|
Konu Kimliği: Konu Sahibi enderhafızım,Açılış Tarihi: 22 Ocak 2013 (12:16), Konuya Son Cevap : 03Haziran 2016 (16:45). Konuya 28 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme: |
09 Mayıs 2013, 13:05 | Mesaj No:21 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Evlilik Okulu... Savunma ve Saldırı (Evlilik Okulu 19.Ders) Evlilik okulu derslerimize devam ediyoruz. “15. Ders Hazineni Anahtarı” dersimizde eleştiriden sakınmak ve eleştirildiğimiz zaman dikkat etmemiz gereken davranışları yazmıştım. Önemine binaen daha sonra genişçe işlemek için o konuda kısaca geçtiğimiz eleştirildiğimizde savunmaya geçmek konusunu ile derse devam edelim. Sadece eleştirildiğimizde değil, eleştirinin kokusunu alsak savunmaya geçiyoruz. Neden savunmaya geçeriz? Nefsimize temize çıkarmak için, haklı olduğumuzu ispat etmek için…”Yaptıysam sebeplerim vardı, ben kötü değil iyiyim.” İyi olduğumuzu ispat etmek için niçin kendimizi bu kadar çok paralıyoruz. Eşimiz ahmak mı bizi tanımıyor mu? Ya da gerçekten çok hatamız olduğunu biliyoruz da savunmaya geçerek onları mı kapatmaya uğraşıyoruz? Söz altında kalmaktan mı korkuyoruz? İncinmekten. Aman nefsimizi koruyalım, kimseler dokunmasın. Sanki dünyaya melek olarak hatalardan beri olarak geldik. “Hatalıydım” demek ne kadar ağırımıza gidiyor. Yok yok hatayı kabul edemeyiz. O halde geriye savunma ve saldırı kalıyor. Sevdiğimizin gözünden düşmek pahasına da olsa. Hele günümüzde kadınların çoğu fazlasıyla savunma psikolojisi içindeler. Kadınlar medya tarafından sürekli olarak “Kadın güçlüdür, sakın kendini ezdirme” diye kışkırtıldığı için mi bilmiyorum hep savunma halindeler. Kendilerini, ailelerini, çocuklarını, yaptıklarını, işlerini…savunup duruyorlar. Dışarısı için bile bu kadar savunma kadını saldırgan yaparken kocaya karşı bu savunma niye? Hanımlar beylerinin bir sözünün karşısında sussa o sözün altında kalır, ezilir, ölürüm zannediyorlar galiba. ”Eşim beni ezmeden ben onu ezeyim” diye garip bir savunma durumu içinde olan çok kişi var. Haklı da olsalar haksız da olsalar. Konuyu biraz açalım. Mesela: Akşam 6 da bir yere gitmek için sözleştiniz ve kocanız tam vaktinde sizi almaya geldi aşağıda bekliyor; fakat 6 çeyrek oldu hâlâ hazır değilsiniz. 6 buçukta indiğinizde eşiniz söyleniyor. “Bir gün de bekletme, bir gün de vaktinde hazır ol da beni şaşırt.” (Bir erkek okurum, sokaklara erkekler için hanımlarını bekleme odası yapılmasını talip ediyordu) Beklemek için harcadığı zamanı daha verimli geçirmek ve sinirlenmeden beklemek için.) Kocanız haklı mı haklı? Adam saat vermiş, siz de tamam demişsiniz, o saate hazır olmak gerekiyordu. Siz haklı mısınız? Birazcık. Komşunuz aniden kahve içmeye gelmeseydi, işlerinizi daha erken bitirebilirdiniz. Tam hazırlanmaya başlamışken anneniz aramasaydı geç kalmayacaktınız. Oğlunuz acıktım diye tutturmasaydı çoktan hazır olacaktınız. Ya da ne giyeceğinize çabuk karar vermiş olabilseydiniz kocanızı bekletmeyecektiniz. Velhasıl kocanızı bekletmek için özel gayret sarf etmiyorsunuz, sizinde haklı sebepleriniz var. Fakat esas haklı olan kocanız. Bu durumda bile savunmaya geçip haklı çıkmaya çalışmayın. “Şu oldu da bu oldu da bu yüzden geç kaldım ne sinirleniyorsun, boş yere canımı sıkıyorsun, senin gibi ceketimi alıp iş yerinden çıkmadım da…” Bütün bu sözcükler gereksiz. Bütün bunların yerine nazikçe “Haklısın canım, beklettiğim için özür dilerim.” demeniz yeterli. Eşiniz neden geç kaldığınız sorarsa (ki erkekler genellikle sormazlar) o zaman sebebini açıklarsınız. Kelime israfı yapıyor, boş yere birbirimizi kırıyoruz. Haklılık mı mutluluk mu? Mutluluk elbette. Adam sana “haklısın çok önemli mazeretlerin varmış” dese ne olacak sonu tatsızlıkla bitecekse. Savunma genellikle tartışma çıkarır ve savunmanın sonu saldırı şeklinde biter. Konuya şu cümlelerle devam edebilirsiniz. “Senin derdin benimle, beni beklemek zoruna gidiyor. Geçen gün anneni almaya gittiğimizde bizi tam bir saat bekletti gıkın çıkmadı. Tabi beyefendinin anası bir tarafa dünya bir tarafa.” (Anasını niye karıştırıyorsun şimdi ne alaka) Koca daha da çok sinirlenir. Başka bir misal: Yeni bir ayakkabı aldınız. Kocanız bütçede hesap etmediği bir masrafı görünce söylenmeye, ödeyeceğiniz taksitleri saymaya başladı. “Elli tane ayakkabın var, ne gerek var şimdi buna?” Evet elli tane abartı ama en az bir beş ayakkabınız vardır. Erkeğe bir ya da iki ayakkabı yettiği için ikinin üzerindeki sayı elliye yakındır. Başladınız savunmaya ve sonrasında saldırıya geçmeye. “Böyle bir ayakkabıya ihtiyacım vardı. Her aldığımı zaten burnumdan getirirsin. (Emin misiniz her aldığınızı mı yoksa ona göre israf olanı mı?) “Kaliteli ürünleri ucuza vermiyorlar. Sana kalsa bit pazarından almam gerek tabi ben ona layığım değil mi?” (suçlama, sitem) “Beş yıl öncede Ayşe’nin düğününde aldığım kıyafeti pahalı diye burnumdan getirmiştin.” (Tarih bilginizi ortaya dökmeye gerek yok, belli ki hafızanız güçlü) “Sen geçen hafta şuna şuna gereksiz para harcarken, ailene para gönderirken taksitleri düşünmüyordun da benim ihtiyaçlarım mı gözüne battı?” (Yine ailesi…) Bunlar gereksiz, yıpratıcı sevgiyi öldüren cümlelerdir. Almışsınız zaten ayakkabıyı. Susun boynunuzu büküp oturun, eşiniz de azıcık söylenip rahatlasın. İnsan bu kadar da birbirinin nazını çekmez mi? Onun yaptığı harcamaları sayıp saldırıya geçmenin bir mantığı yok ki. Beşinci ayakkabınızı değil de daha da önemli, gerçekten bir ihtiyacınızı da almış olsanız savunma ve saldırıya geçerek iyi bir yere varamazsınız. Onun ne kadar cimri ya da düşüncesiz bir adam olduğunu ispat etmeye çalışarak ne elde edeceğinizi düşünüyorsunuz? Sizi daha çok seveceğini mi? Size daha çok değer vereceğini mi? Oysa onun