|
Konu Kimliği: Konu Sahibi KalbinNûru,Açılış Tarihi: 15 Temmuz 2007 (21:43), Konuya Son Cevap : 25 Ekim 2023 (08:54). Konuya 41 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
09 Ağustos 2007, 16:02 | Mesaj No:11 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | re: Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz-Medineweb
Tevazuu Hz. Ömer’(r.a)den rivayete göre Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Hristiyanların İsa hakkında Allah’ın oğlu de*dikleri gibi, beni övgüde, aşırı gitmeyin. Ben ancak Allah’ın kulu*yum. Siz de benim hakkımda Allah’ın kulu ve elçisi deyin.” Hz. Enes (r.a) nakleder: Bir adam Hz. Peygamber (s.a.s.)e: “Ey Efendimiz ve Efendimizin oğlu!” diye hitab edince: “Böyle söylemeyiniz! Şeytan sizi heva ve hevese kaptırmasın. Ben sadece Abdullah’ın oğlu Muhammed ve Allah’ın Rasûluyüm.” diye cevap verdi. Ev içindeki davranışları da onun ne kadar mütevazı olduğunu gösteriyor. Hz. Aişe’den, ev içinde Peygamberi*miz (s.a.s.)’in davranışlarından sorulduğunda şu bilgiyi verdi: “Peygamberimiz (s.a.s.) evine geldiğinde herhangi bir fevka*lâdelik ve inziva göstermeden insanlardan herhangi biri gibi tevazu ile davranırdı. Kendi elbisesinin söküğü ile meşgul olur, koyunları eli ile sağar, ailelerine ev işlerinde gerekli olan kısımlarda yardımcı olurdu. Çarşıya pazara gider, bizzat alış veriş yapar ve yükünü kendisi taşırdı. Ashâb-ı Kiram: ‘Müsaade buyurunuz da biz ta*şıyalım.’ derlerse de: ‘Herkes kendi yükünü kendi taşısın.’ Bu*yururdu, pabuçlarını kendisi tamir ederdi.” Merkebe biner, yün elbise giyer, hizmetçinin-kölenin dâvetine katılırdı. Hizmetçilerle ve dul kadınlarla beraber olur, onların ihtiyaçlarını görürdü. Bir-gün huzuruna bir kadın geldi: “Ya Rasûlullâh benim size arz edecek bir ihtiyacım var!” dedi. Bu, yaşlı bir kadındı, belki de bunamıştı. Buna rağmen Peygamberimiz (s.a.s.) her insana verdiği değeri ona da verdi: “Ey kadın, Medine’nin herhangi bir yerinde, nerede istersen geleyim, ihtiyacını söyle, karşılayalım!” dedi. Kadın çıkıp Medine sokaklarından birinde oturdu. Peygamberimiz (s.a.s.) de gidip ihtiyacını öğrendi ve kendisine yardımcı oldu. Enes b. Mâlik (r.a) anlatır: Hz. Peygamber (s.a.s.) bir kere Hacca gitmişler, giderken yolda bir deveye bin*mişlerdi. Devenin semeri köhne idi. Bu semer üzerine ör*tülen örtü şayet satılsaydı dört dirhem bile etmezdi. Rasûl-i Ekrem Hazretleri bu kadar tevâzua rağmen yine de: “Allah’ım! Riya ve süm’adan (görsünler, işitsinler diye yapmaktan) uzak tut!” diyordu. Hz. Câbir (r.a) diyor ki: “Ben hastalanmıştım. Hz. Peygam*ber (s.a.s.) yürüyerek evimi şereflendirdiler ve benim hâlimi hatırımı sordular.” Birgün Ashâb-ı Kirâm’dan Abdullah b. Yusr Yarete gelmiş, huzuruna girince titremeye başlamıştı. Bunu gören Peygamberimiz (s.a.s.) o kişiye şöyle dedi: “Arkadaş, titreme! Ben kral değilim, Kureyş’den kuru ekmek yiyen bir kadının oğlu*yum.” Birgün Ashâb-ı Kirâm’dan Abdullah b. Yusr (r.a), Pey*gamber Efendimiz (s.a.s.)’e pişirilmiş koyun eti hediye etmişti. Hz. Peygamber (s.a.s.) yanındaki Müslümanlarla diz çöküp yemeye koyuldu. Derken, çölde göçebe hayatı yaşa*yan bir bedevî geldi ve “Bu nasıl oturuştur?” diye şaşkınlığını açığa vurmaktan kendini alamadı. Çünkü diz çöküp oturmak, törede âciz ve miskinlerin, yoksulların âdetiydi. Böylece bedevî, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in, yoksullar gibi oturuşuna bir anlam verememişti. Yüksek sezgisiyle bunu anlayan Peygamberimiz (s.a.s.): “Şüphesiz ki Cenâb-ı Hak, be*ni kerem sahibi bir kul kıldı, cebbar ve muannit kılmadı.” Bu*yurdu. Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL |
09 Ağustos 2007, 16:06 | Mesaj No:12 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | re: Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz-Medineweb
Cömertliği Cömertlik, Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in en belirgin vasıflarından biridir. Nitekim Câbir b. Abdullah (r.a) der ki: “Rasûl-i Ekrem Hazretlerinden dünya ile ilgili bir şey istenilince asla red cevabı vermez, istenilen şey varsa verir, yoksa vadederdi.” Şimdi Hz. Ömer (r.a)’ın naklettiği şu hâdiseye bakalım: Rasûlullâh (s.a.s.)’in huzuruna bir yoksul gelir, bir şey ister. Fakat istediği şeye sahip olamadığı için Peygamberimiz (s.a.s.) üzülür ve ona gidip çarşıdan satın almasını, borçlu olarak da kendi adının yazılmasını, eline para geçtiğinde ödeyeceğini söyler. Halbuki aynı kişiye daha önce de yardım edilmiştir. Bunu bilen Hz. Ömer: “Ya Rasûlullâh, bu kişiye daha önceleri de yardım ettiniz, şimdi bu teklife ihtiyaç var mıdır?” demek ister. İster