Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > .::MEDİNEWEB DİN HİZMETLERİ ALAN BİLGİSİ SINAVLARI-(DHBT).::. > DHBT-2-Sınav Konuları > Dinler ve Mezhepler Tarihi

Konu Kimliği: Konu Sahibi Medineweb,Açılış Tarihi:  11 Kasım 2014 (20:16), Konuya Son Cevap : 10Haziran 2019 (20:10). Konuya 1 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 11 Kasım 2014, 20:16   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Vehhabılık

Vehhabılık

es-Seyhu'n-Necdî lakabiyla bilinen Muhammed bin Abdülvehhab'in (d. 1703 Uyeyne - ö.1787 Deriye, Riyad) düsünceleri çevresinde olusan dinî, siyasî hareket. Harekete Vehhabilik adi karsitlarinca yakistirildi. Hareket içinde yer alanlar, kendilerine Muvahhidun (tevhidciler) derler ve Hanbelî mezhebini Ibn Teymiye yorumuna uygun biçimde sürdürdüklerini söylerler. Vehhabilik bir inanç hareketi olarak baslamakla birlikte, kisa zamanda siyasî bir nitelik kazandi. Arap yarimadasinda etkinlik kurarak devlet durumuna geldi. Günümüzde, Suudi Arabistan'in resmî mezhebi durumundadir.

Muhammed Ibn Abdülvehhab'in düsünceleri, Deriye Emiri olan Muhammed bin Suud ile tanismasiyla (1744) siyasi bir hareket niteligi kazandi. Ibn Abdülvehhab, Deriye'de düsüncelerini Emir Muhammed'in gücü ile yayarken, Emir Muhammed bu düsüncelerle Arabistan'a hakim olma imkânini kazaniyordu. Çünkü Ibn Abdülvehhab, insanlarin sirk içinde bulundugunu, bunlarin mal ve canlarinin kendisine inanan kisilere helal oldugunu söylüyor, Emir Muhammed bu fetvanin getirdigi ganimet olgusuyla yandaslarini çogaltiyor, gücünü artiriyordu. Ibn Abdülvehhab'in ölümünden sonra hareketin siyasî niteligi daha da agirlik kazandi. Muhammed bin Suud döneminde baslayan toprak kazanma faaliyetleri, ölümünden (1766) sonra oglu Abdülaziz zamaninda da sürdürüldû.19. yüzyilin baslarina gelindiginde (1811) Vehhabilik adina hareket eden Suud Emirligi Haleb'ten Hind Okyanusuna, Basra Körfezi ve Irak sinirindan Kizil Deniz'e kadar yayilmis bulunuyordu.

Vehhabilik hareketinin Osmanlilar için önemli bir sorun durumuna gelmesi üzerine II. Mahmud, Misir Valisi Kavalali Mehmed Ali Pasa'yi sorunu çözmekle görevlendirdi. Mehmet Ali Pasa, oglu Tosun komutasindaki orduyla Mekke, Medine ve Taif'i Vehhabilerin elinden kurtardi (181213). Daha sonra bizzat Emir Abdûlaziz'in üzerine yürüdü. Emir Abdulaziz'in ölümü (1814) üzerine Vehhabiler agir bir yenilgiye ugradi. Nihayet Mehmet Afi Pasa'nin kumandani ibrahim pasa, Abdulaziz'in yerine geçen oglu Abdullah ve çocuklarini esir ederek Istanbul'a gönderdi. Bunlarin Istanbul'da asilarak öldürülmeleri (17.12.1819) ile Vehhabilik hareketinin ilk dönemi kapandi.

Savas sirasinda kaçarak kurtulmayi basaran Suud hanedanindan Türki bin Abdullah, Necd bölgesinde yeniden faaliyete giriserek 1821'den 1891'e kadar sürecek ikinci Vehhabi devletini kurmayi basardi. Daha sonralari bir takim çekismeler olmussa da Suud hanedanindan Abdülaziz bin Suud, Vehhabi devletini yeniden kurdu (1901). Hindistan Ingiliz yönetiminin de destegini saglayan Abdülaziz bin Suud 26 Aralik 1916 tarihli anlasma ile Ingilizlerce Necd, Hasa, Katif, Cubeyl ve kendisine bagli diger bölgelerin hükümdar olarak tanindi. Bu anlasmaya göre Abdülaziz, bu yerleri kendisinden sonra miras yoluyla çocuklarina birakacak ve kendisinin seçtigi veliaht da Ingilizlere bagli kalacakti.

Osmanlilarin yenik düsmesiyle sonuçlanan.1. Dünya Savasi'nin arkasindan Vehhabiler Hail, Taif, Mekke, Medine ve Cidde'yi de ele geçirdiler (1921-1926). Abdülaziz bin Suud, Necd ve Hicaz Krali olarak kabul edildi (1926). 20 Mayis 1927 tarihinde Ingiltere ile yapilan Cidde anlasmasinin arkasindan da tam bagimsizligini ilan etti. Böylece Abdulaziz bin Suud, suudi Arabistan Krali olarak tüm Hicaz'i egemenligi altina alti. Bu devlet, Suudi Arabistan Kralligi adiyla varligini sürdürmektedir.

Vehhabiligin din anlayisi, Muhammed bin Abdülvehhab'in üzerinde önemle durdugu tevhid (Allah'in birlenmesi) konusundaki yorumu çevresinde toplanir. Ibn Abdülvehhab'a göre tevhid, kullukta Allah'i bir tanimaktir. Tevhid kelimesini (lâ ilâhe ilallâh) söylemek Allah'tan baska tapinilan seyleri tanimadikça bir anlam tasimaz. Allah kalble, dille ve davranislarla birlenmelidir. Bunlardan birisinin eksik olmasi durumunda kisi Müslüman olamaz. Tevhid üçe ayrilir. Ilki, Allah'i isim ve sifatlarinda birlemek (tevhid-i esma ve sifat), ikincisi Allah'i rablikta birlemek (tevhid-i rububiyet), üçüncüsü de Allah'i ilahliginda birlemektir (tevhid-i uluhiya). Allah'i bu üç biçimde birleme, ancak amellerle mümkündür. Buna göre Kur'an ve Sünnet'in disinda emir ve yasak tanimamak, Hz. Muhammed'in döneminde bulunmayan seyleri ve tevessülü terkederek Allah'i birlemek gerekir. Bu tevhide ameli tevhid denir. Herhangi bir hüküm koyucu tanimak, Allah'tan baskasindan yardim dilemek, Peygamber için bile olsa, Allah disindaki bir varlik için kurban kesmek, adakta bulunmak kisiyi küfre düsürür, can ve mal dokunulmazligini ortadan kaldirir.

