Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM GÜNCEL.::. > Üyelerimizin Tanışma Bölümü > Hafta'nın Konusu

Konu Kimliği: Konu Sahibi Yitiksevda,Açılış Tarihi:  22 Şubat 2010 (00:23), Konuya Son Cevap : 24 Şubat 2010 (21:56). Konuya 8 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 22 Şubat 2010, 00:23   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:48
Mesaj: 5.077
Konular: 295
Beğenildi:128
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart 28. Haftanın Konusu ****KULLUK****

28. Haftanın Konusu ****KULLUK****

1)Ey insanlar! Rabbinize Kulluk Ediniz .(Bakara 21)
2)İslam’da Allah İle Kul Arasında Vasıta Varmı dır?
3)İbadet nedir Kulluk Nedir ?
4)Kulluğun Hakikati ?

Bu ve Benzeri sorular ekseninde Kulluk Bilincini ele almaya çalışacağız Herkesin katılımını bekleriz Allah razı olsun:
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Yitiksevda 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Akılsız Bedenler Makale ve Köşe Yazıları Medine-web 1 2277 20Haziran 2017 01:11
Kibir hastalığı / mevlüt hönül Makale ve Köşe Yazıları Yitiksevda 0 2198 24 Mayıs 2016 17:24
Hainler! – Dokuzlu Çete ve Karakter(siz)leri /... Makale ve Köşe Yazıları İslaminesil 1 1989 19 Mayıs 2016 23:06
Çocuk İstismarı ve Ensest – Modern Lût Toplumu /... Makale ve Köşe Yazıları İslaminesil 1 1999 19 Mayıs 2016 23:02
Vicdanla Cüzdan Arasında / MEVLÜT HÖNÜL Makale ve Köşe Yazıları Yitiksevda 0 1953 19 Mayıs 2016 22:59

Alt 22 Şubat 2010, 03:04   Mesaj No:2
Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:a.rahman75 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 11569
Üyelik T.: 26 Ocak 2010
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 13
Konular: 5
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart RE: 28. Haftanın Konusu ****KULLUK****

Âşıklık odur ki...

Pejmürde ve derbeder bir hayatın sürüklediği şairlerden Adanalı Ziya'nın (ö. 1932) güzel bir beyti vardır.
Sarhoş bir halde seraskerin yüzüne karşı hakaret edip de hapse gönderilirken arkadaşlarının "Bu delidir!" diyerek affettirmeye çalıştıkları ama bu sefer de "Madem delidir, doğru Bakırköy'e!" denildiği sırada mestlikten geride kalmış son akıl ile söylediği bu beyit, tabiri caiz ise insanlığın bütün macerasını özetleyen bir vüs'ate sahiptir:

Aşk-ı cihânı bu dil-i nâlâna verdiler
Bir ra'şedâr ele dolu peymâne verdiler


Mecazlar dünyası içinde

"Dünyanın bütün aşkını şu benim inleyip duran yaralı kalbime verdiler.
Öyle ki titrek bir ele dolu kadehi emanet ettiler."

demeye gelen bu beyitte kalp biçiminde yapılmış kadehlerden, insanı mest eden gönül kadehine, lebaleb dolu bir kadehi dökmeden içmeye çalışan bir sarhoş ile, yaşı ilerleyip bedeni söğüt yaprağına dönen veya irtiaş illetine (Parkinson) tutulup devamlı eli titreyen birinin emaneti koruma, kadehi dökmeme gayretine, aciz bir varlık olan insanın, dağlara taşlara teklif edilip kabul görmeyen ulvi emaneti taşımak gibi bir zavallılığa talip oluşundan buna muhatap tutulmakla kazandığı şerefe varasıya kadar pek çok açılım ve yorum mündemiçtir. Ancak, şimdilik bizi asıl ilgilendiren husus, inleyişler içindeki bir gönle aşk-ı cihanın nasıl yüklendiğidir ki insanlık macerası biraz da bu yüklemeden ibarettir.

Aşkın merhalelerine ve duraklarına baktığımızda önce sevenin sevgiliye bağlandığı bir zaman dilimine, bütün hayatı kuşatıp şekillendirecek o kısacık anın büyüsüne gitmek gerekir. Buna "alâka" denir ki kelime itibariyle bir ilgiyi, bir bağlanışı ifade eder. Yani sevgiliye bağlanan bir gönül. İster saçlarının teline (tasavvufta masiva) bağlanıp ardından sürüklensin, ister zülfünün zincirine bend olup asılsın...

Alâkadan sonraki merhaleye sevgi deriz. Kalp sevgiliye doğru eriyip akar ve gün günden şiddetlenerek (gözden) akışı hızlandırır. O dönemde âşık ister ki cihanın bütün âşıkları yerine aşkı tek başına kendisi soluklansın, bütün yükü insanlığın sırtından alıp omuzlasın, başka âşıkların adları tarihten silinsin ve geriye, uğrunda varlığını yok etmeye hazır olduğu sevgilinin adından gayrı bir şey kalmasın. İster ki sevgi denen lezzetin tümünü kalbinde taşısın ve ne kendinden evvelkilerden, ne de sonra geleceklerden kimse ondan bir pay almasın. Hani Hz. Ebubekir'in "Rabbim! Bedenimi öyle büyüt, öyle büyüt ki cehennemi yalnızca ben kaplayayım da orada başka kullarına yer kalmasın!" alicenaplığı gibi bir şey...

Aşkın üçüncü merhalesinde tutku vardır. Tutku olmasının sebebi Sevgili'nin, kalpten hiç ayrılmaması, orada tutunup kalmasıdır. Hani bir alacaklının borçlusuna yapışıp ondan ayrılmaması gibi. Bir devamlılık ve ayrılmazlık halidir ki gözyaşına boğulmuş âşıkın içinde gittikçe büyüyen bir ateş yakar; ateş ile suyu üst üste biriktirir.

Gönüldeki ateşin yeterince büyüyüp kalbe ve bedene zarar vermeye başladığı aşamaya aşk denir. Aşk, seven ile sevilen arasındaki maceranın dördüncü kademesidir ve önce aklı kovar, mantık zincirini bozar. Bu ruhsal ve anatomik tagayyür sebebiyle aşka bir hastalık gözüyle bakanlar olmuşsa da bunun tedavi kabul eder bir şey olmadığı ortadadır.

