Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLİTAM İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA.::. > İlitam 3.Sınıf Dersleri > Fıkıh Usülü

Konu Kimliği: Konu Sahibi Medine-web,Açılış Tarihi:  20 Ekim 2013 (20:52), Konuya Son Cevap : 27 Aralık 2018 (10:08). Konuya 3 Mesaj yazıldı

Beğeni Aldı2Kez Beğenildi
  • 1 Beğenilen Medine-web
  • 1 Beğenilen tayfun12
Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 20 Ekim 2013, 20:52   Mesaj No:1
Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:8
Cinsiyet:Erkek
Yaş:50
Mesaj: 3.036
Konular: 340
Beğenildi:1437
Beğendi:478
Takdirleri:10498
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Fıkıh usulü 1. ünite çalışma soruları

Fıkıh usulü 1. ünite çalışma soruları

FIKIH USULÜ 1. ÜNİTE ÇALIŞMA SORULARI
1. “Fıkıh Usulu”’de Fıkıh kelimesi ne manaya gelir?
Cevap: lügatte “bilmek, anlamak” “Ser’î amelî hükümleri tafsilî delillerinden alarak bilmektir
2. “Fıkıh Usulu”’de usul kelimesi ne manaya gelir?
Cevap: Usûl” kelimesi “asıl” kelimesinin çoguludur. Dildeki karsılıgı “üzerine baskası dayandırılan sey
(mübtenî)”dir.
3. Asl kelimesinin diğer manaları nedir?
Cevap: Delil, racih (üstün/ tercihe şayan), kaide (kural), müstehap.
4. Fıkıh Usulünün konusu (mevzuu) nedir?
Cevap: Şer’i Deliller ve Şer’i Hükümlerdir
5. Fıkıh Usulünün gayesi nedir?
Cevap: Şer’î amelî hükümlerin, yine Şer’î delillerden nasıl çıkarılacagını ögretmektir.
6. Fıkı usulünü öğrenmenin faydaları nelerdir?
Cevap: 1- Fıkhi hükümlerin şahsi arzu ve görüşlere göre değil birtakım kurallara göre verildiğini bilir 2-Kişi bu
sayede mezheplerin dayandığı kaynak ve delillere vakıf olur 3-Müctehit Bu usul kurallarına riayet edilerek yeni
meseleler hakkında hüküm verebilir 4-Allah Teala’nın dinî hükümleri koyarken gözettigi gayeleri (hikmet-i
tesri’) bu ilim sayesinde ögrenebilir
7. Fıkıh usulü müstakil bir ilim olarak ne zaman ortaya çıkmıştır?
Cevap: Hicri 2. Asrın sonlarında
8. Fıkıh usulü teorik olarak ne zamandan beri vardır?
Cevap: Fıkıh usulü fıkıhla birlikte dogmustur. Hatta Abdülkerim Zeydan’ın ifadesiyle, fıkıh usulünün, fıkhın
dogusundan önce mevcut oldugunu söylemek de mümkündür.
9.Fıkıh usulü sahasında ilk eser yazdığı varsayılan ancak günümüze ulaşmamış eserler kimindir?
Cevap: İmam Ebu Yusuf. İmam Muhammed
10. Günümüze ulaşmış ilk fıkıh usulü Kitabı kime aittir?
Cevap: “er-Risale İmam Şafii”
11. İmam Şafii e ait er-Risale adlı eserde hangi konular işlenmiştir?
Cevap: Kur’an ve onun hükümleri açıklama metodu, Sünnet ve Kur’an ile münasebeti, nâsih-mensuh, haber-i
vahid, hadislerin gizli kusurları (illet), icma, kıyas, istihsan, içtihat ve ihtilaf gibi önemli konulara yer vermistir.
12. Fıkıh usulü yazımında hangi metodlar vardır?
Cevap: 1- Mütekellim Metodu 2-Fukaha Metodu 3-Memzuc Metodu
13.Mütekellim metodunun özelliği nedir?
Cevap: Bu metodun özelligi, usul kurallarının, deliller ve burhanların gösterdigi yönde belirlenmesidir Bu
metotla en çok eser veren âlimler, Sâfiî mezhebi âlimleri olması hasebiyle, bu metot “Sâfiiyye metodu” diye de
isimlendirilmistir bu metodu Mutezile ile Sâfiîlerin dısında Mâlikîler ve Hanbelîler de kullanmıslardır.
14. Mütekellim metoduyla yazılmış eserler nelerdir?
Cevap: a. Kadı Abdulcebbâr (ö.415), el-Umd(e)
b. Ebu’l-Hüseyn el-Basrî (ö.463), el-Mu’temed. Bu kitap “el-Umd(e)”nin serhidir.
c. İ mâmu’l-Harameyn el-Ceveynî (ö.487), el-Burhân
d. Gazalî (ö.505), el-Mustasfâ.
Yukarıda isimleri geçen dört eser, Mütekellimûn mesleginin dört diregi sayılmıstır.
e. Fahruddin er-Râzî (ö.606), el-Mahsûl. Bu eser, yukarıda isimleri geçen dört kitabın özetidir.
f. Âmidî (ö.631), el-hkâm fi Usûli’l-Ahkâm. Bu eser de, el-Mahsul gibi, yukarıda isimleri geçen dört kitabın
özetidir.
15. Fukah metodunun özelliği nedir?
Cevap: Bu metodun özelligi, mezhep imamlarından nakledilmis bulunan fıkhî çözümlerden hareketle usûl
kuralları olusturmaktır. Hanefiyye metodu olarak da isimlendirilmiştir.
16. Fukaha metoduyla yazılmış eserler nelerdir?
Cevap: a- Cassâs (ö.370), el-Fusûl fi’l-usûl
b- Debûsî (ö.430), Takvîmü’l-edille
c- Pezdevî (ö.482), el-Usûl
d- Serahsî (ö.483), el-Usûl
e- Semerkandî (ö.533), Mizânü’l-usûl fî netâici’l-ukûl
f- Abdulaziz Buhârî (ö.730), Kesfü’l-esrâr. Bu eser, Pezdevî’nin Usulü’nün serhidir.
g- Nesefî (ö.710), Menâru’l-envâr
h- bn Melek (ö.885), Serhu Menâri’l-envâr
17. Memzuc metodunun özelliği nedir?
Cevap: Hicri VII. Asırdan itibaren, Mütekellim ve Fukaha metodunu birlestiren yeni bir metot daha ortaya
çıkmıstır ki, bu metoda “memzûc meslek” dendigi gibi “müteahhirûn meslegi” veya “müteahhirûn metodu” da
denmektedir.
18. Memzuc metoduyla yazılmış eserler nelerdir?
Cevap: a- bnü’s-Saâtî (ö.694), Bedîu’n-nîzâm. Bu eser, yukarıda adı geçen Pezdevî’nin el-Usûl’ü ile Âmidî’nin
el-hkam adlı eserleri birlestirilerek yazılmıstır.
b- Sadrü’s-Serîa (ö.747), Tenkîhu’l-usûl. Bu eser, Pezdevî’nin el-Usûl’ü ile Râzî’nin el-Mahsul’ü ve bn Hâcib’in
el-Muhtasar’ını özetlenerek meydana getirilmistir. Bu eser daha sonra müellif tarafından et-Tavzîh adıyla serh
edilmis, bu serhe de Allâme Teftazânî et-Telvîh adıyla bir hasiye yazmıstır.
c- Tâcüddîn bnü’s-Sübkî (ö.771), Cem’ül-cevâmi’. Müellif bu eserini yaklasık yüz eserden
derledigini belirtmistir.
d- bnü’l-Hümâm, (ö.861), et-Tahrîr
e- Molla Hüsrev (ö.885), Mir’âtü’l-vusûl ilâ ilmi’l-usûl
f- Muhibullah b. Abdissekür (ö.1119), Müsellemü’s-sübût. Bu eser, et-tahrir adlı eserin kopyası olarak
degerlendirilmistir.
19. Sözlükte “rehber” ve “kılavuz” manasına gelir. Usulcülere göre, “üzerinde dogru düsünmek suretiyle
haber türünden istenen seye (matlûb-ı haberî) ulasmayı mümkün kılan seydir.” Bu tarif hangi terime
aittir? Cevap: Delil
20. Delilin çeşitleri nelerdir?
Cevap: 1. Naklî ve Aklî Deliller
2. Aslî ve Fer’î Deliller (İttifak Edilen ve htilaf Edilen Deliller)
21. Nakli ve akli delil nedir?
Cevap: Nakli delil; Naklî deliller, başkasının sözünü nakletmeye dayanan delillerdir. Bunların oluşmasında
müçtehidin herhangi bir katkısı yoktur. Bunlar Kitap, Sünnet, icmâ, örf, şer’u men kablenâ ve sahabî kavlidir.
Aklî deliller; oluşmasında müçtedin katkısı bulunan delillerdir. Bunlar kıyas, istihsan, istıshâb, mesâlih-i
mürsele ve sedd-i zerâi’dir.
22. Aslî ve Fer’î Deliller (İttifak Edilen ve htilaf Edilen Deliller) nelerdir?
Cevap: Aslî delil: Birinci derecede temel olan delil demektir. Bunlar, Kitap, sünnet, icmâ ve kıyastır
Fer’î veya talî delil: Yukarıdaki dört delile bağlı onlardan çıkarılmış ikinci derecede olan delil demektir. Bunlar
da istihsan, mesâlih-i mürsele, örf ve adet, sedd-i zerâi’, istıshab, sahabî kavli ve şer’u men kablenâ’dır
23. Delillerin tertip ve sırası nasıldır?
Cevap: 1. Kitap (Kur’an-ı Kerim)
2. Sünnet
3. İ cmâ
4. Kıyas
5. Diger Deliller
24. Delillerin sıralamasının dayanağı nedir?
Cevap: Hz. Peygamber’den ve sahabîlerden yapılan nakillerdir. Hz. Peygamber Muaz b. Cebel’i Yemen’e kâdî
olarak gönderirken ona sorusu ve aldığı cevap üzere hoşnutluğunu dile getirmesi (Bir mesele ile karşılaşırsam
Kitaba, sünnete bakar onlarda bulamazsam ictihad ederim demesi)
25. Kitap nasıl tarif edilir?
Cavap: lügat manası “mektup”tur. Fıkıh usûlü ilminde Kur’an’la eş anlamlıdır: “Kur’an, Arapça olarak Hz.
Peygamber’e indirilen, Mushaflarda yazılı, ondan tevatür yoluyla nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatihâ
Sûresiyle baslayıp Nâs Sûresiyle biten, beserin benzerini getirmekten aciz kaldıgı Allah kelamıdır.”
26. Kitabın özellikleri nelerdir?
Cevap: 1. Kur’an, metni ve manasıyla Allah kelamıdır.
2. Kur’an’ın tamamı Arapçadır
3. Kur’an muciz, yani beserin benzerini getirmekten aciz kaldıgı bir kitaptır.
4. Kur’an, nesilden nesile tevatür yoluyla nakledilmistir
27. Mütevatir olmayan kıraatin kaynak değeri nedir?
Cevap: Bu kıraata “şaz” kıraat denir, Kur’andan sayılamayacağında ittifak vardır, alimler delilden saymasa da
Hanefiler zanni delil kabul etmişlerdir. Yemin kefareti için 3 gün pes pese oruç tutmayı bu delile
dayandırmışlardır
28. Kur’an ne zaman Mushaf haline getirilmiştir?
Cevap: Hz. Ömer, Yemâme savasında çok sayıda hafızın şehit edilmesi sonrasında halife Hz. Ebu Bekir’e
giderek, Kur’anın Mushaf haline getirilmesini istemiştir, Sonra Zeyd bin sabit başkanlığında aralarında Hz.
Osman, Hz. Ali, Ubey b. Ka’b gibi güçlü hafızların bulundugu bir komisyon kurulmuştur.
29. Kur’an ne zaman çoğaltıldı ve hangi şehirlere gönderildi?
Cevap: Hz. Osman, zamanında mushaflardan birkaç nüsha yazıldı. Yazılan nüshalar, kıraati düzgün kisilerle
birlikte Mekke, Kûfe, Basra ve Dimesk’e gönderildi. Bir Mushaf da Medine’de bırakıldı.
30. Kur’anın ilk noktalama ve harekelnmesi ne zamn kim tarafından yapılmıştır?
Cevap: Emeviler döneminde Irak Emîri olan Ziyâd b. Ebîh, bu is için, kıraatte ehliyetiyle tanınan Ebu’l-Esved ed
Düelî’yi görevlendirdi.