Bu tevhid anlayisinin getirdigi önemli sonuçlar vardir. Bunlardan birisi, Hz. Muhammet'ten sefaat talebinde bulunulamayacagidir. Sefaat, Allah'a özel bir haktir. Bu nedenle Hz. Muhammet'ten dogrudan sefaat talep etmek, onu Allah'a ortak tutmaktir. Nitekim müsrikler de Allah'i kabul ettikleri halde, melekleri, putlari sefaatçi kabul ettikleri için müsrik olmuslardir. Sefaat inanci gibi yaygin olan tevessül inanci da sirktir. Tevessül inanci, daha çok mutasavviflar arasinda yaygindir. Bir takim seyhlerin, velilerin hem hayatlarinda, hem de öldükten sonra tasarruf sahibi olduklarina inanilmakta, onlarin himmetleri dilenmekte ve araci kilinmaktadirlar. Bu da açik bir sirktir. Çünkü günah'in yaratmada, yönetmede, tasarruf etmede, isleri düzenleme ve belirlemede ortagi yoktur.

Vehhabiligi en önemli özelliklerinden birisi de bid'adlar karsisindaki tutumudur. Ibn Abdülvehhab'a göre Kur'an ve Sünnet'te olmayan her sey bid'attir. Bir bid'at çikaran mel'undur ve çikardigi sey reddedilmelidir. Bid'adlarin çogu insanlari sirke düsürmektedir. Bunlarin basinda mezarlar, türbeler ve bunlarin ziyaretleri gelir. Mezarlarda yapilan ibadetler sirktir. Sevap umarak Hz. Muhammed'in kabrini ziyaret bile sirke neden olabilir. Sirke neden olmamalari için, mezar ziyaretleri, türbe yapimi kesin olarak yasaklanmalidir. Ölülere niyaz, tevessül, falcilara, müneacimlere inanmak, Hz. Peygamber'in anisini yüceltmek, hirka-i serif, sakal-i serif ziyaretleri yapmak, Allah'tan baskasina ibadet etmek, sirk kosmatir. Mevfit toplantilari düzenlemek, bu toplantilarda mevlid okumak, sünnet ya da nafile namazlar kilmak yasaklanmalidir. Göz degmemesi için nazar boncugu takmak, muska takinmak, agaç, tas vb. seyleri kutsal saymak, bir hastalik ya da beladan kurtulmak, güzel görünmek vb. için boncuk, ip, hamayi gibi seyler takinmak, sihir, büyü, yildiz fali gibi seylere inanmaz, iyi kisilere, velilere tazimde bulunmak, onlara dua etmek, onlardan yardim dilemek gibi seyler de tamamiyle sirke neden olan bid'adlardandir. Riya için namaz kilmak, sofuluk etmek, iyi insan gibi görünerek çikar saglamak da sirktir. Cami ve mescidlerin süslenmesi, minare yapilmasi da terkedilmesi gereken bid'adlardir.

Vehhabiligi olusturan düsünceler, birçok çagdas Müslüman düsünürü etkilemis, onlara esin kaynagi olmustur. Günümüzde ise, önemli ölçüde degisime ugramis biçimde, Suud Kralliginin resmî görüsü olmaktan öte bir anlam tasimamaktadir.

Ahmet ÖZALP
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Medineweb 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Medinewebli önlisans İlahiyat 1.sınıf öğrencileri... İlahiyat Öğrencileri İçin Genel Paylaşımlar nurşen35 87 34069 23 Mayıs 2015 21:53
Gülmek isteyenler tıklasın :))) Videolar/Slaytlar Kara Kartal 3 4100 10 Mayıs 2015 16:16
Cumartesi Anneleri’nin ahı/Can Dündar İslami Haberler Medineweb 0 2750 10 Mayıs 2015 16:13
Ayın Üyesi ''zeynepnm'' Ayın Üyesi 9Esra 13 9047 30 Nisan 2015 14:29
Müzemmil suresi bize ne anlatıyor Tefsir Çalışmaları Medineweb 0 3359 19 Nisan 2015 15:45

Alt 10Haziran 2019, 20:10   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:60
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.475
Konular: 1144
Beğenildi:4423
Beğendi:3685
Takdirleri:11319
Takdir Et:
Standart

Vehhabilik nedir

Vehhabiliği kuran, Mehmed bin Abdülvehhabdır. İngiliz casuslarından, Hempher’in tuzağına düşerek, ingilizlerin (İslamiyet’i imha) etmek çalışmalarına alet oldu.

[İngiliz Casusunun İtirafları kitabında, Vehhabiliğin kuruluşu uzun anlatılmaktadır. Bu kitabı, [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] adresinden okuyabilir ve temin edebilirsiniz.]

Eline geçirdiği, ibni Teymiye’nin Ehl-i sünnete uymayan kitaplarını okumuş, (Şeyh-i necdi) diye meşhur olmuştu. Düşünceleri, ingiliz paraları ve ingiliz silahları karşılığında, köylüler ve Deriyye ahalisi ile reisleri Muhammed bin Süud tarafından desteklendi. Sapık din adamı ibni Teymiye’nin fikirleri ile Hempher’in yalanlarının karışımına Vehhabilik denir.

Mirat-ül-Haremeyn kitabının basıldığı 1888 senesinde Necd emiri, Abdullah bin Faysal idi. Aşağıdaki bilgilerin çoğu Mirat-ül-Haremeyn’den alınmıştır:

Mehmed’in babası Abdülvehhab, iyi bir müslüman idi. Bu ve Medine’deki âlimler, Abdülvehhab oğlunun sözlerinden, yeni bir yol tutacağını anlamış, herkese, bununla konuşmamasını nasihat etmişlerdi. Fakat, Abdülvehhab oğlu, 1738 senesinde Vehhabiliği ilan etti. İngilizlerin siyasi ve askeri yardımları ile, Arabistan’a yayıldı.

Vehhabilere inanan Deriyye hakimi Abdülaziz bin Muhammed bin Süud ilk olarak 1791 senesinde, Mekke emiri şerif Galib efendi ile harp etti. Daha önce, vehhabiliği gizlice yaymışlardı. Sayısız müslümanları öldürüp, kadınlarını, çocuklarını ve mallarını almışlar ve işkence etmişlerdi.

Abdülvehhab oğlu, Beni Temim kabilesindendir. 1699 senesinde Necd çölündeki Hureymile kasabasında, Uyeyne köyünde doğmuş, 1791’de Deriyye’de ölmüştü. Önceleri ticaret için Basra, Bağdat, İran, Şam ve Hind taraflarına gitmiş, çok zeki ve bozguncu sözleri ile (Şeyh-i Necdi) adını almıştı. Dolaştığı yerlerde çok şeyler görmüş, şef olmak düşüncesine kapılmıştı. 1713 senesinde, Basra’da tanıştığı ingiliz casusu Hempher, Abdülvehhab oğlunun devrim yapmak arzusunda olduğunu anladı. Bununla uzun zaman arkadaşlık yaptı. İngiliz Sömürgeler Bakanlığından aldığı hile ve yalanları buna telkin etti. Abdülvehhab oğlunun bu telkinlerden zevk aldığını görünce, yeni bir din kurmasını teklif etti. Bu yeni dinin esaslarını ona bildirdi. Casus da, Abdülvehhab oğlu da aradıklarına kavuşmuş oldular.

