|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Medineweb,Açılış Tarihi: 28 Ekim 2013 (23:46), Konuya Son Cevap : 28 Ekim 2013 (23:47). Konuya 4 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
28 Ekim 2013, 23:46 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Din Bilimleri-Ünite2: Dinin Bireysel-Toplu Din Bilimleri-Ünite2: Dinin Bireysel-Toplu ÜNİTE: 2 DİNİN BİREYSEL VE TOPLUMSAL YAŞANTIYA ETKİSİ Giriş Din Psikolojisi, bir bilim dalı olarak din olgusunu kendi alanına giren bütün yönleri açısından incelemek ve açıklamak amacını gütmektedir. Din olgusunun farklı boyutlarda ve şekillerde ortaya çıktığı tarihsel bir gerçekliktir. Bu gerçekliğin şekillendiği süreci ve bu sürecin ortaya çıkardığı sonuçları ve yapıları özellikle Antropoloji ve Dinler Tarihi verilerinden öğrenmekteyiz. Ancak, din gibi çok boyutlu ve yönlü bir olguyu sadece tarih açısından ele alarak anlamaya çalışmak yeterli değildir. Çünkü, bir olgunun sadece tasvir yoluyla tespiti, Neden? ve Niçin? sorularına cevap bulmakta çoğu zaman yeterli olamaz Dinin İşlevleri ‘Dinin bireysel ve toplumsal yaşantıya etkisi’ ile ‘dinin bireysel ve toplumsal düzeylerdeki işlevi’ aynı manayı ifade eder. Bu bakımdan bu bölümde dinin psiko-sosyal fonksiyonları ele alınacaktır. İnanan açısından din, herhangi bir menfaat veya fayda beklemeksizin yaşanması arzu edilen bir davranışlar bütünüdür. Bu davranışlar bütünü, duygu, düşünce ve inançları da kapsar. İdeal bir dindarlık tanımı açısından, inandığı dini içtenlikle kabul etmiş ve benimseyerek kişilik yapısının temel unsuru haline getirmiş, içselleştirmiş birey için, dine ‘fayda’ açısından yaklaşmanın dini hayatı küçültücü bir tavır olduğu apaçık bir gerçekliktir. Fakat hiçbir faydası bulunmadığını ileri sürmek de bilimsel gerçeklikler açısından doğru bir yaklaşım olamaz. Bilim adamının sorduğu soru şudur: Din neden, nasıl ve niçin hem bireysel hem de toplumsal düzeyde varlığını değişime uğrasa da sürdürebilmiştir? Cevap: Çünkü “din bir takım arzu ve ihtiyaçlara cevap verebilme niteliğine ve gücüne sahiptir.” biçiminde olacaktır. Bireysel düzeyde din nasıl bir işlev görür? Dinin kişisel boyutu, bizzat bireyin kendi içsel durumu, vicdanı, yetersizlikleri ve çaresizliği ile ilgilidir. Bugün din psikolojisinde sıklıkla dile getirilen bireysel düzeydeki işlevler şunlardır: - Dini inanç ve uygulamalar (ibadet, dua, dini tecrübe), birey için hayatın anlamına ilişkin ipuçları ve açıklamalar sağlarlar, - Suçluluk duygusunun yaşanmasına neden olabilirler ya da bastırılmasına yardımcı olurlar, - İnsanlar arası ilişkilerde ortaya çıkan ahlâki konularda rehberlik edebilirler, - Ölüm olgusunun yol açtığı kaygı ve korkularla baş etmede birinci derecede yer alırlar, - Ruh ve beden sağlığının korunmasında ve iyileştirilmesinde önemli rol oynarlar, - Özellikle yaşamda karşılaşılabilecek krizlerle başa çıkma becerisinin kazanılması ve geliştirilmesinde önemli bir yere sahiptirler. Dinin yaşam kalitesine katkısı var mıdır? Yaşam kalitesinin en temel göstergesi ‘mutluluk’tur. Hayattan hoşnut olmak, yaşam sevinci ile dolu olmak gibi duyguların hakim olduğu bir hayat tarzı bireyin mutluluğu açısından gereklidir. Din ve Mutluluk Tarih boyunca hemen bütün dinlerin birinci hedefi, insanların mutluluğu olmuştur. Dinler, bireylerin mutlu bir hayat sürdürmelerini sağlamak amacıyla inançlar, bir takım etkinlikler (bireysel ve toplumsal düzeyde ibadetler gibi) ihdas etmişler veya onların gelişmelerine ortam hazırlamışlardır. Bu inanç ve uygulamalar, öncelikle dünya hayatının, insan onuruna uygun bir biçimde