Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLİTAM İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA.::. > İLİTAM Bölümleri Ders/ Dökümanlar > Erzurum Atatürk İlitam

Konu Kimliği: Konu Sahibi EyMeN&TaLhA,Açılış Tarihi:  13 Nisan 2015 (12:54), Konuya Son Cevap : 13 Nisan 2015 (12:54). Konuya 0 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 13 Nisan 2015, 12:54   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:35
Cinsiyet:
Mesaj: 3.297
Konular: 784
Beğenildi:132
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Atauzem islam hukuku 8.ünite

Atauzem islam hukuku 8.ünite

ÜNİTE-8

EVLENME AKDİNDEN DOĞAN HAK, SORUMLULUK VE SONUÇLAR


Usulüne uygun bir evlilik akdi artık sonuçlar doğurmaya başlar ve böyle bir evliliğin neticesinde taraflar, bazı haklara sahip olurken bir takım sorumluluklar da yüklenirler. Bu hak, sorumluluk ve sonuçları, şahsi, mali ve diğer sonuçlar şeklinde üç kısımda değerlendirebiliriz.

1- Evlenme Akdinin Şahsi Sonuçları

İslam, hukuki müeyyideler yanında ahlaki düşünce ve davranışlara da büyük önem vermiştir. İslam hukukçuları ahlaki nitelikleri yanında evliliğin karı-koca üzerinde doğurduğu şahsi sonuçlara sıklıkla değinmişlerdir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de “Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler....” Ayeti ile evliliğin şahsi bir takım sonuçlarına işaret edilmiştir. Sahih bir evliliğin meydana getirdiği hukuki ve ahlaki münasebet ve sonuçları taraflar bakımından üç başlık altında işleyebiliriz.

A- Hanımın Hakları ve Görevleri

Hanım mehrini almışsa kocasının belirlediği kendisine layık olan evine gider ve ona tabi olur. Normal hayatın akışı içinde ve dinin izin verdiği durumlarda kocasının izni gerekmeden evin dışına çıkabilir. Bunun dışındaki hallerde ise beyinin izniyle hareket eder. Kadınların beylerinden iyi muamele görme hakları vardır. Bunu ifade eden “Kadınlarınızla iyi geçinin” (Nisa, 4/9), “Sizin en hayırlınız ailesine karşı en hayırlı olanınızdır” (Ebu Davud, Sünnet, 14) gibi naslar vardır.

Diğer taraftan hanım, İslam’ın öngördüğü hukuk anlayışına uygun olan noktalarda kocasının isteklerini yerine getirmek zorundadır. Aynı şekilde kocasının yokluğunda evine ve onun haklarına sahip çıkıp korumak da kadının görevleri arasındadır.

Hz. Peygamber’in “Kadınların en hayırlısı, kendisine baktığın zaman seni sevindiren, bir şey istediğin zaman sana itaat eden ve senin yokluğunda iffetini ve seninmalını koruyan kadındır” (İbn Mace, Nikah, 5) hadisi, kadının aile içindeki sorumluluklarını veciz bir şekilde özetlemektedir.

B- Kocanın Hakları ve Görevleri

Evlilik içinde kocanın en önemli görevi, hanımına iyi bir şekilde muamele etmektir. Koca, cinsellikten adalete kadar akla gelebilecek her konuda görevlerini yerine getirmeli, hanımıyla beraber yaşamalıdır.

“Onlarla iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş olur (Nisa, 4/19); “Kadınlarınız hakkında Allah’tan korkun. Kuşkusuz siz onları Allah’ın bir emaneti olarak aldınız ve onların cinselliklerini Allah’ın kelimesiyle (nikâh akdi ile) kendinize helal kıldınız.” (Müslim, Hac, 147; Ebu Davud, Menasik, 56), “İyi kulak verin, kadınlara hayır tavsiye

Bu görevlerine karşılık kocanın da hanımı üzerinde bazı hakları vardır. Dinin salahiyet verdiği saha ve ölçüde kocanın tedip hakkı vardır. Şu ayet-i kerime bu tedip hakkının mahiyetini şöyle belirtmektedir: “Başkaldırmalarından/serkeşliklerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince, onlara önce öğüt verin, vaz geçmezlerse yataklarında yalnız bırakın, bu da fayda vermezse vurun.” (Nisa, 4/34).

Bu ayette ifade edilen “vurmak” fiili, kadına karşı şiddet kullanma anlamında, beden üzerinde iz bırakacak ve hasar meydana getirecek tarzda dövme anlamında değildir. Bundan maksat, evliliğin devamını temin için başka yol kalmamışsa hafifçe vurma seçeneğinin kullanılmasıdır. Zira Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de, karı ve koca arasında sevgi ve şefkat var ettiğini (Rum Suresi, 30/21) ve kadınların kocalarından hukuklarını gözetme konusunda sağlamca teminat aldıklarını söylemekte (Nisa Suresi, 4/21); bunun yanında kadınlarla hoşça ve güzelce geçinmeyi (Nisa Suresi, 4/19), boşanırken bile güzellikle ayrılmayı emretmektedir. (Talak Suresi, 65/2)

Hadis-i şeriflere baktığımızda da kadınlara karşı güzel muameleyi emreden birçok nassla karşılaşırız. Bunlardan bazıları şu şekildedir: “Sizin en hayırlınız, eşlerine karşı eniyi davrananlarınızdır. İçinizde eşlerine karşı en iyi davrananız da benim.” (İbn Mâce, Nikâh 50); “Mü’minlerin iman bakımından en kusursuzu, ahlâkı en güzel olanıdır. Ahlâkı en güzel olanınız da, kadınlarına en güzel davrananınızdır.” (Tirmizî, Radâ’ 11); “Sizden biri hangi düşünceyle hanımını köle dövercesine dövmeye tevessül eder? Akşam olunca aynı yatakta beraber yatmayacaklar mı?” (Buhari, Nikâh 93); “Kadınları dövmeyiniz!.. Kadınlarını döven kimseler sizin hayırlınız değildir.” (Ebû Dâvûd, Nikâh 42); “Allah'ın kadın kullarını dövmeyiniz. Hanımları dövüldükleri için kendisi hakkında şikâyette bulunulan kocalar, iyi insanlar olamazlar.” (Ebû Davûd, Nikâh 42) Hz. Peygamber (s.a.v.) kadınlarla ilgili bu tavsiyelerinin yanı sıra onlara karşı davranışlarıyla da misal olmuştur. Hz. Aişe’nin naklettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) hayatı boyunca hiçbir kadına ve hiçbir hizmetçisine asla eliyle vurmamıştır. (Müslim, Fedâil 79)

C- Hem Karı Hem de Koca İçin Karşılıklı Olarak Meydana Gelen Sonuç ve Haklar

Birlikte yaşamaya karar veren eşlerin her birinin hayatın güçlüklerine göğüs germek, ailede huzur ve saadeti temin etmek için karşılıklı gayret içerisinde olmaları onların en önemli görevleri sayılmalıdır.

Evliliğin semeresi olan çocukların neseplerinin sahih bir evlilikle karı-koca üzerlerine kaydı da müşterek bir haktır.

Bu evlilikle birbirlerinden istifadeleri de dinin izin verdiği ölçülerde tabii birhaktır.

Evlilikte eşler birbirlerinin yakını olduklarından aralarında evlilik hısımlığı oluşmakta ve bu çerçevede hürmet-i müsahere meydana gelmektedir.

2- Evlenme Akdinin Mali Sonuçları

Evlenme akdinin yukarıda saydığımız şahsi sonuçları yanında bir de mali sonuçları vardır. Bunlar mehir, çeyiz ve ev eşyası, nafaka ve eşlerin birbirlerine mirasçı olması gibi haklardır. Şimdi sırasıyla bunları açıklayalım.

