|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Medineweb,Açılış Tarihi: 06 Temmuz 2014 (14:45), Konuya Son Cevap : 06 Temmuz 2014 (14:48). Konuya 1 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
06 Temmuz 2014, 14:45 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | âhâd haberler âhâd haberler 1. Ahâdın Lügat ve Istılah Manâsı Âhâd, lugatta, "bir" manâsına gelen ve bir şeyin sayısına delâlet eden ahad veya vâhıd'in çoğuludur. Istılahta ise, tevatür derecesine ulaşmayan, veya mütevâtir olmayan haberlere verilmiş bir isim olarak kullanılır ve meselâ haberu'l-vâhıd (bir kişinin haberi) denir ve bir kişi tarafından rivayet edilen haber kasdedilir. Haber-i âhâd da birer kişi tarafından rivayet edilen haberlerdir. îmam eş-Şâfi'î (Ö. 204)'nin haber-i hâssa da dediği haber-i vâhıd tabiri, ilk asırlar içinde yalnız bir kişinin rivayet ettiği haberler hakkında kullanılmıştır. Nitekim eş-Şâfi'î, bu çeşit haberleri tarif ederken "Hazreti Peygambere, yahut ondan sonraki bir şahsa müntehi olana kadar bir kişinin bir kişiden rivayet ettiği haberdir." demiş; bu haberlerin dînde hüccet olarak kullanılabileceğini isbat hususunda da, Hazreti Peygamberin hayatında bir kişinin haberi ile ilgili tatbikattan örnekler vermiştir. Ancak daha sonraki devirlerde ve özellikle usûl kitaplarının tedvîn edildiği asırlarda, haber-i âhâd anlayışında önemli sayılabilecek bir değişiklik olmuş ve bu tabir, yalnız bir kişinin bir kişiden rivayet ettiği haberler hakkında değil, fakat iki kişinin iki kişiden, üç kişinin ve hattâ üçün üstünde kişilerin üç veya daha fazla kişilerden rivayet ettikleri haberler hakkında kullanılmıştır. Şu şartla ki, üçün üstündeki kişilerin, her tabakada, mütevâtirin şartı olan kalabalıktan daha az olması lâzımdır. Bazı tabakalarda az olmasa bile, diğer bazı tabakalarda mütevâtirin şartı olan kalabalığa erişmemiş olması dolayısıyle haber, yine âhâd haberlerden sayılır. Nitekim usûl kitaplarında, haberler, onları rivayet edenlerin sayılarına göre, önce iki kısma taksim edilmiş, bir kısmına mütevâtir, diğer kısmına da âhâd denilmiştir. Daha sonra âhâd haberler de, meşhur, azîz ve garîb olmak üzere üç kısımda mütalâ edilmişlerdir. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, mütevâtir haberler, bunları işiten kimseler için ilm-i yakın, veya ilm-i zarurî ifade ettikleri halde, âhâd haberler, ilm-i nazarî ifade ederler. Kelimelerin delâlet ettikleri manâ göz Önünde bulundurulacak olursa, ilm4 nazarî (el-ılmu'n-nazarî), inceleme ve araştırma yolu ile insanda hâsıl olan ilim veya bilgi manâsına gelir. Hadîs ıstılahında ise, haberlerin, haber verdikleri konularda, ikna yönünden insan üzerinde bıraktıkları tesir olup, ancak zihnî bir tetkik ve tertip neticesi ke-sinleşir ve bilgi halini alır. Bunu bir misal ile açıklamak gerekirse, Hazreti Peygamberden nakledilen bir hadîs, onu ilk işiten kimse için, getirdiği hüküm veya tavsiyede bulunduğu dînî veya ahlâkî herhangi bir davranış yönünden ilim veya bilgi ifade eder; başka