yaşanmasını amaçlarlar. Meselâ, İslâm dininde, Allah’a iman edip etmemek, tamamen bireyin iradesine bırakılmıştır. Zira zorlama ile ya da baskı altında gerçekleşecek bir inancın, içselleştirilmemiş olması nedeniyle, bireye herhangi bir olumlu katkısı olmayacaktır. Aynı şekilde, toplumsal beklentilere cevap olması düşüncesiyle ortaya konan inançların da bireyin yaşam kalitesine olumlu anlamda bir katkı sağlamadığı bilinmektedir. Bu gerçek, Kuran’da “Dinde zorlama yoktur” ilkesiyle ortaya konmaktadır. Avrupa ülkeleri’nde ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan alan araştırmalarında, dinsel katılımı yüksek bireylerin, daha tatminkâr bir yaşam sürdürdükleri sonucu elde edilmiştir. Özellikle dini yaşamla ilişkisini aktif tutan yaşlı nüfusun öznel iyilik halinin yüksek olduğu, yani kendilerini daha iyi hissettikleri rapor edilmektedir. Dine ilişkin etkinliklerin içinde yer almanın, söz konusu etkisini sağlayan ise, özellikle yaşlılık döneminin temel problemlerinden olan yalnızlık veya sosyal tecrit duygusunun sosyal destekle azaltılmasıdır. Benzer inançlara sahip bireylerin oluşturdukları arkadaşlık ve dostluk ilişkileri yaşam kalitesine destek olan önemli kaynaklar olarak değerlendirilmektedir. Dini hayatın, bireysel düzeyde etkisini nasıl gerçekleştirdiği ile ilgili olarak şu söylenebilir: Bilindiği gibi toplu ibadetler, bireylerce paylaşılan ortak duyguların oluşmasına ve yaşanmasına imkân verirler. Mutluluk ve dini hayat arasındaki ilişkide rol oynayan en temel süreçler, sosyal dayanışma ve karşılıklı her türlü destek verme ve destek almadır. Dini inançlar ile kendini iyi ve mutlu hissetme arasındaki ilişkide rol oynayan ve birey üzerinde etkili olan bir diğer etken, öldükten sonra yaşamın devam ettiği, yani âhiret inancıdır. Özellikle, yaşlılar arasında bu inancın bireyin yaşam kalitesine katkısı olduğu görülmektedir. Bu çerçevede elde edilen bir diğer bulgu, cezalandırıcı olmaktan ziyade rahmet sahibi, esirgeyen ve bağışlayan bir Tanrıya inanan bireylerin yalnızlık duygularının azaldığı yönündedir. Kısaca ifade edecek olursak, bireysel düzeyde dinin, özellikle dua aracılığıyla yükselen iyimserlik ve olayların kontrol edilebildiği inancı sayesinde, mutluluk üzerinde etkisi olduğu görülmektedir. |
Konu Sahibi Medineweb 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Medinewebli önlisans İlahiyat 1.sınıf öğrencileri... | İlahiyat Öğrencileri İçin Genel Paylaşımlar | nurşen35 | 87 | 33957 | 23 Mayıs 2015 21:53 |
Gülmek isteyenler tıklasın :))) | Videolar/Slaytlar | Kara Kartal | 3 | 4092 | 10 Mayıs 2015 16:16 |
Cumartesi Anneleri’nin ahı/Can Dündar | İslami Haberler | Medineweb | 0 | 2745 | 10 Mayıs 2015 16:13 |
Ayın Üyesi ''zeynepnm'' | Ayın Üyesi | 9Esra | 13 | 9035 | 30 Nisan 2015 14:29 |
Müzemmil suresi bize ne anlatıyor | Tefsir Çalışmaları | Medineweb | 0 | 3353 | 19 Nisan 2015 15:45 |
28 Ekim 2013, 23:46 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Din Bilimleri-Ünite2: Dinin Bireysel-Toplu Din ve Sağlık Dindarlık ve kendini sağlıklı hissetme arasında olumlu bir ilişkinin olduğu tespit edilmiştir. Araştırmalardan elde edilen genel sonuca göre; - Toplumsal ibadetlere katılım seviyeleri yüksek bulunan bireyler arasında, kalp hastalıklarından ve benzeri nedenlerden kaynaklanan ölüm oranları daha düşüktür. - Ayrıca, sindirim ve solunum sistemine ilişkin kanser türlerinin, dini etkinliklere katılım düzeyleri yüksek olan bölgelerde, diğer yerlere kıyasla daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Din ile genel sağlık durumu arasındaki ilişkide