31. Kur’anın ilk harekelendirilmesinden sonra görülen lüzum üzere tekrar harekeme ne zaman kim
tarafından oldu?
Cevap: Irak Emîri Haccâc b. Yusuf es-Sekafî zamanında meshur Arap edebiyatçılarından Nasr b. Âsım el- Leysî
ile Halil b. Ahmed’i bu is için görevlendirdi. Nasr b. Âsım noktalama islemini, Halil b. Ahmed ise harekeleme
islemini gerçeklestirdi.
32. Kur’anın kaynak değeri nedir?
Cevap: Birinci derece kaynaktır. Onda mevcut hükümlerle amel etmek farzdır. Aranan hüküm kendisinde
bulundugu sürece, onu bırakıp baska delil aramak caiz degildir
33. Kur’anda bulunan hükümleri kaç grupta toplamak mümkündür?
Cevap: 1. itikadî hükümler: insanın inanması gereken Allah’ın varlıgı, birligi, melekler, kitaplar, peygamberler
ve ahiretle ilgili hükümlerdir
2. Ahlâkî hükümler: insanın sahip olması gereken faziletler ve kaçınması gereken kötülüklerle ilgili
hükümlerdir
3. Amelî hükümler:
a. İbadet Hükümleri: namaz, oruç, hac, zekat, kurban, yemin, adak gibi
ibadetlerle ilgili hükümlerdir.
b. Muamelat Hükümleri: sosyal hayatın düzenlenmesine iliskin hükümlerdir.
Sözlesmeleri, tasarrufları, cinayetleri, cezaları vb.
34. Kur’anın hükümlere delaleti nasıldır?
Cevap: Kur’an’ın hükümlere delaleti kimi zaman kat’î, kimi zaman zannîdir.
35. Delaleti Kat’i ve delaleti zanni nedir?
Cevap: Delaleti kat’î: Eger lafız, yalnızca bir manaya delalet ediyor ve baska manaya delalet ihtimali
bulunmuyorsa, delaleti kat’i olur. Örnek: Miras, had cezaları ve keffâretlerle ilgili ayetlerde yer alan hâss
lafızlar bunun örneklerdir
Delaleti Zanni: Eğer lafız birden fazla manaya işaret ediyorsa ayetin delaleti zanni olur.
36. Kur’anın hükümleri açıklamakla alakalı istinbat kuralları nelerdir?
Cevap: a. Sâri’in emrettigi, yücelttigi, failini veya kendisini övdügü, failini veya kendisini sevdigini ifade ettigi,
mükafat vaat ettigi, dogru olarak nitelendirdigi veya üzerine yemin ettigi her fiil mesrûdur, aynı zamanda vacib
(farz) veya menduptur.
b. Allah’ın terk edilmesini istedigi, yerdigi, lanetledigi, failini hayvanlara veya seytanlara benzettigi, ceza ile
tehdit ettigi, rics veya fısk olarak nitelendirdigi her fiil gayrı mesrudur.
c. Allah’ın, helal kıldıgını, izin verdigini, kendisinden günahı, vebali, yükü veya sıkıntıyı kaldırdıgını bildirdigi
her fiil mubahtır
1. Fıkıhla ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
A) Fıkıh bir şeyi tam ve derinlemesine kavramaktır.
B) Fıkıh dinî amelî konularla ilgilenir.
C) Aklî ve duyusal konuları bilmek fıkıh tanımına girmez.
D) Fıkıh şer’î amelî hükümleri tafsilî delillerden çıkaran kurallar bütünüdür.
2. Aşağıdakilerden hangisi fıkıh usulünün konusunu teşkil eder?
A) Şer’î-amelî hükümlerin nasıl elde edileceğini göstermek.
B) Şer’î deliller ile şer’î hükümleri incelemek.
C) Mükellefin fiillerini ahlakî yönden incelemek.
D) Dinî amelî meselelerle ilgilenmek.
3. “Usulcülere göre ……., üzerinde doğru düşünmek suretiyle haber türünden istenen şeye (matlûb-ı
haberî) ulaşmayı mümkün kılan şeydir.”
Yukarıdaki ifadede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) Delil B) Mücmel C) Burhan D) Meşhur
4. Kitab’ın özellikleriyle ilgili olarak aşağıda verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
A) Metni ve manasıyla Allah kelamıdır.
B) Kur’an meali, Kur’an olarak isimlendirilemez.
C) Mütevatir olmayan kıraatin Kur’an’dan sayılmayacağı konusunda alimler arasında
görüş ayrılığı vardır.
D) Kur’an, beşerin benzerini getirmekten aciz kaldığı bir kitaptır.
5. Kur’an’ın kitap haline getirilmesiyle ilgili olarak aşağıda verilen bilgilerden hangisi
doğrudur.
A) Kur’an’ın kitap haline getirilmesini ilk olarak Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer’e teklif etmiştir.
B) Kur’an’ın kitap haline getirilmesinde, Cemel Vakası’nda çok sayıda hafızın şehit
edilmesi etkili olmuştur.
C) Mushaf haline getirilen Kur’an nüshası ilk olarak Hz. Hafsa’nın yanında korunmuştur.
D) Hz. Ebu Bekir, Kur’an’ın kitap haline getirilmesi görevini Zeyd b. Sâbit başkanlığında
bir komisyona vermiştir.
CEVAPLAR
1D. 2B. 3A. 4C. 5D
sultan5 beğendi.
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Medine-web 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Medineweb Görsel ve Slayt arşivi( kaybolmaması... Medineweb.net Videolar Medine-web 5 211 23 Eylül 2024 20:24
Mustafa İslamoğlu Sözler Medineweb.net Videolar Mihrinaz 2 393 30 Nisan 2023 16:51
Şirk Hakkında Kuran Ne Diyor? Medineweb.net Videolar Medine-web 0 264 29 Nisan 2023 18:52
DÜNYA KABE'NİN NERESİNDE Hacc-Umre-Kurban Medine-web 0 1106 27 Nisan 2020 21:40

Alt 13 Kasım 2013, 20:41   Mesaj No:2
Avatar Otomotik
Durumu:tayfun12 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 33781
Üyelik T.: 13 Kasım 2013
Arkadaşları:0
Cinsiyet:erkek
Memleket:samsun
Yaş:28
Mesaj: 2
Konular: 0
Beğenildi:1
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Fıkıh usulü 1. ünite çalışma soruları

mezhepler hakkında bilgi 1.ÜNİTE
FIKIH USULÜNÜN TARİFİ
Sözlük anlamı olarak fıkhın asılları/kökleri/dayanakları anlamına gelmektedir.
1- İslami İlimlerin Doğuş Sürecinde Fıkıh ve Fıkıh Usulüne Dair Özet Bilgiler:
İnançla ilgili esasların siste matize edilmesi Akâid/kelam ilminin konusudur.
Allah’ın mesajındaki ibadet, hukuk ve benzeri konularla, yani kişinin inancının günlük yaşayışına yansımalarıyla ilgili esasların siste matize edilmesi ise fıkıh ilminin konusudur. Buna göre, fıkıh ilminin konusunu, kişinin inancının günlük yaşayışına yansımalarına, yani şer’i ameli konulara dair esaslar/hükümler teşkil eder ki bu esaslar fıkhi hüküm diye isimlendirilmektedir.
İslam kültür tarihinde, fıkhi hükümlerin şer’i delillerinden/kaynaklarından doğru bir şekilde çıkartılabilmesi için uyulması gereken kuralları belirleyip inceleyen bir metodoloji bilimi de geliştirilmiştir ki bu bilimin ismi fıkıh usulüdür. İşte fıkıh usulü bilimi, fıkhi hükümlerin şer’i delillerden elde edilişine dair kaidelerden oluşan, bütünüyle bir metodoloji bilimidir.
2-Fıkıh Kavramı Hakkında Bilgiler:
Fıkıh kelimesi Arapça kökenli olup, sözlükte bir şeyi derinlemesine ve incelikleriyle bilip kavramak anlamına gelmektedir. Yani, derinliğine araştırılarak elde edilen bilgi, sahibi tarafından pratiğe de aktarılabiliyorsa, o zaman bu bilgi “fıkıh”, bilgi sahibi de “fakih” olarak isimlendirilir.
İslam’ın inanç esaslarına ilişkin bilgiler kelam ve Akâid; ahlaki esaslara ilişkin bilgiler de genellikle ahlak ve tasavvuf bilimleri kapsamında incelenmeye başlandı. Fıkıh kavramı da İslam’daki ibadet ile hukuk konularındaki bilgileri ifade için kullanılmıştır.
İslami bir terim olarak fıkıh, şer’i ameli konulara ilişkin Allah’ın mesajını Kur’an ve Sünnet referanslı olarak inceleyen bilim dalını ifade eder. Bu ilim dalında uzman olan kişiye “fakih” denir. Fıkıh, şer’i ameli konulara ilişkin hükümleri dayandıkları tafsılî delilleriyle bilmektir.
ك ام ا لا : Hükümler elde edilişleri açısından, aklî hükümler, hissî hükümler, şer’î hükümler gibi gruplara ayrılırlar. Nitekim “İki zıt bir arada bulunmaz” hükmü gibi, akıl yoluyla elde edilen hükümlere aklî hüküm denilirken; “Ateş yakıcıdır” hükmünde olduğu gibi, duyu organları vasıtasıyla elde edilen hükümlere hissî hükümler dinilir. Eğer hükümler şer’i kaynaklar vasıtasıyla elde ediliyorsa, bu tür hükümlere ise şer’i hükümler denilmektedir.
رع ية ال ش : akli ve hissî hükümler dışarıda bırakılmış ve yalnızca şer’i hükümlerin fıkıh ilminin konusunu teşkil ettiği belirlenmiştir.
ال عم ل ية : ibadetler ve hukuki konulara dair olan hükümler ameli hükümler kapsamındadır.
ت ن باط اس : Fıkhın tarifinde bu kelimenin tercih edilmesi, fakihin fıkhi hükümlere ulaşabilmesi için ince dikkat ve çok yoğun emek sarf ettiğini bildirmeye yöneliktir.
ال ت ف ص ي ل ية ادل تھا : Tafsılî delil kavramı, her bir fıkhi hükmün ilgili olduğu fıkhi meseleyle ilgili şer’î delil anlamındadır.
Buna göre fıkıh, şer’î ameli konulara dair hükümlerin tafsılî delillerinden istinbat edilmiş olarak bilinmesidir.
İmam Azam Ebu Hanife’ye göre İtikat, ahlak, ibadet ve hukuka dair konuların hepsi fıkhın kapsamındadır.
3- Fıkıh Usulünün Tarifi:
“Usulü fıkıh, müçtehidin (fakihin) şer’i ameli hükümleri tafsıli delillerinden çıkarabilmesine yarayan kurallar bütünüdür.”
4- Fıkıh Usulünün Konusu :
Buna göre fıkıh usulünün, şer’î deliller ve hükümleri konu alan bir ilim dalı olduğu ifade edilirken, şer’î delillerin fıkhi hükümlere kaynak oluş özellikleriyle ilgilendiği kastedilmektedir. Dolayısıyla fıkıh usulü ilminin konusu, tafsılî deliller ve tafsılî delillerden çıkartılan cüz’î hükümler değil, icmali ve külli hükümlerdir.
Başlıca şer’î deliller: nakli (sem’î) deliller – aklî deliller, icmali deliller – tafsıli deliller, kat’î deliller – zannî deliller, ittifak edilen deliller – ihtilaf edilen deliller, asli deliller – fer’i deliller, müspit deliller – muzhir deliller gibi sınıflara ayrılmıştır.
Naklî Deliller: Kitap yani Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin (s.a.v.) Sünnetinden ibarettir ve İslam hukuk kültüründe bunlar nass olarak isimlendirilmektedir.
Aklî Deliller: Nakli delillerle bağlantılı olmakla birlikte aklî muhakeme ve beşeri yorumun ağırlıkta olduğu, oluşmasında müçtehitlerin katkısı bulunan delillerdir.
Bu zihni faaliyetin en kapsamlısı hiç şüphesiz kıyastır. İstihsan, istıslah, istishab, sedd-i zerai ve örf gibi deliller de bu grupta yer alır. Aklî deliller üzerinde ittifak sağlanamadığından, genellikle ihtilaf edilen deliller grubundadır.
Şer’i deliller kapsamındaki delillerden her biri, bir bütün olarak anıldığında “icmali delil”, bunların her bir olaya ilişkin cüzleri anıldığında ise “tafsıli delil” terimi kullanılır.