A-Mehir

Evlenirken erkeğin kadına verdiği veya vermeyi taahhüd ettiği mal veya paraya mehir denmektedir. Bir fıkıh terimi olan mehir yerine “ecr” “ukr” “nihle” “saduka” “farize” sözcükleri de kullanılır.

Mehir, nikahın şartlarından değil, sahih evlenmenin eser ve neticelerinden birisidir. Bu durumda nikah esnasında belirtilmese ve hatta verilmeyeceği ifade edilse bile kadın yine mehre hak kazanır.

“Aldığınız kadınların mehirlerini yürekten isteyerek ve Allah’ın bir atiyyesi olarak verin. Eğer onlar size gönül rızasıyla bir şey bağışlarsa onu afiyetle yeyin.” (Nisa, 4/4), “Eğer bir eşi bırakıp ta yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız bile ondan hiçbir şey geri almayın.” (Nisa, 4/20); “Haram olanlar dışındaki kadınlarla evlenmeniz, iffetli olarak ve zina etmeksizin yaşamak ve mallarından onlara mehir vermek şartıyla size helal kılındı. Onlardan yararlanmanıza karşılıklı kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir miktarını belirledikten sonra karşılıklı rıza ile indirim yapmanızda bir sakınca yoktur.” (Nisa, 4/24) ayetleri ile şu hadisler mehrin gerekli olduğunu ifade etmektedir:

Bir kadınla evlenmek isteyen bir sahabiye Allah’ın Resulü mehir olarak bir şeyler vermesini bildirmiş, ancak erkeğin fakir olduğunu görünce “demirden bir yüzük bile olsa evde araştır ve getir” buyurmuş, erkek bunu da temin edemeyince onu bildiği Kur’an karşılığında bu kadınla evlendirmiştir (Nesai, Nikah, 62).

Hz. Ali Allah elçisinin kızı Hz. Fatıma ile evlenirken değerli bir zırhını mehir olarak vermiştir. (Ebu Davud, Nikah, 24,25).
Hz. Peygamber herhangi bir evliliğin mehirsiz olarak akdedilmesine müsaade etmemiştir.

Mehir olarak verilen şeylerin tamamı kadına aittir. Diğer mallarında olduğu gibi bunda da dilediği gibi tasarruf eder.
Baba veya babanın babası kadın namına mehri alabilirse de hiçbir miktarına sahip olamaz. Ülkemizde meşhur olan başlık parası ya da baba ve kardeşlerin kızı vermek için karşı taraftan kendilerine para veya mal talep etmeleri meşru değildir.

1917 sayılı Hukuk-ı Aile Kararnamesi de bu konuda şu düzenlemeyi getirmiştir: “Mehir menkuhenin hakkı olup onunla cihaz yapmaya cebrolunamaz. Bir kızı tezvic veya teslim için ebeveyn veya akrabasının zevceden akçe veya eşyayı saire almaları memnudur. (Madde 89,90).

1. Mehrin Miktarı

İslam hukukçuları, mal denebilecek her şeyin ve maddi bir değeri olan her menfaatin mehir olabileceğini söylerler. Mehrin asgari miktarı hususunda farklı görüşler vardır. Şafii ve Hanbelilere göre mehrin asgari bir miktarı yoktur. Çünkü ayette bir sınır getirilmemiştir. Hanefilerde bu miktar on, Malikiler’de üç dirhem gümüştür. Bu mezhepler hırsızlık nisabını da bu rakamlar olarak belirlemişlerdir. Bu ihtilafın sebebi Hz. Peygamber sahabe ve tabiin devirlerinde bu mevzudaki tatbikat ve sözlerin farklı şekilde telif ve tefsir edilerek yorumlanmasıdır. Aslında bu miktar yaşanılan döneme ve tarafların içinde bulunduğu şartlara göre değiklik gösterebilir.

Mehrin en çok miktarı için sınır getirilmemiştir. Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in eşi ve kızları için en çok 480 dirhem gümüş mehir uyguladığını dikkate alarak kendi hilafeti sırasında mehri 400 dirhemle sınırlamak istemişti. Kureyşli bir hanım “Kadınlara yığın yığın altın vermiş olsanız bile hiçbir şeyi geri almayın” (Nisa, 4/24) ayeti ile itiraz edince onu haklı görmüş ve tahditten vazgeçmiştir. Bununla birlikte evliliğin külfetsiz ve kolay bir hale getirilmesi için miktarın fazla tutulmaması gerekir. Aşırılık burada da mekruh sayılır.

2. Mehrin Çeşitleri

Miktarı taraflarca belirlenen mehre mehr-i müsemma denir. Bu mehir ödeme zamanına göre değişik isimlerle ifade edilir. Akit esnasında ödenen mehre mehr-i mu’accel (peşin mehir), ödenmesi sonraya bırakılan mehre ise mehr-i müeccel, mehr-i baki (vadeli veresiye mehir) denir. Tatbikat genellikle bir kısmının peşin bir kısmının da veresiye olması şeklindedir.

Akit esnasında mehir hiç zikredilmez veya usulüne uygun meşru bir şekilde takdir edilmezse mehr-i misilden bahsedilir. Adından da anlaşılacağı üzere mehr-i misil, kadının emsaline bakılarak takdir edilen mehirdir. Bu mevzuda göz önüne alınacak ölçüler, yaş, güzellik, servet, şehir, zaman, akıl, dindarlık, bekarlık veya dulluk, bilgi, güzel ahlak, çocuk olmak veya olmamaktır. Kadının yakın akrabalar içinde bu ölçüler bakımından kendisine benzeyenler için tayin edilmiş mehir, emsal mehirdir. Akrabaları içinde böyle birisi bulunmazsa yabancılardan emsal aranır. Ayrıca hâkim de takdir yetkisine sahiptir.

3. Müt’a

Mehir tayin edilmeden evvel kadın cinsel ilişkiden önce boşanırsa ona müt’a verilmesi gerekir. “Nikâhtan sonra henüz dokunulmadan veya onlar için belirli bir mehir tayin etmeden kadınları boşarsanız bunda size mehir zorunluluğu yoktur. Bu durumda onlara müt’a (hediye cinsinden bir şeyler) verin. Zengin olan durumuna göre, fakir de durumuna göre vermelidir. Münasip bir müt’a vermek iyiler için bir borçtur.” (Bakara, 2/236) ayeti bunu bildirir. Bunun dışındaki ayrılıklarda müt’a mecburi olmamakla birlikte teşvik edilmiş bir davranıştır.

Fukaha bunu örf ve âdete bakarak iç ve dışıyla bir takım elbise (mesela, başörtüsü, elbise, çorap, manto) olarak takdir etmişlerdir.

4. Mehrin Lüzum ve Sükûtu

Sahih bir nikâh akdinin mehri gerektirdiği bilinmektedir. Fakat kadının mehrin tamamına hak kazanabilmesi için ya zifaf veya halvet vuku bulmalı veya bundan önce taraflardan birisi vefat etmelidir. Nikâhtan sonra fakat zifaf veya sahih halvetten önce bir ayrılık vuku bulur da bu ayrılığa koca sebep olursa kadın mehrin yarısına hak kazanır. “Şayet onları temas etmeden önce boşar, fakat onlara mehir tayin etmiş olursanız, takdir ettiğiniz mehrin yarısı onlarındır.” (Bakara, 2/237) ayeti bu hususu açıklar.