bir deyişle, insanda, bu hüküm veya davranışla ilgili bir ilim hâsıl olur. Ancak bu ilim zannîdir; kesin değildir. Kesinleşmesi için, insanın bazı inceleme ve araştırmalara, önceden sahip olduğu diğer bilgilere istinaden bir takım istidlallere başvurması gerekir. Bu inceleme ve araştırma, hadîsin isnad ve metni yönünden olur. İsnad yönünden araştırma, onun râvilerine ve ittisal yönünden durumuna taalluk eder. Hadîsin râvileri adalet ve zabt yönünden tam ve güvenilir kimseler midir? Sened muttasıl mıdır; yâni hadîsi birbirinden nakleden râviler, gerçekten birbirine mülâki olup, o hadîsi birbirinden işitmişler midir? Arada herhangi bir inkıta, kopukluk, yâni bir râvi düşmesi var mıdır? Senedin herhangi bir illeti var mıdır? Metinle ilgili araştırma ise, onun, Hazreti Peygamberden rivayet edilen diğer hadîslere, umumî manâ yönünden uygun olup olmadığını ortaya çıkarmak gayesine yöneliktir; çünkü herhangi bir aykırılık, hadîsin şâz olduğu neticesini doğurur. İşte, hadîsin hem isnad ve hem de metin yönünden böyle bir araştırmaya tâbi tutulması neticesinde, insanda kesin bir kanaat hâsıl olur ve bu kanaat, hadîsin red veya kabulüne taalluk eder. Eğer râvilerin adalet ve zabt yönünden zayıf oldukları, isnadda ittisalin bulunmadığı ve illetli olduğu, metnin Hazreti Peygamberden rivayet edilen diğer hadîs metinlerine manâ yönünden aykırı düştüğü, yâni şâz veya münker olduğu anlaşılırsa, hadîsin zayıf olduğuna hükmedilir. Bu hüküm, insanda, hadîsle ilgili olarak teşekkül eden bilginin tabiî bir neticesidir. İşte, hadîsin kabul veya red yönünden değerini tesbite yarayan böyle bir inceleme ve araştırma, ilm-i nazarî tabirinde yer alan nazar kelimesinin tam karşılığıdır. Zira lugatta nazar kelimesi, gözün görme duygusuna delâlet eder ki bir şeye yöneldiği zaman, bu yönelişte, onun mahiyetini anlamaya matuf bir gaye vardır. Bu sebeple el-Cevherî üy (nazar, bir şeyi gözle düşünmektir) demiştir. Bu düşünme, tabiatiyle nazar olunan şey hakkında daha önceki bilgilere de istinaden, yeni bilgiler edinmek gayesine matuftur; bu ise, istidlali gerektirir. Bu açıklamadan anlaşıldığına göre, ilm-i nazari, nazar ehliyetine sahip olan, yâni araştırma gücü bulunan kimselerde hâsıl olur. Araştırma gücünden maksat, üzerinde durduğu konuya veya konunun bağlı bulunduğu dala vâkıf olma kudretidir. Bu kudrete sahip olmayan câhil kişide nazarî ilim hâsıl olmaz. Bu, hadîs ilmi yönünden şu demektir: Hadîs ilmine vukufu olmayan bir kimse, işitmiş olduğu bir hadîs hakkında, araştırma gücüne sahip olmadığı için, ilm-i nazarîyi elde edemez, veya hadîs hakkında kabul veya red yönünden hüküm veremez. İlm-i nazarî, hadîs imamları arasında, umumiyetle âhâd haberler için söz konusudur. Çünkü bu haberler arasında makbul haberler bulunduğu gibi, merdûd haberler de vardır. Ancak makbul olanların diğerlerinden ayırt edilmesi, haberlerin, yukarıda açıkladığımız şekilde tetkik edilmelerine bağlıdır. Bu bakımdan hadîs imamları, umumiyetle, âhâd haberlerin ilm-i-nazarî ifade