|
Konu Kimliği: Konu Sahibi EyMeN&TaLhA,Açılış Tarihi: 13 Nisan 2015 (13:16), Konuya Son Cevap : 13 Nisan 2015 (13:16). Konuya 0 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
13 Nisan 2015, 13:16 | Mesaj No:1 |
Atauzem islam hukuku 9.ünite özet Atauzem islam hukuku 9.ünite özet ÜNİTE-9 KOCANIN TEK TARAFLI İRADESİ İLE EVLİLİĞİN SONA ERMESİ VE MUHALEA KOCANIN TEK TARAFLI İRADESİ İLE EVLİLİĞİN SONA ERMESİ İslâm aile yapısında ideal olan, evliliğin bir ömür boyu sürmesi, hayatın her türlü mücadelelerinde, sevinç ve üzüntülerinde devam etmesi ve neslin muhafazasıdır. Nitekim insanoğluna lütfedilen nimetlerden birisi olan evliliği, zaruret bulunmadıkça keyfi uygulamalarla sona erdirecek davranışlarda bulunmak, Allah ve Resulu tarafından tasvip edilmemiştir. İslâm Dini, boşanmayı istenmeyen ruhsat olarak kabul etmiştir. Konuyla ilgili bir kısım hadisleri şu şekilde sıralamak mümkündür. ”Helal şeyler içerisinde Allah’a en sevimsiz gelen şey boşamadır. “, (Ebû Dâvûd, Talâk, 3) “ Evlenin fakat boşanmayın, çünkü talâkın meydana gelmesi halinde arş titrer. ”’( Deylemî, el-Firdevs bi Me ’sûri’l- Hitâb, II,51; “ Evlenin fakat boşanmayın, zira Allah seri biçimde nikâhlanıp yine seri biçimde boşananları sevmez. ” (Deylemî, II, 51) Zikredilen hadislerden anlaşıldığı üzere, maslahat gereği meşru kılınan ve sonçare olarak görülen boşanma, hiç bir surette teşvik edilmemektedir. Teşvik edilen “onlarla güzel geçinin....” (Nisâ, 4/19) mealindeki ayetin gereği olarak, eşlerin birbirleriyle huzurlu bir ortam içinde yaşantılarını devam ettirmeleridir. Zira, aile mutluluğu, çocukların huzuru ve iyi yetişmeleri, eşlerin iyi geçimleriyle mümkün olabilecektir. Evlilik birliğinin devamı sevgi, yardımlaşma, iltifat, insaf ve adaletin mevcudiyetine bağlıdır. Zira, zikredilen bu hususlar, karı-koca arasında huzur ve saadetin tesis edilmesine önemli derecede etki eder. Saadete vesile olabilecek olan hususların mevcut olmaması ise, eşlerin karşılıklı birbirlerinin haklarına riayet etmemelerine neden olur. Böyle bir ortamın mevcudiyeti, bunun neticesi olarak da aile içerisinde nefretin oluşması halinde dahi, kocanın aceleci davranarak hemen boşama yolunu tercih etmemesi, eşini boşaması halinde muhtemel çıkabilecek problemleri gözardı etmemesi ve sabırlı olması şu ayetle tavsiye edilmektedir.”....eğer onlardan hoşlanmıyorsanız sabredin, hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir. ” (Nisâ, 4/19) Buna göre eşinin fizik yapısından veya bazı tutum ve davranışlarından hoşlanmayan kişininevlilik birliğini acele bir kararla sona erdirmemesi gerekmektedir. Çünkü olayın görünen yüzünün ötesinde gözden kaçırılan pek çok olumlu yönler bulunabilir. Hz.Peygamber de bir hadisinde ”Bir mü’min bir mü’mineye buğzetmesin. Şayet kadının bir huyu hoşuna gitmezse, hoşlanacağı bir huy onda vardır.( Başka bir huyunu beğenir)” (Müslim, Rada, 18 ) buyurmaktadır. Bu itibarla arzu edilmeyen bir huy sebebiyle hemen kadını boşama yolunun tercih edilmemesi, bilakis onun güzel yönlerinin nazari dikkate alınarak birlikteliğin devamının sağlanması gerekir. Nassların öğretisinden de anlaşılacağı üzere erkekler, eşlerine yumuşak ve hoşgörülü davranmalı, arzu edilmeyen olumsuz davranışlar karşısında sabırlı olmalı ve memnun kalmadıkları olaylara göz yummalıdırlar. Zira çoğu zaman hayır, insanın kötü gördüğü ve eza duyduğu şeylerde olabilir. Gösterilen gayrete rağmen, tüm çabaların sonuçsuz kalması ve evliliğin çekilmez bir yük, katlanılmaz bir hal alması mümkün olabilir. Bu gibi durumlarda “ Allah’ın birleştirdiklerini kimse ayıramaz “ demek, insanın yapısı, maddi ve manevi ihtiyaçları ile bağdaşmayan bir temenni olur. İslâm, bunun yerine evliliğin devamı için tarafları azami gayret göstermeye teşvik etmiş, boşamayı “Allah’ın sevmediğini “ ifade ederek sevimsizleştirmiş, zaruret söz konusu olduğunda ise bu yolu açık tutmuştur. Çünkü zorlama ile güzellik, sevgi ve bağlılık söz konusu olamayacağından İslâm, kağıt üzerinde evli kalıp, gönül ve beden olarak ayrı yaşamayı ahlaki, sosyal ve ailevi mahzurlardan dolayı tasvip etmemiştir. “ I- TALAK A- Tanım Talâk kelimesi, lügat itibari ile bir şeyin bağını çözmek, serbest bırakmak veya bir bağı çözüp, bağlı olanı salmak anlamlarına gelir. İslâm hukukunda ise, belli lafızlarla nikâh akdinin çözülmesi anlamında kullanılmaktadır. "Belli lafızlar" dan kastedilen ise, boşama gayesi için kullanılan sarih lafızlarla, manaya delaletin ancak niyet ile anlaşılabileceği kinâi lafızlardır. B- Kocanın Boşama Yetkisi İslâm hukukunda, boşama yetkisinin eskiden beri prensip itibariyle kocaya verildiği, boşamanın meydana gelebilmesi için hakimin hükmüne gerek bulunmadığı görüşü egemen olmuştur. Buna göre koca, tek taraflı irade beyanıyla kadının rızasını almadan evliliğe son verebilecek, bu işi elçisi ya da vekili vasıtasıyla da yapabilecektir. Boşama yetkisinin kocaya verildiği açık bir ifadeyle Kur’ân'da yer almamasına rağmen, kocanın boşamasından söz edilerek ona isnad edildiği açık bir şekilde görülmektedir. İlgili ayetlerin bir kısmını zikredecek olursak; “ Bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka birisiyle evlenmedikçe, bir daha kendisine helal olmaz. Eğer ikinci koca da onu boşarsa....” (Bakara, 2/230) ;“ Kadınları boşadığınızda müddetleri sona ererken onları güzellikle tutun ya da güzellikle bırakın....” ; (Bakara, 2/231)“ Kadınları boşadığınızda müddetleri sona ermişse kocaları ile-birbirleri ile güzellikle anlaşmışlarsa-evlenmelerine engel olmayın.... ”; (el-Bakara, 2/232 )“ Kadınlara elsürmeden ve mehirlerini belirlemeden onları boşarsanız, size sorumluluk yoktur ” ;(Bakara, 2/236) “ Ey İnananlar! Mü’min kadınlarla nikahlanıp onları, zevci ilişkide bulunmadan boşadığınızda artık onlar için size iddet saymaya lüzum yoktur....”; (Ahzâb, 33/49 ) “Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda onları iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti sayın...” (Talâk, 65/1) Bu ayetler, her ne kadar boşama halinde erkeklerin yükümlülüklerinin neler olduğunu ortaya koymak için nazil olmuşlarsa da “ Kadınları boşadığınızda “; “ Kadınları boşarsanız “; “ Kadınları boşayacağınızda “ gibi ifadelerle boşama yetkisini kocaya izafe etmektedir. Şayet boşama yetkisi yalnız kadınlara veya karı-kocaya birlikte verilseydi, Kur’ân bunu beyan ederdi. Hadislerde de, boşama yetkisinin kocaya verildiği anlaşılmaktadır. Bununla ilgili hadislerin bazıları şunlardır. 1. Rivayet edildiğine göre Hz.Peygamber, mü’minlerin annesi Hz.Ömer’in kızı Hz.Hafsa’yı (ric’i talâk la) boşadı. Sonra tekrar ona geri döndü.( Ebû Dâvûd, Talâk, 38) 2. Hz.