Yukarıda geçen sahih halvet, cinsel eksiklik veya hastalık gibi hissi, oruç tutuyor veya ihramda bulunuyor olması gibi şer’î bir engelin bulunmaması şartıyla eşlerin kimsenin göremeyeceği ya da ansızın gelemeyeceği bir yerde baş başa kalmalarıdır.
Kadın bazı durumlarda ise mehri hiç hak etmez. Yani mehir düşer.

Fasit bir evlenme akdinde cinsel ilişkiden önce boşanma gerçekleşirse, erkek mehir vermek zorunda değildir.

Evlenme akdi sahih olur ancak ilişki veya sahih halvetten önce kadının sebep olmasıyla ayrılık vaki olursa kadının mehir hakkı da düşer.

5. Emsal Mehrin Gerektiği Durumlar

Kadın şu durumlarda emsal mehre hak kazanır:

a) Nikah akdi sırasında mehrin konuşulmaması durumunda kadın emsal mehre hak kazanır. Akit esnasında mehrin bilerek veya bilmeyerek konuşulmaması nikah akdinin sıhhatine bir zarar vermez. Mehir konuşulmadığı halde koca vefat ederse kadın, kocasının malından emsal mehrini öncelikle alır. Kadının vefatı halinde de onun mirasçıları emsal mehri kocadan alır.

b) Mehir belirlenmiş olduğu halde miktarında aşırı bilinmezlik bulunursa veya mehir olarak belirlenen şey mütekavvim mal olmazsa yine kadına emsal mehir gerekir. Mesela mehrin ev, otomobil hayvan gibi mutlak şekilde belirlenmesi durumunda bunların nitelikleri belirsiz olduğu için emsal mehir gerekir.

c) Tarafların mehirsiz evlenmeyi kararlaştırmaları halinde bu şart geçersiz olacağından yine emsal mehir gerekir.

d) Mehrin konuşulup konuşulmadığı veya miktarı konusunda eşler arasında ihtilaf çıkar da hiç biri iddiasını ispat edemezse yine emsal mehir gerekir.

B- Çeyiz ve Ev Eşyası

Çeyiz kelimesi Arapça “cihaz”dan gelmiştir. Bir fıkıh terimi olarak çeyiz, evlenecek kız çocukları için hazırlanan her türlü şahsi eşya veya ev eşyasını ifade eder. Günümüzde kadının evlenirken kocasının evine götürdüğü eşyaya bu ad verilir.

Hanefilere göre kadın kendisine verilen mehirle veya kendisine ait malla çeyiz yapmaya zorlanamaz. Kadının babası da kendi malından çeyiz yapmak zorunda değildir. Kadının koca evine çeyizsiz veya aldığı mehre uygun olmayan bir şeyle gönderilmesi mümkündür. Çünkü bir kadın evlendikten sonra onun geçimini sağlamak kocasının üzerine vaciptir. Ev temin etme ve bu eve gerekli eşyayı almak ta bu kapsamdadır. Ancak koca mehirden ayrı olarak çeyiz parası adıyla bir miktar para vermişse bununla çeyiz alınması gerekir.

Mecbur olmamalarına rağmen kızın ana-babası örfe uyarak kızlarına çeyiz hazırlamışlarsa bu çeyiz kızın şahsi mülkü sayılır.
Malikilere göre ise kadının, teslim aldığı mehir karşılığı kadar çeyiz hazırlaması gerekir. Kadın evlilikten önce mehri teslim almış olsa bile koca çeyizi nikahta şart koşmuşsa veya bu konuda yerleşmiş bir örf varsa yine çeyiz hazırlamakla yükümlü olur.

Burada şunu da belirtelim ki çeyiz hazırlanmasında gerçek ihtiyaçlar dikkate alınmalı, bu konuda savurganlıktan sakınılmalıdır. Günümüzde pek çok Müslüman aile daha küçük yaştaki çocuklarına büyük masraflarla çeyiz hazırlamakta ve bu konuda israfa kaçmaktadırlar. Çocuğun en büyük çeyizinin ona öğretilen ilim, edep, ahlak ve fazilet olduğu unutulmamalıdır.

Hz. Peygamber’in kızı Fatıma’ya aldığı çeyiz eşyası, günün şartlarına uyarlanmak kaydıyla bir ölçü olarak alınabilir.
İslam’da evli eşler arasında mal ayrılığı esası benimsenmiş olduğundan kadın evlilik süresince veya ölüm ya da boşanma sebebiyle ayrılık durumunda kendisine ait malların maliki sayılır ve bunları alma hakkına sahip olur.
Evlilik süresince veya boşanma durumunda Ebu Hanife, İmam Muhammed ve Malikilere göre, ev eşyasını ayırırken önce eşlerin delille ispat ettikleri eşya kendilerinin olur. Delil bulunmadığında kadına uygun olanlar ona, erkeğe uygun olanlar da ona verilir.

Ebu Yusuf’a göre ise beldenin örfü dikkate alınarak çeyiz sayılabilen miktarda yeminiyle birlikte kadının sözü, geri kalanda da yeminiyle birlikte erkeğin sözü geçerlidir.

C- Nafaka

Sözlükte nafaka kelimesi "harcamak, tüketmek," anlamındaki "infak" mastarından türetilmiş olup, harcanan mal ve para, giyecek, yiyecek ve barınacak yer anlamına gelir. Nafakanın terim anlamı ise, "hayatiyetin ve yararlanmanın devamlılığını sağlamak için yapılması zorunlu harcamalar" şeklinde ifade edilir.

İslam Hukukunda nafaka hükümleri, aile hukuku ilişkisinden doğan ve mülkiyet ilişkisinden doğan nafaka olarak iki şekilde değerlendirilir. Aile hukuku ilişkisinden doğanlar evlilik, usul-füru ve hısımlık nafakası olarak üç başlık altında ifade edilebilir. Mülkiyet ilişkisinden doğanlar da kölelerin, hayvanların ve cansız varlıkların nafakası olmak üzere kısımlara ayrılır. Biz konumuz icabı sadece aile hukuku ilişkisinden doğan nafaka türlerini göstermeye çalışacağız.

a. Evlilik Nafakası

İslam hukukunda evlilik akdinin hukuki sonuçlarından birisinin de nafaka yükümlülüğü olduğu kabul edilir.

İslâm hukukunda ailenin geçim yükü, karının ve çocukların geçimini sağlama görevi kural olarak aile reisi olan kocaya aittir. İslam Hukukçularının büyük çoğunluğu evlilik nafakasında fakir veya hasta veya karısı zengin bile olsa kocanın nafaka borçlusu olduğu noktasında ittifak etmişlerdir. Zahirilerden İbn Hazım’a göre ise kadın zengin, koca fakir olduğunda kadın nafaka yükümlüsü olur.

Nafaka konusuyla ilgili ayetlerde “Annelerin yiyecek ve giyeceği, gücünün yettiği ölçüde çocuğun babasına aittir.” (Bakara, 2/233), “Hali vakti geniş olan, nafakayı genişliğine göre versin. Rızkı kendisine daraltılan fakir de nafakayı Allah’ın ona verdiğinden versin. Allah ancak verdiği kadarıyla ihsan eder.” (Talak, 65/7), ifadeleriyle bu konudaki ölçü belirtilmiştir. “İmkân ve varlığınıza uygun olarak oturduğunuz yerde kadınları da oturtun.” (Talak, 65/7), “Ve onlara örfün gerektirdiği şekilde davranın.” (Nisa, 4/19) ayetleri de kocanın karısına bir mesken temin etmekle mükellef bulunduğunu, bu meskenin de kadının ictimaî durumuna uygun olması gerektiğini ifade etmektedir.

