iniş sebebi hakkında birçok rivayet vardır. Hadis Usulü kurallarına göre intikali [elden ele gelişi] sağlam görünen bu rivayetler ile saygınlıklarıyla meşhur zatların bu rivayetlere dayanarak ortaya attıkları birçok görüş, içerikleri dikkate alınmadan ve dirayet yönüyle tenkitleri yapılmadan nakledilmiş, hiçbirinin Kur'ân ile sağlaması yapılmayan bu görüşler kendilerine çeşitli kitaplarda yer bulmuştur. Sûrenin doğru anlaşılmasını engelleyen bu nakillerin en meşhurlarından birkaçını alıntılamanın Kur'ân mesajının önündeki yapay engelleri tanımak bakımından yarar sağlayacağını düşünüyoruz: Bir gün peygamberimiz arkadaşlarına İsrâîloğullarından birisinin Allah yolunda bin ay silâhla cihat ettiğini anlatmış. Arkadaşları, kendilerinin de Allah yolunda bin ay savaşabileceklerini ama ömürlerinin o kadar uzun olmadığını söyleyip üzülmüşler. İşte, bu Sûre onların üzüntülerini gidermek için inmiş. [25-1] (Kaynak: Mücâhid) Bir gün peygamberimiz arkadaşlarına İsrailoğullarından dört kişinin [Eyyûb, Zekeriyya, Hazkıyl b. Acuz ve Yuşa b. Nun] seksen yıl Allah'a ibadet edip hiç günah işlemeden yaşadıklarını anlatmış. Arkadaşları da hayretler içinde kalmışlar. Bu olay üzerine bu Sûre inmiş ve "bir Kadir gecesi sizin için onların bin ayından daha hayırlıdır" denmiş. Böylece peygamberimiz ve arkadaşları sevinmişler. [25-2] Kaynak: Ali b. Urve. Peygamberimize Allah tarafından ümmetinin kısa ömürlü insanlardan oluştuğu gösterilmiş. Bunun üzerine, kısa ömürlü insanlardan oluşan kendi ümmetinin geçmişte yaşamış ve uzun ömürlü insanlardan oluşmuş diğer ümmetlerin işledikleri hayırlara yetişemeyeceğini anlayan peygamberimiz karamsarlığa düşmüş. Allah da üzülen peygamberini sevindirmek için bu Sûreyi indirmiş. [25-3] Kaynak: İmam Mâlik; Muvatta Peygamberimiz rüyasında Emevileri kendi minberi üzerinde görmüş. [Bu rüya, Emevî hanedanlığının İslâm devletini idare ettiği anlamına geliyormuş.] Peygamberimiz bu ailenin iktidara gelmesine çok üzülmüş. Allah da "Üzülme Muhammed, ben sana Kevser verdim, bin aydan daha hayırlı Kadir gecesi verdim" demek suretiyle peygamberimizi gönüllemiş. Yani buradaki bin ay Emevilerin iktidar süreleri imiş. Bu safsataya peygamberimizin torunu Hasan'ın da adı karıştırılmıştır. Güya Muaviye'ye biat etmesi nedeniyle, birisi Hasan'a, "Ey inananların yüz karası, şu adama nasıl biat ettin?" diye sitem etmiş. Hasan da peygamberimize ait olduğu iddia edilen yukarıdaki rüyayı nakletmiş. Hasan bununla şunu demek istemiş: "Emevilerin iktidarı mukadderdir. [ezelde Allah tarafından kader olarak yazılmıştır]. Bunu Peygamberimiz de görmüştü, öğrenmişti, biliyordu. Bizim de bu olaydan haberimiz vardı. Onun için ne yapsak faydasızdı. Biat etmek zorundaydım. Ama hiç önemi yok, bizim Kadir gecemiz Emevilerin bin aylık saltanatlarından daha hayırlıdır. [25-4] (Kaynak: Tirmizi, İbn-i Cerîr) Bu konu tüm diğer kaynaklarda da yer almaktadır. Yukarıdaki rivayetlerin ilk üçünde İsrâîliyat'a ait bilgiler vardır; rivayetlerdeki öyküler İsrâîl mişnalarındandır. Hâlbuki Kur'ân bize peygamberimizin ehlikitap olmadığını bildirmektedir. Peygamberimiz Tevrât, Zebur ve İncîl kitaplarını okuyup yazmadığı gibi, bu kitapların getirdiği hükümler doğrultusunda bir inanca, amele ve kültüre de sahip değildir: (Ankebût: 48) Ve sen bundan önce herhangi bir kitaptan okumuyordun; onu sağ elinle de yazmıyorsun. Eğer öyle olsaydı, bâtılcılar mutlaka kuşku duyacaklardı. (Şûrâ: 52) İşte böylece sana da emrimizden olan ruhu vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. (Yûsuf: 3) Biz bu Kur'ân'ı sana vahyederek, kıssaların/hikâyelerin en güzelini anlatıyoruz. Oysaki sen, bundan önce bunlardan tamamen habersiz olanlardandın. Peygamberimizin İsrâîliyat'a dair bildikleri Kur'ân'dan öğrendikleri ile sınırlı olduğuna göre, rivayetlerdeki gibi arkadaşlarına İsrail mişnaları anlatması söz konusu olamaz. Dolayısıyla gerçeğin aksini söyleyen diğer binlercesi gibi, bu rivayetler de birer yalan ve iftiradır. Dördüncü rivayet ise tam bir komedidir. Bu rivayet, o zamanki siyasîlerin kendi tuttukları yolun doğruluğu hakkında peygamberimizden bir delil getirebilmek için saraylarda hadis uydurma yarışı yaptırdıkları kargaşa döneminin bir ürünüdür. Rivâyetin uydurma olduğunu gösteren temel nedenler ikidir: Birincisi, Emevî hanedanlığının peygamberimiz için bir gayb konusu olmasıdır. Gaybı bilemeyeceği Kur'ân'la sabit olan peygamberimizin, ölümünden yıllar sonra hangi soyun hanedan olacağından haberdar olabilmesi mümkün değildir. İkincisi, Emevî hanedanının saltanat süresinin bin ay olmadığıdır. Bunun böyle olmadığı tarihî belgelerle kesin olarak sabittir. Olaya hangi açıdan bakılırsa bakılsın, mızrak bir türlü çuvala sığmamaktadır. Zaten ed-Dürrü'l-Mensur, İtkan, İbn-i Cerîr, İbn-i Esir, Kadı Cemaleddin, Ebû'l-Fida, Kadı Abdülcebbar, Râzi gibi büyük otoriteler de bu rivayete daha önceki tarihlerde benzer şekilde cevaplar vermişlerdir. |