Beşinci basamakta şevk vardır. Buna özlem de diyebiliriz. Kalbin sevgiliye hızla yol alışından ibarettir. Vuslata kanat çırpmak, sevgilinin yüzünü görmek ve kendini ona adamak gibi özellikler bu kademede müşahede eder. Âşık bu merhalede sevgilinin yolunu bütün yollardan daha doğru, daha sahih görür. Sevgilinin bir yerde kendisini beklediğini vehmeder ve bu yolculuk uğruna her şeyini vermeye hazırdır. Allah böyleleri için bir hadis-i kudsîde "Müttakilerin bana olan özlemleri arttı. Benim onlarla buluşma iştiyakım ise daha çoktur." buyurur. Hz. Peygamber'in, "Her kim Allah'la buluşmayı arzularsa Allah da onunla buluşmayı arzular" hadisi ile Kur'an'daki "Kim bir gün Allah'ın huzuruna çıkacağını ümid ediyorsa, Allah'ın belirlediği sürenin sonu elbette gelecektir (Ankebut, 5)" ayeti de bu özleme işaret ederler. Âşıkın sevgiliye kavuşmadan kalbinin durulması işte bu yüzden mümkün olamaz. Burada sevgilinin âşıkı için randevu vermiş olması da, randevusunu geciktirmesi de, hatta ayrılığın uzatılması da hep bu özlemin artmasına zemin hazırlar. Özlem büyüdükçe vuslatın kadr u kıymeti de büyür; dolayısıyla seven ile sevilen arasındaki yakınlık da. Sevgili, vadinden dönmeyen, sözüne sadık bir Sevgili ise özlemin artması âşıkı mutlu eder. Çünkü her an hayali gönlünde, ismi dilindedir. Sevgili kalbinin içinde iken onu özlemek, sevgili gözbebeğinde iken onu aramak, bir sır gibi içindeyken onu dillendirip durmak hep bu özlem basamağının insanı arıtan, yakan, pişiren, olduran yanıdır.

[size=large]Aşk, sevenin sevdiğine kul olmasıyla kemale erer. Bu son merhalede kulluk ile tapınma neredeyse yan yana durur. Çünkü kim birisini severse önce ona boyun eğer; sonra kalbi ona kulluk etmeye başlar. Sevilen bir köle, seven bir efendi de olsa durum farksızdır ve görünüşte kul ile efendi ayrı olsa da, kalb kalbe roller değişmiş olur. Çünkü kulluğun hakikati sevilene boyun eğme, önünde kendi acziyetini ve zelilliğini ikrardır. Âşıkın en şerefli ve mutlu hali kulluk mertebesine yükseldiği haldir. Bu yüzden Allah, elçisi Muhammed'i Kur'an'da "kulum" diye anar (Bakara, 23). Çocuklarına Abdullah, Abdurrahman, Abdurrahim, Abdüssettar vb. isimler veren babalar yüzyıllar boyunca işte o kulluğun (abd=kul=âşık) izini sürdüler. Ve kul kendine bir Sevgili edindiğinde... [/size]

BERCESTE
Âşık öldürmek tutalım muktezâ-yı hüsn imiş
Tîğ-ı hicrân ile katl etmek kimin fermanıdır


(Diyelim ki âşık öldürmek, güzelin güzellik hakkıdır. Peki de, âşıkı ayrılık denen kılıca mahkûm ederek canını almak, kimin fermanıdır?) (Ahmet Paşa)

16 Haziran 2008 Pazartesi
İSKENDER PALA
Alıntı ile Cevapla
Alt 22 Şubat 2010, 03:36   Mesaj No:3
Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:a.rahman75 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 11569
Üyelik T.: 26 Ocak 2010
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 13
Konular: 5
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart RE: 28. Haftanın Konusu ****KULLUK****

MEVLANA’DA KULLUK

Hz. Mevlana, sevda ateşini hiç azaltmadan, gönüllere yaya yaya yedi asrı aşıp günümüze kadar ulaşır. çünü ilhamını en yüce kaynaktan, Allah'ın kitabı kurandan alır.

öylesine bağlıdır ki Rabbine, o yolda hiçliği ile şeref bilir. her kul azad olmak için çırpınır ama o kullukta ebedi kurtuluşu bulmuş olandır. kul olmuş da kurtulmuştur. dünya, elindedir, gözü ve gönlü ebediyettedir.

"kul oldum kul oldum kul oldum
ben sana hizmette iki büklüm oldum
kullar azad olunca şaad olur
ben sana kulluğumdan dolayı şaad oldum" (Hz.Mevlana)
[align=center][/align]
aşk makamına yaklaştırmaz maddeyi...dünya ayağının altındadır hep. gemiyi yüzdüren su, geminin altında gerekir.zira su geminin içine dolarsa gemiyi batırır. dünya da insaın denizidir. gönüle dolarsa insanı batırır.

son hastalığında başında ağlayıp duran hanımı "mevlanamız keşke 400 sene yaşasa da alemi hakikat ve marifetlerle donatsaydı" der. mevlana bu dilek karşısında "niçin yüzlerce yıllık ömür? bizi ne sandın? biz ne firavunuz ne nemrud. biz başkalarına faydalı olalım diye bu dünya zindanında kaldık. yoksa kimin malını çalmışız ki, bu fani alemde mahpus olalım?" demiştir.

mevlana, yüreğindekini paylaşmak için sınır tanımaz. bir ayağı dinin merkezinde sapasağlam iken,diğer ayağı ile yetmişiki milleti dolaşır. muhtacına bir iman kıvılcımı sıçratmak için durmadan vazife çıkarır.

"sen hocalarında hocasısın, ne öğrendin şems'ten ki, ondan vazgeçemiyorsun? diyenlere, şu irfan dersini verir mevlana:

-ben şems'ten hissetmeyi öğrendim. onu tanımadan önce sokaktaki fakirler zemheri soğukta titrerken ben ocak başında ısınıyordum. ama şimdi artık ısınamıyorum.kapımın önünde açlar dolaşırken ben soframın başındaydım. şimdi bütün açlar doymadan doyamaz oldum. çıplakların hepsi giyinmedikçe en harlı alevler karşısında bile üşür oldum. çünkü şems bana bir şey öğretti:
yeryüzünde bir tek mümin üşüyorsa ısınma hakkına sahip değilim. ben biliyorum ki, yeryüzünde üşüyen müminler var. eskiden açken bir çorba içince doyuyordum. şimdi hiçbirşey bana besin hazzı vermiyor. çünkü biliyorum ki açlar var.
hissetmediğin bilginin sadece bir yük olduğunu öğretti şems bana..."

Selam ve DUA ile ...

Alıntı
Alıntı ile Cevapla
Alt 22 Şubat 2010, 03:40   Mesaj No:4
Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:a.rahman75 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 11569
Üyelik T.: 26 Ocak 2010
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 13
Konular: 5
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart RE: 28. Haftanın Konusu ****KULLUK****

Kul olmak

idrakında olanlara varılabilecek en büyük mertebenin öznesi . abdiyyetten (kulluk) daha yüce bir mertebeyi hiç bir yaratılmışa nasip etmemiştir yaratan . hallac'ın bile kavs-i uruc'undan geri dönüp ayak basamadığı makama sahip olandır kul . kimine ihtiyaridir bu sıfat , kimine iztirari . bilerek merdivenden çıkanlar lezzetini bulur , idam yaftası gibi üzerinde etiket olarak taşıyanlar biçare sıyrılmaya çalışrlar bu sıfattan .
hazret-i mevlana bir rübaisinde şöyle anlatır vardığı bu makamın lezzetini :

"men bende şodem bende şodem bende şodem...
men bende bihizmet serafkende şodem,
her bende ki âzâd şeved şad şeved,
men şâd ez ânem ki türa bende şodem"


(ben kul oldum, kul oldum, kul oldum,
ben sana hizmette büklüm büklüm oldum,
her köle hürriyete kavuşunca sevinir,
ben ise sana kul olduğum için seviniyorum.)

