|
Konu Kimliği: Konu Sahibi KalbinNûru,Açılış Tarihi: 15 Temmuz 2007 (21:43), Konuya Son Cevap : 25 Ekim 2023 (08:54). Konuya 41 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
26 Aralık 2007, 23:53 | Mesaj No:21 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz
Anne Sevgisi Bilindiği gibi, Hz. Muhammed (sallâllâhu aleyhi ve sellem) annesi Amine Hatun’u, altı yaşında küçük bir çocuk iken kaybetmişti. Ancak, şayet annesi sağ olsaydı ömrü boyunca ona göstereceği sevgi ve saygının ne kadar samimî ve içten olacağını tahmin etmek zor değildir. Kur’ân-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde anne ve baba haklarıyla ilgili emir ve tavsiyeler, Son Peygamber Hz. Muhammed (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’in, yaşlandığında şayet yanında olsaydı ebeveynine nasıl davranacağı hakkında bize ipucu vermektedir. Önce Kur’ân ve hadislerden konu ile alâkalı birkaç misâl nakledelim:[COLOR=#a0a0a0][SIZE=3][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000]Cenab-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Allah’a kulluk edin, O’na bir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve eliniz altında bulunan kimselere iyilik edin.” (Nisa,4/36) “ Biz insana ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir...” (Lokman, 31/14) [COLOR=#a0a0a0][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000][SIZE=3]Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) de, şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın rızası, anne babanın rızasında, gazabı da anne babanın gazabındadır.” (Tirmizi, birr ve sıla, 3) “Büyük günahların en büyüğü Allah’a ortak koşmak ve anne-babaya karşı gelmektir.” (Tirmizi, birr ve sıla, 4) “Kendisiyle en çok ilgilenilmesi, ihtiyaçlarının evvelemirde karşılanması ve kendisine yakın olunması gereken kimdir?” diye sorulunca da Rasûl-i Ekrem (sallâllâhu aleyhi ve sellem) üç kere “Annendir” buyurdu, dördüncüde “Babandır” diye ekledi. (Buharî, Edeb, 2) görüldüğü gibi yukarıda mealleri verilen âyet ve hadislerde anne babaya sevgi ve saygı konusunda hassasiyetle durulmaktadır.[COLOR=#a0a0a0][COLOR=#a0a0a0][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000]Şimdi de annesi ile alâkalı bir hatırasını ve anne mevkiindeki hanımlarla alâkalı davranışlarını sıralayarak Hz. Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’in, annesi sağ olsaydı ona nasıl davranacağını ve bu mevzuda Müslümanlara nasıl örnek teşkil ettiğini göstermeğe çalışacağız [COLOR=#a0a0a0][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000][SIZE=3]Hz. Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem), Hudeybiye Umresinde Mekke’ye giderken Ebva’ya uğramıştı. Cenâb-ı Allah’tan izin isteyerek annesinin kabrini ziyaret etti. Ziyaret esnasında kabri eliyle düzeltti, teessüründen ağladı. Rasûlullah (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’in ağladığını gören Müslümanlar da ağladılar. Bu sırada, “Niçin ağladığını” soranlara, Hz. Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem): “Annemin benim hakkımda şefkat ve merhametini hatırladım da ağladım” cevabını verdi. [COLOR=#a0a0a0][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000][SIZE=3]Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe, Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) doğduğunda bir hafta kadar emzirmişti. Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem), hayatı boyunca bu hanıma çok iyi davranmış ve iyilik etmiştir. Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem), Medine’ye göç ettiğinde ona sürekli olarak yiyecek gönderir, gidip gelenler aracılığıyla devamlı selâm yollar, hâl hatır sorardı. Hz. Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem) bu ilgisini Süveybe Hatun ölünceye kadar devam ettirdi. Hatta onun ölüm haberini aldıktan sonra da Rasûl-i Ekrem (sallâllâhu aleyhi ve sellem), bir yakını olup olmadığını soruşturmuş, kimsesi olmadığını tesbit etmişti. [COLOR=#a0a0a0][COLOR=#a0a0a0][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000][COLOR=#a0a0a0][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000][COLOR=#a0a0a0][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000][COLOR=#a0a0a0]Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’in süt annesi Halime Hatun, bir defasında Mekke’ye gelmiş ve Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’e “Yaman bir kıtlık geçirmekte olduklarını, kuraklıktan hayvanların kırıldığını...” söylemişti. Bu sırada Hz. Hatice (r.a) ile evli olan ve henüz Mekke’de bulunan Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem), Halime Hatun’a kırk koyun ile, binip gitmek ve yüklerini taşımak üzere bir de deve vermişti. Yine bir gün süt annesi Halime, Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’in huzuruna gelmişti. Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) hemen ayağa kalktı: “Anneciğim! Anneciğim!” diye hürmet ve muhabbet gösterdi, abasını sererek üzerine oturttu. [COLOR=#a0a0a0][COLOR=#a0a0a0][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000][COLOR=#a0a0a0][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000][COLOR=#a0a0a0][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000][COLOR=#a0a0a0]Ümmü Eymen Bereke (r.a.)yı da burada rahmetle analım. Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem), uzun süre kendisine hizmet eden bu hanımı çok sever sayardı. Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) bu hanıma o kadar hürmet ederdi ki; “Sen benim ikinci annem sayılırsın” derdi. Bu ifade, Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’in dadısı Ümmü Eymen’i annesi kadar sevdiğini, onu kendisine ve kendisini ona annesi kadar yakın hissettiğini belirtmesi bakımından enteresandır. Ümmü Eymen’in cariye statüsünde yetişmiş bir kadın olduğu dikkate alınırsa Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’in ona “Annem” diye hitab etmesinin mânâ ve önemi daha iyi anlaşılır. Çünkü câhiliye çağı Araplarında cariyeler her çeşit insanî ve tabiî haklarından mahrum idiler. İşte böyle bir vasatta da Hz. Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem), Ümmü Eymen’i anne mevkiine yükseltiyordu. Burada bir de Ebu Talib’in hanımı Fatma Hatun’a değinmekte yarar var. Bu hanım, sekiz yaşından itibaren evine gelen Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’ e öz oğulları gibi davranmış ve O’nu bağrına basmıştı. [COLOR=#a0a0a0][COLOR=#a0a0a0][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000][COLOR=#a0a0a0][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000][COLOR=#a0a0a0][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000][COLOR=#a0a0a0][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000][COLOR=#a0a0a0][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000][COLOR=#a0a0a0][SIZE=3][FONT=Times New Roman][COLOR=#000000]Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) küçükken kendisine hizmeti geçen diğer kadınlara olduğu gibi, Fatma Hatun’a da ömrü boyunca iyi davranmış, hürmette kusur etmemişti. Bu cümleden olarak onu sık sık ziyaret eder, hatırını sorardı. Fatma Hatun öldüğünde Hz. Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem) “Annem öldü” ifadesini kullanmış, gömleğini kefen olarak vermiş ve kabre eliyle indirmişti. Çevresindekiler, Fatma Hatun’un ölümü karşısında Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’in gösterdiği sıcak alâkanın sebebini sorduklarında şöyle cevap verdi: “Ebu Talib’ten sonra bu kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan hiç bir kimse yoktur. Ahirette cennet elbiselerinden giyinmesi için ona gömleğimi kefen olarak verdim. Kabre ısınması, alışması için de oraya kendisiyle birlikte uzandım.” Hz. Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’in, Fatma Hatun’un ölümü karşısındaki üzüntüsünden hayret edenlere söylemiş olduğu şu söz daha enteresandır: “O benim annemdi! Kendi çocukları aç durur, suratlarını asarlarken o, önce benim karnımı doyurur, saçımı tarardı, o benim annemdi!” Bu tarihî hakikatleri sıraladıktan sonra rahatlıkla ifade edebiliriz ki, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’de anne sevgisi çok kuvvetli idi. Annesi Amine Hatun’un kabrini ziyaret etmesi, teessüründen gözyaşı dökmesi; büyüdüğünde -vaktiyle kendisine çok az bir süre de olsa süt emziren- Süveybe’ye çeşitli yardımlarda bulunması, süt annesi Halime’ye rastladıkça “Anneciğim, anneciğim!” diye hitap etmesi ve eksikliklerini gidererek yardımda bulunması; öz annesinin yokluğunu hissettirmemek için elinden gelen gayreti gösteren Ümmü Eymen’e: “Sen benim ikinci annem sayılırsın.” diyerek teşekkür etmesi, keza uzun bir süre sofrasında yemek yediği amcasının eşi yengesi Fatma Hatun için “O benim annemdi!” demesi, Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)de anne sevgisinin ne kadar kuvvetli olduğunu göstermektedir. Böylece Müslümanlar her konuda olduğu gibi anneye sevgi ve saygı konusunda da en güzel örnekleri Hz. Muhammed (sallâllâhu aleyhi ve sellem)’in şahsında görmektedirler. Prof.Dr.Hüseyin ALGÜL |
27 Aralık 2007, 00:07 | Mesaj No:22 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz ÖRNEK İNSAN HZ. MUHAMMED (sav) Kalem Süresi ,4 Her toplum kendi seçkin şahsiyetlerini örnek alır. İlim, irfan ve akl-ı selim sahibi insanların da yapacağı budur. İşte bu insanlar dünya ve ahirette, mesut ve bahtiyar olurlar. Bu tür bahtiyar insanlardan yoksun olan toplumlar ahlâki çöküntüye düşerler, huzurları bozulur; güç ve kuvvetlerini kaybederler; anarşinin içine düşerler. Bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Dinî ve ahlakî hayatımızın en büyük örnek şahsiyeti, hiç şüphe yok ki, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. Alemlere rahmet olarak gönderilen son peygamber, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in örnek hayatı incelendiğinde; O’nun muhteşem özellikleri, açıkça görülür. Allah Rasûlü, kimsenin ayıbını yüzüne vurmaz, hoşlanmadığı ve yanlış gördüğü bir davranış olursa o davranışı yapanların kim olduğunu belirtmeden ve kimseyi kırmadan, yanlışları düzeltir; kimsenin sözünü kesmez, konuşması bitinceye kadar dinler, kimsenin gizli hallerini araştırmaz, kendini ilgilendirmeyen konularla meşgul olmazdı. Allah’a hürmetsizlik yapılmadıkça, kendisine karşı yapılan kötülükleri bağışlar, eline fırsat geçse de intikam almayı düşünmezdi. Zengin-fakir, efendi-köle, büyük-küçük ayrımı yapmadan insanları eşit tutardı. Hz. Peygamber cömertti. İkram etmeyi çok severdi. Eline geçen hemen her şeyi muhtaçlara dağıtır, kimseyi eli boş çevirmezdi. Bütün işlerini tam bir düzen ve intizam içinde yapar, vaktini boşa geçirmezdi. Dürüstlükten ayrılmazdı. Verdiği sözü tutardı. Şakayla da olsa, asla yalan söylemezdi. Henüz peygamber olmadan “güvenilen kişi” unvanını kazanmıştı. Bunun içindir ki, Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de; “Sizin için, Allah’ın Rasulü (Hz. Muhammed), Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokca zikredenler için, güzel bir örnektir.