22 Temmuz 2009, 02:06 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | RE: Kadir Gecesi Hakkında Yeni Bir Soru !
ÂYETLERİN MEALLERİ: RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA. 1. Muhakkak ki biz onu Kadir gecesinde indirdik. 2. Kadir gecesi nedir, sana ne idrak ettirdi? [ bildirdi/öğretti] 3. Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. 4. Melekler [haberciler] içlerindeki ruh ile Rabblerinin izniyle iner dururlar/ hulûl eder dururlar; her bir işten. 5. Bir esenliktir o şafak sökene kadar/aydınlığa kavuşuncaya kadar. ÂYETLERİN TAHLİLLERİ: 1. Muhakkak ki biz onu Kadir Geces'inde indirdik/ hulûl ettirdik. Âyette indirilen [hulûl ettirilen] şey için o zamiri kullanılmıştır. Acaba Allah'ın indirdiği/ hulûl ettirdiği nedir? Arapça ve tüm diğer dillerdeki genel kural şudur: "Gaip [üçüncü şahıs] zamirinin mercii, zamirden evvel lâfzen, mânen veya hükmen zikredilmiş olmalıdır." Yani cümlede herhangi bir gaip zamiri kullanıldığı zaman, kullanılan zamirle kastedilen şey, nesne veya anlam daha önce söylenmiş olmalıdır. Aksi halde kurulan cümleden kimse bir şey anlayamaz. Buradaki O zamiri Sûrenin ilk Âyetinde kullanıldığına göre, bu zamirin mercii nedir? Yani Allah'ın indirdiği/ hulûl ettirdiği şey nedir? Bize göre, انزلناه - enzelnâhu ifadesindeki hu = o zamirinin mercii, bu Sûreden önce 24. sırada inmiş olan Abese Sûresinin 11. Âyetindeki تذكرة – tezkiretün = öğüt ve 23. sırada inmiş olan Necm Sûresinin 59. Âyetindeki الحديث = hadîs ile kastedilen Kur'ândır sözcükleri ile kastedilen Kur'ân'dır. Yani Sûreyi anlayabilmek için önce Abese Sûresi okunmalıdır. Aksi halde enzelnahu ifadesindeki hu = o zamiri herhangi bir yere bağlanamaz ve hu = o zamiri ile kastedilenin ne olduğu bilinemez. Kur'ân'ı anlamak ve yaşamak isteğinde olanlar, onu kesinlikle iniş sırasına göre okumalıdırlar. Aksi halde Âyetler ve Sûreler arasındaki bağı tespit edemezler, dolayısıyla Kur'ân'ı da gerektiği gibi anlayamazlar. Sevap olur diye anlamadan okumayı yeterli görenler ile kesim ve cifir hesaplarıyla uğraşanların zaten böyle bir taleplerinin olduğu söylenemez. Âyetteki انّا – innâ = biz ifadesi ile "ta'zîm (saygı)" kastedilmiştir. Bu ifadeden çoğul anlamı çıkarmak imkânsızdır. Zira Rabbimizin "bir tek"liği, şerik [ortak] ve nazirinin [benzerinin] olmadığı aklen ve naklen sabittir. Bazılarının "Allah, işlerini yardımcıları olan evliyaları, Üçler, Yediler, Kırklar ile beraber yürütür" şeklindeki inançları sapıklıktan başka bir şey değildir. Yüce Rabbimizin Kur'ân'da sıkça kullandığı "Biz" ifadesiyle ilgili bir açıklama, Sûrenin tahlilinin sonuna konulan "Allah ve 'Biz' Zamiri" başlığı altında okuyucunun dikkatine sunulmuştur. 2. Kadir Gecesi nedir, sana ne idrak ettirdi/ bildirdi/öğretti? ليلةالقدر - leyletü'l qadir = Kadr gecesi ifadesi, bir tamlama hâlinde Arap diline ilk kez bu Sûre ile girmiştir. Bu Sûre inene kadar kimse böyle özel bir geceden haberdar değildi. Bu syetten anlaşıldığına göre, Kadir gecesinin ne olduğunu daha önceden peygamberimiz de bilmiyordu. Zaten kolunda saati, masasında ajandası, olanı.biteni kaydettiği bir günlüğü ve peygamberlik gelene kadar çevresinde kayıt tutan vakanüvisleri olmayan birinin böyle özel bir geceyi bilmemesi de son derece doğaldı. Bu nedenledir ki, gerek peygamberimizin kendisi ve gerekse diğer müminler, peygamberimizin Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yürütüldüğü ve Cennetü'l-Me'vâ denilen yerde son sidre ağacının yanında Allah'tan ilk vahiyleri aldığı o Ramazan gecesinin Kadir Gecesi olduğunu bu Sûre indikten sonra öğrenmişlerdir. Bir başka ifade ile söylemek gerekirse, Kadir Gecesi peygamberimizin Kur'ân ile ilk kez tanıştığı gecedir. Yüce Allah bu konuda başka bilgi vermemiş, bu kadarının bizim için yeterli olacağını takdir etmiştir. Demek ki, Kur'ân'ın inmeye başladığı bu gecenin M. S. 611 yılının Ramazan ayının hangi gecesi olduğu önemli değildir; bunu bilmenin kimseye faydası da yoktur. Önemli olan Sûrenin mesajını doğru anlamak, dolayısıyla kerametin gecede değil indirilende olduğunun bilincine varmaktır. Bu bakış açısı ile denilebilir ki, Kur'ân ile meselâ 5 Ocak günü öğle saatinde tanışan bir insan için o gün Kadir günü olur. Çünkü önemli olan Kur'ân ile tanışmaktır ve hemen sonraki Âyetten öğreneceğimiz gibi, Kur'ân ile kurulan ilişki bir ömürden daha değerlidir. İşin gerçeği böyle olmasına ve Kur'ân'ın da bu doğrultuda mesaj vermesine rağmen karanlığa taş atma itiyadındaki kimi eski zevat Kadir gecesinin hangi gece olduğu konusunda epeyce mesai harcamış ve pek çok görüş üretmişlerdir. İbret alınması bakımından bu görüşlerden bazısını rivayet tefsircilerinin temel kaynağı olan Mefâtihü'l-Ğayb'den naklediyoruz: Kadir gecesinin hangi gece olduğu hususunda ihtilâf edilmiştir. Sekiz farklı görüş ileri sürülmüştür. İbn-i Rezin Kadir gecesinin Ramazan ayının ilk