|
Konu Kimliği: Konu Sahibi sakafi,Açılış Tarihi: 02 Kasım 2008 (22:33), Konuya Son Cevap : 02 Kasım 2008 (23:46). Konuya 26 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
02 Kasım 2008, 22:33 | Mesaj No:1 |
Arapça Sözlük Arapça Sözlük nâ: olumsuz yapan ön ek. naarât: naralar, gürlemeler. naat: Peygamberimizi övmek için yazılan şiir. nabız: atardamarın vuruşu. nâbit: yerden biten. nâbüdü: biz ibadet ederiz. nâcî: kurtulan. nâçiz: değersiz. nâdân: cahil, haddini bilmez. nâdide: az bulunur, değerli. nâdim: pişman. nâdir: az bulunan. nâdirât: az bulunanlar. nâdire: nadir olan. nâdiren: nadir olarak. nâehil: işin adamı olmayan. nafaka: geçim için gereken para. nâfık: geçer akçe. nâfî: faydalı. nâfia: faydalı olan. nâfile: isteğe bağlı ibadet, boş. nâfiz: nüfuz eden, içe işleyen. nâgâh: birdenbire. nâğamât: nağmeler, ezgiler. nâğme: ezgi. nâhak: haksız. nahîf: cılız. nahîfe: cılız olan. nahiv: dilbilgisinin konusu cümle olan kısmı. nâhiye: belde. nahl: balarısı. nahnü: biz. nâhoş: hoş olmayan. nahr: boğazlama. nâhu: öyle ise, şöyle ki, işte. nahv: dilbilgisinin konusu cümle olan kısmı. nahvî: nahivle ilgili. nâib: vekil. nâil: erişen, kavuşan. nâiliyet: erişme. nâim: uyuyan. naîm: cennet, bolluk. nâk: "lı, li, lu, lü" mânâsında son ek. nâka: dişi deve. nakarât: tekrar. nakd: para. nâkıs: noksan, eksik. nakış: süs, bezek. nakızeyn: iki zıt. nâki: takva sahibi, günahtan arınmış. nakîb: vekil. nakil: nakletme, taşıma. nâkil: nakleden, taşıyan. nâkile: ileten. nâkise: noksanlık, eksiklik. nâkiz: nakzeden, çelişen. nâkize: zıt olan. nakkad: doğruyu yanlıştan ayıran kimse. nakkaş: nakış yapan. nakl: taşıma, nakil. nakliyât: taşımalar. nakliye: taşımayla ilgili olan. naks: noksanlık, eksiklik. nakş: nakış, bezek. nakşetmek: nakışlamak, bezemek. Nakşî: Nakşibendi tarikatına mensub olan. Nakş–bendî: bir tarikat, bu tarikatı kuran zat. nakz: bozmak, bir hükmü yok saymak. nâlân: inleyen, sızlayan. nâlâyık: lâyık olmayan. nâle: inilti. nâm: lâkap, ün, ad. nâmâdud: sayısız. nâmağlub: yenilmez. nâmahrem: mahrem olmayan, nikâh düşen. namaz: en mühim ibadet. namazgâh: namaz kılınan yer. nâmdâr: namlı, ünlü. nâme: mektup. nâmerd: korkak, alçak. nâmeşrû: dine uymayan, yasak. nâmi: büyüyüp gelişen. nâmiye: büyüyen. nâmus: ırz, ahlâklılık, kanun, melek. nâmuskâr: namuslu. nâmuskârâne: namusluca. nâmusşikenâne: namusu kırarcasına. nâmuvâfık: uygun olmayan. nâmüsâid: elverişsiz. nâmütenâhi: sonsuz. namzed: namzet, aday. nankör: iyilik bilmez. nâpâk: temiz değil, kirli. nâr: ateş, cehennem. nâra: bağırma. narh: resmî fiyat. nârin: ince. nâs: insanlar. Nasâra: Hıristiyanlar. nasâyih: nasihatlar, öğütler. nasb: atama, dikme. nâsezâ: lâyık olmayan. nâsır: yardım eden. nasib: nasip, kısmet. Nâsibe: Haricilerden olan sapkın bir zümre. nâsih: hükmünü kaldıran. nasîh: öğütçü, nasihat eden. nasihat: öğüt. nâsir: nesir yazarı. nasîr: zafere ulaştıran. nâsiye: alın, yüz. nasl: ok demiri. nasr: yardım. Nasrânî: Hıristiyan. Nasrâniyet: Hıristiyanlık. nass: kesin, tartışılmaz olan, âyet ve hadîs. nassen: kesin olarak. nasûh: kesin, halis. nâş: tabuttaki ölü. nâşâd: şâd olmayan, üzgün. nâşî: dolayı. nâşir: neşreden, yayan, yayıncı. nâşize: kocasına üstünlük taslayan kadın. natakte: söyledin. nâtaman: tamamlanmamış. nâtık: konuşan. nâtıka: konuşabilme. nâtuvan: kuvvetsiz, çaresiz. nâvâkıf: bilmeyen, anlamayan. nây: ney, ölüm haberi. nâz: kendini ağıra satma. nazâir: benzerler. nâzan: nazlı. nazar: bakış, görüş, göz değmesi. nazaran: göre, bakarak. nazarendaz: nazar eden, bakan. nazargâh: bakış yeri, bakılan yer. nazarî: henüz düşünce hâlinde olan. nazariyât: kitabî bilgiler, görüşler, ispatlanmamış düşünceler. nazariye: görüş, ileri sürülen fikir. nâzdâr: nazlı. nâzdârâne: naz edercesine. nâzen: nazik, ince. nâzenin: nazlı, ince, edalı. nâzeninâne: nazlı nazlı. nâzım: düzenleyen. nâzır: nazar eden, bakan. nazif: temiz. nâzik: ince, kibar. nâzikâne: nazikçe. nâzil: nüzul eden, inen. nazîr: eş, benzer. nazîre: eşi, benzeri. nazm: düzen, şiir, nazım. nazmşiken: düzeni bozan. nazzam: düzenleyen, dizen. neâm: evet, olur. neba: kaynak olma, fışkırma. nebat: bitki. nebatat: bitkiler. nebatî: bitki ile ilgili, bitki cinsinden. nebatiyet: bitki olma hâli. nebê: haber. nebeân: kaynayıp çıkma. nebevî: peygamberle ilgili. nebî: peygamber. nebiyy: nebi, peygamber. nebze: azıcık miktar. necâbet: soyluluk. necâset: pislik. Necaşî: Habeş hükümdarı. necât: kurtuluş. neccinâ: bizi kurtar. necib: soylu, asil, temiz. Necid: Arabistanda bir bölge adı. necim: yıldız. necis: pis. necisülayn: pisliğin ta kendisi. necm: yıldız. necmisakıb: karanlığı delen parlak yıldız. nedâmet: pişmanlık. nedâmetkârâne: pişman olurcasına. nef: fayda. nefaset: hoşluk, güzellik. nefer: er, asker. neferât: neferler, erler. nefes: soluk. neffâs: üfleyen. nefh: üfleme. nefha: esme, esinti, üfürük. nefis: can, maddî arzuların kaynağı olup sınır tanımayan bir duygu. nefisperest: nefsine aşırı düşkün olan. nefisperver: nefsini seven. nefisperverâne: nefsini severcesine. nefiy: olumsuzluk, yok sayma, sürme, sürgün. nefret: tiksinme. nefretkârâne: nefret ederek, tiksintiyle. nefrin: lânet. nefs: can, kendi, istek duygusu, nefis. nefsanî: nefsin hoşuna giden. nefsaniyet: nefsine düşkünlük. nefsî: nefisle ilgili, nefsim! nefsiemmâre: insanı kötülüğe sürükleyen nefis. nefsülemir: işin kendisi, hakikatı. nefy: nefiy, yok sayma, sürme, sürgün. nefyetmek: yok saymak, sürgün etmek. nehâr: gündüz. nehârî: gündüzcü. nehiy: yasaklama. nehr: nehir, ırmak. nehrüssema: samanyolu da denilen yıldızlar kümesi. nehy: nehiy, yasaklama. nehyianilmünker: kötülükten sakındırma. nekahet: hastalıktan sonraki zayıflık. nekais: noksanlıklar. nekâl: şiddetli azap. Nekîr: kabirdeki sual meleklerinden biri. nekkad: iyiyi kötüden ayıran. nekre: belirsiz. nema: artma, çoğalma, büyüme, uzama. nemîme: söz taşıma. neml: karınca. nemmam: söz taşıyıcı. Nemrud: dinsiz ve zâlim bir hükümdar, ülkesinin "ulu önder"i. Nemrudane: Nemrut gibi. nergis: bir çiçek. nesc: dokuma, örme. neseb: soy, sülale. neseben: soyca, soy bakımından. nesebî: soy yönünden, neseble ilgili olarak. nesh: kaldırma, hükümsüz bırakma. nesîm: hoşa giden rüzgâr. nesir: düz yazı. nesl: nesil, soy, kuşak. neslen: nesil bakımından, soyca. nesne: şey, tamlayıcı, tümleç. Nesr: arş ve sema ile ilgili meleklerden biri. nesr: nesir, düz yazı. nessac: dokuyucu. neşat: sevinç. neşe: keyif, sevinç. neşê: yeniden meydana gelme, dirilme. neşebem: gece değilim. neşêt: meydana gelme, çıkma. neşîde: şiir. neşir: yayım, dağıtım. neşr: yayma, dağıtma, ölülerin mahşerde dirilip toplanmasından sonra yayılması. neşretme: yayımlama. neşriyât: yayınlar, yayıncılık. neşter: ameliyat bıçağı. neşv: yeşerme. neşve: sevinç. neşvünemâ: büyüme ve gelişme. netâic: neticeler, sonuçlar. netice: sonuç. neûzübillah: Allaha sığınırız. nev: çeşit, tür, yeni. nevâ: ses, nağme, çekirdek. nevâbit: bitkiler. nevadir: az bulunanlar. nevafil: isteğe bağlı ibadetler, nafileler. nevahi: nahiyeler, taraflar, yanlar. nevahî: nehiyler, yasaklar. nevakıs: noksanlıklar, eksiklikler. nevale: yiyecek içecek. nevâmis: namuslar, kanunlar. nevân: tür bakımından. nevâz: okşayıcı, hoş ses. nevâziş: okşayış. nevbet: nöbet, sıra. nevcivan: delikanlı. nevha: ölüye sesli ağlamak, güvercin ötmesi. nevi: tür, çeşit. nevî: türle ilgili. nevibeşer: insan cinsi, insanlık. neviyet: aynı türden olma. nevm: uyku. nevmâlûd: uyku ile karışık. nevmîd: ümitsiz, üzgün. nevmiye: uyku ile ilgili. nevnihâl: taze fidan. nevresîde: genç, taze. nevrûz: bahar başlangıcı. nevvar: nurlu, aydınlık. nevvare: aydınlatan. nevzad: yeni doğmuş bebek. ney: üflemeli bir çalgı. neyyir: nurlu, parlak. neyyirat: nurlular. nez: can çekişme. nezâfet: temizlik. nezâhet: temizlik, incelik. nezâir: benzerler. nezâket: naziklik, incelik, zariflik. nezaret: bakma, gözetme. nezih: temiz, pak, hoş. nezîr: korkutan, adak. nezr: adak. nezzâre: gözcü, seyirci. nıkmet: şiddetli ceza, intikam alma. nısf: yarı. nısfıarz: yeryüzünün yarısı. nısfıkutr: yarı çap. nısfiyet: yarı olma, yarılık. niâm: nimetler. niâmât: nimetler. nidâ: seslenme, ünleme, ünlem. nidd: eş, misil, aynı. nifak: içi dışı başka olma, inanır görünüp inanmama. nifâs: lohusalık. nigâh: bakış. nigâr: resim, sevgili. nihâd: huy, yaradılış. nihaî: sona ait, sonuncu. nihâl: fidan, taze. nihân: gizli, saklı. nihâyât: nihayetler, sonlar. nihâyet: son. nihâyetpezir: sona erme. nihâyetsiz: sonsuz. nikab: perde. nikâh: meşru evlenme. nikal: şiddetli işkence. nikât: nükteler, incelikler. nikbîn: iyimser. Nil: Mısırda bulunan büyük bir nehir. nîm: yarı. nîmbedevî: yarı bedevi, yarı medeni. nîmelvekil: ne iyi vekil! nîmet: iyilik, ihsan, rızık. nîmetdîde: nimet gören. nîmetiyet: nimet oluş, nimetlik. nîmetperverâne: nimet vermeyi severcesine. nîmmanzum: yarı şiir. nîmnurânî: yarı nurlu. nîmresmî: yarı resmî. nîmşeffaf: yarı saydam. nîran: ateşler. nisâ: kadın, hanım. nisab: zekat ölçüsü. nisâen: kadın olarak. nisâr: saçmak. nisbet: ilgi, bağlantı, oran. nisbeten: nisbetle, oranla, göre. nisbî: diğerine göre. niseb: nisbetler, oranlar, ölçüler. nisyan: unutma. nişân: iz, bellik. nişâne: iz, alâmet, bellik. nişîn: oturan. niyâz: yalvarma, yakarış. niyâzdâr: yalvaran. niyet: kalbin bir işe yönelmesi. niyeten: niyetçe. nizâ: çekişme, kavga. nizam: düzen, düzenlilik. nizamât: nizamlar, düzenler, sistemler. nizamnâme: düzen yazısı, düzenleme ile ilgili belge. noksan: eksik. noksaniyet: noksanlık, eksiklik. nokta: benek, konu. noktainazar: bakış açısı, görüş. nota: özlü düşünce, not. nöbetdâr: nöbetçi. Nuh: tufan için gemi yapan büyük bir peygamber. nukat: noktalar. nukûd: nakitler, paralar. nukuş: nakışlar, bezekler. nur: ışık, aydınlık. nurânî: nurlu, ışıklı. nurâniyet: nurluluk, aydınlık. Nurcu: Nur Risalelerini okuyan, yaşayan ve yayan kimse. nurefşân: nur saçan. nuristân: nur ülkesi, cennet. Nurulenvar: nurlara nur veren Allah. nurunâlânur: nur üstüne nur. nush: nasihat, öğüt. nusret: zafer için yardım. nusûs: nasslar, kesin hükümler, âyet ve hadîsler. nûş: içici, şerbet. nûşe: şerbet içen, sevinçli. nutfe: döl suyu, meni. nutk: konuşma. nutukhân: konuşmacı. nübüvvet: nebilik, peygamberlik. nübüvvetdârâne: peygamberlik şeklinde. nübüvvetkârâne: peygamberce. nücûm: yıldızlar. nücûmperest: yıldızlara tapan. nüfûs: nefesler. nüfûs: nefisler. nüfûz: içe geçme, sözü geçer olma. nühas: bakır. nühûset: uğursuzluk. nüket: nükteler, ince mânâlar. nükhet: koku. nüks: geri dönme. nükte: dikkat edilince anlaşılabilen ince mânâ. nümâ: "gösteren, gözüken" mânâsında son ek. nümâyan: görünen. nümayiş: gösteri. nümûne: örnek, model. nümûnegâh: örneklerin bulunduğu yer. nümüvv: büyüyüp gelişme. nüsah: nüshalar, sayfalar. nüsha: dualı kağıt, sahife, yazılı şey. nüsûc: dokumalar. nüşûr: yaymalar, dağıtmalar. nüşûz: kadının kocasına itaat etmemesi. nüşûze: asi kadın. nüvat: nüveler, çekirdekler. nüvaz: okşayıcı. nüve: çekirdek. nüvid: müjde. nüvis: yazıcı. nüzhet: neşe, eğlence, ferahlık. nüzhetgâh: seyir ve eğlence yeri. nüzûl: inme, iniş. nüzûr: nezirler, adaklar | |