[1] buyurur. Bunun yanında; Allah Teala Kur’an’da Yüce Peygamberimizin “En üstün ahlâk üzere bulunduğunu”[2],“Allah’ın rahmetinin eseri olarak ümmetine yumuşak ve merhametle davrandığını”[3] bildirmiş ve “Ey Muhammed! Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik”[4] buyurmuştur. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) de “Sizin en hayırlınız, ahlâken en güzel olanınızdır.”[5], “Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim”[6] buyurmuştur. Bu gece Mevlit Kandilidir. Sevgili Peygamberimizin doğum yıldönümünü kutlarken Müslüman’a yaraşanın onun yüksek ahlakını benimsemek, ailesine, çevresine, milletine ve devletine yararlı bir insan olmaktır. -------------------------------------------------------------------------------- [1]Ahzap Suresi Ayet:21. [2] Kalem Suresi Ayet:4. [3] Al-i İmran Suresi Ayet:159. [4] Enbiya Suresi Ayet: 107. [5] Buhari Tecrid Terc. 9/318 Hadis No:1456. [6] Malik, el-Muvatta 2/904. |
27 Aralık 2007, 21:04 | Mesaj No:23 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz
Hz. Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem) dinî tefekküre engel teşkil eden, kindarlık ve çekememezlik doğuran, vakar ve ağırbaşlılığı gideren şakaları doğru bulmaz, bu tür sakıncalar taşımayan şakaları kendisi yaptığı gibi ashabının da birbirine yapmasına mâni olmazdı. Şimdi birkaç misâl verelim: Rasûl-i Ekrem (sallâllâhu aleyhi ve sellem) yanına on yaşında bir çocuk iken gelen ve uzun süre terbiyesi altında kalan Enes b. Mâlik (r.a)’a “iki kulak sahibi” diyordu. Âlimler bu sözü Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in; “Hz. Enes (r.a)i, konuşulanı dikkatle dinlemeye, anlamaya özendirmek için yapılmış bir lâtife” olarak yorumlarlar Hz. Enes (r.a) nakleder: Sür’at-i intikali ve anlayışı kıt bir kişi Hz. Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem den bir binek hayvanı istedi. Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) de:“Ben seni dişi deveden doğmuş bir hayvana bindirmek istiyorum” deyince adam:“Ben yavru hayvanı ne yapayım? O beni taşıyamaz ki!” demekten kendini alamadı. Peygamberimiz(sallâllâhu aleyhi ve sellem), sözündeki inceliği kavrayamamış olan kişiye: “Devenin küçüğünü de büyüğünü de dişi deve doğurmaz mı? Benim kastettiğim, dişi deveden doğmuş ve insanı taşıma çağına gelmiş büyük devedir” diye açıklama yapmak durumunda kaldı. Yine Hz. Enes (r.a) nakleder: Çölden şehre geldikçe çiçek, meyve ve bitkilerden hediye getiren Zahir adlı kimseye Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)“Zahir bizim badiyemiz (tarlamız)!” diye takılır,“Biz de onun şehriyiz!”diye eklerdi. Çünkü Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)de çöle dönen Zahir’e şehir ürünlerinden alır verirdi. Bir- gün Zahir çölden gelmiş, pazarda mallarını satacak yer ararken Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) takip etmiş ve onu arkasından yakalayıp elleriyle gözlerini kapatmıştı. Zahir:“Kimdir o?” derken, göz ucuyla süzünce Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi ve sellem)olduğunu anlamıştı. Bu sırada Hz. Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem) şaka ile: “Bu köleyi kim alacak?” diyor; Zahir: “Bana kimse kıymet biçmez Ya Rasûlullâh! Zira benim yüzüm çirkindir!” deyince Hz. Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem)şöyle buyurdu: “Ey Zahir, dıştan bakanlara göre öyle fazla kıymet biçilmezse de senin Allah katında değerin çok büyüktür.” Bilhassa bu misâlde görüyoruz ki, Hz. Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem), bir pazarcı esnafı ve bir köylü ile şakalaşıyor. Peygamber (sallâllâhu aleyhi ve sellem)böylesine halkın arasında idi, onlardan biriydi Hasan-ı Basrî Hazretlerinden naklolunduğuna göre, birgün Peygamberimiz (s.a.s.)’in huzuruna yaşlı bir kadın (rivayete göre Zübeyr b. El Avvam’ın annesi Safiyye) gelir ve: “Yâ Rasûlullâh, cennete girmem için Allah’a dua eder misin?”te giremez”deyiverir. Kadın buradaki lâtifeyi anlamamış olacak ki, ağlayarak geri gider. Bu esnada Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) orada bulunan sahâbilere: “Varın Safiyye kadına haber verin, Cenâb-ı Hakk yaşlı kadınları 33 yaşına indirip gençlik hâlleriyle cennetine alacaktır!”buyurur. Meşru ve makul şakaları yapabilmek, o insanlara karşı samimî ve iyi niyetli olmayı gerektirir. Görüldüğü gibi Peygamberimiz [I](sallâllâhu aleyhi ve sellem) yaşlı bir kadına bile şaka yapabil*mektedir ki, bu O’nun her zümreden insana sıcak ve samimî bir sevgi beslediğini gösterirProf.Dr.Hüseyin ALGÜL |
27 Aralık 2007, 21:21 | Mesaj No:24 |
Cvp: Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz Ne kadar şanslıyız bizim pegamberimiz tıpkı bizim gibi... Ayeti kelimede de olduğu gibi:'' And olsun ki, Allah müminlere büyük bir lutufta bulundu; zira daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onlara, kendi içlerinden kendilerine Allah’ın ayetlerinin okuyan, kendilerini temizleyen ve kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdik.”(3/164) “And olsun içinizden size öyle bir peygamber geldi ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size düşkün, müminlere şefkatlidir, merhametlidir. Eğer yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter ondan başka ilah yoktur, O’na dayandım O büyük arş sahibidir. (9/128-129).