cömertliklerini söyleyip takdir etseniz sizin için bir şeyler yapma isteği artacaktır. Erkekler pek savunmaya geçmezler. Haklı çıkmak için uğraşmazlar. Suçlandıkları zaman ya cevap vermezler ya da saldırı cümleleri ile konuşurlar. Siz ailesine laf söylüyorsanız o da sizin ailenize ağır bir cümle kurabilir ya da susup içinden söver. Fakat ikisi de hiç hoş durumlar değil. En güzeli çok konuşarak, eleştiri yapmak ya da savunmaya geçmek değil, tartışmaya sebep durumlardan kaçınmak. Hanımlar! Bir tartışma çıkacağı zaman kokusunu alıp üstüne atlayıp “nasıl olur da haklı çıkarım eşimi sustururum” diye düşünüp kafanızı yoracağınıza (bu durumda eşiniz sizden nefret edecektir) nasıl ortamı yatıştırırımın çaresine bakmam gerek. Duruma göre “tamam canım, peki, olur, özür dilerim, haklısın… demek ya da susmak (surat asmadan, kibar susmak, Allah belanı versin ifadesi ile susmak değil.) en akıllıca olanı. Bir de bunun kayınvalideye, görümceye, eltiye laf yetiştirmek meselesi var ki o konulara girersek içinden çıkamayız. Sadece şunu söyleyeyim ki dünyaya bu kadar basit meseleler için gelmedik. Birisi arkanızdan konuşuyorsa kendi düşünsün Allah’a nasıl hesap vereceğini. Bir eleştiri geliyorsa da savunma psikolojisi içine girmeden cevap vermek en doğrusu. Herkesin ne dediğini çok dert ediyoruz ve her şeye kırılıyoruz. Alınganlık kibir alametidir. Hem arkadaşlık ilişkisinde hem evlilik ilişkisinde çekilir dert değildir. Geçen aylarda e-posta gelmişti bir hanımdan. “Kocam kavga ettiğimiz zaman ‘sana çocuklar için katlanıyorum’ diyor tabii ben de bu sözünün altında kalmıyorum gereken cevabı veriyorum.” yazmıştı. Kal bacım, sen o sözün altında kal. Korkma ezilmezsin. Cevap verme. Bak o zaman kocan söylediğine pişman olacaktır. Sen konuştukça söylediği hiç bir şeyden pişmanlık duymayacak daha fazlasını hak ettiğini düşünecektir. Evler adliye değil. Kimse avukatlık, savcılık yapmaya kalkmasın. Erkekler çok konuşup kadınları ilgilendiren ev işi, temizlik, yemek gibi detay isteyen iç işlere karışmasınlar, kadınlar ise haklı da olsalar savunma ve saldırıya geçip kocalarını da kendilerini de yormasınlar. Sevgi ve muhabbet tartıştığımız her şeyden daha kıymetlidir, ıvır zıvırlarla tüketmeyelim. Kadın olsun erkek olsun ne kadar çok susarsak o kadar çok karlı çıkarız. Gereksiz yere birbirimizi kırmayız, sevgimizi öldürmeyiz, omzumuzdaki melekleri yormayız. Dünyada mutsuz olmayız ahirette de kendimizi yormayız. (Ağzımızdan çıkan her cümlenin hesabını vereceğimiz için.) Velhasıl laf yetiştirmek, eşini susturmak zeka işi değil; asıl zeka nerede susacağını nerede ne konuşacağını bilmektir. Ödev: Hanımlar nefsiniz dahil kimsenin kışkırtmasına gelmeyin; aile muhabbetini her şeyin önünde tutun, savunma ve saldırıdan uzak durun. Beyler de sabırlı olun, hemen kızmayın; hanımınız savunma haline geçtiğinde konuyu uzatmayın, yatıştırıcı bir cümle ile sözü tatlıya bağlayın. Not: Geçen haftaki yazı ile ilgili konuyu tamamlayıcı bir link ekledim yazının sonuna. Konu ile ilgilenenlere “Tehlikle Yol” yazısının sonuna bağlantısını eklediğim Sayın Osman Arpaçukuru’nun Hadis alanında ödül alan Yüksek Lisans tezini okumalarını tavsiye ederim. |
09 Mayıs 2013, 14:30 | Mesaj No:22 |
Durumu: Medine No : 27674 Üyelik T.:
25 Nisan 2013 | Cevap: Evlilik Okulu... Erkekler pek savunmaya geçmezler. Haklı çıkmak için uğraşmazlar. Suçlandıkları zaman ya cevap vermezler ya da saldırı cümleleri ile konuşurlar. düşünceli000
__________________ Müslüman olmak bütün otoriteleri reddedip sadece Allah'ın otoritesini kabul etmektir.. |
23 Ağustos 2013, 13:10 | Mesaj No:23 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Evlilik Okulu... Küçük Şeyler (Evlilik Okulu 20. Ders) 25Nisan2013 Evlilikte en kıymetli şey muhabbettir. Gerçi hayatta da öyle. Şu imtihan dünyasını çekilir hale getiren şey; sevgidir, muhabbettir. Acı kahveyi bir dostun yanında tatlı tatlı içiren şey muhabbettir. Rabbimizi severiz, Rasulünü severiz, Rabbimizi ve Resulunu sevenleri severiz. Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde, sevgili peygamberimiz örnek davranışlarında sevginin ve muhabbetin ne kadar değerli bir şey olduğunu görüyoruz. Gülümsemenin bile sevap olduğu bir dinimiz var. Bir insanı sevindirmek, mutlu etmek sevap ve bu sevaplara en yakınlarımızdan başlamak gerek. O zaman çift katlı sevap oluyor. Muhabbet çoğu zaman küçük şeylerdedir. Gözümüzden kaçan, değerinin farkında olmadığımız küçük şeyler muhabbetin kaynağıdır. Ya da muhabbetimizi bozan şeyler küçük şeylerdir çoğu zaman. Küçük bir güzellik; şu güzel bahar gününde dünyamızı güzelleştiren çiçek gibidir. Minik minik bir araya gelince kocaman bir güzellik olur. Ya da küçük bir kötülük; bir dikenin ve ya minicik bir mikrobun sağlığınızı bozması gibi mutsuz eder bizi. Asık bir yüz, tatsız bir söz, küçümseyici bir cümle… Yemeğin tuzu gibidir küçük şeyler. Eti sebzeyi bütün malzemeyi koyarsınız onlarsız o yemek olmaz; fakat bunlar yemeğin tadının yerinde olmasına yetmez. Tuzunu iyi ayarlamadığınızda fazla ya da az attığınızda yemeğin tadı güzel olmaz. Bir parça tuz bütün yemeğin tadını etkiler. Bir gülümseme, bir takdir, gerekliyse bir özür, bir telefon, bir mesaj, tatlı bir sözcük, bir iltifat… En son eşinize ne zaman küçük bir şeyle kocaman bir mutluluk hediye ettiniz. “Benim eşim anlamaz deyip yan çizmeyin.” Gönülden çıkan gönlü bulur. “Yaptım anlamadı” diyorsunuz belki. O gün anlaması mümkün olmayacak kadar kafası meşgul olabilir, canı sıkkın olabilir ya da sizden böyle davranışlar görmediği için şaşırmıştır ya da kendi ailesinden öyle davranışlar görmediği için tuhaf bir tepki göstermiştir. Hüsnü zan edelim, kötü zandan kaçınalım. Velev ki anlamadı “Yap iyiliği