Cüz’î hüküm – küllî hüküm kavramları : Buna göre cüz’î hüküm, mükelleflerin herhangi bir konudaki fillerine ilişkin şer’î ameli hükümdür.
İcmalî delillere dair genel mahiyetli bu kaide veya hükümlere küllî hüküm denilmektedir. Buna göre
küllî hüküm, her biri birçok cüz’înin (tikel) hükmünü kapsamına alan genel hükümdür.
İşte fıkıh ilminin konusunun şer’î deliller ve şer’î hükümler olduğu ifade edilirken, delil ifadesiyle tafsılî (cüz’î) deliller, hüküm ifadesiyle de cüz’î hükümler kastedilmekte; fıkıh usulünün konusunun da şer’î deliller ve şer’î hükümler olduğu ifade edilirken, şer’î delil ifadesiyle icmalî deliller, şer’î hüküm ifadesiyle de külli mahiyetli kaide ve hükümler kastedilmektedir.
Sübutu zannî, delaleti kat’î bir nassla emredilen bir davranışın en üst düzey hükmünün vacip olabilir.
2.ÜNİTE
1- Fıkıh Usulünün İslami İlimler İçindeki Yeri Ve Önemi: Fıkıh usulü ilminin, İslami ilimlerin hepsiyle yakından ilgisi bulunmakla birlikte, bu ilmin yakından ilgili olduğu veya verilerini kullandığı ilimler kapsamında, başta fıkıh olmak üzere, tefsir, hadis, kelam, Arap dili ve edebiyatı bilimleri sayılır. Ayrıca özellikle hukuk mantığı tahlilleri açısından fıkıh usulü ilminin faydalandığı ilimlerden biri de mantıktır.
2- Fıkıh Usulü İlminin Doğuşu : İslami ilimler içinde erken tedvin edilen ilimlerden birisidir. Fıkıh usulü ilmine dair bize kadar ulaşan ilk sistematik kitabın, İmam Şafii’nin “er-Risale” isimli eseridir.
3- Fıkıh Usulüne Dair Klasik Literatürün Metot Açısından Tanıtımı : Fıkıh usulü literatürünün yazımında takip edilen bu üç metot Şunlardır: a- Mütekellimin Metodu, b- Fukaha Metodu, c- Bu İki Metodu Mezceden Karma Metot.
Mütekellimin Metodu : Hanefi fakihlerce fazlaca önemsenmemiştir. Genellikle kelam alimi de olan fakihlerin yazdığı fıkıh usulü kitaplarının yazımında takip edilen metoda kelamcılar (mütekellimin) metodu denildiği gibi, İmam Şafii’nin er-Risale’si bu metotla yazılan ilk kitap olması ve sonrakilere de büyük ölçüde model teşkil etmesi sebebiyle, bu metoda Şafiiyye metodu da denilmiştir.
Fukaha Metodu : Hanefi fakihler tarafından geliştirilmiş olması sebebiyle Hanefiyye metodu diye de isimlendirilmiştir. Furu’a dair örneklerden fıkıh usulü kurallarına ulaşma hedeflendiğinden, bu metot tüme varım metodu olarak da tanıtılmaktadır.
Fukaha Metoduna Göre Yazılmış Usul Kitaplarından Bazıları :
1- Ebu’l-Berekât en- / Nesefî el-Menâr : Bu eser, Hanefi fıkıh kültüründe üzerine en fazla Şerh ve haşiye yazılan fıkıh usulü kitaplarından birisidir. Bu eser aynı zamanda Hanefi ekolüne göre eğitim verilen medreselerde en fazla okutulan fıkıh usulü kitaplarından birisidir.
Karma Metot : Bu alanda üçüncü bir metod da her iki metodun mezcedilip birleştirildiği karma (memzuc) metottur.
4- Fıkıh Usulü Kitaplarının Sistematiği Hakkında Genel Bilgiler
Bazı müellifler fıkıh usulü kitaplarında, bu ilmi oluşturan kaideleri dört ana başlık altında sistematize ederek işlemektedirler. Bu ana başlıklardan birincisi, Şer’î Hüküm; ikincisi, şer’î Hükmün Kaynağı (Hakim); üçüncüsü, Hükme Konu Olan Fiiller (el-Mahkum fih); dördüncüsü ise, Mükellef ve Ehliyeti (el-Mahkumu Aleyh) şeklindedir.
3.ÜNİTE
a-Şer’î Delil ve İslam Hukukunda Kaynak Kavramı : Bir terim olarak delil ise, sağlıklı bir zihinsel işlemde araştırılan hususa dair hüküm vermeye ulaştıran veya hükmün kanıtlanmasını sağlayan vasıtaya denir. Fıkıh literatüründe “şer’î delil” genel olarak, şer’î ameli bir hükme götüren şey diye tarif edilmektedir.
Kitap, yani Kur’an-ı Kerim ile Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Sünneti İslâm’ın temel kaynağıdır. Kitap veya Sünnet’ten bir senedi bulunması halinde icmâ da bu kaynaklar arasında yer almaktadır. Bu üç şer’î delil, söz konusu özellikleri sebebiyle asli delilleri oluştururken, bunların dışındakilere fer’î deliller denilmektedir.
Asli Deliller – Fer’î (Tâlî) Deliller: Esasen şer’î delillerin, müsbit (kendisiyle yeni bir hükmün sabit olduğu) deliller ve muzhir (kendisiyle yeni bir hüküm sabit olmayıp zaten var olan bir hükmün ortaya çıkmasına vesile olan) deliller şeklindeki tasnifi de bu tasnifle ilgilidir. Buna göre Kitap, Sünnet ve icmâ müsbit şer’î deliller iken, kıyas muzhir bir şer’î delildir.
Nakli Deliller – Aklî Deliller: Nakli delil, Kitap ve Sünnet’ten ibarettir. Bu iki delil aynı zamanda nass olarak da isimlendirilmektedir. Nakli delil bir kritere göre de, oluşumunda müçtehidin herhangi bir katkısı olmayan delildir.
Lafız veya mana bakımından doğrudan vahye dayanmayan veya diğer bir anlatımla, oluşumunda müçtehidin katkısı bulunan deliller ise aklî deliller olarak isimlendirilmektedir. Kıyas, istihsan ve ıstıslah gibi deliller aklî deliller kapsamındadır.
İttifak Edilen Deliller – İhtilaf Edilen Deliller: Kitap ve Sünnet ittifak edilmiş asli delillerdendir. Sahabe icması da ittifak edilmiş deliller arasındadır.
Kat’î Deliller – Zannî Deliller: Vahy-i metluv olarak da tanımlanan Kur’an-ı Kerim bize kadar mütevatir olarak ulaştığından, sübut bakımından bütünüyle kat’îdir.
Mütevatir olarak nakledilen hadisler sübut bakımından kat’îdir; ilm-i yakin ifade eder. Âhâd hadisler ise zannidir; yani zann ifade eder. Hanefilerin tasnifindeki meşhur hadis ise, kat’îye yakın bir konumdadır; tuma’ninet yani kalp mutmainliği ifade eder ki, bu da zannilik ile katilik arasında olup, katiliğe daha yakındır.
2-NAKLİ DELİLLER
A- KİTAP
a- Kitabın Tarif ve Özellikleri : Kur’an’ın orijinal Arapça nazm ve de manasının bir arada bulunmadığı metinler Kur’an-ı Kerim sayılmaz. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim’in başka dillerdeki meal ve tercümeleri Kur’an olarak isimlendirilemez.
c- Kitabın Hükümleri Açıklayış Üslubu ve Hükümlere Delaleti : Ayetlerin tamamının sübutları kat’î olduğundan, delaletleri de kat’î ise ve bağlayıcı bir şekilde hüküm bildiriyorsa, bu ayetlerle farz ve haram hükümleri sabit olur. Delaleti zannî olan ayetlerin bağlayıcılığı en üst düzey ise bunlarla da, vacib veya tahrimen mekruh hükümleri sabit olur.
B- SÜNNET
a- Sünnetin Tarifi ve Çeşitleri : Hanefi fakihlere göre ise, Sünnetin bir kısmı mütevatir, bir kısmı âhâd, bir kısmı da mütevatir ile âhâd arası (meşhur) bir seviyedeki hadîs rivayetleriyle bize kadar ulaşmıştır.
Sünnetle ilgili başka bir sınıflandırma ise, “Sünnetü’l-Hüdâ” ve “Sünnetü’z-Zevaid” şeklindeki ayırımdır. Bu ayırımın esası, Peygamber Efendimiz’den (s.a.s.) nakledilen söz, fiil ve takrirlerin, ibadet ve benzeri dînî boyutlu olup olmamasıdır. İbadet gibi dînî boyutlu olanlar “Sünnetü’l-Hüdâ” olarak vasıflandırılırken, günlük hayatın akışı içindeki davranışları (âdet-i seniyyeleri) ise, “Sünnetü’z-Zevaid” olarak vasıflandırılmıştır.
c- Sübut ve Delalet Açısından Sünnet Çeşitleri : Şafiiler başta olmak üzere bazı müçtehitlere göre âhâd hadisler, tahrim ve vücubiyet (farziyet) ifade edebilmektedir. Hanefilere göre âhâd hadislerle sabit olabilecek en üst düzey teklifi hüküm ise, vacib ve tahrimen mekruhtur.
Hanefilerce yapılan tasnifte delaletleri kat’î olan meşhur hadislerin bağlayıcılığı da en üst düzeyde ise, (Hanefilere göre) bunlarla farz ve haram seviyesinde hükümler sabit olabilir.
d- Âhâd Hadislerin Kaynak Değeri : Müçtehit imamların hepsi âhâd hadislerin hüküm istinbatında kullanılması gerektiği konusunda hem fikirdirler.
İmam Şafii, sıhhat şartlarını haiz, özellikle de senedi muttasıl olan âhâd hadislerin hüküm istinbatında kullanılacağını söylemiştir.
İmam Ahmed b. Hanbel, bu konuda İmam Şafii gibi düşünmekle birlikte, senedin muttasıl olması şartını aramamış, dolayısıyla mürsel hadislerinde hüküm istinbatında kullanılacağını kabul etmiştir.
İmam Malik ise, âhâd hadis konusunda amel-i ehl-i Medine’ye uygun olmasını şart koşmuştur.
Hanefiler ise, özellikle ravinin fakih olmasını ve rivayet ettiği hadise aykırı davranmaması gibi şartlar koşmuşlardır.
e- Mürsel Hadislerin Kaynak Değeri : Hadislerin senedinde ittisali (kopma olmamasını) temel şart olarak kabul eden Şafiiler, prensip olarak mürsel hadislerin hüküm istinbatında kullanılmayacağı görüşündedirler.
Buna göre İmam Şafii’nin yine mürsel hadisleri kabul etmediği anlaşılmaktadır.
Maliki ve Hanbeliler başta olmak üzere müçtehitlerin büyük çoğunluğu mürsel hadislerin hüküm istinbatında kullanılabileceğini kabul etmektedirler.
4.ÜNİTE
a-İcmâ : Şer’î delillerden üçüncüsü icmâdır. sözlük anlamı olarak, ittifak etmek, azmetmek, mutabakat etmek gibi anlamlara gelmektedir. Fıkhi bir terim olarak, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatından sonraki herhangi bir asırda, şer’î bir meselenin hükmü konusunda İslam müçtehitlerinin ittifak etmeleri anlamına gelmektedir.
Buna göre bir konudaki fikir birliğinin icmâ sayılabilmesi için, öncelikle fikir birliği edenlerin müçtehit olmaları ve de o asırda yaşayan müçtehitlerin bütününün fikir birliği içinde olmaları, müçtehitlerin İslam müçtehidi olmaları, fikir birliği edilen konunun şer’î bir meselenin (dînî) hükmü olması, bu fikir birliğinin Peygamber Efendimizin (s.a.s.) vefatından sonraki herhangi bir asırda olması şarttır. Bu beş şarttan birisinin bile bulunmaması halinde sağlanmış olan görüş birliği icmâ sayılmaz.