__________________ Dünyayı Güzellik Kurtaracak. Bir İnsanı sevmekle başlayacak herşey... | |
30 Aralık 2007, 18:48 | Mesaj No:25 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz
Şairlere ilgisi Mescid-i Nebi’nin yapılışında Peygamberimiz –sallâllâhu aleyhi ve selem- de bir işçi olarak çalışıyordu. Kendisine: “Ne olur siz istirahat buyurunuz, kerpiçleri biz taşıyalım ey Allah’ın Rasûlü!diyenlere: “Siz de başka kerpiç ve taşları taşıyın!” der ve aralıksız taşımaya devam ederdi. Tabi ki, bu durum, Muhacirler ve Ensar için enerji kaynağı idi. Çünkü bu Mescid, yükselişi, ilerlemeyi, cemaatleşmeyi temsil ediyordu; umutlu istikbalden müjdeler sunuyordu. Müs*lümanların artık, korku ve endişe içinde kırda, mağaralar*da, gözden ırak yerlerde namaz kılmaya mecbur kaldıkları günler gerilerde kalmıştı. İşte bu şanlı mabedin yapımını adım adım takip eden Peygamberimiz –sallâllâhu aleyhi ve selem-, sevinç içinde -Abdullah b. Revâha (r.a)’ya ait olduğu sanılan- şu beyitleri okuyordu: “Ey Rabbimiz! Yüklenip taşıdığımız şu kerpiç yükü, Hayber’in hurma ve üzüm mahsulleriyle dolu yükünden daha hayırlıdır ve daha temizdir. Şüphesiz ki hakikî hayır ve menfaat, âhiret ecir ve sevabıdır. Allah’ım! Sen Ensar’a ve muhacirlere merhamet buyur. Benu Temim heyeti Medine’ye geldiler ve Mescid’e giderek -biraz da sert bir üslupla- Hz. Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve selem-’i evinden çağırdılar. Hz. Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve selem- bunların kabalığını hoş görerek yanlarına çıktı. Benu Temim, şâir ve hatiplerine izin verilmesini istediler. Hz. Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve selem- müsaade verdi. Bunun üzerine Benu Temim’e ait şâir ve hatipler kendi kabilelerini öven şiirler söylediler, nutuklar verdiler. Bunlara karşı Hz. Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve selem-’in emriyle hatip olarak Sabit b. Kays, şair olarak da Hasan b. Sabit ve Kâ’b b. Malik cevap verdiler. Sonunda kafilenin ileri gelenlerinden Akra b. Habis İslâm şair ve hatiplerinin kendi hatip ve şairlerinden üstün olduğunu, onların söylediği sözlerin daha parlak, daha etkili ve daha manâlı olduğunu; ayrıca ifadelerinde bir tatlılık, bir akıcılık bulunduğunu itiraf etti. Böylece Benu Temim heyeti topyekün Müslüman oldular.Ka’b b. Züheyr câhiliye devrinde ünlü bir şair olarak tanınırdı. Kardeşi Buceyr Müslüman olmuştu. Ancak buna Ka’b’ın canı fena hâlde sıkılmış ve onu hicveden bir şiir yazıp göndermişti. Buceyr bunu Rasûl-i Ekrem –sallâllâhu aleyhi ve selem-’e de göstermişti. Kâ’b bu şiirinde Hz. Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve selem-’e haka*ret ediyor, onun hakkında “memur” tabirini kullanıyordu. Araplar bunu, cinlerle ilişki kuranlar hakkında kullanırlar*dı. O devirde hitabet ve şiir kılıçtan daha keskin iki etkili silâhtı. Ve Kâ’b bu silâhı İslâm’ın aleyhine olarak harekete geçirmiş, esasa müteallik hususlara ve kutsî değerlere sal*dırmıştı. Hz.Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve selem- şahsı ile alâkalı hususları ba*ğışlardı, ama ortada kutsî değerlere bir hakaret söz konusu ise hemen harekete geçer ve mütecavize haddini bildirirdi. İşte bu sebeple Peygamberimiz –sallâllâhu aleyhi ve selem- Kâ’b b. Züheyr hak*kında, gıyabında idam kararı verdi. Nerede bulunursa he*men idam edilecekti. Kardeşi Buceyr, şayet Kâ’b gelip Müslüman olursa bağışlayıp bağışlamayacağını Rasûlullâh –sallâllâhu aleyhi ve selem-tan sordu. Hz. Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve selem-’in bağışlayacağını öğrenince kardeşine Medine’ye gelip Müslüman olmasını, aksi hâlde durumunun kötüye gideceğini bildirdi. Birgün Peygamberimiz –sallâllâhu aleyhi ve selem- Mescid’de sohbet ederken Kâ’b bir bedevî kıyafetiyle huzura girdi, Müslüman oldu ve bey’at verdi.“Sonra da Kâ’b gelip de bey’at etseydi bağışlar mıydınız?” diye sordu. “Evet” cevabını alınca“işte Kâ’b huzurunuzdadır” diyerek kendisini bildirdi. Şair, o sırada irticali olarak bir şiir söyledi.Peygamber (s.a.s.) dünyayı aydınlatan bir meş’aledir, ışık saçarak etrafı aydınlatan bir nurdur, şerri kesmek üzere gönderilmiş Allah’ın bir kılıcıdır...” mısralarına gelince Pey*gamberimiz –sallâllâhu aleyhi ve selem- son derece hoşlanmış ve memnuniyeti*nin bir belirtisi olarak sırtındaki bürdeyi (hırkayı) şâire ar*mağan etmişti. Bu sebeple bu şiir ilerde“Kaside-i Bürde” diye şöhret yapmıştır.Hz. Enes anlatır: Hicretin altıncı yılında Peygam*berimiz –sallâllâhu aleyhi ve selem- 1400 kişi ile umreye niyetlendi, fakat o yıl Kureyşliler şehre sokmadılar, bu yüzden geri dönüldü. Ertesi yıl aynı kafile umreye gitti. Ashabın şairlerinden Abdullah b. Revâha (r.a) bu sırada şu mânâya gelen şiirini okuyordu:“Ey kâfir soyu! Rasûl-i Ekrem–sallâllâhu aleyhi ve selem-’in yolundan savulun! Bugün nusret ve zafer bizimdir. Eğer kötülükle önümüze çıkarsanız sizi perişan ederiz ki, başlarınızı bedenlerinizden giderir, size hücumumuz dostu dosta unutturur... Bu sırada Hz. Ömer (r.a) müdahale ederek: “Burası Harem-i Şeriftir, edep yeridir. Rasûlullâh –sallâllâhu aleyhi ve selem-’in huzurunda ve Harem’de şiir söylemen yakışık alır mı?” derse de Hz. Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve selem- şöyle buyurur: Ey Ömer! İbn Revâha’yı kendi hâline bırak! (Şiir söylemesine engel olma!) Zira İbn Revâha’nın sözlerinin kâfirlere etkisi ok atmanın etkisinden daha kuvvetlidir.”Cabir b. Semure’nin bildirdiğine göre “Ashâb-ı Kiram, Peygamberimiz –sallâllâhu aleyhi ve selem-’in de aralarında olduğu zamanlarda câhiliye devrinde geçen şeylerden söyleşirler, karşılıklı şiir söylerlerdi de Peygamberimiz sallâllâhu aleyhi ve selem- susar veya tebessüm ederdi.”Şemail ile ilgili eser sahibi Hoca M. Raif Efendi bu şiirlerin muhtevası ile alâkalı iki misâl verir 1. Ashâb-ı Kiram’dan biri, câhiliye devri ile alâkalı bir hâdiseyi şiirlerinde şöyle naklediyordu: [I]“Hiç bir kabilenin putu bizim kabilenin putu kadar kendine tapanlara fayda verici olmadı. Zira biz putumuzu süt kurusundan imâl etmiştik. Günün birinde bir kıtlık olmuştu da putu parça parça edip kabile fertlerine taksim ettik. Böylece hem kabile hem de bizim ev halkı kıtlıktan kurtuldu.” 2. Ashâb’dan bir diğeri de şiir yoluyla câhiliye devrindeki bir hatırasını naklediyor: Kabile olarak taptığımız putun üstüne bir tilki çıkıp yüzüne gözüne pisledi, hatta putun gözü pislikten kapandı. Ben bu durumdan etkilenip, bu nasıl ilâhlıktır! Tilki gelip üstüne pisliyor da o hiç bir güç gösteremiyor, diye düşündüm, işte bu hâdiseden sonra ben puta tapmaktan vazgeçip Müslüman oldum.” İşte ashabın, Rasûlullâh –sallâllâhu aleyhi ve selem-’in da bulunduğu top*luluklarda câhiliye devri ile alâkalı söyledikleri şeyler, câhiliye devri geleneklerini kötüleyen bu kabil şeylerdi. Böylece eskiden önem vererek gittikleri putperestlik an’ane ve şiirlerinin Kur’ân’ın fesahat ve belagatının yanında ne kadar gülünç ve önemsiz olduğunu da anlamış oluyorlardı Şerid es Sakafî diyor ki: Bir yere gitmek üzere Rasûlullâh –sallâllâhu aleyhi ve selem- bir hayvana binmişti, ben de terkisine binmiştim. Giderken Rasûl-i Ekrem –sallâllâhu aleyhi ve selem- Efendimize Umeyye b. Ebi Sait’in şiirlerinden okuyordum. “Allah’ın birliği ve öldükten sonra tekrar dirilme”den bahseden mısraları okudukça Peygamberimiz –sallâllâhu aleyhi ve selem- hoş görerek daha da okumamı istiyordu. Bu şekilde yüz beyit okumuştum. Tamamladıktan sonra Peygamberimiz –sallâllâhu aleyhi ve selem- “Umeyye, Müslümanlığa yaklaşmış!” buyurdu.Hz. Aişe (r.a)’den naklolunuyor: Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve selem- Mescid-i Nebi’de şair Hassan için yüksekçe bir yer yaptırmıştı, oraya çıkarak Rasûl-i Ekrem Hazretlerinin –sallâllâhu aleyhi ve selem- na’tını okurdu. Müşriklerin ehl-i İslâmı hicivlerini reddeder, Müslümanları över, inkârcıları kötülerdi. Rasûl-i Ekrem(s.a.s.)buyururlardı ki: “(Cenâb-ı Hakk -müşriklerin ezasını defeyledikçe- Hassan’ı ruhulkudüs ile teyit etsin!Allah ona Müslümanların yanında ve düşmanlara karşı üstün şiir ilhamı versin!)”Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL |
31 Aralık 2007, 13:39 | Mesaj No:26 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz
Buhârî’de naklolunduğuna göre Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Necd tarafına bir askerî birlik göndermiş, bölgede yürütülen askerî harekât neticesinde Benu Hanife’den Sümame b. Asal adlı biri esir alınarak Medine’ye getirilmiş ve Mescidin direklerinden birine bağlanmıştı. Rasûlullâh (s.a.s.), Mescide çıktığında: “Ey Sümame, gönlünden ne geçiriyorsun?” diye sordu. Sümame şu cevabı verdi: “Gönlümde hayır ümidi var ey Muhammed! Şayet sen beni öldürürsen kanlı bir caniyi öldürmüş olursun, eğer kurtuluş akçesi için mal istersen, ne kadar istersen veririm!” Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ona Müslüman olmasını söyledi, fakat Müslüman olmadı. İkinci ve üçüncü gün de böyle devam etti. Karşılıklı sorular cevaplar tarzında konuşmalar oldu, fakat Sümame bir türlü Müslüman olmaya yanaşmıyordu. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir süre daha geçince Sümâme’nin salıverilmesini ashabına emretti. Böylece Sümame hiç bir karşılık alınmaksızın salıverildi. Acaba Sümame ne yapacaktı? Herkes bunu merak ediyordu. Çoğu kimsenin memleketine döneceğini sandığı bir sırada Sümame, yıkanıp temizlenmiş olarak Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in huzuruna geldi, Müslüman olarak şöyle dedi: “Ey Muhammed! Vallahi şu yer üzerinde bana senin yüzünden daha düşman bir yüz yoktu. Fakat bu sabah, senin mübarek siman bana, yüzlerin en sevimlisi göründü. Vallahi ben dinler içinde en çok senin dinine düşmandım. Fakat bu sabah senin dinin bana göre dinlerin en sevimlisidir. Vallahi ben memleketler arasında en çok şu senin şehrinden nefret ediyordum. Fakat bu sabah, senin içinde bulunduğun şehir bana göre şehirlerin en sevimlisidir.” İbn Hişam’ın “es-Siretü’n Nebeviyye” adlı eserinde şu bilgiler yer alıyor: Müslüman olduktan sonra da Sümâme’ye yemek çıkarıldı, sabah akşam deve sütü ikram edildi. Daha düne kadar hepsini yiyip içtiği hâlde doymaz gibi davranan Sümâme’ye bugün aynı miktar yemek ve sütün fazla gelmiş olması, sahabeyi hayrette bıraktı. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu yorumla sahabenin merakını giderdi: “Bunda şaşılacak bir şey yok! inkârcı hiç doymayacakmış gibi, sanki yedi ağzı ve yedi midesi varmış gibi yer. Müslüman ise açgözlü değildir, o bir ağzı ve bir midesi olduğunun farkındadır.” Birkaç gün sonra Sümâme, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in tavsiyesi üzerine umre için Mekke’ye gitti. Mekke ileri gelenleri, İslâm’a girdiği için onu kınamak isterlerse de o aldırış etmez, umre ziyaretini tamamlar. Ancak müşriklerin bu tavırlarına kızarak memleketine dönünce Mekkeliler için çok önemli olan buğday sevkiyatını durdurur. Yani Mekkelilere ambargo koyar. Bunun üzerine Mekkeliler Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e mektup yazarlar, İslâmiyet’in akraba ve sıla-i rahim konu*sundaki emirlerini de hatırlatarak zahire sevkiyatının tekrar başlatılmasını isterler. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hz. Sümâme’ye mektup gönderir. Böylece Yemâme bölgesinden Mekke’ye zahire sevkiyatı tekrar başlamış olur Bu olaydan anlıyoruz ki, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir insanı İslâm’a kazanmayı dünya ve içindeki her şeyden daha kıymetli tutmaktadır. Ayrıca henüz Müslüman olmadıkları hâlde Mekkelilere zahire sevkiyatını başlatması ve insafı elden bırakmaması da dikkati çekmektedir Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL |
01 Ocak 2008, 13:45 | Mesaj No:27 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz İç Barışa Önem Vermesi Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, iç barışa fevkalâde önem vermiş, ihtilâfları anında bastırmaya çalışmış dargınları barıştırmış, kavgaları önlemiştir. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bildirdiğine göre Allah en çok sulh olmaya yanaşmayan inatçı hasım kişiye buğzeder. Şu da enteresandır ki, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “insanların aralarını bulmak için aslı olmadığı halde bir hayrı söyleyen”in yalancı sayılmayacağını belirtmiştirBu konuyu Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, iç barışı sağlamak ve insanların arasını ıslah ile alâkalı çalışmalarından bazı misalleri naklederek tamamlayalım [LEFT]Müreysî Gazâsı’nda aynı adla anılan kuyu başında, Ensardan bir zat ile Muhacirlerden biri arasında bir münâkaşa çıkmıştı. Her iki taraf da yardımcılar çağırınca iş alevlenmişti. Ortalıkta neredeyse bir kavga çıkacaktı Münafıklar da bu münâkaşayı körüklüyorlar, esasen öteden beri arzu ettikleri bir kavgayı başlatmak istiyorlardı. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hâdiseden haber alır almaz hemen oraya gitmiş ve iki tarafı barıştırmıştı [LEFT][COLOR=#4f6128][SIZE=3] Kubalılardan Amr b. Avf oğulları arasında kavga çıkmıştı. Hatta birbirlerine taş atmışlardı. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazretleri ashabdan Übeyy b. Kâ’b (r.a) ve Süheyl b. Beyzâ (r.a) gibi bazı zatları da yanına alarak hâdise yerine gitti. Anlaşmazlığı önlemeye ve kavgayı yatıştırmaya çalıştı. Hatta bu sırada namaz vakti girmişti ve Hz. Bilâl (r.a) ezan okumuştu. Biraz beklendiği hâlde Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazretleri hâlâ gelmeyince Hz. Bilâl (r.a), Ebu Bekir (r.a)’a hitaben: “Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- insanların arasını ıslâh ile meşgul, istersen namazı sen kıldırıver..” dedi. O da namaza durdu. Sonra Hz. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- namaza gelip birinci safa durdu. Hz. Ebu Bekir (r.a) geri çekildi ve mihraba Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- geçerek namazı kıldırdı. Görüldüğü gibi Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, namazın bir süre gecikmesini göze almış, fakat Müslümanlar arasındaki kavgayı sona erdirme çalışmasını terk etmemiştir. Bu işi halletmiş ve sonra namaza gelmiştir. Bu, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazretlerinin iç barışa ne kadar önem verdiğini göstermektedir [LEFT] Birgün Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendi evinin önünde bir alacak davasından hasımların yüksek sesle tartıştıklarını duydu. Borçlu, alacaklıya, alacağının bir kısmını bağışlamasını istiyor; alacaklı ise: “Vallahi bağışlamam!” diye yemin edip duruyordu [LEFT] Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- derhâl hâdiseye müdahale etti ve neticede alacaklı, alacağının yarısını bağışladı, diğeri de geri kalan yarısını verdi. Böylece kavgaya dönüşme ihtimali olan bir tartışma Rasûl-i Ekrem Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in araya girmesiyle derhâl önlenmiş oldu. [LEFT][COLOR=#4f6128][SIZE=3] Hudeybiye Andlaşmasındaki bir maddeye göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ertesi yıl Mekke’ye ashabıyla gelebilecek ve üç gün içinde Umre ziyaretini yapabilecekti, öyle de yaptı. Umreden dönüşünde önüne çıkan ve “Amcacığım!” diyen Hz. Hamza’nın kızını Medine’ye götürdü. Medine’ye varınca bu kızcağızı eve götürüp onun bakımını üstlenmek hususunda Hz. Ali (r.a), Hz. Ca’fer ve Hz. Zeyd b. Harise (r.a) arasında tartışma çıktı. Hz. Ali: “O, benim amcamın kızıdır!” diyordu. Hz. Ca’fer (r.a) de böyle diyor ve “Ayrıca teyzesi benim nikâhım altındadır!” diye ekliyordu. Zeyd b. Harise (r.a) ise “O benim kardeşimin kızıdır, bana herkesten daha yakındır” diyordu. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sağlığında Hz. Hamza ile Zeyd’i (r.a) kardeş ilân etmişti Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- teyzesi nikâhı altında bulunduğu için kız çocuğunun bakımını Hz. Ca’fer (r.a)’e verdi. Ve bu üç zattan her biri hakkında iltifatta bulundu Bir defasında her nasılsa Ebu Zerr-i Gıfârî Hazretleri, Bilâl-i Habeşî Hazretlerini: “Kara kadının oğlu!” diye ayıplamıştı. Bu söz Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-e ulaşınca, Ebu Zerr’i: “Ey Ebu Zerr! Sen onu anasından dolayı ayıplıyorsun öyle mi? Demek ki, sen içinde hâlâ câhiliye ahlâkı kalmış bir kişi imişsin!” diye azarladı. Ebu Zerr (r.a) söylediği o sözden o kadar pişman oldu ki, yanağını yere koyarak: “Bilâl (r.a), ayağıyla yanağıma basmadıkça, yanağımı yerden kaldırmayacağım!” diyerek özür diledi. Hz. Bilâl (r.a), bunu yapmadan da özrünü kabul edeceğini söylemişse de Ebu Zerr Hazretlerinin ısrarı karşısında yanağına basmak zorunda kaldı. Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL |
02 Ocak 2008, 22:29 | Mesaj No:28 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz
Ticari Hayata Önem Vermesi İslâmî gelenekte “halkın genel ahlâkının ve ticarî ahlâkın seviyesinin yükseltilmesi, üretici ve tüketici haklarının korunması, emniyetli alışveriş vasatının hazırlanması gibi hizmet sahalarıyla alâkalı olarak” “ihtisab” tabiri kullanılmaktadır Asr-ı Saâdet’te hususî olarak bununla meşgul olan bir daire yoksa da, Medine’de bu vazifeyi bizzat Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yürütüyordu. Taşrada ise vali ve diğer bazı memurlar yürütmekte idi Özellikle eski bir tacir olan Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ticarî hayata büyük ehemmiyet veriyordu. Mekkeli Müslü*manlar hicret etmeden önce Medine’de sadece Yahudilere ait çarşı ve pazar yerleri mevcuttu. Hicretten sonra Rasûl-i Ekrem Hazretleri -sallâllâhu aleyhi ve sellem- müstakil bir İslâm çarşı-pazarı kurdurmuş, Müslümanları ticarî hayata teşvik etmiş ve İs*lâm çarşı pazarının İslâmî geleneğe göre kurulup gelişmesi için de sık sık denetlemelerde bulunmuştur. Müslim’in “Sahih”inde buna dair anlatılan bir hâdise çok enteresan*dır. Ebu Hüreyre (r.a) nakleder: Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir yiyecek yığınına uğradı, elini o yığının içine daldırdı, parmaklarına ıslaklık isabet etti. Bunun üzerine: “Ey taat sahibi bu nedir?” buyurdu. Mal sahibi: “Ya Rasûlullâh! Ona yağmur isabet etti!” dedi. Rasûlullâh: “O hâlde insanların görebilmesi için o ıslak kısmı, yiyecek yığınının üstüne neden koymadın? Aldatan kimse benden değildir!” buyurdu. Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- devrinde ticarî hayatın temel prensiplerini kavrayabilmek ve onun ticarî hayata getirdiği değerleri iyice anlayabilmek için kendisinin bu konudaki bazı tavsiyelerini sıralamamız uygun olacaktır 1. Bir Müslüman’ın pazarlığı üzerine pazarlık yapmak doğru değildir, alış veriş tahakkuk etmişse bunun üzerine bozucu bir teşebbüs doğru değildir. 2. Müşteri kızıştırarak piyasayı yükseltmek ve pahalılık meydana getirmekten kaçınmak icab eder. <o:p></o:p> 3. Müstahsilin malı, henüz pazara- çarşıya intikal etmeden ucuza kapatılmamalıdır. 4. Ticarî hayat doğruluk esasına göre yürütülmelidir, yalandan kaçınılmalı, söz verilince durulmalı, bir şey emanet edilince emanet yerine getirilmeli, asla hıyanet edilmemelidir. 5. En hayırlı kazanç, kişinin kendi el emeğiyle kazandığıdır, çalışmak esas olmalı, asalak olmaktan kaçınılmalıdır. 6. Alışverişte karşılıklı güven esas olmalıdır. Satılan mal ile alâkalı gerçekler gizlenemez, olduğundan farklı gösterilemez. Dürüstlük bereket vesilesi, sahtekârlık ise bereketsizlik vesilesidir. 7. Zengin tacir, takva sahibi olmalı, Allah’tan gereği gibi korkmalı; dinî, içtimaî, malî mesuliyetlerinin icabını yerine getirmelidir. Zekâtını vermeli, yok*sulları görüp gözetmeli, hayır hasenatı eksik etmemelidir. 8. Borç, keyf için değil bir ihtiyacı gidermek için alınmalıdır. Borcun zamanında ödenmesi esas olmalıdır, darda kalan iyi niyetli borçluya mühlet vermek büyük sevaptır. 9. Yalan yere yemin ile malın sürümünü arttırmak isteyen, neticede kazancının bereketini giderir. 10. Rızkın temininde, iş hayatında, ticarî hayatta helâl yoldan ayrılmamak icâbeder. 11. Yanında işçi çalıştıran kişi, emeğinin hakkı ne ise hemen ödemelidir. Hadiste bu: “alnının teri kurumadan” diye belirtilir. 12. Aldatan, hilekâr tacirler kıyamet gününde kabirle*rinden günahkâr olarak kalkacaklardır. İyiler ve doğrular ise bunun dışındadır. 