Ömer, oğlu Abdullah hayızlı olan karısını boşadıktan sonra durumunu Hz. Peygamber’e sormuş o da “ Oğlun Abdullah’a emret de karısına dönsün, sonra kadın hayızdan temizlenip tekrar hayız görünceye kadar onu yanında tutsun. İkinci hayızdan temizlendikten sonra dilerse o kadını yanında tutup aile hayatını devam ettirsin, dilerse -zevci ilişkide bulunmadan-onu boşasın" demişti. (Buhârî, Talâk, 1 ) 3. İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber, "Boşama hakkı erkeklere iddet beklemek ise kadınlara aittir." (Mâlik b. Enes, Muvatta, Talâk, 25 ) buyurmuştur. Boşama yetkisinin erkeklere verilmesi ilk nazarda adaletsizlik, eşitsizlik ve erkeklerin tahakkümü gibi görülüyorsa da bu mesele derinlemesine tetkik edildiğinde bu yetkilendirmenin evliliğin sağlam temellere oturtulması düşüncesine bağlı olarak adalet ve bir takım hikmetlere binaen ortaya konmuş bir hüküm olduğu, bununla kadınların haklarının muhafaza altına alındığı gerçeği ortaya çıkar. Aksi bir durumun mevcut olması halinde boşanma hadiselerinin olduğundan fazla yaygınlaşması ve istenmeyen durumların ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır. Çünkü umumiyetle erkekler duygusallıklarını frenleyebildiklerinden ve muhakeme gücü daha fazla olduğundan kızgın ve öfkeli oldukları zaman kadınlara nispetle neticeleri daha iyi takdir ederler. Ayrıca, genellikle erkekler kadınla geçinme ümidini kaybetmedikçe boşanma yoluna gitmezler. Zira erkekler, boşamanın kendilerine vereceği zararı idrak etmekte ve yeni bir evliliğin külfetini anlamakta zorlanmayacaklardır. Bu mevzu incelenirken nimet külfete göredir prensibini de gözardı etmemek gerekir. Çünkü ailenin kuruluşunda, devamı esnasında ve sona ermesi halinde ekonomik sorumluluklar erkeklere ait olduğundan büyük harcamalarda bulunurlar. Bu harcamaların dışında, hanımlarına mehirlerini vermek, nafakalarını temin etmek ve aile fertlerinin ihtiyaçlarını gidermekle yükümlüdürler. Boşamanın akabinde de erkek mehr-i müecceli vermek ve iddet süresi içinde de boşadığı kadının nafakasını temin etmekle mükelleftir. Kesin bir şekilde ayrılık vuku bulduğunda yeniden başka bir kadınla evlenmek arzusunda bulunabilecek olan erkek, tekrar maddi külfetin altına girmek durumunda kalacaktır. Buşekilde yeteri kadar mali külfete maruz kalacak olan erkek, ister istemez boşanmanın neticelerini, dolayısıyla maruz kalacağı maddi ve manevi zararları düşünmek zorunda kalacağından basit nedenlerle eşini boşama teşebbüsünde bulunmayacaktır. Buna mukabil erkeğe nispetle mali sorumluluğu bulunmayan kadının maddi açıdan zarar görmesi söz konusu olmayacağından, kendisine yetki verilmesi halinde boşama yolunu rahatlıkla kullanabilecek, bunun sonucundan da erkek kadar etkilenmeyecektir. Başlangıçtan günümüze kadar uygulama alanı bulan hukuk sistemlerinde boşama yetkisinin kadına verilmemesi, boşama yetkisinin kendilerine devredilmesini talep edebilecekleri halde, tarih boyunca bu yetkiye sahip olmak isteyen kadınların çok az olması İslâm hukukçularının yaptığı tespitin doğruluğunu teyid etmektedir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, boşama yetkisi kendisine bırakılmış olan koca, bu hakka, haksız yere sadece üstünlük sebebiyle sahip olmamıştır. Koca, hanımına nikâh altında bulunduğu sürece infak ve iaşeye mecburdur. Hatta boşadıktan sonra da bir müddet ona bakmak ve mehrini vermekle mükelleftir. Bu mükellefiyetler altında bulunan koca, boşama hakkını sorumluluklarını yerine getirerek kullanabilecektir. Kadının ise boşanma durumunda kocasına karşı yerine getirmesi gereken her hangi bir mali mükellefiyeti söz konusu değildir. Ayrıca şunu ifade etmek gerekir ki, Allah Teala, erkek ve kadınlara fıtratlarına uygun kişilik vermiştir. Kişiliklerin ve bünyelerin farklı olması da yüklendikleri fonksiyonların farklı olmasını beraberinde getirmiştir. Bu farklılıklar da eşlerden hiç birisi için imtiyaz olmadığı gibi eksiklik de değildir. Şayet boşama yetkisi erkeklere değil kadınlara verilseydi bu takdirde bugün kadınlar için söylenen mağdur oluyorlar ifadesi erkekler için kullanılacaktı. Bu itibarla boşama yetkisinin erkeğe verilmesi ve bu yetkinin onun din ve vicdan kontrolü altında olmasından dolayı, dilediği gibi bu yetkisini kullanabileceği anlamını taşımaz. Kaldı ki haklı ve geçerli nedenler ileri sürerek kadının da kocasından mahkeme kararıyla boşanma imkanı vardır. II- BOŞAMA ÇEŞİTLERİ A- Nikâhı İptal Edip Etmeme Açısından Boşama Bu bakımdan boşamayı ric’i ve bain olmak üzere iki kısımda mütalâa etmek mümkündür. a. Ric’i Boşama Erkeğin boşadığı hanımına, yeniden mehir ve nikâh akdine ihtiyaç hissedilmeden iddet süresi içinde dönmesine imkân tanıyan boşamadır. Ric’i boşamanın meydana gelebilmesi için kullanılan lafızlar sarih olmalıdır. Bu lafızlar, boşama iradesi kendisinden açık olarak anlaşılabilen ve boşama için kullanılan, boşsun, boş ol, seni boşadım gibi. lafızlardır. Boşama niyetine ve halin delaletine ihtiyaç duyulmadan bu nevi ifadelerle vaki olan boşamalar muteber sayılır. İddet süresi içinde erkek, dilediğinde yeni bir nikâh akdine ve mehre ihtiyaç hissetmeden sana döndüm vb. lafızlar gibi açık bir beyanla veya evlilik yaşamına fiilen geri dönmesiyle boşadığı eşine dönebilir. Bununla birlikte, dönüşün sözle yapılması ve bu esnada şahitlerin bulunması, dolayısıyla insanların bu olaydan haberdar edilmesi menduptur. Binaenaleyh koca, töhmetten kurtulmak için eşine döndüğüne dair şahit bulundurmalı ve boşadığı kadının başkasıyla evlenmeye kalkışmaması için rucu keyfiyetini zamanında ona bildirmelidir. İmam Şâfiî’ye göre dönüş ancak sözle meydana gelir. Ahmed b. Hanbel’in bir görüşüne göre sözle, diğer bir görüşüne göre ise zevci ilişki ile olur. Mâlikilere göre ise, niyetle birlikte vaki olacak fiille ric’at meydana gelir. Ayetin delalet ettiği mana üzerinde ittifak eden mezhep imamları, şahit bulundurmanın hükmü konusunda ihtilaf etmişlerdir. Ebû Hanife, İmam Mâlik, İmam Şâfiî’nin son görüşüne ve Ahmed b. Hanbel’in iki görüşünden birine göre dönüş esnasında şahit bulundurmak müstehap ise de şart değildir. İmam Şâfiî’nin ilk görüşüne ve Ahmed b. Hanbel’in diğer görüşüne göre dönüş esnasında şahit bulundurmak vaciptir . Ric’i talâk nedeniyle beklenilen iddet süresi içinde eşlerden birinin vefat etmesi halinde diğeri ölene mirasçı olur. Çünkü bu süre içerisinde evlilik bağı devam etmektedir. Ölüm veya talâk olayına bağlanan müeccel mehir, ric’i talâkla muacceliyet kesbetmez. Fakat iddetin bitiminde muaccel hale gelir. b. Bain Boşama Erkeğin boşadığı hanımına yeni bir nikâh akdi ve mehirle dönmesine imkan tanıyan boşamadır. Boşamanın bain olabilmesi için evimi terk et, bana haramsın, babanın evine git gibi kinayeli, yani kapalı sözlerle meydana gelmiş, koca da boşamaya niyet etmiş olmalıdır. Bain boşamanın iki çeşidi vardır. Bunlardan birincisi Beynunet-i Suğra diğeri ise Beynunet-i Kübra dır. • Beynunet-i Suğra Kocaya, karısını bir veya iki talâkla boşamasının akabinde iddetin bitiminden sonra yeni bir mehir ve nikâh akdi ile boşadığı karısına dönme imkanı sağlayan boşamadır. Bir veya iki bain talâkla boşanan kadınların hamile olması halinde doğum yapıncaya kadar, aksi takdirde iddetin bitimine kadar nafakaları kendilerini boşayan kocaları tarafından temin edilir. İddet esnasında eşlerden birinin vefat etmesi halinde, diğeri ölene mirasçı olamaz. Ancak Şafiilerin dışındaki diğer mezheplere göre, ölüm hastası olan kocanın eşini mirastan mahrum bırakma gayesiyle boşaması halinde kendisine varis olunur. Müeccel olan mehir ise muaccel hale dönüşür. Dolayısıyla mehrin derhal ödenmesi icap eder • Beynunet-i Kübra Kocanın, üç talâkla boşadığı karısına tekrar dönebilmesi, ancak hülle şartının gerçekleşmesi ile yani, kadının başka bir erkekle evlenmesi, onunla zevci ilişkide bulunması, akabinde de ikinci kocanın ölmesi veya boşaması halinde mümkün olabilen