Konu Sahibi sakafi 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Dinde Zorlama Varmıdır? | Soru Cevap Arşivi | sakafi | 0 | 1785 | 05 Kasım 2008 12:05 |
Ölünün Haftası, Kırkıncı,Elliikinci,...Gecesi | Soru Cevap Arşivi | sakafi | 0 | 1624 | 04 Kasım 2008 10:37 |
Öfke ile Eşini Boşamanın Hükmü | Soru Cevap Arşivi | Fatımaİslamoğlu | 4 | 2768 | 04 Kasım 2008 10:34 |
Arapça Sözlük | Genel Arapça | sakafi | 26 | 14775 | 02 Kasım 2008 22:33 |
secde ayetleri | Kur'ân-ı Kerim Genel | NUR | 3 | 2216 | 21 Ekim 2008 04:51 |
02 Kasım 2008, 23:13 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: arapça kelimeler
Çok güzel olmuş sanırım sadece "N" harfi ile başlayan kelimeler.. A dan Z ye kadar olsa harika olur Allah razı olsun sakafi... |
02 Kasım 2008, 23:22 | Mesaj No:4 |
Arapça Sözlük âb: su. âbâ: babalar, atalar. aba: yünden yapılmış kaba kumaş. âbâd: ebedler, sonsuz gelecek zamanlar. Abâdile: Abdullah isimli sahabeler. abd: kul, köle. abdal: dünya ile ilgisini kesen mânevî makam sahibi kişi. abdest: su ile temizlik ibadeti. abdiyet: kulluk. abes: saçma, gayesiz, hikmetsiz, gereksiz. abesiyet: abeslik, saçmalık. âbıhayat: hayat suyu. âbıkevser: Kevser adlı cennet havuzunun suyu. âbid: ibadet eden. âbidane: ibadet eden gibi. abide: anıt. abluka: kuşatma, etrafını çevirme. abus: somurtan, surat asan. acaib: şaşırtıcı, acayip. Acam: Acemler, iranlılar, Arap olmayanlar. acb: kuyruk sokumundaki küçük kemik. acbüzzeneb: ölümden sonra dirilişin tohumu sayılan madde. aceb: acaba, hayret. Acem: Arap olmayan, iranlı. acemi: işin yabancısı, tecrübesiz. aceze: âcizler, güçsüzler. acîb: benzeri görülmeyen, şaşırtıcı. âcil: acele eden. âcilen: acele olarak. aciniyyet: mâcun halinde olma, yoğurulmuşluk. âciz: güçsüz. âcizane: güçsüzce. âcize: güçsüz. âcizem: güçsüzüm. acûbe: şaşılacak şey. acul: aceleci. aculiyet: acelecilik. acûze: güçsüz kocakarı. acz: güçsüzlük. aczâlûd: güçsüzlükle karışık. Ad: Hud aleyhisselâmın kavmi. âda: düşmanlar. âdâb: edepler, ahlâk kuralları. adale: kas. adalet: hak sahibine hakkını vermek, doğruluk. adaletname: mahkemeye davet yazısı. adaletperver: adaletsever. adaletullah: ALLAH ın adaleti. adall: iyice sapıtmış. âdât: âdetler, alışkanlıklar. adavet: düşmanlık. adavetkârane: düşmancasına. add: sayma. addetmek: saymak. aded: sayı, tane. Adem: ilk insan ve ilk peygamber. adem: yokluk, olmama, bulunmama. ademabâd: ebediyyen yok olma. ademâlûd: yoklukla karışık. ademî: yoklukla ilgili, olmama. ademistân: yokluk ülkesi. ademiye: yoklukla ilgili. ademiyet: yokluk. âdemiyet: insanlık. ademnüma: yokluk gösteren. adese: mercek. âdet: görenek, alışkanlık. âdeta: sanki. âdetullah: ALLAH ın yaratıklardaki kanunları. âdi: bayağı, aşağı, sıradan. Adil: adalet eden, hakkı haklı olana veren. âdilane: âdilce. âdiliyet: âdillik. âdiyât: her zaman olagelen alışılmış şeyler. adl: hak gözetme, tarafsız hüküm, doğruluk. adlî: adaletle ilgili. adliye: adalet yeri, mahkeme binası. Adn: cennette bir bölüm. adüvv: düşman. âfâk: ufuklar, taraflar, yönler. âfâkî: dışımızda olanlar. âfât: afetler, belâlar. âferin: beğenme sözü. âfet: başa gelen üzücü hâl. afif: iffetli, namuslu, temiz. âfil: gurub eden, batan. âfitâb: güneş. âfiyet: esenlik, sıhhat ve selâmet. afüvkâr: affedici. afüvv: affeden. afv: bağışlama. afvcûyem: af diliyorum. afyon: ilaç. âgâh: haberli, uyanık. agel: sarık. ağaz: başlama. ağdiye: tekelcilik. ağleb: daha galib, ekseriyet, çok defa. ağleben: ekseriyetle, genellikle. ağlebî: ekseriyetle ilgili. ağmaz: kolay anlaşılmayan, pek derin. ağniya: ganiler, zenginler. ağrâz: garazlar, kötü niyetler. ağrube: en garip. ağsan: dallar. ağuş: kucak. ağyâr: başkalar, yabancılar. ahad: birler. ahadî: bir iki koldan nakledilen hadîs türü. ahâlî: halk. âhar: başkaları, diğerleri. ahbâb: sevilenler, dostlar. ahbâr: haberler. ahcâr: taşlar. ahd: söz verme, sözleşme, ahit. âhenk: uyum, düzen. âher: başka, diğer. âheste: yavaş. ahfâ: çok gizli. ahfâd: torunlar. ahî: kardeşim ahid: verilen söz, andlaşma. Ahir: herşeyden sonra da var olan, varlıkların sonrasına da hâkim. âhir: sonraki. âhiren: sonradan. âhiret: öbür dünya. âhirîn: sonrakiler. âhirzaman: dünyanın son zamanları. âhize: alan, alıcı. ahkâm: hükümler, kanunlar. ahkem: en çok hükmeden. ahlâf: halefler, öncekilerin yerine geçenler. ahlâk: insanın iyi veya kötü hâlleri, bunlarla ilgili ilim. ahlâkî: ahlâkla ilgili, ahlâka uygun. ahlâkiyat: ahlâk ilmi. ahlâkiyyun: ahlâk âlimleri. ahmak: akılsız, budala. ahmakane: ahmakça, budalaca. Ahmed: çok hamdeden, övülmeye en lâyık olan. ahmer: kırmızı. ahrâr: hürriyetçiler. ahsen: en güzel. ahseniyet: en güzel olma. âhû: ceylân. âhufizâr: yanıp yakınma. ahvâl: haller, durumlar. ahvâlât: ahvaller, durumlar. ahvel: şaşı. ahyâ: diriler, canlılar. ahyâr: hayırlılar, iyiler. Ahyed: Peygamberimizin Tevrattaki ismi. ahz: alma, tutma. ahzâb: hizipler, bölümler, partiler. ahzân: hüzünler, üzüntüler. âid: geri gelen, dönen, dair, ilgili. ailevî: aileyle ilgili. âkab: hemen sonrası. âkabinde: hemen sonrasında. akaid: akideler, inanılan hakikatlar. akaidî: îmanla ilgili. akâmet: kısırlık, verimsizlik. akar: gelir getiren mal. akarib: akrabalar, yakınlar. akçe: eskiden para. akd: anlaşma, sözleşme. akdam: kademler, ayaklar. akdem: en önceki. akdes: en mukaddes. âkıbet: son, netice. âkıbetbîn: işin sonunu görebilen. âkıbetendişane: sonu için kaygılanırcasına. âkıl: akıllı. akıl: zihnin anlama ve düşünme sıfatı. âkılane: akıllıca. akılfüruş: akıllılık taslayan. akılsûz: akla aykırı gelen. âkib: hemen sonra gelen, izleyen. akid: söz, sözleşme. âkid: aralarında sözleşme yapanların herbirisi. akide: îman, inanma. âkif: devamlı ibadet eden. akîk: değerli bir taş cinsi. akîka: yeni doğan çocuk için şükür niyetiyle kesilen kurban. âkil: yiyen, yiyici. âkilüllâhm: et yiyen. âkilünnebat: ot yiyen. âkilüssemek: balık yiyen. akîm: kısır, verimsiz, neticesiz. akis: yansıma, yankı. akl: akıl, anlama melekesi. aklen: akılca. aklî: akılla ilgili, akıl alanına giren. akliyât: akıl alanına giren şeyler. akliyyûn: aklı tek ölçü kabul eden felsefeciler. akrabâ: yakınlar, hısımlar. akrân: eş ve benzer olanlar, yaşıtlar. akreb: daha yakın, pek yakın. akrebiyet: yakınlık. aks: yankı, yansıma, tersi. aksâ: en son. aksâm: kısımlar, bölümler. aksisadâ: ses yankısı. aksülamel: işin tersi, tepki. aktâb: kutublar, büyük evliyalar. aktâr: her yer. aktrist: kadın oyuncu. akvâ: en kuvvetli. akvâl: sözler, konuşmalar. akvâm: kavimler, ırklar. âl: aile, sülale, soy. âlâ: en yüce, daha iyi, pek iyi. alâ: üst, üzere. alafranga: Batı tarzında. alâik: alâkalar. alâim: alâmetler, belirtiler. alâka: ilgi. alaka: kan pıhtısı. alâkadar: ilgili. alâkadarane: ilgi gösterircesine. alâküllihâl: her durumda, eninde sonunda. âlâm: elemler, acılar. alâmet: bellik, belirti. âlât: âletler, gereçler. alaturka: Türk usûlü. alay: beş bölük erden oluşan askerî topluluk. âlâyıîlliyyîn: yücelerin yücesi. âlâyiş: gösteri, gösteriş. aleddevam: devamla, devamlı olarak. alelâde: sıradan. alelamya: körükörüne. alelekser: çoğunlukla, ekseriyetle. alelinfirad: teklikle, bir olarak. alelumum: genellikle, bütünüyle. alelusûl: usûlen, öylesine, özen göstermeden. alem: bayrak, sancak, nişan. âlem: dünya, cihan, evren. a'lem: en iyi bilen. alemdar: bayrak tutan. âlempesend: dünyaca ünlü. âlemşümûl: âlemi kaplayan, dünya çapında. alenen: açıkça, saklanmadan. alenî: açık, gizli olmayan. alerresivelayn: baş ve göz üstüne. âlet: bir iş veya sanatta kullanılan vasıta. âletiyet: aletlik. alettahkik: araştırmayla. Alevî: Hazreti Ali sevgisini meslek kabul eden. aleyh: onun üzerine. aleyhdar: onun tersi yönünde, karşı. aleyhimüsselâm: ALLAH ın selâmı onlara olsun. aleyhissalâtüvesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun. âlî: yüksek, yüce. Aliaba: Peygamberimizin abası altına aldığı beş kişi. Alibeyt: Peygamberimizin neslinden olan. âlicenab: yüksek ahlâklı. âlîcenabâne: yüksek ahlâklı birine yakışır biçimde. âlihe: ilâhlar, tanrılar. âlîhimmet: himmeti yüce ve gayreti çok kimse. âlîkadr: kıymeti yüksek. alîl: hasta, sakat. alîlem: hastayım. Alîm: sonsuz bilgi sahibi ALLAH . âlim: bilen, bilgili. âlimâne: âlimce. âlîşân: şânı yüce. âlîyat: yüce şeyler. âliye: âletle ilgili âlîye: yüce, yüksek. alîz: cılız. ALLAH : bütün varlıkları yaratan Halıkımızın has ismi. ALLAH üalem: ALLAH bilir. ALLAH ümme: ALLAH ım! Allâm: herşeyi en iyi bilen, ALLAH . allâme: pek büyük âlim. Allâmülguyûb: dış duyular yoluyla bilinemeyenleri en iyi bilen ALLAH . âlûd: bulaşık, karışık. âlûde: bulaşmış, karışmış. âlüfte: alışık, iffetsiz kadın. âmâ: kör. âmâde: hazır. âmâk: derinlikler. âmal: ameller, işler. âmâl: emeller, beklentiler, istekler. amame: sarık. aman: yardım dileme sözü. amazon: eski zamanlarda yaşamış savaşçı kadın. amd: niyet, arzu, istek. amden: niyet ederek ve isteyerek. amed: gerekir, gelir. amedî: gelme, geliş. amel: iş, çalışma, uygulama. amele: işçi, ırgat. amelen: amelce, işçe. amelî: iş olarak, uygulamalı. amelisâlih: dine uygun iyi amel, güzel iş. ameliyât: ameller, işler, bir tedavi biçimi. amelmânde: iş yapamaz durumda. âmennâ: inandık. âmentü: îman esasları. âmî: âlim olmayan sıradan kimse. amîk: derin. âmil: işleyen, etkileyen. âmin: ALLAH ım kabul eyle! âmir: emreden, iş buyuran. âmirâne: emreden âmir gibi. âmiriyet: âmirlik, emredicilik. âmiyâne: bilgisizce, körü körüne. âmm: umumi, genel. âmme: herkes, kamu. ammilgarâib: garipliklerin amcası. ammizâde: amca çocuğu. amûd: direk, sütun. amûdî: dikine, direk gibi. amyâ: tam kör. ân: en kısa zaman. ananât: gelenekler. anâne: gelenek. anânevî: gelenekle ilgili. anarşi: karışıklık, kargaşalık, düzensizlik. anarşilik: karışıklık, kanunsuzluk. anarşist: düzen tanımaz, yıkıcı, isyancı, bozguncu. anâsır: unsurlar, elemanlar, kavimler. anbean: gitgide, gittikçe. anber: güzel kokulu bir madde. andelîb: bülbül. anfeanen: gitgide, zamanla. angarya: ücret vermeden gördürülen iş. Anglikan: ingiliz kilisesi. ânî: bir