rol oynayan faktör, dinî geleneklerin, özellikle beslenme alışkanlıklarını da içerecek şekilde, bireylere önerdiği sağlıklı yaşama yönelik davranışlardır denebilir. Bir başka açıklama ise, zor anlarda sağlık açısından ihtiyaç duyulan ruh ve zihin dinginliğinin dini inançlar tarafından karşılanıyor olmasıdır. Dua ve ibadet gibi dinsel davranışların, olumlu duygusal tecrübeler ve düşünceler kanalıyla, bireyin bağışıklık sistemini faaliyete geçirerek onu söz konusu olumsuzluklara karşı koruduğu da düşünülmektedir. Ruh sağlığını korumada dinin rolü ve önemi nedir? Din ile ruh sağlığı arasındaki ilişki bilimsel açıdan ele alındığında, ilişkinin niteliği konusunda çok net bir tablo ortaya çıkmasa da, sağlıklı, tutarlı ve içtenlikli bir dini hayatın, bireyin ruh sağlığını olumlu yönde desteklediğini söylemek mümkündür. Bilhassa, dinin içselleştirilmiş, bir bakıma, birey tarafından kavranarak özümsenmiş biçimi diyebileceğimiz manevi yaşam ile ruh sağlığının birçok göstergesi arasında olumlu yönde ilişkiler bulunduğunu ortaya koyan araştırmalar vardır. Tutarlı ve dengeli bir dinî yaşam sürdüren bireylerin, hayatla daha barışık oldukları ve anlamlı bir yaşam sürdürdükleri, ayrıca yalnızlık duygularının düşük olduğu anlaşılmaktadır. Aynı şekilde, manevi açıdan kendilerini daha iyi hissedenlerin aynı zamanda hayattaki amaçlarının da üst düzeyde olduğu ve dini inançlarını bir başka şey için araç olarak kullanmadıkları bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu bir başka sonuçtur. Aynı şekilde, dengeli bir manevi yaşamın, ruh sağlığının günümüzde en yaygın göstergesi kabul edilen depresyonu önlemede ve etkisini azaltmada önemli bir etken olduğu kabul gören bir bulgudur. Aşırıya kaçan ve kişilik yapısıyla uyuşmayan dini bir yaşamın ruh sağlığı açısından olumlu bir sonuç vermesi beklenemez. |
28 Ekim 2013, 23:46 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Din Bilimleri-Ünite2: Dinin Bireysel-Toplu Din-Toplum İlişkisi Toplumsal açıdan din, çoğu zaman toplumlar arasında çatışmanın hatta ciddi ve büyük savaşların nedeni olsa da, en azından toplumların kendi iç dinamikleri çerçevesinde önemli bir dayanışma ve bütünleşme unsuru olabilmektedir. Din ile toplum adeta birbirini tamamlayan parçalar gibidir. Bireyin geliştirdiği dini yaşam, içinde bulunulan toplumun izlerini taşır. Bireysel dini yaşam, geçmişten aktarılan geleneklere, toplumun tutum ve fikirlerine, çocukluktan itibaren öğrenilen dini inanç ve davranışlara dayanmaktadır. Durkheim, toplumlaşma sürecini aynı zamanda dinin de ortaya çıktığı süreç olduğunu söyler. Din toplum ilişkisini toplum penceresinden ele alacak olursak; birey sahip olduğu dini inançları, sosyalleşme sürecinde toplumdan edinir, dolayısıyla dinin öğrenilmesinde sosyal faktör önemli rol oynar. Din toplumsal yaşamda nasıl etkili olmaktadır? Dinin toplumsal yaşamdaki etkisi genellikle ahlâki (moral) öğretiler kanalıyla gerçekleşmektedir. Hemen bütün dinler, farklı tanrı anlayışlarına ve ibadet biçimlerine sahip olsalar da, temel ahlâki konularda hem fikirdirler. Örneğin, hırsızlık, haksız yere insan öldürme ve evlilik dışı cinsel yaşam gibi hususlarda en azından Musevîlik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet gibi kitaplı dinlerin aynı ahlâki ilkeleri öğrettikleri bilinmektedir. Din adına yapılan bir takım aşırılıkları ve sapkınlıkları (iki yüzlülük, hoşgörüsüzlük, fiziksel şiddet ve önyargı gibi) bir yana bırakacak olursak; dinin, kişilerarası dayanışmaya, kişisel bütünlüğe, yardımseverliğe ve farklılıklara karşı anlayışlı ve tahammüllü