ama Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Ömer’in sözünden pek hoşnut olmaz; bu yüzünden anlaşılır. O anda; Ensar’dan bir zât: “Ya Rasûlullâh infak et, Arş’ın sahibi olan Allah kendinizi fakir düşürür diye korkma!” diyerek görüşünü serdeder. Peygamberimiz (s.a.s.) bu zâtın görüşünü beğenir ve: “Ben infak ve yoksulluktan kork*mamakla emrolundum” buyurur. Yani “İnfakın, yoksullara yardımın fakirlik doğuracağı” tarzında bir görüşü benim*semiyordu. Hz. Aişe (r.a)den naklolunduğuna göre Peygamberimiz (s.a.s.), kendisine bir hediye geldiği zaman, onu getiren kişiye daha fazla ve değerlisiyle karşılık verirdi. Rasûlullâh (s.a.s.) devrinde yaşayan bir İslâm kadının naklettiği şu hâdise buna misâl teşkil edebilir: Bu hanım diyor ki: “Rasûlullâh Efendimize (s.a.s.) bir tabak taze hurma ile üstü tevekli birkaç salatalık götürmüştüm. Bana altından mamul bir avuç dolusu kadın zineti ile karşılık verdi.” Müslim’de şöyle naklolunur: Rasûlullâh (s.a.s.) İslâm üzere kendisinden istenilmiş olan herhangi bir şeyi mu*hakkak vermiştir. Bir defasında kendisine bir kimse gel*mişti de Rasûlullâh (s.a.s.) ona iki dağ arasını dolduracak kadar çok koyun vermişti. O zât kendi kabilesinin yanına gidip: “Ey kavmim, Müslüman olunuz, çünkü Muhammed fakir*likten korkmaksızın büyük ihsanda bulunuyor” demiştir. Yine Müslim’de naklolunduğuna göre Safvan b. Ümeyye (r.a) diyor ki: “Allah’a yemin ederim ki Rasûlullâh (s.a.s.) bana çok ihsanda bulunmuştur. Başlangıçta O, bana göre insanların en çok buğzedilecek olanı idi. Fakat bana ihsân etmekte devam etti. Nihayet benim yanımda insanların en sevimlisi oldu.” Hz. Enes (r.a)ın şu sözü de bu tip gelişmelere ışık tutmaktadır: “Bazen bir kimse ancak dünyayı isteyerek Müs*lümanlığa girerdi. Fakat İslâm’a girince artık Müslümanlık ken*disine dünyadan ve dünya üzerindeki her şeyden daha sevimli olurdu.” İbn Abbas Hazretleri de şöyle diyor: “Hz. Peygamber (s.a.s.), halkın en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman da Ramazan ayı idi. Muhakkak Cebrail (a.s.m) her sene Ramazan ayında Rasûlullâh (s.a.s.) ile buluşur. Rasûlullâh (s.a.s.) da ona Kur’ân-ı arz ederdi. Cebrail kendisiyle karşılaştığı zaman Rasûlullâh (s.a.s.), halkın faydalanması için gönderilmiş bulunan rüzgârdan daha cömert idi. Muhtaçlara daha çok ve daha çabuk yetişirdi.” Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL |
10 Ağustos 2007, 13:07 | Mesaj No:13 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | re: Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz-Medineweb
Şefkat Ve Merhameti Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’inde: “Biz seni âlemlere rahmet için gönderdik.” (Enbiyâ, 21/107) buyurmaktadır. Rahmet olarak gönderilen, Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. İbn Abbas Hazretleri bu âyetin tefsirinde şöyle der: “Onun rahmeti iman edenleri de etmeyenleri de içine almaktadır, iman edenlerin dünyada da âhirette de o rahmetten nasipleri vardır, îman etmeyenlere gelince; onlar da inkârları yüzünden hak ettikleri ‘kökünden helak olma’ azabının sonraya kalması ile bu rahmetten faydalanmaktadırlar.” Hz. Ebu Bekir (r.a) dedi ki: “Ey Allah’ın Rasûlü, ihtiyar*ladın!” Peygamberimiz (s.a.s.) cevap verdi: “Hud, Vakıa, Mürselât, Amme Yetesâelun, İzeşşemsü Küvvirat (sureleri) beni ihtiyarlattı.” Şârih şöyle açıklıyor: “Bu surelerde âhiret ahvali ile ilgili bilgiler... yer alıyordu. Peygamberin canına bir şey olacak değil, fakat o, bize bizden daha şefkatli olduğundan bizim başımıza gelecekleri ve ümmetinin o surelerde tasvir olunan ahval içindeki yerini düşünüyordu, ağarma bundandır.” Hak Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Andolsun, size ken*dinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya, uğramanız ona çok ağır ve güç gelir, üstünüze çok düşkündür. Mü’minleri cidden esirgeyicidir, bağışlayıcıdır O.” (Tevbe, 9/128). Bu âyetten açıkça anlaşıldığına göre Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) ümmetinin azap görmesi şöyle dursun, zahmet çekme*sinden dahi üzüntü duyar. Ümmetinin sıkıntısı O’nun da sıkıntısı, sevinci O’nun da sevincidir. Yukarıda mealini yazdığımız âyette Cenâb-ı Allah, Esmâü’l-Hüsnâ’sından olan “Rauf-Rahim (çok şefkatli-çok merhametli)” ifadelerini sadece bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) hakkında lütfen ve keremen bir araya getirmiştir. Bundan da, Cenâb-ı Allah’ın, kullarına merhametli olduğu gibi Peygamber (s.a.s.)’in de ümmetine şefkatli, merhametli olduğu anlatılmak istenmektedir. Adamın biri bir kez Peygamberimizden düşmanları tel’in etmesini istemişti. Peygamberimiz (s.a.s.) o