anda, hemen. ankâ: hayâlî bir kuş. ankebût: örümcek. antika: eskiden kalma kıymetli eser. Antranik: Ermeni örgütünün liderlerinden biri. anûd: çok inatçı. anûdane: inat ederek. âr: utanma. ârâ: fikirler, reyler. Arabî: Arap, Arapça. Arabîye: Arapça. Arabîyyülibare: Arapça söz, ibare, metin. ârâf: cennet ile cehennem arasındaki yer. Arafat: hacda arefe günü vakfeye durulan dağın ismi. arasât: ölümden sonraki dirilme yeri. ârâz: arazlar. araz: belirti, sonradan meydana gelen özellik. arâzî: yerler, topraklar, tarlalar. arbede: gürültülü patırtılı kavga. Arefe: Mekkede hacıların arefe günü toplandıkları tepe. arefe: bayramdan bir önceki gün. ârız: gelip çatan, bulaşan, yapışan. ârıza: aksama, aksaklık, engebe. ârızî: sonradan olan, dıştan gelen. ârî: arı, temiz, saf. ârif: anlayışlı, sezgili, kavrayışlı. ârifane: ârifçe. ârifibillah: ALLAH ı tanıyan. ârifîn: ârifler, irfan sahipleri. Aristo: eski bir filozof. âriyeten: emaneten. ark: su yolu, kanal. arrâf: falcı, kâhin. arş: ilâhî kudret ve saltanatın tecelli yeri. arşın: 68 santimetrelik uzunluk ölçüsü. arşî: arşa dair, mantıkta bir delil. arşiv: kıymetli belgelerin saklandığı yer. arûz: şiirde bir vezin türü. arz: sunma, verme, gösterme. arz: yer, yeryüzü. arzî: dünyaya ait. arzu: istek. arzuhal: dilekçe. arzukeş: arzulu. asâ: baston, sopa, değnek. âsâ: "benzer, gibi" mânâsında son ek. asab: sinir, damar. m;margin-bottom:0cm; margin-left:1.0cm;margin-bottom:.0001pt;mso-pagination:none'>âsâb: sinirler, damarlar. asabî: sinirli. asabiyet: sinirlilik. gayret. asabiyeten: asabilik bakımından. asâkir: askerler. asâlet: asillik, soyluluk. asâleten: kendi adına. âsâm: günahlar. asamm: sağır, işitmez, katı. asammane: sağırcasına. âsân: kolay. âsar: asırlar, çağlar. âsâr: eserler, yapılanlar. âsâyiş: barış, huzur ve güvenlik. asdika: samimi dostlar, sadıklar. asfiyâ: günahlardan arınmış büyük zatlar. asgar: en küçük. ashâb: sahipler, sahabeler. asıl: kendisi, temel, kök. asır: yüzyıl, çağ. asırdîde: asır görmüş, çağ yaşamış. âsî: isyan eden, başkaldıran. asîl: soylu, terbiyeli. asîlzâde: asîl kimsenin evladı. âsîyâne: isyancı gibi. asla: olması imkânsız. aslâh: daha iyi, en üstün. aslî: asılla ilgili, öze dair. asliyet: asıllık, köklülük, soyluluk, gerçeklik. aslüfasl: işin aslı ve ayrıntıları. asm: "aleyhissalâtüvesselâm" duasının kısa yazılışı. asr: asır, yüzyıl. asr: ikindi vakti. Asrısaadet: Peygamberimizin yaşadığı saadetli zaman. asrî: çağa uygun. astronomi: gökteki cisimleri inceleyen ilim. âsûde: sessiz, dingin, huzurlu. âsuman: gökyüzü, sema. asvât: savtlar, sesler. aşâir: aşiretler, oymaklar. âşâr: öşürler, toprak ürünlerinin vergileri. aşere: on'lar, on sayıları. Aşereimübeşşere: cennetle müjdelenmiş on sahabe. âşık: aşırı seven, vurgun, tutkun. âşikâr: açık, belli, meydanda. âşikâre: belli ederek, açıkça. âşikâren: açıkça. âşina: bildik, tanıdık, bilen, tanıyan. aşîrât: aşireler, onda birler. âşire: onda bir. âşiren: onuncusu. aşîret: kabile, oymak. âşiyân: kuş yuvası, sevimli ev. aşk: şiddetli sevgi, candan sevme. aşknâme: aşkı anlatan yazı. aşr: on sayısı. atâ: verme, lütuf, ihsan. atâlet: işsizlik, tembellik, durgunluk. atâyâ: armağanlar, ihsanlar. ateh: bunama, bunaklık. âteşgede: ateşe tapanların mabedi. âteşî: ateşle ilgili. âteşîn: ateşli, canlı. âteşpâre: ateş parçası. âteşperest: ateşe tapan. atf: atıf, bağlama, verme, yükleme. atfen: birinin adına, birine yükleyerek. atıf: verme, yükleme, bağlama. âtıfet: karşılıksız sevgi, acıyıp esirgeme. âtıl: tembel, durgun, işlemez. âtî: gelecek zaman, ilerisi. atiyye: hediye, ihsan. atlas: üstü ipek altı pamuk kumaş. attar: ıtriyat dükkanı, güzel koku satan adam. Atûf: karşılıksız seven ve acıyıp esirgeyen ALLAH . avâik: maniler, engeller. avâlim: âlemler, dünyalar. avam: ilimsiz, sıradan kimse. âvân: zamanlar, anlar. avâre: işsiz, şaşkın, başıboş. avârız: arızalar, aksaklıklar, noksanlıklar. âvaz: ses, seda. avcıhattı: savaş cephesi. avdet: geri gelme, dönme. avene: yardımcılar. âvize: içinde ampul bulunan ve tavana asılan süs. avn: yardım. avret: gizlenmesi gereken şey. Avrupaperest: Avrupayı taparcasına seven. avzen: havuz, göl. âyâ: acaba, hayret! ayân: belli, açık seçik. âyan: seçkinler, ileri gelenler. ayânen: açıkça, besbelli. ayânısâbite: varlıkların ilâhî ilimde ezelden beri bulunan hakikatları. Ayasofya: şimdi müze olan önemli bir cami. âyât: âyetler. ayb: ayıp, utanılacak kusur. âyet: Kurândaki her bir cümle, delil, bellik. âyetülkübra: en büyük âyet. âyin: dinî tören. âyine: ayna. âyinedar: ayna olan. ayn: göz, aslı, kendisi. aynelhayât: hayatın kendisi. aynelyakîn: göz ile görmüşçesine kesin biliş. aynen: tıpkı, tıpkısı. ayniyet: aynı olma. ayyâş: haram içkileri çok içen. ayyuk: gökyüzünün pek yüksek yeri. âzâ: uzuvlar, organlar, üyeler. azâb: eziyet, işkence. âzâd: salıverme, hür etme. âzâde: hür, serbest, kendi başına. âzam: en büyük. azamet: büyüklük. âzamî: en büyük, maksimum. âzamîyet: en büyük oluş. âzamüşşer: büyük kötülük. âzâr: kötü sözle incitme. azâzil: şeytan. azhar: pek zahir, en açık. âzim: azimli, kesin kararlı. azîm: büyük. azîme: büyük. azîmet: dinî emirlere tam uyma. azimkâr: azimli, kesin kararlı. azimkârâne: azmederek, kararlı bir şekilde. azîmüşşân: şanı pek büyük. Azîz: pek izzetli, hep galip olan ve asla galebe edilemeyen. aziz: Hıristiyanların mübarek bildikleri büyükleri. azl: azil, atma, dökme, çıkarma. azm: azim, kesin karar, kuvvetli niyet. azm: kemik. Azrâil: can almakla görevli melek. azze: aziz oldu, şanı yüce oldu! hayaletim netten alıntı yapılmıştır.. | |
02 Kasım 2008, 23:23 | Mesaj No:5 |
Arapça Sözlük B bââsâm: günahlarla. bâb: kapı, bölüm. bâd: rüzgâr, nefes. bâde: şarap, içki. bâdehû: bundan sonra. bâdelmemât: ölümünden sonra. bâdelmevt: ölümden sonra. bâdemâ: bundan sonra. bâdıhevâ: boşu boşuna, bedava. bâdî: sebep, geçici. bâdire: anî felâket, zor geçit. bâdiye: çöl, kır. bâğî: azgın, yoldan çıkmış. bağistân: bağlık bahçelik yerler. bâğiyâne: azgınca. bağy: azgınlık. bahâ: paha. bahâdar: pahalı. bahâdır: kahraman, yiğit. bahâne: vesile, sebep, özür. bâhem: birlikte, beraber. bahîl: cimri, eli sıkı. bâhir: belli, açık. bahir: deniz, derya. Bahîra: Peygamberimizi çocukken tanıyan mübarek bir rahip. bâhire: belli ve açık olan. bahis: konu. bahr: deniz. bahrî: denizle ilgili. bahrimuhît: okyanus. bahriumman: okyanus. bahriye: denizci. bahs: bahis, konu bahş: bağış, verme. baht: talih, kısmet. bahtiyâr: talihli, kutlu, mutlu. bahusus: özellikle. baîd: uzak, ırak. Bâis: ölüleri diriltecek olan ve peygamber gönderen. bais: sebep. bakar: sığır, inek. bakarperest: ineğe tapan. bakayâ: kalıntılar. bâkî: sonsuz, kalıcı. bâkir: kullanılmamış, bozulmamış. bâkire: el değmemiş, kız. bâkiyâne: bakice, sonsuzca. bâkiyât: baki olanlar, kalıcılar. bâkiye: kalıcı olan, kalan. bakteri: tek hücreli bir canlı. bâlâ: yüksek, yüce. bâlâpervazâne: yüksekten uçarcasına. bâliğ: ulaşan, olgunlaşmış, yetişmiş, erişmiş. bânî: bina eden, kuran, yapan. banknot: lira mânâsında para birimi. bâr: yük, pas. bârân: yağmur. bârekALLAH : ALLAH hayırlı ve mübarek etsin. bârekte: sen mübarek eyledin. bârgâh: izinle girilebilecek yüce makam. bârık: yıldırım, parıltı. Bârî: düzgün ve güzel yaratan ALLAH . bâri: hiç olmazsa, hele. bârid: soğuk. bâridâne: soğukça. bârigâh: izinle girilebilecek yüce makam. bârika: şimşek. bârikaâsâ: şimşek gibi. bâriz: meydanda, açık. Barla: Nur Risalelerinin yazıldığı belde. bâs: gönderme. yeniden dirilme. basar: göz, görme hissi. bâsır: gören. bâsıra: görme duyusu. bâsıt: açan, yayan, genişleten. Basîr: her şeyi gören ALLAH . basîrâne: görerek. bâsire: görme duyusu. basîret: ileri görüş, kuvvetli seziş. basit: sade, düz, bölünmez. basitâne: basitçe. bast: yayma, açma. bastızaman: zamanın genişlemesi, az zamanda normalden fazla yaşama. basübadelmevt: ölemden sonra diriliş. Bâşid: Van ilinde bir dağ. başkitâbet: başyazıcılık. başmurahhas: baştemsilci. başvekâlet: başbakanlık. başvekil: başbakan. batâlet: işsizlik, durgunluk. batarya: enerji kaynağı. Bathâ: Mekkenin eski bir adı. bâtıl: boş, yalan, çürük. Bâtın: bütün varlıkların içini yaratan ve dahiline hükmeden ALLAH . batın: iç, iç yüz, gizli, sır. bâtınen: içten, iç bakımından. bâtınî: içe ait, içle ilgili. Bâtıniyye: Kurânın apaçık mânâlarına itibar etmeyip gizli mânalar bulduklarına inanan sapık bir anlayış. Bâtıniyyûn: Kurânın açık mânâlarını bir yana bırakıp gizli mânalar bulduklarına inanarak sapıtan kimseler. batman: iki ile sekiz kilo arasında değişen ağırlık ölçüsü. batn: karın, nesil. battal: işsiz, çürük, kullanılmaz. baûda: sivrisinek. bâvehim: vehimle, kuruntuyla. bay: zengin. bâyi: satıcı. bâyin: aralayıcı, ayırıcı. bayrakdâr: bayrak taşıyan, lider. baytar: veteriner. bâz: oynayan, yapan. bâzîçe: oyuncak, eğlence. bâziyet: bazenlik, bazılık. be: "de, den" mânâsında ön ek. becâyiş: birini verip ötekini alma, değişme. becû: iste. bed: kötü, çirkin. bedâat: güzellik, yenilik, özgünlük. bedâhet: apaçıklık. bedâheten: apaçık biçimde. bedâva: beleş, parasız. bedâvet: bedevilik, göçerlik. bedâyî: görülmedik güzellikte şeyler. bedbaht: bahtı kara, talihsiz. bedbîn: kötümser, karamsar, ümitsiz. bedduâ: birinin kötü olması için edilen dua. bedel: karşılık. beden: gövde. bedestân: çarşı. bedevî: göçebe, çölde yaşayan. bedeviyâne: göçebe gibi. bedeviyet: bedevilik, medeniyetten uzaklık. bedhah: kötülük isteyen. bedhal: kötü huylu. bedî: benzersiz güzel, üstün, özgün. bedîa: benzersiz güzel olan. bedîhî: delilsiz bilinen şey, apaçık. bedîhiyyât: delil ile ispatı gerekmeyen apaçık şeyler. bedîî: eşsiz güzellikte olan. bedir: dolunay. bedîülbeyân: görülmedik derecedeki güzel söz. Bedîüzzaman: "zamanın harikası ve en mükemmeli" mânâsında Said Nursî Hazretlerinin ünvanı. bedmâye: mayası kötü, soysuz. bedr: bedir, dolunay. bedraka: yol gösterici, kılavuz. begün: et! behâim: hayvanlar. behcet: güleryüzlülük, şenlik, güzellik. behemehâl: her halde, ister istemez. beher: her bir. behîc: güleryüzlü, şen, güzel. behimât: hayvanlar. behimî: hayvanca. behimiyât: hayvansı varlıklar. behişt: cennet. behiye: güzel. behre: pay, kısmet, nasip. behreyâb: nasibi olan, payı bulunan. beht: şaşkınlık, hayranlık. beis: zarar, fenalık. bekâ: devamlılık, kalıcılık, sonsuzluk. bekââlûd: kalıcılıkla karışık. bekâya: geriye kalanlar. bektâş: arkadaş. Bektâşî: Bektâşîlik tarikatından olan kimse. Bektâşîlik: Hacı Bektaşı velînin kurduğu tarikat. bel': yutma, ortadan kaldırma. belâ: gam, tasa. musibet, afet. belâbil: belâlar, tasalar, musibetler. belâgat: sözün güzel ve yerinde söylenmesi, bunu öğreten ilim. belâğbaşı: kaynak, pınar. belâhet: ahmaklık, budalalık, düşüncesizlik. belâyâ: belâlar. belde: memleket, büyük köy. belî: evet. belîğ: düzgün ve adamına göre söylenmiş söz. belîğâne: beliğ biçimde. beliyyât: belâlar. beliyye: belâ. Belkıs: bir kadın hükümdar. belki: şüphesiz, kesinlikle. benâm: namlı, ünlü, seçkin. benât: kızlar. bend: bent, bağlanmış. bende: bağlı, esir, köle, hizmetçi, kul. benî: oğullar. benîâdem: ademoğulları, insanlar. Benîisrâil: israiloğulları, Yakub aleyhisselâmın neslinden gelenler. ber: "alan, dinleyen, yeden, ***üren" mânâsında son ek. ber: "üzeri, üzerine, yukarı" mânâsında ön ek. berâ: için, dolayı. berâat: güzellik, parlaklık, üstünlük. berâatülistihlâl: güzel bir başlangıç. berâet: arınma, kurtulma. Berâhime: berehmenler, bazı batıl dinlerin önderleri. berâhin: bürhanlar, kuvvetli deliller. berât: nişan, ayrıcalık fermanı. berâyımâlûmât: bilgi için. berbâd: harap, pis, fena, kirli. berceste: seçme, iyi mısra. berd: soğuk. berdevam: devam eden, sürüp giden. berekât: bereketler. bereket: bolluk, çokluk, feyiz. berendâz: kaldırıp atan. bergüzâr: hatırlanmak için hediye verme. bergüzîde: seçkin, seçilmiş. Berham: Yahudi ismi. berhava: boşa gitme. berhayat: yaşayan. berhudâr: saadete erişen. berî: temiz, arınmış, kurtulmuş. berk: şimşek. berkarar: kararlı. berkâsâ: şimşek gibi. berr: yer, toprak, kara. berrak: duru, safi, arı. berrî: karacı, karada olan. berrîye: karalara ait olan. bertaraf: çıkarılıp bir yana atılan. bervech: şeklinde, biçiminde. berzah: dünya ile âhiret arasındaki âlem. berzahî: kabirle ilgili. bes: yeter, kâfi. besâit: basit şeyler. besâtet: basitlik, sadelik, yalınlık. besâtin: bostanlar. besmele: Bismillahirrahmanirrahim. besmelekeş: besmele çeken. beste: bağlanmış, şarkı ahengi. beşârât: beşaretler, müjdeler. beşâret: müjde. beşâretkâr: müjdeci. beşâretkârâne: müjdelercesine. beşâşet: güleryüzlülük. beşer: insan. beşerî: insanî, insanla ilgili. beşeriyet: insanlık. beşîr: müjdeci. beşûş: güleryüzlü. betâlet: işsizlik, durgunluk. betül: erkekten sakınan namuslu kadın. bevl: sidik. bevvâb: kapıcı, men edici. bey': satma, satış. beyâbân: çöl, kır. beyân: açıklayıp bildirme. beyânât: açıklayıp bildirmeler. beyânî: açıklanıp bildirilen. beyannâme: açıklama yazısı, bildiri. beyder: harman. beyhûde: boşuna, faydasız. beyn: ara, arasında. beynelenbiya: peygamberler arasında. beynelevliya: evliyalar arasında. beynelislâm: müslümanlar arasında. beynelmilel: milletlerarası. beynelulema: âlimler arasında. beynennâs: insanlar arasında. beyt: beyit, şiirde iki mısra. beyt: ev, bina. Beytülharam: Kâbenin etrafı. Beytülmakdis: Kudüsteki büyük mabet. beytülmal: devletin hazinesi. beyyin: apaçık, kesin delil. beyyinât: apaçık olanlar. beyyine: apaçık, kesin delil. beyzâ: beyaz, parlak. bezirgân: tüccar. bezletme: esirgemeden bol bol verme. bezm: sohbet meclisi. Bezmielest: ALLAH ın, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğu, ruhların da "Evet," diye cevap verdikleri hâdise. bî: "siz, sız" mânâsında ön ek. bi: "ile" mânâsında ön ek. bîaman: amansız. biat: kabul etme, seçme. biaynelyakîn: gözle görürcesine kesin bilerek. bîbahâ: pahasız. bîbehre: nasipsiz. bibliyografya: kitaplar hakkında bilgi. bîçâre: çaresiz. bidâ: bidatlar, sonradan çıkan şeyler. bidâkârâne: dinde olmayanı dine sokarcasına. bidât: dinde olmayıp da dine sonradan giren âdetler. bidâtkâr: bidatçı, dinde olmayanı dine sokan bozguncu. bidâtüzzaman: zamanın görülmemiş ve harika olanı. bidâyet: başlangıç. bidâyeten: başlangıçta. bidîyât: bidatlar, dine sonradan sokulanlar. bîfütûr: fütursuz, gevşemeyen, çekinmeyen. bîgâne: ilgisiz. bîgünah: günahsız. bîhaber: habersiz. bihakkalyakîn: yaşayıp bizzat tecrübe edercesine bir kesinlikle. bihakkın: hakkıyle, tam olarak. bihâr: denizler. bîhemta: benzersiz. bîhicap: perdesiz, gizlemeksizin. bîhûş: şaşkın, sersem. biilmelyakîn: şüphesiz ve kesin bir ilimle. bîiştibah: şüphesiz. biiznillah: ALLAH ın izniyle. bîkarar: kararsız, rahatsız. bîkes: kimsesiz. bikr: bozulmamış, temiz. bil: "ile" mânâsına ön ek. bilâ: "sız, siz" mânâsında ön ek. bilâbedel: bedelsiz. bilâd: beldeler, memleketler. bilâfasıla: aralıksız. bilâhare: sonra, sonradan. bilâihtiyar: elinde olmayarak. bilâistisna: istisnasız. bilâkaydüşart: kayıtsız şartsız. bilakis: aksine, tersine. bilâmübalâğa: mübalağasız, abartmasız. bilâmüreccih: tercih edici biri olmaksızın. bilânço: toplam, özet. bilâperva: korkusuz. bilasâle: aracısız, vasıtasız. bilâsebeb: sebepsiz. bilâşek: şeksiz. bilâşüphe: şüphesiz. bilâtefrik: ayırmaksızın. bilâtereddüt: tereddütsüz. bilâteşbih: benzetmesiz. bilâtevakkuf: duraksamadan. bilbedâhe: açık seçik. bilcümle: bütün, toptan. bilfarz: varsaymakla. bilfiil: fiilen, çalışarak. bilhads: hızlı bir kavrayışla. bilhadsissâdık: doğru bir sezgi ile. bilhassa: özellikle. bilicma: üstünde birleşmekle, topluca. bilihtiyar: istemekle. bililtizam: taraftar olmakla. bilîman: îman ile. bilintikal: intikal etmekle, naklederek. bilirâde: iradeyle, istemekle. bilistidad: yetenekle. bilistihkak: hak etmekle. biliştiyak: iştiyakla, arzu etmekle. bilittifak: ittifakla, hep birlikte. bilkabul: kabul etmekle. bilkasd: kasıt ile, gaye edinerek. bilkuvve: düşünce halinde. bilkülliye: büsbütün. billah: billahi, ALLAH için. billur: pırıl pırıl cam. bilmecburiye: mecburen. bilmukabele: karşılık vermekle. bilmüşâhede: şahit olmakla. bilumum: genel olarak, bütün, hep. bilvasıta: vasıta ile. bilyakîn: kesin bir bilişle. bimüdânî: eşsiz, benzersiz. bin: "e, de, ile" mânâsında ön ek. bîn: "gören" mânâsında son ek. bin: oğul, oğlu. binâ: ev, yapı. binâen: dayanarak, bu sebeple. binâenalâhâzâ: bunun üzerine, bundan dolayı. binaenaleyh: bundan dolayı, bunun üzerine. binâimechûl: öznesi belirsiz fiil. bînamaz: namazsız. bînaz: nazsız. bînazîr: benzersiz. binefsihi: kendisiyle. bînisyan: unutmazlık. binnefs: nefsiyle. binnetice: neticeyle. binnisbe: oranla. binniyet: niyetle. binniyye: niyetle. bint: kız. bîpâyan: tükenmez. bîperva: korkusuz. bîr: kuyu. birâder: kardeş. birâderzâde: kardeş oğlu. birr: temizlik, iyilik. biryân: kebap. bîset: gönderme, peygamberliğin başlangıcı. Bismark: ünlü bir devlet adamı. Bismillah: ALLAH ın adıyla. bissavab: doğru olarak. bittâb: tabiatıyla. bitamâm: büsbütün. bitamâmiha: tamamıyle. bîtaraf: tarafsız. bîtarafâne: tarafsızca. bittabî: tabiatıyle. bittakdir: takdirle. bittecrübe: tecrübeyle. bîvefa: vefasız. biyedî: elimi. biyografi: bir kimsenin hayatını anlatan eser. bîzâr: bıkmış. bizâtihi: kendiliğinden. bîzeval: sona ermez. bizzarure: zaruri olarak. bizzât: kendisi. bolşevik: Rus komünisti, dinsiz. bolşevizm: Rus komünizmi, dinsizlik. bostân: sebze bahçesi. boşboğaz: yerli yersiz konuşan. boykotaj: boykot. bûd: uzaklık. Buda: Budizmin kurucusu. Budeî: Buda dininden olan. bûdiyet: uzaklık. buğz: sevmeme, nefret. buhâr: buğu. Buharî: en önemli hadîs kitabının yazarı. buhl: cimrilik. buhrân: bunalım. buhûr: bahirler, denizler. bukalemun: bulunduğu yerin rengine giren bir hayvan. Burak: Peygamberimizin miraçta bindiği binek. burc: güneşle dünya arasındaki hayâlî dilimlerin her biri. burjuva: hayatını emek vererek kazanmayan zengin kimse. bûse: öpücük. butlân: batıllık, temelsizlik, çürüklük. bûy: koku. bühtân: iftira. bükâ: ağlama. bülegâ: adamına göre güzel söz söyleyenler. bülend: yüksek, yüce. bülûğ: erginlik. bünyân: yapı. bünye: yapı. bürde: hırka. bürhan: kuvvetli delil. bürhanî: delil cinsinden. bürûc: burçlar. bürûdet: soğukluk. büşrâ: müjde. büzr: tohum. büzûr: tohumlar. | |
02 Kasım 2008, 23:24 | Mesaj No:6 |
Arapça Sözlük C cadde: geniş yol. câh: makam. Câhız: ünlü bir edebiyatçı. câhid: din için savaşan. câhil: bilgisiz. câhilâne: bilgisizce. cahîm: cehennem. câil: yapan. câiz: dine uygun olan. câl: yapma, kılma. câlî: yapmacıktan. câlib: çekici. Calinos: eski bir filozof. Câmî: büyük bir âlim ve yazarı. câmi: toplayan. câmia: topluluk. câmid: cansız, donuk. câmidât: camidler, cansızlar. câmidiyet: cansızlık. câmiiyet: toplayıcılık. câmiülkelîm: zengin mânâlı söz. camus: manda. cân: hayat, ruh, gönül. cânân: sevgili. canavar: can alıcı. cânhıraş: tüyler ürpertici. cânî: cinayet işleyen. cânib: yön, taraf, yan. câniyâne: canicesine. cann: cinler. cansiperâne: canını verircesine. car: Arapçada bir edat. cârî: akan, yürüyen. câriye: esir kadın. câsus: ajan. câvid: devam eden. cây: değer, layık. caymak: kararından dönmek. câzib: çekici. câzibe: çekicilik. câzibedâr: çekici. câzibedarâne: çekici bir biçimde. câzibekârane: çekici biri gibi. cebâbire: zorbalar. cebânet: korkaklık. Cebbâr: istediğini mutlaka yaptıran ALLAH . cebbar: cebreden, zorba. cebbarâne: zorbaca. cebel: dağ. ceberût: zorla her istediğini yaptırabilme kudreti. ceberûtiyet: her dilediğini yaptırabilme kudreti. cebhe: cephe, alın, yön, yüz, savaş bölgesi. cebîn: korkak. cebir: zor, zorlama. cebr: cebir, zor, zorlama. Cebrâil: Peygamberimize vahiy getiren büyük bir melek. cebren: zorla. Cebrî: insan iradesini inkâr eden batıl bir mezhebe inanan kimse. cebrî: zorla, zorlamalı. Cebriye: insandaki iradeyi inkâr eden batıl bir mezhep. cedâvil: cedveller, kanallar, listeler. cedd: ata, dede. cedel: tartışma, münakaşa. cedîd: yeni. cedvel: liste, kanal, cetvel. cefâ: eziyet. cefâkâr: eziyet çeken. ceffelkalem: düşünmeksizin. cefne: büyük su kabı. cehâlât: cahillikler, bilgisizlikler. cehâlet: cahillik, bilgisizlik. cehâletperver: bilgisizliği seven. cehd: çaba, çabalama. cehele: cahiller, bilgisizler. cehennem: azgınların öldükten sonra gidecekleri ceza yeri. cehennemî: cehenneme özgü. cehennemnümun: cehennemi hatırlatan. cehil: bilgisizlik. cehl: bilgisizlik. cehlistân: bilgisizlik yeri. cehr: açıktan söyleme. cehren: açıktan. cehrî: açık sesle. cehûl: pek cahil. celâdet: ululara karşı gösterilen cesaret. Celâl: sonsuz azamet ve kibriya, büyüklük ve ululuk. celâldarâne: celâlli bir biçimde. celâlet: büyüklük, ululuk. celâlî: büyüklükle ilgili. celb: kendine çekme, getirtme. celbkârâne: kendine çekercesine. celbnâme: çağırma kağıdı. Celcelîtiye: Hazreti Ali radıyALLAH u anhın önemli bir eseri. celevât: cilveler, görünümler. celî: belli, açık. celîl: büyük, ulu. cellâd: ölüm cezası verilenleri öldüren kişi. celle: "yüce ve aziz oldu" mânâsında söylenir. celse: oturum. cem: toplama. cemaat: gayeleri bir olan topluluk. cemâd: cansız cisim. cemâdât: cansız cisimler. cemâdiyet: cansızlık, donukluk. cemâhir: cumhuriyetler. cemâl: güzellik. cemâlî: güzellikle