at denize balık bilmezse Hâlık bilir.” Kaybedecek ne var ki? Selamı önce veren sevabın büyüğünü alıyor madem dinimizde; o halde kim önce gülümserse sevabın büyüğünü de o alır. Haydi o zaman. Karşımızdan güler yüz beklemeden önce biz gülümseyelim. O zaman bu sevaba en yakınımızdan başlayalım. Her gün sabah eşinizle ayrıldığınızda ve akşam kavuştuğunuzda yüzünüzde tatlı bir tebessüm olsun ki eşinizin yüreği sevginizle aydınlansın. Haydi bugün akşam olmadan eşinizi mutlu edecek bir şey düşünüp yapın. Bir mesaj atın, telefon açın, ismini telefona onun hoşlanacağı bir hitapla kaydedin. Onu mutlu edecek güzel bir söz söyleyin… Beyler! Akşam eve giderken eşinizin sevdiği bir yiyecek alın. “Senin için aldım” diye verin. Yemeğinizi yerken eşinize, “Eline sağlık güzel olmuş” demeyi unutmayın. Gözünüz; evinize, eşinize ve çocuklarınıza onların iyi yanlarını görmek için baksın, kusur bulmak için değil. Hanımlar! Eşiniz için bugün süslenin, güzel kokular sürün ve onu hoş bir şekilde karşılayın. Ona değer verdiğinizi hissettirin. Onun sizin için ne kadar kıymetli olduğunu söyleyin. Bugün eşinizi mutlu edecek bir şey yapın. Tabii iyilik yapabilmek için kalbimizin temiz olması gerekir. Kalbimizi kin ve kibirden temizleyelim. Bugüne kadar ne yaşadıysak imtihanın bir parçasıydı. Unutalım gitsin. Küçük küçük iyiliklerle kendimize koca koca sevaplar biriktirelim. Küçük küçük tatlı davranışlarla evimizi muhabbetle yeniden inşa edelim. Her bir tuğla bize dünya ve ahiret mutluluğu olarak geri dönecektir. Yaptığımız hiç bir iyilik boşa gitmez. İyiliklerin mükafatını zenginlerin zengini ve cömertlerin cömerdi olan Rabbimiz muhakkak verecektir. Sema Maraşlı |
23 Ağustos 2013, 13:12 | Mesaj No:24 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Evlilik Okulu... Evlilikte Aşk Şart mı? (Evlilik Okulu 21. Ders) 4Haziran2013 Okuyucularımdan ara ara “Evlilikte aşk şart mı?” sorusu geliyor. Aşık olmadan evlenmiş olanlardan “Eşimi seviyorum ama aşk içimde ukde kaldı, keşke aşık olup evlenseydim.” gibi mesajların yanında; bekarlardan da “Evlenmek için biriyle görüştüm, beğendim fakat aramızda aşk yok, acaba evlendikten sonra birbirimize aşık olabilir miyiz?” soruları da geliyor. Öncelikle aşk siparişle olacak bir şey değildir. Aşk kaderdir, diye düşünüyorum. Aşk: Acısı lezzetinden çok olan ağır bir imtihandır. Herkesin baş edebileceği bir şey değildir. Edemeyenlerin hayatı bir daha düzelmemek üzere dağılır zaten. Medya sayesinde olmalı bir aşk arayışı var çok kişide. Aşk dizileri, filmler, aşk romanları içimizdeki sevilme arzusunu dürtüklüyor. Ancak normal bir sevgi yetmiyor, uç noktalarda bir sevgi istiyoruz. İstiyoruz da gerçekte aşkın ne olduğunu biliyor muyuz? Mevlana hazretlerine aşkı sormuşlar “Ben ol da bil.” demiş. Aşık olmayan birine aşkı anlatmak pek mümkün değildir. Bu yüzden aşka inanmayanlar da çoktur. Kendi yaşamadığına göre demek ki yok. Kimi insanlar aklıyla kimi insanlar kalbiyle yaşarmış. Aklıyla yaşayan insanlar aşık olamazlarmış. Bu yüzden bazılarının aşık olamaması aşkın olmadığını göstermez. Kalbiye yaşayan insanlardan bile aşık olmayan çoktur. Karşısına aşık olacak biri çıkmamıştır. Aşık olmadan evlenmiştir sonra da kendini korumuştur. Aşkı en güzel şairler anlatmışlardır. Aşk olmasaydı edebiyat olmazdı. Duygular bu kadar güzel anlatılamazdı. ‘Yâr’ deyince, kalem elden düşüyor, Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor, Lâmbamda titreyen alev üşüyor , Aşk, kağıda yazılmıyor Mihriban. (Abdurrahim Karakoç) Aşk sevginin en uç noktasıdır. Bilim adamları aşık olan kişinin beyninde uyuşturucu alan insanların beyinlerindeki aynı değişimlerin görüldüğünü söylüyorlar. “Aşk bir kokudur.” diyor bazı bilim adamları da. Karşınızdaki kişinin sizin bile fark etmediğiniz vücut kokusunun beyin tarafından algılanıp o kokuya tutulmak, yeniden yeniden duymak istemektir. Bunun için de sevgili yanında değilse bir saba rüzgarı bile getirebilir o kokuyu. Aşkı sevgi ile karıştıranlar var. Birbirlerini çok sevip evlenmişler fakat “aşık olduk” zannediyorlar, fakat aslında aralarındaki sadece sevgi. Aşkın ne olduğunu bilmeyen sevgiyi aşk zannedebiliyor. Bu da etrafındakileri yanıltıyor. “Herkesin ki aşk evliliği bizim ki değil.” diye üzülüyorlar. Aşk evliliği diyenlerin çoğunun da evlilikleri aşk evliliği değil aslında. “Aşk çok kuvvetli bir duygudur; kişiyi değiştirir ve dönüştürür.” diye bir cümle kalmış aklımda okuduğum bir kitapta. O halde aşık olan insan hiç bir zaman aşık olamadan önceki haline dönmez. Başka biri olur. Âşığa da yakışan bu olmalı. Aşk sevginin gözü kör olmuş halidir. Gerçek aşk; dağlara, denizlere, her türlü zorluğa rağmen engel tanımaz. Bir teyze anlatmıştı. Geçmiş zamanlarda çamlıca tepesinde bir genç sevdiği kızı camda görme umuduyla bir kış günü sokaktaki elektrik direğine yaslanmış da buz tutup direğe yapışmış fakat o anda hiç fark etmemiş. Daha sonra etrafın yardımıyla delikanlıyı direkten ayırmışlar. Gerçek bir aşk böyle bir şey. Günümüzde aşk kelimesinin içi boşaltıldı. İnsanlar kediye köpeğe “aşkım” diyor artık. Aşk diye inanılan da her zaman sevgi olsa yine iyi; oysa daha çok beğenilen ile birlikte olma arzusu haline geldi yeni nesilde. Gençler aşık olduklarını zannedip beğendikleri ile görüşüp sonra da bir kaç zorluk görünce ayrılıyorlar, evlenmeye bile zahmet etmiyorlar. Oysa aşk sevgiliden gelen çileye razı olmaktır. Aşkı heyecanla karıştıranlar da var. Mesela aynı ortamda olmak, göz göze bakışmak, dertleri paylaşmak sohbetler yapmak kişileri birbirlerine bağlıyor. Birbirlerini seviyorlar fakat bunların çoğu aşk değil sevgidir. Hele de aralarında kavuşmalarına engel bir durum varsa, mesela taraflardan biri evliyse gizli gizli