Alıntı

Selam ve dua ile
Alıntı ile Cevapla
Alt 22 Şubat 2010, 03:59   Mesaj No:5
Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:a.rahman75 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 11569
Üyelik T.: 26 Ocak 2010
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 13
Konular: 5
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart RE: 28. Haftanın Konusu ****KULLUK****

KULLUK BİLİNCİ
Kısa ve öz itibarıyla kulluk; Allah'ı şeksiz şüphesiz bir tanımak, O'na asla ve kat'a şirk koşmamak ve Hz Peygamberin sav, O'nun peygamberi olduğunu tasdik etmek ve emri ilahide muhatap kaldığımız bütün emir ve nehiylere yorumsuz, gönülden, severek iman ve itaat etmektir. Bu cevap mânâ itibarıyladır.
Elbette, mânâsını bilmekle huzuru ilahiden kurtuluş olduğu sanılmamalıdır. "Ey kullarım! İnandık demekle salıverileceğinizi mi sandınız" Ayet mealinde böyle buyurulmaktadır. Huzuru ilahi de hesap vermeyi basit görmemek, sıradan bir iş gibi görmemek gerekir. Şu fani dünyada kullara karşı insanlar, nice işlerden dolayı mahcup olurken, hatta kimileri öyle hale varıyor ki intihar bile edenler olurken, nasıl olur da ahirette Zât-ı Sübhan olan Allah'ın yüce huzurunda hesap verme olayı basit ve sıradan olsun! Evet, bir çok kişi herşeyden hesap verileceğini bilir ama, kalbinde onun dehşetini yaşayamaz. Bilmek ayrı birşey, bildiğinin mesuliyetini taşımak ve ona göre sâfiyâne yaşamak apayrı birşeydir. Bu da bir başka iman meselesidir. İnanan herkeste iman vardır ve kişinin kalbinde zerre kadar Allah'a iman varsa Allahın rahmetiyle eninde sonunda cennete girecektir. Ancak, insanların ekserisinde kavî (kuvvetli) iman zayıftır, yeterli değildir. Bu zayıf imanlarından dolayı, nasılsa eninde sonunda cennete gireceklerini bildiklerinden midir yoksa başka birşey mi, bununla avunurlar veya en azından öyle zannederler. Hadisi şerifte edilen beyan üzere: "Kişinin kalbinde hardal tanesi kadar (zerrece) iman varsa, mutlaka cennete girer" bu müjde teyit edilir. Evet ama, o kişi cennete girinceye kadar zayıf imanın verdiği marazlar, cezalar veya değişik hüsranlar var ise, Hak katında nasıl ödenecektir, hangi merhalelerden geçilecektir, ne türlü olaylarla karşılaşacaktır, bunlara orada (huzur-u ilahide, hesap verme esnasında, mahşer aleminde, sırat köprüsünde, cehennemde v.s.) nasıl göğüs gerecektir, orası şimdilik malumumuz değildir. Dünya hayatında insanlar daha müreffef hayat yaşamak için türlü olanaklar geliştirmeye gayret ederler, hudutsuz masraflar yaparlar, bir çok emek sarf ederler. Niye? Fani olan bu hayatta daha iyi yaşayabilmek için. Meşru olduğu müddetçe buna bir itirazımız yoktur. Hal böyleyken geçici dünyanın bile iyi yaşanması için insanlar nice emek sırf eder de, ebedi olan ahiret hayatı için gereken önemi neden vermez? Düşünmek gerekir ki, acaba sadece kalp temizliği yeterli midir?
İnsanlar zayıf imanları neticesinde türlü türlü ve imanı sarsıcı cümleler kullanır, ibadetlerde, muamelatta zayıflık gösterir, fakat söze geldi mi nefs devreye girer ve "Sen benim kalbime bak, temizdir kalbim, ibadet kul ile Allah arasıdadır" diyerek kimsenin kendisine karışmamasını isteyerek, sadece kalp temizliğini yeterli görmektedir. Nice kullar da vardır ki, bunu kalplerinde tam olarak yaşamaya çalıştıkları için pek yüzleri gülmez. Daima hüzünlüdürler veya yüzleri tebessüm ehli olsa da kalben titrek haldedirler. Dikkatli bakıldıklarında onların gözlerinden hüzün süzülmektedir. Söz ile tarif edilen kulluğu, iş yaşamaya geldi mi zorlaşır. Ancak, zor veya yaşanması imkansız olduğundan değildir. Burayı yanlış anlamayalım. Zor olan nefsin eğitilmemiş olması, kalpte imandan ziyade, dünya ve içindekilerinin hüküm sürmesinden dolayıdır. Bunu tartmak oldukça basittir. Her ne kadar ölçü değilse de, bir fikir verme açısından düşünmek gerekir ki, madden oldukça değerli birşeye sahip olup ta onun çalınması veya kaybolması durumunda nasıl da üzüyor insanı! Onun kayboluşuyla insan farklı hüzünlere giriyor, hatta kişilere göre değişir ki hasta olanlar bile olur. Bu, o eşyaya duyduğu sevgidendir. Peki kalpteki Allah cc ve peygamber sevgisi, Kur'an ve hükmüne göre yaşama sevgisi, iman sevgisi eksik olduğu halde neden eşyanın kaybı kadar hüzünlenmeyiz, hasta olmayız?
Bıraktık (!) cenneti-cehennemi, azabı-mükafatı, tehdidi-müjdeyi; sevgi odur ki, emredilen bir defa da olsa muhabbetten dolayı yapmak gerekmez mi? Kulluğun ölçüsü nedir? Emre itaat değil midir? Allah cc kuluna emrettiği şeylerin hesabını sorarken, şöyle bir sual sorsa acaba ne durumda oluruz: "Ey ..... kulum. Şu an cennet ve cehennem bir yana, bana sevgin yok muydu, muhabbetin mi azdı da emrime uymadın? Oysa ben seni çok sevdiğim için seni yoktan var ederek yarattım, nice nimetlerle donatarak dünyayı emrine sundum, senin için sonsuz nimetler hazırladım. Hadi, bunlar için değil de, neden BENİM için, sevgim için emrime uymadın? Yoksa sevmiyor muydun beni?"
!!!!
O an verilecek ilk cevap "Evet Ya Rabbi! seviyordum (!)" demiş olsak, diğer sual peşinden gelmez mi? "İyi de kulum! Ne o zaman? Bana karşı seni ne aldattı?" Allah cc kuluna soru sorması -haşa- birşeyi bilmediğinden değil, verdği sayısız nimetlerini kuluna hatırlatması içindir. Bu anlatılan bölümler Kur'an da ayet olarak geçmektedir. Yani kulun yarın mahşerde hangi hallere gireceği kısmen Kur'an da belirtilmiştir. Sanki bir nevi tüyo veriyormuş da hazırlanması kolay olsun diye. Hayal ediyorum da, bayağı bunaltıcı bir işmiş böyle hal ile karşılaşmak. Rabbim muhafaza eylesin cümlemizi. Ha, birde öyle kullar var ki (mukarrabun makamında olanlar) onlara hesap sorma olayı yok. Herkes kendi derdine düşmüş iken onlar (velâ tahzen=onlar hüzünlenmeyecektir) gayet rahat ve mesrur halde olacaklardır. Anlayacağınız iki kısım insan olacak ahirette. Biri sevinçli, diğer hüzünlü. Sevinçli olan neden sevinir, hüzünlü olan neden hüzünlenir, detaylıca düşünmek ve tefekkür etmek gerekir bunu? Sevinenin, artık sevinmek hakkı değil midir? Çünkü sevinen de hüzünlenen de aynı dünyadan geldiler, aynı Allah'ı, peygamberi, Kur'an'ı ve İslam'ı işittiler. İşittiler, ama biri duydu ve itaat etti, diğeri de duydu ama duymazlıktan gelerek dünyayı tercih etti. Sanki bu dünyanın sonu gelmeyecekmiş gibi hareke tetti.
İşte, asıl iş, bundan sonra başlamaktadır. Bunun genel adı Tevhid inancıdır. Tevhid inancı (iman esasları) kalpten Allah'tan gayrı şeyleri çıkarmak, herşeyin (iyi kötü, hayırlı şerli v.s.) takdir edici olanı Allah'ı bilmektir. Burası ayrı bir teferruattır. Kişilerin derecesine göre vasıflanır. Burayı yanlış anlamayınız. Yani kişilerin derecesi derken, sanki bir kaç çeşit iman varmış gibi düşünmeyiniz. Her insanın kalp yapısı değişik olduğundan imanda da kuvvet farklıdır. Bir peygamber ile veli bir olamayacağı gibi, namaz ehli bir insan ile kılmayan insan bir değildir. Ya da her ikisi namaz ehli de olsa muhabbette, şuurda fark olabilir. Biri diğerinden üstündür. Ancak neticede, aynı vakit namazdır, aynı yerde kılınmıştır. Fark ise imandan ve kalpteki haşyetten kaynaklamaktadır.