Yeni bir din kurmak için, önce Medine’de, sonra Şam’da, Hanbeli âlimlerinden okudu. Necde dönünce köylüler için küçük din kitapları yazdı. Bu kitaplara, ingiliz casusundan öğrendiklerini ve Mutezile ve başka bid’at fırkalarından aldığı bozuk düşünceleri de karıştırdı. Köylülerin çoğu buna tâbi oldular. İslamiyet’i içerden yıkmak için, İngiltere’de kurulmuş olan (Sömürgeler Bakanlığı), bu hâli, Necd şeyhi olan (Muhammed bin Süud)a bildirdi. Çok para vererek ve siyasi, askeri yardımlar vaat ederek, Abdülvehhab oğlu ile işbirliği yapmasını temin etti. Arabistan’da hasebe ve nesebe çok ehemmiyet verirlerdi. Kendisi ise, cahil olduğundan, Abdülvehhab oğlu Vehhabilik adını verdiği bu sapık inancı yaymak için, Muhammed bin Süudu maşa olarak kullandı. Kendisine (Kadı), Muhammed bin Süuda (Hakim) ismini taktı. Kendilerinden sonra da, çocuklarının bu makama geçmelerini temin eden bir anayasa yaptırdı.

Abdülvehhab oğlu, önceleri Medine’de okurken, Medine’nin salih, temiz âlimlerinden olan babası Abdülvehhab ve kardeşi Süleyman bin Abdülvehhab ve kendisine ders okutan hocaları, bunun sözlerinden ve davranışlarından ve sık sık söylediği düşüncelerinden bunun ileride İslam dinini içeriden yıkacak bir sapık olacağını anlamışlardı. Kendisine nasihat verirler ve müslümanlara, bundan sakınmalarını söylerlerdi. Fakat, korktukları çabuk meydana geldi. Düşüncelerini Vehhabilik adı ile açıkça yaymaya başladı. Cahilleri, ahmakları aldatmak için İslam âlimlerinin kitaplarına uymayan yeniliklerle, dinde reformculukla ortaya çıktı. (Ehl-i sünnet vel-cemaat) mezhebinde olan doğru müslümanlara kâfir diyecek kadar taşkınlık yaptı. Peygamberimizi ve başka Peygamberleri ve Evliyayı vesile ederek, Allahü teâlâdan bir şey istemeye ve bunların kabirlerini ziyaret etmeye şirk dedi.

Abdülvehhab oğlunun, ingiliz casusundan öğrendiğine göre, bir kabir başında dua ederken, meyyite karşı söyleyen, müşrik olurmuş. Allah’tan başka bir kimse veya bir şey için, yaptı demek, mesela, Falanca ilaçtan fayda oldu veya Peygamber efendimizi veya bir Veliyi vasıta yaparak istediğim oldu diyen müslümanlar müşrik olurmuş. Abdülvehhab oğlunun, bu sözlerine vesika olarak ortaya attığı şeyler, hep yalan ve iftira ise de, cahil halk, doğruyu eğriden ayıramadıkları için sözleri, işsizlerin, çapulcuların, bilhassa Deriyye hakimi Muhammed bin Süud’un hoşuna gitti. Cahiller ve vurguncular, taş yürekliler, Abdülvehhab oğlunun sözlerine hemen yanaştılar. Doğru yolda olan halis müslümanlara kâfir dediler.

Abdülvehhab oğlu, düşüncelerini kolayca yayabilmek için, Deriyye hakimine başvurunca, o da topraklarını genişletmek ve kuvvetlerini arttırmak için ve Londra’dan aldığı emirleri yaymak için, Abdülvehhab oğlu ile seve seve işbirliği yaptı. Onun fikirlerini her tarafa yaymakta bütün gücü ile uğraştı. İnanmayıp karşı duranlarla harp etti. Müslümanların mallarını yağma etmek, canlarına kıymak helal denilince, çöldeki vahşiler, soyguncular, Muhammed bin Süud’a asker olmak için yarış ettiler. Süud oğlu ile Abdülvehhab oğlu el ele vererek, vehhabiliği kabul etmeyenlerin kâfir ve müşrik olduklarına, kanlarını dökmek ve mallarını almak helal olduğuna 1730 senesinde karar verip, 1738 yılında vehhabiliği ilan ettiler. Buna göre, Abdülvehhab oğlu, otuziki yaşında bozuk fikirleri yaymaya başlamış, kırk yaşında ilan etmiştir.

Mekke-i mükerreme şafii müftüsü Esseyyid Ahmed bin Zeyni Dahlan, El-Fütuhat-ül-islamiyye kitabının 2.cüz 228.sayfasından başlayarak, Fitnet-ül-vehhabiyye başlığı altında bunların bozuk inançlarını ve müslümanlara yaptıkları işkenceleri anlatmaktadır. Bunun 234.sayfasında diyor ki:
(Mekke’deki ve Medine’deki Ehl-i sünnet âlimlerini aldatmak için, buralara kendi adamlarını gönderdiler. Bu adamlar, İslam âlimlerine cevap veremediler. Cahil ve sapık oldukları anlaşıldı. Kâfir olduklarını ispat eden bir karar yazılıp her tarafa gönderildi.)

Hicaz’da bulunan dört mezhep âlimleri ve bunların arasında Abdülvehhab oğlunun kardeşi Süleyman efendi ve kendisine ders okutmuş olan hocaları, Abdülvehhab oğlunun kitaplarını inceleyerek, İslam dinini yıkıcı, bozguncu yazılarına cevaplar hazırladılar, sapık yazılarını çürüten kuvvetli vesikalarla kitaplar yazarak, müslümanları uyandırmaya çalıştılar. Süleyman bin Abdülvehhab’ın, kardeşine karşı yazdığı kitabın ismi, Savaık-ul ilahiyye firreddi alel-vehhabiyye’dir.

Bu kitaplar onları gafletten uyandıramadı. Müslümanlara karşı olan düşmanlıklarını arttırdı ve Muhammed bin Süud’un müslümanlar üzerine saldırmasına, akıtılan kanların çoğalmasına sebep oldu. Bu adam, (Beni Hanife) kabilesinden olup, Müseyleme-tül Kezzabın peygamberliğine inanmış olan ahmakların soyundan idi. Muhammed bin Süud, 1765 senesinde ölünce, oğlu Abdülaziz yerine geçti. Abdülaziz bin Muhammed bin Süud, 1803 senesinde, Deriyye camiinde, bir Şii tarafından, karnına hançer sokularak öldürüldü. Bundan sonra, oğlu Süud bin Abdülaziz vehhabilerin şefi oldu. Arabları aldatmak, sapık inançlarını yaymak için müslümanların kanını dökmekte, üçü de, birbiri ile yarışırcasına çalıştılar.

[Vehhabilerin ve mal, mevki ele geçirmek için bunların arasına karışan cahil, vahşi kimselerin, Taif’de, Mekke ve Medine’de ve diğer yerlerdeki müslümanlara yaptıkları işkenceler ve kadınların, çocukların barbarca öldürülmeleri, Ahmed bin Zeyni Dahlan’ın Hulasat-ül-kelam kitabında ve Eyyub Sabri Paşanın 1879 senesinde basılmış olan Tarih-i Vehhabiyan ve Mirat-ül-Haremeyn kitaplarında uzun yazılıdır. Yüreği dayanabilenler oradan okuyabilirler. Bunların, Osmanlı devleti tarafından nasıl cezalandırıldıkları ve birinci cihan harbinden sonra, ingilizlerin bol para ve silah yardımı ile tekrar nasıl devlet kurdukları da yazılıdır.]