gecesi olduğunu söylerken, Hasan el - Basri yirmi yedinci gecesi olduğunu söylemiştir. Enes'ten de "merfu" olarak bu gecenin yirmi dokuzuncu gece olduğu rivayet edilmiştir. Muhammed b. İshâk yirmi birinci gece olduğnu; İbn-i Abbas yirmi üçüncü, İbn-i Mes'ud yirmi dördüncü, Ebû Zer el - Gıfari yirmi beşinci, Ubeyy b. Ka'b ile bir grup sahabe yirmi yedinci, diğer bazıları ise yirmi dokuzuncu gece olduğunu söylemişlerdir. Kadir gecesinin Ramazan ayının ilk gecesi olduğunu ileri sürenler şöyle bir gerekçeye dayanmaktadırlar: Vehb, İbrahîm peygamberin Suhuf'unun Ramazan'ın ilk gecesinde, Tevrât'ın da İbrahîm peygamberin Suhuf'undan yedi yüz yıl sonra Ramazan'ın altıncı gecesinde, Dâvûd'a inen Zebur'un Tevrât'tan beş yüz yıl sonra Ramazan'ın on ikinci gecesinde, İsa'ya indirilen İncîl'in de Zebur'dan altı yüz yirmi yıl sonra Ramazan'ın on sekizinde nazil olduğunu, Kur'ân'ın ise Peygamber'e bir seneden diğer seneye kadar olan her Kadir gecesinde indiğini, Cebrâîl'in Kur'ân'ı Beytü'l-izze'den, yedinci kat gökten en yakın semaya indirdiğini, böylece Yüce Allah'ın Kur'ân'ı yirmi yıl, yirmi ayda indirdiğini rivayet etmiştir. Şimdi Ramazan ayı, bu kadar yüce şeylerin kendisinde meydana geldiği bir ay olunca, hiç şüphesiz ki bu ay, son derece kıymetli, şerefli ve muazzam olmuş olur. Dolayısıyla bu ayın ilk gecesi Kadir gecesi olmuş olur. Hasan el - Basrî'ye gelince, Bedir Savaşının bu gecenin sabahında gerçekleşmiş olduğu gerekçesiyle Kadir gecesinin Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi olduğunu söylemiştir. Bu gecenin Ramazan'ın on dokuzuncu gecesi olduğu iddiası ise Enes'in bu konu hakkında bir hadis rivayet etmesinden dolayıdır. Bu gecenin Ramazan'ın yirmi yedinci gecesi olduğunu düşünen Şafii, bu görüşe "Adem'in daha su ile çamur arası bir şey olduğu sırada Peygamberin Nebi olması" hadisinden dolayı meyletmiştir. Eski tefsircilerin büyük bir kısmı da bu gecenin Ramazan'ın yirmi yedinci gecesi olduğu kanaatindedirler. Bu kanaatin sahipleri bu hususta ipucu olarak şu zayıf verileri ileri sürmüşlerdir: Bir hadiste İbn-i Abbas, "Bu Sûre otuz kelimedir. hiye kelimesi ise yirmi yedinci kelimeyi teşkil etmektedir" demiştir. Rivayet olunduğuna göre, Ömer bu meseleyi sahabeye sormuş, sonra da İbn-i Abbas'a dönerek "Ey ilimler dalgıcı, bu konuya bir dalıver!" demiş. Bunun üzerine sahabeden Zeyd b. Sabit "Muhacirlerin çocukları burada bulunduruldu da bizim çocuklarımız bulundurulmadı!" deyince Ömer de "Sen bu sözünle İbn-i Abbas'ın bir çocuk olduğunu söylemek istiyorsun; ne var ki, onda bulunan ilim sizde yoktur" demiş. İbn-i Abbas, bunun üzerine söze girerek: "Allah'a en sevimli sayı, tek olan sayıdır. Tek olan sayıların en sevimlisi ise yedidir. İşte bundan dolayı O, yedi kat göğü, yedi kat yeri, yedi günden oluşan haftaları, yedi tabakalı cehennemi, sayısı yedi olan tavafı, yedi uzvu zikretmiştir. Böylece bu, bu gecenin Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi olduğuna delalet eder" demiş. İbn-i Abbas'ın şöyle dediği de nakledilmiştir leyletü'l-qadr = Kadir gecesi Arapça olarak dokuz harftir. Bu tamlama bu Sûrede üç defa geçmektedir. Binaenaleyh, [çarpma işlemi yapıldığında sonuç 3 x 9=27] yirmi yedi olmuş olur." Osman b. Ebi'l - As'ın bir kölesi vardı. Bunun üzerine o köle, "Ey efendimiz, denizin suyu bu ayın bir gecesinde tatlılaşıyor" deyince, Osman da "O gece olduğunda beni haberdar et" tembihinde bulundu. Bir de ne görsünler, bu gece Ramazan'ın yirmi yedinci gecesiymiş. Görüldüğü gibi, gündelik hayatın en tabii tecrübelerine bile aykırı olan böyle bir iddianın kitaplara geçirilmesi gerçekten dramatiktir. Hem gerçeklere uygun olmayan böylesi bir iddianın ileri sürülebilmesi, hem de tefsircilerin önlerine gelen bu tür verileri eleştirel gözle değerlendirmeden kitaplarına dercetmesi aynı derecede üzüntü vericidir. Bu gecenin Ramazan'ın en son gecesi olduğunu söyleyenler ise şöyle demektedirler: "Çünkü bu gece, bu aya ait taatların kendisinde tamamlandığı bir gecedir. Ramazan'ın böyle oluşu, tıpkı peygamberlerin ilkinin Adem, sonunun da Muhammed (a. s) olması gibidir. İşte bundan ötürü, bir hadiste, 'Ramazanın sonunda, başından itibaren o güne kadar cehennemden azat edilen nefisler sayısınca, sadece bu gecede azat edilir…' buyrulmuştur. Daha doğrusu Ramazanın ilk gecesi, birinin bir oğlunun olması gibidir. Bundan dolayı bu gece şükür gecesidir. En son gecesi de birinin çocuğunu kaybettiği ayrılık gecesi gibidir. Binaenaleyh bu son gece de sabır gecesidir. Şimdi sen, herhalde sabırla şükür arasındaki farkı anlamış bulunuyorsun." [25–5] Mef âtihü'l-Ğayb Saydığımız görüşler söz konusu zevatın kendi görüşleri olup peygamberimizle herhangi bir ilgileri yoktur. Kadir gecesinin Ramazan'ın hangi gecesi olduğu ancak modern araçlar ile geçmişin tespit edilebilmesi durumunda mümkün olabilecektir. Şimdilik söz konusu olmasa bile ilerleyen zamanlarda bunun da gerçekleşebileceği muhal sayılmamalıdır. Kesin olarak bilinen şudur ki, Kadir gecesi Kur'ân'ın inmeye başladığı ilk gecedir. Bu da tarihte sadece bir kez yaşanmıştır. Her yıl yeni bir Kadir gecesi yaşanmaz. Bu, Kur'ân'ın her sene yeniden inmediği anlamına gelir. Sadece Kur'ân'ın indiği vaktin yıl dönümleri olur. Tıpkı doğum ve evlilik günleri gibi... İnsan her sene doğmaz ve her sene evlenmez. Kutlanan günler bu olayların sadece yıldönümleridir. 