boşamadır. "Hulle terimi kocası tarafından üç talâk ile boşanmış kadının başka bir evlilik yapmasını ifade eder. Bu evlilik kadının tamamen hür iradesi ile gerçekleşir. Bu evlilik de olayların tabii seyri içinde boşama ya da kocanın ölümü gibi tabii sebeplerle nihayeteererse kadın, daha önce kendisini üç talâkla boşayan kişiyle, değişen şartlar, alınan tecrübelere binaen yeniden evlenebilir. İkinci evlilik tecrübesi, üç talâk hakkını kullanan kocayla boşadığı karısı arasındaki evlilik haramlığını ortadan kaldırdığından, başka bir deyişle tekrar evliliği helal kıldığından bu müesseseye " hülle" adı verilmiştir. İkinci evliliğin üç talâk hakkını kullanan kişi ile kadının tekrar evlenmesini sağlamak amacına yönelik bir mizansen, bir senaryo, bir pazarlık olarak yapılması haramdır. Ebû Yûsuf’a göre ikinci koca boşamak kaydıyla nikâhlanırsa bu nikâh batıldır. Batıl nikâh bir hüküm ifade etmeyeceği için evvelki kocayla tekrar evlenmeyi helal kılmaz." B-Kur’ân ve Sünnete Uygunluk Açısından Boşama Klasik fıkıh kitaplarında Kur’ân ve sünnete uygun olup olmama açısından boşama sünni ve bid’i olmak üzere iki kısımda mütaala edilmektedir. a. Kur’ân ve Sünnetin İzin Verdiği Boşama ( Sünni Talâk ) Sünnet üzere boşama, erkeğin karısını, hayız halinin ve zevci ilişkinin bulunmadığı temizlik döneminde bir talâkla boşaması ve iddet sona erene kadar onu beklemesi şeklindedir. Buhâri Sahihinde bu tarife şahitlerin bulunmasını da ilave etmektedir. Kur’ân'da yer alan “ Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda onları iddetlerini gözeterek boşayın...” (Talâk,65/1. ) mealindeki ayetle, kadınların zevci ilişkinin bulunmadığı temizlik döneminde boşanmaları istenmektedir. İbn Abbas ve İbn Ömer de aynı kanaati paylaşmaktadırlar. Zira ayetteki “ İddet “ kelimesiyle kastedilen, kadının temizlik halinde bulunduğu, yani ay halinin söz konusu olmadığı dönemdir. Abdullah b. Mes’ud tarafından rivayet edilen “ sünnete uygun olan boşama, erkeğin karısını (aybaşı ve lohusalık halinden) temiz iken ve onunla zevci ilişkide bulunmadan boşamasıdır “ (İbn Mâce, Talâk, 2 ) anlamındaki hadis de aynı manaya işaret etmektedir. Bir başka hadiste de, Kur’ân'da mücmel bırakılan iddet kelimesini gayet açık bir şekilde izah etmektedir. Buna göre hanımını hayız halinde iken boşayan oğlunun durumunu Resulullah’a soran Hz. Ömer şu cevabı almıştır. ” Ona emret karısına dönsün, sonra karısı temizlenip hayız görünceye ve tekrar temizleninceye kadar onu evde tutsun. Ondan sonra dilerse nikâh altında tutar, dilerse zevci ilişkide bulunmadan boşar. İşte kadınların kendisi için boşanmasını Allah’ın emrettiği iddet budur.”( Buhârî, Talâk, 1, ) Zevci ilişkide bulunulmayan temizlik döneminde kadının boşanması, kocanın eşinden ayrılma arzusunun bir tezahürüdür. Zira ay halinin akabinde ki temizlik dönemi, kocanın eşine iltifat edeceği bir zaman dilimidir. Böyle bir ortamda kocanın zevci ilişkide bulunmadan hanımını boşaması, onun ayrılma ihtiyacını hissettiği kanaatini oluşturmaktadır. Kadının temizliğin akabinde zevci ilişkiden sonra boşanmasının iyi karşılanmaması hayız gören kadınlar hakkında varid olup, kadının hamile kalıp kocanın da bundan pişmanlık duyabileceği ile alâkalıdır. Yaşlılık sebebiyle hayız görmeyen kadınlar zevci ilişkiden sonra da boşanabilirler. Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf’a göre hamile kadınla hayız görmeyen bir kadının sünnet üzere boşanma yöntemleri arasında bir fark bulunmamaktadır. İmam Muhammed ve Züfer’e göre ise hamile bir kadın sünnete uygun bir tarzda ancak bir talâkla boşanabilir. Konumuz içerisinde yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere sünnete uygun olarak tatbik edilmesi istenen boşama tarzı, arızi duygu ve düşüncelerle aile yuvasının dağılmasına imkan tanımamak için alınan tedbirlerden birisidir. Bu bakımdan pişmanlık duymamak, ortaya çıkabilecek barış fırsatlarını değerlendirebilmek için boşamaların sünnet üzere yapılması, hem dini açıdan hem de dünyevi açıdan yararlı görülmektedir. Ayrıca şu da anlaşılmaktadır ki talâk’a izin verilmiş olması, isteyenin keyfine gören istediği zaman karısını boşayabileceği anlamına gelmez. Bunun belirli bir vakitte belirli kriterlerle uygulamaya konulması gerekir. Nitekim boşamaların şuurlu bir biçimde yapılabilmesi için bir zaman dilimi tayin edilmiştir. Diğer bir ifadeyle sünni talâkın bir tavsiye olmaktan öte, talâkın sünniliğinin bir sıhhat ve nefaz şartı olduğu da ileri sürülebilir. b. Kur’ân ve Sünnetin İzin vermediği Boşama ( Bid’i Talâk ) Sünnete aykırı boşama olarak telakki edilen bid’i talâk, kocanın, karısını hayızlı ve nifaslı iken veya temizlik döneminde zevci ilişkinin akabinde ya da temizlik süresi içinde birden fazla boşamasıdır. Temizlik döneminde birden fazla talâkla kadının boşanması bir lafızla olabileceği gibi ayrı ayrı lafızlarla da olabilir. Buhari, esnasında şahitlerin bulunmadığı boşanmayı da bid'i yani sünnete aykırı boşama olarak mütalaa etmektedir. Bunlardan herhangi birisiyle gerçekleştirilebilecek olan boşamalar, sünnete aykırı olmakla birlikte alimlerin çoğunluğuna göre hukuki sonuçlar doğurur ancak boşayan şahıs günah işlemiş olur. Hayız halinde boşamanın vaki olmasının haram, temizlik döneminde zevci ilişkiden sonra boşamanın ise mekruh olduğu tarzında ayırım da yapılmıştır. Bu mevzuda iki ayrı hükmün bulunmasının şu nedenden kaynaklandığı söylenebilir. İbn Ömer, hayız halindeki karısını boşayınca Hz. Peygamber öfkelenmişti. Öfkelenmesinin sebebi ise, hayız halindeki boşamaların Talâk suresi 1. ayetle yasaklanmış olmasıdır. Bu öfkelenme, hayız halinde vaki olan boşamanın günah olduğunun dolayısıyla haram olduğunun bir delilidir. Temizlik döneminde zevci ilişkinin akabinde vaki olan boşamanın mekruh olduğuna gelince; Hz. Peygamber, İbn Ömer’i karısını temizlik döneminde yanında tutmasıyla, zevci ilişkiden önce boşaması arasında muhayyer bırakmıştı. Bu itibarla zikri geçen ifadeler zevci ilişkiden sonra boşamanın haram olduğuna delil olmayacağından hükmün mekruh olduğunu söylemek Hz. Peygamber’in gayesini ortaya çıkaracaktır. Sa’id b. el- Müseyyeb, tabiinden bir cemaat, İbn Aliyye, Hişam b. el-Hakem, bir kavlinde Ahmed b. Hanbel, Hanbeli alimlerinden İbn Kayyim el-Cevziyye ile İbn Abdülvehhâb ve Şia ya göre ise, sünnete muhalif tarzda vaki olan boşamalar muteber değildir. • Ay Halinde ve Zevci İlişkide Bulunulan Temizlik Döneminde Boşama 1. Boşamanın Muteber Olduğu Görüşü Sünnete uygun olarak vaki olmayan hayız, nifas ve temizlik döneminde zevci ilişkinin akabindeki boşamalar bid’at ve haram olmasına rağmen Hanefi, Şâfiî, Mâliki ve Hanbelilerle, M.Muhammed, Şeltut, M.Ali Sayis gibi çağdaş alimlere göre hukuki neticeler doğurur ve kadın kocasından boşanmış sayılır. Fukahanın çoğunluğunun bu konudaki delil ve yorumlarını şu şekilde sıralamak mümkündür. a. “ Boşanan kadınlar kendi kendilerine üç ay başı hali beklerler....”(Bakara, 2/228. ) b. “ Boşama iki defadır. Ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak bırakmadır “ ( Bakara, 2/229 ) c. “ Bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka birisi ile evlenmedikçe bir daha kendisine helal olmaz”. ( Bakara, 2/230 ) Meallerini zikrettiğimiz bu ayetlerde boşamanın hükmü mutlak olarak zikredildiğinden, ayetleri takyid eden bir başka ayet veya hadis de bulunmadığından her zaman ve mekanda vaki olabilecek boşamalar muteber sayılmalıdır. d. Hanımını hayız halinde iken boşayan oğlunun durumunu Resulullah’a soran Hz. Ömer şu cevabı almıştır. ” Ona emret karısına dönsün, sonra karısı temizlenip hayız görünceye ve tekrar temizleninceye kadar onu evde tutsun. Ondan sonra dilerse nikâh altında tutar, dilerse zevci ilişkide bulunmadan boşar. İşte kadınların kendisi için boşanmasını Allah ’ın emrettiği iddet budur .“ ( Buhârî, Talâk, 1 ) Resulullah’ın, İbn Ömer’in karısına dönmesini emretmesi, boşama ile bir talâkın meydana geldiğini ve bu boşamanın sünnet üzere vaki olan boşamalar gibi muteber kabul edildiğini göstermektedir. Zira tekrar geri dönmek ancak boşamanın meydana gelmesi ile mümkündür. Boşama vaki olmasaydı müracat etmenin bir manası olmazdı. e. İbn Ömer karısını hayız halinde iken bir defa boşamış, bu da kadının talâklarından (biri olarak) hesap edilmişti. (Müslim, Talâk, 1 ) Akli delillere gelince; hayız halinde vaki olan boşama ehlinden sadır olduğundan muteberdir. Ayrıca boşama ne bir ibadet ne de Allah’a bir yaklaşmadır ki emre uygun olması istensin. Bilakis o evlilik bağlarını giderme ve hakkın isbatıdır. Bu itibarla boşama muayyen bir vakitle kayıtlanamaz. Hayız halindeki bir kadının boşanmasının yasaklanması, iddetin kadın aleyhine uzamasına sebep olacağındandır. Çünkü talâkın vuku bulduğu hayızlılık hali, kadının iddetine dahil edilmemektedir. Zevci ilişkinin meydana geldiği temizlik müddeti içerisinde kadının boşanmasının haram olmasına gelince; bunu cinsel arzuların tatmin edilmiş olmasına bağlayabiliriz. Zira cinsel doyuma ulaştıktan sonra bu arzunun yeniden hissedileceği zamana kadar kadına karşı müstağni olduğu hissine kapılabilir. Bunun için zevci ilişkide bulunduktan ve şehevi ihtirası sona erdikten sonra kadının boşanması haram sayılarak, kadına ilginin tekrar oluştuğu anda talâkın vaki olması sünnete uygun ve müstehap olarak kabul edilmiştir. Buraya kadar zikretmeye çalıştığımız hususlar kendisi ile zevci ilişkide bulunulan kadınlarla ilgilidir. Zevci ilişkide bulunulmayan bir kadının boşanması ise ister hayızlı iken ister başka bir zamanda olsun caizdir. Zira Kur’ân da “ Kadınlara el sürmeden ve mehirlerini belirlemeden onları boşarsanız size sorumluluk yoktur” ( Bakara, 2/236 ) buyurulmaktadır. 2. Boşamanın Muteber Olmadığı Görüşü Hayız halinde ve zevci ilişkinin meydana geldiği temizlik döneminde vaki olan talâkın, yasaklanmış olduğundan meşru olmadığını ileri süren Sa’id b. el-Müseyyeb ile tabiinden bir cemaat, Hanbelilerden İbn Abdülvehhâb, İbn Teymiyye, İbn Hazm, İbn Kayyim el-Cevziyye, Şevkânî, Muhammed Abduh, M. Reşid Rıza, Ebû Zehra gibi alimlerin görüşlerine mesned teşkil eden Kur’ân, Sünnet ve akli delilleri şöyle sıralamamız mümkündür. a. Kur’ân’da “ Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda onları iddetlerinigözeterek boşayın ve iddeti sayın” ( Talâk, 65/1 ) buyrulmaktadır. Talâkda asıl olan ondan kaçınmaktır. İhtiyaç hasıl olduğunda mubah olan talâk ayette belirtildiği tarzda olmalıdır. Hayız veya zevci ilişkinin meydana geldiği temizlik dönemi gibi aslın dışında vaki olan talâk, muteber değildir. Allah’ın emrettiği iddetin mahiyeti Resulullah’ın, Abdullah için babası Hz. Ömer’e söylediği ” Ona emret karısına dönsün, sonra karısı temizlenip hayız görünceye ve tekrar temizleninceye kadar onu evde tutsun. Ondan sonra dilerse nikâh altında tutar, dilerse zevci ilişkide bulunmadan boşar. İşte kadınların kendisi için boşanmasını Allah ’ın emrettiği iddet budur”. (Buhârî, Talâk, 1 ) sözü ile açıklık kazanmıştır. O halde bu iki durum dışında vaki olabilecek boşamalar, zevci ilişkide bulunulmuş kadınlar açısından iddetleri gözetilerek yapılan bir boşama olmayacaktır. b. Ebû Zübeyr’in haber verdiğine göre Urve’nin kölesi Abdurrahman b. Eymen, İbn Ömer’e “ karısını hayızlı iken boşayan bir adam hakkında ne dersin diye soruyor, Ebû Zübeyr de dinliyordu. (İbn Ömer) Resulullah hayatta iken Abdullah b. Ömer hayızlı olan hanımını boşadı da Hz Ömer bu durumu Resulullaha sordu. (Resulullah’da) o kadını bana çevirdi ve ona verdiğim talâkı saymadı “hayızdan temizlenince boşasın veya tutsun” (Ebû Dâvûd, Talâk, 4 ) dedi. c. Resulullah’dan rivayet olunan “ Sünnetimize uymayan her hareket reddolunur” hadisi veya başka bir lafızla “ Kim üzerinde emrimiz olmayan bir iş işlerse o reddolunmuştur” (Buhârî, Sulh, 5) şeklindeki hadis, Resulullah’ ın üzerinde emri bulunmayan bu haram talâkın reddolunmuş ve batıl bir talâk oluşuna sarih bir delildir. Akli delillere gelince; Şariin insanları bu çeşit talâkdan nehyettiğinde ve kocaya bu tarzda boşayabilmesi için izin vermediğinde ihtilaf yoktur. Dolayısıyla koca bu şekilde boşamaya yetkili değildir. Bu meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için, yapılan şu kıyası zikretmek mümkündür. Müvekkil boşama için görevlendirdiği vekiline boşamayı süresi içinde yapma kaydıyla vekalet verdiği halde vekil başka bir zamanda boşamış olsa nasıl talakı geçersiz kabul edilirse Allah’ın emrettiği zaman dilimi dışında karısını boşayanın da talakı geçersiz sayılmalıdır. • Üç Talâkı Bir Anda Kullanma Bir beyanla verilen üç talâkın meşru olup olmadığı hususunda da görüş birliği mevcut değildir. Bir beyanla verilen üç talâkla, üç talâk ve bir talâkın vaki olacağını söyleyenlerle birlikte, boşamanın hiç bir şekilde meydana gelmeyeceğini ileri süren alimlerde vardır. Bu görüş sahiplerini ve delillerini şu şekilde sıralamamız mümkündür. 1. Üç Talâkın Vaki Olacağı Görüşü Bir beyanla verilen üç talâk, bid’at ve haram olmakla birlikte, sahabenin çoğunluğu ve dört mezhep imamı ile arkadaşlarına göre muteber olup vukuu halinde üç talâk meydana gelir. Bu alimlerin Kitap, sünnet ve icmâ'ya dayanan delil ve yorumlarını sırasıyla zikredecek olursak ; a. “ Boşanma iki defadır. Ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak bırakmadır ” (Bakara, 2/229 ) Bu ayette Allah Teala, talâk lafzını mutlak olarak kullanıp bir ayırımda bulunmadığından bir defada söylenen üç talâkla kadının boşanması muteberdir. b. Fatıma bint Kays’dan rivayet edildiğine göre kocası kendisini üç talâkla boşamış, Resulullah ise kendisine nafaka ve mesken takdirinde bulunmamıştı. (Müslim, Talâk, 6 ) c. Fatıma bint Kays, Hz. Peygamber’den naklen, üç talâkla boşanan kadın hakkında “ona mesken ve nafaka yoktur “(Müslim, Talâk, 6 ) buyurduğunu rivayet etmiştir. d. Hz Aişe’den rivayet edidiğine göre Kurazi, Rifaa’nın karısı (Temime) Hz. Peygamber’in yanına gelerek Ya Resulellah, Rifaa beni üç talâkla boşamıştı, talâk-ı kat’i kılmıştı. Sonra ben de Kurazi Abdurrahman b. Zübeyr ile evlendim. Fakat Abdurrahman’ın erliği şu elbise saçağı gibidir, (erkeklik vazifesini göremiyor) dedi. Bunun üzerine Resulullah, “sanırım ki sen Rifaa ’ya geri dönmek istiyorsun. Fakat (ikinci zevcin)Abdurrahman ile zevci ilişkide bulunmadan evvelki kocana dönemezsin " (Buhârî, Talâk, 4 ) buyurdu. Eşini üç talâkla boşayan Rifaa’nın bu hareketi muteber olmasaydı Resulullah kadının ilk kocasına helal olmasını ikinci kocası ile zevci ilişkide bulunmasına bağlamazdı. e. Alkame’den rivayet edildiğine göre, bir adam İbn Mes’ud’a Ben karıma doksan dokuz talâk verdim deyince... İbn Mes’ud “ üç talâkla boşandın geriye kalan doksan altı talâk ise haddi tecavüzdür “ (Abdürrezzâk, el-Musannef, VI, ) demiştir. f. Hz. Ömer, Resulullah’ın, ashabının ve onlardan sonra gelip Resulullah’ın döneminde uygulamanın nasıl olduğunu bilenlerin de bulunduğu bir topluluğa üç talâkla yemin edenin üç talâkının da vaki olacağını hutbesinde söylemiş ve herkes ona muvafakat etmiş kimseden bir itiraz gelmemiştir. İtiraz olmadığına göre Hz Peygamberin de hükmü böyle ortaya çıktığı gibi ashabın icmâ’ı da ortaya çıkmıştır. Ayrıca o dönemden bugüne kadar tüm Müslümanların bu yola tabi olmaları da büyük bir hüccettir. 