ilgili. cemâlperest: güzelliğe düşkün. cemâlperverâne: güzelliği severcesine. cemel: deve cemî: bütün, hepsi. Cemîl: sonsuz güzel olan ve bütün güzelliklerin sahibi bulunan ALLAH . cemîl: güzel. cemîlâne: güzelce. cemîle: güzel olan. cemiyât: cemiyetler, toplumlar. cemiyet: toplum. cemiyyet: cemiyet, toplum, genişlik. cemm: çokluk. cemmigafir: ekseriyet, çoğunluk. cemre: ısı. cenâb: saygı sözü. cenâbet: cünüp. cenâh: kanat. cenâheyn: iki kanat. cenân: cennetler. cenaze: henüz gömülmeyen ölü. cendere: baskı aleti. cengâver: savaşçı. Cengiz: zâlim bir hükümdar. cenin: ana karnındaki çocuk. cenk: savaş. cennât: cennetler. cennet: inananların dünyadaki güzel amellerine mükafaten sonsuza kadar kalacakları güzellikler âlemi. cennetâsâ: cennet gibi. cennetmekân: yeri cennet olası. cennetmisâl: cennet gibi. cenûb: güney. cenûbî: güneydeki. cerâhat: irin, akıntı. cerâid: gazeteler. cerbeze: süslü sözlerle aldatma. Cercîs: büyük eziyetlerle şehit edilen bir peygamber. cereyân: akma, akım. cerh: yaralama, çürütme. cerhetmek: yaralamak, çürütmek. cerîde: gazete. cerîha: yara. cerr: para alma. cerrah: operatör. cerrâr: tedirgin edici davranışlarla para koparan. cesâmet: irilik. cesâret: yüreklilik, korkusuzluk. cesed: ceset, cansız vücut. cesîm: iri, kocaman. cessâs: casusluk eden. cesurâne: cesurca, korkusuzca. cevâb: cevap, soruya verilen karşılık. cevâben: cevap olarak. cevâbî: cevapla ilgili. cevâd: çok cömert. cevâhir: değerli taşlar. cevâmî: toplayıcı olan şeyler. cevâmid: cansızlar. cevâmiülkelîm: zengin mânâlı sözler. cevânib: yanlar, taraflar. cevârih: organlar. cevâsis: casuslar, ajanlar. cevaz: izin. cevelân: dolaşma. cevelangâh: dolaşma yeri. cevf: boşluk. cevher: öz, kıymetli taş, atom. cevherbahâ: mücevher gibi değerli. cevhere: tek cevher. cevherî: cevherle ilgili. cevir: eziyet. Cevşen: "zırh" mânâsında Peygamberimizin emsalsiz duası. Cevşenülkebîr: Peygamberimize vahiy ile gelen büyük bir dua. cevv: atmosfer. Cevvâd: sınırsız cömertlik sahibi ALLAH . cevvâl: pek hareketli. cevvifezâ: uzay. cevvihava: atmosfer. ceyb: cep. ceyş: asker, ordu. cezâ: suça karşılık verilen acı. cezâen: ceza olarak. cezâlet: sözde kelimelerin düzgün dizilişinden doğan güzellik. cezb: kendine çekme. cezbe: ALLAH sevgisiyle kendinden geçme hâli. cezbedarâne: ALLAH sevgisiyle kendinden geçercesine. cezbekârâne: cezbeye tutulmuşçasına. cezîre: ada, yarımada. Cezîretülarâb: Arap Yarımadası. cezm: kesin karar. cezmiyet: kesin kararlılık. cezrî: köklü. cibâl: dağlar. cibillî: yaradılıştan, mayadan, soydan. cibilliyet: yaradılış, maya, soyluluk. Cibrîl: Cebrail aleyhisselâm. cidâl: uğraşma, savaş. cidar: duvar, çeper. cidden: gerçekten. cîfe: leş. cifir: harflere verilen sayılarla mânâlar çıkarma ilmi. cifrî: cifirle ilgili. ciğerpâre: ciğer parçası, sevgili yavru. ciğersûz: ciğer yakan. ciğerşikâf: ciğer parçalayan. cihad: din uğrunda savaş. cihân: dünya, âlem. cihânbahâ: cihan değerinde. cihândeğer: dünya kıymetinde. cihângîr: cihanın büyük bir kısmını elde eden savaşçı. cihânkıymet: dünya kadar değerli. cihânpesendâne: dünyanın beğeneceği şekilde. cihânşümûl: dünya ölçüsünde. cihâr: dört. cihât: yanlar, yönler. cihâz: aygıt, çeyiz. cihâzât: aygıtlar. cihet: yön, yan. cihetiyet: yönlülük, yanlılık. cild: deri, ten. cilve: görünme, belirme, naz. cilveger: cilve eden. cimâ: cinsî münasebet. cimri: kimseye bir şey vermeyen eli sıkı kimse. cin: göz ile görülemeyen ruhani varlıklar. cinân: cennetler. cinas: birçok mânâya gelebilen söz. cinâyet: adam öldürme, ağır suç. cinnet: delilik. cinnî: cinlerden olan. cins: tür, çeşit. cinsî: cinsle ilgili. cinsiyet: cinslik, tür olma. cirm: oylum, yıldız. cisim: uzayda yer dolduran varlık. cism: cisim. cismanî: cisimle ilgili. cismaniyet: cisim olma hâli. cismen: cisimce. cismiyet: cisimlik. civan: yakışıklı genç. civanmert: yüce gönüllü, mert. civâr: yöre, yakın yer. cîz: hurma ağacının kökü. cizye: müslüman olmayanlardan alınan vergi. cûd: cömertlik. Cûdi: bir dağ adı. cumâ: önemli bir namaz. cumhur: topluluk. cumhurî: cumhuriyetle ilgili. cumhuriyet: devlet başkanı yönetilenler tarafından seçilen yönetim biçimi. cumhuriyetperver: cumhuriyeti seven. cûş: coşma, kaynama. cûşuhurûş: coşup taşma. cûyem: ararım. cübbe: namazda giyilen bol elbise. cüdâ: ayrı, ayrılmış. cühelâ: bilgisizler. cühûd: bilerek inkâr etme. cülûs: tahta çıkma. cümle: bütün, hüküm bildiren söz. cümûd: cansız, donuk. cümûdet: cansızlık, donukluk. cümûdiye: buzul. cümûdiyet: donukluk, katılık. cüneyd: askercik. cünûd: askerler. cünûdullah: ALLAH ın askerleri. cünûn: delilik. cünüb: gusletmesi gereken kimse. cüret: ataklık, kendini bilmezlik. cüretkâr: atak, kendini bilmez. cüretkârâne: atakça. cürm: suç. cürmümeşhud: suçüstü. cürüm: suç. cüsse: gövde, kalıp, beden, cüz: bölüm, parça. cüzî: pek az, ferdi. cüziihtiyar: az bir seçme hürriyeti. cüziirâde: insanın azıcık iradesi. cüziyyât: cüziler. cüziyyet: azlık, küçüklük. | |
02 Kasım 2008, 23:25 | Mesaj No:7 |
Arapça Sözlük D dâ: hastalık. daavât: dualar. dâbb: kertenkele. dâbbe: yürüyen yaratık. dâbbetülarz: âhirzaman alâmeti olan bir yaratık. dâcin: bir nevi kuş. dâd: vergi, ihsan. dâdıezel: ALLAH vergisi. dâdıhak: Hak vergisi. dâfi: defeden, savan. dâfia: defetme, savma. dâğdağa: gürültü patırtı. dâğdâr: yanık, yaralı. dağvârî: dağ gibi. dâhî: üstün yetenekli. dâhil: iç, içeri, içinde. dahîl: yabancı, sığıntı. dahîlek: sana sığınırım. dâhilî: içe ait, içle ilgili. dâhiliye: içle ilgili olan, iç işleri. dâhiyâne: dahice, gayet zekice. dahiye: felâket, büyük belâ. dahiye: üstün yetenekli kimse. dahl: girme, etki. dâî: duacı, çağıran. dâil: sapıtmış, azgın. dâim: devam eden, süren. dâima: devamlı olarak. daimî: devamlı, sürekli. dâir: ilgili, devreden. dâire: saha, alan, geometrik şekil, resmi kurum. dâirevârî: daire gibi. dâirevî: daire şeklinde. dakik: pek ince. dakika: pek ince olan, zaman birimi. dalâl: sapıklık, haktan ayrılık. dalalet: sapkınlık, islâmdan ayrılma, şaşkınlık. dalaletâlûd: sapkınlık karışık. dalaletpîşe: sapkınlık yolunu tutmuş. dalkavuk: menfaati için hoş görünmeye çalışan, yağcılık ve soytarılık eden. dâll: delil olan, yol gösteren. dall: sapan, sapıtan. dalle: sapanlar, sapıtanlar. dallîn: sapkınlar. dâlliyet: delil olma, yol gösterme. dâm: tuzak, hile, tavan. damar: kan borusu, yaradılış, huy. dâmen: etek. damga: işaret, bellik. dânâ: bilgili, âlim. dâne: tane, tohum. dantela: tentene, dantel. dâr: yer, ev, yurt. darağacı: idam sehpası. darb: vurma, çarpma. darbe: tek vuruş. darbhane: para basılan yer. darbımesel: atasözü. dâreyn: her iki dünya. dârıharb: savaş yeri, düşman ülkesi. dâri: acı bir bitki. dârib: vuran, döven. dârülfünûn: fenler yeri, üniversite. dârülharb: savaş yeri, düşman ülkesi. Dârülhikmet: Osmanlılar zamanında fetva ile vazifeli ilmi bir kuruluş. dârülhizmet: hizmet yeri. dârülikab: azap yeri, cehennem. dârülislâm: Müslümanların huzur içinde yaşadığı yer. Dârüsselâm: kurtuluş ve güven yeri, cennet. dâsıtân: destan, meşhur hikâye. dâsıtâne: destan gibi olan. dâussılâ: vatan hasreti. dâva: savunulan düşünce, hak talebi, önemli mesele. dâvet: çağrı. dâvetname: davet mektubu. Dâvûd: büyük bir peygamber. Dâvûdvârî: Davut alehisselâm gibi. dâye: dadı, çocuk bakıcısı. debdebe: gösteriş gürültüsü, görkem. debretmek: kımıldatmak. deccâl: kıyametten önce ortaya çıkarak yandaşlarıyla birlikte dini yıkmaya çalışan azgın kimse. deccâlâne: deccal gibi. deccâliyet: din yıkıcı deccalın ilkeleriyle hareket edenlerin oluşturduğu mânevî şahsiyet. def: savma, savuşturma. defâ: kez, kere. defâât: defalar, kereler. defâin: defineler. defâten: birdenbire. defî: bir anda. defîne: yere gömülmüş kıymetli eşya. defn: gömme. defnetmek: gömmek. defterdâr: defterci, defter tutan. dehâ: üstün zekâ. dehâlet: girme, sığınma. dehân: ağız. dehlîz: dar ve uzun geçit. dehr: zaman, devir. dehrî: zamanla ilgili, kıyamete inanmayan îmansız felsefeci. dehriyye: dünyanın sonsuzluğuna inanan felsefecilerin yolu. dehriyyûn: zamanı tanrılaştıran îmansız felsefeciler. dehşet: ruhu birden kaplayan korku. dehşetengiz: korku verici. dejenere: bozulma, soysuzlaşma. dek: hile, oyun. dekaik: incelikler. dekk: ufalanma. delâil: deliller, kanıtlar. delâlat: delâletler, delil olmalar. delâlet: delil olma, yol gösterme. delâleten: delil olarak, yol göstererek. delîl: yol gösterici, kanıt. dellâl: yüksek sesle ilan eden, duyuran. delv: kova burcu. dem: kan, zaman, konu, kıvam. demâ: her zaman. demâdem: zaman zaman. demagoji: güzel sözlerle halkı kandırma siyaseti. dembedem: zaman zaman. demdeme: vızıltı, ses. demode: modası geçmiş. demokrasi: yöneticilerin halk tarafından seçildiği idare şekli. demvurmak: söz etmek. denâet: alçaklık. denî: alçak. deniye: alçak olan. depresyon: ruhî çöküntü. der: "içine, içinde" mânâsında ön ek. derâkab: hemen, derhâl. derârî: parlak yıldızlar, renkli şeyler. derc: içine alma, sokma. dercân: canına sokma, içine alma. derd: dert, hastalık, üzüntü, dilek, mesele. derdmend: derdi olan. derecât: dereceler, yukarı katlar. derece: gitgide yükselen durumların her biri, kerte. derekab: hemen ardından. derekât: derekeler, aşağı katlar. dereke: gitgide alçalan durumların her biri. dergâh: makam, tekke. derhâtır: hatırlama. derk: anlama, kavrama. derketmek: anlamak, kavramak. dermân: ilaç, çare, güç. dermeyân: ortada, ortaya. derpey: ardı sıra. Dersaadet: istanbul. dershane: ders okunan yer. dersiâmm: herkese ders verebilen hoca. deruhte: üzerine alma, yüklenme. derûn: iç, gönül. derûnî: içle ilgili, içten. derviş: yaşayışını tarikatının edeplerine uyduran kalender kimse. derya: deniz. desâis: desiseler, hileler, oyunlar. desâtir: düsturlar, ilkeler. desîse: hile, oyun. dessas: hileci, oyuncu, aldatıcı. dessasâne: hileci, aldatıcı gibi. dest: el. destan: kahramanlık hikâyesi. destbedest: el ele. deste: demet, tutam. destek: dayanak. destgâh: tezgâh, işyeri. destûr: izin. dev: masallarda geçen korkutucu varlık. devâ: ilaç. devâen: ilaç olsun diye. devâhî: büyük belâlar, üstün zekâlılar. devâir: daireler, işyerleri. devam: sürüp gitme. deverân: dönme, dolaşım. devir: dönme, dolaşma, aktarma. devlet: ülkeyi yönetmek için örgütlenmiş siyasî topluluk. devr: devir, dönem, dönme, dolaşma, aktarma. devran: felek, talih. devre: dönem. devriye: dönen, dolaşan. deyn: borç. Deyyan: herkesin hakkını en iyi bilen ve veren ALLAH . Dıhye: bir sahabe. dırahşan: parlayan. dıyk: darlık. dibâce: önsöz, başlangıç. didar: göz, görme, görünme. dîde: göz. dîdebân: gözcü, gözleyen. dîk: ince, dar. dikkat: duygu ve düşünceyi bir noktada toplama, uyanıklık, incelik. dikta: zorbalık. diktatör: devleti keyfine göre idare eden "ulu" önder. dil: gönül, kalb. dilber: gönül alan güzel. dilşâd: gönlü hoş olmuş. dimağ: beyin. dimdik: gaga. din: peygamberin bildirdiği biçimde kulluk görevlerini belirleyen ilâhî nizam. dinamik: hareketli. dinar: eskiden kullanılan bir para. dindarâne: dindarca. dindaş: aynı dinden olan. dinperver: dini seven. dinsizdârâne: dinsizce. diplomat: ülkenin dış işleriyle uğraşan memur. dirâyet: yetenek, beceri, sezgi. direktif: yönlendirici emir. direm: dirhem. dirhem: üç gramlık ağırlık ölçüsü. diritnavt: diritnot. diritnot: büyük savaş gemisi. disiplin: uyulması gereken kuralların tamamı, sıkı düzen. divan: şiir kitabı, yüksek idare meclisi, mahkeme, sedir. divâne: aklı tam olmayan, kaçık. divânece: divane gibi. divanhâne: geniş sofa, salon. divânıharb: askeri mahkeme. diyânet: dindarlık, din işleri. diyâneten: dindarlık bakımından. diyar: ülke, yer. diyet: kan bedeli, can pahası. diyk: darlık, sıkışıklık. dogma: tartışılmayan kesin fikir. dogmatizm: bazı fikirleri her zaman doğru ve değişmez kabul eden felsefe. doktrin: bir sistem meydana getiren fikirlerin hepsi, öğreti. donanma: kendini donatma, deniz kuvveti, ışıklı şenlik. dost: samimi arkadaş. dostâne: arkadaşça. duâ: ALLAH a yalvarma, yakarış, isteme, dileme. dûçar: tutulmuş, yakalanmış. duhâ: kuşluk vakti. duhan: duman. duhûl: girme. dumûr: körelme, kuruma. dûn: aşağı. dûnhimmet: gayreti az. dûr: uzak. dûrendiş: ilerisi için kaygılanan. dûrendişâne: ilerisi için kaygılanırcasına. durûbuemsâl: atasözleri. dûş: omuz. dûşâb: pekmez. dü: iki. düello: şahitler önünde iki kişinin silahlı çarpışması. dühât: dahiler, üstün zekalılar. dükkân: öteberi satış yeri. Düldül: Peygamberimizin Hazreti Aliye hediye ettiği binek hayvanı. dülger: marangoz. dümdâr: ordunun arkasında giden gurup. dünyâ: içinde yaşadığımız âlem. dünyâdâr: dünyalı. dünyâperest: taparcasına dünyaya yönelen. dünyevî: dünya ile ilgili, dünyalı. dürbîn: dürbün. dürer: inciler. dürr: inci. Dürriyetim: Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm. dürûs: dersler. dürüst: doğru, düzgün. düstûr: ilke, kural. düşâb: pekmez. düşeş: iki altılık. düşvâr: zor, güç. düvel: devletler. düyûn: borçlar. | |
02 Kasım 2008, 23:26 | Mesaj No:8 |
Arapça Sözlük E eâmm: pek umumi, en genel. eâzım: büyükler. eb: baba. ebâbil: bir kuş türü. ebâd: boyutlar, uzaklıklar. ebâtıl: boş inanışlar. ebced: Arap harflerinin diziliş sırası, bu harflerin rakam olarak değerlerinden yola çıkılarak yapılan hesap. ebcedî: ebcedle ilgili. ebdâ: en güzel, en bedi. ebed: sonsuz gelecek zaman. ebeden: sonsuza dek. ebedî: sonsuzla ilgili. ebediyet: sonsuzluk. ebediyyen: sonsuza kadar. ebedperest: sonsuzluğu sevip arzulayan. ebedülâbâd: sonsuzlar sonsuzu. ebeveyn: ana ile baba. ebkem: dilsiz. eblağ: yerinde adamına göre güzel söz söylemenin en üstünü. ebleh: alık, budala. eblehâne: alıkça, budalaca. ebnâ: oğullar. ebnâyıcins: aynı türden olanlar. ebrâr: hayırlılar, iyiler. Ebrehe: Kâbeyi yıkmak isteyen kumandan. ebrû: kaş, dalga dalga kırmızı yanak, bir süsleme sanatı. ebsâr: gözler. ebter: güdük, kesik. ebû: baba, ata. ebulâşey: hiçbir şeyi olmayan. ebvâb: kapılar, bölümler. ebyât: beyitler. ebyâz: en beyaz, parlak. ecânib: yabancılar. ecdâd: atalar, dedeler. ecel: ömrün sonu, vade. ecell: en büyük. echel: en cahil. echeliyet: aşırı bilgisizlik. ecinnî: tek cin. ecir: ücret, karşılık. ecîr: ücretle çalışan. ecirnâ: bizi koru. ecirnî: beni koru. eclâ: en parlak. ecliyet: sebeplik. ecmâ: en toplu. ecmâin: hepsi, cümlesi. ecmel: en güzel. ecnâs: cinsler, türler. ecnebî: yabancı. ecr: ücret, karşılık. ecrâm: cansız varlıklar. ecsâd: cesetler. ecsâm: cisimler. ecvibe: cevaplar. eczâ: cüzler, parçalar, kimyevi madde. eczâhâne: ilaç yapılıp satılan işyeri. edâ: yapma, ödeme, davranış, anlatım yolu. edat: "hem, için" gibi kendi başına mânâsı olmayan yardımcı kelime. eddâî: belli bir duacı, duacınız. edeb: terbiye, güzel ahlak, haya. edebî: edeple ilgili, güzel söz ve yazı. edebiyat: güzel ve etkili biçimde konuşma ve yazma sanatı. edebiyyûn: edebiyatçılar. edevât: âletler. edîb: edebiyatçı, edepli, terbiyeli. edîbâne: edebiyatçı gibi, edeplice, terbiyelice. edille: deliller, kanıtlar. ednâ: pek aşağı. edvâr: devirler, dönemler. edviye: devalar, ilaçlar. edyân: dinler. efâdıl: üstün nitelikli kimseler. efâl: fiiller, işler. efdal: daha üstün. efendi: sahip, saygın, terbiyeli. efgan: figanlar, inlemeler. efhâm: anlamalar, en iyi anlayan. efkâr: fikirler. efkârıâmme: umumun fikirleri, halkın düşünceleri. eflâk: gökler. Eflâtun: eski bir filozof efrâd: bireyler, insan tekleri. efsah: daha düzgün anlatım. efsâne: uydurulmuş hikâye, mitoloji. efsûn: sihir, büyü. efşan: "saçan" mânâsında son ek. efzâ: "artıran" mânâsında son ek. efzûn: fazla, çok. ego: ben, ene. eğerçi: gerçi. eğlenceperest: eğlenceye pek düşkün. Ehad: "bir, tek, benzersiz" olan ALLAH . ehâdîs: Peygamberimizin sözleri. ehadiyet: ALLAH ın her bir eserindeki birlik tecellisi. ehaff: pek hafif. ehak: en hak, daha gerçek. ehass: en has. ehbâr: âlimler. ehemm: en önemli. ehemmiyet: önem. ehemmiyetkârâne: önem verircesine. ehevât: kardeşler. ehibbâ: ahbaplar, sevilenler. ehil: dost, sahip, usta. ehlen-sehlen: hoş geldiniz. ehlî: alışık olan, evcil. Ehlibeyt: Peygamberimizin neslinden olan. ehlibidâ: dine aykırı olanı dine sokanlar. ehlidalalet: islâmdan sapanlar, sapkınlar. ehlidünyâ: dünya adamı, âhireti düşünmeyen. ehlifelsefe: felsefeciler, felsefeye önem veren kimseler. ehlifen: fen ilimleriyle uğraşanlar. ehligaflet: gaflette olanlar, kul olduğunu hatırlamadan yaşayanlar. ehlihak: hak yolda olan. ehlihakîkat: hakikatı bulan kimseler. ehlihâl: inandıkları mânâları hâlleriyle yaşayanlar. ehlihidâyet: îman yoluna erenler, müminler. ehliîman: îmanlılar. ehliinsaf: insaflılar. ehliislâm: müslümanlar. ehlikalb: kalben ileri gidenler. ehlikeşif: perdeli olanı bilen velî. ehlikitab: ilâhî kitaplardan birine inanan. ehlikubûr: kabirdeki ölüler. ehliküfür: kâfirler. ehlinecat: kurtulanlar. ehlisefâhet: günahlara dalanlar. ehlisuffa: Peygamberimizin mescidinde kalan sahabeler. ehlisünnet: Peygamberimizin hak yolunda yürüyenler. ehlişirk: ALLAH a ortak koşanlar. ehlitakva: ALLAH tan korkup günahtan sakınan kimseler. ehlitarik: tarikat adamı. ehlitarikat: tarikata bağlı olan. ehlitevhid: ALLAH ın birliğine inananlar. ehlivelâyet: velîler, erenler, kalbi nurlanmış müminler. ehlivukuf: iyi bilenler, bilirkişiler. ehliyyet: yeterlik, ustalık, yetki. ehlullah: ALLAH adamı, evliya, ermiş. ehram: firavun mezarı. Ehriman: ateşe tapanların kötülük tanrısı. ehülacâib: acayip şeylerin kardeşi. ehva: nefis arzuları, boş istekler. ehvâl: korkular. ehven: en zararsız, pek ucuz. ehvenüşşerreyn: iki şerden daha az zararlı olanı. ehya: ucuzluk, bolluk. eimme: imamlar, öncüler. ejder: büyük yılan. ejderha: iri yılan. ekâbir: büyükler. ekall: en az. ekalliyet: azlık, azınlık. ekânim: asıllar, rükünler. ekber: en büyük. ekdâr: kederler, üzüntüler. ekl: yeme. ekmel: en mükemmel. ekol: bir fikir üzerine kurulu okul, meslek. Ekrad: Kürtler. ekrem: daha kerim, en iyi. ekser: daha çok. ekserî: çoğunlukla. ekseriya: ekseriyetle, çoğunlukla. ekseriyet: çoğunluk. ekseriyetle: çoğunlukla. ekva: daha kuvvetli. ekvan: yaratılanlar. ekvanî: yaratılanlarla ilgili. ekvator: dünyayı ikiye ayıran hayâlî çizgi. el-amân: aman diliyorum! elân: şimdi, hâlâ. elâstik: esnek. elbette: kesinlikle. elcevab: cevabı şu. elem: acı. eleman: bir bütünün parçaları. elemkârâne: acılı bir biçimde. elemnâk: acı verici, acılı. elf: bin sayısı. elfâtiha: Fatiha sûresi. elfaz: lafızlar, sözler. elhak: hakikaten, doğrusu. elhamdülillâh: ALLAH a hamdolsun. elhannas: sinsice aldatan şeytan. elhâsıl: kısacası, özetle. elhubbulillâh: sevgi ALLAH içindir. elhükmülilekser: hüküm eksere göre verilir. elîf: alışan, alışkın. elîm: acı veren, acılı. elîmâne: acılı biçimde. elîme: acılı hâl. elîyâzübillâh: ALLAH a sığınırız. elkab: lâkaplar. elmas: değerli bir taş. elsine: lisanlar, diller. eltâf: lütuflar, en latîf, en hoş. elvah: levhalar, tablolar. elvan: renkler. elvanıseba: yedi renk. elvedâ: şu ayrılık! elyak: daha lâyık. elyevm: bugün. elzem: daha gerekli. elzemiyet: daha gereklilik. emam: ön taraf. eman: güven, güvenlik. emânât: emanetler. emânet: sonra alınmak üzere verilen şey. emâneten: emanet olarak. emâni: güvenlik. emârât: emareler, belirtiler. emâre: iz, belirti, bellik. emâret: beylik. emel: ümit, arzu. Emevîler: bir islâm devleti. emîn: güvenilir. emîr: bey, başkan. emirber: emir dinleyen. emirnâme: emir yazısı. emlâk: taşınmaz mallar. emmâbâdü: bundan sonra. emmâre: emreden, zorlayan. emn: eminlik, güvenlik. emniyet: güven, güvenlik. emperyalizm: bir ülkenin sınırlarını genişletme politikası. emr: emir, buyruk. emrâz: marazlar, hastalıklar. emsâl: misaller, eşler, benzerler. emsile: misaller, örnekler. emşac: nutfe, dağınık. emtar: yağmurlar. emvâc: dalgalar. emvâl: mallar. emvât: ölüler. emzice: mizaçlar, huylar. enam: yaratıklar, varlıklar. enâniyet: benlik, gurur. enbiyâ: nebîler, peygamberler. encam: son. encümen: meclis, komisyon. endad: benzerler, misiller. endâm: beden, boy. endaz: "atan, atıcı" mânâsında son ek. ender: içinde. ender: pek az bulunan. endîşe: kaygı. Endülüs: bir islâm devleti. ene: ben, benlik. enerji: güç. enfâ: daha faydalı. enfâs: nefesler. enfes: pek nefis, çok hoş. enfûs: nefisler, ruhlar. enfüsî: nefisle ilgili, insanlarının kendi iç âlemlerine ait. engiz: "koparan, veren" mânâsında son ek. engizisyon: kiliselerin işkenceci mahkemeleri. enhâr: nehirler, ırmaklar. enîn: inilti. enîndâr: inleyen. enîs: dost, arkadaş. enkaz: yıkıntı. enmûzec: nümune, örnek, model. ensâb: soylar, nesepler. ensac: dokumalar. ensâf: yarımlar. ensâl: nesiller, kuşaklar. ensâr: yardımcılar, Medineli sahabeler. enseb: en uygun. ente: sen. entrika: hile, düzen. envâ: neviler, türler. envâen: türler olarak. envâr: nurlar. enver: pek nurlu. enzâr: nazarlar, bakışlar. erâcif: uydurma sözler. erakk: pek ince. erbaa: dört. erbâb: sahipler, becerikliler, terbiyeciler. erbâin: kırk. erbâiyyet: dört olmak. Ercûze: Hazreti Alinin meşhur bir kasidesi. erhâm: döl yatakları, rahimler. erham: en merhametli. Erhamürrahimîn: merhamet edenlerin en merhametlisi olan ALLAH . erîke: koltuk, taht. erkân: esaslar, rükünler. ervâh: ruhlar, canlar. erzâil: reziller, alçaklar. erzâk: rızıklar, yiyecekler. erzan: pek ucuz. erzâl: reziller. erzel: daha rezil. esâbi: parmaklar. esâd: daha mutlu. esâdekümullah: ALLAH saadet versin. esahh: daha doğru. esâlib: üslûplar, tarzlar. esamî: isimler. esâret: esirlik, tutsaklık. esas: temel, kök. esasât: temeller, esaslar. esâtir: uydurulmuş hikâyeler, mitoloji. esbâb: sebepler, vasıtalar, vesileler, araçlar. esbâbperest: sebepleri yaratıcı sanan. esbak: daha önceki. esbât: torunlar. esdâf: sadefler, inci kabukları. esdikâ: sadıklar. esed: aslan. Esedullah: ALLAH ın aslanı. esef: tasa, üzüntü, gam. esefâ: yazık! eser: yapı, iz, kitap. esfel: en aşağı. esfelisâfilîn: aşağıların en aşağısı. eshâb: sahipler. esham: hisseler, paylar. eshel: daha kolay. esîle: sorular, sualler. esîr: alemi kaplayan incecik madde. esir: savaşta teslim alınan kimse. Eski Said: Bediüzaman Hazretlerinin hayatında birinci dönem ismi. eslâf: selefler, öncekiler. eslâh: en iyi, en sâlih. eslem: en sağlam, en emin. esliha: silahlar. esmâ: isimler. esmaî: isimlerle ilgili. Esmaülhüsnâ: ALLAH ın güzel isimleri. esmar: meyveler. esmer: rengi karaya çalan. esnâ: ara, vakit, sıra. esnâf: sınıflar, alım satımcı. esnam: sanemler, putlar. esrâ: pek çabuk. esrâr: sırlar, gizli mânâlar. esrârengiz: gizli ve sırlı olan. esrarkeş: esrar çeken. essebebükelfâil: sebep olan yapan gibidir. estağfirullah: ALLAH kusurumu affetsin. ester: katır. esvâb: giyecekler. esvât: sesler. esved: siyah, kara. eşâr: şiirler. Eşârî: itikadî bir hak mezhep kuran âlimin namı. eşbah: benzeyenler. eşcâ: daha yiğit. eşcâr: ağaçlar. eşedd: pek şiddetli. eşeff: en saydam. eşekk: pek şüpheci. eşfa: en çok şefaat eden. eşfâ: pek şifalı. eşfak: çok şefkatli. eşgal: işler, meşguliyetler. eşhas: şahıslar, kişiler. eşhûr: aylar. eşirrâ: şerliler, kötüler. Eşîya: bir peygamber. eşk: gözyaşı. eşkâl: şekiller. eşkıyâ: yol kesenler. eşmel: çok kaplayıcı. eşnê: en kötü. eşrâf: şerefliler, ileri gelenler. eşrâr: şerliler, kötüler. eşrât: şartlar, belirtiler. eşrâtısaat: kıyamet alâmetleri. eşref: en şerefli. eşrefimahlûkât: yaratılanların en şereflisi. eşşehîr: meşhur, ünlü, tanınmış. eşşükrülillah: şükür ALLAH adır. eşvâk: şevkler, aşırı istekler. eşya: nesneler, şeyler. etbâ: tâbî olanlar, bağlılar. etemm: en tam, noksansız. etfâl: tıfıllar, çocuklar. etıbbâ: tabipler, doktorlar. etîme: yemekler. etka: günah işlemekten çok çekinen. etkıyâ: çok takvalılar. etrâf: yanlar, taraflar. Etrâk: Türkler. etvâr: tavırlar, davranışlar. evâhir: âhirler, sonlar. evâil: başlangıçlar. evâmir: emirler. evânî: kaplar. evâsıt: vasatlar, orta hâlli olanlar. evc: doruk, yüce. evfak: en uygun. evhâm: vehimler, kuruntular. evkaf: vakıflar. evkat: vakitler. evkemâkal: söylendiği gibi. evlâ: daha iyi. evlâd: veledler, çocuklar. evleviyet: öncelik. evliyâ: kalbi nurlu müminler, erenler, velîler. evliyâullah: ALLAH ın velîleri, sevgili kulları. evrâd: devamlı okunan dualar, zikirler. evrak: yapraklar, kağıtlar, belgeler. evride: toplardamar. evsâf: vasıflar, özellikler. evsat: orta, orta hâl. evtâd: direkler, kazıklar. evtâr: tek, eşsiz. evvâbin: tevbe edip günahtan dönenler. Evvel: herşeyden önce var olan ve yaratıkların önceki hâllerine de hükmeden ALLAH . evvel: ilk, önce, birinci. evvelâ: birincisi, önce. evvelbaba: ilk baba, her türün bir anda yaratılan ilk ferdi. evvelen: ilk olarak. evvelîn: öncekiler. evzâh: daha açık. ey: hitap sözü. eyâdi: eller. eyne: nereye, nerede? eynelmefer: nereye kaçmalı? eynesserâminessüreyya: yer nerede, Süreyya nerede? eytam: yetimler, babaları ölmüş çocuklar. eyvALLAH : peki, öyle olsun. eyvan: köşk, saray. eyyâm: günler. Eyyûb: hastalığına sabretmesiyle meşhur bir peygamber. eyyü: "ya, ey" mânâsında hitap edatı. eyyühelmünâfık: ey münafık, ey mümin görünen kâfir! eyzan: önceki gibi. ez: "den, dan" mânâsında ön ek. ezâ: üzme, incitme. ezahir: çiçekler. ezan: namaza davet için edilen nida. ezber: zihinde tutma. ezcümle: meselâ, bunun gibi. ezdâd: zıtlar. ezel: başlangıcı olmama, öncesizlik. ezelî: başlangıcı olmayan. ezeliyet: varlığının başlangıcı olmama. ezhân: zihinler. ezhâr: çiçekler. Ezher: Mısırda bulunan büyük bir üniversite. ezher: pek parlak. eziyet: büyük sıkıntı, incinme. ezkâr: zikirler, ALLAH ı anmalar. ezkaza: kaza olarak. ezkiyâ: temiz ve iyi insanlar. ezkiya: zekiler. ezlem: en zâlim. ezman: zamanlar. ezmine: zamanlar. ezost: ondan. ezvâc: eşler. ezvâcıtâhirât: Peygamberimizin iffetli hanımları. ezvak: zevkler. ezyâl: zeyiller, ekler. | |
02 Kasım 2008, 23:27 | Mesaj No:9 |
Arapça Sözlük F faal: çalışkan, işleyen. faalâne: çalışkanca. faaliyet: çalışkanlık, çalışma. Faalünlimâyürîd: her istediğini yapabilen ALLAH . fâcia: acıklı olay. fâcir: günah işleyen. fâcire: günahkâr kadın. fâdıl: üstün nitelikli. fahâmet: anlayışlılık. fâhim: anlayışlı. fâhir: övünen, iftihar eden. fâhiş: ahlâksız, aşırı. fâhişe: büyük günahlar işleyen iffetsiz kadın. fâhişehâne: genelev. fahl: ileri gelen, üstün. fahm: kömür, karbon. fahr: övünme, iftihar etme. fahrî: karşılıksız, parasız. Fahriâlem: âlemin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz. Fahrikâinat: kâinatın övüncü olan Peygamberimiz. fahriye: övünme. fahrüddeverân: devirlerin övüncü. fahşâ: büyük günahlar. fahûr: çok övünen. fâide: fayda, yarar. fâik: üstün. fâikiyet: üstünlük. fâil: iş yapan, özne. fâiz: paranın haram olan kârı. fakat: ama. fâkat: yokluk, bulunmama. fakd: bulunmayış. fakdülahbâb: sevilenlerin bulunmaması. fâkih: islâm hukukunu bilen. fâkihe: yaş meyve, yemiş. fakîr: muhtaç, yoksul. fakîrâne: fakirce. fakîrülhâl: fakir hâlde. fakr: yoksulluk, muhtaçlık. fakrıhâl: fakir hâllilik. fakrımutlak: tam ve sınırsız fakirlik. fakrpîşe: fakirlik yolunda. fakruzarûret: fakirlik ve yoksulluk. faktör: bir sonucu oluşturan unsurlardan her birisi. fakülte: meleke, üniversitenin bölümlerinden her biri. fâl: fal, belirti, uğur. Fâlık: büyümesi için tohumu çatlatan ALLAH . fâlihayr: iyilik belirtisi. familya: aile, soy. fanatik: aşırı taraftar. fânî: geçici, ölümlü. fâniyât: faniler, gelip geçiciler. fantâziye: yalandan gösteriş, boş debdebe. fantezi: hayâl ürünü, aşırı süs. fanus: süslü fener. Farâbî: Aristonun tesirinde kalan bir filozof. Faraklit: Peygamberimizin incildeki ismi. Fârân: Mekke dağlarının incildeki adı. faraş: süprüntü toplama aleti. farazâ: diyelim ki. farazî: farzedilen, varsayılan. faraziye: ispat edilmemiş düşünce, varsayım. farfara: gürültücü, övüngen. fâriğ: devreden, geçiren, çekilen. fârika: ayırıcı özellik. Fâris: iranlı. Fârisî: iran dili, iranla ilgili. farîza: kaçınılmaz ödev, boyun borcu. fark: ayrılık, başkalık. farmason: mason, islâm düşmanı. Fars: iranlı. fart: aşarılık. Fârûk: "hak ile batılı ayıran" mânâsında Hazreti Ömerin lâkabı. farz: her müslümanın şahsen yapmakla yükümlü bulunduğu ilâhî emir. farzetme: sayma, tutma. farzıayn: her müminin mutlaka yapması gereken vazife. farzıkifâye: bazı müminlerin yapmasıyla sorumluluktan kurtulunan vazife. farzımuhâl: imkânsızı bir an mümkün sayma. farziyet: farz oluş. fâsık: günahkâr. fâsıkımütecâhir: açıkça günah işlemekten utanmayan. fâsıl: ayıran, bölen. fasıl: mevsim, bölüm. fâsıla: ara, durak. fâsılasız: aralıksız. fâsid: bozuk, yanlış. fasîh: düzgün ve güzel konuşan. fâsih: fesheden, bozan, fasl: bölüm, mevsim. fâş: ortaya çıkmış. faşist: ırka dayalı baskı rejimine taraftar olan kimse. Fâtır: benzeri bulunmayan eserleri yaratan ALLAH . fâtih: açan, fetheden. fâtiha: başlangıç, birinci sûre. fâtihâne: fatihçe. fâtinülasr: asrın en akıllısı. faysal: hakkı batıldan ayıran. fayton: at ile çekilen binek arabası. fazâil: faziletler, üstünlükler. fâzıl: faziletli, üstün. fazîlet: üstün nitelik, meziyet. fazîletfuruş: üstünlük taslayan. fazîletkâr: faziletli, üstün nitelikli. fazîletmeab: üstün nitelikleri olan. fazîletperver: üstün nitelikleri seven. fazl: üstünlük, lütuf. fazlî: iyilik olsun diye. febiha: ne âlâ. fecâat: acıklı durum. fecere: günah işleyenler. fecet: acıklı hâl. fecî: çok acıklı. fecir: havanın ağarma zamanı. fecr: fecir, tan. fecrikâzib: yalancı fecir. fecrisâdık: gerçek fecir. fedâ: değerli nesi varsa verme. fedâî: feda eden, kendini adayan. fedâkâr: fedacı. fedâkârâne: fedakârca. fehim: anlama. fehm: anlayış. fehmen: anlama bakımından. fehmetmek: anlamak. fehva: mânâ, kavram. fekahet: fıkıh ilminde âlimlik, anlayışlılık. fekk: açma, ayırma. felâh: tam kurtuluş. felâhat: tarımcılık. felâket: büyük zararlar veren olay. felâketzede: felâkete uğramış. felâsife: felsefeciler, felsefeler. felç: inme. felek: gök, talih. felekiyyât: gök ilmi. felekiyyûn: gök ilimcileri. feletât: sürçmeler, falsolar. felillâhilhamd: ALLAH a hamdolsun. fellâh: ekinci, tarımcı. fels: bakır para, pul. felsefe: akıl yoluyla "niçin" sorusuna cevap arayan ilim. felsefî: felsefeyle ilgili. fem: ağız. fen: maddî ilim, bilim, hüner. fenâ: yokluk, geçicilik, kötü. fenâfilihvan: kardeşlerin varlığında erime. fenâfillâh: dünyayı kalben terkedip tamamen ALLAH a yönelmek. fenâfirresûl: kendi isteklerini terkedip peygamberde fani olmak. fenâfişşeyh: şeyhinde fani olmak. fennen: fence. fennî: fenle ilgili. fer: ışık, parıltı, süs. fer': ikinci derecede olan, kol, dal. ferâce: bütün vücudu kaplayan bir cins elbise. ferâgat: hakkı olanı bile istememe. ferah: geniş, iç açıcı, tasasız. ferâiz: farzlar, yapılması mecburi olan dinî emirler. ferâset: anlayış. ferc: yarık, dişi tenasül uzvu. ferd: fert, birey, tek, benzersiz. ferdâ: yarın. ferdaniyet: teklik, birlik, benzersizlik. ferdî: şahsî. ferdiferîd: benzeri görülmemiş, eşsiz. ferdiyet: birlik, teklik, eşsiz ve benzersiz oluş. ferec: ferahlık, genişlik, rahatlık. ferh: yavru. ferhan: sevinçli, rahat. ferî: ayrıntılarla ilgili. ferîd: eşi ve benzeri bulunmayan, yekta. ferik: general. ferikiyet: generallik. ferişte: melek. feriyye: ayrıntılar. fermâ: buyurucu. ferman: kesin emir, hüküm, bildiri. Ferraşin: Doğuda büyük bir ova. fersah: beş kilometrelik mesafe. ferş: yer, döşeme. feryâd: yüksek sesle yardım isteme. feryâdüfîzar: yüksek sesle yardım isteme ve yalvarma. ferzendâne: evlat gibi. fesâd: fesat, bozukluk, karışıklık. fesâdât: fesatlar, bozukluklar, karışıklıklar. fesâhat: düzgün ve güzel söz söyleme. fesh: bozma, kaldırma. fesl: ek yeri, hak söz. fesübhanALLAH : ALLAH bütün noksanlıklardan uzaktır. feşân: "saçan" mânâsında son ek. fetânet: zihin açıklığı, çabuk kavrayış. fetebârekALLAH : ALLAH mübarek etsin. fetevâ: fetvalar. feth: açma, fetih. fetih: açma, ele geçirme. fetişizm: bazı eşyaları putlaştırıp aşırı düşkünlük gösterme. fetk: ayırma, yarma. fetret: iki peygamber arasındaki bulanık