Hz. Peygamber de “Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Onlar sizin himayenizdedir. Onları Allah’a teminat vererek aldınız. Uzuvlarını Allah’ın kelimesiyle helal saydınız. Onların sizin üzerinizde durumlarına uygun olarak yiyecek ve giyecek hakları vardır.” (Ebu Davud, Menasik, 56; Buhari, Nafakat, 1, 4) buyurarak bu yükümlülüğü vurgulamaktadır. Hadiste her ne kadar sadece yiyecek ve giyecekten söz ediliyorsa da, bunlar kocanın nafaka yükümlülüğünü sembolize eden iki asli görev olarak sayılmıştır.

Nafaka borçlusu olan koca, karısının normal bir şekilde hayatını devam ettirebilmesi için gerekli olan yiyecek, içecek ve diğer ihtiyaç maddelerini temin etmek, yazlık-kışlık ayırımına dikkat ederek giyim ihtiyacını karşılamak, sosyal durumuna uygun döşeli bir mesken temin etmek zorundadır. Kocanın birden fazla karısı olduğunda, talepleri olması durumunda her birini ayrı bir evde oturmak zorundadır. Bu konuda eşlerin mali durumu ve örf, adet dikkate alınır. Kadın, kendi evini kendisinin ikametine tahsis etmesi için kocasına kiraya verebilir. Bu durumda koca kira bedelini eşine vermek mecburiyetindedir.

Kadın, kocasının hısımlarıyla birlikte oturmaya zorlanamaz. Ancak koca, bir başka evliliğinden olan ergenlik çağına ulaşmamış bulunan küçük çocuklarını karısı ile birlikte aynı evde oturtmak hakkına sahiptir. Buna mukabil kadın kendi küçük çocuklarını bile kocasının izni olmadan onun evinde barındıramaz. Çünkü erkeğin eşinin yakınlarına bakma mükellefiyeti yoktur. Burada hukuki bir zorunluluk olmamakla birlikte karşılıklı anlayış önemlidir. Eşler yardımlaşma ve dayanışma duygusu ile hareket etmelidirler.

Kocanın karısına karşı nafaka borcunun doğması için kocanın zengin olması gerekmediği gibi karısının fakir olması da gerekmez. Kadın zengin veya gayrimüslim bile olsa nafakası kocasına aittir. Ancak kocanın nafakayla yükümlü sayılabilmesi için huku¬ken geçerli bir evliliğin bulunması ve kadının fiilen evliliğe hazır durumda olması ve nafaka ödenmemesini haklı kılacak bir sebebin bulunmaması gerekmektedir.

Nafaka alacağı diğer alacaklardan önce gelir. Asli ve temel ihtiyaçlardan olduğunda haczedilmesi mümkün değildir. Kocanın karısının nafakasını ödememesi ya da eksik ödemesi durumunda kadın yargıya başvurabilir. Bu durumda hâkim tarafların sosyal ve mali durumlarını dikkate alarak nafakanın miktarını belirleyebilir. Nafaka takdirinden sonra piyasa fiyatları değişince veya önceden takdir edilen nafaka miktarının yetersizliği anlaşılınca koca kendiliğinden nafaka miktarını ayarlamazsa kadın hâkime müracaat ederek gereken ayarlamayı yaptırabilir (Hukuk-ı Aile Kararnamesi, madde 92). Kocasının izniyle bir işte çalışan kadının nafakası yine kocasına aittir. Kadının nafaka harcamalarına ortak olması söz konusu değildir.

Kadının itaatsizliği ve izinsiz bir işte çalışması nafaka hakkını düşürür (Hukuk-ı Aile Kararnamesi, madde 101).

Kocasının nafaka temin etmemesi durumunda kadın mahkemeye şikâyette bulunabilir. Bu durumda mahkeme tarafından kadına, kendisi için tayin edilen nafaka kadar kocasının mülkiyetinden harcama izni verilebilir. Şayet nafaka miktarı kocanın mallarından karşılanamazsa bu sefer de mahkeme kadına kocası adına üçüncü kişilerden nafaka miktarınca borç alabilme yetkisi tanıyabilir. Aynı şekilde koca, nafaka bırakmadan yolculuğa çıkar veya kaybolursa, kadının müracaatına binaen mahkeme belli bir nafaka belirler ve kocası hesabına borçlanma hakkı verir.
Normal şartlarda nafakanın koca tarafından ödenmemesi durumunda Şafiilere göre kadın mahkemeye müracaat ederek boşanmayı isteyebilir ve mahkeme de eşleri ayırabilir. Hanefiler ise bu görüşe karşı çıkarlar.

Erkeğin fakirlik yüzünden geçimini sağlayamaması, yine Hanefilere göre bir boşanma nedeni sayılmamıştır. Malikiler, Hanbeliler ve bir rivayete göre İmam Şafii, kocasının fakirliği neticesinde nafaka sağlamaması yüzünden kadının mahkemeye müracaat ederek evliliği feshettirebileceğini ifade ederler.

Boşanmış veya hâkim tarafından ayrılmış kadınların nafakaları da iddetleri doluncaya kadar kocalarına aittir. Kocası vefat eden kadın ise, kocasına mirasçı olacağından, iddet süresince ona ayrıca nafaka ödenmesi gerekmez. Kadın irtidadı (dinden dönmesi) halinde veya hürmet-i musâhereye sebebiyet vermesi durumunda iddet nafakası talep edemez.

b. Usul-Furû Nafakası

Kişinin çocuklarına ve torunlarına karşı yükümlü olduğu nafakaya füru nafakası, ana-baba, dede ve ninelerine karşı yükümlü olduğu nafakaya da usul nafakası denir.

Kız ve erkek çocuklarının nafakaları kural olarak babalarına aittir. Baba çocuklarının dini eğitiminden, topluma yararlı bir kişi olarak yetiştirilmesinden sorumlu olduğu gibi onların yeterli ölçüde bakılıp gözetilmesinden, maddi ve bedeni ihtiyaçlarının karşılanmasından da sorumludur. Bu kapsamda çocukların giyinme, beslenme, barınma, sağlık, eğitim, ulaşım gibi masraflarını karşılama yükümlülüğü altındadır.
İslam hukukçularının çoğunluğuna göre usul-füru nafakası anne, baba, büyükanne ve büyükbabalar; çocuklar ve torunlar arasında geçerli iken Malikiler sadece ana-baba ve çocuklar arasında geçerli olacağını ifade ederler.

Hanefi ve Zahirilere göre birden fazla füru usulün nafaka talebine muhatap olursa, usule en yakın olan kişi nafaka ile yükümlüdür. Mesela nafaka alacaklısı usulün (mesela anne) furu olarak oğlunun oğlu yani torunu ve kızı bulunuyorsa nafakanın tamamı kızı tarafından karşılanır. Aynı yakınlık derecesinde birden fazla furu bulunduğunda mesela annenin birden fazla kızı mevcutsa her kız eşit hisseler halinde nafaka öder. Yine aynı şekilde nafaka alacaklısı usulün (mesela baba) bir kız ve oğlu olursa ikisi eşit derecede nafakayı yüklenir. Hanbeliler fürunun nafaka yükümlülüğünün usulden alabilecekleri miras hisseleri nisbetinde olduğunu belirtir.

İslam Hukukçularının çoğunluğuna göre, erkek çocuğu çalışıp kazanacak ve kendi geçimini sağlayacak yaş ve konuma gelmesiyle babanın nafaka yükümlülüğü ortadan kalkar. Ahmed b. Hanbel ise, oğlu fakir olduğu sürece babanın nafaka borcunun bulunduğu görüşündedir.