İmanda derece öyle hale gelmelidir ki, yarar verdiğini sandığımız şeylerin aslında yararını Allah cc sağlamaktadır. Mesela, ilaç tedavi için kullanılıyorsa da, asıl şifa verici Allah'tır. Ya da tam tersi, birşeyden zarar görüyorsak, zarar ondan değil asıl emri veren Allah'ın takdir etmesindendir. Veya faydalı şeyden zarar görebiliriz, zararlı şeyden fayda görebiliriz. Neticede herşeyin ölçüsü ve yapacağı işi Allah cc belirler. Bir ateş, insanı yakarken ve canını acıtırken, Hz İbrahim'i as yakmadı. Keskin bir bıçak bir koyunu bir çalmada keserken, aynı keskinlikteki bıçak Hz İsmail as'ın boynuna işlemedi. Hüküm ve irade Allah'ındır. Gözle görmüyoruz diye inkar etmek neyi değiştir? Böyle bir düşüncede olanlar sadece kendini kandırmaktan öte bir iş yapamazlar. Allah cc, ateşe "Ey ateş! İbrahim için serin ve selamet ol" (Ayet meali) diye emrettikten sonra, ateşte emre itaatsizlik düşünülebilir mi? Allah cc diledikten o devasa boyuttaki ateş kütlesi gül bahçesine dönüşemez mi? Elbette dönüşür. Allah cc için ne bir zorluk vardır, ne birşeyin olması için malzemeye ne de onu düşünmeye ihtiyacı vardır. O, birşeyin olmasını diledi mi, ona "OL" deyip yoktan var edendir.
***
Hz Cebrail as, birgün peygamber efendimize sav gelerek sordu:
-Ya Rasülallah sav, İHSAN Nedir?
Efendimiz cevaben buyurdular ki:
-İhsan; Allah'ı görüyormuşcasına yaşamaktır. Her ne kadar sen O'nu göremesen de O seni her saniyesiyle, anıyla görmektedir. İhsan ise bu bilinçle yaşamaktır.
***
Bu bilince kulluk şuuru denir. Kalben, Allah'ın kendisini gördüğüne vâkıf olan insan, artık hayatını ona göre tanzim eder. Çünkü neticesinde yaptığı her işin hesabı olacağını bilerek dikkatli davranır. Attığı her adımda bir tefekkür vardır. Yaptığı her işinin getirisini ve götürsünü iyi hesaplar. İmanda sınır yoktur. Allah’ın takdir ettiği kadar kulu yaşar. Kulluğun gerçek zirvesini Hz Peygamber sav efendimiz yaşamıştır. Onun ahirete irtihali ile bu kemal derecesi bitmiştir. Geride kalan kullar ise, gayret ve muhabbeti ölçüsünde Allah'ın takdir ettiği kadar imanda ilerlerler. Bunların önderleri diğer peygamberler ve velilerdir, salih kullardır. Artık peygamber olmadığınıa göre, gerçek veliler onların varisleridir. Bu demektir ki, kendimizde gayret olması gerektiği gibi, bu hususta Allah'a sığınıp O'ndan yardım talep etmek ve salih insanlarla beraber bir ömür boyunca bulunmak gerekir demektir. Allah cc, imanı yaşama hususunda gayret edip, kendinden yardım talep eden kuluna, yardım edeceği müjdesini bir çok ayette, kudsi hadiste ve hadiste bildirmiştir.
Genel manada bakıldığında, kullar Allah'ın emirleri itaat ederken korku ile amel ederler. Yani yapmazsam cehenneme girerim diye. Belki bir yerde, bu da hiç olmazsa olması gerekendir. Oysa aslolan sevgi ve muhabbettir. Allah'ın emirlerine severek ve muhabbetle ibadet ve itaat eden ne cehennem ile ne de cennet ile meşgul olur. Zaten Allah cc, emirini dinleyerek itaat kuluna gereken ihsan edecektir inşallah, değil mi? O kulun hakkını zerrece zâyî etmez.
Evet, ibadetlerde kemmiyet (görünnüş, dış hali) tam, keyfiyet (özü, iç hali) hedef, duâlarda sözler vesile, ruh ve samimiyet esas, davranışlarda sünnet rehber, şuur elzem ve bütün bunların hepsinde Allah gaye olmalıdır. Namaz, yatıp kalkmak değildir.. Zekât, nereye gittiği bilinmeyen bir matrahın def-i belâ (vereyimde kurtulayım) kabilinden çıkarılıp bir yere atılması olamaz.. Oruç, aç-susuz durmaktan ibaretse perhizden farkı ne? Hac, yörüngesinde icrâ edilmezse bir şehirden bir şehire seyahattan ve birilerine döviz kazandırmadan farkı kalır mı? İbadetlerde kemmiyet eksenli kalmak çocukların eğlencesi olsa gerek.. duâlardaki ruhsuz bağırıp-çağırmalar, gırtlak harcı arayanların işi olmalı.. özünden habersiz hac ve umre, "hacı" adı ve hac menkıbeleriyle mütesellî olma yolunda katlanılmış bir meşakkat değilse, mânâlandırma da biraz zorlanacağız...
İbâdet, Cenâb-ı Hakk'ın emirlerini yerine getirip yaşama ve kulluk sorumluluklarını temsil etme manâlarına gelmesine mukabil, ubûdiyet, kul olma ve kölelik şuuru içinde bulunma şeklinde yorumlanmıştır. Zaten, ibâdette bulunana "âbid", ubûdiyette bulunana "abd" denmesi de açıkça bu farkı göstermektedir.
Ayrıca, ibâdet ve ubûdiyet arasında şöyle ince bir fark daha söz konusudur: Meşakkat ve külfetle edâ edilen, havf ve recâ derinlikleri olan, niyet ve ihlâs yörüngeli bütün malî ve bedenî mükellefiyetler birer ibâdet; îfâsında bu türlü buudların söz konusu olmadığı iş ve vazifeler de birer ubûdiyettir. Zannediyorum İbn-i Fard (rahmetullahi aleyh) da: "Seyr-i sülûkte (tarikat yolunda) aştığım mertebelerde her ubûdiyeti, ibâdet-i hâlisemle (halis ibadetlerle) gerçekleştirdim" sözleriyle bu farka işaret etmektedir.
En geniş mana ifadesiyle kulluk da diyebileceğimiz ubudiyet, varlık ve eşya ile hem-âhenk olmanın, dünya ve içindekilerle uyum içinde bulunmanın, kâinatın sırlı koridorlarında yürürken şuraya-buraya takılmadan yol almanın, sözün özü; kayıtsız şartsız ALLAH ve RASÜLÜ ekseninde kurmuş bulunan insanoğlunun, iç âhengiyle varlık arasındaki dengesini korumanın semavî unvanıdır. Esasen bu âhenk ve bu denge sağlanmadan, insanın insanî değerlere saygı içinde ve onları koruyarak yoluna devam etmesi de mümkün değildir.
Şuna bir kere kesin kâni olmalıyız ki, -milletimizde anlaşılmaz bir davranış var. Ne anlatmak çare oldu artık ne de başka bir şey- Kulluğunun farkındalar, ancak sorsak: "Elbet hepimiz Allah'ın kuluyuz" derler, Ama peşinden şunu sormazlar mı: "PEKİ, BU NASIL KULLUK ?!!!" Her söz mesuliyet getirir, kabilinden bakacak olursak, bunu düşünmek gerekmez mi? Kul demek emir alan ve hesap veren demektir. Emir veren ve hesap soran Allah'tır. Öyle bir şeye itimat etmeliyiz ki, hesap verme gününde bize yardımcı olsun, darda ve zorda bırakmasın, bizlere ebedi saadeti kazanmaya, Allah'ın rızasını kazanmaya sebep teşkil etsin. Günah batağına dalmış, Allah'ın emirlerinden bihaber yaşayan insanlara, "Neden bunu böyle yapıyorsun?" diye sorduğumuzda, o an bir takım farklı farklı cevaplar verebiyorlar. Kimi açık açık dindarlığa karşı olduğunu belirtiyor, kimi aşırılık yapmamak gerekir diyor, kimisi zamane böyle diyor, kimisi ailesinin kendisini yeterince eğitmediğini söylüyor, kimi duymadığını (!) söylüyor, kimi çevresini örnek gösteriyor, kimi kendine yakıştıramadığını söylüyor, kimi utanıyor v.s.. Kimileri de kızıyor, hatalı olmadığını kabul ederek (!) Anlayacağınız bir sürü nedenler. Esasen kul, "NEDEN İYİ KUL" olamıyorum sorusuna, vereceği cevabı şimdiden bir düşünmeli, değil ki Allah'ı ikna edeyim, acaba, vereceğim buna benzer cevaplara kendim bile inanıyor muyum? Böyle işler karşısında tefekkür etmek gerekir ki, kul Allah’ın huzurunda benzer sualler ile sorguya çekildiğinde, böyle benzer cevaplar mı verecek Allah'a? Böyle cevaplarla Allah nasıl ikna edilir? Geçerli bir cevap mıdır? Uzatmadan, nerdeyse hepimizin muzdarip olduğu bir günahımızı hatırlayalım: 5 vakit namaz eksikliği. Bu konuyu farklı yerlerde sohbet esanında açtğımızda, o an kimilerinin "ağzının tadını kaçtığını, günahı hatırlatmanın ne faydası olacağını" açık açık söyleyenler oldu bize karşı.