3.Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. الفشهر - bin ay ifadesi, söylenenin önemine dikkat çekmek üzere mübalâğa üslûbuyla ifade edilmiş bir sözdür. Dünyanın her yerinde ve her dilde bu tür mübalâğa ifadeleri kullanılmaktadır. Mübalağa sanatı, Arapçada ve dolayısıyla Kur'ân'da da kullanılan bir anlatım aracıdır. Kur'ân'da mübalağa üslubuyla kullanılan ifadeler genellikle övgü veya saygıya değerlik belirtmek için kullanılmıştır. "Bu asker bin askere bedeldir" örneğinde olduğu gibi, bu Âyette de "Bu gece bin aydan daha hayırlıdır/yararlıdır" denilmiştir. "Bin ay" zaman olarak ortalama bir insanın ömrüne eşittir. Dolayısıyla bin aydan daha yararlı olan Kadir gecesi, aynı zamanda bir insanın da ömrüne bedel bir değerdedir. Bilinmelidir ki, bir ömre bedel değerde olan bir şey, her insan için mutlak bir önemi ifade eder. 4.Melekler, [haberciler] içlerinde ruh olduğu halde, Rabblerinin izniyle iner dururlar/ hulûl eder dururlar; her bir işten. Âyette geçen تنزّل - tenezzelü kelimesinin aslı تتنزّل - tetenezzelü 'dür. Bu sözcüğün kullanıldığı "Tefa'ul" kalıbı, gramer yapısı itibariyle bir iş, oluş ve hareketin tekrar edip duran bir süreç olduğunu, bir olaydan sonra o olayın üst üste tekrarlandığını anlatır. Tefa'ul kalıbının bu anlam özelliğinden dolayı تنزّل - tenezzelü ifadesinin "Melekler iner [hulûl eder], sonra yine iner [hulûl eder], sonra yine iner [hulûl eder] …" ya da "…inmeyi [hulûl etmeyi] sürdürür…" şeklinde anlaşılması gerekir. Bu anlamın Türkçeye "iner dururlar/ hulûl eder dururlar" veya "iner de iner, hulûl eder de hulûl eder" şeklinde çevrilmesi daha da uygun olur. Nüzul sözcüğünün esas anlamı hulûl = girmek, içe işlemek, nüfuz etmek" demektir. Bu anlamdaki "giriş", duhul sözcüğüyle ifade edilen "giriş"ten farklıdır. Hulûl etmek, gizlice, haber etmeden, fiziksel bir etki yapmadan girip girdiği nesnenin her bir zerresine homojen olarak yerleşmek şeklinde bir giriştir. [255-6] İbn Menzur; Lisanü'l-Arab; Cilt. 8, s. 523, Darülhadis Kahire - 2003 Nitekim Mümin Sûresinin 15. Âyetinde ruhun "hulûlü" [içe yerleştirilmesi] تنزّل - tenezzül sözcüğüyle değil القائ - ilqa = koymak, bırakmak, sözcüğüyle ifade edilmiştir. Bu nedenle, Âyette geçen "inme" ifadeleri "hulûl etme" anlamıyla açıklanacaktır. Bazı sapkın inançlarda Allah'ın bazı kişi veya eşyaya girişi olarak kabul edilen "hulûl inancı" konumuzun dışındadır. Zaman içerisinde "yukarıdan aşağı giriş"e de "iniş" anlamı verilmiş ve daha sonraları "nüzûl" sözcüğü de "iniş" anlamında kullanılır olmuştur. Özellikle halk kültünde melekler gök varlığı kabul edildiğinden, meleklerin de gökten indikleri tasavvur edilmiştir. Sûrenin buradan itibaren doğru anlaşılabilmesi, "melek-melâike", "meleklerin inişi [girişi]" ve "ruh" kavramlarının doğru bilinmesine bağlıdır. Bu kavramlar Kur'ân'dan öğrenilmeyip örf bilgileri ile değerlendirilirse, Sûre anlaşılamaz ya da yanlış anlaşılır. Necm Sûresinde melek sözcüğünün iki farklı kökten de gelebileceği belirtilmişti. Buna göre, eğer ئلوك - ülûk kökünden geliyorsa "elçiler," [haberciler] ملك - milk kökünden geliyorsa "yönetim güçleri" anlamlarına geldiği ifade edilmiş, hangi kökten ne anlama geldiğinin ancak sözcüğün yer aldığı pasajın kontekstinden [bağlamından] anlaşılacağı açıklanmıştı. Meselâ, meleklerin nüzûlünü [hulûlünü] konu alan aşağıdaki Âyetlerden bazılarında melek sözcüğü "elçiler [haberciler]" anlamında, diğer bazılarında da "yönetim güçleri" anlamında kullanılmıştır. ملك - Melek sözcüğünün "elçiler [haberciler]" anlamında kullanıldığı Âyetler: (Nahl: 2) Kullarından dilediğine melekleri, emrinden [kendine özgü iş] olan ruh ile "Gerçek şu ki: Benden başka ilâh yok, o hâlde benden sakının" diye uyarmaları için indirir/hulûl ettirir. (Fussılet: 30–32) Şu bir gerçek ki, "Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra hiç şaşmadan yol alanlar üzerine, melekler iner durur; [hulûl eder durur] "Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin. Biz size, dünya hayatında da âhirette de [yol gösteren, yardım eden] Yakınlarız. Orada sizin için nefislerinizin arzuladığı şey var. Orada sizin için istediğiniz şey var. Gafur ve Rahîm Allah'tan bir ikram olarak…" (Al-i-Imrân: 124) Hani sen inananlara, "Rabbinizin indirilen/hulûl ettirilen üç bin melekle yardım etmesi size yetmez mi?" diyordun. Melek sözcüğünün "yönetim güçleri" anlamında