zaman. Fettâh: her şeyi görülmedik biçimlerde açan ALLAH . Fettâhiyet: herşeyi uygun şekilde açma fiili. fetvâ: bir meseleyle ilgili dinî hüküm. fevâid: faydalar. fevâsıl: fasıllar, bölümler. fevâtih: başlangıçlar. fevc: gurup, topluluk. feverân: fışkırma, hızla çıkma. fevk: üst. fevkalâde: olağanüstü. fevkalbeşer: insanüstü. fevkalhad: sınırın üstünde. fevkalkanun: kanun üstü. fevkalkül: hepsinin üstü. fevkalmêmul: umulanın üstünde. fevkalzaman: zaman üstü. fevkaniyet: üstünlük. fevrî: hemen, düşünmeden. fevt: yitme, ölme. fevzâ: kargaşa. feya: ey! feyaacaba: hayret doğrusu! feyalilaceb: hayret ifadesi. feyezân: su taşkını. feyiz: bolluk, bereket, mânevî gıda. feyizdâr: feyizli. feyizkâr: feyizli. feyizyâb: feyiz alma, manen istifade etme. feylesof: filozof, felsefe ile uğraşan kişi. feylesofâne: filizofça. feylûle: ikindiden akşama kadar olan mekruh uyku. feyyâz: çok feyiz veren. feyz: bolluk, bereket, mânevî gıda. feza: artıran, çoğaltan. fezâ: uzay. fezâil: faziletler, üstün nitelikler. fezleke: özet. fıkdan: yokluk, bulunmama. fıkıh: ince anlayış, islâm hukuku. fıkra: kısa yazı, küçük hikâye, nükteli hikâyecik. fırâk: fırkalar, partiler, bölükler. fırfıra: topaç. fırka: parti, bölük. fırtına: şiddetli rüzgâr, korkutucu dalgalanma. fısk: günah, haktan sapma. fışkı: pislik, hayvan gübresi. fıtnat: yaradılıştan gelen iyi anlama kabiliyeti. fıtra: fitre, her zenginin vermesi gereken sadaka. fıtrat: yaradılış. fıtraten: yaradılıştan. fıtrî: yaradılışla ilgili. fî: içinde, içine, hakkında, üzere, dair. fidda: gümüş. fidye: bir suçtan veya esirlikten kurtuluş parası. figan: çığlık, inilti. figür: şekil. fîhinazarun: bir bakmak lâzım! fihrist: içindekiler listesi. fihriste: kitabın konularını gösteren liste. fihristevârî: fihrist gibi. fiil: iş, eylem, yüklem. fiilen: fiille, iş ile. fiilî: fiille ilgili. fiiliyât: fiiller, işler. fikir: düşünce. fikr: fikir, düşünce. fikren: fikirce. fikret: düşünme. fikretmek: düşünmek. fikrî: fikirle ilgili. filasl: aslı üzere. filcümle: genellikle, bütünüyle. filhakîka: gerçekten. fillah: ALLAH için. filvaki: olduğu gibi. firâk: ayrılık. firâr: kaçma. firârî: kaçak. firâset: hızlı kavrayış. firâş: döşek, yaygı. Firâvn: Firavun. Firâvun: ilâhlık davası güden ünlü bir ulu önder. Firâvunâne: Firavun gibi. Firâvuncuk: küçük bir Firavun. Firâvuniyet: Firavunluk. Firâvunmeşreb: Firavunun yolunda olan. Firdevs: cennette bir tabaka. Firdevsî: cennet gibi. firenk: Batılı. firenkmeşreb: Batılıların yolunda giden. firkat: ayrılık. fisâl: ayrılmışlar. fîsebîlillâh: sadece ALLAH için. fistan: hanım elbisesi. fiten: fitneler. fitne: kargaşa, karışıklık. fitneengiz: fitne sesebi olan. fîzâr: inilti, inleme. fobi: bazı şeylere karşı duyulan korku. fonoğraf: teyp. forma: bölüm, elbise. foya: aldatıcı süs, hile. Frengî: Batı dili, Batı ile ilgili. Frengistân: Batı ülkeleri. Frenk: Batılı. Frenkmeşreb: Batılıların izinde giden. fuâd: kalb, gönül. fudalâ: üstün nitelikli kimseler. fuhş: edebe aykırı hareket, haram, zina. fuhşiyât: çirkin işler, günahlar. fuhûl: büyükler, ileri gelenler. fuhuş: zina, haram fiil, günahlı iş. fukahâ: islâm hukuku âlimleri. fukarâ: fakirler. Furkân: hak ile batılı ayıran Kurân. fusahâ: düzgün ve güzel kanuşanlar. fustat: kıldan yapılan büyük çadır. fusûl: fasıllar, mevsimler, kısımlar. fuzlâ: en faziletli. Fuzûlî: büyük bir divan şairi. fuzûlî: gereksiz, fazlalık. fuzûlîyâne: gereksiz ve fazlalık olarak. füccâr: günahkârlar. fücêten: birdenbire. fücûr: günah, zina, sapma. fülûs: bakır paralar. fünûn: fenler, ilimler, hünerler. fürce: girecek yer, yarık. Fürs: doğu kavimleri. fürû: dallar, kollar, çocuklar, torunlar. fürûat: ayrıntılar. fürûş: döşemeler, yaygılar. füruş: "satan, taslayan" mânâsında son ek. füsehâ: güzel ve düzgün konuşanlar. füsûk: haktan sapma, doğrudan ayrılma. füsûn: büyüleyici güzellik. füsûnkâr: büyüleyici. fütûhât: fetihler, açmalar. fütur: bezginlik, gevşeklik. fütüvvet: iyi geçim, ihsan. füyûz: feyizler, mânevî ihsanlar. füyûzât: feyizler, mânevî gıdalar. füzûlât: gereksiz ve faydasız şeyler. | |
02 Kasım 2008, 23:28 | Mesaj No:10 |
Arapça Sözlük G gabâvet: anlayışsızlık, kalın kafalılık. gabî: anlayışı kıt. gabn: hileli alışveriş. gadab: öfke, gazap. gadabiye: öfkeyle ilgili. gaddâr: acımasız. gaddârâne: acımasızca. gadir: haksızlık etme. gadr: haksızlık. Gaffâr: günahları affeden ve bağışlayan ALLAH . gafil: habersiz, kul olduğunu hatırlamadan yaşayan. gafîr: kalabalık. gaflet: olup biteni sezmeme, kul olduğunu unutma hâli. gafletkârâne: gaflet edercesine. Gafûr: günahları daima ve pek çok affeden, ALLAH . gâh: arasıra, bazan. gâh: "yer" mânâsında son ek. gaib: görünmeyen. gaibâne: görünmeksizin. gaile: üzüntü veren belalı iş. gait: pislik. gaiyye: gayeye ait. galâ: pahalılık. galat: yanlış. galatât: yanlışlar. galebe: yenme, üstün gelme. galeri: sanat eserlerinin sergi yeri. galeyan: kaynama, coşma. galî: kıymetli. gâlib: galip, üstün, yenen. galibâ: sanılır ki. galibâne: galip şekilde. galiben: çok zaman, üstün olarak. galibiyet: üstünlük, yenme. galîz: çirkin. gam: tasa, kaygı. gamgama: haykırma. gamgîn: gamlı, kaygılı. gamız: derin ve gizli olan. gamıza: kolay anlaşılmayan, derin. gammaz: söz taşıyıcı. gamnâk: gamlı, tasalı. gamz: süzgün bakış. gamze: çene veya yanak çukuru. ganâim: savaşta elde edilen mallar. gangren: bulunduğu organı kullanılmaz hâle getiren bir hastalık. Ganî: sonsuz zengin olan ALLAH . ganîmet: savaşta elde edilen mal. gâr: "yapan, yapıcı" mânâsında son ek. gar: mağara. garâbet: gariplik. garâib: garip şeyler. garâibperest: garip şeylere pek düşkün. garâm: canlı duygu, arzu. gârât: yağmalar. garaz: gaye, kötü niyet. garazkâr: garazcı. garazkârane: garaz edercesine. garb: batı. gardiyan: hapistekileri bekleyen görevli. garet: yağma, talan, çapul. garetgîr: yağmacı. garetkâr: çapulcu. gareyn: alt ve üst çene, yani ağız. garib: batan. garîb: garip, yabancı, kimsesiz, yâd ellere düşmüş, yadırganan şey. garîbane: garipçe. garîbe: garip şey. garîbem: garibim. garîbüzzaman: zamanın garibi, yaşadığı zamanla uyumlu olmayan. garîk: batmış, boğulmuş. garîm: alacaklı. garîze: yaradılıştan olan. gark: batma, boğulma. garnizon: askerî birliklerin bulunduğu yer. garra: parlak. gars: fidan dikme. gasb: hakkı olmayanı zorla alma. gasıb: zorla alan. gasıbane: zorla alırcasına. gasl: yıkama, gusül. gaşiye: perde, kıyamet, bir sûre. gaşy: kendinden geçme. gavâmız: anlaşılması zor bilmeceler. gavî: çok azgın. gavr: çukurun dibi. Gavs: Abdülkadiri Geylanî hazretleri. gavs: büyük evliya. gavsiyet: büyük evliyalık. gâvur: kâfir, îmansız. gavvas: dalgıç. gâyât: gayeler. gayb: gizli, görünmeyen, belirsiz. gaybâşinâ: gaybı bilen. gaybbîn: gaybı gören. gaybet: orada bulunmama. 0cm;margin-bottom:0cm; margin-left:1.0cm;margin-bottom:.0001pt;mso-pagination:none'>gaybî: görünmeyenle ilgili. gaybîyâne: görünmeyenle ilgili olarak. gaybîyât: görünmeyenler. gaybîye: görünmeyen. gaybûbet: görünmeme, orada bulunmama. gaye: erişilmek istenen sonuç. gayet: pek çok. gayetsiz: sınırsız. gaylûle: sabah uykusu. gayr: diğer, başkası. gayret: çaba, çalışma arzusu, kıskanma duygusu. gayretullah: ALLAH ın gayreti, hakkı koruma sıfatı. gayrimeşrû: helâl olmayan, yasak. gayrimüslim: müslüman olmayan. gayrimütenâhî: sonu olmayan. gayriresmî: resmî olmayan, sivil. gayrullah: ALLAH tan başkası, yaratılanlar. gayyâ: cehennem kuyusu. gayyur: gayretli, çalışkan. gayz: hınç, öfke. gazâ: din uğruna savaş. gazab: gazap, öfke, kızgınlık. Gazâlî: büyük bir islâm âlimi. gazanfer: kahraman, iri aslan. gâzât: gazlar. gazel: bir şiir türü. gazevât: gazalar. gazî: gaza eden. gazve: savaş. gedâ: fakir, kimsesiz. gem: idare etmek için atın ağzına takılan demir. genc: hazine, define. ger: eğer. ger: "yapan, yapıcı" mânâsında son ek. gerçi: her ne kadar. gerdân: boyunla göğüs arası. gerdendâde: boyun eğme. gergedan: vahşi bir hayvan. germ: sıcak, kızgın. geven: dikenli bir bitki. gevher: akıl, edep, asıl, cevher. Geylânî: kerametleriyle ünlü büyük bir velî. gıbta: imrenme. gıdâ: besin. gılâf: kılıf, kın. gıllugış: karar verememe, gönül sıkıntısı. gılman: cennet genci. gınâ: zenginlik. gıpta: imrenme. gıptakârâne: imrenircesine. gışâvet: göz perdesi. gıtâ: örtü, perde. gıyâb: göz önünde bulunmama. gıyâben: görmeyerek. gıyâbî: görmeziye. gıyâs: yardım isteyene yardım eden. gıybet: orada bulunmayan biri hakkında onun hoşuna gitmeyecek şeyler söyleyip ileri geri konuşma. gidişât: gidişler, işlerin yürüyüşü. gîr: "yapan, tutan" mânâsında son ek. gîrân: ağır, bıktırıcı. girdab: suların dönerek aktığı tehlikeli yer. girift: karışık, girişik, çapraşık. giriftâr: tutulmuş. girive: içinden çıkılmaz karışık durum. girizgâh: giriş yeri. giryân: ağlayan. girye: gözyaşı. Goethe: Almanların ünlü şairi. gonce: tomurcuk. görenek: görüp özenme. gramer: dilbilgisi. granit: bir çeşit sert taş. gubâr: toz. gudde: bez. gufrân: af. gulâm: genç, esir, çocuk. gulât: coşmalar, taşkınlıklar. gulûv: taşkınlık. gûlyabânî: masallarda sözü edilen hayâlî varlık, umacı, dev. gûnagûn: çeşit çeşit. gurbet: yabancı memleket, yâd el. gurbetzede: gurbete düşen. gurebâ: garipler. guremâ: alacaklılar. gurre: ışıldama. gurûb: batma. gurûr: kendini beğenme duygusu, böbürlenme. gurûrkârâne: gururlu bir biçimde. gusn: dal, budak. gusse: üzüntü, tasa, gam. gussedâr: gusseli, tasalı. gusül: bedenin her yerini yıkamak biçimindeki temizlik. gûyem: diyorum. guyûb: görünmeyenler, gizliler. guzât: gaziler, din için savaşanlar. güfte: şarkı sözü. güftügû: dedikodu. gülbank: toplulukça söylenen dua ve tekbir. güldeste: gül demeti, seçme. gülistân: gül bahçesi, güller ülkesi. gülle: top mermisi. gülşen: gül bahçesi. gülzâr: gül tarlası. güman: zan, şüphe. gümrah: günahkâr, gür, bol. günâh: dince suç olan şey. gürûh: topluluk. gürültühâne: gürültülü yer. güyâ: sanki. güz: sonbahar. güzâf: boş söz. güzerân: geçme, geçiş. güzergâh: geçilecek yer. güzeşte: geçen, geçmiş. güzîde: seçkin, seçilmiş. | |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Islami sözlük | AŞK'ÜL İSLAM | Kitaplar/Kütüphane | 5 | 11 Kasım 2022 13:53 |
Arapça-Türkçe,Türkçe-Arapça sözlük | taha/ | Kitaplar/Kütüphane | 1 | 07 Nisan 2019 15:37 |
Arapça-Arapça Sözlük Maani-المعاني | taha/ | MultiMedya-İzleme Vb | 16 | 14 Aralık 2016 09:23 |
Online Arapça Sözlük | eflanbaba | Genel Arapça | 0 | 12 Ocak 2014 01:57 |
Arapça&Türkçe / Tükçe&Arapça Elektronik Sözlük | enderhafızım | Genel Arapça | 0 | 21 Mart 2013 12:43 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|