Değerli dostlar! Bizler -haşa- ne günah yazıcı melekleriz ne de hesap alma makamındayız. Ama hepimiz kul olarak, birbirlerimize dua etmek, nasihat etmek, ikaz etmek zorundayız. Sizden çok, fakir nasihate çok muhtaçtır. Özürsüz kılınmayan bir vaktin değil ki cezası ve azabı, sorgu esnasında bile insanı tarifsiz bir şekilde bunaltacağı bir çok hadislerde belirtilmiştir. Buna mukabil, Allah cc son derece esirgeyicidir, bağışlayandır, rahmet sahibidir. O'nun, ŞİRK dışında affedemeyeceği hiç bir günah yoktur. Evet, öyle de; o kul öyle kuldur ki, günahını fark etmiş, onun için sürekli tevbe etmiş, telafisi için azami gayret sarfetmiş ve bir daha elinden geldiği kadar o günaha dönmeye azmetmiş varsa kazaya kalmış ibadetlerini ödemeye girmiş ise. Yoksa, "Canım, Allah nasıl olsa Ğafürdur, Rahimdir, çok bağışlayandır" deyipte, beklentiye girip torpil bekliyorsa, biz yine de bu beklentisine "inşallah öyle olsun" diyelim. Ne diyelim başka ?!!!... Ahiretteki kavramları anlatmak dünya lisanları yetmez kıymetli dostlar. Sadece gölgesi bahsedilmiş olur belki ancak. Herşey ayan beyan orada tam manasıyla anlaşılacaktır. Rabbim cümlemizi, o dehşetli günde, ayette belirtilen "korkularından emin olmuş (kurtulmuş)" kullarından eylesin inşallah. Bir an dahi olsa sıkıntısından, mahçup ve mahzun olmaktan muhafaz eylesin.
Bir konuyu izah etmek için, sohbet yaparak uzatmak elimizdedir. Elhamdülillah, konular için yeterli kaynaklar vardır. Ancak firasetli kul için öz anlatım yeterlidir. Rahatlığı arzu ediyor, Allah'ın rızasını ümit ediyorsak, ya bu diyarda iyi kul olmak için gayret ve ihlas ile peşinden koşacağız ya da yine koşacağız. Koşamam ben denilebilir mi? Daha başka şık düşünülebilir mi? Veya "Tamam kabul, ama şu şu olsun, bu olmasın, yapamam bunları edemem, beceremem v.s." gibi ayrımcılığa gidilebilir mi?
Unutmayalım ki, Allah cc öyle Allah'tır ki, zahiren bakıldığında nimeti esirgemesi gerekirken bile, küffardan esirgemiyor, yine de türlü türlü nimetlerle donatıyorsa, Müslüman olarak bizler O'nun yolundan emrince elimizden geldiği kadar yaşamaya gayret edersek, azm-ü sebat gösterirsek, en büyük yardımcımız yine Allah cc olacaktır. Bu hususta asla zerrece yeis ve tereddüde düşmeyelim. Salih kişileri araştıralım, soralım, başta Kur'an-ı Kerim ve hadis kitapları olmak üzere değerli kaynakları karıştıralım, göreceğiz ki, Allah cc ne kadar mağfiret sahibiymiş, nasılda ihsan ediciymiş! İnsanlar, karmaşaların, huzursuzlukların, musibetlerin nedenlerini ve kaynağını, maddiyatta, kişilerde vesair sebeplerde arıyor amma, bir kere olsun düşümesi gerekmez mi, ALLAH'I DARILTMAK VE GÜCENDİRMEK BEKETSİZLİĞE, NEŞESİZLİĞE, MUSİBETLERE, AFETLERE sebep olamaz mı? Bunun terisi de olabilir. Onun emri ilahilerine uymuş, sünneti seniyyesiyle yoğrulmuş bir toplum geri planda kalabilir mi, paçavra gibi atılmış, umursanmaz bir ümmet olabilir mi?
Başkaları arasında sözü dinlenir, itibarı olur kişi olmak istiyorsak ilme ve dine kendinizi veriniz. Ve bu hususta gösterişten son derece çekininiz, dünyevi makamlara gelmek için değil, her şeyde olduğu gibi bunda da Allah cc rızasını gözetiniz. Aksi halde (Allah cc muhafaza buyursun) gayretler boşa çıkacaktır. Bu işler maddiyatla olmaz. Olsa da gelip geçici olur. Bakalım tarihte unutulmayanlara, ezici çoğunluğu olanlar salih kullardır. Diğerleri de yani kötülerde unutulmamışsa da, ibret-i âlem içindir. Büyük bir veli anılınca mı kalpler ferah ve huzur buluyor yoksa zalim ve gaddar olan bir kişi mi? İş güç yoğunluğu, sıkıntılar, vakitsizlik, dertler v.s. gibi türlü türlü mazeretlere sığınarak ahireti ve yollarını öğrenme hususunda gevşek davranmak, netice de kime zarar verecektir? NE ZAMAN BIRAKACAĞIZ DERTLERİ DERT EDİNMEYİ? Allah'ın bizlere imtihan ve sabır vesilesiyle vermiş musibetler, dertler, hastalıklar, maddi imkansızlıklar v.s. bizlere ceza olsun diye değildir herhalde değil mi? Hal böyle de olsa nerede kaldı sabır ve tevekkül hali? Bir hadisi şerifte şöyle beyan edilmiştir: "Kulun öyle bir takım günahları vardır ki, hiç bir istiğfar (tövbe etmek) o günahı silemez. Ancak çekilen bela ve musibetler (sabredildiği, her halde yine de şükredildiği halde) bu günahlara devadır." Başımıza bir anlık bela ya da başka bir olumsuz şeyler geldi mi, ferevanı hemen kopartıyoruz. Her hale şükür ve sabır denilen mevhumlar unutulmuş. Sanılır ki bu haller peygamberlerin, velilerin işi. Eğer öyle olsaydı Allah cc sadece onları yaratırdı, sadece onları cennetine koyardı.
Eğer insan, yeryüzünde Allah'ın halifesi ise o, herşeyde Allah için işleyecek, Allah için başlayacak, Allah için küsecek, Allah için sevecek, O'nun izni dairesinde varlığa müdahale edecek ve ele aldığı her işi O'na niyâbet mülâhazasıyla yerine getirecektir. Dolayısıyla da, ne başarılarıyla gururlanacak, ne yenilgileriyle ümitsizliğe düşecek, ne kabiliyetleriyle övünecek ne de üzerindeki Hak mevhibelerini inkâr edecek; her şeyi O'ndan bilecek ve gördüğü işleri birer istihdam sayarak, her yeni başarısıyla güven yenilemesi mânâsında yeniden bir kere daha Rabb'ine yönelerek itimat ve vefasını haykıracak ve günde birkaç defa Âkifçe ifadesiyle kendi kendine: "Allah'a dayan, sa'ye sarıl, tevfike râm ol... / Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol." sözleriyle nefes alıp verecektir. Sürekli gerilimde, her zaman azimli, daima şevk içinde, hep vazife şuuruyla oturup kalkacak ve her zaman hareketlerini, hamlelerini kulluk gâyesine bağladığı için de ne zafer ve başarılarıyla küstahlaşacak, ne de hezimetleriyle inkisarlar yaşayacaktır. Düz yolda yürürken veya yokuş aşağı inerken nasıl bir heyecan ve rahatlık içinde ise, en sarp yokuşlara tırmanırken de aynı azim ve aynı kararlılığı gösterecektir.
Azameti sonsuz, mağfireti engin, rahmeti geniş olan Yüce Allah cc, bu husuta ve diğer emri hususlarında bizlere ihlas, gayret ve azim ihsan eylesin. Her türlü riyadan, ücûbdan muhafaza buyursun. Hem kendimizin kamil mânâ da yaşamasını hem de başkalarına hayırlara ve iyiliklere vesile olmamızı nail eylesin.
ALINTI
Allah'a emanet olunuz.
Es-Selamun aleykum ve rahmetullah ve berakatühü.
Alıntı ile Cevapla
Alt 22 Şubat 2010, 11:50   Mesaj No:6
Medineweb Sadık Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:Hazan Mevsimi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 11236
Üyelik T.: 19 Aralık 2009
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 338
Konular: 71
Beğenildi:4
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart RE: 28. Haftanın Konusu ****KULLUK****