Abdülvehhab oğlunun bu düşüncelerini yayması, Allah’ı tevhidde halis olmak için ve müslümanları şirkten kurtarmak için imiş. Müslümanlar şirk üzere imişler. Yani müşriklermiş, yani puta tapan kâfirlermiş. Müslümanların dinini tazelemek için, dinde reform yapmak için, ortaya çıkmış. Diğer maddelerde bu sapık fikirlerini ve cevaplarını yazacağız. Burada önsöz mahiyetinde yazıyoruz.

Bu düşüncelerine herkesi inandırmak için, Ahkaf suresinin 5.âyet-i kerimesini, Yunus suresinin 106.âyet-i kerimesini ve Rad suresinin 14.âyet-i kerimesini vesika olarak ileri sürmüştür. Halbuki bunlara benzeyen, daha birçok âyet-i kerimeler vardır. Bu âyet-i kerimelerin hepsi, puta tapan kâfirleri, müşrikleri bildirmek için gönderildiğini, tefsir âlimleri sözbirliği ile beyan buyurmuşlardır.

Abdülvehhab oğlunun düşüncelerine göre, bir müslüman, Peygamber efendimizden veya başka Peygamberlerden yahut Velilerden, Salihlerden birinin kabrinin yanında veya uzakta iken bundan (istigase) etse, yani sıkıntıdan, dertten kurtulması için yardım istese, yahut o zatın ismini söyleyerek şefaat etmesini dilese, yahut kabrini ziyaret etmek için gitmek istese, o müslüman müşrik olurmuş. Allahü teâlâ, Zümer suresinin üçüncü âyetinde, puta tapan kâfirleri bildirmektedir. Peygamberleri ve Evliyayı vesile ederek dua eden müslümanlara müşrik diyebilmek için, bu âyet-i kerimeyi ileri sürüyorlar. Müşrikler de putların yaratıcı olmadığına, her şeyi Allahü teâlânın yarattığına inanıyorlardı diyorlar. Hatta Ankebut suresinin 61. ve Zuhruf suresinin 87. âyet-i kerimesinde mealen, (Bunları kimin yarattığını, onlara sorarsan, elbette Allah yarattı derler) buyuruldu. Allahü teâlânın da böyle buyurduğunu söylüyorlar. Kâfirler böyle inandıkları için değil, Zümer suresinin 3.âyetinde bildirilen, (Allah’tan başkalarını dost edinenler, onlar Allahü teâlâya şefaat ederek bizi yaklaştırırlar derler) meali şerifini söyledikleri için kâfir ve müşrik oluyorlar, diyorlar. Peygamberlerin, Evliyanın kabirlerinden şefaat, yardım isteyen müslümanlar da, böyle söyleyerek müşrik oluyorlarmış.

Abdülvehhab oğlunun, bu âyet-i kerimeyi ileri sürerek, müslümanları kâfirlere, müşriklere benzetmesi, çok çürük, ahmakça ve gülünç bir şeydir. Çünkü, kâfirler, şefaat etmeleri için putlara tapınıyorlar. Allahü teâlâyı bırakıp, dileklerini yalnız putlardan istiyorlar. Allahü teâlânın âlemlere rahmet olarak gönderdiği Muhammed aleyhisselama ve getirdiği İslam dinine inanmıyorlar. Biz Müslümanlar ise, Allah’a ve Resulüne iman ediyor, getirdiği İslam dinine inanıyoruz. Zaten buna iman ettiğimiz için müslüman oluyoruz. İman edenler ile putlara tapan müşrikler hiç mukayese edilebilir mi? Hiç birbirine benzetilebilir mi? Üstelik bu müşrikler, Peygamber efendimize iman etmemekle kalmayıp, Ona ve iman eden müslümanlara her türlü eziyeti yapmış, sayısız harpler etmişlerdi. Biz, Peygamberlere, Evliyaya tapınmıyor, her şeyi yalnız Allah’tan bekliyoruz. Evliyanın vasıta, vesile olmasını istiyoruz. Âlemlere rahmet olarak gönderilen en sevgili kul, en büyük Peygamber Muhammed aleyhisselamın şefaat etmesini istiyoruz.

Kâfirler, putlarının diledikleri gibi şefaat edeceklerine, her dilediklerini Allah’a mutlaka yaptıracaklarına inanıyorlar. Biz Müslümanlar ise, Allahü teâlânın, sevdiği kullarına şefaat için izin vereceğini, sevdiklerinin şefaatlerini ve dualarını kabul edeceğini, Kur’an-ı kerimde bildirdiği için, Kur’an-ı kerimde bildirilen bu müjdeye inandığımız, iman ettiğimiz için, Allahü teâlânın sevgilisi olan yüce Peygamberimizden, sevgili kulları Evliyadan şefaat ve yardım istemekteyiz.

Kâfirlerin putlara tapınması ile, müslümanların Evliyadan yardım istemeleri birbirine benzetilemez. Bir müslüman ile bir kâfir, görünüşte hep insandır. İnsanlıkları birbirlerine benzemektedir. Fakat, müslüman, Allahü teâlânın dostudur. Sonsuz Cennette kalacaktır. Kâfir olan ise, Allahü teâlânın düşmanıdır. Sonsuz Cehennemde kalacaktır. Görünüşte birbirlerine benzemeleri, hep aynı olacaklarına senet olamaz. Allahü teâlânın düşmanı olan putlara, heykellere yalvaran ile, Allahü teâlânın sevgili Peygamberine ve veli kullarına yalvaranlar, görünüşte benzeyebilirler. Fakat, putlara yalvarmak, Cehenneme götürür. Peygambere ve Evliyaya yalvarmak ise, Allahü teâlânın af etmesine, merhamet etmesine sebep olur. (Allahü teâlânın sevdiği kulları hatırlanırsa, Allahü teâlâ merhamet eder) hadis-i şerifi meşhurdur. Bu hadis-i şerifi, aşağıda diğer maddelerde tekrar bildireceğiz. Peygamberlere, Evliyaya yalvarınca, Allahü teâlânın merhamet edeceğini, af buyuracağını bu hadis-i şerif de göstermektedir.

Müslümanlar, Peygamberlerin, Evliyanın ilah, mabud, Allahü teâlâya şerik, ortak olmadıklarına inanır. Bunların, Allahü teâlânın aciz kulları olduklarına, ibadete, tapınmaya, yalvarmaya hakları olmadığına inanır. Allahü teâlânın sevdiği, dualarını kabul eylediği kulları olduğuna inanır. Maide suresi, 35.âyetinde mealen, (Bana yaklaşmak için vesile arayınız) buyuruldu. Salih kullarımın dualarını kabul ederim, dileklerini veririm buyuruyor. Buhari’de ve Müslim’de ve Künuz-üd-dekaık’te bulunan hadis-i şerifte, (Elbet, Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, bir şey için yemin etse, Allahü teâlâ, o şeyi yaratır. Onu yalancı çıkarmaz) buyuruldu. Müslümanlar, bu âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere inandıkları için, Peygamberi ve Evliyayı vesile yapmakta, onlardan dua ve yardım beklemektedir.