ettiklerini söylemişler ve ilim lafzını nazarî lafzıyle tahsis etmişlerdir. Çünkü haber-i âhâdla insanda hâsıl olan ilim, zarurî veya yakîn bir ilim değildir; kesinliği ancak nazar'a, yâni araştırmaya bağlıdır. İlim lafzını haber-i âhâd için hoş karşılamayan bazı kimseler ise, zan lafzmı kullanmışlar ve "haber-i âhâd zannı ifade eder" demişlerdir. Bununla beraber, her iki tabirin kullanılışı arasında büyük bir fark mevcut değildir. Önemli olan husus, ilm-i nazarî veya zan ifade eden hadîslerin sahîh ve makbul olanlarını, zayıf ve merdûd olanlarından ayırt etmektir. Bu ise, hadîs imamları tarafından gerektiği şekilde yapılmıştır. |
Konu Sahibi Medineweb 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Medinewebli önlisans İlahiyat 1.sınıf öğrencileri... | İlahiyat Öğrencileri İçin Genel Paylaşımlar | nurşen35 | 87 | 34071 | 23 Mayıs 2015 21:53 |
Gülmek isteyenler tıklasın :))) | Videolar/Slaytlar | Kara Kartal | 3 | 4100 | 10 Mayıs 2015 16:16 |
Cumartesi Anneleri’nin ahı/Can Dündar | İslami Haberler | Medineweb | 0 | 2750 | 10 Mayıs 2015 16:13 |
Ayın Üyesi ''zeynepnm'' | Ayın Üyesi | 9Esra | 13 | 9047 | 30 Nisan 2015 14:29 |
Müzemmil suresi bize ne anlatıyor | Tefsir Çalışmaları | Medineweb | 0 | 3359 | 19 Nisan 2015 15:45 |
06 Temmuz 2014, 14:48 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: âhâd haberler 2. Ahâd Haberlerin Çeşitleri Ahâd haberler, her tabakada onları nakleden râvilerin sayısına göre meşhur, azîz ve garîb olmak üzere üç kısma ayrılırlar. a) Meşhur Haberler Meşhur, lügat yönünden şöhrete erişmiş haber veya hadîs manâsına gelirse de, hadîsçiler arasında, ıstılah olarak daha farklı bir manâda kullanılmış ve en az üç isnadla rivayet edilen, fakat tevatür derecesine erişmeyen hadîslere denilmiştir. Meşhurun bu tarifi, bazı fıkıh ulemâsına göre musteftz denilen hadîsleri tanıtır; çünkü bu kelimenin kökü, bir kaptan dökülen suyun yayılmasını anlatmak için kullanılmış ve fâza'l-mâ'u yeftzu feyzan denilmiştir. Bununla beraber, meşhurla mustefîz arasını ayıranlar da vardır ve bunlar, nıustefîzı, başından sonuna kadar ikiden fazla isnadı olan hadîslere tahsis ettikleri halde, başında bir râvisi olsa bile sonradan şöhrete ulaşan hadîslere de meşhur demişlerdir. Fakat hadîsçiler arasında maruf olan tarîf, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, en az üç isnadla nakledilen hadîslerdir. Meşhurun diğer bir manâsı da, râvisi olsun veya olmasın, yahut aslı bulunsun veya bulunmasın, halk dilinde dolaşan bütün hadîsleri içine alır. Meselâ,hadîsleri, aslı olmayan, fakat halk dilinde şöhrete ulaşmış bulunan hadîslerdendir. Şu var ki, bu çeşit hadîsler hakkında kullanılan meşhur tabiri, kelimenin ıstılah manâsında değil, fakat lügat manâsında kullanıldığına delâlet eder. Bir hadîsin şöhret kazanması, bir emr-i nisbîdir: Bazen yalnız hadîsçiler arasında, bazen hem hadîsçiler, hem de ulemâ ile halk arasında, bazen fukahâ, bazen de usûlcüler arasında meşhur olduğu görülür. Meselâ hadîsi fukahâ arasında meşhur