olmaya teşvik ettiği ve bu hususların gerçekleşmesine hizmet ettiği söylenebilir. Çağdaş toplumlarda, madde kullanımı (değişik türden uyuşturucu özelliği olan hap ve ilaçlar) ve bu durumun yol açtığı sorunlar, sosyal yapıları ciddi şekilde zorlamaktadır. Bu toplumsal sorunun üzerine giden sosyal bilimciler, yaptıkları araştırmalarda, dini inançlar ile madde kullanımı arasında olumsuz bir ilişki bulunduğunu tespit etmişlerdir. Bir başka ifade ile bireylerin dini inançları güçlendikçe, alkol ve diğer bilinç etkileyici maddelerin kullanımı azalmaktadır. Din, bireyin davranışlarını bir takım değerler ve normlar vasıtasıyla kontrol ederek, toplumsal sapmalar, kanun dışı uygulamalar ve bireyin kendine zarar veren alışkanlıklar konusunda caydırıcı bir etki oluşturur. Böylelikle, dini gelenek ve kurumlar, sosyal düzenin korunmasına ve devamlılığına katkı sağlamış olurlar. Dinin toplumsal etkisini anlamaya yönelik bir diğer yaklaşıma göre; sosyal beceriler, toplum yararına olacak davranışları destekleme, yardım ve uyum gibi değerler aracılığıyla olumlu davranışları yüreklendirdiği için toplum üzerinde etkilidir. |
28 Ekim 2013, 23:46 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Din Bilimleri-Ünite2: Dinin Bireysel-Toplu Diğergâm Davranışlar Hemen bütün dini öğretilerde, inananlardan başkalarını sevmeleri, affedici ve yardımsever olmaları beklenmekte ve istenmektedir. Bu tür davranışlar, dindar olmanın en temel göstergeleri olarak kabul edilir ve teşvik edilirler. Bütün dinlerin paylaşabileceği düsturların başında, “kendin için istediğini, bir başkası için istemedikçe gerçek inanmış olamazsın” veya “kendine nasıl davranılmasını istiyorsan, sen de başkalarına öyle davran” gibi ilkeler gelmektedir. Ancak bunun ilk şartı, insanların birbirlerini sevmeleridir. Bu bakımdan sevgi kavramı, dini geleneklerin ortaya koyduğu inanç sistemlerinin olmazsa olmaz unsurlarından birisidir. Gerçekten de, sevginin olmadığı bir dünyada, yaşamın var olabileceğini düşünmek bile imkânsızdır. Psikoloji alanında ihtiyaçlar sıralanırken, temel fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçları karşılandıktan sonra, sevgi ve ait olma ihtiyacının ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Yapılan bazı araştırmalarda, yeterince okşanmayan ve kucağa alınmayan bebekler arasında bazen ölümle sonuçlanan gelişim bozukluklarına ve hastalıklara rastlandığı tespit edilmiştir. Oysa sağlıklı bir kişilik yapısına sahip olabilmek için, bireylerin erken yaşlarda “karşılıksız, içten sevgi ve şefkate ihtiyaçları vardır.” (Rogers) Kısa ve yaygın tanımına göre sevgi; sevilen şeyin yaşamı ve gelişmesi için gösterilen aktif ilgidir. Sevgiye en yakın kavramlar ise, vermek ve paylaşmaktır. Dinlerin çoğunu diğer bütün anlayışlardan farklı kılan en ayırt edici özellik, canlı ve cansız tüm varlık âlemine sevgi ile yaklaşan ve ilişkisinin temelinde sevgi olan tanrı fikrine merkezi bir önem vermeleridir. Her yardım davranışı gerçek anlamda iyiliksever (diğergâm) bir davranış olmayabilir. İyiliksever davranışlar için bazı kriterler bulunmaktadır. Bu kriterler sırasıyla şunlardır: 1- Yapılan davranışın, bir başka kazanç için araç olmayıp; bizzat kendisi amaç olmalıdır 2- Davranışta gönüllülük esastır. 3- Yapılan davranış bir iyilikle sonuçlanır. Böyle bir davranışın dinsel söylemdeki karşılığı, yapılan herhangi bir iyiliğin “Allah Rızası” için yapılıyor olmasıdır. Aksi takdirde bir menfaat karşılığı olarak yapılan iyilik, yarınlar için yapılmış bir yatırım olarak değerlendirilir. |