Evet, kâfirlerin bir kısmı, putlarının, heykellerinin yaratıcı olmadıklarını, her şeyi Allahü teâlânın yarattığını söylüyorlar ise de, putların tapınmaya hakları vardır, onlar dilediğini yaparlar ve Allah’a da yaptırırlar diyorlar. Putlarını Allah’a şerik, ortak yapıyorlar. Bir kimse, dünyada başkasından yardım istese, bana elbette yardım yapar, onun her istediği kesinlikle olur dese, bu kimse kâfir olur. Fakat, benim işim onun istemesi ile kesinlikle olmaz. O bir sebeptir. Allahü teâlâ sebebe yapışanları sever. Sebeple yaratmak Onun âdetidir. Sebebe yapışmış olmak için, bundan yardım istiyorum, dileğimi Allah’tan bekliyorum. Peygamber efendimiz de sebeplere yapışmıştır. Sebebe yapışmakla, o yüce Peygamberin sünnetine uymuş oluyorum diyerek birinden yardım isteyen kimse sevap kazanır. İşi olursa, Allahü teâlâya hamd eder. İşi olmazsa, Allahü teâlânın kazasına, kaderine razı olur.

Kâfirlerin puta tapması, müslümanların Peygamberden, Evliyadan dua, şefaat, yardım istemelerine benzemez. Aklı olan, doğru düşünebilen, bu ikisini birbirine benzetmez. Birbirinden başka olduklarını iyi anlar. Zararı ve faydayı yaratan, ancak Allahü teâlâdır. Ondan başkasının tapınmaya hakkı yoktur. Hiçbir Peygamber, hiçbir Veli ve hiçbir mahluk, hiçbir şey yaratamaz. Allah’tan başka yaratıcı yoktur. Yalnız Allahü teâlâ, Peygamberlerinin, Velilerinin, salih kullarının, yani sevdiği kullarının isimlerini söyleyenlere, onları vesile edenlere merhamet eder. Dilediklerini verir. Böyle olduğunu, kendisi ve sevgili Peygamberi haber vermiştir. Bu haberlere uyarak müslümanlar da böyle inanmaktadır.

Müşrikler, kâfirler ise, putların bir şey yaratmadığını bildikleri halde, putları ilah ve mabud biliyorlar. Putlara tapınıyorlar. Kimisi üluhiyyette müşrik oluyor. Kimisi de, ibadette müşrik oluyorlar. (Putlarımız bize şefaat edecektir. Allah’a yaklaştıracaktır) dedikleri için, müşrik olmuyorlar. Putları mabud bildikleri için, putlara tapındıkları için müşrik oluyorlar.

Peygamber efendimiz, (Bir zaman gelecek, kâfirler için gelmiş olan âyet-i kerimeleri, müslümanları kötülemek için vesika olarak kullanacaklardır) buyurdu. Başka bir hadis-i şerifte, (En çok korktuğum şey, âyet-i kerimeleri Allahü teâlânın dilemediği yerlerde kullanacak kimselerin ortaya çıkmasıdır) buyurdu. Bu hadis-i şeriflerin ikisini de Abdullah bin Ömer “radıyallahü anhüma” bildirdi. Bu iki hadis-i şerif, mezhepsizlerin, zındıkların türeyeceklerini ve kâfirleri bildiren âyet-i kerimelerin müslümanlar için geldiğini söyleyeceklerini, Kur’an-ı kerime iftira edeceklerini bildirmektedir.

Müminler, Allahü teâlânın sevdiğine inandıkları kimselerin mezarlarını ziyarete gidiyorlar. Allahü teâlânın sevdiği kullarını vasıta, vesile ederek, Allahü teâlâya yalvarıyorlar. Peygamber efendimiz ve Eshab-ı kiram da böyle yaparlardı. Peygamber efendimiz, (Ya Rabbi, istediklerini vermiş olduğun kullarının hakkı için, hürmeti için senden istiyorum) duasını okurdu. Bu duayı Eshabına öğretir ve okumalarını emrederdi. Müminler de, böyle dua etmektedir.

Hazret-i Ali’nin validesi olan Fatıma binti Esed vefat edince, Resulullah kabre koydu ve (Ya Rabbi, bana annelik yapan Fatıma binti Esedi af eyle! Peygamberinin ve benden önce gelmiş olan Peygamberlerinin hakkı için, ona rahmetini bol eyle) diye dua eyledi. Gözlerinin açılması için dua isteyen birine, iki rekat namaz kılmasını, sonra (Ya Rabbi, kullarına merhamet ederek göndermiş olduğun Peygamberin Muhammed aleyhisselamın hürmeti için, Onu vesile ederek, senden istiyorum. Sana yalvarıyorum. Ya Muhammed “aleyhisselam”! Seni vesile ederek, duamı kabul edip, dileğimi ihsan etmesi için Rabbime yalvarıyorum. Ya Rabbi, duamın kabul olması için, o yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle) duasını okumasını emir buyurdu.

Âdem aleyhisselam, yasak edilen ağaçtan yiyerek, (Seylan) yani Serendib adasına indirilince, (Ya Rabbi, oğlum Muhammed aleyhisselam hürmetine beni af et) duasını yaptı. Allahü teâlâ da, (Ey Âdem, Muhammed aleyhisselamı vesile ederek, yerdekiler ve göktekiler için şefaat isteseydin, şefaatini kabul ederdim) buyurdu.

Hazret-i Ömer, Hazret-i Abbas’ı beraber götürüp, onu vesile ederek, yağmur duası yapmış, duası kabul olmuştur.

Gözlerinin açılmasını isteyen birine, okuması emrolunan duada, (Ya Muhammed! Seni...) demek, Evliyayı vesile ederken ismini söyleyerek yalvarmanın caiz olduğunu göstermektedir.

Eshab-ı kiramın ve Tabi’inin hayatını bildiren kitaplar, kabir ziyaretinin ve ismini söyleyerek şefaat istemenin ve meyyiti vesile kılmanın meşru ve caiz olduğunu gösteren vesikalarla doludur.

İbni Hacer-i Hiytemi’nin Minhac şerhi olan Tuhfe kitabına haşiyeleri ile meşhur Muhammed bin Süleyman şafi’i, Abdülvehhab oğlunun bozuk ve sapık bir yolda olduğunu, âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere yanlış manalar verdiğini, vesikalarla ispat etmiştir.
Kitabında şöyle demektedir:
(Ey Abdülvehhab oğlu! Müslümanlara dil uzatma, sana Allah rızası için nasihat ediyorum. Allah’tan başka yaratıcı olduğunu söyleyen varsa, ona doğruyu bildir! Vesikalar göstererek onu doğru yola çevir! Müslümanlara kâfir denilemez! Milyonlara kâfir dememek için, bir kişiye kâfir demek daha doğru olur. Sürüden ayrılan koyunun tehlikede olduğu muhakkaktır. Nisa suresinin (Doğru yol gösterildikten sonra, Peygambere uymayan, imanda ve amelde müminlerden ayrılan kimseyi, küfür ve irtidadda bırakır ve Cehenneme atarız) mealindeki 115. âyet-i kerime, Ehl-i sünnet ve cemaatten ayrılmış olanların halini göstermektedir.)