2. Bir Talâkın Vaki Olacağı Görüşü Bir beyanla verilen üç talâkla bir talâkın vaki olacağını söyleyen Zübeyr b. el- Avvam , Abdurrahman b. Avf bir rivayete göre Hz.Ali İbn Abbas ve İbn Mes’ud, Hanefi, Mâliki ve Hanbelilerden bazı alimler, İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye, Şevkânî, çağdaş fıkıh araştırmacılarından Ahmed Muhammed Şakir, Muhammed Abduh, M. Reşid Rıza, Sayis, Şeltut ve Muhammed Ebû Zehra gibi alimler görüşlerini Kitap, sünnet ve akıl gibi delillere dayandırmaktadırlar. Bunları sırasıyla yorumlarıyla beraber zikredecek olursak ; a. “ Talâk iki defadır. Ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak bırakmadır....”. ( Bakara, 2/229 ) Bu ayette de talâk lafzı mutlak olarak kullanıldığından bir defada söylenen üç talâkla kadının boşanması muteberdir. b. İbn Abbas’dan rivayet edildiğine göre Resulullah ile Hz. Ebû Bekir devirlerinde ve Hz. Ömer’in hilafetinin ilk iki yılında bir celsede üç talâk, bir sayılırdı. Bilahare Hz. Ömer “ İnsanlar kendilerine muhlet verilmiş olan bir işde acelecilikgösterdiler. Gelin bunlar için üç talakı bir celsede geçerli sayalım mı? dedi ve bir celsede üç talâkı geçerli saydı.” (Müslim, Talâk 2 ) c. İbn Abbas’dan rivayet edildiğine göre Rukane karısını bir meclisde üç talâkla boşamıştı. Bilahare son derece mahzun ve müteessir olup Resulullah’a durumu anlattı. Resulullah ona “ Nasıl boşadın? “ diye sorunca o da bir mecliste üç talâkla diye cevap verdi. Resulullah " Bir anda mı? " diye sorunca O'da evet dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber “ Bu sadece bir talâk sayılır. Dilersen hanımına geri dön “ buyurmuştur. O da karısına döndü. (Ahmed b. Hanbel, I, 265 ) Akli delile gelince; üç talâkı bir arada vermek haram kılınmış bir bid’attir. Bid’at ise nassla reddedildiğinden meşru olana yönelmek gerekir. İbn İshak'da sünnete muhalefet eden yine sünnete döndürülür demektedir. Boşamayı üç ayrı talâka ayıran Şariin bir maksadı vardı. O da pişmanlık söz konusu olduğunda geri dönebilme imkanı bulunsun. Üç talâkın bir anda vaki olması halinde ise bu imkan gerçekleşmez. Dolayısıyla Şariin hedeflediği hikmete set çekilmiş olur. Bu hikmetin gerçekleşmesi için bir defada söylenen üç talâkın bir talâk olarak sayılması gerekir. 3. Talâkın vaki Olmayacağı Görüşü Sa’id b. el-Müseyyeb ile tabiinden bir cemaate, Hanbelilerden İbn Abdülvehhâb’a, bazı İmamiyye alimlerine, İbn Hazm, Hişam b. el-Hakem, İbn Aliyye ve meşhur olan görüşe nazaran Haccac b. Ertat’a göre bir defada verilen üç talâkla boşama, bid’at ve haram olduğundan, bid’at de hadisle reddedildiğinden meşru değildir. Dolayısıyla bu ifadelerin akabinde boşanma meydana gelmez. Bu durumda haram olan bid’atın reddedilmesi gerekir. Bakara suresi 228, 229,231.ayetleri incelendiği zaman şu durum karşımıza çıkar. Ayetler bir veya iki talâk ile karısını boşayanlar hakkında nazil olmuştur. Bu bakımdan bir defada verilen üç talâkın muteber olduğunu söylemek doğru değildir. Ayrıca, Muhammed b. Lebid’den rivayet edilen bir hadis de bu konuda kendilerine mesnet teşkil etmektedir. Rivayet edildiğine göre Resulullah’a karısını birdefada üç talâkla boşayan bir adamdan bahsedilince öfkelenerek ayağa kalktı ve “ Ben henüz aranızdan ayrılmadan Allah’ın kitabıyla oynuyor mu? dedi " (Nesâî, Talâk, 6 ) 4. Görüşlerin Tahlili Bir defada verilen üç talâkın üçünün de geçerli olduğunu iddia edenlerle, bir talâkın vaki olacağını iddia edenlerin delillerini incelediğimiz zaman, genel olarak Bakara suresi 229. ayeti üzerinde ki yorum farklılıklarının ihtilafa sebep olduğunu görürüz. Bu ayet hakkındaki değerlendirmeyi şöyle yapmak mümkündür. “Boşama iki defadır. Ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak bırakmadır...” mealindeki ayet Kur’ân'ın mucize olması hasebiyle bir defada verilen üç talâkla, üç talâkın vaki olacağını iddia edenlerle, bir talâkın vaki olacağını iddia edenlere delil olmaktadır. Bu ayet, İslâm öncesi dönemde yaygın bulunan cahiliye araplarının dilediği zaman dilediği sayıda eşlerini boşama gibi kötü bir alışkanlığı düzeltmeyi ve boşamalarda sınırlama bulunmadığından sık sık tekrarlanan bu nevi zulümlere son vermeyi amaçlamaktadır. Bir defada verilen üç talâkla, üç talâkın vaki olacağını söyleyen cumhur alimlere göre zikri geçen ayette mevcut bulunan ifadeler mutlak olarak zikredilmekte ve bir talâk ile bunun dışındakiler arasında bir ayırım yapılmamaktadır. Bu itibarla nass umum ifade ettiğine göre üç talâkın ayrı ayrı sünnet üzere olduğu gibi, bir defada bid’i olarak verilmiş olmasına da delaleti kabul olunmuştur." Bir talâkın vaki olacağını söyleyenler ise bu ayetle şöyle istidlal etmektedirler. Bu ayet zifaftan sonra verilecek olan meşru talâkın iki çeşit olduğuna delalet etmektedir. Birincisi erkeğin karısına dönemeyeceği boşamadır. “ Bundan sonra (üçüncü kez) kadını boşarsa, kadın başka birisiyle evlenmedikçe bir daha kendisine helal olmaz “ (el-Bakara, 2/ 230 ) ayeti buna delalet etmektedir. Diğeri ise kocanın karısına dönme imkanının bulunduğu boşamadır ki bu, üçüncü boşamadan önceki boşamalardır. Allah önceki boşamaları iki defa olarak belirlemiştir. Araplar kendi dillerinde “ merreteyn “ ve benzeri kelimelerden ard arda bir defadan sora ikinci bir defayı ( ard arda iki defayı ) anlarlar. Dolayısıyla ayette “ Talkatan “ değilde onun yerine “ Merretan “ lafzı kullanıldığından, talâk iki ayrı kerrede yani ayrıayrı zamanlarda verilmeli yoksa bir defada iki talâk verilmemelidir. Bu nedenle hiç kimse Resulullah’ın “ Kim her namazın sonunda Allah’ı tesbih ederse “ sözünden istenen sayı miktarınca ard arda tekerrüründen başkasını anlamaz. Nitekim Şari’ otuz üç kere “ Sübhanellah “ otuz üç kere “ Elhamdulillah” otuz üç kere “Allah’u Ekber” denmesini emretmiştir. Şimdi bir adam bir defada otuz üç adedini söyleyerek “ otuz üç kere Elhamdulillah “ demekle bu emri yerine getirmiş olmaz. Mutlaka ayrı ayrı otuz üç defa “ Elhamdulillah” demesi gerekir. İşte bunun gibi bir adam bir sözle “ Üç defa boşadım” demekle kadın üç defa boşanmış olmaz” Hiç kimse mükellefin istenen sayıyı bir defada söylemekle bunları yerine getirmiş sayılacağını söylememiştir. Cessas " merretan " kelimesinin açıklamasıyla ilgili olarak, bir adam başka birine iki dirhem vermiş olsa ona iki defa bir dirhem verdim demesi doğru olmaz der. Bu ifadeye göre bir defada vaki olan üç boşama ile bir boşama meydana gelir. Ayrıca Nur suresi 6. ayette “ Karılarına zina isnad edipde kendilerinden başka şahitleri olmayanların şahitliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah ’ı dört defa şahit tutması ile olur ” buyrulmaktadır. Bu ayete göre bir kimse (hepsini bir defada söyleyerek ) ben dört şehadetle Allah’ı şahid tutuyorum dediğinde Allah’ı bir defa şahid tutmuş olacaktır. Yine Nur suresi 8. ayette mealen “ Kocanın yalancılardan olduğuna Allah’ı dört defa şahid tutması cezayı kadından savar” buyrulmaktadır. Buna göre de kadın ( hepsini bir defa da söyleyerek) ben dört şehadetle Allah’ı şahid tutuyorum dediğinde bu söz bir şahitlik yerine geçer. Hz.Peygamber devrinde ve Hz.Ebû Bekir ile Hz. Ömer’in hilafetinin ilk yıllarında bir defada verilen üç talâk ile yalnız bir talâkın meydana geldiğine dair rivayetlere gelince, bu riyayetler İbn Abbas’dan nakledilmektedir. “ İbn Abbas’ın sözlerinden açıkça anlaşılıyor ki Hz.Peygamber ve Hz. Ebû Bekir devirlerinde, Hz.