28 Ekim 2013, 23:47 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Din Bilimleri-Ünite2: Dinin Bireysel-Toplu Din- Önyargı İlişkisi Birçok dinin söyleminde, “komşuyu sevmek, insanlığı ve insanlarısevmek” gibi ilkeler çokça dile getirildiği halde günümüzde diğer toplum ve inançlara yönelik tutum ve davranışların neden olduğu çatışmalara varan düşmanlıklar yaşanabilmektedir. Din- önyargı ilişkisine çalışmaları arasında önemli bir yer ayıran Allport, önyargılar konusunda dinin rolünün çift taraflı olduğunu (yani hem önyargıların gelişmesine zemin hazırladığını hem de önyargıların toplum içinde doğabilecek olumsuz etkilerini azalttığını ya da ortadan kaldırdığını) ileri sürmektedir. Yine de Allport’a göre; her dindeki mevcut doğrular dinler arasındaki farklılıkları barışçıl bir tarzda uyumlu hale getirilebilmektedir. Fakat tarihsel süreç içerisinde dinsel inanç sistemleri, kültürel ve etnik unsurlarla bütünleşerek, dinsel bölünmelere neden olabilmektedirler. Tarih boyunca, gerek aynı dine mensup toplumların kendi içlerinde gerekse değişik toplumlar arasında kültür bölünmeleri yaşana gelmiştir. Bu nedenle, dinsel bölünmeler ve alt kültür yapılanmaları el ele giden gelişmeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum, günümüzde de toplumların önündeki en ciddi sorunlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yapılan bir incelemede, ibadetlere katılım, dini tutumlar, yaygın inançlar ve ırksal önyargı arasında olumlu bir bağlantı olduğu anlaşılmıştır. Din önyargı ilişkisini açıklamaya yönelik görüşler: - İçten ve samimi dindarların daha az ön yargılı olmalarının nedeni, inanç sistemlerindeki başkalarını kabule ve sevmeye dair bulunan öğretilerin gözetilmesidir. - Dinin önyargıların oluşmasına yol açmasının başta gelen nedeni ise, katı dinsel mit ve doktrinlerin ilham ettiği dini rekabet ve saldırganlıktır. - Topluma yönelik olarak algılanan tehditler de önyargıları tetikleyen önemli faktörlerdendir. Terörle başa çıkma kuramına göre, yabancı unsurlar toplumun yerleşik dünya görüşüne yönelen tehditler olarak kolayca algılanabilir. - Sosyal normlara bağlılık çerçevesinde gelişen araçsal dindarlığın da önyargılara zemin hazırladığı araştırma sonuçlarından bilinmektedir. - Bir diğer kuramsal yaklaşıma göre, mahallilik yani küçük çaplı yerel bir gruba bağlılık da önyargıların oluşmasına ve devamlılık göstermesine sebep olmaktadır. - Küçük dinsel gruplaşmalar da, ilişkilerin birincil düzeyde olmaları nedeniyle, önyargıları besleyen ve büyüten önemli faktörlerden biridir. Burada rol oynayan en önemli özellik, küçük gruplaşmaların doğal sonucu olan sosyal mesafelerin gruplar arası her türlü paylaşımı güçleştirerek yabancılaşmaya yol açmasıdır. Bu durum ise, toplumsal ilişkilerde en güçlü birleştirici ve bağlayıcı unsur olan sevginin yaşanmasını engellemektedir. Oysa, “birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız; iman etmedikçe de cennete giremezsiniz” buyrulmaktadır. Kısacası, cennetin yolu sosyal barıştan, sosyal barışın yolu ise sevgiden geçmektedir. |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Toplu mezar acısı | Nebevi Sevda | İslami Haberler | 3 | 02 Ekim 2018 13:53 |
Myanmar'da Müslümanlara Toplu Katliam! | FECR | İslami Haberler | 3 | 22 Temmuz 2012 01:36 |
Toplumsal disiplinde bireysel ahlâkın önemi | YaŞuHa | Adap-Edep-Ahlak | 0 | 22 Aralık 2011 15:23 |
Bireysel Emeklilik | KuM TaNeSi | Soru Cevap Arşivi | 0 | 09 Nisan 2009 12:42 |
Tavukların makineyle toplu olarak kesilmesi | KuM TaNeSi | Soru Cevap Arşivi | 0 | 09 Nisan 2009 01:47 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|