Çocukluk döneminde yeterli mal varlığı veya geliri bulunması durumunda usulün (dede, nine, anne-baba) fürunun (çocuklar ve torunlar) nafakasını karşılama yükümlüğü yoktur. Usul bu kişinin nafakasını onun mal varlığından sağlayabilir.

Kızlarda nafaka yükümlülüğünün sona ermesi için yaş sınırı konulmamıştır ve evleninceye kadar kız çocuklarının nafakası babalarına aittir. Evlendikten sonra bu yükümlülük kocaya geçer. Kadının kocası ölür ya da boşanma söz konusu olursa kendisi babasının evine dönebilir ve babası nafakasıyla yükümlüdür.

Kadın çalışıp para kazanmaya zorlanmaz. Kadın iş sahibi olup kendi geçimini sağlayabiliyorsa babasının nafaka borcu sona erer. Bazı İslam Hukukçuları kadına nafaka konusunda tanınan mali kolaylığa karşılık erkeğin nafaka sorumluluğunun fazla olması neticesinde mirasta kadının erkeğe göre yarı oranda pay aldığını ve böylece makul bir dengenin kurulduğunu ifade ederler.

Yukarıda karının ve çocukların geçimini sağlama görevinin kural olarak aile reisi olan kocaya ait olduğunu ifade etmiştik. Şayet baba çalışamaz durumda olup yeterli malı da yoksa bu borç aile içindeki en yakın erkek akrabaya geçer.

Kız olsun erkek olsun, torunlar ve onların çocukları da aynı şekilde nafaka hakkına sahiptir. Baba bulunmadığında dede, baba gibi nafaka yükümlülüğü altındadır. İmam Malik usul-furu nafakasının sadece anne-baba ve çocuklar arasında olduğunu kabul ettiğinden, dedenin torunlarına karşı nafaka yükümlülüğünün olmadığı kanaatindedir.

Ana-babanın nafakasının kural olarak çocuklarına ait olduğunda İslam Hukukçuları arasında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Anne ve baba çalışabilecek durumda olsalar dahi, buna zorlanamazlar. Muhtaç oldukları sürece tabiî ve makul ölçüler içerisinde geçimlerini sağlamak, ihtiyaçlarını gidermek çocuklarının vazifesidir. Nitekim Kur’an’da ve hadislerde ana-babaya saygı, iyilik ve güzel davranmanın gereği üzerinde ısrarla durulur. Bir gün Sahabeden bir şahıs Hz. Peygamber'e gelerek "Ey Allah'ın elçisi, benim kendime ait malım var, babamın da kendine ait malı var. Babam benim malımı almak istiyor." deyince Hz. Peygamber "Sen ve malın babana aittir" cevabını verirler. Yine Hz. Peygamber'e, iyilik ve yardıma en layık kimlerin olduğu sorulunca verilen cevapta üç defa anne sonra da baba zikredilmiştir. Bundan başka hadislerde de anne ve babanın çocukları üzerinde küçümsenemez ve ihmal edilemez güçlü bir hakkı olduğu ifade edilir. Bunun için de İslâm hukukçuları anne ve baba muhtaç olduğunda nafakalarının çocuklarına ait olacağı, bunun ahlâkî ve dinî bir mükellefiyet olduğu kadar hukuken de görev olduğu hususunda fikir birliği içindedirler.

c. Hısımlık Nafakası

İslam’da yardıma muhtaç durumda olanlara çevresindeki kişilerin imkânları ölçüsünde yardımda bulunması din ve ahlak kurallarının gereği olmakla birlikte, belirli düzeydeki yakınların bazı durumlarda birbirlerine yardım etmesi hukuki müeyyideye bağlanmıştır.
Hanefilere göre zevi'l-erham da dâhil, aralarında devamlı evlenme engeli bulunan (mahrem) kan hısımları (amca, dayı, hala teyze, kardeş, yeğen gibi ) karşılıklı olarak nafaka yükümlülüğü taşırlar. Hanbeliler, birbirine mirasçı olabilen akrabalar arasında hısımlık nafakasının söz konusu olacağını ifade eder. Şafiiler, hısımlık nafakasını da sadece usul-furu arasında değerlendirirler. Malikiler ise, daha önce de bahsettiğimiz üzere usul-furu nafakasının bile sadece anne-baba ve çocuklar arasında olduğunu kabul eder ve bunlar dışındaki akrabalar arasında nafakanın söz konusu olmayacağını belirtirler.

Hısımların nafaka borçlusu sayılabilmeleri zenginlik şartına bağlanmıştır. Fakir olmaları durumunda çalışarak nafaka ödeme zorunlulukları yoktur. Fakir olup nafaka talebinde bulunan kimsenin, fakirliğinin yanında çalışıp kazanma imkânından da mahrum olması gerekir. Kendisine bakacak bir hısımı olmayan kimsenin nafakasının devlet tarafından karşılanacağı hususunda İslam Hukukçuları arasında görüş birliği mevcuttur.
Evlilik ve usul-furû nafakası İslam hukukçularına göre, yargı hükmü gerekmeden sabit olan bir haktır. Bu sebeple eş, ana-baba ve çocuklar nafaka borçlusunun malından da nafakalarını alırlar. Diğer hısımların nafakası ise genelde mahkeme hükmüyle kesinlik kazanır. Mahkeme de nafakayı tarafların imkân ve konumuna, toplumsal ve bölgesel şart ve örfe göre belirler.

D- Eşlerin Miras Hakları

Her insan için ölüm mukadderdir. Hemen her insanın geride bıraktığı ve artık sahibi sayılamayacağı malı, alacağı ve borcu vardır. İslam, evlilikte mal ayrılığı esasını kabul etmiştir. Buna göre kadın da erkek gibi kendi mallarının sahibidir. Hatta erkek kendisine, eşine ve çocuklarına bakmakla yükümlü iken kadının böyle bir yükümlülüğü olmadığı için o malında dilediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Bu sebeple karı-kocadan birisinin ölümü durumunda diğeri ona mirasçı olur. Bıraktığı maldan, tekfin, teçhiz masrafları ve borçları çıkarıldıktan sonra varsa kalanın üçte biri ile de vasiyeti yerine getirilir. Kalan da mirasçıları arasında paylaştırılır.

Kocanın karısına mirasçı olabilmesi için aralarında sahih bir nikâh bağı bulunmalıdır. Karı-koca arasında sahih bir nikâh yoksa mesela nikâhları fasitse koca karısına, karı da kocasına mirasçı olamaz. Karısını ric’i talakla boşayan koca, karısı iddet beklediği sırada vefat ederse karısına mirasçı olur. Bain talakla boşadığı karısına mirasçı olamaz. Çünkü bain talak nikâhı ortadan kaldırır.
Kocanın mirasçılığında iki durum söz konusudur.

a) Ölen eşinin evladı, oğlunun evladı ve daha aşağısı yoksa karısına bıraktığı mirasın yarısını alır. “Zevcelerinizin çocuğu yoksa geriye bıraktıkları malın yarısı sizindir.” (Nisa, 4/12) ayeti bu hükmü açıkça ifade eder.

b) Ölen eşinin yukarıda sözü edilen evladından biri dahi bulunsa koca, karısının bıraktığı malın dörtte birini alır. Zira ayette “Eğer onların çocukları varsa size bıraktıkları maldan dörtte bir vardır.” İfadesi geçmektedir.

Aralarında sahih bir nikâh olması durumunda kadın da ölen kocasına mirasçı olur. Ölüm sırasında ric’i talakla boşanıp iddeti bekliyor olsa da bu hak vardır. Bain talakla boşanmış olması halinde mirasçılık olmaz. Aynı şekilde ölüm hastalığında yapılan boşanmalar geçerli sayılmayacağı için mirasa mani olmaz.