olmuştur. hadîsi usûlcüler arasında, il hadîsi ise, hem hadîsçiler, hem de diğer ulemâ ile halk arasında şöhret kazanmıştır. Fakat ıstılah yönünden yukarıda verdiğimiz tarife uygun olan ve yalnız hadîs uleması tarafından bilinen meşhura misal, el-Buhârî ve Müslim'in de naklettikleri hadîsidir. Gerek el-Buhârî ve gerekse Müslim, bu hadîsi, Süleyman et-Teymî tarikiyle Ebû Meclez'den nakletmişlerdir; Ebû Meclez ise, Enes İbn Mâlik'ten almıştır. El-Hâkim, mezkûr hadîs hakkında şu bilgiyi verir: "Bu hadîs Sahîh'te nakledilmiştir. Onun, Ebû Meclez'den başka Enes'ten nakleden râvileri vardır. Keza et-Teymîden başka kimseler Ebû Meclez'den ve el-Ensârî'den başka kimseler de et-Teymî'den bu hadîsi rivayet etmişlerdir; ancak bu husus, sanat ehli dışmdakilerce bilinmez. Çünkü bunlar, Süleyman et-Teymî'nin, Enes'in dostlarından olduğunu düşünerek ikisi arasında yer alan diğer râvi (Ebû Meclez) vasıtasıyle gelen rivayetin garîb olduğunu zannederler. Yine bunlar, hadîsin ez-Zuhrî ve Katâde'den gelen birçok turuku bulunduğunu bilmezler. Bunun gibi daha binlerce hadîs vardır ki, ehlinden başkası bunların şöhretine vâkıf değillerdir. b) Azîz Haberler Azîz, lugatta "bir adam azîz ve şerif olmak ve bir kimse zelîl iken kaviy ve zî kudret olmak" manasınadır. Hadîs ıstılahında ise, Azîz, bir hadîsin garîb iken, bir başka yönden rivayet edilmek suretiyle kuvvet kazanması ve azîz olmasıdır. Meselâ ez-Zuhrî, veya Katâde gibi meşhur hadîs imamlarından birinin rivayeti, onlardan rivayet eden bir tek râviye inhisar eder, başka râvi bulunmazsa, bu rivayet garîb olur. Başka bir ifade ile, bir hadîs, ez-Zuhrî ve benzeri imamlardan birinden yalnız bir râvi vasıtasıyle rivayet edilirse, daha sonraki nesillerde hadîsin turuku çoğalmış olsa bile, bu hadîse garîb denir. Hadîsin tek bir râviye inhisar ettiği tabakadan bir başka râvi aynı hadîsi yine o imamdan rivayet ederse, o âna kadar garîb olarak bilinen hadîs, ikinci râvinin rivayetiyle kuvvet kazanır ve azîz olur. Buna göre azîzi, herhangi bir tabakada yalnız iki râvi tarafından rivayet edilen hadîsler olarak tarif etmek daha doğru olur. Bununla beraber İbnu's-Salâh, garîb olan bir hadîsi, iki veya üç kişi rivayet ederse azîz olur, demek suretiyle, üç kişinin teferrüdünü de azizin tarifine sokmuş olmaktadır' Halbuki îhn Hacer'e göre bir hadîs, herhangi bir tabakada yalnız bir kişi tarafından rivayet edilirse o hadîs garîb, iki kişi tarafından rivayet edilirse aziz adını alır. İbn Hıbbân'm ifadesinden veya bazı kimselerin ileri sürdükleri görüşlere onun verdiği cevaptan, azîzi, bütün tabakalarda yalnız iki kişinin iki kişiden rivayetleri olarak tarif edenlerin bulunduğu anlaşılmakta ve onun "iki kişinin iki kişiden rivayeti asla bulunmaz" demek suretiyle böyle bir azîz çeşidini reddettiği görülmektedir; yahutta îbn Hıbbân, azîzin tarifi bahis konusu olduğu zaman, bu tariften, her tabakada yalnız iki kişinin yalnız iki kişiden rivayet ettiği hadîs manâsını anlamaktadır'. İbn Hacer, ibn Hıbbân'ın bu anlayışına işaretle