Ömer ‘in hilafetinin ilk yıllarında bir defada söylenen üç talâk, bir talâk olarak kabul ediliyordu. Bununla birlikte Hz. Peygamber döneminde bir kimsenin bir defada üç talâkla hanımını boşadığı ve bunu da Hz. Peygamber'in geçerli saydığı hususunda sahih veya hasen bir hadis bulunmamaktadır. Dolayısıyla o devirde ayetin beyan ettiği şekilde boşama tarzına uyuluyordu. Hz Ömer devrinin ilk yıllarını takiben toplumda sünnete uygun hareket etmeözeninin giderek zayıflaması sonucunda akli selimin yerini duyguların, öfke ve heyecanın almaya başlaması sonucunda bir celsede üç talakın kullanılması alışkanlığının yaygınlaşması üzerine Hz. Ömer bu gelişmeye karşı bir önlem ve tepki olarak bir lafızla üç talak geçerlidir hükmünü koydu. Bir defada verilen üç talâkla hiç bir surette talâkın vaki olmayacağını ileri sürenler, ağırlıklı olarak Muhammed b. Lebid’den rivayet edilen hadisi delil olarak kabul etmektedirler. Bu hadisteki ifadeler açık bir şekilde üç talâkın vaki olmayacağını bildirmektedir. Buraya kadar bir defada verilen üç talâkın neticesi hususunda Hz. Peygamber döneminden itibaren alimlerin ortaya koymuş oldukları görüşleri delilleriyle birlikte zikretmeye çalıştık. Bu konu hakkında çalışmalarımızın akabinde varmış olduğumuz neticeyi şu şekilde belirtmemiz mümkündür. Nübüvvet asrından uzaklaşmaya paralel olarak ahlaki değerlerde çözülmeler meydana geldikçe, talakın Allah katında en sevilmeyen mubah olduğu bilinci azaldıkça, sosyal ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle aile birliğini korumada acze düşüldükçe, bu sıkıntıların sevki ile bir lafızla üç talak kullanma alışkanlığı yayıldıkça, çözülen ve bozulan aile düzeni nedeniyle ruhen ve bedenen sağlıksız nesillerin sayısında gün geçtikçe artışlar meydana gelecektir. Bununla birlikte hislerinin etkisi altında kalarak hanımlarını bir mecliste üç defa boşadıktan sonra pişmanlık duyarak ilgili yerlere müracat edenlerin, ancak dilediği gibi fetva alamadıklarında azımsanmayacak sayıda insanların Şer’i hileler araştırdıkları yine de olmazsa boşama ile ilgili gerçek dışı beyanlarda bulundukları herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Kısaca eşini bir defada üç talâkla boşayanların bir çoğu, hanımından ayrılmak istemediklerinden her türlü çareye başvurmaktadırlar. Burada işaret edilmesi gereken diğer bir noktada, bir lafızla üç talakın bir talak sayılabilmesinin temel şartı, bu talakın talak için belirlenmiş olan süre içinde yani zevci ilişkide bulunulmamış olan temizlik süresi içinde vaki olmasıdır. Diğer bir ifade ile adet halinde veya zevci ilişkide bulunulmuş temizlik süresi içinde vaki olacak üç talak esas itibariyle geçersiz olacağından bir talak olarak dahi kabul edilemez. Sonuç olarak bir beyanla verilen üç talâkı cehalet ile daha sonraki bahisler içerisinde ele alacağımız gibi öfke ve yuvaların yıkılmaması açısından değerlendirmek mümkündür. Bu itibarla süresi içinde bir defada verilen üç talâk ile bir talâkın vaki olacağını söyleyenlerin görüşünün günümüz insanlarına tatbik edilmesi gereken en uygun görüş olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü, nikâh, eşlerin karşılıklı hakları, aile saadeti gibi konularda hassasiyet gösteren İslâm, toplumun çekirdeğini oluşturan ailenin, erkeğin ağzından bir anda çıkacak bir kaç kelimeden oluşan boşama lafızları ile dağılmasına muhtemelen rıza göstermeyecektir. MUHALEA İslâm hukuku prensip itibariyle boşama yetkisini erkeğe vermiştir. Erkek, bu yetkiye istinaden geçimsiz veya nefrete mucip olan hanımını boşamak suretiyle, birlikte yaşamayı arzu etmediği kadından kurtulma imkanına sahiptir. Buna mukabil kadın, eşinden nefret etmesi veya onunla yaşamak istememesi ya da kötü muameleye maruz kalması halinde ne yapacaktır? Bu durumda kadının tavrı ne olacaktır? Bütün olanlara sabırla tahammül edip kocasına katlanacak mıdır? yoksa, takınabileceği başka bir tavır var mıdır ? Kocanın geçimsizliği söz konusu olduğunda evliliğin devamını sağlamak için kadına girişimde bulunma görevi verilmiştir. Kadın kocasıyla konuşacak, mevcut durumun nedenlerini tespit etmeye yani kocasını anlamaya ve bir anlaşma zemini bulmaya çalışacaktır. Kadının bu girişimine kocanın ilgisiz kalmaması, bencilliği, çıkarcılığı bırakıp anlaşmak için fedakarlıkta bulunması gerekir. Fedakarlığı hep karşıdan bekleme yerine ilk adımı atabilmek, bazı fedakarlıklara katlanabilmek anlaşmanın sağlanmasına önemli katkıda bulunacaktır. Bununla birlikte anlaşma zemininin sağlanamaması halinde boşama yetkisine sahip olmayan kadının boşama lafızlarını kullanarak veya diğer bir ifadeyle tek taraflı irade beyanıyla eşinden ayrılması mümkün değildir. Kadın, ancak bir bedel mukabilinde kendisini boşaması için eşini ikna etmesi veya mahkemeye müracat ederek boşanma talebinde bulunma ya da kocasının boşama yetkisini kendisine vermesi halindeanlaşamadığı eşinden ayrılabilme imkanına sahiptir. Bu itibarla kadın birlikteliğin devamı mümkün olmadığında bu üç seçenekten biri ile eşinden ayrılabilecektir. Bu bölümde, kadının anlaşamadığı eşinden ayrılabilmesine imkan tanıyan, yukarda da anlamlarını zikrettiğimiz muhâlea, tefrik ve tefviz-i talâk konularını ele almaya çalışacağız. MUHÂLEA A- Tanımı ve Kapsamı Lügat itibariyle çıkarmak, gidermek, evlilik bağına son vermek anlamlarına gelen muhâleanın ıstılah manası “kadının vermeyi kabul ettiği bir bedel mukabilinde evlilik birliğine son verilmesidir. Muhâlea yoluyla kadının boşanma talebinde bulunması eşler arasında mevcut bulunan anlaşmazlıkların giderilememesi, kadının maddi manevi zarar görmesi, dolayısıyla maruz kaldığı fena muamele sebebiyle evliliğin çekilemez hale gelmesi ve kocanın kendisini boşamaktan kaçınması halinde mümkündür. Bu itibarla kadın, birlikte yaşamaya tahammül edemediği, uyum sağlayamadığı, haklarına riayet etmeyen kocasını, bir mal veya mehir alacağı karşısında kendisini boşamaya razı edebilir. Bu şekilde muhâlea karşılıklı rıza ile olabileceği gibi, anlaşma mümkün olmadığı takdirde, hakim kararıyla da mümkün olabilir. Kadının muhâlea yoluyla eşinden ayrılma talebi, meşru bir zaruret gereği olabileceği gibi, sebepsiz yere de olabilir. Zira, muhâleanın erkeğe verilen boşama yetkisine mukabil, kadına tanınan bir hak olduğunu unutmamak gerekir. Bu itibarla kadının muhâlea yoluyla kocasından ayrılabilmesi için bir sınırlamanın getirilmesi mümkün değildir. Kendilerine verilen bir hakkın istismarı, kadınlar için mümkün olabileceği gibi erkekler için de söz konusu olabilir. Dolayısıyla hakların istismarı konusunda erkeklerle kadınları aynı kategoride mütalaa etmek gerekir. Karşılıklı rızayla bir bedel mukabilinde boşanma anlamında kullanılan muhâlea, Türk Hukuk Tarihinde en çok görülen ve Şer’iyye Sicillerinde sıkça rastlanan bir boşanma şeklidir. Çünkü erkekler, talâk hakkının kendilerine yükleyeceği mali mükellefiyetlerden kurtulma imkanı bulunduğu için, eşleriyle anlaşarak karşılıklı rıza ileboşanmayı tercih etmişlerdir.Nitekim Şer’iyye Sicillerinin tetkik edilmesi neticesinde bu tarzda meydana gelen ayrılmaların, evliliğin sona erme hallerinde % 60 ‘a varan bir paya sahip olduğu görülecektir. B- Meşruiyeti Muhâlea ile ilgili olarak Kur’ân'da şöyle buyurulmaktadır. “……….