kullanıldığı Âyetler: (Hicr: 8) Biz melekleri ancak gerçekle indiririz ve o zaman, asla göz bile açamazlar. (Fussılet: 14) Hani elçiler onlara önlerinden, arkalarından gelerek şöyle demişlerdi: "Allah'tan başkasına ibadet/kulluk etmeyin!" Şöyle cevap vermişlerdi: "Eğer Rabbimiz isteseydi, kesinlikle melekler indirirdi. Bu yüzden biz kendisiyle gönderilmiş olduğunuz şeyleri inkâr ediyoruz." (En'âm: 8) Ve: "Ona bir melek indirilseydi ya!" dediler. Eğer böyle bir melek indirmiş olsaydık iş mutlaka bitirilmiş olurdu. Sonra da kendilerine göz bile açtırılmazdı. Görüldüğü gibi, örnek olarak verilen Âyetlerin hepsi de meleklerin nüzûlü [hulûlü] ile ilgili Âyetlerdir. Bu Âyetlerde "melek" sözcüğü ile hep aynı şey kastedilmemiş olmasına rağmen, hangi Âyette ne kastedildiği kolayca anlaşılmaktadır. Bu noktada çok önemli bir hususa daha dikkat edilmelidir. Bu önemli husus, "elçiler [haberciler]" anlamındaki meleklerin ne iş yaptıklarıdır. Yukarıdaki örnek Âyetlere bakıldığında elçi meleklerin inzar [uyarı] ve tebşir [müjdeleme] görevi yaptıkları görülmektedir. Hâlbuki meleklerin inzar ve tebşir görevi yapmaları mümkün değildir. Çünkü Kur'ân bu görevlerin ya peygamberler ya da vahyedilmiş kitaplar tarafından yapıldığını belirtmektedir. Uyarı ve müjdeleme ile ilgili olan Âyetlerin tümünden anlaşılan mesaj da uyarı ve müjdeleme görevinin peygamberler ve vahyedilen kitaplar dışında herhangi bir varlık tarafından yapılmadığıdır. Mü'min Sûresinin 15; İbrâhîm Sûresinin 52; Ahkâf Sûresinin 12; Furkân Sûresinin 1; Fussılet Sûresinin 3, 4, 14; Bakara Sûresinin 97, 119, 213; Nahl Sûresinin 89, 102; Neml Sûresinin 2; En'âm Sûresinin 48, 92; A'râf Sûresinin 2; Sebe' Sûresinin 28; Fâtır Sûresinin 24; İsrâ Sûresinin 105; Ahzab Sûresinin 45; Feth Sûresinin 8; Nisâ Sûresinin 165; Kehf Sûresinin 56. Âyetleri. Dolayısıyla melek sözcüğünün, "elçiler [haberciler] anlamında kullanıldığı Âyetlerde bu sözcükle kastedilenler "Kur'ân Âyetleri"dir. Talâk Sûresinin 10 ve 11. Âyetlerine göre zaten Kur'ân'ın bir adı da rasü l = elçi' dir. Bu elçi, [haberci] toplumun canı demek olan güvenilir ve kutsal bilgiler içermektedir. Buraya kadar 4. Âyet kapsamında nüzûl sözcüğü ile ifade edilen "inme" kavramına ve melek sözcüğünün Kur'ân'daki kullanılışına değinilmiştir. Şimdi de "meleklerin inişi", ruh ve ruhun inişi konuları incelenerek Sûrenin mesajının daha iyi anlaşılmasına çalışılacaktır. |
22 Temmuz 2009, 02:07 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | RE: Kadir Gecesi Hakkında Yeni Bir Soru ! MELEKLERİN İNİŞİ: Bugüne kadar melek kavramı Kur'ân'daki kullanımı dikkate alınarak ve vahiy perspektifi içinde ele alınmadığından, meleklerin hep gökte yaşadıkları ve gökten yeryüzüne indikleri kabul edilmiştir. Rivâyetçiler meleklerin daima uçsuz bucaksız yedi kat gökten, Arş'tan, Kürsi'den yeryüzüne indiklerini iddia etmişler fakat onları ufacık dünyaya sığdırmayı da içlerine sindirememişlerdir. Yeryüzüne indirilen ama oraya sığdırılamayan meleklerin geri dönüp dönmedikleri konusunda ise herhangi bir açıklama yapmamışlardır. Buna karşılık meleklerin yeryüzüne niçin indikleri konusunda birçok asılsız öngörü ileri sürmekten de geri kalmamışlardır: Bazılarına göre melekler insanların taatlerini, kulluktaki ciddiyet ve samimiyetlerini görmek için [meraktan] inerlermiş. Bazılarına göre melekler, cennetlik insanları ziyaret edip onlara selâm vermek için inerlermiş. Zira kimi ziyaret edip selâm verirlerse onların günahları affedilirmiş. Allah Kadir gecesinin faziletini yeryüzündeki taata, ibadete bağlamış. Melekler yeryüzüne inip göktekinden daha çok sevap kazanmak isterlermiş. Yeryüzüne de bunun için inerlermiş. Bu tıpkı daha çok sevap kazanmak için Mekke'ye gitmeye benzermiş. Kişinin büyüklerinin yanında yaptığı ibadet ve taat, yalnızken yaptığından daha değerli imiş. Böylece meleklerin yanında yapılan ibadet ve taat, yanlarında melekler olmadan yapılandan daha çok sevap getirirmiş. Allah da kulları daha çok sevap kazansınlar diye melekleri yeryüzüne indirirmiş. Bazı rivayetler de İsrailiyatın Müslümanlar arasında revaç bulmasıyla oluşmuştur. Mesela Yahudi kültürünü Müslümanlar arasında yaymakla meşhur olan Ka'b el-Ahbar'dan nakledilen şu rivayetler ibret vericidir: Sidre-i Münteha, cennetin komşusu olan yedinci kat göğün sınırındadır. Binaenaleyh Sidre, dünya havası ile âhiret havası çizgisi üzerindedir ve kökü cennette, dalları Kürsi'nin altındadır. Sidre'de sayılarını ancak Allah'ın bilebileceği kadar çok melek vardır. Bunlar hep Allah'a ibadetle meşguldürler. Cebrâîl'in makamı da Sidre'nin tam ortasındadır. Buradaki her meleğe, müminler için merhamet etme ve anma duygusu verilmiştir. Dolayısıyla bu Sidre melekleri, Kadir gecesinde Cebrâîl ile birlikte dünyaya inerler. Binaenaleyh bu gecede, yeryüzünün her tarafında ya secdeye kapanmış yahut mümin ve müminelere