şöyle der: "îbn Hıbbân, iki kişinin iki kişiden rivayeti asla bulunmaz, demek suretiyle bütün tabakalarda yalnız iki kişinin yalnız iki kişiden rivayetini kasdediyorsa, bu doğrudur; gerçektenböyle bir rivayeti bulmak, hemen hemen imkânsız gibidir. Fakat tecviz ettiği azız şekli, iki kişiden az olmayan kimselerin iki kişiden az olmayan kimselerden rivayet etmeleri suretiyle mevcuttur. Bunun misali, Şeyhân (el-Buhârî ve Müslim) in Enes'ten ve el-Buhârî'nin Ebû Hureyre'den rivayet ettikleri şu hadîstir: <Ben> içinizden birine, anasından babasından ve çocuğundan daha sevgili olmadıkça o, îman etmiş sayılmaz Bu hadîsi, Enes'ten Katâde ve Abdu'1-Azîz İbn Suheyb; Katâde'den Şu'be ve Sa'îd; Abdu'l-Azîz'den İsmâ'îl İbn Uleyye ve Abdu'l-Vâris; ve bunların her birinden de, sayısı ikinin üstünde birer cemaat rivayet etmiştir. Hz. PeygamberŞemada da görüldüğü gibi, zikri geçen hadîs, ilk üç tabakada yalnız ikişer kişi tarafından rivayet edilmişse de, üçüncü tabakadan sonra turuku çoğalmış ve hadîsi, her birinden ikinin üstünde birer cemaat rivayet etmiştir. Bu hadîs, azizin bir örneğidir. c) Garîb Haberler ve Çeşitleri Garîb, lugatta yabancı, vatanından uzakta, yalnız ve tek başına kalmş kimse demektir. Hadîs ıstılahında ise, metin veya isnad yönünden tek kalmış, yahut benzeri başka râviler tarafından rivayet edilmemiş hadîse denilmiştir. Garîb hadîsler, sahih ve gayr-i sahîh olmak üzere iki kısma ayrıldıkları gibi, metin ve isnad yönünden de garîb, yahut yalnız isnad yönünden, ya-hutta yalnız metin yönünden garîb olmak üzere çeşitli kısımlara ayrılırlar. Garîb hadîsler, umumiyetle sahîh olmamakla beraber, garabetin, sıhhatyok edici bir vasıf olduğu da ileri sürülemez. Zira sıhhat, râvilerin sika (güvenilir) kimseler olmaları halinde sübût bulur. Buna göre rivayetiyle te-ferrüd eden, yâni tek kalan ve bundan dolayı hadîsi garîb olan râvi, güvenilir kimselerden olduğu takdirde, rivayetini sahîh kabul etmemek için hiçbir sebep yoktur. Hattâ böyle bir hadîs, râvilerinin adalet ve zabt yönlerinden bulundukları derecelere göre sahîh olduğu gibi, hasen ve zayıf da olabilir. Açıkladığımız bu yönleriyle garîb hadîs, sıhhat yönünden diğer hadîs çeşitlerinden farklı olmamakla beraber, hadîs imamları arasında yine de fazla rağbet görmemiş; hattâ bazıları, onları zemmeden sözler bile söylemişlerdir. Meselâ Ahmed İbn Hanbel: Bu garîb hadîsleri yazmayınız; çünkü onlar menâkîrdir ve çoğu zayıf râvilerden gelmedir" demiş; Mâlik İbn Enes de, "ilmin şerrinin garîb, hayrının da halk tarafından rivayet edilen zahir olduğunu" ileri sürmüştür. Abdurrazzâk, "biz, garîb hadîsin hayırlı olduğunu zannederdik; halbuki o şer imiş" derken, Ebû Yûsuf da, "dîni kelâm ile arayan zındıklaşır; hadîsin garibini arayan yalancı olur; malı kimya ile arayan ise, iflâs eder" demiştir. Garibin metin ve isnad yönünden taksimine gelince, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, hadîs, hem isnad, hem de metin yönünden garîb olabilir. Garibin bu kısmı, tek bir râvinin rivayet