Haftanın konusunu idrak etmemiz dilegi ile...

Eğer vasıta deyimiyle, Allah'ın emirlerini bize tebliğ eden kimseler kast ediliyorsa, bu söz haktır ve doğrudur.
Gerçekten insanoğlu; Allah (c.c)'ın neleri sevdiğini neleri sevmediğini, nelerden razı olup, neleri istemediğini, neleri emredip, nelerden yasakladığını, dostlarına hangi nimeti, düşmanlarına hangi (azabı) cezayı hazırladığını kendi başına bilemez.
Yine insanlar, Allah (c.c)'a layık olan güzel isimleri ve yüce sıfatları idrak edemezler ki, bunları akılla ve kendi kendine anlamak ve seçmekten aciz kalırlar.
İşte bütün bunlar ve benzerlerini bilebilmek için insanın Allah (c.c) ile kendisi arasında bir vasıtaya ihtiyaçları vardır. Ve bu vasıta da Allah'ın seçip görevlendirdiği Rasûllerdir. Ancak bunlar aracılığı ile Allah'ın istekleri bilinebilir.
Bu aracı Rasullere iman edenler, onlara tâbi olanlar ve hidayete erenlerdir. (onları takip edenler doğru yola ulaşanlardır). Allah (c.c) bunlara katında yüce makamlar verir, derecelerini yükseltir ve ahirette de nimet ve şeref bahşeder.
Rasûl ve nebilerine muhalefet edenler (karşı olanlar) ise, melun lanetliler, Allah (c.c)'ın yolundan sapanlar ve azıtanlardır.
Yüce Allah mealen buyuruyor:
"Ey adem oğulları! Eğer size aranızdan ayetlerimi tebliğ eden nebi ve Rasuller gelirse, artık kim onlara muhalefetten sakınır ve nefsini islah ederse, onlar için bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onları kibirlerine yedirmeyenler ise, onlar ateşin dostudurlar ve onlar o ateşte ebedi kalıcıdırlar" (A'raf: 7/35-36)