buluşmalar, haberleşmeler, yakalanma korkusu heyecana sebep olur. Heyecan da vücuttu adrenaline sebep olur. Bu bu hal aşk zannedilip, kavuşalım ömür boyu mutlu olalım, arzusu ile yanlış kararlar alanlar da çok. Bir araya geldiklerinde hayat normal rutine girdiğinde mutsuzluklar başlıyor. Aslında hiç de birbirlerine öyle kuvvetle sevmediklerini anlıyorlar. Maalesef ki bu heyecanlara kapılıp kendine asla uygun olmayan kişilerle evlenip hayatını mahveden insanlar çok. İnternet aşklarının çoğu da heyecandan başka bir şey değil.” Mesaj atmış mı? Ne yazmış? Ben ona ne yazmalıyım? Ne yazarsam hoşuna gider. Beni düşünüyor ki mesaj göndermiş.” Heyecan ve değer görme arzusu aşkla karıştırılıyor. Bazıları ise yazma konusunda ustalaşıyor. Bir anda kaç kişiyi idare ediyor, cümleleri ile pek çok kişiyi etkiliyor. Bir anda ona aşık olduğunu zanneden bir kaç kişi olabiliyor. Aşkı cinsellikle karıştıranlar da var. Bu yüzden onlara bakıp aşkı sadece “cinsel çekicilik” diye açıklayanlar da var. Oysa aşka cinsel çekicilik olsaydı sevdiğine kavuşamayan hemen ondan vazgeçer başka cinsel çekiciliği olan birine yönelirdi. Bu yüzden gerçek aşkın cinsel çekicilik değildir. Kişi elbette aşık olduğu kişiye dokunmak, koklamak, onunla birlikte olmak ister. Fakat birlikte olmak istediği için aşık olmaz, aşık olduğu için birlikte olmak ister. “Aşık olduk evlendik” diyen çiftlere bakıyorsunuz, birbirlerinin hiç bir eziyetine sabırları yok. Oysa aşk sevgiliye eza etmemek ve sevgiliden gelen ezaya razı olmaktır. O üzülmesin ben üzülmeye razıyım, diyebilmektir. Aşkta mutluluktan çok acı vardır çoğu zaman. Çünkü o kadar çok seversiniz ki sevgide dengeyi korumakta zorlanırsınız. Onun da sizi, sizin sevdiğiniz kadar sevmesini, istersiniz aynı büyüklükte bir sevgiyi göremiyorsanız üzülürsünüz. Kaybetme korkusu yaşarsınız. Velhasıl her halükarda aşk aslında acı çekmektir. Aşk bütünü sevmektir parçalara ayırmadan. Sevdiğinin sevdiklerini de sevmektir. Mesela “Aşkım seni seviyorum ama anneni görmek istemiyorum.” diyen biri asla aşık değildir. Yakınlarından eziyet gelse bile onunla ilgili her şey güzel gelir aşığa. “Aşk hiç bir zaman pişman olmamaktır.” demişler gerçek âşıklar. “Çok pişmanım keşke hiç karşıma çıkmasaydın keşke hiç evlenmeseydik.” diyen biri zaten hiç âşık olmamıştır. Kişi aşkının karşılığını görmese, acı çekse, mutsuz bile olsa sevdiği ile geçirdiği tek dakikaya bile acımaz. Kısacası gerçek aşk çok az. Gelelim sorunun cevabına. Evlilikte aşk şart mı? Bence değil. Sağlam bir sevgi aşktan daha kıymetlidir. Çünkü aşk geçici bir haldir. Kavuştuktan bir süre sonra biter demek istemiyorum fakat bir süre sonra aşkın ateşi azalır, harareti söner. Âşık çiftler birbirlerine doğru davranırlarsa aşk tamamen bitmez diye inanıyorum. Gerçi bilimsel açıklamalara bakarsak aşkın ömrü üç yılmış. Sonrası sevgiye dönüşüyormuş. Bazıları kötü davranışla aşkın nefrete dönüştüğünü söylese de gerçek aşkın hiç bir zaman nefrete dönüşeceğine inanmıyorum. Nefrete dönüşüyorsa o yine gerçek aşk değildir. Çiftler niye bu kadar aşk arzusundalar? Sevgi evlilikte yetmiyor mu? Evlilikte aşk şart değildir, mutlu bir evlilik için sevgi yeterlidir. Fakat nasıl bir sevgi? Çiftlerin aşk arzusu aslında heyecan ve tutku arzusudur. Evlilikte mutluluğu öldüren şey karı-kocanın arasındaki sevginin bacı- kardeş ya da arkadaş sevgisine dönüşmesidir. Karı-koca sevgisi diğer bütün sevgilerden apayrı özel bir sevgidir. O özel sevgiyi korumak lazımdır. Karı-koca özel sevgisini yaşatmak ve korumak için iki şey çok önemlidir. Birincisi; evlilik hayatı içinde kadın kadınlığını, erkek erkekliğini korumalı, herkes kendi yaratılışına uygun hareket etmeli ve eşlerine de cinsiyetine uygun davranış göstermeliler. İkincisi karı-koca arasındaki çekiciliği sağlayan en önemli şey iyi bir cinsel hayattır. Çünkü iki tarafında cinsel tatmin yaşadığı güzel bir ilişkide vücut hem neşe, keyif, heyecan hem de iki tarafı birbirine bağlayacak özel sevgi hormonları salgılıyor. Bu ikisi olduğunda aşk olmasa da karı-kocaya yetecek aşka yakın kuvvetli bir sevgi yaşanır. Konuyla bağlantılı olarak bekarlardan çok gelen: “Biriyle görüştüm pek çok konuda ortak fikirlerimiz var, evlenirsek anlaşırmışız gibi duruyor fakat tip olarak pek beğenmedim, ısınamadım, ilerde sevebilir miyim? sorusuna cevap vererek yazıyı tamamlayayım. Evlilikte fikirlerin uyuşması iyi olur; fakat fikirlerin uyuşmasından daha önemlisi ruhların uyuşmasıdır. Sadece fikre bakarak karar vermeyin. Nihayetinde arkadaşlık ilişkisi değil bu. İlk görüşmede filmlerdeki gibi çok beğenmeniz hatta çarpılmanız “Aaa işte bu demeniz gerekmiyor.” İnsan birini sevdikçe gözüne güzel gelir. Fakat sevebilmek için de ondan hoşlanmanız gerekli. İlk gördünüz hoşlanmadığınız, sizi rahatsız eden bir şey var. O zaman karar vermek için ikinciye tekrar görüşün. Yine hoşlanmadı iseniz şansınızı hiç zorlamayın. Hoşlanmak görünen özelliklerle ilgili değildir. Çok güzeldir ya da çok yakışıklıdır, ağzı iyi laf yapıyordur ya da kalemi, klavyesi iyi döktürüyordur, bütün bunlara rağmen karşı karşıya geldiğiniz ne olduğunu ifade edemeseniz de sizi inceden inceye rahatsız eden bir şey varsa ruhlarınız birbirinden hoşlaşmamış demektir. Uzak durun. Fakat ruhlarınız birbirinden hoşlandı ise size göre çirkindir fakat sempatik gelir, aradığınız fiziksel özellikler yoktur fakat size çekici gelir. Evlilik öncesi görüşmelerde hep konuşmayın birbirinizi tanımak için biraz da susun. Susun ve ruhunuzun sesini dinleyin. Kısacası önce kalbinize sorun, sonra aklınıza. İkisinin de görüşü kıymetlidir, ikisinden birini yok saymayın. Not 1: Yazının aşkla ilgili bölümünü okuyup “Acaba benim yaşadığım ya da bizim yaşadığımız aşk mıydı?” diye kendinize sorduysanız kesinlikle o yaşadığınız aşk değildir. Aşk hiç şüpheye düşmemektir. Not 2: En gerçek aşk Allah aşkıdır, diğer aşklar sûrettir fakat konu kadın-erkek ilişkisi olduğu için işin bu boyutuna konu dağılmasın diye değinmedim. |