İcma meydana geliş şekline göre sarih icmâ ve sukûtî icmâ olmak üzere ikiye ayrılır. Herhangi bir zamanda dînî bir meselenin hükmü konusunda bütün müçtehitlerin görüşlerini teker teker açıklamasıyla oluşan fikir birliği sarih icmâ diye isimlendirmiştir. Bir veya birkaç müçtehidin görüş beyan etmesinden sonra, bu konudaki beyan edilen görüşe muttali olduktan sonra, o devirdeki diğer müçtehitlerin olumlu veya olumsuz bir görüş açıklamayıp, davranışlarıyla da muvafakat veya muhalefete işaret teşkil edecek belirti de göstermeksizin sessiz kalmaları şeklindeki tutuma, sukûtî icmâ denilmektedir. Bu tür bir ittifakın sukûtî icmâ sayılabilmesi için, görüş beyan etmeyen müçtehitlerin konuyla ilgili açıklanan görüşe muttali olmaları ve bu görüşleri inceleyebilecek kadar sürelerinin bulunması ve de görüş beyan etmelerini engelleyecek herhangi bir durumun (tehdit vb.) bulunmaması gerekmektedir.
İcmanın muteber olabilmesi için, icmâ ile ulaşılan hükmün, Kur’an-ı Kerim veya Peygamber Efendimizin (s.a.s.) sünnetinden bir dayanağı olması gerekir ki buna icmânın senedi denir.
İcmanın gerçekleşmiş sayılabilmesi için, icmâ edilen konuda görüş bildiren müçtehitlerin hepsinin ölene kadar görüşünde ısrar etmiş olmaları gerekir.
b-Kıyas : Şer’î delillerden dördüncüsü kıyastır. Sözlükte bir şeyi diğer bir şey ile ölçmek, çeşitli açılardan karşılaştırmak anlamına gelen kıyas, bir hukuk terimi olarak ise, hakkında nass bulunmayan bir fıkhi mesele hakkında, aralarındaki ortak illet sebebiyle hakkında nass bulunan meselenin hükmünü vermektir/sabit görmektir.
Aslın hükmünün dayandığı illetin akılla kavranabilir olduğu fıkhi konular “ta’lili” konular olarak isimlendirilirken, hükmün illetinin akılla kavranamadığı fıkhi konular ise, “taabbudi” konular olarak isimlendirilir.
Buna göre nasslarda belirtilen hükmün dayandığı illetin akılla kavranamadığı konularda kıyas yapılamaz.
Kıyas yapılabilecek fıkhi konular genellikle muamelatla ilgili konulardır.
Bütünüyle içtihadi bir faaliyet olan kıyas işlemi, nasslardaki hükümlere illet olmaya elverişli vasfın tespit edilip çıkartılması (tahricu’l-menat), illet olmaya elverişli gibi görünen başka vasıfların ayıklanması (tenkıhu’l-menat) ve bu illetin fer’de de bütünüyle mevcut olduğunu ortaya koyabilmek için yapılan içtihatlar (tahkiku’l-menat) sonucunda, asıl ile fer’in aslın hükmünün illeti konusunda eşit olduğu kanaatine varmalarıyla, aslın hükmünü fer’de de sabit görmeleri suretiyle yapılmaktadır/sonuçlandırılmaktadır.
Aslın hükmüne dayanak teşkil etmeye elverişli gibi görünen vasıfların ayıklanması kapsamında, illet, hikmet ve sebep kavramları arasındaki farkların bilinmesi konumuz açısından son derece önemlidir. Tariflerden de anlaşılacağı gibi bu kavramlardan en geniş kapsamlısı sebeptir.
Esasen kıyasla yeni bir hüküm sabit olmayıp, mevcut şer’î hükmün ortaya çıkartılması söz konusudur. Bundan dolayı, kıyas müsbit bir delil değil, muzhir bir delil olarak kabul edilmiştir.
İslam hukuk tarihinde fakihlerin büyük çoğunluğu kıyası muteber bir şer’î delil olarak kabul etmekle birlikte, Zahiriler ve bir kısım Şiiler başta olmak üzere bazı fakihler çeşitli gerekçelerden dolayı kıyası reddetmişlerdir.
5.ÜNİTE
İSTİHSAN VE İSTİSLAH
A- İSTİHSAN
1) Tarifi ve Kapsamı : İstihsan delili, taşıdığı mana itibariyle uygulaması sahabe döneminden beri var ise de, bu isim altında delil olarak ilk kullanan Ebu Hanife ve öğrencileri olmuştur.
Lugatda bir şeyi güzel görmek ve güzel bulmak anlamına gelmektedir.
Terim olarak, “Kolaylık için zorluğu terk etmektir.” Dinde de asıl olan budur.
2) İstihsanın Çeşitleri : istihsan altı çeşitdir:
a) Nas Sebebiyle İstihsan : Bir meselede hususi bir nas bulunuyor, bu nas yerleşik genel kuralın aksine bir hüküm ihtiva ediyorsa, bu çeşit bir istihsan ortaya çıkar. Orucun bozulması konusunda genel hüküm bir şey yenilip içildiğinde orucun bozulmasıdır. Ancak unutularak yenildiğinde orucun bozulmayacağına dair bir hadis bulunduğu için bu durum yerleşik kuraldan istisna edilmiştir.
b) İcma Sebebiyle İstihsan : Genel kurala aykırı olarak verilen bir hükümde müçtehidlerin ittifak edip ses çıkarmamalarıdır. Hamamlardan belli bir ücretle girilip isifade edilmesi bu çeşit istihsana bir örnek teşkil eder.
c) Örf Sebebiyle İstihsan : İnsanların yerleşik kurala aykırı düşen bir uygulamayı örf haline getirmeleri bu çeşit bir istihsan ortaya çıkarır. Taşınabilen menkul mallar vakfedildiğinde, ebedilik vasfını taşımadığı için genel hüküm olarak vakfına cevaz verilmemiştir. Ancak halkın kitap ve benzeri bazı malları vakfetmeyi örf haline getirdiğinden, istihsanen yani genel kurala aykırı olarak cevaz verilmiştir.
d) Maslahat Sebebiyle İstihsan : Bir maslahat, genel hükümden istisna yapmayı gerektiriyorsa bu çeşit bir istihsan şekli ortaya çıkar.
e) Zaruret Sebebiyle İstihsan : Kaçınılması mümkün olmayan zaruret halinde, genel kuralın terk edilip kolay olanın alınması zaruretle istihsandır. Yırtıcı kuşlar havadan gelip suyu kirlettikleri ve dolayısıyla onlardan kaçınma imkanı olmadığı için zaruretden dolayı necis sayılmamıştır.
f) Kapalı Kıyas Sebebiyle İstihsan : Bu çeşit istihsan, biri açık diğeri kapalı birbiri ile çatışan iki çeşit kıyasın olduğu meselelerdir.
3- İstihsanın Delil Değeri : Aslında istihsan, müctehidin bir hükmü daha kuvvetli bir delile dayandığı kanaatine vardığı bir başka hüküm sebebiyle terk etmesidir.
Bu bakımdan en çok Hanefi ve Malikilerin kullandığı istihsan delilini, Hanbelî ve Şafiiler de kullanmışlardır.
B- İSTİSLAH (MESALİH-İ MÜRSELE)
1) Tarifi ve Kapsamı : Maslahat, “bir yararı sağlama ve bir zararı defetme” anlamına gelmektedir. Nitekim “Def‟i mefasid celb-i menafi‟den evladır” (Mecelle, md. 30) şeklinde Mecelle‟nin başında bulunan küllî kaidelerin içinde yer almaktadır.
Dinî hükümler, kulların dünyevi ve uhrevi menfaatlerini sağlama, onları dünya ve ahrette zarardan koruma gayesiyle konmuştur. Ancak Kur‟an ve Sünnet‟te tüm olayların hükmü, özel olarak belirlenmediği, bazen icma ve kıyasta da çözüm bulunmadığı zaman, yeni meselelerin hükmü naslardan çıkarılan genel ilkelere göre verilir. İşte bu hükmü vermede esas alınan maslahata “mesalih-i mürsele”, bu yönteme de “istislah” denilmektedir.
İslam hukukunda maslahatlar üç kısımda değerlendirilir:
a) Muteber Maslahatlar : Bunlar, Şâri‟/Kanun koyucu‟nun meşru kılarak muteber saydığı ve buna açıkça belirttiği maslahatlardır. Din, Can, Akıl, Mal ve Irzın korunması, bütün hukukî sistemlerde kabul edilen maslahatlardır.
b) Mülgâ Maslahatlar : Kanun koyucunun sarih bir şekilde muteber sayılmayacağını açıkladığı ve geçersiz saydığı maslahatlardır. Bu hükümler tercih edilemeyeceği gibi, bunlara kıyas ta yapılamaz. Böyle hükümlerde ilk anda bir menfaat görülse de sonuçtaki zararı daha fazla olduğu için geçersiz sayılmıştır. Dolayısıyla faiz yoluyla malın arttırılması meşru bir yol olarak kabul edilmemiştir.
c) Mürsel Maslahatlar : İtibar ve ilgasına dair bir delil bulunmayan, alimlerin ictihadına bırakılmış maslahatlardır. Hz. Ebu Bekir‟in halifeliği döneminde Kur‟an‟ın bir kitapta toplanması gibi.
2) Mesalih-i Mürselenin Kaynak Değeri : Mesalih-i mürseleyi, daha çok Malikilerin kullandığı bilinmekdir. Fer‟î bir delil olarak özellikle İmam Malik kullanmıştır. Ondan sonra en çok kullanan ise Ahmed b. Hanbel‟dir.
İbadetler ile ilgili konularda maslahatın delil olarak kullanılamayacağı hususunda, mezhepler arasında ittifak vardır. Çünkü ibadetler, ictihad ve re‟yin cereyan etmediği, ancak vahiy yoluyla anlaşılabilecek hususlardır.
3) Mesalih-i Mürsele İle Hüküm Vermenin Şartları : Mesalih-i mürsele ile hüküm vermenin şartlarını şöyle özetleyebiliriz:
a) Maslahat, şer’î bir delil tarafından geçersiz sayılmamalı.
b) Maslahatın varlığından emin olunmalı.
c) Maslahat genel olmalı.
d) Maslahat mahiyet itibariyle ma’kul, yani anlaşılabilir olmalı.
e) Maslahat, zaruri bir esasın korunması veya bir güçlüğün kaldırılmasını temin etmeli.
Özet
İstihsan, nas, icma, maslahat, örf ve zaruret sebebiyle genel hükümden yapılan bir istisnadır.
6.ÜNİTE
A- ÖRF VE ADET
1) Tarifi ve Çeşitleri : Örf, toplumun çoğunluğunun benimseyip alışkanlık haline getirdiği, red ve inkar etmediği söz ve fiillerdir. Örfün Kısımları :
a- Ameli örf : İnsanların bir fiili adet haline getirmesidir ki, bazı alimler amelî örfü adet anlamında kullanmışlardır.
b- Kavlî örf : Bir kelimenin lugattaki manasının dışında, belli bir anlamda kullanılmasıdır.
c- Şer’î örf : Bir kelimenin hukukî olarak hususî bir manaya kullanılmasıdır: Salat, zekat, hac, abdest, namaz ve oruç gibi kelimeler böyledir.
Amelî ve sözlü örf bütün İslam ülkesinde yaygınlaşırsa bu genel örf olur. “Talak” kelimesinin boşanma karşılığı kullanılması gibi. Sadece bir ülkede veya bir beldede örf haline gelirse buna da hususi örf denilir. Ülkemizde “şart” kelimesinin boşanma karşılığı kullanılması gibi.
d- Sahih örf : Naslara muhalif olmayan muteber bir maslahata da engel teşkil etmeyen örftür.
e- Fasid örf : Naslara muhalif olan ve muteber maslahatın gerçekleşmesine mani olan örftür. Dinimizin haram kıldığı muamele şekilleri bu kısma girer. Bunların örf haline gelmesi onlara hiçbir zaman meşruiyet kazandırmaz
2- Örfün Geçerlilik Şartları
a) Yerleşik ve yaygın olması
b) Hükme dayanak olacak örfün daha önce mevcut olması
c) Örfün aksini ifade eden açık bir ifade beyanının bulunmaması
d) Örfün şerî naslara ve İslam hukukunun genel ilkelerine aykırı olmaması
3) Örfün Kaynak Değeri : Örf delili, klasik fıkıh usulü kitaplarında kaynaklar arasında yer almayıp, istihsan ve istislah delillerinin alt başlığı olarak işlevini yerine getirmiştir. Ancak daha sonra kaleme alınan eserlerde ise ferî kaynaklar arasında yerini almıştır.
Ancak İslam’ın genel hükümlerine aykırı olan örflerin meşru sayılması söz konusu olamaz.