Kabir ziyaretinin caiz ve faydalı olduğunu bildiren hadis-i şerifler, pek çoktur. Eshab-ı kiram ve Tabi’in-i izam, Peygamber efendimizin mübarek türbesini ziyaret ederlerdi. Bu ziyaretin nasıl yapılacağını ve faydalarını bildirmek için kitaplar yazılmıştır.

Bir Veliyi vesile ederek dua etmek, ismini söyleyerek ondan yardım istemek, hiç zararlı değildir. İsmi söylenen zatın, tesir edeceğine, istenileni elbet yapacağına, gaybları bileceğine inanmak küfür olur. Müslümanlar böyle inanmıyor ki, kötülenebilsin. Müslüman, Allahü teâlânın sevgili bir kulundan, yalnız vesile olmasını, şefaat etmesini, dua etmesini ister. İstenileni yaratan yalnız Allahü teâlâdır. Maide suresi, 27.âyetinde mealen, (Mütteki kullarımın duasını kabul ederim) buyuruldu. Bunun için, sevdiklerinden dua istenir. Meyyitten, istekleri vermesi değil, Allahü teâlânın vermesine vasıta olması istenir. Vermesini istemek caiz değildir. Müslümanlar bunu istemez. Verilmesi için vasıta olmasını istemek caizdir. İstigase ve İstişfa ve Tevessül kelimeleri de, hep vasıta, vesile olmayı istemek demektir.

Her şeyi yaratan, yapan yalnız Allahü teâlâdır. Bir şeyi yaratmak için, başka bir mahlukunu vasıta ve sebep yapması, Allahü teâlânın âdetidir. Allahü teâlânın bir şeyi yaratmasını isteyenin, o şeyin yaratılmasına vesile olan sebebe yapışması lazımdır. Peygamberler hep sebeplere yapışmışlardır.

Allahü teâlâ sebebe yapışmayı övmektedir. Peygamberler sebeplere yapışmayı emir etmektedir. Dünyadaki olaylar, hadiseler de, sebebe yapışmanın lazım olduğunu göstermektedir. Bir şeye kavuşmak için, o şeyin sebebine yapışılır. O sebebi, o şeye sebep yapan ve insanın o sebebe yapışmasını sağlayan, o sebebe yapıştıktan sonra, o şeyi yaratan, hep Allahü teâlâ olduğuna inanmak lazımdır. Böyle inanan bir kimse, bu sebebe yapışmakla, o şeye kavuştum diyebilir. Bu sözü, o şeyi sebep yarattı demek değildir. Allahü teâlâ, o şeyi bu sebeple yarattı demektir. Mesela (İçtiğim ilaç ağrımı kesti), (Seyyidet Nefise hazretlerine adak yapınca, hastam iyi oldu), (Çorba beni doyurdu), (Su, hararetimi giderdi) sözleri, bu şeylerin hep vesile ve vasıta olduklarını göstermektedir. Bunlar gibi konuşan müslümanlar, yukarıda bildirdiğimiz gibi inanmaktadır. Böyle inanana kâfir denemez. Vehhabiler de, diri olandan, yanında bulunandan bir şey istemek caizdir diyor. Birbirlerinden ve hükümet memurlarından çok şey istiyorlar. Vermeleri için yalvarıyorlar. Uzakta olandan ve ölüden istemek şirktir, diriden istemek şirk olmaz diyorlar. Ehl-i sünnet âlimleri ise, biri şirk olmayınca, öteki de şirk olmaz diyor. Aralarında fark yoktur diyor.

Her müslüman, imanın, İslam’ın şartlarına, farzların farz olduklarına ve haramların haram olduklarına inanmaktadır. Her müslümanın, yaratıcı, yapıcı yalnız Allah olduğuna, Allah’tan başkasının yaratmadığına inanmış oldukları da meydandadır. Namaz kılmayacağım diyen bir müslümanın, şimdi veya burada kılmayacağım veya kılmış olduğum için kılmayacağım demek istediği anlaşılır. Ben hiç namaz kılmak istemiyorum demek istiyor diye, kimse buna dil uzatamaz. Çünkü, söz sahibinin müslüman olması, ona küfür, şirk damgasını vuracak dilleri kesmektedir. Kabir ziyaret eden, meyyitten yardım, şefaat isteyen, şu işim olsun diyen bir müslümana, küfür, şirk damgasını basmaya kimsenin hakkı yoktur. Bu sözleri söyleyenin veya kabir ziyaret edenin, ya Resulallah, bana şefaat et diyenin müslüman oluşu, bu sözlerinin ve işlerinin caiz ve meşru olan imanla ve düşünce ile olduğunu göstermektedir.

Yukarıdaki bilgiler iyi anlaşılır ve iyi düşünülürse, Abdülvehhab oğlunun inançları ve yazıları temelinden yıkılmış ve çürütülmüş olur. Bununla beraber, bozuk yolda olduğunu, müslümanlara iftira ettiğini ve İslamiyet’i içten yıkmaya çalıştığını vesikalarla ispat eden çok sayıda kitap yazılmıştır.

Zebid müftüsü Seyyid Abdurrahman, vehhabilerin bozuk yolda olduğunu göstermek için (Arabistan’ın doğu tarafından kimseler çıkar. Kur’an-ı kerim okurlar. Fakat, Kur’an-ı kerim boğazlarından aşağı inmez. Ok yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar. Yüzlerini kazırlar) hadis-i şerifi yetişir buyuruyor. Başı, yanakları tıraş etmeyi, Abdülvehhab oğlunun kitapları emir etmektedir. Diğer sapık fırkaların hiç birinde böyle bir emir yoktur.

Vehhabilikten önceki müslümanlar kâfirmiş!
Süud bin Abdülaziz, Mekke’ye ve Medine’ye hücum ettiği zaman Resulullah efendimizin türbesinden başka, Eshab-ı kiramın ve Ehl-i beytin ve Evliyanın ve Şehitlerin türbelerinin hepsini yıktılar. Kabirleri, belirsiz hâle getirdiler. Resulullah efendimizin mübarek türbesini de yıkmaya başladılar ise de, eline kazma alanın aklına veya bedenine sakatlık geldiğinden bu cinayeti işleyemediler. Medine’ye girdikleri zaman, Süud, müslümanları bir araya toplayıp, (Vehhabilik gelmesi ile, dininiz şimdi tamam oldu. Allah sizden razı oldu. Babalarınız kâfir idi, müşrik idi. Onların dinlerine uymayınız! Onların kâfir olduklarını herkese anlatınız! Resulullahın türbesi önünde durup, Ona yalvarmak yasaktır. Türbenin önünden geçerken, Esselamü âla Muhammed denir. Ondan şefaat istenmez) gibi, müslümanları kötüleyen şeyler söyledi.

Süud, çarşılarda, pazarlarda, sokaklarda, adamlar bağırtıp, (Süud’un dinine giriniz! Onun geniş olan gölgesine sığınınız!) dedirtti. Müslümanları Abdülvehhab oğlu Mehmed’in dinine sokmaya zorladı.