kişiye: “Ben lânet okumak için değil, âlemlere rahmet olmak için gönderildim” cevabını vermiştir. Gerçekten de Mekke döneminin çok sıkıntılı günlerinde bile düşmanlarına beddua etmemiştir. Taifliler kendisini taşlamışlar, bütün bedeni bilhassa ayakları bacakları kan içinde kalmıştı. Şayet isteseydi, Cenâb-ı Allah, Tâif ve Mekke şehirlerini yerle bir ederdi. Fakat Peygamber (s.a.s.), Cenâb-ı Hak’dan böyle bir istekte bulunmadı. Aksine: “Allah’ım! Bunlar hakikati göremiyorlar, ama ümit ediyorum ki, bunların çocukları birgün gerçeği göreceklerdir.” diyordu. Mekke’nin fethinden sonra Tâif kuşatması uzayınca Peygamberimiz (s.a.s.) orayı terk ederken de lânet okumamış, rahmet dilemiş ve “Allah’ım! Tâiflilerin ıslahını ve hidayete erişmiş olarak huzuruma gelmelerini diliyorum” demişti. Mekke fethini müteakip Kâbe avlusunda, karşısında esir olarak duran ve 22 yıldan beri ellerinden gelen bütün kötülüğü yapan Mekkelileri bağış*laması onun merhamet ve bağışlama duygusunun nerelere ulaştığını göstermektedir. Allah’ın rahmet ve mağfiretini yalnız kendisine ve Peygamberimiz (s.a.s.)’e ait kılmak üzere dua eden bir cahil bedevîye Allah’ın Rasûlu (s.a.s.): “Allah’ın lütuf ve rahmet dairesini çok darlaştırdın” buyurmuştur. O’nun şefkati aynı zamanda hayvanlara idi, tabiata idi. Hayvanlara fazla yük yüklenmemesini, iyi bakılmasını, ezi*yet edilmemesini ısrarla belirtiyor; kıyamet kopacak olsa, elinde de bir fidan olsa onu dikmeye vakti varsa dikip öyle öleceğini söylüyordu. Vücuda zarar verdiği için sarhoşluk veren içkileri yasaklıyor, aileleri yıkılmaktan kurtarmak için kumarı, nesli korumak için zinayı yasaklıyordu. Müs*lümanları bir ateş çukuruna düşmekten ısrarla koruyordu. O rahmet ve şefkat peygamberi idi. Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL |
12 Ağustos 2007, 21:57 | Mesaj No:14 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz
Vefakârlığı Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) vefakâr bir insandı. Ahdinde du*rurdu, vadinde sadıktı, sözünden caymazdı, kendisine ve çevresindeki, ashabına yardımı dokunanları asla unutmaz, dostlarını sık sık arar, hâl hatırlarını sorar, Müslümanlara da böyle yapmalarını tavsiye ederdi. Buna dair yaşanmış birkaç örnek nakledelim: Ashabtan Abdullah b. Ebi’l-Hamsa anlatır: “Hz. Peygamber’le (s.a.s.) bir alışveriş yapmıştım. Kendisine: ‘Biraz bekle gelirim’ dedim. Ancak ona verdiğim sözü unutmuştum. Aradan üç gün geçmişti, hatırlayıp gittiğimde o aynı yerde hâlâ beni bekliyor*du.” Bundan anlaşıldığına göre Peygamberimiz (s.a.s.) gü*venilir, sözünde durur bir tacir idi. O, iş ortağını bek*lemekle kalmayıp başına bir şey gelip gelmediğinden endişe etmişti. Bir kere Habeşistan hükümdarının elçileri Peygam*berimiz (s.a.s.)’in huzuruna gelmişlerdi. Peygamberimiz (s.a.s.) bunlarla yakından ilgilendi. Ashab’tan bazıları: “Ey Allah’ın Rasûlü! Biz hizmete yetişiriz, siz istirahat buyurunuz!” dediler. Fakat Peygamberimiz (s.a.s.) bunlara şu cevabı verdi: “Bunlar, Habeşistan’a göç etmiş olan ashabıma yer göster*miş, ikram etmişlerdi. Şimdi bunlara karşılık ben de hizmet etmek isterim.” Mut’im b. Adiy (r.a) Kureyş’li inkârcıların ileri gelen*lerindendi. Vaktiyle Peygamberimiz (s.a.s.), Taif yolcu*luğundan şehre dönerken düşmanları onu şehre almak istememişlerdi; Peygamberimiz (s.a.s.) sıra ile birçok ileri gelen Mekkelinin himayesini istedi, fakat hepsi reddettiler. Ancak Mut’im kabul etti, oğullarını silâhlandırarak Hz. Peygamber (s.a.s.)’i şehre aldı. Aradan yıllar geçti, Mut’im Bedir Savaşı’nda Kureyşli diğer inkârcılarla birlikte Müslü*manlara karşı savaştı ve öldürüldü. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in şairi Hassan, bu zâtın ölümünün ardından anlamlı bir mersiye yazmış, şiirinde onun vaktiyle Peygamberimiz (s.a.s.)’i himaye ettiğinden söz ederek iyilikle anmıştı. Peygamber (s.a.s.), kendi adına gösterilen bu vefakârlıktan son derece hoşnut oluyordu. Düşman esirlerine ne yapılacağı tartışılırken Peygamberimiz (s.a.s.)’in söylemiş olduğu şu söz de onun vefakârlığının hangi noktalara vardığını göstermesi bakımından anlamlıdır: “Şayet Mut’im b. Adiy sağ olup da benden esirleri isteseydi, fidye (kurtuluş akçesi) istemeden hepsini serbest bırakırdım.” Hz. Peygamber (s.a.s.) müttefiklerine karşı da vefalı idi. Hudeybiye Musalahasında Müslümanların yanında andlaş*maya katılan Huzâe kabilesi, Kureyş’in yanında andlaş*maya giren Benu Bekir’in saldırısına uğramıştı. Kureyşliler de bu saldırıyı el altından destekliyorlardı. Huzâeliler durumu Hz. Muhammed (s.a.s.)’e ilettiklerinde O, derhâl Kureyşlilere ültimatom gönderdi ve peşinden ordu hazırladı. Bu olay Mekke fethinin sebebi olarak tarihe geçti. Böylece Peygamberimiz (s.a.s.), saldırıya uğrayan bir müttefikini yalnız bırakmamış oluyordu. Peygamberimiz (s.a.s.) kendisini tanımak üzere taşradan gelen kabile temsilcilerini misafirhanelerde ağırlar, onlara yakınlık gösterir, öğretmenler tayin eder, maddî ihtiyaç*larını gidermekle ilgili vazifeliler seçer; kabilelerine döne*ceklerinde de azıklar hazırlatır, yeni elbiseler alıverir, bahşişler verir, İslâm dinine ilgi duyarak Medine’ye kendisini ziyarete gelen bu insanları unutamayacakları bir vefa duygusu ile uğurlardı Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL |
12 Ağustos 2007, 22:03 | Mesaj No:15 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz
Cesareti Peygamber Efendimiz (s.a.s.), yumuşak huylu olduğu kadar cesurdu, yiğit ve kahramandı. Peygamberlik vazi*fesini ifa ederken karşılaştığı hâdiseler önündeki tavırla*rında bu niteliği görmek mümkündür. Mekke döneminde İslâm’ı tebliğden alıkoymak için, O’na akla gelmedik engeller çıkarılmıştır. Fakat O, bunların hiçbirinden yıl*mamış, Allah’ına güvenerek çıktığı tebliğ yolunda kahramanca yürümüştür. O’nun sabrını, tahammülünü, cesaret ve kahramanlığını beşerî tehditler ve vaatler kay*bettirememiştir. O, yoluna dikenler, sırtına deve işkembesi atıldığı zaman da, kendisine hükümdarlık zenginlik ve başkaca maddî imkânlar teklif olunduğu zaman da yolun*dan asla dönmemiş, azminde zerre kadar bir sarsılma meydana gelmemiştir. Allah için, İslâm için girdiği kavgalarda tam bir yiğit olarak görünmüştür. Nitekim Hz. Ali (r.a) diyor ki: “Savaşlarda Hz. Peygamber (s.a.s.) kadar düşmana yaklaşan bir kimse bulunmazdı. Birçok defalar savaş kızışıp başımız sıkıntıya gelince Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’e sığınırdık.” Hz. Enes (r.a) de: “Başımız dara düşünce Allah’ın Rasûlü ile korunurduk.” diyor. Yine Hz. Enes b. Mâlik (r.a) nakleder: Rasûlullâh (s.a.s.) insanların en güzeli idi, insanların en cömerdi idi, insanların en cesuru idi. Bir gece Medine halkı duydukları bir sesten fena hâlde korkmuşlar ve sesin geldiği yöne gitmişlerdi. Peygamber (s.a.s.) ise ashabını korkutan bu sesi işitince eline kılıcını alarak Ebu Talha’nın eğersiz atına binmiş ve Medine’yi dolaşıp hâdiseyi incelemiş, bu esnada Medineliler geride kalmıştı. Nihayet Rasûlullâh (s.a.s.), Ebu Talha’nın atı üzerinde ve kılıcı boynunda olarak geri döndü. Yolda Medine halkıyla karşılaştı. Onlara şöyle dedi: “Endişe edecek bir şey yok, neden korkuyorsunuz?” Uhud Savaşı’nda, İslâm ordusu birinci safhada Pey*gamberimiz (s.a.s.)’in harp taktiklerine uyarak üstünlük sağlamıştı fakat daha sonra kesin sonucu almadan ganimet toplamaya girişince ve yerlerini terk etmemeleri gereken okçular da ganimet toplama işine koşunca düşman süvari birliği arkadan kuşatmış, böylece Müslümanlar iki ateş al*tında kalmışlardı. Bu safhada Müslümanlar 70 şehid ver*dikleri hâlde; Peygamberimiz (s.a.s.) emir komutayı elinde bulundurdu ve büyük bir soğukkanlılıkla İslâm ordusunu çevresine topladı. Başarılı bir savunma ile düşmanı dur*durdu. Peşinden de inkârcıları Mekke istikametinde gün*lerce takip etti. Peygamberimiz (s.a.s.) öyle bir kahramanlık ve cesaret ortaya koydu ki, müşrik ordusu geri dönerek yeniden savaşmayı göze alamadı. Hevazin muharebesinde, İslâm ordusu Huneyn geçi*dine geldiğinde düşman okçularının hücumuna uğramıştı. İslâm askerlerinin bu anî saldırıdan korunmak üzere siper aradıkları bir sırada, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) sarsılmaz bir kaya gibi metanet göstermiş, savaş alanından bir adım bile gerilememiştir. Katırını düşmana doğru sürerek İslâm askerlerine “Nereye kaçıyorsunuz, ben Allah’ın Rasûlu’yum, Abdülmuttalib oğlu Abdullah oğlu Muhammed’im” diyerek ordu*sunu toparlamış ve zafere ulaşmayı başarmıştır. Nitekim bir görgü tanığı şöyle diyor: “Şehadet ederim ki Hz. Peygamber (s.a.s.) bir adım bile gerilemedi. Savaş vahşî bir yangın gibi yayıldığı zaman, hepimiz Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’in çevresine sığındık. O’nun yanında durmak en büyük cesaret sayılıyordu.” Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL |
13 Ağustos 2007, 11:26 | Mesaj No:16 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz
Utanması Haya ve edep Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’de taçlanmış, çiçek çiçek açmıştır. O, kimseyi azarlamaz, tane tane konuşur; tebessümü yüzünden eksik etmezdi. Şımarıklığı, gururu ve büyüklük taslamayı asla sevmezdi. Peygamberimiz (s.a.s.)’in gençliğini ve orta yaşlılığını geçirdiği Arabistan’ın Hicaz bölgesinde, edep ve haya dışı âdetler ortalığı kaplamış olduğu hâlde, Yüce Rasûl bu gibi âdetlerin hiç birine uymamıştır. Cenâb-ı Hak, geleceğin müjdecisini bu çirkin âdetlere bulaşmaktan korumuştu. O sıralarda Arabistan’da Kâbe’yi çıplak tavaf etmek ve baş*kalarının yanında çıplak yıkanmak gibi haya ve edep dışı âdetler de vardı. Peygamberimiz (s.a.s.) bu kabil hareket*lerden daima nefret ederdi. Henüz Mekke’de amcasının koyunlarını güderken, iki gün üst üste Kureyşli gençlerin katıldığı bir eğlenceye katılmak istemişse de, o esnada göz*lerini uyku bürümüş ve uyandığında, eğlencenin bittiğini anlamıştı. Bir daha da böyle bir teşebbüste bulunmadı. Kâbe tamiri sırasında O da Abdülmuttalib oğulları adına taş taşımakta idi. Kureyşli gençler elbiselerinin eteklerini omuzlarına toplayarak taşıyorlardı. Böylece omuzları acı*mamış oluyordu. Ama etekleri kalkınca haya ve edep dışı bir görüntü ortaya çıkıyordu. Henüz yaşı genç olan Hz. Muhammed (s.a.s.) de bir defa bunu deneyecek oldu. Ama gizli bir el (bir melek) O’nun eteğini yere doğru öyle bir kuvvetle çekiyordu ki, Hz. Peygamber (s.a.s.), Kureyşli gençlerin düştüğü durumdan korunmuş oluyordu. Pey*gamberimiz (s.a.s.), putlardan nefret ederdi. Onlar şerefine verilen ziyafet ve şölenlere asla katılmazdı. Fakat bir yıl halaları O’nu zorladılar, ancak Kureyşli ileri gelen ailelerin katılabileceği, putlar onuruna verilen bir ziyafete yeğen*lerini de götürmek istediler. Henüz küçük bir çocuk olan Hz. Muhammed (s.a.s.), ne kadar direndiyse de halaları “Böyle bir günde Abdullah’ın yetimini yapayalnız evde bıra*kamayız, bu, bizim mürüvvetimize sığmaz.” diye düşünüyorlar*dı. Fakat henüz yolda giderken Peygamberimiz (s.a.s.)’in yü*zünde, görünmeyen bir sesin şakladığı duyuldu. Hz. Muhammed (s.a.s.), kendisini yerde bulmuştu. Rengi sarar*mış, mecalsiz kalmıştı. Halaları hemen onu kaldırdılar ve eve döndüler, O’nun istirahatını sağladılar ve bir daha putlarla ilgili hiçbir toplantıya O’nu götürmediler. Görül*düğü gibi edep ve haya dışı hareketlerden İslâm’dan önceki dönemde de Hz. Muhammed (s.a.s.) ilâhî bir kont*rol ile korunmuştur. Ebu Said el Hudrî (r.a) diyor ki: “Nebi (s.a.s.) haya cihetiyle, kendi köşesinde oturan bakire kızdan daha utangaçtı.” Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’in ne kadar haya sahibi olduğunu Ebu Said el Hudrî Hazretlerinin bu sözünden açıkça an*lamaktayız. Peygamberimiz (s.a.s.) gıybet etmez, gıybeti ya*saklar, dedikoduyu men eder, kendisine başkalarından de*dikodu tarzında lâf iletilmesini doğru bulmazdı. İnsanların kusurlarını yüzüne vurmaz; hataları, kusur sahibinin adını anmaksızın genele dönük olarak zikreder, herkesin böyle fenalıklardan kaçınmasını belirtirdi. “Haya imandandır” buyuran Peygamberimiz (s.a.s.), pek fazla utangaç olması yüzünden arkadaşları tarafından kınanan biri hakkında: “O’nu hâline bırakınız. Çünkü haya imandandır” buyurmuştur. Bir başka zaman, Peygamberi*miz (s.a.s.), ashabına: “Haya insan için zinettir” diyerek öğüt vermişlerdir. Şunu bilmek lâzımdır ki; haya, insanın karakterini taşır ve hiç bir millet hayadan müstağni kalamaz. Fazilete talip insan için edep ve haya, ilâhî nurla örülmüş bir taçdır. Onu giyen, her fenalıktan uzak kalır Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL |
14 Ağustos 2007, 23:44 | Mesaj No:17 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz
Müsamahası Peygamber Efendimiz (s.a.s.) müsamahakâr bir büyük gönle malikti. O’nun adı Cenâb-ı Allah tarafından “çok acı*yan, çok şefkatli” manâsına gelen kelimelerle beraber yazıldı. Hz. Aişe (r.a) şöyle diyor: “Rasûlullâh (s.a.s.), çirkin sözler söylemezdi. Haya, terbiye ve nezakete aykırı hiç bir davranışta bulunmazdı. Çarşı ve pazarlarda yüksek sesle konuşup gürültü çıkartmazdı, kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi; affeder, bağışlardı.” Yine Hz. Aişe (r.a) şöyle diyor: “Rasûlullâh (s.a.s.), iki şey arasında muhayyer kılındı mı tercih edeceği şey, günah olmadığı müddetçe O muhakkak kolay olanını alırdı. Eğer günahı gerektiren bir şey olursa, kendisi ondan halkın en uzak bulunanı olurdu. Rasûlullâh (s.a.s.), Aziz ve Celil olan Allah’a karşı hürmetsizlik hâli olması müstesna, kendisi için kin tutup öç almamıştır.” Abdullah b. Ömer (r.a) şöyle der: “Hz. Peygamber (s.a.s.) fiil ve hareketlerinde taşkınlık yapacak seciyede değildi. Taşkınlık da yapmış değildir.” Hz. Aişe (r.a) anlatır: “Rasûlullâh (s.a.s.), Allah yolunda cihad etmesi hâli müstesna, hiçbir şeye; ne bir kadına, ne de bir hizmetçiye asla eliyle vurmamıştır. Hiçbir kimse O’ndan (söz ve davranış olarak) asla herhangi