B- İSTİSHAB
1) Tarifi ve Çeşitleri : İstishab, daha önceden varlığı bilinen bir durumun, aksine bir delil bulunmadıkça, varlığını koruduğuna hükmedilmelidir. İstishab delili, İslam hukukunun beş ana ilkesinden birisi olan, “Şek ile yakîn zâil olmaz” kaidesine dayanmaktadır.
İstishab, genelde üç kısımda değerlendirilir:
a) İbâhe-i Asliyye İstishabı : Haramlığına bir delil bulunmadığı sürece faydalı yiyecek ve gıda maddelerinden istifadenin caiz olmasıdır. Çünkü “Eşyada asıl olan mübahlıktır” ilkesinde alimler ittifak etmişlerdir.
b) Berâet-i Zimmet İstishabı: Bir kimsenin borçlu veya suçlu olduğuna dair bir delil bulunmadıkça, borçsuz ve suçsuz olduğuna hükmedilir.
c) Vasıf İstishabı: Hukuken varlığı kabul edilen bir hükmün sebebinin ortadan kalktığı ispat edilmediği sürece, sübutunun devamına hükmedilir.
2) İstishabın Delil Değeri : İstishab, yeni bir hüküm ortaya koymaz. Ancak daha önceden var olan bir hükmün varlığını koruduğunun tespitine istishab diyoruz. Bu bakımdan istishab, aslî ve ferî deliller için de istishabın en son baş vurulacak bir delil olduğu vurgulanmıştır.
Hanefiler, istishabı sadece red ve def konusunda, yani istihkakı men hususunda bir delil kabul ederler. Onlara göre istishab, bir hüccet-i dafia olup bir hükmü ispat hususunda delil değildir.
3) Mecelle’de İstishabla İlgili Külli Kaideler : Mecelle’nin başında yer alan külli kaideler içerisinde istishab deliline dayanan bazı ilkeler bulunmaktadır. Bunları şöylece sıralayabiliriz:
a) “Şek ile yakin zail olmaz”
b) “Bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır”
c) “Berâet-i zimmet asıldır”
d) “Sıfat-ı ârızada asıl olan ademdir”
e) “Bir zamanda sabit olan şeyin hilâfına delil olmadıkça bekâsıyla hükmolunur”
7.ÜNİTE
B- ŞERU’ MEN KABLENA (İSLÂM ÖNCESİ ŞERİATLAR)
İnsanlığa gönderilen son Peygamber Hz. Muhammed (sav)’den önceki peygamberler vasıtasıyla gönderdiği dinî hükümlere Şeru’ men kablena/İslâm öncesi şeriatlar diyoruz. iki kısma ayrılır:
1) Kur’an-ı Kerim’de ve Sünnet’te yer almayan hükümler: Bunların bağlayıcı olmadığı hususunda ittifak edilmiştir.
2) Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’te yer alan hükümler: Bu hükümler ise üç ayrı kısımda değerlendirilmektedir.
a) Kur’an ve Sünnet’te geçmekle birlikte bizden öncekilere mahsus olduğu ve bizim için geçerli olmadığı açık bir şekilde ifade edilen hükümlerdir.
b) Bizden öncekilere farz kılındığı halde, bizim için de geçerli olduğu Kur’an ve Sünnet’te açık bir şekilde ifade edilen hükümlerdir. Bu hükümlerin bizim için de geçerli ve bağlayıcı olduğu hususunda ihtilaf yoktur.
c) Kur’an ve Sünnet’te bizden öncekilere meşru olduğu belirtilen, ancak bizim hakkımızda hükmün devam ettiğine veya kaldırıldığına dair bir ifade yer almayan hükümlerdir.
C- SEDD-İ ZERÂİ’
1) Tarifi ve Çeşitleri : Sedd-i Zerâi’ ise, “mefsedete götüren yolların kapatılması” anlamına gelmektedir.
İslam, bir şeyi kötü ve zararlı görüp yasakladıktan sonra, ona götüren vasıta ve davranışları da yasaklar.
Bu açıdan kulun fiilleri şu şekilde değerlendirilir:
a) Mahiyeti itibariyle mefsedete, kötülüğe götüren fiiller: adam öldürme, zina, içki içme ve iftira gibi
b) Mahiyeti itibariyle mefsedet olmayan, ancak bazı durumlarda kötülüğe götüren fiiller: Asıl Sedd-i Zerâi’nin konusu olan bu fiillerdir, bunlar üç kısımda değerlendirilir.
1- Aslen caiz olmakla birlikte, nadiren kötülüğe yol açan fiiller: Üzümün sarhoşluk veren içki yapılmasında kullanılma ihtimalinden dolayı bağcılık ve üzüm satışı yasaklanamaz.
2- Kötülüğe ve harama yol açması kesin olan fiiller: Şarap imalatçısına üzüm satmak, kumarhane işletene iş yerini kiraya vermek gibi fiillerdir.
3- Kötülüğe ve harama yol açması muhtemel olan davranışlar: Faizli bir muamelede bulunmak için alış-verişin vesile olarak kullanılması ki, buna “Bey’u’l-İyne” denilmektedir.
2) Sedd-i Zerâi’nin Kaynak Değeri : Sedd-i Zerâi delilini bütün fakihler prensip olarak benimsemekle birlikte, uygulamada mezhebler arasında bazı farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Hanefi ve Şafiiler objektif delilleri ve şeklî şartları esas aldıkları için, kesin veya çok kuvvetli sebep-sonuç ilişkisi olmadan Sedd-i Zerâi ilkesini işletme cihetine gitmemişlerdir. Maliki ve Hanbeliler ise aksi görüşte olup, harama vesile olma ihtimali ortaya çıkınca, o fiili yasaklama cihetine gitmişlerdir. Bu delili bütün fakihler kabul etmekle birlikte, ilkenin yorum ve uygulamasında bazı farklı değerlendirmeler bulunmaktadır.
Özet : Sedd-i Zerai’, mefsedete götüren vesilelerin yasaklanıp, kötülüğe alet olmalarının önlenmesidir. Aslında helal ve caiz olan bir fiilin kötülüğe vasıta olmasından dolayı yasaklanmasıdır.
8.ÜNİTE
1) Zaruriyyât : Zaruriyyât, fert ve toplumun varlığını koruyabilmesi için ihtiyaç duyduğu değerlerdir. Zaruriyyât, fakihlerin ittifakıyla sırasıyla beş şeyin korunmasıdır. Dinin korunması, canın korunması, aklın korunması, neslin korunması ve malın korunmasıdır.
2) Hâciyyât : Hâciyyât, insanların yaşantılarını kolaylık içinde sıkıntıya düşmeden sürdürebilmeleri için muhtaç oldukları düzenlemelerdir. Bunların bulunmaması halinde hayat devam eder. Ancak sıkıntı, meşakkat ve zorluklarla karşılaşılır. Hasta ve yolcunun oruç tutmamalarına müsaade edilmiş, bazı hallerde abdest yerine teyemmüm meşru kılınmıştır.
3) Tahsiniyyât : Zaruriyyât ve Hâciyyât seviyesine ulaşamayan, fakat tezyin, kolaylık ve güzellik için olan şeylerdir. O halde Tahsiniyyât, güzel ahlak ve adetlere uygun düşen iyi ve faziletli olma gayesine yönelik olan davranışlardır. Genelde yapılması mendub olan ameller bu gruba girer.
Özet : Modern hukukta gaye problemi başlığı altında işlenen hukukun gayesi, İslam hukukunda makasıdu’ş-şeria’ adıyla ele alınıp değerlendirilmiştir.
9.ÜNİTE
A- NESİH
1) Tarifi : Lugatta izale etmek manasına gelir. Fıkıh usulünde ise şerî bir hükmü, kendisinden sonraki şerî bir delil ile kaldırmaktır. İlk hükme “Mensuh”, sonraki delile “Nâsih”, bu kaldırma işlemine de “Nesih” denilmektedir.
Kur’an’da Nesih vardır. Neshin en açık örneklerinden birisi, kıblenin değişmesidir. (Burada önceki hüküm tamamen kaldırıldığı için külli bir nesih vardır )
Nesih, ancak Hz. Peygamber hayatta iken yapılabilir. Onun vefatından sonra Kur’an ve Sünnet’te nesih olamaz.
2) Nesih ve Tahsis : İlk bakışta kısmî nesih ile tahsis aynı gibi gözükebilir. Çünkü tahsis, âmmın hükmünü, bazı fertlerden kaldırır. Kısmî nesihte de hüküm bir kısmından kaldırılmaktadır. Ancak aralarında önemli bir fark vardır.
Nesihte hüküm başta bütün fertleri içine alır. Sonradan nesh edici bir delille bazı fertlerden kaldırılır. Tahsiste ise hüküm başlangıçtan beri sadece âmmın bazı fertleriyle ilgilidir.
3) Neshin Çeşitleri
Nesih, bazen sarih ve açık olur. Bir hükmün kaldırıldığı açıkça belirtilir. Kabir ziyareti gibi..
Bazen de nesih dolaylı olur. Nesh olduğu açıkça belirtilmemekte birlikte, iki nas yan yana getirildiğinde bu durum açıkça anlaşılır. İddetin bir yıl olduğu dolaylı nesihe örnektir.
Nesih aslî hükümlerde olmaz. Ancak değişim kabul edebilen ferî hükümlerde olabilir.
B- TEÂRUZ VE TERCİH ( ÇELİŞKİ )
1) Tarifi
Teâruz, delillerden ikisinin görünüşte birbiriyle çelişkili bir hükmü ihtiva etmesidir. Aslında şerî deliller hiçbir zaman birbiriyle teâruz etmezler. Aralarında var gibi görülen zıtlık müctehidin nazarındadır ve görünüştedir.
Teâruz olabilmesi için iki delilin de aynı kuvvette olması şarttır. Kur’an’dan iki ayet veya Sünnet’ten iki hadis gibi. Bu durumda müctehid, iki nassın nüzûl veya vürûd tarihlerini araştırır. Tarihler tespit edilirse, sonraki ayet önceki ayeti neshetmiş olur.
2) Teâruzu Giderme Yolları
1- Kitap ile Sünnet arasında teâruz olsa, kitap tercih edilir.
2- İki Sünnet arasında teâruz bulunsa, meşhur Sünnet meşhur olmayana tercih edilir.
3- İki haber-i vahid arasında teâruz varsa, ravisi fakih olan, diğerine tercih olunur.
4- Naslar arasındaki teâruz olursa, geliş tarihleri araştırılır. Birisinin diğerinden önce olduğu tespit edilirse, sonraki öncekini nesheder.
5- Tercih: İki nassın geliş tarihleri tespit edilemezse, tercih metodlarına göre nasların birisi tercih edilir. Buna göre, muhkem müfessere; müfesser nassa veya zahire tercih edilir. Delâlet şekillerinden ibarenin delâleti, işaretin delâletine; işaretin delâleti, nassın delâletine ve iktizaya tercih edilir. Haram kılmaya delâlet eden nas, mübah kılmaya delâlet eden nassa tercih edilir. Çünkü haramdan uzak durmak, mübahı işlemekten daha üstündür.
6- Cem ve Tevfîk/Uzlaştırma: İki nastan birisini diğerine tercih edebilecek bir müreccih de yoksa, o zaman bu iki nas uzlaştırma yoluna gidilir.
7- Teâruz eden iki nas arasında uzlaştırma imkanı da olmazsa, o zaman müctehid bunları delil olarak kullanmaktan vaz geçer ve daha aşağı derecedeki başka delille istidlal eder. Teâruz iki ayet arasında ise bu durumda ayeti bırakıp Sünnetle istidlal edebilir.
C- İCTİHAD
1- İctihad ve Müctehidin Tarifi : İctihad, bir şeyi elde etmek için güç ve çaba harcamak anlamına gelen Arapça “cehd” kökünden gelmektedir. Istılahta ise, müctehidin şerî, amelî hükümleri muayyen delillerden elde etmek için bütün gücünü sarf etmesidir.
İçtihadın açılımını yapacak olursak karşımıza dört ana unsur çıkar:
1- Şerî bir meseleyi anlamaya çalışan kimsenin müctehid olması
2- Müctehidin meseleyi iyice kavramak için bütün gücünü harcaması.
3- Müctehidin bu gayreti, şerî ve amelî hükümleri anlamak için göstermesi
4- İctihadın, muayyen delillerden istınbat yoluyla, usul kaidelerine riayet edilerek yapılması. Buna göre bir meseleyi kitaplardan veya alimlerden sorarak öğrenmek ictihad değildir.
Müctehid ise, gerekli şartları taşıyan ve ictihad melekesine sahip olan kimsedir.