Süud bin Abdülaziz, her tarafa zulüm, işkence ateşlerini yağdırdığı sırada, Ehl-i sünnet âlimlerinden birini çağırıp, (Peygamber mezarında diri midir? Yoksa bizim inancımıza uygun olarak, herkes gibi ölü müdür?) deyince, (Resulullah bizim bilmediğimiz bir hayatla diridir) cevabını aldı. Süud’un bu suali sorması, onun cevap veremiyeceğini düşünerek, işkence ile öldürmek içindi. (Peygamberin, kabrinde diri olduğunu, bize göster de sana inanalım. Saçma sapan sözlerle cevap verirsen, benim hak dinimi kabul etmemekte inatçı olduğun anlaşılacağından, seni öldürürüm) dedi. Ehl-i sünnet âlimi, (Dışarıdan bir şey gösterip de seni inandırmaya çalışmayacağım. Geliniz, birlikte Medine-i münevvereye gidelim! (Muvacehe-i saadet) penceresi önünde duralım. Ben selam vereyim. Selamıma cevap verirse, inanırsın. Resulullah efendimizin, Kabri saadetinde diri olduğunu, selam verenleri işittiğini ve cevap verdiğini anlamış olursun. Selamıma cevap verilmezse, benim yalancı olduğum anlaşılır. Bana istediğin cezayı verebilirsin) dedi. Süud, bu sözleri işitince, Ehl-i sünnet âlimini salıverdi. Süud, bu cevaba çok kızmıştı. Çünkü, bu işi yapsaydı, kendi inancına göre, kendisi de kâfir, müşrik olurdu. Şaşırıp kaldı. Çünkü, buna karşılık verebilecek bir bilgisi yoktu. Rezil olmamak için, âlimi serbest bıraktı. Sonra, kendi adamlarından birine, bu hocayı bulup öldüreceksin ve ölüm haberini bana hemen bildireceksin dedi. Allahü teâlânın takdiri ile, bu vehhabi bir yoluna getirip de, o zatı öldüremedi. Bu korkunç haber, ağızdan ağza, o zata kadar ulaştı. Bu mücahid zat, artık Mekke’de bulunmanın doğru olmayacağını düşünerek, başka yere hicret etti.

Süud, mücahid zatın Mekke’den çıktığını haber aldı. Arkasından kiralık katil gönderdi. Bu katil, (Bir Ehl-i sünneti öldüreceğim, çok sevap kazanacağım!) diyerek, gece gündüz durmadan gitti.

Mücahid zata yetişti ise de, o zat, biraz önce kendi eceli ile vefat etmiş idi. O zatın devesini bir ağaca bağlayıp, su aramak için, bir kuyu başına gitti. Gelince, yalnız deveyi gördü. O zatı bulamadı. Süuda gidip olanları söyledi. Süud, (Evet, evet! Ben o zatın zikir ve tesbih ile göklere çıkarıldığını rüyada gördüm. Nur yüzlü kimseler, bu cenaze filan zattır. Ahir zaman Peygamberine dürüst inandığı için, cenazesi semaya kaldırıldı dediğini işittim) cevabını verince, (Beni böyle mübarek bir zatı öldürmek için, gönderirsin. Allahü teâlânın ona olan ihsanını gördüğün halde, bozuk inancını düzeltmezsin) diyerek sövüp saydı. Kendi tevbe etti. Süud, adamının bu sözlerine kulak bile vermedi.

Süud, Medine ahalisini Mescid-i Nebiye toplayıp, Mescid kapılarını kapatıp, kürsüye çıktığı zamanda ise şöyle demişti:
(Ey cemaat! Size nasihat vermek ve emirlerime uymanızı tembih etmek için buraya topladım. Ey Medine ahalisi! Bugün dininiz tamam oldu. Müslüman oldunuz. Allah’ı sevindirdiniz. Artık babalarınızın, dedelerinizin bozuk olan dinlerine özenmeyiniz! Allah’ın onlara rahmet etmesi için dua etmeyiniz! Onların hepsi şirk üzere öldüler. Müşrik idiler. Allah’a nasıl ibadet edeceğinizi, nasıl dua edeceğinizi, din adamlarımıza verdiğim kitaplarda bildirdim. Din adamlarımın bildirdiklerine uymayanlarınız olur ise, mallarınızın ve eşyanızın, çocuklarınızın ve kadınlarınızın, kanınızın, askerim için mubah olduğunu biliniz! Hepinizi zincire bağlayıp, işkence yapacaklar ve öldüreceklerdir. Peygamberin türbesi önünde, dedelerinizin yaptığı gibi salat ve selam söylemek için saygı ile durmak, vehhabilik dininde yasaktır. Türbe önünde durmayıp, geçip gitmeli. Giderken yalnız, (Esselamü ala Muhammed) demelidir. Peygambere saygı, imamımız Muhammed bin Abdülvehhab’ın ictihadına göre bu kadar yetişir.)

Aslında birkaç satırını yazdığımız sözlerinde, bunların ne derece sapık oldukları açıkça görülmektedir. Vehhabiler, Âdem aleyhisselamın peygamber olduğuna inanmadıkları için ve bütün müslümanlara müşrik yani kâfir dedikleri için, kâfir olmaktadır. Türkiye’deki vehhabiler kendilerine selefiye demektedirler. Selefiye, vehhabiliğin kamufle adıdır. [Selefiyecilik nedir maddesine bakınız]
Aşağıda yazacağımız inançlara sahip olanlar vehhabidir.

Vehhabilerin üç temel inancı
Abdülvehhab oğlunun Kitab-üt tevhid ve torununun buna yaptığı Feth-ül mecid adındaki şerhde, 250’den fazla bozuk inanışları vardır. Bunların temeli, üç meseledir.

Diyorlar ki:

1- Amel [ibadet], imanın parçasıdır, azalır çoğalır. Bir farzı yapmayan, mesela farz olduğuna inandığı halde, tembellikle namaz kılmayan kâfir olur. Bu öldürülür, malları vehhabilere taksim edilir.

2- Peygamberlerin ve Evliyanın ruhlarından şefaat isteyen, bunların mezarını ziyaret edip, bunları vesile ederek dua eden kâfir olur. Kabirde olandan işitmeyenden dua istemek şirktir. Ölü ve uzakta olan diri, işitmez ve cevap vermez. Bunların fayda ve zararları olmaz. Ölmüş peygamberden de bir şey istemek şirktir.

3- Mezarlar üzerine türbe yapmak ve türbelerde namaz kılmak ve ölülerin ruhlarına sadaka adamak, caiz değildir. Haremeyn halkı şimdiye kadar kubbelere, duvarlara tapındı. Sünniler ve Şiiler bunun için müşriktir. Bunları öldürmek, mallarını yağma etmek helaldir, kestikleri leş olur.

Diğer yanlış inançlarından bazıları:

1- Bir Mezhebe uymayı kabul etmezler.

2- (Türbelerdeki Evliyaya tevessül etmek, şirktir. Peygamberlerin ve Evliyanın mezarlarına türbe yaptırmak, Allah’tan başka şeylere tapınmaktır. Her türbe puthanedir. Bunların çoğu Lat ve Uzza putları gibidir. Müslümanların çoğu müşrik oldu) derler.

3- Şefaate inanmazlar.