İkisiAllah’ınyasalarını koruyamamaktan korkmadıkça, kadınlara verdiklerinizden bir şey almanız size helal değildir. Eğer Allah’ın yasalarını ikisi koruyamayacaklar diye korkarsanız o zamankadının fidye vermesinde ikisine de günah yoktur” (Bakara, 2/229 ) Ayette zikredilen fidye, kadının zarar ve sıkıntıdan kurtulmasına vesile olacak bir bedeldir. Anlaşma esnasında zikredilen bedelle eşler arasında ayrılık meydana gelir. Ancak burada şunu unutmamak gerekir. Kocanın, vermiş olduğu mehri geri almak için tazyikte bulunması, sebepsiz yere dövmesi, nafakayı kesmesi gibi fiiller neticesinde karısını boşanma talebine sevketmesi halinde meydana gelecek olan muhâlea batıl olup verilen bedel istirdad olunur. Ancak geçimsizliğin kadından kaynaklanması halinde, ayrılmaya kendisi sebebiyet vermiş olacağından kocanın muhâlea talebinde bulunmasımaruz görülür. Bu husus Kur’ân'da şöyle zikredilmektedir. “……apaçık hayasızlıketmedikçe onlara verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın ”(Nisâ, 4/19) Muhâlea’nın meşruiyeti hususunda şu hadisler zikredilebilir. 1. İbn Abbas’dan rivayet edildiğine göre Sabit b. Kays’ın karısı Hz. Peygamber’e gelerek ya Resulellah, Sabit’i ne din ne de ahlakı açısından kınıyorum, ancak İslâm’da nimete nankörlük etmekten korkuyorum. ( Bu sebeple kocamdan ayrılmak istiyorum ) dedi. Resulullah, ( evlenirken sana mehir olarak verdiği) “ Bahçesini geri verirmisin “ deyince kadın “ evet “ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Sabit b. Kays’a “ bahçeyi kabul et ve onu bir talâkla boşa “ dedi. (Buhârî, Talâk, 12 ) 2. Hz. Aişe’den rivayet edildiğine göre Habibe bint Sehl, Sabit b. Kays’ın nikâhı altında iken ( Sabit ) onu dövüp bir tarafını kırdı. Bunun üzerine ( Habibe kocasıSabit’i ) Hz.Peygamber’e şikayet etti. Hz.Peygamber’de Sabit’i çağırıp “ onun mehrinin bir kısmını alarak kendisini boşa “ dedi. Bunun üzerine Sabit, bu caiz olur mu? ya Resulellah diye sorunca ( Resulullah ) evet cevabını vedi. Sabit’de ben ona mehir olarak iki bahçe vermiştim ve şu anda bunlar onun elinde bulunuyor deyince Hz Peygamber," Onları al da onu boşa “ dedi, Sabit de ( böyle ) yaptı. (Ebû Dâvûd, Talâk, 18 ) Muhâlea, Hanbeli ve Mâliki mezhebinin hüküm sürdüğü yerlerden ziyade Hanefi ve Şâfiî hukukunun uygulandığı yerlerde işe yaramıştır. Bu iki mezhep, bilhassa Hanefi mezhebi evliliğin feshi için hakime başvurma yetkisini, çok nadir hallere inhisar ettirmiştir. Bu itibarla kadınlar kendileri için çekilmez hale gelen evlilikten kurtulabilmek için bu yola başvurmuşlardır. Nitekim karşılıklı anlaşmayla boşanma halk vicdanını da rencide etmemiştir. Çünkü koca, karısı üzerinde bir takım haklar elde etmek için ona mehir vermektedir. Boşama halinde bu haklarını kaybedeceğinden verdiğinin bir kısmını veya tamamını muhâlea yoluyla geri alması normal kabul edilmiştir. C- Muhâlea Bedeli Muhâlea yoluyla boşanmak isteyen kadının kocasına vereceği bedel, para olabileceği gibi, her türlü mütekavvim mal veya mala tekabul eden menfaat, kısaca mehir olarak verilebilen her şey olabilir. Allah Teala, muhâlea bedelinin tesbitinde, her hangi bir sınır koymamıştır. Muhâlea, eşlerin anlaştıkları miktar üzerinden gerçekleşir. Ancak Resulullah erkeğin karısına ödediği mehir miktarından fazlasını almasını uygun görmemiştir. Eşler arasındaki geçimsizlik kocadan kaynaklanıyor ve hanımını boşamıyor kadın da ondan muhâlea yoluyla ayrılma talebinde bulunuyorsa hanefilere göre kadından bedel alınması kazaen caiz ise de diyaneten tahrimen mekruhtur. Çünkü geçimsiz olan koca hanımına kötü davrandığından onu yalnız bırakmıştır. Ayrıca eşinden mal alarak onun yalnızlığını arttıramaz. Zira Kur’ân'da “ Bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz birincisine bir yük altın vermiş olsanız bile ondan bir şey almayın” (Nisâ, 4/20 )buyrulmaktadır. Mâlikilere göre ise, erkeğin bu gibi durumlarda bedel alması haramdır. Aldığı takdirde kadına iade etmesi vaciptir. Şayet geçimsizlik kadından kaynaklanıyorsa, kocanın eşine verdiği mehir miktarından fazla bir bedel alması hanefilere göre kazaen caiz olursa da diyaneten mekruhtur. Bu hususta şu hadis misal olarak verilmektedir. Sabit b. Kays’ın karısı Hz. Peygamber’e gelerek kocasından şikayetçi oldu. Hz. Peygamber’de “ Vereceği talâk karşısında sana mehir olarak verdiği bahçeyi geri verir misin “ deyince kadın evet fazlası ile verebilirim dedi. Bunun üzerine Hz.Peygamber “ fazlasına gelince hayır “dedi. İbn Mâce’de yer alan rivayet ise şöyledir. Resulullah Sabit b. Kays’a bostanı hanımından ( geri ) almasını ve bundan fazla bir şey almamasını emretti. (İbn Mâce, Talâk, 22 ) Cumhur alimlere göre ise, kocanın hanımına verdiği mehir miktarından fazla bedel alması caizdir. Zira "..... Allah'ın yasalarını ikisi koruyamayacaklar diyekorkarsanız, o zaman kadının fidye vermesinde ikisine de günah yoktur"(Bakara, 2/ 229 ) mealindeki ayette bedel mutlak olarak zikredilmiştir. Geçimsizlik eşlerin her ikisinden kaynaklanıyorsa Bakara Suresi 229. ayette zikredildiği gibi kocanın muhâleadan ötürü bir bedel alması mubahtır. Burada şu soru akla gelebilir. Koca talâk yetkisine sahip olduğuna göre, her zaman tek taraflı iradesiyle evlilik birliğine son verebilir. O halde niçin karısıyla böyle bir anlaşmaya ihtiyaç duyar? Bu haklı bir sualdir. Ancak karısına mehir ve nafaka borçlusu olacak olan koca, borçlarından kurtulabilme düşüncesini menfaatine uygun bulacağından boşama yoluna gitmeyip karısıyla bedel mukabilinde anlaşmayı uygun görebilir. D- Muhâlea ile Boşanmada Hakimin Rolü Cumhur alimlere göre muhâlea yoluyla ayrılığın gerçekleşebilmesi için hakimin kararına ihtiyaç bulunmamaktadır. Zira muhâleanın meşru olduğunu bildiren ayetlerde hakimin müdahalesinden bahsedilmemektedir. Buna mukabil Hasanu’l-Basri , Said b. Cübeyr ve İbn Sirin gibi alimler bu konuda hakimin hükmünü şart koşmaktadırlar. Çünkü, "..... Allah'ın yasalarını ikisi koruyamayacaklar diye korkarsanız ... " mealindekiayette hitap mahkeme heyeti veya hakimlere yapıldığından bunların kararları olmaksızın muhâlea yoluyla boşanma gerçekleşemez. Bu farklı görüşler çerçevesinde şu neticeye varmak mümkündür. Eşler, bir bedel mukabilinde ayrılma hususunda anlaşırlarsa ayrılığın vuku bulması için hakimin kararına gerek yoktur. Ancak karşılıklı anlaşma mümkün olmadığı takdirde muhâlea yoluyla ayrılık hakim kararıyla olmalıdır. Doğru olan da budur. Zira kadının bedel mukabilinde ki boşanma talebinin koca tarafından kendi çıkarlarına ters bulunması halinde, hakime müracaat edilemeyecek olunursa kadın için hiç bir çıkış yolu kalmayacak, dolayısıyla evlilikten beklenen gayelerin kaybolmasına neden olunacaktır. E- Muhâleanın Neticesi Hanefiler, Mâlikiler, tercih edilen görüşe göre Şâfiîler ve Ahmed b. Hanbel’den gelen bir rivayete göre muhâleanın sonucunda bir bain talâk meydana gelir. Osman b. Affan, Ali b. Ebi Talib, İbn Mes’ud, Evzai, Sevri, Said b. El Müseyyeb, Hasanu’l-Basri, Ata, Şa’bi, Zühri, Mücahid, Şurayh, İbrahim en-Nehâi de bu kanaattedirler. Bu görüş sahipleri Hz. Peygamber’in “ Hul’ bir talâk tır.