ettiği metinle tek kalması halinde ortaya çıkar. Bazen de hadîs, yalnız isnad yönünden garîb olur. Meselâ sahabeden bir cemaat tarafından rivayet edilen bir hadîs, başka bir sahabîden nakleden bir tâbi'înin teferrüdü ile garîb olur ve onun, "yalnız bu yönden garîb olduğu" söylenir. Yalnız metin yönünden garîb olan hadîs ise, râvisi o metinle teferrüd eden hadîstir; ancak bu çeşit hadîsler, ferdin şöhret kazanmış şekliyle bulunurlar; yâni metin, bidayette garîb olsa bile, sonradan şöhrete kavuşmuş veya meşhur olmuştur. Ömer Îbnu'l-Hattâb (r.a.)'ın oLJL JUxVI Ul (ameller niyetlere göredir) hadîsi garibin bu kısmına bir örnek teşkil eder; zira bu hadîsi Hazreti Peygamberden yalnız Ömer Îbnu'l-Hattâb rivayet etmiştir. Ömer'den yalnız Alkame İbn Vakkâs, Alkame'den yalnız Muhammed ibn İbrahim et-Teymî, ondan da yalnız Yahya İbn Sa'îd almış; Yahya'ya kadar metin garîb olarak rivayet edildiği halde, Yahya'dan rivayet edenlerin çokluğu dolayısıyle de hadîs meşhur olmuştur. Garabet, yâni râvinin tek kalması, bazen isnadın aslında, yâni sahabî tarafında, bazen de ortasında vukubulur ve birincisine ferd-i mutlak, ikincisine ise, ferd-i nisbî denir. Aşağıda bunlar ayrıca incelenmiştir. 1) Ferd-i Mutlak Ferd, lügat yönünden bir, tek, veya çiftin yarısı manâsına gelir. Hazâ ferdun (bu ferddir) denildiği zaman, onun, yegâne, yekdâne olduğu anlaşı-hr Hadîs ıstılahında ise, ferd, gerek lügat yönünden ve gerekse ıstılah yönünden garı6'in müteradifidir. Ancak ıstılahçılar, her iki kelime arasında, kullanılışlarının azlığına veya çokluğuna göre ayırım yapmışlar ve ferd ismini çok defa ferd-i mutlak'a, garîb ismini ise, ferd-i nisbî'ye ıtlak etmişlerdir. Ancak bu, kelimelerin isim olarak kullanılışı yönündendir. Fakat bu kelimelerden türemiş fiillerin kullanılışı bahis konusu olduğu zaman, aralarında hiçbir ayırım yapılmamıştır. Meselâ haber, ister ferd-i mutlak olsun, ister ferd-i nisbî olsun, her ikisinde de teferrede bihi fulânun veya ağ-rabe bihi fulânun denilerek, ferd ve garîbten türemiş fiiller aynı manâda kullanılmıştır. Ferdin, garibin müteradifi olarak da kullanıldığı gözönünde bulundurulursa, kelimenin hadîs ıstılahı yönünden manâsı, isnadın herhangi bir yerinde râvisi tek kalmış haber çeşidi olur. Ancak bu çeşit haberlerin tarifinde kullanılan kelime, umumiyetle garîb kelimesidir ve ferd tabiri, yukarıda da işaret olunduğu üzere, garibin kısımları bahis konusu olduğu zaman daha çok kullanılmıştır. Buna göre, ferd kelimesinin, tabakalardan herhangi birinde râvisi tek kalmış haberlere delâlet ettiği gözönünde bulundurulursa, ferd-i mutlak (el-ferdu'l-mutlak)'m, tarifini verdiğimiz ferd çeşitlerinden biri olduğu anlaşılır. Nitekim İbn Hacer, "garabet, ya senedin aslında olur, yahutta bir başka tarafında.. ." demek suretiyle, ferdiyyetin müteradifi olarak kullanılan garabetin, isnadın bazen bir yerinde, bazen de bir başka yerinde görülmesi sebebiyle iki kısımda mütalâ edildiğini açıklamıştır ki, bunlardan birisi ferd-i mutlak'tır ve garabetin