dua ile meşgul melekler vardır. Cebrâîl ise istisnasız herkesle musafaha eder [tokalaşır]. Bu musafahanın alâmeti, musafaha ettiği kimsenin tüylerinin ürpermesi, kalbinin rikkate gelmesi ve gözlerinin yaşla dolmasıdır. Bu haller, Cebral'in o kimseyle musafahasından kaynaklanmadadır." [25–7] Ka'b el-Ahbar Meleklerin iniş nedeniyle ilgili olarak dile getirilen ilginç açıklamalardan biri de şudur: (Bakara: 30) Bilindiği gibi, Yüce Allah yeryüzünde bir halife kılacağını murat edip bunu meleklere bildirince, melekler "Sen yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek birilerini mi halife yapacaksın? Hâlbuki biz seni tespih ve takdis edip duruyoruz" demişlerdi. Allah da "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim" diye cevap vermişti. Bu Âyetle ilişki kurularak yapılan açıklama, Kur'ân'a kulak vermemenin trajik sonuçlarını gösterir niteliktedir. Meğer Allah melekleri kendisine yaptıkları bilgisizce itirazlarını ve terbiyesizliklerini yüzlerine vurmak için yeryüzüne indirirmiş. Onlara "Bakın bakalım, benim kullarım sizin dediğiniz gibi yeryüzünde bozgunculuk mu yapıyor, kan mı döküyor, yoksa her biri oruç tutarak, namaz kılarak, secde yaparak, rükû yaparak bana kulluk mu ediyor?" dermiş. Melekler de Kadir gecesinde namaz kılanı, mevlit okuyanı, tespih çekeni, zikir yapanı görerek "Ya Rabbi, biz büyük hata etmişiz, senin halife yaptığın kulların bizden daha da melek imiş, özür dileriz" derlermiş. Gerek bu safsatayı uyduranlara ve gerekse buna inananlara, söz konusu meleklerin yeryüzüne inişlerinde insanlığın genel vahşet ve zilletini, nankörlüğünü, özellikle de Müslümanlığı elden bırakmayanların vahşetini, Ahmetlerin Mehmetleri, Mehmetlerin de Ahmetleri vahşice katlettiğini insanların birbirlerinin kanlarını nasıl emdiklerini, Rabblerini bırakıp nasıl kula kul olduklarını, fesatlarını, [yeryüzünde ortaya koydukları yıkım ve kargaşayı], kısacası insanlığın ve özellikle de Müslümanların genel durumunu görüp görmedikleri de sorulmalıdır. Ne var ki, meleklerin yeryüzüne hatalarını anlamaları için indirildiğini ileri süren bu zihniyetten "Yüce Allah genel manzarayı meleklerden saklar" şeklinde bir cevap gelme olasılığı hiç de az değildir. Bu tür gerçek dışı anlatıların terk edilip Kur'ân'dan çıkarılan sorulara yine Kur'ân'dan cevaplar aranmalıdır. Çünkü dinimiz ile ilgili olarak aklımıza gelebilecek "neden, niçin, nasıl" şeklindeki tüm soruların cevapları yine Kur'ân'da yer almaktadır. Melek sözcüğünün "elçi [haberci]" anlamında kullanılışına örnek verdiğimiz Âyetler "nüzûl, melek ve melek çeşitleri" hakkında verilen bilgiler ışığında tekrar okunduğunda, Nahl Sûresinin 2. ve Fussılet Sûresinin 30–32. Âyetlerinde Gerçek şu ki: Benden başka ilâh yok, o halde Benden sakının! diye inzar eden [uyaran] ve Korkmayın, üzülmeyin! Size vaat edilen cennete sevinin! diye tebşir eden [müjdeleyen] meleklerin aslında Kur'ân Âyetlerinden başka bir şey olmadığı anlaşılmaktadır. Keza, Al-i-Imrân Sûresinin 124. Âyetinde Allah'ın inananlara üç bin melekle yardım ettiği yolundaki ifade, o gün savaş alanına gökyüzünden üç bin meleğin indiği anlamına gelmez. Bize göre bu Âyette sözü edilen üç bin melek, o güne kadar inmiş olan Kur'ân Âyetleri ya da o savaş esnasında herkesçe bilinen yağmur ve rüzgâr gibi olaylardır. Çünkü gerek bu Âyetlerin her birinin yaptığı uyarı ve verdiği müjdelerin manevî sonuçları, gerekse rüzgâr ve yağmurun sebep olduğu çamur gibi fizikî sonuçlar inananlara destek sağlamaktaydı ve bu destek Müslümanlara yetip artmaktaydı. Kur'ân meleklerin inişinden söz ettiği gibi, şeytânların da inişinden [hulûl edişinden] söz etmektedir. Ancak geleneksel din anlayışı içinde pek konuşulmayan bu konu, bazı Müslümanlar tarafından neredeyse unutulmuş gibidir: (Şuara: 221–223) Şeytânların kime indiğini/ hulûl ettiğini [kimin içine yerleştiğini] size haber vereyim mi? Onlar, her iftiracı günahkâra iner/hulûl eder. Kulak kabartırlar. Onların çoğu da yalancıdır. Bu Âyetlerin yukarıda meali verilen Fussılet Sûresinin 30–32. Âyetleri ile karşılaştırılması durumunda, birbirlerinin tam karşıtı olduğu görülmektedir. |
22 Temmuz 2009, 02:09 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | RE: Kadir Gecesi Hakkında Yeni Bir Soru ! 