2- Müctehidde Bulunması Gereken Şartlar
a) Arapçayı Bilmek
b) Kur’an-ı Kerim’i Bilmek :
1- Ahkâmu’l-Kur’an : Ahkam ayetlerinin bir araya toplandığı özel kitaplardır. Cessâs’ın ve İbnu’l-Arabî’nin Ahkâmu’l-Kur’anları buna örnek olarak verilebilir
c) Sünnet’i Bilmek:
1- Kütüb-ü Sitte: Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve İbni Mâce adlı altı hadis kitabını kapsar.
d) İcma Edilen Hükümleri Bilmek : Çünkü icmaa aykırı ictihatta bulunmak caiz değildir.
e) Fıkıh Usulünü Bilmek
f) İctihada Fıtraten Kabiliyetli Olmak
g) İslam Hukuku’nun Ana Gayelerini (Makasıdü’ş-Şeria) Bilmek
h) İyi Niyetli ve Âdil Olmak
3) İctihadın Belli Bir zamanla Sınırlandırılması : Hicrî dördüncü asırdan itibaren ictihad kapısının kapandığını ileri süren fukahanın özellikle kendi dönemlerinde ictihadda büyük bir anarşi gördükleri için böyle bir kanaate vardıkları kaydedilmiştir.
Şatıbî’ye göre ise ictihad iki kısımdır: Birincisi kıyamete kadar devam edecek olan ictihaddır. Bu, üzerinde ittifak edilen illetin furu meselede aynen bulunup bulunmadığının belirlenmesi işlemini ifade eden Tahkîku’l-Menât’tır. Bu çeşit bir ictihadın her hâkim, müftü ve hatta mükellefte olması tabiidir. İkincisi ise Tenkîhu’l-Menât’tır ki, hükmün konulmasına esas olan vasfın ictihad yoluyla diğerlerinden ayıklanıp ortaya konulmasıdır. Bu ikinci çeşit ictihadın kesilme ihtimali bulunmaktadır.
4) İctihadın Alanı ve Hükmü : Hakkında kati ve sarih delil olan konularda yeniden ictihad yapılamaz. Namaz, oruç, hac ve zekatın farziyeti, hırsızlık ve zinanın haramlığı gibi.
İctihadlar, aynı derecede zannî deliller olduğundan, naslara muhalif olmadıkça, biriyle diğerini nakzetmek caiz olmaz. Bir müctehid bir başka müctehidin ictihadını nakzedemediği gibi, kendisinin evvelki ictihadını da nakzedemez. Yani geçersiz sayamaz.
Müctehid, verdiği hüküm ister isabetli isterse isabetsiz olsun, ictihadından dolayı sevab kazanır. Ancak isabet etmişse, gayretinden ve isabetinden dolayı iki sevab, isabet etmemişse sırf gayretinden dolayı bir sevab kazanır.
5) İctihadın Bölünmesi (Tecezzi) ve Şûra Tarzında İctihad : İctihadın tecezzi edebileceği, yani fakihin belli bir konuda ihtisaslaşıp ictihad yapabilmesidir. Mesela bir kimsenin mirasa dair olan bütün delilleri, ayetleri, hadisleri ve fakihlerin görüşlerini öğrenip o konuda görüş beyan edebilecek seviyeye gelmesidir.
10.ÜNİTE
EHLİYET
İslam dininde hukuk (fıkıh) insanların hem Allah‟la hem de birbirleriyle münasebetlerini tanzimi ihtiva eder.
Hukuki anlamda şahıs hak sahibi olabilen ve haklardan yararlanabilen varlık anlamını ifade eder. Çünkü haklar şahıslar için vardır. Zaten sahipsiz bir hak düşünülemez. Şahıslar da hakiki ve hükmü olmak üzere iki grupta değerlendirilir ve insan için hakiki şahıs ifadesi kullanılır.
Hakiki şahıs zimmet sahidir. Zimmet şahsın hak ve sorumluluklara salahiyetli olmasını ifade eder. Hak ve sorumluluklara salahiyetli olması keyfiyeti ise ehliyetle ilgilidir.
Ehliyetle ilgili kavramlar zimmet ve akıldır. Zimmet vücub ehliyetiyle, akıl ise eda ehliyetiyle ilgilidir
1. Vücub Ehliyeti: Vücub ehliyeti zimmet ile hâsıl olur. Zimmet insana özgüdür ve kişinin lehine ve aleyhine sabit olan hukuka salahiyetli olmasını ifade eder. Zimmetin başlangıcı canlı, hayat, hayatta olmak (hamileliğin tespiti), sonu ise ölümdür.
Vücub ehliyetinin kriteri canlı olmak (hayat) olduğu için eda ehliyetinin kriteri olan akılla irtibatı yoktur. Başka bir anlatımla vücub ehliyeti kişilerin akıllı veya deli olmasına göre değişkenlik göstermez.
1.1. Cenin Dönemi ( Hamilelikten Doğuma Kadar olan zaman ): İslam hukukunda cenin bir yönüyle annenin bir parçası olarak, diğer yönüyle ise müstakil bir hayata sahip kişi olarak değerlendirilir. Birinci yönüyle zimmet ve ehliyet sahibi kabul edilmezken, ikinci yönüyle aleyhine olmayan, lehine olan hususlarda haklara sahip ve ehil olmaktadır. Cenin vücup ehliyetine nakıs olarak haizdir. Mutlak zimmete sahip olması doğumdan itibarendir.
Cenin dönemindeki çocuğun dini ve cezai sorumluluğu yoktur. Ayrıca aleyhine olan haklarda mali sorumluluğu bulunmaz. Bununla beraber cenin irade beyanına ihtiyaç duyulmayan mali haklara sahiptir.
Ceninin anne karnından düşmesine sebep olan kişiler gurre denilen diyetle yükümlü tutulur.
1.2. Doğum ve Ölüm : Ceninin vücub ehliyeti nakıs olmasına karşın, sağ olarak doğduğu andan itibaren tam vücub ehliyetine haiz kabul edilir. Tam vücub ehliyetinin sona ermesi sadece ölümle meydana gelir.
İslam hukukuna göre ölüm takdiri, hükmi ve hakiki olmak üzere üç grupta değerlendirilir. Cenin hayatına takdiri hayat denildiği gibi herhangi bir sebeple uzuvları teşekkül etmiş bir ceninin ölü olarak düşmesi takdiri ölüm olarak isimlendirilir. Hükmi ölüm kayıp kimse (mefkud) hakkında hakim tarafından verilecek hükümle belirlenecek ölüm durumudur. İrtidat edip darı harbe iltihak eden hakkında verilen hüküm de aynı kategoride değerlendirilir. Hakiki ölüm ise bir kimsenin gerçekten vefat etmesi ile ortaya çıkan ölüm şeklidir.
2. Eda Ehliyeti : İslam hukuk usulünde eda ehliyeti insanın teklife mahal hale gelebilmesi ve yaptığı ha-reketlerinden dolayı sorumlu tutulabilmesini ifade eder. Sorumlu olmada da akıl ve irade en önemli unsurdur. Bu özelliğiyle akıl ve irade hem ahlaki hem de hukuki sorumluluğun kaynağını teşkil eder.
İslam hukuku açısından ehliyet hem Allah haklarında hem de insan (kul) haklarında geçerlidir. Bu özelliğiyle ehliyet üç grupta toplamak mümkündür:
a. İman ve ibadet ehliyeti: Farz, vacip, sünnet, müstehap, mubah gibi hükümler bu tür hükümlerle ilgilidir. Diğer bir yönüyle dini hükümler imana tabidir, şahit aranmaz, özür ve mazeret geçerlidir, azimet ve ruhsat dini hükümlerle ilgilidir ve en önemli özelliğiyle niyet esastır
b. Muamele ve tasarruf ehliyeti: İslam hukuk metodolojisinde zimmet kavramı ilzam ve iltizama salahiyetli olmayı ifade eder. Mali muamelelerde temel kural, insanın özgür oluşudur. Bu tür haklar kul hakları kapsamında mütalaa edilir.
c. Ceza ehliyeti: eşyada asıl olan mubah olmak, can, namus ve mallarda ise asıl olan haram olmaktır. Bu tür haklar kaynağını insan olmaktan alır ve bu haklar Allah‟ın bir lütfu olarak değerlendirilir. Dünyevi cezaların bir kısmı malla, bir kısmı ise bedenle ilgilidir. Mali cezalar kişinin akıl ve iradesine bağlı değildir. Bedeni cezaya ehil olması için ise akıl ve buluğ şartı gerekir.
2.1. Temyiz öncesi dönem : Temyiz öncesi dönem çocuğun sağ olarak doğmasından temyiz dönemine kadar olan süreyi tanımlar. Bazı hadislerden istidlalle temyiz dönemi genellikle yedi yaş olarak belirlenir. Bu dönem gayri mümeyyiz çocuk olarak isimlendirilir.
Gayri mümeyyiz çocuğun Allah haklarında başkası tarafından eda edilebilen haklar velisi tarafından ifa edilir. Başkası tarafından ifa edilemeyen ibadetlerde ise dini bir mükellefiyeti bulunmaz.
Gayri mümeyyiz çocuk bedeni cezaya mahkum edilmez. Yalnız başkasının malına ve canına verdiği zararlar tazmin edilir.
2.2. Temyiz Dönemi : Eda ehliyetinin kriteri akıldır. Mali yükümlülükleri gayri mümeyyiz çocuk gibidir. Mali tasarrufları ise üç kategoride değerlendirilir :
1- Lehine olan haklarda, velisinin izin ve onayına ihtiyaç duyulmadan asaleten tasarruf yetkisine sahiptir.
2- Aleyhine olan haklarda, çocuğun asaleten tasarruf yetkisi yoktur. Velinin izni ve onay yetkisi de yoktur. Hatta niyabeten kanuni temsilcinin de yetkisi yoktur.
3- Fayda ve zararı muhtemel olan haklarda, çocuğun bizzat kendisinin tasarruf yetkisi yoktur. Bu durumda velisinin icazetine ve onayına mevkufen geçerli olur.
2.3. Buluğ ve Rüşd Dönemi : İnsan buluğla birlikte akıllı kabul edilir ve dini mükellefiyet, mali muamele ve tasarruf yetkisi ile cezai sorumluluğa sahip olur. Akit ve mali tasarrufları geçerlidir.
Buluğa eren kişi reşid değilse, sadece mali tasarruflarda eksik eda ehliyetine sahiptir.
Ebu Hanife‟ye göre sefih birisi yirmi beş yaşından itibaren reşid kabul edilir. Diğer mezheplerde yaş sınırı yoktur.
3. Eda ehliyetini kaldıran ve daraltan sebepler : Vücub ehliyetinin sona ermesi ölümle, eda ehliyetinin sona ermesi veya sakatlanması ise akıl ve iradeyle ilgilidir. Temyiz kabiliyeti olmayan birisinin akıl ve rüşdünden bahsetmek zaten mümkün değildir. Buna göre aklı olmayanın da rüşdünden bahsedilemez.
Semavi arızalar başlıca on çeşit olarak mütalaa edilir: Cünun, sıgar, nisyan, nevm, iğma, kölelik, hayz, nifas, hastalık ve ölüm.
Mükteseb arızalar ise yedi çeşit olarak mütalaa edilir: Cehl, sükr, hezl, sefeh, sefer, hata ve ikrah.
Bunlardan ölüm, hem eda hem de vücub ehliyetini sona erdirir.
3.1. Semavi arızalar : Semavi arızalar insanın kesb ve ihtiyarının bulunmadığı arızaları ifade eder. Biz burada en önemlilerini anlatmak istiyoruz.
a. Delilik (Cünun): Delilik, cinnet kavramıyla ifade edilir. Fıkıh kitaplarında delilik, ehliyet arızalarının en önemlisini oluşturur. Delilik, kişiyi akıl gücünden mahrum bırakmasının ötesinde temyiz gücünden de mahrum bırakır. Temyiz gücünden mahrum olduğu için hukuken gayri mümeyyiz çocuk gibidir. Hatta gayri mümeyyiz çocuktan daha alt kategoride değerlendirilir.
b. Bunama (Ateh): Bunama akıldaki idrak ve anlama noksanlığıdır, akıl zaafıdır. Çoğu zaman mümeyyiz çocuk hükmünde değerlendirilir.