senedin aslında olması şeklidir. Senedin aslı (aslu's-sened), kendisinden sonraki turuk ne kadar ço-ğalırsa çoğalsın, isnadın dönüp dolaştığı yerdir ki, evvel, menşe', âhır, intiha, muntehây-ı sened gibi tabirlerin de ıtlak olunduğu sahabînin bulunduğu taraftır. Buna göre, garabetin isnadın aslında veya evvelinde oluşu, hadîsi rivayet eden sahabî veya sahabîden rivayet eden tâbi'î sayısının birden fazla olmamasıdır. Yâni sahabînin veya tâbİ'înin, rivayet ettiği hadîsle teferrüd etmesi, tek kalmasıdır. Ferd-i mutlak'a misal olarak, el-Buhârî ve Müslim tarafından nakledilen velâ'ın satış ve hibesini yasaklayan İbn Ömer hadîsi zikredilebilir. Hazreti Peygamber, köle azadından doğan mîras hakkının satışını ve hibe edilmesini bu hadîsiyle nehyetmiştir: Bu hadîsi Abdullah îbn Ömer'den rivayet eden tâbi'î Abdullah ibn Dînâr rivayetinde tek kalmıştır ve bu teferrüd, senedin aslında olduğu içindir ki hadîs, ferd-i mutlaktır. Ferd-i mutlakta bazen tek kalan râviden hadîsi alan râvinin de tek kaldığı ve bunun bütün râviler boyunca, veya çoğunda devam ettiği görülür, îmanın hasletleriyle ilgili Ebû Hureyre hadîsi, iki râvisi tek kalmış bir hadîstir (îmân yetmiş - veya altmış - küsur şubedir. En üstünü tâ ilahe illa'llah sözüdür. En alt derecesi ise, yoldan (taş, diken vs.) ezâ veren şeyleri kaldırmaktır. Haya da îmandan bir şubedir). Hazreti Peygamberden Ebû Hureyre tarafından rivayet edilen bu hadîs, Ebû Hureyre'den Ebû Salih, Ebû Salih'ten de Abdullah İbn Dînâr va-sıtasıyle nakledilmiştir. Gerek Ebû Salih ve gerekse Abdullah İbn Dînâr, bu hadîsin rivayetinde tek kalmışlardır. 2) Ferd-i Nisbî Ferd-i nisbî, garabetin senedin ortasında olması halinde ortaya çıkan haber çeşididir. Nisbî denilmesi, haber aslında meşhur olsa bile, teferrüdün belirli bir şahsa nisbetle vukubulması dolayısıyledir. Haberin meşhur olması ise, kendisinde teferrüd etmiş râvileri bulunmayan şâir turuk (is-nadlar) yönündendir. Meselâ Mâlik İbn Enes, Nâfi'den, Nâfı de îbn Ömer'den bir hadîs rivayet etmiş olsa ve bir başka râvi de aynı hadîsi mütâbi'i olmaksızın Mâlik'ten rivayetiyle teferrüd etse, yâni Mâlik'ten bu râviden başka hiç kimse rivayet etmemiş olsa, bu hadîs, Mâlik'ten tek olarak rivayet eden râviye nisbetle ferd'tir. Nâfi'den rivayet edenler kalabalık bir cemaat olduğu takdirde ve onlardan bize kadar nakleden aynı şekildeki kalabalık râvi gurubuna nisbetle de hadîs meşhur olur |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Dünya turu, kısa haberler | Kara Kartal | Gündem/ Manşetler | 5 | 11 Nisan 2023 21:38 |
Mütevâtir haberler | Medineweb | Hadis Dersi | 5 | 22 Eylül 2018 12:09 |
El-Vâhid, El-Ahad, El-Vitr, Allahın Vahdaniyet Sıfatı, Allah’ın Birliği/Muhsin İyi | muhsin iyi | Makale ve Köşe Yazıları | 1 | 17 Ocak 2015 21:03 |
Ahad Haber | MERVE DEMİR | İslami Kavramlar | 2 | 08 Mayıs 2009 13:34 |
EFENDİMİZİN GELECEGE DAİR VERDIGI HABERLER | Armagan | Hz.Muhammed(s.a.v) | 1 | 14 Ocak 2009 16:24 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|