Kocası ölen bir kadın, “Eğer çocuğunuz yoksa bıraktığınız maldan zevcelerinize dörtte bir vardır. Eğer çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri onlarındır” mealindeki ayette belirtildiği gibi ölen eşinin çocuğu olmaması durumunda onun malının dörtte birini, çocuğu olması durumunda da sekizde birini almaya hak kazanır.

Kocanın eşinden alacağı payın, karının eşinden alacağı paydan çok olması bir ayette belirtildiği gibi (Nisa, 4/34) erkeğin sorumluluklarıyla doğru orantılıdır.

3- Diğer Sonuçlar

A- Nesebin Sübutu

Evliliğin en tabii sonucu ve evliliğin esas gayelerinden birisi çocuktur. Çocuğun dünyaya gelmesi, karı ve kocadan ibaret olan en dar anlamdaki aileden, ana, baba ve çocuklardan oluşan daha geniş aile mefhumuna geçmeyi sağlar.

Doğan çocuğun nesebinin sübutu, kan bağından oluşan akrabalık, süt emzirme, nafaka, himaye ve terbiye ve miras gibi birçok konuyu da ilgilendirmektedir.

Geniş manada nesep, bir kimsenin geldiği soy ile münasebetlerini, ecdadı ile kan ve hısımlık rabıtasını ifade eder. Dar manada ise nesep, çocuğun ana babası ile akrabalık münasebetini ifade eder.

Çocuğu doğuran kadın onun anasıdır. Bunun inkârı mümkün değildir. İsbatına da gerek yoktur. Nesep konusunda asıl önemli olan husus, çocuğun babası ile olan bağının tespitidir.” “Çocuk, yatak sahibi olan kocaya aittir. Zina eden kimse için ise mahrumiyet vardır.” (Buhari, Husumat, 6) hadisi bir taraftan “Evlilik içinde doğan çocuk o evlilikteki kocaya bağlanır ilkesini getirirken, diğer taraftan zina sonucu doğan çocuğun nesebinin zinakar erkeğe bağlanamayacağını ifade eder.

Çocuğun babasıyla olan hısımlık münasebetinin tespiti yani nesebin sübutu için üç vasıta vardır.

a. Sahih Evlilikte Nesep

Sahih bir evlilikte evlilik içinde doğan çocuk, kadının evli bulunduğu erkeğe bağlanır. Ancak bunun için çocuğun evlilikten itibaren hamileliğin en az müddeti olan altı ay geçmesinden sonra doğmuş olması, erkeğin baba olabilecek bedensel nitelikleri taşıması ve nikah akdinden sonra eşlerin bir araya gelme imkanlarının bulunması şarttır. Bu şartlar olmazsa nesep ancak dava ve ikrarla sabit olur.

Kocası vefat eden veya boşanıp ta iddet bekleyen kadın, vefat ya da boşanma tarihinden itibaren en uzun hamilelik süresi olan bir yıl içinde doğum yaparsa, doğan çocuğun nesebi sahih ve sabit olur. Fakat bir yılı geçtikten sonra doğan çocuk, o kocaya bağlanamaz.

Şartlara uygun doğan çocuğun nesebi, mülane yolu ile reddedilebilir. Nesebin mülane yoluyla baba tarafından reddi halinde çocuk nesep yönüylü anaya bağlanır.

b. Fasit Evlilik ve Evlilik Şüphesi ile Birleşmede Nesep

Fasit evlilikte akit değil, fiili birleşme göz önüne alınır. Birleşmeden itibaren altı ay ve daha fazla zaman içinde doğan çocuğun nesebi sahihtir. Tefrik veya ayrılmadan sonra da bir yıl içinde doğan çocuğun nesebi sahihtir. Aynı şekilde şüphe ile birleşmelerde de altı aylık ve bir yıllık sureler esas alınır.

Bazen ortada sahih veya fasit bir akit olmadığı halde tarafların böyle bir akit varmış zannederek birleşmeleri şüphe ile birleşmedir. Mesela erkeğin daha önce görmeyip vekil aracılığıyla evlendiği bir kadın yerine yanlışlıkla başka bir kadınla ilişkide bulunması şüpheyle birleşmeye örnek teşkil eder.

c. İkrar ve Dava ile Sabit Olan Nesep

Bir kimsenin “bu benim babamdır” yahut “Bu benim oğlumdur, kızımdır” diye birini kendine nispet etmesi ile de nesep sabit olur. Ancak bunun şu şartlarla birlikte geçerli olması mümkündür.

a) Aralarında baba-evlat olmalarına müsait yaş farkı olmalı.

b) Çocuğun nesebi önceden meçhul olmalı.

c) Zina mahsulü olmuş olduğu söylenmemeli. Eğer zinadan doğduğu ifade edilirse,yukarıda zikredilen hadisten dolayı nesep zinakar babaya bağlanmaz.

d) Çocuk temyiz çağında ise bu ikrarı kabul etmesi gerekir.

Türk Medeni Hukukuna göre de nesep sahih olan ve olmayan olarak kısımlara ayrılmış, sahih nesepler de baştan sahih nesep, sonradan tashih edilmiş nesep ve akitle tespit edilen (evlat edinme) nesep olmak üzere üç kısımda mütalaa edilmiştir.
Baştan sahih olan nesep hakkında bile dava açılarak nesep reddedilebilir. Halbuki İslam hukukuna göre bu çocuğun nesebi sabittir. Ancak baba mülaane talebinde bulunabilir.

Evlilik dışı ilişkiden meydana gelen çocuğun nesebi baştan sahih olmadığı halde sonradan tashih edilebilir. İslam hukukuna göre ise zina eden erkeğe nesep bağlanamayacağını yukarıda belirtmiştik.

Türk Medeni Hukuku ve Batı hukukunda kabul edilen evlad edinme yoluyla nesep tespiti İslam hukukunda kabul görmemiştir. Ahzab Suresi’nin 4 ve 5. Ayetleri ile “Bile bile babasından başkasına nesep iddiasında bulunan kimseye cennet haramdır.” (Müslim, İman, 112) hadisi bunu açık olarak reddetmiştir. Bütün bunlardan sonra şunu da ifade edebiliriz ki, bugün artık DNA testi ile %99 nesep tespiti yapılabilmektedir.

B- Hidâne

Sözlükte "bir şeyi yanına almak, çocuğu kucağına almak ve beslemek" mânâsına gelen hidâne, İslâm Hukukunda küçüğün ve bu hükümde olan kimselerin gerektiği şekilde büyütülüp yetiştirilmesi, korunup gözetilmesi ve eğitilmesi amacıyla belli şa¬hıslara tanınan hak, yetki ve sorumluluğu ifade eder. Bu hak ve sorumluluğu üstlenen yani çocuğun bakım ve eğitimi kendisine verilen kimseye hâdin (hâdine) denir.