20 Kasım 2013, 18:01 | Mesaj No:25 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Evlilik Okulu... Kaç Şikayet Kaç Teşekkür? (Evlilik Okulu 22.Ders) “Hani Rabbiniz, (size) şöyle bildirmişti: “Andolsun ki eğer şükrü yerine getirirseniz, elbette size (nimetimi) artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.” (İbrahim suresi 7) Bu âyet-i kerime ne büyük bir müjde ve ne büyük bir uyarıdır. Hiç aklımızdan çıkarmamamız gereken bir âyet. Günümüzün en temel problemi şükürsüzlük. Kapitalist sistem içerisinde hep eksikliklere odaklanıyoruz, sahip olduklarımızı görmüyoruz. Oysa eksiğe odaklanmak şeytandandır. Cennette Allah (c.c) Hz. Adem ve Hz.Havva ‘ ya pek çok nimet vermiş fakat az bir de eksik bırakmıştı. Şeytan gitti ve onları eksik olanı almaya ikna etti. Her şey tam olsun derken sahip oldukları nimetleri de kaybettiler. O günden bu güne şeytan aynı oyuna devam ediyor. Para, mal, mülk kalite, marka, yüksek beklentiler…Şunum da olsun bunum da olsun..Herkeste olan bende de olsun, mümkünse ben de olan da herkeste olmasın… Dinin aslı şükürdür. Kur’ an-ı Kerimin ilk âyeti Fatiha hamd ile şükür ile başlar. İbadetler de bir şükürdür. Namaz ve oruç bedenin şükrü, zekat ve sadaka malın şükrüdür. Ne kadar severek ve istekle yaparsak o kadar makbuldür. Nimete şükür ise elimizde olanın kıymetini bilmek, israf etmemek yani dilimizle ve halimizle Allah’ a şükretmek ve nimete sebep olana teşekkür etmek. Göndereni ve getireni unutmamak. Sevgili Peygamberimiz: “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmemiş olur.” buyuruyor. Evlilik problemlerimizin temelinde de şükürsüzlük var. Eşler birbirleri pek çok şeye mecbur olarak görüyor. Evet karı kocanın mecbur olarak yaptıkları vazifeleri var fakat bu teşekkür etmemeyi ve nankörlük yapmayı gerektirmiyor. Kadın erkeği para kazanmaya, evin bütün ihtiyaçlarını karşılamaya; kendinin ve çocuklarının isteklerine yapmaya mecbur görüyor. Bunun için erkek çoğu zaman bir takdir ve teşekkür göremiyor tam aksi varsa bir eksiği onlar görülüp söyleniyor. Bu da erkeğin ailesi için harcama yapma hevesini kırıyor. Mesela kadın; erkekten elli lira ister, erkek otuz lira verir, kadın söylenerek alır, teşekkür etmez; erkek otuz lirayı verdiğine de pişman olur. Oysa kadın eşinin verdiğini teşekkür edip alsa erkeğin ailesi için harcama yapma isteği artar. Koca açısından bakınca aynı şekilde erkek de çoğu zaman karısının yaptıkları için ona teşekkür etmez. Erkek; yemeğini yer teşekkür etmez, çayını içer teşekkür etmez, ütülü gömleğini giyer teşekkür etmez…Fakat eksikleri hemen görür. Mesela; erkek mavi gömleğini giymek ister; mavi gömlek ütülü değilse söylenir, sanki karısı gömleklerini hiç ütülemiyormuş gibi. Bu kez hanım eşinin söylenmeleri karşısında incinir. Kadın yaptığı işler konusunda takdir görmeyip bir de eleştirilince ev işi yapma hevesini kaybeder. “Olur mu öyle şey ben eşime muhakkak teşekkür ederim.” diyenler de vardır muhakkak yazıyı okurken. İşte o zaman da teşekkürün ne kadar candan yapıldığına bakılmalı. Usulen kuru kuru yapılan bir teşekkür kimseyi mutlu etmez. Ya da iki şeye teşekkür edip beş şeyden şikayet ediliyorsa o yapılan teşekkürün bir anlamı olmaz. İyi bir teşekkür önce Yaradan’a şükredip sonra sebep olana candan, samimiyetle teşekkür etmekle olur. Sadece dilden çıkan teşekkür kalbe ulaşmaz. Teşekkür; içinde duygu olan bir ses tonu ile güzel sözcükler ve hoş bir tebessüm ile daha anlamlıdır. Eksiğe, kusura odaklananlar samimi olarak takdir ve teşekkür edemez. Sanki kendilerde her şey tammış gibi karşıdaki tam olsun isterler. Sanki insanda mükemmellik mümkünmüş gibi mükemmeli ararlar. Mükemmeli göremeyince şükür ve teşekkür yapılmaz. Eksiğe ve kusura odaklanmanın ana sebebi kişinin kendi kusurlarını görmemesidir. Kendi kusurunu gören kişi eşinin kusurlarına karşı daha anlayışlı olur. Kendi kusurunu görmeyen kişi eşinin hatalarına kafayı takar ve onu değiştirmeye çalışır; eşiyle arası bozulur. Oysa kişi kendi kusurunu görüp onu düzeltmeye çalışsa evliliği için çok daha doğru bir şey yapmış olur. Eşin eksiğine odaklanıldığında iyi özellikleri görülmez olur, bir de ona karşı kızgınlık duymaya başlanır. Şeytan zaten kızgınlığı sever; verir ateşi verir ateşi. Yanar ve yakarsın. Sonra gelsin pişmanlıklar… Yaradan’ın vaadi var; nimetin kıymetini bildik bildik, bilmezsek gider elden. Karşıdaki istemese de Allah onu kişinin elinden alır; ölür gider, aldatır gider, boşanır gider. Hatta bazen kıymet bilmeyen kişi kendi ister ayrılmayı. Kendini eşinden mahrum edip onu cezalandırdığını zannedenken kendi kaybettiğini fark etmez o anda. Aklı başına geldiğinde de çoğu zaman geç olur. Eşin eksiğine kusuruna rağmen sizin için yaptıklarından dolayı samimiyetle teşekkür ederseniz, onda kusur aramazsanız evlilikte muhabbeti yakalamanız kolay olur. Şükür nasıl Rabbimizin nimetlerini artırıyorsa teşekkür ve takdir de eşin iyiliklerini artırır. Teşekkür etmek için büyük iyilikler bekliyoruz oysa küçücük iyiliklere teşekkür etmeye kendimizi alıştırsak büyük iyilikler de peşinden gelecektir. Bereket şükürde, muhabbet teşekkürdedir. Kadın-erkek her insanın değerli olma isteği vardır. Teşekkür de değer vermenin ve değer bilmenin göstergesidir. Siz teşekkür ederken bir bakmışsınız eşiniz o sevmediğiniz huyundan kurtulmuş. Nefsimiz şikayete, gönlümüz şükre meyillidir. Eşini nefsi için bencilce seven; az kusuru çok görür. Eşinin yaptığı her hatayı kendi nefsine saldırı olarak görür. Şikayeti çoktur. Eşini gönülden, samimi seven; hataları büyütmez. Eşinin gönlünü incitmekten korkar. Teşekkürü çoktur. Rabbim sevgilerimizi rızasına uygun gönülden sevgiler eylesin. Ödev: Herkes nefsini bir muhasebeye çeksin. Bu güne kadar eşinize karşı suçlamanız ve şikayetiniz mi çok oldu yoksa takdir ve teşekkürünüz mü? |