bir eziyet ve zarar görmemiştir. Nerede kaldı ki Peygamber (s.a.s.) kendi arkadaşı için intikam duyguları beslemiş olsun. Meğer ki Allah’ın haramlarına karşı hürmetsizlik edilmiş olsun, işte bu takdirde Aziz ve Celil olan Allah için öfkelenir, öç alırdı.” Kadı Beyzavî bu konuyu şöyle açıklıyor: “Hz. Peygam*ber (s.a.s.)in yumuşak huylu, sabırlı ve hakka riayetkâr olduğu an*laşılıyor. Eğer Allah hakkını ve insanların hakkını yerine getirme*seydi bu, zelillik ve horluk olurdu. Nefsi için intikam alsaydı sa*bırsız sayılırdı. Peygamberimiz (s.a.s.) iki aşırı uçtan sıyrılmış, sabır ve hakkaniyeti en olumlu, en mutedil şekilde benimsemiştir.” Enes b. Mâlik (r.a): “Rasûlullâh (s.a.s.) sövücü, lânet edici, çirkin söz söyleyici değildi” diyor. Yine Hz. Enes (r.a) şöyle nakleder: “Rasûlullâh (s.a.s.) ile giderken bir bedevî Hz. Peygamber (s.a.s.)’in cübbesinden öylesine sert çekti ki, boynuna baktığımda tırmalandığını gördüm. Bedevî: ‘Ey Muhammed! Yanında bulunan Allah’ın malından bana bir miktar verilmesini emret!’ dedi. Rasûlullâh (s.a.s.) döndü, güldü ve sonra ona bir şey verilmesini emretti.” Hz. Enes (r.a)’ın naklettiğine göre Rasûl-i Ekrem Haz*retleri (s.a.s.) “Bir kimsenin üzüleceği bir şeyi yüzüne karşı söyle*mez ve hiç bir kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı.” Peygambe*rimiz (s.a.s.) yasaklanması ve terk edilmesi gereken şeyleri umumî olarak söylerdi ki, o hatayı yapan kişi şahsına söy*lenmiş gibi incinmesin! Her işareti bir emir telâkki edilen Hz. Peygamber (s.a.s.), buna rağmen ümmetinin incin*memesi için azamî titizliği gösteriyordu. Peygamberimiz (s.a.s.), adamın birinin üstünde ağır bir kokunun herkesi rahatsız ettiğini gördü, üstelik göze batan sarı bir rengi vardı. Adam kalkıp gidinceye kadar bir şey söylemedi, yüzüne vurmadı. Kalkıp gittikten sonra orada bulunanlara: “Bu kişiye yumuşak bir yolla söyleseniz de bir daha bu rahatsız edici sarı renkli kokuyu kullanmasa!” dedi. Ashâb-ı Kiram, Peygamberimiz (s.a.s.) hakkında: “Hoşlanmadığı bir şey, yüzünden anlaşılırdı” diyor. Peygamberimiz (s.a.s.)’in şu hadisinin de çok derin anlamlan vardır: “Hiç kimse diğer biri hakkında bana (kötü) bir şey ulaştırmasın. Çünkü ben yanınıza kalbim selim olarak çıkmak isterim.” Prof.Dr.Hüseyin ALGÜL |
20 Ağustos 2007, 15:24 | Mesaj No:18 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz
Ağlayışı Peygamberimiz (s.a.s.)’in göz pınarları merhamet ve şefkat yaşlarıyla dolu idi. Merhametli oluşunun tabiî neti*cesi olarak da bazı hâdiseler O’nu ağlatırdı. Yanık bir Kur’ân okunuşu, vecdle ibadet hâli, yoksul bir çocuğun ızdırabı, Müslümanların veya kendisinin küçük yaşta ölen çocukları, beklenmedik felâketler O’nu daima ağlatırdı. Ama O’nun ağlayışı feryâd-ü figân yani sızlanma ve şikâyet değildi. Şimdi yaşanmış birkaç hâdiseyi sıralayalım: Rasûl-i Ek*rem (s.a.s.)’i namaz kılarken gören bir sahâbi, müşahedele*rini şöyle anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.)’in huzuruna gelmiş*tim. Bu esnada namaz kılıyordu. Üzerinde sanki bir ağla*ma hâli vardı. Bu durum o kadar belirgindi ki, kendisinden çıkan ses, ateş üzerine konmuş çömleğin kaynamasından hasıl olan seda gibiydi. İbn Abbas Hazretleri şöyle nakleder: Hz. Peygamber (s.a.s.), bir kız çocuğunu kucağına aldı, bir saat kadar böyle kaldı ve kız çocuğu ruhunu Hakk’a teslim etti. Bu sırada Ümmü Eymen yüksek sesle ağlamaya başladı. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.), feryât ederek ağlamaktan onu engelleyince: “Ben seni ağlarken görmedim mi ya Rasûlullah! Zaman zaman siz de ağlamıyor musunuz?” dedi. Bu esnada Peygamberimiz (s.a.s.) şu cevabı verdi: “Ey Ümmü Eymen, benim ağlayışım, sabırsızlıktan kaynaklanan feryâd-ü figân tarzında değildir. Ben merhametimden ağlarım. Şüphesiz mü’min her durumda hayr ister, hayr üzeredir. Ruhun kâbzolunuşu, onun için bir hayırdır, bu yüzden Allah’a hamd eder.” Şârih bu konuda şu açıklamayı getiriyor: “Peygamberi*miz (s.a.s.) demek istiyor ki: Ey Ümmü Eymen! Sen ölüye ağlıyor*sun, halbuki ölü, durumundan memnundur. Durumundan mem*nun olana ağlanır mı?” Hz. Aişe (r.a) naklediyor. “Peygamberimiz (s.a.s.)’in süt kardeşi Osman b. Maz’un Hazretleri ölmüştü. Peygamberimiz (s.a.s.) gelerek süt kardeşini iki gözü arasından öptü. Bu sırada gözlerinden yaşlar dökülüyordu.” Peygamberimiz (s.a.s.)’in kızı Ümmügülsüm ölmüştü. Cenazesi hazırlandı, toprağa verildikten sonra Peygambe*rimiz (s.a.s.) kabrin bir kenarına çekilmiş içten içten ağlı*yordu. Peygamberimiz (s.a.s.)’in Mısırlı Mariye’den doğma bir oğlu vardı. Peygamberimiz (s.a.s.) onu çok sevmiş ve yaşa*dığı sürece babalık