Hukuki muamele ehliyeti mümeyyiz çocuk gibi eksik eda ehliyetlidir. Lehine olanlar geçerli, aleyhine olanlar geçersiz, muhtemel olanlar izin ve onaya bağlıdır. Bedeni cezaya ehil olmamakla birlikte, mali cezaya ehildir.
c. Baygınlık (İğma): Eda ehliyetini geçici bir süre kaldırır. Baygınlık halinde eda edilemeyen ibadetler kaza edilir. Fakat günahkâr olmaz. Hukuka aykırı fiilleri mali cezayı gerektirir.
d. Uyku (Nevm): Baygınlık arizi bir durum, uyku ise asli bir durumdur. Uyku zimmeti ihlal etmez ve vücub ehliyetine münafi değildir. ibadetler kaza edilir. Kaza etmesinden dolayı kişi günahkâr olmaz. Zira uyku özür kabul edilir. Uyuyan kişinin bedeni ceza ehliyeti olmamakla beraber, mali ceza ehliyeti (tazmin) sorumluluğu vardır.
e. Unutma (Nisyan): “kişiyi mükellef tutulduğu şeyi hatırlamaz veya ibadetini hakkıyla yapamaz hale sokan arizi bir hal” şeklinde tanımlanır. Unutma vücub ehliyetine münafi değildir. Uhrevi hüküm olarak, ibadetin edasında mazerettir. Sorguya çekilmez. Çünkü dinde sıkıntıyı gidermek ve rahmet esastır. Kul haklarında ise özür değildir.
3.2. Mükteseb arızalar : Bunlardan akılla ilgili olanlar temyiz ve rüşddür. İradeyle ilgili olanlar ise kast, ihtiyar ve rızadır.
a. Cehalet: Cehl kişinin inanç, söz ve davranışları konusundaki bilgisizliği ifade eder. Cehalet ise kendi dışında kalan durumlara ilişkin bilinmezlik demektir. Cehl insanın vasfı, cehalet ise varlık ve olayların vasfıdır. Cehl ve cehaletin akli yetenekle ilgisi olmadığı için, kişinin akıl ve temyiz yeteneği tamdır.
Bilgisizlik akli kabiliyet ve yeteneklerle ilgili değildir. Ehliyeti daraltmaz ve ortadan kaldırmaz.
b. Sarhoşluk (Sükr): Genel olarak sarhoşluk aklı izale etmez, ta‟til eder. Sonuç olarak sarhoşlukta temyiz yitirilir. sarhoşluk, semavî olmayan arızalardandır.
c. Sefeh: sefeh iyilik ve ihsan gibi asılda meşru ve övgüye layık olsa bile, sonuçları itibariyle şer‟e ve akla muhalif iş işlemektir.
Mecellede sefeh şu şekilde tarif edilir. “Malını beyhude yere sarf ve mesarifinde tebzir ve israf ile izaa ve itlaf etmektir. Bu hal ile muttasıf olan kimseye sefih denilir.
Sefih insan akil ve baliğdir, tam ehliyetlidir ve hitab ehliyetine sahiptir. Sefeh hali ehliyeti ortadan kaldırmaz. İbadetlerle mükelleftir. Hukuki tasarrufları lehine olanlar geçerli, aleyhine olanlar geçersiz, muhtemel olanlar izin ve onaya bağlıdır. Cezai sorumluluğa sahiptir
d. Hata: isteğinden farklı söz söylemesi, fiil işlemesi ve fiilin isteğe aykırı meydana gelmesidir. Gerek vücup ehliyetine gerek eda ehliyetine münafi değildir. Allah haklarında hata özür kabul edilir. Kul haklarında ise hata özür kabul edilmez.
e. Şaka (Hezl): ciddiyetin zıddıdır. Şaka gerek vücub ehliyetine gerek eda ehliyetine münafi olmaz.
İslam kültüründe iman, nikâh, talak, köle azadı, yemin ve kısastan afta şaka, gerçek beyan gibi kabul edilmiştir.
f. Zorlama (İkrah): başkası vasıtasıyla meydana gelen irade engelinin tipik örneğini ikrah oluşturur. İkrah vücub ehliyetini ve eda ehliyetini yok etmez. Başka bir anlatımla ikrah akıl ve temyiz yeteneğine zarar vermez.
11.ÜNİTE
1- Şer’î Hükmün Tarifi ve Tarifin Açıklanması
a- Şer’î Hükmün Tarifi : Hükümler elde edilişleri açısından, aklî hükümler, hissî hükümler, şer’î hükümler gibi gruplara ayrılırlar.
Yukarıda sayılan hüküm çeşitlerinden akli ve hissî hükümler dışarıda bırakılmış ve yalnızca şer’i hükümlerin fıkıh ilminin konusunu teşkil ettiği belirlenmiştir.
Hanefi yöntemini kabul eden alimler şer’î hükmü şöyle tarif etmektedirler:
“Şer’î hüküm, mükelleflerin fiillerine ilişkin Cenab-ı Allah’ın iktiza, tahyir ve vaz’ mahiyetli hitabının sonucudur (gereğidir)”. (Buna göre şer’î hüküm, Cenab-ı Allah’ın söz konusu hitabına göre mükelleflerin fiilleri hakkında yapılan vasıflandırmadır.)
Şafiyye yöntemini kabul eden alimlerin şer’î hüküm tarifleri ise söyledir:
“Şer’î hüküm, mükelleflerin fiillerine ilişkin Cenab-ı Allah’ın iktiza, tahyir ve vaz’ mahiyetli hitabıdır.” (Buna göre şer’î hüküm, mükelleflerin fiillerine ilişkin Cenab-ı Allah’ın söz konusu hitabının bizzat kendisidir.)
b- Şer’î Hüküm Tarifinin Açıklanması
Şer’î hükmün mahiyetinin ve de kapsamının anlaşılabilmesi için öncelikle tarifte yer alan temel unsurlardan “iktiza”, “tahyir” ve “vaz’” kavramlarının açıklanması gerekmektedir.
İktiza: Cenab-ı Allah’ın biz den bazı şeyleri yapmamızı, bazı şeylerden ise uzak durmamızı istemesidir. Cenab-ı Allah’ın bizlerden yerine getirmemizi istemesi, fıkıh usulü kültürümüzde “talep”, uzak durmamızı istemesi ise “keff” (el uzatmamak/el çekmek) kavramlarıyla ifade edilmektedir.
Tahyir: Bu kelimenin Türkçedeki karşılığı, bir şeyi yapıp yapmamakta serbest bırakmaktır. Nasslarda Cenab-ı Allah’ın bizleri yapıp yapmamakta serbest bıraktığı davranışlar tahyir kavramı kapsamındadır.
Vaz’: Nasslarda, Cenab-ı Allah’ın konumlandırmasıyla bir şeyin başka bir şey için şart, sebep ve mani teşkil etmesini ifade etmek için kullanılmaktadır.
İslam alimlerinin çoğunluğun görüşünü göre, tarifte yer alan “iktiza” ve “tahyir” unsurlarının kapsamına giren hükümler “teklifî hüküm” olarak isimlendirilirken, vaz’ unsurunun kapsamındakiler ise “vaz’î hüküm” olarak isimlendirilmektedir.
Böylece genel kabul görmüş anlayışa göre şer’î hükmün, teklifi hüküm ve vaz’î hüküm olmak üzere ikiye ayrıldığı görülmektedir.
2- Şer’î Hükmün Kısımları Hakkında Genel Bilgiler
Buna göre Cenab-ı Allah’ın hitabındaki yapmamızı istediği davranışlar (talep) ile uzak durmamızı istediği davranışlar (keff) ve bir de yapıp yapmamakta serbest bıraktığı (tahyir) davranışlara ilişkin vasıflandırmalar, teklifî hüküm kapsamındaki hükümlere girerken; bir şeyin bir başka şey için şart, sebep ve mani teşkil etmesine dair vasıflandırmalar ise, vazî hüküm kapsamına girmektedir.
Hanefi alimlerin görüşüne göre teklifi hükümler göre sekiz gruba ayrılırken; Şafiiye ekolü de diyebileceğimiz alimlerdir ki bunlara göre teklifi hükümler, toplam beş gruba ayrılır.
Hanefilere Göre Teklifi Hüküm ve Kısımları Hakkında Genel Bilgiler
Teklifi hüküm, “Şariin yapılmasını veya uzak durulmasını istemesi ya da yapıp yapmama konusunda serbest bırakmasına göre mükelleflerin davranışlarına bağlanan şer’î vasıftır”.
Hanefilere göre teklifi hükümler; a- Farz, b- Vacib, c- Müekked Sünnet, d- Gayri Müekked Sünnet, e- Mübah, f- Haram, g- Tahrimen Mekruh, h- Tenzihen Mekruh, olmak üzere başlıca sekiz gruba ayırılır.
Bu hükümlerden Cenab-ı Hakk’ın yapmamızı istedikleri önem derecesine göre olmak üzere, a- Farz, b- Vacip, c- Müekked Sünnet, d- Gayri Müekked Sünnet, şeklindedir ki bunlara genel bir isimlendirme olmak üzere Hanefi fıkıh usulü kültüründe, “me’murun bih” de denilmektedir. Müstahab ve mendub da gayri müekked sünnet kapsamındadır.
Şafiiye Ekolüne Göre Teklifi Hüküm ve Kısımları Hakkında Genel Bilgiler
Şafiiye yöntemini benimseyen alimler teklifi hükmü, “Şariin mükelleften bir davranışı yapmasını veya uzak durmasını istemesi, ya da yapıp yapmamada serbest bırakmasıdır” şeklinde tarif etmişler ve bu hükümleri de:
a- Îcab, b- Nedb, c- Tahrim,d- Kerahet, e- İbahe, ….olmak üzere beş gruba ayırmışlardır
Buna göre;
1- Şariin bizden bir davranışı kesin ve bağlayıcı tarzda yapmamızı istemesi “îcab”; yapılması istenen davranış ise “vacib”dir.
2- Şariin bizden bir davranışı kesin ve bağlayıcı olmayan bir derecede istemesi “nedb”; yapılması istenen davranış ise “mendub”dur.
3- Şariin bizden bir davranışdan uzak durmamızı kesin ve bağlayıcı tarzda istemesi “tahrim”; uzak durmamamız gereken davranış ise “haram”dır.
4- Şariin bizden bir davranışdan uzak durmamızı kesin ve bağlayıcı olmayan bir tarzda istemesi “kerahet”; uzak durmamız gereken davranış ise “mekruh”tur.
5- Şariin, mükellefi bir davranış konusunda yapıp yapmamakta serbest bırakması “ibaha”; yapıp yapmamakta serbest bırakılan davranış ise “mübah”tır.
Hanefilere Göre Farz = Vacip Şafilere Göre
Hanefilere Göre Vacip = Mendub Şafilere Göre
Hanefilere Göre Vaz’î Hükmün Tarifi
Vaz’î hüküm; Cenab-ı Hakk’ın iradesiyle bir şeyin bir başka şey için rükün, şart, sebep veya mani teşkil etmesidir. Hanefilere göre vaz’i hükümler başlıca şunlardır:
a- Rükün, b- Şart, c-Sebep, d- Mani.
Şariin belirlediği rükün ve şartlara uyulup uyulmamasına göre mükelleflerin fiilleri meşru olup olmaması açısından vasıflandırılmaktadır.
Bu açıdan yapılan vasıflandırmalara göre mükelleflerin fiilleri, münakid, sahih, fasid ve batıl gibi kısımlara ayrılmaktadır.
Şafiiye Ekolüne Mensup Alimlere Göre Vaz’î Hükmün Tarifi
Vaz’î hüküm; Şariin bir şeyi bir başka şey için şart, sebep ve mani kılmasıdır. Şafiiye ekolüne mensup alimlere göre vaz’î hükümler başlıca şunlardır: a- Şart, b- Sebep, c- Mani.
Azimet ve Ruhsat Kavramları
Fıkıh kültüründe genel mahiyetli hükümlere azimet, istisnai mahiyetli geçici hükümlere ise ruhsat denilmektedir.
12.ÜNİTE
TEKLİFİ HÜKÜMLER
Azimet ve Ruhsat Kavramlarına Dair Ön Bilgilendirme :
a- Azimet : Normal şartlarda her bir mükellef için genel tarzda konulmuş hükümler,
b- Ruhsat : Zorluk ve sıkıntılı durumlarda kolaylık ve hafifletme olmak üzere istisnai olarak konulan geçici hükümler
2- Vacib : Hanefi fıkıh usulü kültüründeki teknik tarifiyle vacib, “Sübutu kat’î delaleti zannî veya sübutu zannî delaleti kat’î olan bağlayıcı bir nassla sabit dînî hükümdür”.