20 Kasım 2013, 18:03 | Mesaj No:26 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Evlilik Okulu... Bu Ödev Her Gün (Evlilik Okulu 23. Ders) Sevildiğini duymaktan hoşlanmayan biri var mıdır? Hele ki eşinden. İnsan sevildiğini duymaktan mutlu olur. Daha çok kadınlar sevildiğini duymak ister diye biliriz; sanki erkekler önemsemez gibi gelir biz kadınlara. Oysa kadın- erkek fark yoktur; iki tarafta sevilmek ister ve bunu duymak ister. Fakat hayatın koşturması içinde unutulur çoğu zaman. Ya da eş söylesin diye beklenir. Kur’an Kursu hocası arkadaşlar köyde hanımlara ödev vermişler. Herkes akşam gidecek kocasına onu sevdiğini söyleyecek. Kadınlar evlerine gitmişler fakat nasıl söyleyecekler; kıvranıyorlar. Hele belli bir yaştan sonra alışmadığın şeyleri yapmak daha da zor. Bir tanesi cesaretini toplayıp söyleyivermiş. “Koca adam ben seni seviyorum.” demiş. Kocası biraz şaşkınlıktan sonra “Ben de seni seviyorum kocakarı” demiş. Sonra da sormuş. “Bunu niye söyledin şimdi?” Kadın “Hoca ödev verdi.” demiş. Kocası gülümsemiş. “Söyle hocana o ödevi her gün versin.” demiş. Birilerinin ödev vermesini beklemeden eşinize onu sevdiğinizi söyleyin. (Gerçi ben burada yazınca ödev vermiş oluyorum, muhakkak söyleyin.)Bunun için filmlerdeki gibi romantik ortamlar olmasını beklemeyin. Arabada giderken de mutfakta bir şeyler atıştırırken de olabilir. Söylerken tatlı bir bakış ve güzel bir tonu kullanırsanız daha da iyi olur. Sevdiğini söylemek sevaptır sünnetir, gülümsemek sadakadır. Ne güzel bir dinimiz var. Aşk da sevgi de karşılıklı güzeldir. Tek taraflı olanı acı verir. Evlilik öncesi birbirlerine bolca sevdiğini söyleyen çiftler bile evlenince söylemeyi bırakır duymayı beklerler. Duymak güzel ama söylemeden duymak istemek de biraz bencillik olur. Belki de bazılarınız diyecek ki sevgi mi kaldı ki söyleyelim eşlerimize? Evlilik hayatı içinde karı-koca birbirlerine kırgınlık duymaya başlamışlarsa birbirlerini genellikle sevgilerini keserek cezalandırırlar. Sevgiyi keserek eşi cezalandırmaya çalışmak kişinin kendini cezalandırmasıdır aslında. İçimizdeki çocuğun her zaman sevilmeye ihtiyacı vardır. Aşk da aslında içimizdeki çocuğun dışarı çıkmasıdır. Konu sevmek ve sevilmek olunca o çocuk hiç bir şeyi engel olarak görmez; çünkü sevgiden daha değerli bir şey olduğunu kabul etmez. Evlilik hayatı sevgisiz, muhabbetsiz gitmez. O zaman emek verelim kendi üzerimize düşenleri yapalım. Sevgi çok değerli bir hazine çar çur etmemek lazım. O kadar ıvır zıvır şeyler için karı- kocalar birbirlerini yiyorlar ki. Neden? Çünkü sevginin düşmanları var. Kapitalist sistem insanlarına mutlu olmasını istemiyor. İnsan mutluysa alışveriş isteği çok fazla duymaz. Ruh sevgiyle beslenip mutlu olmuşsa, bir şey daha alsam mutlu olur muyum telaşına düşmez. Zaten gerçekte maddi hiçbir şey ruhu beslemez. Ruhun gıdası manevidir. Sevginin düşmanları çok. Öncelikle kendimiz, nefsimiz olabilir sevginin katili; kendi elimizle öldürürüz bazen sevgimizi. Gururumuz, kibrimiz, inatçılığımız, kendimizi beğenmişliğimiz, bencilliğimiz, nefsimizin bitmeyen istekleri…Yıkar bizi seven kalbi. Ya da en yakınlarımızın; bazen annemizin bazen kardeşlerimizin bazen arkadaşlarımızın etkisiyle ruhumuzu besleyen kişiyi harcarız. Sonra da en çok üzülen biz oluruz. Çoğu kişi sevme çabasında değil; sevilme arzusunda. Sevilmek çok güzel; fakat hep sevileyim ne yaparsam yapayım sevilmeye devam edeyim hallerinden çıkıp, ben sevdiğim için ne yapmalıyım mı düşünmeliyiz. Sevgi için çaba göstermeli emek harcamalıyız. Düşünmeli, bulmalı ve adım atmalıyız. Rehberimiz sevgiyi yaratan Allah(c.c) olmalı ve onun habibi sevgili Peygamberimiz olmalı ki doğru adımlar attığımızdan emin olalım. Eşimizi öyle bir sevelim ki o sevgi bizi Allah(c.c) a yaklaştırsın Allah’tan uzaklaştırmasın. Bilelim ki eşimizin elini tutup göz göze bakıştığımızda Rabbimizin rahmeti bizim üzerimizde. Böyle sevaplı işlere şeytan muhakkak bir engel çıkarmaya çalışır. Nefsi körükler; onun bitmeyen arzularını sevginin önüne engel olarak çıkarmaya çalışır. Bu yüzden hep almaya alışmış, terbiye olmamış bir nefis gerçekten sevmeyi bilmez. Allah rızası için doğru adımlar atılırsa evlilik hayatı nefis terbiyesinin en iyi yollarından biridir. Bugün bazı huylarına sinir olduğunuz eşinize gösterdiğiniz sabır ve anlayışla kazanacaksınız belki de Yaradan’ın rızasını. O halde sevmenin ve sevilmenin yollarına bakalım. Bu derste ben de bu ödevi her gün veriyorum. Eşinize onu sevdiğinizi söyleyin. Tabii sadece söylemek yetmez; sevgiyi besleyecek davranışlarla hayatınızı güzelleştirin. |