5. Bir esenliktir o şafak sökene kadar/ aydınlığa kavuşuncaya kadar. Âyette şafağın sökmesi ile kastedilen, "meleklerin ve ruhun inişiyle meydana gelen aydınlanma"dır. Buna göre; melekler, [Kur'ân Âyetleri] ve içerdikleri ruh [bilgiler] inişlerini, [içe işleyerek yardım ve destek vermelerini] zihinsel karanlıkların aydınlığa dönüşmesine kadar sürdürürler. Bu bilgileri öğrenmek isteyenler, zihinlerinde hiçbir problem ve karanlık nokta kalmayıp mutmain olurlar ve sonunda cennete girerler. Bir başka ifade ile Kur'ân Âyetlerindeki bilgiler insanın düşüncelerinde hiçbir karanlık nokta bırakmayacak şekilde aydınlatıcıdır, tatmin edicidir ve cennete erdiricidir. Kur'ân'ı okuyarak ondaki bilgi ışığını bulanlar, iyiyi- kötüyü, doğruyu eğriyi, yararlıyı.zararlıyı en isabetli şekilde ayırt etmeyi de öğrenirler. SONUÇ: Kur'ân ile tanışanlar, her türlü zihinsel karanlıklardan mutlaka kurtulur, aydınlığa çıkarlar. Ruh [can] taşıyan melekler, kişilerin içlerine işlerler ve her konuda onlara yol gösterir, yardımcı olurlar. Sonunda da onları selâmete ulaştırırlar [karanlıklardan kurtarıp şafaklarını söktürürler]. Kadir gecesiyle tanışmak [Kur'ân'ı kendine rehber edinmek], bin aydan ya da bir ömürden daha hayırlıdır. Her insanın bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesi ise, o insanın Kur'ân ile tanıştığı, onu hayat reçetesi, rehberi, ışığı, ruhu, şifası, ibret levhası, hayat düsturu ve hayat yönetmeliği edindiği, bu nedenle de meleklerin ona yardıma koştuğu, mutluluklarının başladığı gecedir; ya da bunların gerçekleştiği herhangi bir gündür, saattir, dakikadır, saniyedir. O halde, biz de ne zaman Kur'ân'a sarılırsak, sarıldığımız o an hayatımızın dönüm noktası olur. Öyle ki, o an bize bin aydan, bir ömürden, hatta milyonlarca aydan bile daha yararlı olur. Çünkü kurtuluşumuz Kur'ân'ı tanımamıza, ona inanmamıza, içeriğini anlamamıza, içerdiği tüm değerleri içselleştirerek yaşamamıza bağlıdır. Dînimizde faziletli zamanlar ve mekânlar asla yoktur; faziletli ameller vardır. Onun dereceleri de amelin zahmeti ve emeğiyle orantılıdır. Keramet gecede değil, Kur'ân'dadır. Allah'ın koyduğu yaşam Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. ALLAH ve BİZ ZAMİRİ Kur'ân'a bakıldığı zaman Yüce Rabbimizin birçok Âyette kendisiyle ilgili olarak "İnna, nahnü" "Biz. zamirini kullandığı görülür. Dikkat edilirse, "Birinci Çoğul Şahıs" zamirinin farklı kullanımları olan "Biz, Bizi, Bize, Bizim, Bizden" gibi ifadelerin Allah için kullanıldığı her Âyette, Allah'ın sıfatlarının tecellisine yönelik vasıtalı tasarrufların ifade edildiği görülür. Bunu yüzlerce örnekle açıklamak mümkündür. Ancak burada herkesçe bilinen birkaç örnek vermekle yetinilecektir: (Kevser: 1) "Şüphesiz Biz sana kevseri verdik." (İnşirah: 1) "Biz, senin için, senin göğsünü açmadık mı?" (Kadr: 1) "Muhakkak ki Biz onu kadir gecesinde indirdik." Yâ-Sîn Sûresine göz atıldığında, Allah'ın sıfatlarının tecellisi olan tasarruflarının açıklandığı 8, 9, 12, 14, 28, 31, 33, 34, 37, 39, 41, 42, 43, 44, 65, 66, 67, 68, 69, 71, 72, 76, 77, 78. Âyetlerinde Biz ifadesinin; zatına yönelik açıklamaların yapıldığı 60, 61. Âyetlerde ise Ben ifadesinin kullanıldığı görülür. Kur'ân'da Allah için kullanılan zamirlerin şu şablona uyduğu açıkça görülmektedir: 1. Allah'ın zatına ve üluhiyyetine ait ifadelerde ene, inni [Ben birinci tekil şahıs] ifadesi kullanılmaktadır. Mesela: Bakara Sûresinin 30, 186; A'râf Sûresinin 173; Tâ-Hâ Sûresinin 12- 14; Secde Sûresinin 13; Enbiya Sûresinin 25, 92; Ankebût Sûresinin 56. Âyetlerinde olduğu gibi. 2. Yine Allah'ın zatına ve ulûhiyetine ilişkin olmak üzere, bazı Âyetlerde Rabbimiz "Sen, Seni, Sana, Senin" gibi "ikinci tekil şahıs" zamirleriyle; diğer bazı Âyetlerde ise "O, O'nu, O'na, O'nun" gibi "üçüncü tekil şahıs" zamirleriyle ifade edilmektedir. İster İkinci Tekil Şahıs, isterse Üçüncü Tekil Şahıs olsun, her iki gurup zamir de Teklik ifade eder. Allah'ın zatının ve ulûhiyetinin söz konusu edildiği hiçbir yerde "Siz" veya "Onlar" gibi çoğul ifadeler kullanılmaz. Fatihâ Sûresinde de Yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız Senden yardım isteriz şekliyle ifade buyrulmuştur. 3. Azametinin, güç ve kudretinin vurgulandığı Âyetlerde ise Yüce Allah "Biz" zamiri ile ifade edilmektedir. Tüm dünya milletlerinin dillerinde otorite sahipleri güç ve kudretlerini anlatırken "Biz" ifadesine başvururlar. Fermanlarında, söylevlerinde hep "Biz" ifadesini kullanırlar. Bu, Kur'ân inmeden de böyle idi, şimdi de aynen devam edip gitmektedir. Kısaca Rabbimizin "Biz" ifadesi Kendisinin azamet ve kibriyasını; büyüklüğünü, ululuğunu vurgulamak içindir. Kesinlikle çoğul anlamında değildir. Çoğulluğu nefyeden yüzlerce Âyet vardır. Ayrıca taaddüdü kudema akla da münafidir. Buna rağmen maalesef Allah'ın tasarruflarında üçler, yediler, kırklar, kutuplar, gavslar gibi ortaklar kabullenen bahtsızlar da mevcuttur. Meseleye vakıf olan ilim sahipleri Rabbimizin "Biz" ifadelerini "Biz Azimüşşan" olarak ifade etmek suretiyle isabetli bir anlayış ve hizmet ortaya koymuşlardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. |
22 Temmuz 2009, 20:28 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 38 Üyelik T.:
30Haziran 2007 | RE: Kadir Gecesi Hakkında Yeni Bir Soru !
Yani kısa ve öz olarak sen ne demek istiyorsun abicim ?
|
22 Temmuz 2009, 21:06 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 38 Üyelik T.:
30Haziran 2007 | RE: Kadir Gecesi Hakkında Yeni Bir Soru !