Delaleti zannî olan bir ayetle vacib seviyesinde bir hüküm sabit olabilir. delaleti kat’î düzeyde olan âhâd hadislerle vacib seviyesinde bir hüküm sabit olabilir.
Farzdan farklı olarak, sabit olduğu nakli delildeki zannilik sebebiyle vacib hükmü verilen bir mükellefiyeti inkar eden kimsenin dinden çıktığına hükmedilmez; ama böyle bir kimsenin fasık bir bidatkar/günahkar olduğu kabul edilir
3- Sünnet
a- Sünneti müekkede : sünnetü’l-hüdâ da denilmektedir. Farz namazları cemaatle kılmak, ezan okumak, abdest alırken ağzı yıkamak gibi davranışlar müekked sünnet örnekleridir.
b- Sünneti Gayr-ı Müekkede : Gayr-ı müekked sünnet” veya “mendub” denildiği gibi, “müstehab” da denilmektedir. Bu tür sünnetleri yapanlar sevap kazanır, özürsüz olarak yapmayanlar kınanmaz.
Farz namazlardan önce ve sonra kılınan sünnet namazlara, “revatib sünnet” de denilmektedir.
4- Haram : Haram olan şeyleri haram olduğunu bilerek işleyenler günahkar olurken, bunların haramlığını bildiği halde inkar edenlerin ise dinden çıktığına hükmedilir. Haramlardan uzak durmak farzdır. Buna göre Allahın haram kıldığı bir işten uzak duran insan, bu işin günahından korunduğu gibi, aynı zamanda bir farz işlemiş olmakla Allah’ı memnun eder.
5- Mekruh
a-Tahrimen Mekruh : Tahrimen mekruh harama yakın seviyedeki bir mekruhtur. Bu tür mekruh davranışları işlemek günahtır. Esasen tahrimen mekruh, dayandığı delillerin seviyesi bakımından vacibin karşılığıdır. Nitekim vaciplerin özürsüz olarak terk edilmesi de tahrimen mekruhtur. Yani diğer bir anlatımla, tahrimen mekruh olan davranışlardan uzak durmak vaciptir.
b- Tenzihen Mekruh : Tenzihen mekruh yapılması halinde Allah’ın memnun olmayacağı durumları ifade eden kavramlardan birisi olup, ama bu memnuniyetsizliğin haram veya tahrimen mekruh seviyesine ulaşmadığı davranışların dînî hükmüdür. haram ile helal arasındaki derecelendirmede, helale daha yakındır.
13.ÜNİTE
II. VAZ’İ HÜKÜMLER
Buna göre, şer’i hükmün diğer bir grubunu oluşturan vaz’i hüküm bir fıkıh terimi olarak şöyle tarif edilmektedir: Vaz’i hüküm, teklifi hükümlerle ilgili olarak Cenab-ı Hakk’ın iradesiyle bir şeyin bir başka şey için şart, rükün, sebep veya mani teşkil etmesidir.
1-Rükün : Fıkhi bir terim olarak rükün ise, bir şeyin varlığı bütünüyle kendi varlığına bağlı olan ve onun yapısından bir parça teşkil eden unsurdur. Mesela, tarafların irade beyanları (icap ve kabul) hukuki sözleşmelerin rüknüdür.
Rükün ve rüknü tamamlayan şartlara Hanefiler inikad/kuruluş şartları demektedirler.
2- Şart : Şart, bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı olmakla beraber, onun varlığından bir parça teşkil etmeyen iş veya vasıftır. Mesela namaz için abdest bir şarttır
3-Sebep : Sebep, Cenab-ı Allah’ın belirlemesiyle, bir şeyin varlığının bir hükmün varlığına ve yokluğunun da o hükmün yokluğuna alamet teşkil etmesidir. Mesela Ramazan ayının girmesi, mükellefler açısından, oruç tutmanın farz olması için bir sebeptir. Aynı şekilde vaktin girmesi de, o vaktin namazını kılmanın farz olması için bir sebeptir.
4-Mani : Fıkhi bir terim olarak mani, varlığı halinde sebebin gerçekleşmemesi sonucunu doğuran durumdur. Mesela aralarında yakın kan akrabalığı bulunmayan bay ve bayanın, sütkardeşi olmaları, bunların evlenmelerine manidir.
5- Sahih, Fasid, İnikad ve Batıl Kavramları
Teklifi hüküm kapsamındaki fiil ve davranışlar, kendileri için öngörülen vaz’i hükümlere uygun olarak yapılıp yapılmamasına göre, sahih – fasid – batıl şeklinde bir nitelendirmeye tabi olur.
Gerek ibadet gerekse hukuki işlemler olsun, öngörülen vaz’i hükümlere bütünüyle uygun olarak meydana gelmişse, sahih olarak nitelendirilir.
Rükün veya inikad şartlarının bulunmaması halinde ise, Allah’ın belirlediği esaslara aykırı olduğundan batıldır.
Sıhhat şartlarının bulunmaması halinde ise, işin asli unsurları itibarıyla Allah’ın belirlediği esaslara uygun olmakla birlikte, bazı eksiklikleri de bulunmaktadır. Ancak bu eksiklikler o hukuki işlemin bütünüyle Allah’ın rızasına aykırı olmasını gerektirecek ölçüde değildir. Böyle bir işlem fasid olarak nitelendirilir.
14.ÜNİTE
ŞER’Î HÜKME KONU OLAN DAVRANIŞLAR
(el-Mahkum Fih)
1- Mahkum Fih Kavramı Hakkında Genel Bilgiler : fıkıh ilmi, kulun Allah ile olan ilişkilerinin ameli boyutu olan ibadetler ile kullar arası ilişkileri düzenleyen hukuk konularını inceler.
“İnsan hayatındaki her durum ve davranışla ilgili fıkhi bir hüküm söz konusudur.”
2- Dinen Mükellef Olduğumuz Davranışlara Dair Genel Şartlar : İslam hukukuna göre bir kişinin, her hangi bir fiille mükellef tutulabilmesi için, a- Fiilin mükellef tarafından gerektiği ölçüde bilinmesi, b- Mükellefin fiili yerine getirmeye güç yetirebilmesi, şarttır.
a- Mükellefiyetlerin yeterince bilinebilir olması: Bir kimse, dinen mükellef olduğu konuyu gerektiği ölçüde bilmeden onu yerine getirmesi mümkün olmaz.
Fakihler, İslam toplumundaki insanların şer’î hükümleri bilmemesinin fıkhen mazeret teşkil etmeyeceği görüşündedirler.
b- Mükellefiyetlerin insanın güç yetirebileceği konular olması: Zira mükellefin gücü yetiremeyeceği konularla sorumlu tutulmaması temel bir dînî ilkedir. Yani kişiler ancak güç yetirebilecekleri davranışlardan sorumlu olabilirler.
3- Dinen Mükellef Olduğumuz Davranışların Kısımları
Bu sınıflandırmayla ilgili bilgi vermeden önce hak kavramı hakkında çok kısa bir tanıtım yapılması uygun olacaktır.
a- Hak ve Hukuk Kavramları : Hukuki bir kavram olan hak, hukuk düzeninin kişiye sağladığı yetkidir. sözlük anlamı haklar demektir. Bir terim olarak hukuk ise, sosyal hayatı düzenleyen ve devlet gücüyle desteklenmiş kuralları inceleyen bilimin adıdır.
Hukuk sistemi ise toplumda hakları düzenleyen ve devlet gücüyle destekli kurallar sayesinde bu hakları garanti altına alan kurallar ve kurumların bütünüdür.
b- Hak Çeşitleri : Allah hakkı ve kul hakkı şeklinde ikiye ayırmışlar, sonra da karma mahiyetli hakları da kapsamak üzere şöyle bir dörtlü sınıflandırmaya tabi tutmuşlardır:
1- Allah hakkı olan davranış ve hükümler,
2- Kul hakkı olan davranış ve hükümler,
3- Kendisinde iki türlü hak bulunmakla beraber Allah hakkı yönünün galip geldiği davranış ve hükümler,
4- Kendisinde iki türlü hak bulunmakla beraber kul hakkı yönünün daha fazla olduğu davranış ve hükümler.
a- Allah hakkı olan davranış ve hükümler: İslam hukuk kültüründe ibadet çeşitleri Allah hakkı olan hükümler kapsamında görülmüştür
b- Kul hakkı olan davranış ve hükümler: Bu kapsamdaki hükümler ferdin menfaatini korumak üzere konulan hükümlerdir.
c- Kendisinde iki türlü hak bulunmakla beraber Allah hakkı yönünün galip geldiği davranış ve hükümler: İffetli bir kimseye atılan zina iftirasına ilişkin hükümler gibi.
d- Kendisinde iki türlü hak bulunmakla beraber kul hakkı yönünün daha fazla olduğu davranış ve hükümler: Kasten adam öldürme fiiline karşılık kısas cezası ve diyete ilişkin hükümler gibi.
İbadet kavramı hakkında genel bilgiler
Buna göre ibadetin terim anlamı şöyle tarif edilmektedir: ”İnsanın imanının gereği olarak Allah’a saygı, sevgi ve itaatini göstermek ve O’nun rızasını kazanabilmek niyetiyle Allah tarafından belirlenen davranışları yerine getirmektir”.
Peygamberimizin hadislerinde (s.a.s.) ibadetler konusundaki bilinçliliğin zirve seviyesi, “ihsan, yani Cenab-ı Allah’ı görüyor gibi ibadet etmek” olarak tarif edilip, bizlere bu seviye model gösteriliyor.
İbadet çeşitleri : Bu kritere göre İslam dinindeki ibadetler başlıca üç kategoriye ayrılmaktadır: a- Beden ile yapılan (bedenî) ibadetler: Namaz, oruç ve itikaf gibi; b- Mal ile yapılan (malî) ibadetler: Zekat, fitre ve kurban ile diğer sadakalar gibi; c- Hem mal ve hem de bedenle yapılan ibadetler: Hac ve umre gibi.
a- Beden ile yapılan (Bedenî) ibadetler : Bu ibadetleri vekaletle başka birisine yaptırma imkanı yoktur.
b- Mal ile yapılan (Mâlî) ibadetler : İmam Ebu Hanife’ye göre zekatın ibadet yönü ağır basmaktadır. İmam Şafiiye göre ise, zekatın ibadet yönü bulunmakla birlikte mali mükellefiyet (vergi) yönü daha ağır basmaktadır.
c- Hem mal ve hem de bedenen yapılan ibadetler : kişinin ibadeti bizzat kendisinin yapamadığı durumlarda, başkasına (ücretli veya ücretsiz) vekalet verilerek yaptırılması mümkündür.
İbadetlerle ilgili yapılan diğer sınıflandırmalar : İbadetlerle ilgili bir sınıflandırma da, vakte bağlı olup olmamaları açısındandır.
Farz ve vacip namazlar, farz oruçlar, fitre, kurban, hac gibi ibadetler vakte bağlı iken, nafile namazların bir kısmı, bazı sadakalar, umre gibi ibadetler ise vakte bağlı değildir.
sakaryalı beğendi.
Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Aralık 2018, 00:38   Mesaj No:3
Avatar Otomotik
Durumu:selcen isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 60461
Üyelik T.: 26 Aralık 2018
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 1
Konular: 0
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart

hadis usulü çalişma soru ve cevapları
Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Aralık 2018, 10:08   Mesaj No:4
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:60
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.475
Konular: 1144
Beğenildi:4423
Beğendi:3685
Takdirleri:11319
Takdir Et:
Standart

Alıntı:
selcen Üyemizden Alıntı Mesajı göster
hadis usulü çalişma soru ve cevapları
Aşağıdaki linkten hangi ilitamı istiyorsanız büütün bilgiler mevcuttur
Hayırlı çalışmalar

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
OMU İlitam Fıkıh Usulü 8.Ünite Soruları Mihrinaz SAMSUN OMÜ İlitam 2 10 Ocak 2021 10:23
Omu ilitam 4. ünite fıkıh usulu çalışma soruları Medineweb SAMSUN OMÜ İlitam 1 17 Aralık 2015 14:38
OMU İLİTAM Fıkıh Usulü 9.Ünite Soruları Mihrinaz SAMSUN OMÜ İlitam 0 11 Aralık 2014 22:06
Omu ilitam fıkıh usulü 2. ünite özet ve çalışma soruları Medineweb SAMSUN OMÜ İlitam 2 24 Ekim 2014 13:50
Omu ilitam 3. ünite fıkıh usulu çalışma soruları Medineweb Fıkıh Usülü 0 20 Aralık 2013 15:33

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.