20 Kasım 2013, 18:08 | Mesaj No:27 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Evlilik Okulu... Kaybetmeden Önce… (Evlilik Okulu) 18 Kasım 2013 Evlilik okulunun ilk derslerinde affetmenin önemi üzerine yazmıştım. Sevgiyi koruyan şey bağışlamaktır. Hataları bağışlamadığımızda öncelikle kendimize zarar veririz, sonrasında sevdiklerimize zarar veririz. Affetmediğimiz de bilinçli ya da bilinçsiz öç almaya çalışırız. Açık ya da sinsi cezalar uygular, çeşit çeşit cezalandırma metotları buluruz. Kırıldıkça ufak ufak cezalarla başlarız. Biz kadınlar cezalandırmakta daha ustayızdır. Kadın beyni detaycı olduğu için plan yapmakta zorlanmaz. Kadın ince ince öç alır kocasından. Erkeğin en önemsediği konularda onu sinir edecek şeyler yapar. Cezalandırdığını fark ettirmeden cezalandırır. Kocasının defalarca söylediği şeyleri inadına inadına yapar. Aslında ne yapması gerektiğini gayet iyi bilir fakat kocasına duyduğu kızgınlık onu mutlu edecek şeyleri yapmasına engel olur. Ufak ufak başlayan cezalar zamanla artar sevgiyi zedeler, tüketir. Gizli gizli, sinsi sinsi… Mesela gece eve geç gelen kocaya sabah kalkıp kahvaltı hazırlanmaz, uyuyormuş numarasına yatılır, kocanın ütüleri yapılmaz. Erkek elektrik faturası fazla diye söylenir, kadın doğalgazı çok kullanır. Erkek yemeği az tuzlu sever, kadın tuzu biraz fazlaca atar. Erkek karısının kıyafetlerinde hoşlanmadığı şeyleri söyler, kadın onunla bir yere giderken kocasının en hoşlanmadıklarını giyer… Erkek karısının evde bakımlı olmasını onun için süslenmesini ister, bunu defalarca söyler kadın kocasını her gün en paspal hali ile karşılar. Kadın kocasını telefonla arar erkek telefonu geç açarsa kadın da kocası aradığı zaman özellikle görmemiş duymamış gibi yapıp geç açar. Geç açmak nasıl oluyor görsün de bir daha yapmasın diye düşünür. Oysa kadının bu inat ya da kocayı umursamaz halleri kocaya hiçbir şekilde ders olmaz. Sadece erkek kendini karısının yanında değersiz olarak görmeye başlar. Erkekler ince ince cezalandırma konusunda pek usta değillerdir. Onların cezaları daha nettir. Erkeklerin cezaları eşine duyduğu kızgınlığa göre değişir…Bağırıp çağırmak, surat asmak, ilgiyi kesmek, aralarına buzdan bir duvarı örmek ya da aldatmaktır. Cezalandırdıkça da karı-koca arasındaki ilişki daha kötü bir hale gelir. Çoğu zaman yaptığımızı ceza olarak da adlandırmayız. “O bana öyle yaparsa ben de ona böyle yaparım.” şeklinde bir savunmamız vardır. Birbirini cezalandırırken sonunun nereye varacağını düşünülmez. Netice olarak karı koca birbirlerinden iyice uzaklaşır. Eşi cezalandırmak sevgiyi öldüreceği için aslında kendini cezalandırmaktır. Sonra bağ olarak en yakınımızdakiler ruhen en uzağımızda olurlar. Sarılmak istesek sarılamayız, samimi olmak istesek olamayız. Cezaları yedikçe kırılır içimizde bir şeyler, ve cezalandırdıkça da kaybederiz sevdiklerimizi. Bu yüzden affedeci olmak çok değerli bir vasıftır. Biz mükemmel olmadığımız gibi sevdiğimizde mükemmel değildir. Hatası olduğunda hataya odaklanıp onu cezalandırmak yerine, onun iyi huylarını hatırlayıp onların hatırına yanlışlarını görmezden gelmek gerek. Görüyorsa bile ceza kesmesek gerek. Yüzde yüz iyi yoktur; yüzde yetmişte iyiyi bulduysak, yüzde yetmişin hatırına yüzde otuz hatayı hoşgörü ile karşılamak gerekmez mi? Bu cezalar ya evliliği bitirir ya da karı kocayı sevgisiz, muhabbetsiz bir hayata mahkum eder. Bir gün eş gider. Ya ölür ya aldatır, ya başkasına aşık olur ya da boşanmak ister. İşte o zaman cezalandıran tarafın aklı başına gelir. Ölüm halinde vicdan azabından başka yapacak bir şey yoktur. Gidenin arkasından bol bol dua ve hayır hasenat belki vicdan azabını biraz hafifletir. Kadın için aldatılma halinde evliliğini kurtarmak; ancak diğer kadının, erkek için ne kadar değerli olduğu ile bağlantılıdır. Erkek diğer kadını sevmemişse kadının evliliğini kurtarmak istemesi halinde bir şansı vardır. O zaman kadın için eşini sinir etmek için yaptığı davranışları bir yana bırakıp ona değer verdiğini gösterme zamanıdır. Fakat erkek aşık olmuşsa, yüreği başka bir kadın için çarpmaya başlamışsa artık yapacak bir şey kalmamış demektir. Kadın artık ne yaparsa yapsın yüreği gitmiş adamı geri çeviremez, gideni durduramaz. Bazı kadınlar bu durumda hatasını fark eder, yapacak bir şey olmadığını anlar ve sessizce çekilir. Fakat bazı kadınlar da ümitsizce çırpınır, direnir. Kadın birden bire kocasına aşık olduğunu zanneder. Birden bire onun için her şeyi yapabileceğini fark eder. Her şeyi birden bire toparlamaya çalışır ve genellikle eline yüzüne bulaştırır. Aşırı iyi olmaya çalışır, aşırı tepkiler gösterir, aşırı süslenir…gibi. Bir kuaför anlatmıştı. Kocasının hayatında başka bir kadın olduğunu duyan kadınlar, kuaföre gelip her şeyin en uç olanından yaptırmak istiyorlarmış. O güne kadar doğru düzgün kendine bakmayan kadın birden bire büyük bir değişim yaşayınca o değişim üzerinde sakil durur. Kocanın da hoşuna gitmez. Erkek için de aynı durum geçerlidir. Erkekler karısı aldatınca genellikle ayrılmayı tercih ediyorlar. Kadının aldatma ya da aldatılma olmadan ayrılmak istemesi ise genellikle kocasının ona karşı soğuk hallerinden, surat asarak, ilgi ve sevgisini keserek cezalandırmaya çalışmasından kaynaklanıyor. Cezadan bıkan kadın ayrılmaya kalktığında erkek de eşini ikna etmek için çabalıyor fakat bu çabalar çoğu zaman ayrılmayı kafasına koyan kadını geri çevirmiyor. Yapılan araştırmalarda boşanma taleplerinin çoğu kadınlardan geliyor. Kadınlar sevgisiz bir hayatı diğer şartlar yerinde de olsa devam ettirmek istemiyorlar. Ayrılık durumunda genellikle eşler önce evliliği kurtarmak için bir şeyler yaparlar, kurtaramayacağını anlayan da evliliğinde yaptığı gibi ayrılık safhasında da eşi cezalandırmaya devam ederler. Saldırganlaşırlar, tehdit ve şantajla karısını ya da kocasını ayrılmamaya ikna etmeye çalışırlar. Ayrılırlarsa arkasından hakaret, küfür, iftira ile eşe zarar vermeye çalışırken en çok kendilerine zarar verir, kendilerini küçük düşürürler. Hele ki gönlü başkasına gitmiş bir eşin bedeninin onun yanında kalması kimseyi mutlu etmez. Eşinin başkasını sevdiğini bilen içten içe kendini yer, bitirir. Bu durumda onu zorla tutmaya çalışmak kişinin kendine yapacağı en büyük kötülüktür. Velhasıl evlilik hayatı içinde karı-koca iyilikleri görüp kıymet bilmeli, hataları hoşgörü ile karşılamalı, eşi cezalandırarak sevgiyi tüketmemelidir. Yoksa eşi kaybedecek zaman durumu toparlamak oldukça zor, bazen imkansızdır. Bu durumda eşi onu gerçekten sevdiğine inandırmak ise en zorudur. Kişi eşi kaybedeceği zaman gerçekten sevdiğini mi anlamıştır yoksa hırs yapıp sadece kaybetmemek için mi çabalıyordur, eş bundan bir türlü emin olamaz. Aslında duruma bir de şöyle bakmak lazımdır. Kıymet bilmeyen eşler belki de Allah (c.c) ın “Verdiklerimin kıymetini bilir, şükrederseniz nimeti artırırım, nankörlük eder şikayet ederseniz elinizden alırım.” sözünün muhatabı olmuşlardır. O zaman yapacak tek şey yaşananlardan ders almaktır. Aynı şeyleri yeniden yeniden yaşamamak ve aynı imtihanla yeniden sınanmamak için. Kaybetmeden önce kıymet bilmek her açıdan en akıllıca olan. |