şefkatini göstermişti. Yavrucak yaklaşık 18 aylık olunca hastalandı. Hastalığı hızla ağırlaştı. Bu es*nada Peygamberimiz (s.a.s.), oğlunu kucağına almış ve son defa bağrına basıp öpmüştü. Gözyaşlarını tutamayarak: “Allah’ın takdiri karşısında elden ne gelir ey İbrahim!” demişti. Nihayet yavrucak, ruhunu teslim etmişti ki sevgili Pey*gamberimiz (s.a.s.) gözleri yaşlı şöyle diyordu: “Göz yaşarır, kalb mahzun olur. Biz Allah’ın rızasına uygun olmayan bir söz söylemeyiz. Ey İbrahim, senin ölümün sebebiyle derin bir üzüntü içindeyiz... Bu, Allah’ın bir emri olmasaydı, vade dolmuş bulunmasaydı, sonra gelenler öncekilere kavuşmayacak olsaydı, senin ölümüne daha çok üzülürdük oğlum!” Gözyaşlarını gören ashâb, Peygamberimiz (s.a.s.)’e, bunun kendilerine yasaklanmış olduğunu hatırlatınca da şöyle buyurdu: “Ben üzülmeyi yasaklamış değilim, bağıra çağıra feryat ederek dövünerek ağlamayı yasakladım. Bende gördüğünüz göz yaşları, kalbteki sevgi ve acımanın eseridir...” Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL |
21 Ağustos 2007, 11:03 | Mesaj No:19 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz
İbadeti Kur’an Okuması Ve Dinlemesi Hz. Peygamber (s.a.s.) ibadete düşkündü; namaz için “gözümün nuru” diyordu. Farz namazları camide, teheccüd ve benzeri nafileleri evinde kılmayı tercih ederdi. Gecenin başlangıcında yatsı namazını kılar yatardı. Üçte birlik süre içinde uyanır, bir müddet teheccüd, sonra da vitir namazı*nı kılar, daha sonra tekrar yatar ve sabah ezanı okunur okunmaz çabucak kalkar; gerekiyorsa gusleder, gerekmi*yorsa abdest alır, sünnetini evinde kılar, farzı için camiye giderdi. Toplum işleriyle yorgun düştüğü günlerin gecele*rinde, bilhassa âhir ömründe teheccüdü oturarak kılardı. Yüce Allah’ın verdiği nimetlere karşı şükürden bir an bile geri durmazdı. Peygamberimiz (s.a.s.), Ramazan orucuna ilâveten bil*hassa Recep, Şaban ve diğer aylarda nafile oruç da tutu*yordu. Müteaddit defalar umre yapmış, bir kere de hacc yapmıştı. Peygamber Efendimiz (s.a.s.): “En makbul amelin az da olsa sürekli yapılanı olduğunu” ashabına söylüyor, usanç do*ğuracak kadar aşırı nafilelerle vücuda meşakkat verilme*mesini belirtiyordu. Bu hususta şöyle buyuruyordu: “Amel*leri gücünüz yettiği ölçüde yapınız. Gücünüzün dışına çıkarak kendinize meşakkat yüklemeyiniz!” “En makbul âmel, az da olsa devamlı yapılanıdır.” Peygamberimiz (s.a.s.) ibadetler konusunda kendisi na*sıl davranıyorsa örnek alınmasını, buna bir şey ilâve edil*memesini veya bir şey eksiltilmemesini ısrarla ifâde ediyordu. Sahabeden her gece, uykusuz ve ibadetle sabahlayanı, eşiyle ömür boyu yakınlaşmamaya azmetmiş olanı ve farz dışında bütün yıl boyunca ara vermeksizin oruca niyetleneni bu tutumlarından dolayı kınamıştı. Çünkü o, gecenin bir bölümünde ibadet ediyor, bir bölümünde de uyuyup istirahat ediyordu. Farz dışında bazı günler oruçlu oluyor, bazı günler de iftar ediyordu, eşleriyle de gerektikçe yakınlaşıyordu. Çünkü Rasûlullâh (s.a.s.) halktan biriydi ve genel olarak bir ferdin ihtiyacı ne ise onu İslâm ışığında örnek olarak gösteriyordu. Peygamberimiz (s.a.s.) Kur’ân okurken kelimeler gayet açık bir şekilde anlaşılırdı, medlere riâyet ederdi; bazen yüksek sesle, bazen de içinden sessizce okuyordu... Sesi sedası gayet güzeldi. Sesli okurken başka evdekiler duy*mazdı, ancak odadakiler duyardı. Hiç bir zaman sesi çıktı*ğı kadar alabildiğine bağırarak okumazdı. Tatlı ve yumu*şak bir sesi olan Peygamber Efendimiz (s.a.s.), yakıcı ve etkileyici bir okuyuşa sahipti. O, Kur’ân okurken dinle*yenleri bir vecd kaplar ve kendilerini sanki bir başka âlemde hissederlerdi. Teğannide aşırı gitmezdi. Teğannisi tabiîydi, yani ahenkli okumayı severdi. Peygamberimiz (s.a.s.) başkası okurken dinlemeyi de çok severdi. Birgün Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’dan Kur’ân okumasını istedi. O zât Kur’ân’ın kendisine vahyolunduğu Peygamber (s.a.s.)’in huzurunda okumaktan tereddüt ettiyse de Hz. Peygamber (s.a.s.), “Ben Kur’ân-ı başkasından dinlemeyi severim!” buyurdu. Bunun üzerine Abdullah b. Mes’ud (r.a), Nisa Suresini okumaya başladı... “... Her ümmete bir şahid getirdiğimiz ve ey Muhammed seni de bunlara şahid getirdiğimiz vakit durumları nasıl olacak?” âyetine gelince Rasûlullâh (s.a.s.)’in gözlerinden yaşlar akıyordu. Prof.Dr.Hüseyin ALGÜL |
26 Aralık 2007, 16:45 | Mesaj No:20 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz
Çocuk Sevgisi ve Şefkati [COLOR=#a0a0a0][SIZE=3][COLOR=#000000]Hz. Aişe (r.a.)’nin anlattığına göre, bir defasında bedevîlerden bir grup Rasûlullâh -Sallâllâhu aleyhi ve sellem-’ın huzuruna gelmişlerdi. Bunlar bir münasebetle: “Sizler çocuklarınızı öper sever misiniz?” dediler. Sahâbiler: “Evet!” cevabını verdiler. Bedevîler: “Fakat Allah’a yemin ederiz ki, bizler öpüp okşamayız” dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “ Eğer Allah sizin gönüllerinizden rahmet ve şefkati çekip çıkarmışsa ben ne yapabilirim?” buyurdu. Hz. Enes (r.a.) diyor ki: “Rasûlullâh -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- biz çocukların arasına karışır ve (güler yüzle bize şaka yapar)dı.” "Çocukları hakkıyla sevmeyi, onlarla ilgilenmeyi, onları çeşitli tehlikeler karşısında korumayı cehennemden kurtuluşa vesile sayan”[SIZE=3][COLOR=#000000] Sevgili Peygamberimiz -Sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in çoluk çocuğuna düşkünlüğünü Enes b. Mâlik (r.a) şöyle nakleder: “Ben Rasûlullâh -Sallâllâhu aleyhi ve sellem-[I][SIZE=3][COLOR=#000000]kadar çoluk çocuğuna, aile fertlerine, eli altındakilere merhameti olan hiçbir kimse görmedim. Hz. Peygamber -Sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in oğlu İbrahim, Medine’nin yüksek taraflarındaki köylerin birinde süt annesinin yanında bulunuyordu. Hz. Peygamber -Sallâllâhu aleyhi ve sellem -biz de beraberinde olduğumuz hâlde- onun yanına giderdi. Bir defasında Hz. Peygamber -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- o eve gitmişti ki, ev o sırada duman içindeydi. Çünkü İbrahim’in süt babası bir demirciydi. Peygamberimiz -Sallâllâhu aleyhi ve sellem-, İbrahim’i kucağına alır, onu öper, sonra da geri dönerdi.” Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- özellikle yetim ve yoksul çocuklarla yakından ilgilenir, kız çocukları arasında hizmetçi ve işçi gibi çalışmak mecburiyetinde kalanlara da merhametle davranır, onların her istediğini dinler, her ihtiyacını gidermeye çalışırdı. Nakledeceğimiz şu hâdise bu açıdan enteresandır Hz. Muhammed (s.a.s.)’in cebinde on lirası (on dirhem) vardı. Dört lirasına elbiseciden bir gömlek aldı. Dışarıya çıkınca yoksul bir Medineli: “Ey Allah’ın Rasûlu, o gömleğe çok ihtiyacım var, onu bana verir misin?” dedi. Peygamberimiz -Sallâllâhu aleyhi ve sellem-, gömleği yoksula verdi. Elbiseci dükkânına tekrar girdi, geri kalan paranın dört lirasına kendisi için bir gömlek satın aldı.Dışarıya çıkınca küçük bir kızın ağladığını gördü. Hemen yaklaşıp sebebini sordu. Bir evde hizmetçilik yapan bu küçük kız: “Ev sahibim bana un almak için iki lira vermişti, onu kaybettim, onun için ağlıyorum” dedi Peygamberimiz -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- son kalan iki lirayı da bu kızcağıza verdi. Fakat küçük kız ağlamaya devam ediyordu. Peygamberimiz -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- tekrar sordu: “Kaybettiğin iki liraya yeniden kavuştun, hâlâ niçin ağlıyorsun?” Kız: “Eve geç kaldım, beni dövmelerinden korkuyorum!” cevabını verdi.[SIZE=3]Bunun üzerine Hz. Muhammed -Sallâllâhu aleyhi ve sellem-, küçük kızın elinden tuttu: “Korkma yavrum, gel benimle!” dedi. Onu eve kadar götürdü, önce selâm verdi. Ancak üçüncü selâmında kapı açıldı. Peygamberimiz: “İlk selâmımı duymadınız mı?” deyince “Duyduk ama selâmınızın artmasını ve sesinizi daha çok duymayı arzu ettik. Sana canımız feda ey Allah’ın Rasûlü, buraya kadar niye zahmet ettiniz?” dediler. Peygamberimiz -Sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Şu kızcağız, geç kaldım diye dövülmekten korkuyordu da bunu size kadar getirdim.” cevabını verdi. Ev sahibi: “Ey Allah’ın Rasûlü, sizin evimize gelmenize sebep olduğu için bu hizmetçi kızı (cariyeyi) âzâd ediyorum. Artık hürdür” deyince, Hz. Peygamber -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “Allah’ın bana verdiği on lira ne kadar bereketli imiş! Allah onunla peygamberine ve Medineli bir yoksula birer gömlek giydirdi, bir kız çocuğunu da sevindirdi, hürriyetinin bağışlanmasına vesile oldu! Şüphesiz bize sonsuz gücüyle rızık veren O’dur.” Prof.Dr.Hüseyin ALGÜL |
Konuyu Toplam 42 Kişi okuyor. (0 Üye ve 42 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Peygamber Efendimiz (sav) Ramazan Günlüğü.Medineweb | Allahın kulu_ | Hz.Muhammed(s.a.v) | 0 | 29Haziran 2015 18:58 |
Ahlakta Mükemmel Örnek Hz.Muhammed Mustafa (SAV) Efendimiz | KalbinNûru | Hz.Muhammed(s.a.v) | 4 | 13 Aralık 2012 22:53 |
MUHAMMED MUSTAFÂ'SIN | İmamHüseyin | Şiirler ve Şairler | 1 | 09 Mayıs 2009 15:15 |
HZ. MUHAMMED MUSTAFA (S.A.A) | İmamHüseyin | Hz.Muhammed(s.a.v) | 0 | 10 Nisan 2009 01:50 |
En Sevgili Hz. Muhammed Mustafa ( s.a.v ) | cennet36 | Hz.Muhammed(s.a.v) | 2 | 09 Ekim 2008 00:13 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|