Hidâne daha çok evliliğin sona ermesi halinde küçük çocuğu yanında bulundur¬ma, ona bakma ve onu terbiye etme hak ve görevini ifade eden bir terimdir. İslâm dininde, çocukların doğumdan hatta doğum öncesinden itibaren korunup gözetilmesi, akli ve bedeni gelişmesine paralel olarak gerekli eğitiminin verilmesi, temel bilgilerin verilip belli bir mesleğe yöneltilmesi ve neticede kendine ve toplumuna faydalı bir insan olarak yetiştirilmesi ilk planda anne ve babaya, nihai planda ise topluma düşen önemli bir dinî, ahlâkî ve hukukî görevdir. Bunun için de küçük çocukların bakım ve terbiyesi, evliliğin herhangi bir sebeple sona ermesi halinde ayrı bir önem kazanmakta, bu görevin kim tara¬fından hangi usul ve esaslar dâhilinde yerine getirileceği aile hukukunu yakından ilgilendiren bir konu olarak gündeme gelmektedir.

a. Hidâne Hakkı

Çocuğun doğumdan itibaren beslenmesini, bakım ve temizliğini belli bir süreye kadar en iyi biçimde annesi yerine getireceğinden hıdâne hakkı öncelikle anneye tanınmıştır. Annenin şefkat, merhamet ve bu işlere dönük fıtrî becerisinin bulunması da bunu gerektirdiğinden, bu konuda İslam âlimleri arasında görüş birliği bulunmaktadır.

Bir kadın Hz. Peygamber'e gelerek "Ey Allah'ın Resulü! şu benim oğlumdur. Karnım ona yuva, göğsüm pınar ve kucağım da sıcak bir kundak olmuştur. Şimdi ise babası beni boşadı ve çocuğu benden çekip almak istiyor" biçiminde şikâyette bulununca Hz. Peygamber (s.a.v.) ona "başkasıyla evlenmediğin sürece onun üzerinde önce sen hak sahibisin" cevabını vermiştir. Hz. Ebubekir de benzeri bir tartışma münasebetiyle babaya " büyüyüp kendisi tercih edinceye kadar annesinin okşaması, kucağı ve kokusu çocuk için senden daha hayırlıdır, " demiştir.

Anne bulunmaz veya gerekli şart ve ehliyeti taşımazsa bu hak sırasıyla anneanne¬ye, babaanneye, öz kız kardeşe, ana bir kız kardeşe, baba bir kız kardeşe, kız kardeş kızlarına, teyzeye, halaya geçer. Küçüğün bu sayılan kadınlar içinden bir yakını yoksa hidâne görev ve hakkı erkeklere geçer. Bunlar da sırasıyla baba, dede, kardeş, kardeş çocukları, amca ve amca çocuklarıdır. Bunlar mirastaki asabe tertibine göre sıra ve öncelik taşırlar. Asabe derecesinde hısım bulunmadığında hıdâne, Ebû Hanîfe'ye göre, ana vasıtasıyla hısım olan zevi'l-erham gurubundaki hısımlara intikal eder. Hıdâne hakkını haiz aynı derecede iki kişi bulunursa (meselâ iki kız kardeş gibi), hâkim, liyakat, güç, ahlâk, tecrübe gibi çocuğun faydasına olan hususları göz önünde bulundurarak tercih yapar. Gereken şart ve kurallara uymayan, çocuğun bakım ve gözetiminde kusurlu dav¬ranan, başlangıçta hidâne ehliyetini haiz iken sonradan bunu kaybeden kimseden çocuk geri alınır ve onu takip eden hısıma verilir.

Hidâneyi üstlenen kimsenin çocuğun bakım, gözetim ve terbiyesini en iyi şekilde yerine getirme sorumluluğunda olduğu, hatta bu açıdan hidânenin haktan ziyade sorumluluk vasfının ön plana çıktığı söylenebilir. Bundan dolayı hidâneyi üstlenen kimsenin çocuğun yakını olması yeterli bir güvence sayılmayarak çocuğun velisine denetim, hâkime de hem denetim hem de gerektiğinde çocuğu ondan alıp sıradaki bir başka hak sahibine verme hakkı tanınmıştır.

b. Hıdane'de ehliyet

Bir kimseye çocuğun bakım ve gözetiminin tevdi edilebilmesi için onun hidâne hakkı taşıyanlar arasında bulunmasının yeterli olmayacağı, bunun yanında hidâne ehliyetine de sahip olması gerektiği açıktır. Genellikle kadın ve erkek ayırımı yapılmaksızın bir kimsenin hidâne ehliyeti için akıllı, yetişkin, güvenilir olması, bu sorumluluğu yerine getirebilecek fizikî güce sahip bulunması, görevin ifası veya küçük açısından sakınca teşkil eden bir kusurunun veya hastalığının bulunmaması gerektiği ifade edilir. Hem kadında hem erkekte aranan bu ortak nitelikler yanında sadece kadında ve sadece erkekte aranan bazı şartlar vardır. Erkeğin Müslüman olması, bakacağı çocuk kız ise ona mahrem olması; kadının yabancı yani mahrem olmayan biriyle evli olmaması bu tür özel şartlardan bazılarıdır.

Fakihlerin çoğunluğu hidâne ehliyeti için akıllı olmayı ve bulûğa ermeyi şart gö¬rürken Mâlikîler ve ileri dönem bazı Hanefî âlimleri bulûğdan ziyade rüşd üzerinde durur ve reşîd sayılabilecek derecede aklı başında, fakat bulûğa ermemiş çocuğun bu ehliyeti haiz olduğunu ifade ederler. Sefihin ehliyetinin kısıtlanacağı kuralını benimseyen fakihlerin bazıları hacrin hidâne ehliyetini de kapsadığını savunurken, bazıları ise bunun malla ilgili olduğu ve hidâne ehliyetini etkilemeyeceği görüşündedir.

Çoğunluk hidâne için hür olma şartını da ararken, Mâliki ve Zahiriler bunu gerekli görmezler.

Fakihler genel olarak, Müslümanın hem Müslüman hem de gayrimüslim üzerinde hidâne ehliyetinin bulunduğunu kabul ederler. Bununla birlikte gayrimüslimin Müslüman üzerinde hidâne ehliyeti ise tartışmalıdır. Hanefî, Mâlikî, Zahirîler zimmînin Müslüman üzerinde hidâne hakkına sahip olmasına karşı çıkmazlar. Fakat Hanefî'ler bunu sadece kadınlara mahsus bir imtiyaz olarak görürler ve gayrimüslim kadının yanında geçecek hidâne süresini küçüğün davranışlarının bilincine varma ve din eğitimi dönemi (7 yaş) öncesiyle sınırlı tutarlar. Zahirîler ise gayrimüslimin Müslüman üzerindeki hidâne süresini süt emme süresiyle sınırlı tutarlar. Şafiî, Hanbelî mezhepleri ile bazı Mâlikîler' e göre ise, hidâne bir tür velayet olduğundan ve gayrimüslimlerin Müslümanlar üzerinde velayeti bulunamayacağından hidâne hakları da yoktur. Hidâneyi üstlenecek kimsenin hür olması şartını arayanlar da yine velayet için hürriyetin şart olduğu noktasından hareket ederler.