“ (Dârekutnî, IV, 46) şeklindeki sözünü delil olarak kabul etmektedirler. Ahmed b. Hanbel ve İmam Şâfiî’nin iki rivayetinden birine göre, İbn Abbas, ebi Bekr, Tavus, İkrime, İshak, Ebû Sevr’e göre muhâlea’nın akabinde meydana gelen ayrılık fesihtir. Muhâlea’nın fesih olduğunu ileri süren alimler“ Boşanma iki defadır. Ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak bırakmadır “( Bakara, 2/229 ) ayetinden sonra “....eğer Allah’ın yasalarını ikisi koruyamayacaklar diye korkarsanız o zaman kadının fidyevermesinde ikisine de günah yoktur ” ( Bakara, 2/229 ) mealindeki muhâlea ayetininzikredilmesi, akabinde de “ Bundan sonra kadını ( üçüncü kez ) boşarsa kadın başka birisi ile evlenmedikçe bir daha kendisine helal olmaz“ ( Bakara, 2/230 ) mealindeki talâk ayetinin zikredilmesini delil kabul etmektedirler. Bu ayetlerde önce iki talâk, akabinde hul' sonra da talâk zikredilmektedir. Eğer hul’ fesih değilde talâk olsaydı o zaman bu ayetlere göre talâk sayısı dörde çıkardı.Ayrıca hul' sarih talâk lafızlarının ve niyetinin bulunmadığı bir ayrılıktır. Dolayısıyla hul’da diğer fesihler gibi bir fesihtir. Muhâlea ile meydana gelen ayrılığın fesih mi yoksa talâk mı olduğu şu açıdan ehemmiyet arzetmektedir. Meydana gelen ayrılık talâk olursa, erkek üç talâk hakkından birini kullanmış olacaktır. Ayrıca karısını iki talâkla boşayan koca, bilahare karısından muhâlea yoluyla ayrılırsa bunun talâk olduğunu ileri sürenlere göre kadın başka bir erkekle evlenip zifafa girmedikçe ilk kocasına helal olmaz. Buna mukabil fesih olduğunu ileri sürenlere göre muhâlea ile talâk meydana gelmeyeceğinden karı-koca arasındaki evlilik birliği geriye kalan bir bağ ( talâk ) la devam eder. F- Muhâleadan Kaçınma Ana hatlarıyla anlatmaya çalıştığımız muhâlea, eşler arasında karşılıklı anlaşmanın meydana gelmesi halinde söz konusu olmaktadır. Kadın, bedel mukabilinde boşanmak istemesine rağmen kocası boşamamakta ısrar ederse, bu takdirde arzu etmediği birliktelikten nasıl kurtulacaktır.? Hanefi ve Şâfiîlere göre zikredilen hususlar adli boşanma sebebi değildir. Kocasıyla devam eden geçimsizlik sebebiyle uyum sağlayamayan, bedel karşılığındaki boşama isteği de reddedilen kadın mahkemeye müracaat ederek boşanma talebinde bulunur. Kadının müracatını alan hakim, Nisa suresi 35.ayetinde mealen zikredilen "Karı kocanın arasının açılmasından endişelenirseniz erkeğin ailesinden bir hakem ve kadınınailesinden bir hakem gönderin” hükmü gereğince eşlerden her birinin ailesinden birerhakemi aralarını düzeltmek için tayin eder. Hakim tarafından tespit edilen hakemler, ancak birbirleriyle geçinemeyen eşlerin aralarını ıslah etmekle görevlendirilmiş olup, karı-kocayı bedel mukabilinde veya bedelsiz ayırmaya yetkili değillerdir. Mâlikilere göre, kocasıyla arasında geçimsizlik bulunan ve kendisine fena muamelede bulunulan kadının bedel mukabilinde boşanma konusunda kocasıyla anlaşma sağlayamaması halinde mahkemeye müracaat etme hakkı vardır. Nitekim konumuz içerisinde zikredilen Sabit b. Kays'la ilgili ve diğer örneklerden de anlaşıldığı üzereHz.Peygamber’e ve halifelerine kadınların boşanma talepleri iletildiğinde, davalarının görüşülüp isteklerinin kabul edildiğini gördük. Mâlikilere göre, hakimler tarafından görevlendirilen hakemlerin yapacakları ilk şey, eşleri barıştırmak için çaba sarf etmektir. Hakemler eşlerin arasını ıslah teşebbüsünde muvaffak olur ve eşlerin ayrılmamalarına karar verirlerse eşlerin vekaletine ihtiyaç hissedilmeksizin sözleri geçerli olur ve itiraz kabul edilmez. Islah edemezler ve geçimsizliğin kaynağının kadın olduğu kanaatine varırlarsa, aralarında muhâleaya hükmederler. Erkekten kaynaklandığı kanaatine varırlarsa aralarını tefrik ederler. Geçimsizliğin kaynağı eşlerden her ikisi olduğu kanaatine varırlarsa mehrin bir kısmı mukabilinde aralarını tefrik ederler. Hakemler eşlerin birbirlerinden ayrılmaları gerektiği kanaatine varırlarsa, kendileri hakim konumunda olduklarından kararlarını uygulamaya koymak için vekalet ya da izne ihtiyaç hissetmezler. Mâlikilerin konuyla ilgili görüşü günümüz hayat şartlarına daha uygun bulunduğundan Hukuk-i Aile Kararnamesinin 130. maddesi geçimsizlik ve fena muamelenin mevcut olması halinde durumun aile meclisine havale edilmesi ve bu meclise tefrik yetkisi verilmesi gerektiği şeklinde düzenlenmiştir. Şayet geçimsizlik sebebiyle kocasından boşanmak isteyen kadının arzusunu hakim yerine getiremeyecekse, mahkemelerin mevcudiyeti aile içerisindeki bir takım huzursuzlukların giderilmesinde bir fonksiyon icra edemeyecektir manası ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla muhaleanın uygulanıp uygulanmaması kocanın arzusuna terkedilmiş olacaktır ki, bu durumda çeşitli sebeplerle kocasından ayrılmak isteyen kadının isteklerinin, çıkarlarına ters düştüğünü gören kocanın vaki olan talebi red etmesi halinde kadın için hiç bir çıkış yolu kalmayacaktır. Halbuki mahkemeler, sadece davaların dinlenildiği yerler olmayıp insanların karşı karşıya kaldıkları problemlerin çözüme kavuşacağı müesseselerdir. Hakimler, muhâlea konusunda da yetkili olmaz iseler, kadınlar çileli bir hayatın kurbanı olmaktan kurtulamayarak sıkıntılı bir hayat sürdürmek mecburiyetinde kalacaklar veya karı-koca hükmen olmasa bile, fiilen birbirini terk edip ayrı yaşamaya başlayacaklardır. alıntıdır ATAUZEM | |
Konu Sahibi EyMeN&TaLhA 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme... | Erzurum Atatürk İlitam | EyMeN&TaLhA | 0 | 6318 | 14 Temmuz 2015 13:14 |
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme... | Erzurum Atatürk İlitam | EyMeN&TaLhA | 0 | 4203 | 14 Temmuz 2015 13:06 |
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme DİN... | Erzurum Atatürk İlitam | EyMeN&TaLhA | 0 | 5078 | 14 Temmuz 2015 13:00 |
Ramazan-oruç ve çocuğa kazandırdıkları | Çocuk ve Aile Sağlığı | Mihrinaz | 2 | 2826 | 14 Temmuz 2015 12:23 |
çocuk eğitiminde ceza hiç mi olmamalı? | Çocuk ve Aile Sağlığı | EyMeN&TaLhA | 0 | 2516 | 14 Temmuz 2015 12:03 |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Atauzem islam hukuku 10-14.ünite değerlendirme soruları | EyMeN&TaLhA | Erzurum Atatürk İlitam | 2 | 10Haziran 2015 10:47 |
Atauzem islam hukuku 8.ünite | EyMeN&TaLhA | Erzurum Atatürk İlitam | 0 | 13 Nisan 2015 12:54 |
Atauzem İslam Hukuku 7.ünite özet | EyMeN&TaLhA | Erzurum Atatürk İlitam | 0 | 13 Nisan 2015 12:00 |
Atauzem islam hukuku 6.ünite değerlendirme soru ve cevapları | EyMeN&TaLhA | Erzurum Atatürk İlitam | 0 | 19 Şubat 2015 21:18 |
Islam hukuku 9.ünite özet | muallime | İslam Hukukuna Giriş | 0 | 05 Mayıs 2012 08:17 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|