Hem Kadr Sûresiyle ve hem de Kadir gecesi ile ilgili olarak Nesefî, Süfyan-ı Sevrî, Mücâhid, İbn-i Ebi Hâtim, Amr b. Kays, el- Melâi, Beyhakî, İmam Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvûd, et- Tayalîsi, İbn Ebî Asım en- Nebîl, İbn Kesir gibi bilginler tarafından çeşitli bilgiler verilmiştir. İslâm ilimleriyle uğraşan bu zatların açıklamaları o günün şartlarına göre gayretli birer çaba olsa da, maalesef tatmin edici değildirler. NEYE GÖRE / KİME GÖRE / TATMİN EDİCİ OLMASI İÇİN NE LAZIMDI ? Bize göre, انزلناه - enzelnâhu ifadesindeki hu = o zamirinin mercii, bu Sûreden önce 24. sırada inmiş olan Abese Sûresinin 11. Âyetindeki تذكرة – tezkiretün = öğüt ve 23. sırada inmiş olan Necm Sûresinin 59. Âyetindeki الحديث = hadîs ile kastedilen Kur'ândır sözcükleri ile kastedilen Kur'ân'dır. Yani Sûreyi anlayabilmek için önce Abese Sûresi okunmalıdır. NEDEN İLLAKİ ZORLAMAYLA ABESE SÜRESİNE BAĞLANIYOR BUNU Bİ AÇIKLAYABİLİR MİSİN ? Kesin olarak bilinen şudur ki, Kadir gecesi Kur'ân'ın inmeye başladığı ilk gecedir. Bu da tarihte sadece bir kez yaşanmıştır. Her yıl yeni bir Kadir gecesi yaşanmaz. Bu, Kur'ân'ın her sene yeniden inmediği anlamına gelir. Sadece Kur'ân'ın indiği vaktin yıl dönümleri olur. İLK BEŞ AYETİ BİR KEZ DAHA OKU BİR DE BU SÖZLERİ OKU KARŞILAŞTIR NE HİSSETTİN ? Melek sözcüğünün "elçi [haberci]" anlamında kullanılışına örnek verdiğimiz Âyetler "nüzûl, melek ve melek çeşitleri" hakkında verilen bilgiler ışığında tekrar okunduğunda, Nahl Sûresinin 2. ve Fussılet Sûresinin 30–32. Âyetlerinde Gerçek şu ki: Benden başka ilâh yok, o halde Benden sakının! diye inzar eden [uyaran] ve Korkmayın, üzülmeyin! Size vaat edilen cennete sevinin! diye tebşir eden [müjdeleyen] meleklerin aslında Kur'ân Âyetlerinden başka bir şey olmadığı anlaşılmaktadır MELEK = KURAN OLABİLİR Mİ ? MANTIĞINA UYUYOR MU ? NEYE GÖRE / NASIL ? Keza, Al-i-Imrân Sûresinin 124. Âyetinde Allah'ın inananlara üç bin melekle yardım ettiği yolundaki ifade, o gün savaş alanına gökyüzünden üç bin meleğin indiği anlamına gelmez. Bize göre bu Âyette sözü edilen üç bin melek, o güne kadar inmiş olan Kur'ân Âyetleri ya da o savaş esnasında herkesçe bilinen yağmur ve rüzgâr gibi olaylardır. Çünkü gerek bu Âyetlerin her birinin yaptığı uyarı ve verdiği müjdelerin manevî sonuçları, gerekse rüzgâr ve yağmurun sebep olduğu çamur gibi fizikî sonuçlar inananlara destek sağlamaktaydı ve bu destek Müslümanlara yetip artmaktaydı ÜÇ BİN MELEĞİ ALIP YAĞMUR / RÜZGAR GİBİ OLAYLARA BAĞLAMIŞ ADAM ; ŞİMDİ SORMAK LAZIM ALLAH BİZİMLE HAŞA DALGA MI GEÇİYOR , ÜÇ BİN MELEKTEN KASTI BU TÜRDEN DOĞA OLAYLARI VB . OLSAYDI BUNU KUR’ANIN MUHTELİF YERLERİNDE YAĞMUR VE RÜZGAR TÜRÜNDEN DOĞA OLAYLARINI AÇIKÇA SÖYLEDİĞİ GİBİ SÖYLEYEBİLİRDİ. AYRICA O GÜNE KADAR İNMİŞ OLAN 3 BİN KURAN AYETİ OLDUGU VARSAYIMININ BİR DAYANAĞI OLMASI LAZIM , ÇOK MANTIKSIZ !... ADAM ZATEN BİZE GÖRE DEMİŞ… BİZE GÖRE DENMESİ ZATEN İSLAMIN RUHUNA AYKIRI !.. KURANA GÖRE DESE NEYSE.. DİYE DÜŞÜNÜYORUM ŞAHSEN!... Âyette şafağın sökmesi ile kastedilen, "meleklerin ve ruhun inişiyle meydana gelen aydınlanma"dır. Buna göre; melekler, [Kur'ân Âyetleri] ve içerdikleri ruh [bilgiler] inişlerini, [içe işleyerek yardım ve destek vermelerini] zihinsel karanlıkların aydınlığa dönüşmesine kadar sürdürürler. ALAKAYA MAYDONOZ ? BİRİ BANA BU CÜMLEYİ TERCÜME ETSİN LÜTFEN.. MELEKLERİN VE , RUHUN İNİŞİ İLE MEYDANA GELEN AYDINLANMA ??? NEYE DAYANARAK BÖYLE ÇEVİRMİŞ YAZAR ? AYETİ ZORLAMAK DEĞİLSE NEDİR ? Şimdilik verdiğin yazılardan sorular bunlar . Bakalım ne diyeceksin abisi :=) NOT: Bana makale döşenmesinden hoşlanmıyorum, sorularımın net cevaplarını kendi kelimelerinle isterim… |
22 Temmuz 2009, 22:19 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 38 Üyelik T.:
30Haziran 2007 | RE: Kadir Gecesi Hakkında Yeni Bir Soru !
ABİ; Bir makaleyi benimsemek demek, her cümlesini sindirmek demektir. Madem benimsedim diyorsun , sordugum sorulara bi cevap ver bi zahmet ... Kadir gecesi HURAFA VE BİDAT'midir ayrıca bunu da sorularıma ekliyorum... bi de özele uğra.... |
22 Temmuz 2009, 22:37 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | RE: Kadir Gecesi Hakkında Yeni Bir Soru !
Yağmur kardeşim ben kadir gecesine hurafe veyahut bidat demedim ben kandil olarak kutlanmasına karşıyım.yoksa kadir gecesi olmuş bitmiştir benim anladığım.
|
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Kadir gecesi'nde dua...!!! | Seher Yeli | Cuma-Bayram-Kandiller | 7 | 05 Nisan 2024 11:00 |
Kadir Gecesi... | İslaminesil | Oruç-Ramazan | 11 | 14 Nisan 2023 18:26 |
Ramazan ve Kadir gecesi | KardelenGül | Oruç-Ramazan | 3 | 06Haziran 2018 22:22 |
10.07.2015-kadir gecesi, kadir bilenler içindir | alperkara | Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat | 0 | 10 Temmuz 2015 03:40 |
Hutbe:Kadir Gecesi | Arasat | Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat | 0 | 23 Mart 2009 14:33 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|