08 Ekim 2014, 10:05 | Mesaj No:28 |
Durumu: Medine No : 36715 Üyelik T.:
22 Aralık 2013 | Cevap: Evlilik Okulu... Herkes Kendine Baksa (Evlilik Okulu 24. Ders) Bazen genç kızlarla eğitimlerimiz oluyor. Eş adayında aradıkları özellikleri soruyorum. “İyi bir mesleği olsun, yakışıklı olsun, dindar olsun, kadın ruhundan anlasın, odun gibi olmasın, ahlakı güzel olsun, iyi bir ailesi olsun, evi olsun, arabası olsun…” En az beş kriter istiyor kızlar. “İyi, tamam. Pek siz bunları istiyorsunuz da sizde neler var? Siz neler vereceksiniz ona? Siz iyi bir eş olma hususunda bir kadın olarak ona neler sunacaksınız?” diye sorduğumda genellikle şaşırıyorlar. O güne kadar bu soruları kendilerine hiç sormamışlar. Oysa bu soruları sormak ve cevaplamak lazım. Bu erkekler için de geçerli. Eş adayında aradıkları özellikleri karşı kendilerinde neler var? Onlar evlilik için ne sunacaklar? Tabii sadece bekarlar değil; evli çiftler de bu soruları kendilerine sormalı. Çünkü kişi eğer mutsuzsa, eşinin yaptıklarından ya da yapmadıklarından dolayı mutsuz olduğuna inanıyor çoğunlukla. Kendi neleri yaptığını ya da yapmadığını sormak çok kişinin işine gelmiyor. Kendi eşinin yaptığı kadar yaptı mı, verici oldu mu, bunları düşünen az. Aldığımız zaman mutlu olacakmışız gibi bir şartlanmışlık var çoğumuzda. Oysa Yaradan, insanı aldığı kadar değil, verdiği kadar, başkalarını mutlu ettiği kadar mutlu olmak üzerine programlamış. Almakta hırs vardır genellikle ve hep daha fazlası istenir; bu yüzden de insan aldığında doyasıya bir mutluluk yaşayamaz, hep bir eksiklik hisseder. Oysa vermekte fedakarlık vardır ve verici olduğunuzda karşınızdakinin mutluluğu size de sirayet eder, bu daha tatlı bir mutluluktur. Gerçek mutluluk verebilmektedir. Bu yüzden “eşim beni mutlu etsin” diye beklemek yerine, eşinin sevdiği şeyleri yapıp onu sevindirmek ve sevinci paylaşmak muhabbet için daha doğru bir adımdır. Yalnız verici olurken dikkat edilmesi gereken bir kaç husus vardır. Birincisi karşıdakinin verici olmasına engel olmamak. Hep siz verdiğinizde eşinizi almaya alıştırır ve bencilleştirirsiniz. O da verici olmanın mutluluğunu yaşamalı. Buna müsade etmeli ve kapı açmalısınız. (Çocuklar için de geçerli. Küçük yaştan itibaren onlarda aileleri için bir şeyler yapma mutluluğunu tatmalılar. Hep anne-babadan almaya alışmamalılar.) İkinci önemli husus ise yaratılışınıza uygun bir vericilik içinde olmanız. Kapasiteyi zorlamamak lazım. Mesela kadın evin bütün yükünü yüklenmiş; hem ev işi, hem çocukların bakımı hem onların eğitim işi (çocukların anneliğini de babalığını da kadın yapıyorsa) hem alışveriş, hem dışarının işleri, yani kadın hem erkek hem kadın işlerini üstlenmişse, erkeğin aile reisi olarak yaptığı bir tek para kazanmaksa orada ciddi bir problem var demektir. Ya da erkek hem dışarıda çalışıp hem de evde sürekli ev işi yapıyorsa, karısının işlerini de üstlenmişse orada da ciddi problem var demektir. “Olsun ben her şeyi yaparım” demek eşinizi bencilleştirmekten ve tembelleştirmekten başka bir işe yaramaz. Bu yüzden verici olmalı fakat ölçüleri yaratılış özelliklerini göz önünde tutarak belirlemeliyiz. Üçüncüsü, gerektiğinden fazla verici olur, onun sorumluluklarını da alırsanız, eşiniz sizin davranışlarınız karşısında ezilir ve içten içe suçluluk duymaya başlar. Ezikliğini gizlemek ve suçluluk duygusunu örtmek için yaptıklarınızı beğenmemek gibi sizi incitmeye yönelik davranışlara yönelebilir. Bu yüzden iyilikte de itidal gereklidir. Evlilikte de hayatta da mutlu olmaya odaklanmak insanı mutsuz eder. Herkes yapması gereken işleri yapar, sorumluluklarının bilincinde olur ve eşinden beklentilerini azaltıp, kendi yapması gerekenlere odaklanırsa aile saadeti için çok daha doğru bir yol olur. ALINTIDIR |
03Haziran 2016, 16:45 | Mesaj No:29 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 |
Çevremden edindiğim tecrübelere dayanarak şunu belirtmek isterim..evlilikde eşlerin birbirlerinden soğumasına en büyük etken birbirilerine karşı en kullanılmayacak sözleri kullanmalarıdır..Eşlerden biri diğerine fiziksel olarak sürekli kusur bulmaları dalga geçmeleri yada genelde kadınların yaptığı sen nasıl bir kocasın falanın kocası şöle şöle yada aynı hareketi erkek karısına yaparsa bir zmn sonra öyle soğuturki karşı tarafı kendinden tamiri zor yaralar açılır..boşanmaların sebeblerindendir...eşler birbirine çok özel olduklarını hisettirmeli sevgisini hayatının her anında yaşatmalı kişi eşine..
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Yaz Okulu Camii Etkinliğimiz | Nebevi Sevda | Nebevi Sevda/Kişisel | 0 | 29 Temmuz 2024 21:44 |
Yaz Okulu/ 15 Temmuz | Nebevi Sevda | Nebevi Sevda/Kişisel | 0 | 16 Temmuz 2024 10:25 |
Medineweb Yaz Okulu 1.DERSİMİZ | Mihrinaz | Sorularla Esmaül Hüsna | 37 | 18 Temmuz 2019 20:57 |
Yaz Okulu 2. Ders Ayet Çalışmamız | Mihrinaz | Sorularla Esmaül Hüsna | 17 | 14 Temmuz 2019 21:41 |
Evlilik Üzerine -1-/Gençlerin Evlilik Problemi | Bedia Özdemir Tokel | Makale ve Köşe Yazıları | 1 | 01 Eylül 2015 15:17 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|