Hidâneyi üstlenecek erkeğin küçüğe yabancı bir kadınla evli olmasının onun ehliyetini etkilemeyeceği fakat kadının çocuğa yabancı yani mahrem olmayan (nikah düşen) biriyle evli olmaması gerekeceği (Mesela kadının çocuğun amcasıyla, çocuğa mahrem olan ve nikah düşmeyecek biriyle evlenmesi durumunda, hidâne hakkı devam eder.) genel kabul görür. Zahirî âlimler ise bunu engel olarak görmezler. İmâmiyye fakihleri de küçüğün babasının ölmüş veya ehliyetini yitirmiş olması şartıyla Zahiriler ile aynı görüşü paylaşır. Kadın küçüğün mahremi dışında bir yakınıyla meselâ küçüğün amcasının oğluyla evlendiğinde Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeliler bu erkeğin küçüğün velisi olması ve karısının hidâneyi devam ettirmesine rızâ göstermesi kaydıyla bu evliliği hidâne ehliyetine engel saymazlar. Mâlikîler, bir sonraki hak sahibinin bu evliliğe ve hidânenin kadının uhdesinde kalmasına rızâ göstermesi, küçüğün başka bir kimsenin hidânesini kabul etmemesi veya bakım ve gözetiminin aksayacak olması, hidâneyi kabul eden başka bir hak sahibinin bulunmayışı veya ehil olmayışı gibi durumlarda küçüğün hak ve menfaatlerini gözeterek bu kadının hidâne ehliyetini devam ettirirler. Şâfıîler ise aynı konuda küçüğün babasının ve kadının kocasının rızâsını şart koşarlar.

c. Hidâne Süresi


Hıdâne çocuğun bakımı ve yetiştirilmesi demek olduğundan bunun süresi çocuğun bu duruma ihtiyacı ile orantılı olmaktadır. İslam Hukukçuları doğumla başlayan hıdâne'nin süresini çocuğun başkalarının hizmet ve himayesine ihtiyaç duymayacağı, kendi başına yemek yiyip giyinebileceği yaşa ulaşmış olmak şeklinde belirlemişlerdir. Buna göre erkek çocukta yedi-dokuz; kız çocukta dokuz-onbir yaşlar, hidâne süresinin sonu olarak ifade edilmiştir. Malikiler ise bu süreyi çocuğun kendi başına yemek yiyip giyinebileceği yaşa ulaşmak olarak belirlemişlerdir.
İslam hukukçularının çoğunluğuna göre bu süre sona erince erkek çocuğun sorumluluğu babaya intikal eder. Kız çocukları ise evleninceye kadar babasıyla otururlar.

Şafiîler ve Hanbeliler sorumluluğun babaya intikali hususunda kararın erkek çocuk tarafından verileceğini ifade ederler. Bu âlimler görüşlerine mesnet olarak Hz. Peygamber (s.a.v.)'in anne-babası boşanmış bir erkek çocuğunu onlardan hangisini seçeceği konusunda muhayyer bıraktığını söylerler ve Hz. Ebubekir'den rivayet edilen yukarıdaki ifadeleri gösterirler.

d. Hidâne Masrafları

Çocuğun nafaka olarak ifade edilen zaruri giderleri haricindeki bakım masrafları ve diğer ihtiyaçları varsa öncelikle kendisinin malında karşılanır. Yoksa masrafları karşılamak görevi babaya intikal eder. Babanın fakir olması durumunda diğer nafaka borçlusu akrabalar bulunla yükümlü olur.

e. Hidâne ile İlgili Diğer Hükümler

Evlilik birliği ve iddet sona erdikten sonra çocuğun hidânesini üstlenen kimsenin ikametgâhı, çocuğun diğer yakınlarının haklarını da ilgilendirmesi sebebiyle ayrı bir önem kazanır.

Hidâne hakkı evlilik sonrasında kural olarak anneye veya anne tarafından bir kadın akrabaya ait olacağından çocuğun babası ve velisine de belirli aralıklarla onu görme ve onunla ilgilenme hakkı tanınmıştır. Klasik fıkıh literatüründe, hidâneyi üstlenen kimseyle çocuğun velisinin evlilik sonrasında da aynı şehirde ikamet etmesi, bunlardan birinin başka bir şehirde oturması gerekiyorsa bu ikametgâh değişikliğinin haklı bir mazerete dayanması ve çocuğun bakım ve gözetimi açısından da sakınca teşkil etmemesi gerektiği belirtilir.

Hanefîler, evlilik sonrasında çocuğun bakım ve gözetimi annede olduğundan onun aslî vatanında veya başka bir yerde ikamet edebileceğini, bunun için çocuğun velisinden izin almanın gerekmediği, fakat annenin dârülharpte ikamet edemeyeceği görüşündedir. Ancak söz konusu fakihler bu hakkı sadece anneye tanır, diğer kadınların ise çocukla birlikte ikametgâh değiştirebilmesi için velisinin iznini veya mesafenin velinin bir gün içinde çocuğunu görüp dönebileceği uzaklıkta olmasını gerekli görürler. Diğer mezhepler ise annenin, velinin veya hâkimin izni olmadan ikametgâh değişikliği yapması veya çocuğun velisinin haklı bir sebeple seferîlik mesafesindeki başka bir şehre taşınması halinde annenin hidâne hakkının düşeceğini savunurlar. Bu görüşte, velinin çocuğu görme ve onunla ilgilenme hak ve sorumluluğu esas alındığından anneye seferîlik mesa¬fesini aşmayan, hatta velinin bir gün zarfında çocuğu ziyaret edip dönebileceği bir mesafeye seyahat ve ikamet hakkı tanınır. Ancak bu tedbir, seyahatin sürekli ikamet amacıyla yapılması halinde geçerlidir. Ziyaret ve ticaret amaçlı seyahatlerde Şafiî ve Hanbelîler çocuğun ebeveynden mukim olanın, Mâlikîler ise hidâne hakkına sahip bulunanın yanında kalmasını tercih ederler.

Bunlarla birlikte anne veya babanın ve diğer akrabanın çocuğu kaç günde bir görebileceği veya görmesi gerektiği konusunda da fakihler arasında tartışma mevcut olmuştur. Meselâ Hanefîler, evli kadının haftada bir defa anne ve babasını görme hakkına kıyasen ebeveynin haftada bir, diğer akrabaların ise daha uzun aralıklarla çocuğu görmesi hakkının olduğunu ifade ederler. Mâlikîler, ebeveynin küçük çocukları her gün, büyükleri ise haftada bir görebileceğinden söz ederler. Öte yandan görüşme yeri kural olarak hidâne yeri olmakla birlikte belirli mazeret hallerinde çocuğun ilgili akrabasının yanına götürülmesi de söz konusu olabilir. Görüşme yer ve usulüyle ilgili ayrıntılar taraflar arası anlaşmaya, örf ve âdete, anlaşmazlık zuhur ettiğinde de hâkimin takdirine göre belirlenir.


alıntıdır

ATAUZEM
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi EyMeN&TaLhA 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme... Erzurum Atatürk İlitam EyMeN&TaLhA 0 6357 14 Temmuz 2015 13:14
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme... Erzurum Atatürk İlitam EyMeN&TaLhA 0 4215 14 Temmuz 2015 13:06
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme DİN... Erzurum Atatürk İlitam EyMeN&TaLhA 0 5098 14 Temmuz 2015 13:00
Ramazan-oruç ve çocuğa kazandırdıkları Çocuk ve Aile Sağlığı Mihrinaz 2 2844 14 Temmuz 2015 12:23
çocuk eğitiminde ceza hiç mi olmamalı? Çocuk ve Aile Sağlığı EyMeN&TaLhA 0 2539 14 Temmuz 2015 12:03

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Atauzem islam hukuku 10-14.ünite değerlendirme soruları EyMeN&TaLhA Erzurum Atatürk İlitam 2 10Haziran 2015 10:47
Atauzem islam hukuku 9.ünite özet EyMeN&TaLhA Erzurum Atatürk İlitam 0 13 Nisan 2015 13:16
Atauzem islam hukuku 6.ünite değerlendirme soru ve cevapları EyMeN&TaLhA Erzurum Atatürk İlitam 0 19 Şubat 2015 21:18
Atauzem islam hukuku 1.ünite değerlendirme soru ve cevapları EyMeN&TaLhA Erzurum Atatürk İlitam 0 19 Şubat 2015 13:48
Atauzem islam hukuku 2.unite degerlendirme sorulari EyMeN&TaLhA Erzurum Atatürk İlitam 0 31 Ocak 2015 05:28

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.