4- Keramete inanmazlar.

5- Tasavvufa inanmazlar. Bu konuda şöyle diyorlar:
(Tasavvufun başlangıcı, Hind yahudilerinin bir oyunudur. Eski yunanlılardan alınmıştır. Tasavvufcular, şirk ve küfür üzeredir. Bunların kitapları, Ebu Cehlin hatırlarına gelmeyen şirk ile doludur. Mürid şeyhine tapınıyor. Evliyanın mezarlarını putlaştırıyorlar. Onlara tapınıyorlar. Mısırlıların en büyük mabudları Ahmed Bedevidir. Muhyiddin-i Arabi, yeryüzünün en büyük kâfiridir.)

6- Allahü teâlâ için adak yapmak ve hayvan kesmek ve bunların etlerini fakirlere dağıtıp, sevaplarını Peygamberlere ve Evliyaya hediye etmek şirk diyorlar.

7- Resulullahı övmeye, Ondan şefaat istemeye şirk, böyle yapan müslümanlara müşrik, yani puta tapan kâfir damgasını basarlar. (Ölüler kendilerine söylenileni duymazlar. Ölüden dua, şefaat istemek, ona tapınmak olur. Mescid-i nebeviye namaz kılmak için girenin, selam vermek için, kabre gitmesi, Hücre-i saadeti ziyaret için, uzak yerlerden gelmek yasaktır) derler.

Resulullahı metheden imam-ı Busayri’nin (Kaside-i bürde)sinden örnek vererek: (Bu sözler Allah’tan başkasına güvenmek, mahluku büyültmektir. Şirktir) derler.

8- (Arş kadimdir), (Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır) derler.

9- Sebeplere yapışmaya, vesileye, tevessüle şirk derler.

Not: Bütün bu bozuk inanç ve iddialarına diğer maddelerde cevap verilmiştir.

İbahilik nedir?
Sual: Vehhabilik, selefilik adı altında sinsice hızla yayılıyor. Mezhep, âlim falan tanımıyorlar. Vehhabi olmayana kâfir diyorlar. Vehhabilikten önce ölenlerin de müşrik yani kâfir olarak öldüklerini söylüyorlar. İslam âlimleri Vehhabilerin kâfir olduklarını bildirmiş midir?
CEVAP
Vehhabiliği ingilizler kurdurmuştur. Vehhabilerin kâfir olduklarına dair bir çok kitap yazılmıştır.

Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Mekke’nin müftisi ve reis-ül-uleması ve Şafii şeyhul-hutebası idi. Birçok eserleri olup, (Hülasat-ül-kelam fi beyani umerail beledil-haram), (Firreddi alel-vehhabiyyeti-etba-ı mezhebi İbni Teymiyye) ve (Ed-Dürer-üs-seniyye) kitaplarında Vehhabilerin içyüzlerini açıklamakta, yanlış yolda, sapık olduklarını âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle göstermektedir.

Yusüf Nebhani’nin (Şevahid-ül-hak) kitabında, ikinci Abdülhamid hanın bahriye mirlivası [amirali] Eyyub Sabri Paşanın (Tarihi Vehhabiyan) ve (Mirat-ül-Haremeyn) kitaplarında da iç yüzleri yazılıdır.

İbni Abidin’in üçüncü cildinde bagileri anlatırken ve (Nimet-i İslam) kitabının nikah bahsinde, Vehhabilerin ibahi yani dinsiz oldukları açıkça yazılıdır.

İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Vehhabiler, kendilerini Müslüman sayıp, vehhabilere muhalif olanların müşrik olduğuna inanırlar. Bundan dolayı Ehl-i sünneti ve Ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mubah görürler. (Redd-ül-muhtar)

Nimet-i İslam kitabını her yerde bulmak mümkündür. Bu kitapta Hristiyan ve Yahudi kadınlarla evlenmek caiz olduğu bildirilirken Vehhabilerle evlenmenin caiz olmadığı bildiriliyor. Şirk sebebiyle muharremattan olanlar bahsinde bâtıniyye ile evlenmenin haram olduğu bildirildikten sonra, 1 numaralı dipnotta deniyor ki:
(Bâtınıyye ki, onlara Talimiyye ve İsmailiyye ve İbahiyye dahi denir. Son asırlarda onlar vehhabiyye ismini almışlardır Ve din kisvesi içre, öteden beri dinsiz oldukları halde ehl-i dine ihanet ede gelmişlerdir.)

Not: Nimet-i İslam kitabı, herkes tarafından en sahih ilmihal olarak kabul edilmektedir. Mezhepsizler bile bu kitabı övmektedir. Mezhepsizliği savunmak için (Mezhepsizlik Yaygarası) isimli kitap yazan müteveffa Ahmet Gürtaş bile, adı geçen yaygarasında Nimet-i İslam için "Şaheser" tabirini kullanmıştır. İbni Âbidin hazretlerinin Redd-ül-muhtar kitabı ise en sahih, en kıymetli fıkıh kitabıdır.

Kâfir mi, bidat sahibi mi?
Sual: Vehhabiler için, Herkese Lazım Olan İman kitabında, bidat sahibi denirken, İslam Ahlakı kitabında ise, kâfir deniyor. Bu fark nereden ileri geliyor?
CEVAP
Konular anlatılırken, bunların o hususlardaki bazı iddia ve inanışları küfür oluyor, bazıları bid’at oluyor. Küfür olan inanışları yüzünden kâfir, bid’at olan inanışları yüzünden bid’at ehli deniyor. Mesela, (Peygamberler, kabirlerinde, namaz kılarlar) gibi hadis-i şerifleri tevil ediyorlar, bu konularda bid’at ehli oluyorlar. (Herkese Lazım Olan İman)

İdris, Şit ve Âdem aleyhimüsselamın peygamber olduklarını inkâr ettikleri için ve Müslümanlara müşrik dedikleri için kâfir olurlar. (İslam Ahlakı)

Vehhabilerin kâfir oldukları, Nimet-i İslam kitabının nikah bahsinde de yazılıdır.

İngilizlerin adamı
Sual: (İngiliz Casusunun İtirafları) isimli kitabı eleştiren bir Vehhabi, (Vehhabiliği İngilizler kurmadı) diyor. Vehhabiliğin kurucusu Muhammed bin Abdülvehhab için, (İngilizlerin adamı değildir) derken, İbni Suud için, (Modern Suudî Arabistan’ın kurucusu olan ve Muhammed bin Abdülvehhab’ın yolunu sahiplenen İbni Suud'un, İngilizlerin adamı olduğu bir gerçektir) ifadesini kullanıyor. Bu açık bir çelişki değil mi? Vehhabiliği İngilizler kurmamışsa, İngilizlerin adamı olduğunu Vehhabilerin bile kabul ettiği İbni Suud, nasıl olur da, Vehhabiliği sahiplenip onu devam ettiriyor?
CEVAP
Minareyi çalan kılıfını hazırlamaya çalışsa da, mızrağı çuvala sığdıramamışlar. Vehhabiliğin bid’at bir fırka olduğunu Ehl-i sünnet âlimleri çeşitli kitaplarında bildirmiştir. Bu kitapların isimleri sitemizde vardır.
__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.