"Artık ne zaman benden size doğru yola götürücü bir kitapla Rasul gelirse de kim benim doğru yoluma uyarsa, o kimse sapıtmaz ve bedbaht olmaz. Kim de benim doğru yolumu kabul etmezse, onun da hakkı dar bir geçimdir. Ve biz onu kıyamet gününde gözleri kör olarak hasrederiz. O, "Rabbim! Beni neden kör hasrettin, halbuki ben görüyordum" der. Allah da ona şöyle cevap verir: Sana ayetlerimiz geldiğinde sen onları görmedin ve unuttun. İşte bugün de sen görülmeyip unutuluyorsun!" (Taha: 20/123-127)
Alıntı ile Cevapla
Alt 23 Şubat 2010, 01:18   Mesaj No:7
Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:48
Mesaj: 5.077
Konular: 295
Beğenildi:128
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart RE: 28. Haftanın Konusu ****KULLUK****

1)Ey insanlar! Sizi ve sizden önce yaşamış olanları yaratan Rabbinize kulluk edin ki, O'na karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız.(Bakara 21)

Alemlerin rabbi olan Allah'a hamdu sena ve onun Resulüne salat ve selam olsun. Kulluk Allah'ın sevdiği ve razı olduğu gizli-açık,bütün tavır ve davranışarın içine alan bir kavramdur.Namaz Hacc Zekat Oruç İnfak İyiliği emretme kötülükten nehyetme zalim ve zorbalara karşı durma,yolda kalmışa yaşlıya mazluma fakire miskine el atma Kuranın özünden beslenme dua zikir vb tüm tavırlar Allah'a Kulluk kavramı içine girer.

Ve (onlara söyle!) Görünmez varlıkları ve insanları yalnızca (Beni tanımaları ve) Bana kulluk etmeleri için yarattım.
(Zariyat 56)

Gerçek şu ki, Biz her toplumun içinden, "Allah'a kulluk edin, şer güçlerden kaçının!" (mesajıyla gönderdiğimiz) bir elçi çıkardık. O (geçmiş nesil)lerden bir kısmını Allah hidayetiyle doğru yola yöneltti; bir kısmı da sapıklık içinde bırakılmaya müstehak oldular: O halde, şimdi, yeryüzünde dolaşın ve hakkı yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu görün!
(Nahl 36)

Bu örnek olarak vermiş olduğum Ayetler daha bir çoğunda Kul ve Kulluğun vasıflarından bahsedilmektedir.Allah'a kulluk ona boyun eğmek taat etmek muhabbet sevgi ile Yaradana Kul olmaktır.Emir ve Yasaklarına hakkıyla riayet edip İnsanlara örnek olabilmektir:

Allah'a Kul olabilenler Allah'ın yegane Halık olduğunu ve kendisinin Allah azze ve celle karşısında Fakir muhtaç bulunduğunu idrak ettiği zaman,Yalnızca rabbinden ister ve ondan medet umar,Yalnızca ona boyun eğer ve ona yönelir İşte Kulluk budur......
Alıntı ile Cevapla
Alt 23 Şubat 2010, 01:57   Mesaj No:8
Medineweb Aktif Üyesi
HakikaT - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:HakikaT isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 10886
Üyelik T.: 04 Ekim 2009
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Memleket:ArzdaN SeMaYa ÜmmeTiN OlmaK İçiN DuaDayıM...
Yaş:37
Mesaj: 203
Konular: 22
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart RE: 28. Haftanın Konusu ****KULLUK****

Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiç bir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah kendi kullarını görendir (35/45)

"Bana ne oluyor ki, beni yaratana kulluk etmeyecekmişim? Siz O'na döndürüleceksiniz" (36/22)

Yazıklar olsun kullara; ki onlara bir elçi gelmeyegörsün, mutlaka onunla alay ederlerdi (36/30)

"Ey adem oğulları, ben size and vermedim mi ki: Şeytana kulluk etmeyin, çünkü, o, sizin için apaçık bir düşmandır;" (36/60)

"Bana kulluk edin, doğru yol budur" (36/61)

Alemler içinde selam olsun Nuh'a (37/79)

Gerçekten biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz (37/80)

Şüphesiz o, bizim mü'min olan kullarımızdandı (37/81)

İbrahim'e selam olsun (37/109)

Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz (37/110)

Şüphesiz o, bizim mü'min olan kullarımızdandır (37/111)

Musa'ya ve Harun'a selam olsun (37/120)

Şüphesiz biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz (37/121)

Şüphesiz ikisi, bizim mü'min olan kullarımızdandılar (37/122)

Fakat onu yalanladılar; bundan dolayı gerçekten onlar, (azab için getirilip) hazır bulundurulacak olanlardır (37/127)

Ancak, muhlis olan kullar başka (37/128)

İlyas'a selam olsun (37/130)

Şüphesiz biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz (37/131)

Şüphesiz o, bizim mü'min olan kullarımızdandı (37/132)

Andolsun, (peygamber olarak) gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir: (37/171)

Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır (37/172)

Sen onların söylediklerine karşı sabret ve bizim güç sahibi kulumuz Davud'u hatırla; çünkü o, (her tutum ve davranışında Allah'a) yönelen biriydi (38/17)

Doğrusu biz dağlara boyun eğdirdik, akşam ve sabah kendisiyle birlikte (Allah'ı) tesbih ederlerdi (38/18)

Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik O, ne güzel kuldu Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi (38/30)

Kulumuz Eyyub'u da hatırla Hani o: "Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azab dokundurdu" diye Rabbine seslenmişti (38/41)

"Ve eline bir deste (sap) al, böylece onunla vur ve andını bozma" Gerçekten, Biz onu sabredici bulduk O, ne güzel kuldu Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi (38/44)

Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da hatırla (38/45)

Dedi ki: "Senin izzetin adına andolsun, ben, onların tümünü mutlaka azdırıp-kışkırtacağım" (38/82)

"Ancak onlardan, muhlis olan kulların hariç" (38/83)

Eğer inkar edecek olursanız, artık şüphesiz Allah size karşı hiç bir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için inkara rıza göstermez Ve eğer şükrederseniz, sizin (yararınız) için ondan razı olur Hiç bir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz, böylece yaptıklarınızı size haber verecektir Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı bilendir (39/7)

De ki: "Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır Allah'ın arz'ı geniştir Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir" (39/10)

Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da tabakalar vardır İşte Allah, kendi kullarını bununla tehdit edip-korkutuyor Ey kullarım öyleyse Benden sakının (39/16)

Tağut'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a içten yönelenler ise; onlar için bir müjde vardır, öyleyse kullarıma müjde ver (39/17)
Alıntı ile Cevapla
Alt 24 Şubat 2010, 21:56   Mesaj No:9
Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:48
Mesaj: 5.077
Konular: 295
Beğenildi:128
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart RE: 28. Haftanın Konusu ****KULLUK****

2)İslam’da Allah İle Kul Arasında Vasıta Varmı dır?

Onlar ki, ellerindeki Tevratta ve (daha sonra da) İncilde tanımlanmış bulacakları Elçinin, okuması yazması olmayan Habercinin izinden gidecekler; (ve o Elçi ki) onlara yapılması doğru olanı buyurup yapılması yanlış olanı yasaklayacak; yine onlara temiz ve hoş şeyleri helal, kötü ve çirkin şeyleri haram kılacak; onların sırtlarına vurulmuş yükü indirip boyunlarına geçirilmiş zincirleri çözecek. Ve sonuç olarak, ona inanan, onu yüce tutup destekleyen ve yücelerden bahşedilen ışığın ardına onunla birlikte düşenler; işte böyleleri, nihai kurtuluşa, esenliğe erişen kimseler olacak".
(Araf 157)

Allah ile kul arasında tasdik edilecek vasıta şu anlayış üzere ise olur.Şöyle eğer Allah'ın emir ve yasaklarını tebliğ ediyor yaşıyor ve yaşatıyorsa,Yani Emri bil Maruf Nehyi Anil Münker emrince hareket ediliyorsa bu kişiden doğruya ulaşmada başvurulabilecek bir vasıtadır,İlim öğrenmek için elbette Alimlerden ders alınır ve vasıta olurlar.Ama ilim taklidi bir iman esasından ziyade Tahkiki bir İmana ulaşmak için öğrenilmelidir:

Karşı durduğumuz Vasıta Kendini Allah ile Kul arasında menfaatleri celb,zararları defetmek için mutlaka bir vasıtanın lazım geldiğini düşünülüyorsa Örneğin rızık ta istemede (istianede) imdad ve hidayet edilmesinde herhangi bir vasıtadan istemeleri ve ondan bunları ümit etmeleri gibi vasıta olayına bakılıyorsa Allah'ın İslamına göre en büyük şirklerden biridir:

Örneğin;Şahıs dara düştüğünde Yalnızca ve Yalnızca İstekte bulunması gereken Allah iken ,Din büyüklerinin ismini zikrederek talepte bulunmak Allah ile Kendi arasına Beşeri yerleştirmedir !Bu Hususta Allah'u teala şöyle buyurmaktadır:

De ki: "O'nunla beraber (tanrısal güçlere sahip olduğunu) zannettiğiniz (varlıkları) çağırın bakalım; sizden bir darlığı gidermeye ya da onu (başka bir yere) yansıtmaya güçlerinin olmadığını (göreceksiniz").

Aslında, onların bu yalvarıp yakardıkları (ve böylece azizleştirdikleri, tanrılaştırdıkları şahsiyetlerin) kendileri -içlerinden O'na en yakın olanları (bile)- Rablerinin yakınlığını kazanmaya çalışırlar(dı); hem de, O'nun rahmetini umup azabından korkarak: çünkü onun azabı gerçekten sakınılması gereken bir şeydir!
(İsra 56-57)

Kurani kerimde geçen Allah'a ulaşmada ''Vesileler'' arayınız kavramını kendi heva ve hevesleri uğrunda şekillendiren din mafyaları vesilerin kendileri olduklarını ima ederek gelenekler ve atalar inancına sürükledikleri insanların hataya düşmelerine sebep olmuşlardır.Şöyleki Allah'a ulaşmada ''Vesile '' olarak insanın kendi ibadetleri Yalnızca aracı edilebilir kendi ibadeti dışında hiç bir beşer ve metea aracı edilemez Allah'ın İslamına göre Sahte rabler edinmedir:Çünkü bu tür teşbihçiler Halık'ı Mahluka Allahı insanlara benzetmiş ve böylelikle Şirk koşmuş olurlar.

Allah herşeyin sahibi ve Rabbidir, O kullarına annenin çocuğuna duyduğu şefkatten çok daha şefkatli ve çok daha merhametlidir,Her şey onun dilemesi ile olur ancak onun istediği şey tahakkuk eder istemediği hiç bir şey de olmaz...

Kuranın bütünlüğüne göre,Allah'tan başka kendisine dua edilen istimdat istenilen kimselerin ne mülkü vardır ne de Allah'ın mülkünde ortaklığı vardır.Ne de hiç bir kimse Allah'ın yardımcısı durumundadır.Allah'ın izni olmadıkça bir yaprak dahi kıpırdamaz:Hiç bir beşer hiç bir beşerden Allah'ın gücü ve hükmü altında olan bir şey isteyemez ve veremez:

Çünkü, bir gün onların hepsini bir araya toplayacağız ve (hayattayken) Allah'tan başkalarına ilahlık yakıştıranlara: "Siz ve Allah'a ortak koştuğunuz o şeyler, (o varlıklar ve güçler, hepiniz) olduğunuz yerde kalın!" diyecek ve böylece onları birbirinden ayıracağız. Ve (o zaman) Allah'a ortak koştukları kimseler, (vaktiyle kendilerine kul, köle olmuş olanlara): "Sizin tapınıp durduğunuz biz değildik;
(Yunus 28)[/b]
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
33.Haftanın Konusu İFTİRA Efser Hafta'nın Konusu 8 13 Eylül 2012 00:47
25.Haftanın Konusu Kulluk Şuuru MERVE DEMİR Hafta'nın Konusu 11 30 Aralık 2009 00:04
13. Haftanın Konusu (TAHRİF) Yitiksevda Hafta'nın Konusu 9 07 Temmuz 2009 11:37
10.Haftanın Konusu MÜSLÜMAN'LIK ? Yitiksevda Hafta'nın Konusu 15 19Haziran 2009 15:19
Haftanın Konusu MERVE DEMİR Hafta'nın Konusu 6 15 Mart 2009 00:36

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.