13. Dürüst ve güvenilir tacirler kıyamette “Pey*gamberler, sıddîkler ve şehidlerle” beraber olacak*lardır. 14. Terazide eksik tartmak, ölçüde yanlış ölçmek milletin helâkine sebeptir. Yani ölçü ve tartıda eksiklik, ticarî hayatın tefessühüne ve bu da içtimaî hayatın bozulmasına sebeptir. 15. Bir malı ucuzken alıp kasıtlı olarak piyasaya sürmemek ve ancak pahalılaşınca ortaya çıkarmak veya halkın ihtiyacı olan maddeleri piyasadan toplamak yasaktır. Bunu yapan kişiler lânetlenmiştir. 16. Yapılan işi sağlam yapmak ve bir işin başarılmasına kadar dikkatle çalışmak esas olmalıdır. Mesai dol*sun, vakit geçsin diye zaman harcanamaz, kişi baş*kasının işinde çalıştığında bile kendi işi gibi titiz ve itinalı hareket etmelidir 17. Şartlar ne olursa olsun çalışmak esas olmalıdır. Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şu hadisi bu açıdan çok manâlıdır: “Sizden birinizin sırtına bir demet odun yüklenip (bu suretle kazancını sağlaması) birine el açıp dilenmesinden -el açtığı adam versin vermesin- daha hayırlıdır.” Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in iş hayatı, işi yürüten çalışan işçi, malı satan tacir, alan tüketici, meyve ve hububat üreticisi, ticarî hayat, ölçü tartı, ve benzeri konularda daha pek çok hadisleri vardır. Biz bu hadislerden çıkarabil*diğimiz bazı tavsiye ve yasakları yukarıda sıralamış bulunuyoruz Bunlardan anlaşıldığına göre Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ticarî hayatı, mükemmel bir şekilde tanzim etmiş; alış- verişte, üretim ve tüketimde hem aldatmayı hem de aldanmayı önlemiştir. Yani o, ticarî hayata doğruluğu, dürüstlüğü, karşılıklı emniyet ve helâli hakim kılmıştır. Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunu sadece sözde, bırakmamış, bizzat Müslüman çarşı pazarına zaman zaman uğrayarak alışverişte gözetilecek hususları “şöyle ölçün, böyle tartın” diyerek fiilen göstermiştir. Prof.Dr.Hüseyin ALGÜL |
12 Ocak 2008, 23:47 | Mesaj No:29 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz
Ashâb-ı Kirâm R.Anhüm ecmain Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-i anlatıyor: Zeyd b. Sâbit Hazretlerinden Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in durumu hakkında bilgi istediler. Hz. Zeyd: “Eğer O’nun bütün durumlarından soruyorsanız, O bir denizdir ki, kenarı yoktur. O’nun ahlâk ve ahvâli uçsuz bucaksız bir denizdir. Eğer bazı durumlarından sorarsanız lâyıkıyla içyüzüne erebildiğim bazı bilgileri size aktarayım.” der ve şunları anlatır: “Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e komşu idim. Kendisine vahy geldiği zaman bir adam yollayarak beni çağırırdı. Ben de huzuruna girer ve nazil olan vahyi yazardım. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzurunda biz bazen dünya işlerinden konuştuğumuz zaman o da ahlâkının büyüklüğünün eseri olarak bizimle dünya işlerinden bahsederdi. Biz âhiretten bahsetsek bizimle beraber âhiret işlerinden bahsetmeye koyulur, eğer biz tutup da yemekten bahsetsek bu sefer de bizimle yemekten bahseder, yemeklere ve birtakım yiyeceklerin fayda ve zararlarına dair bilgi verirdi. Anlatmış olduğum bu hususların hepsini size Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den haber vermekteyim.” Amr b. As -radıyallâhu anh- anlatıyor: “Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- aralarında ülfet ve yakınlık doğsun da İslâm’a girsinler diye toplumdaki şerli kişilere lütuf ve kerem ile muamele eder, güler yüz gösterirdi. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana da iltifat ederlerdi. Hatta o derecede ki, ben Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’ın yanında en sevgili olduğum zannına kapıldım ve kendisine Ebu Bekir, Ömer, Osman mı, yoksa ben mi hayırlıyım, diye sordum. Üçüne de: ‘Ebu Bekir, Ömer, Osman’ diye cevap verdi. Bu esnada ben böyle bir soruyu sorduğuma pişman oldum. Zannımda yanılmıştım. Meğer Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bana hüsn-i muamelesi bana iltifat içinmiş!” Hz. Aişe -radıyallâhu anh- nakleder: Bir adam gelip Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna girmek için izin istedi. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- içeriden adamın sesini duyunca “Bu adam kabilesi içinde yaramaz ve kötü biridir!” dedikten sonra huzuruna kabul edip ona hilim ve kerem ile davrandı. Hz. Aişe -radıyallâhu anh- diyor ki: “O adam gittikten sonra ben: Ya Rasûlullâh, içeri girmeden önce onun kötülüğünden bahsettiniz, huzurunuza girince ise güler yüz ve tatlı dille davrandınız. Bunun sebeb-i hikmeti nedir?” dedim. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle cevap verdi: “Ey Aişe, insanlar arasında azılı kötü kişiler vardır ki, ahali onların şerrinden korunmak için kendi hâline terk eder, karşılaştıklarında da onunla müdara ederler. Maksat onun kötü söz ve davranışlarının önüne geçmektir. Ben de o adamın kötü söz söylemesine fırsat vermemek için ona karşı iltifatta bulundum” Hz. Aişe -radıyallâhu anh-, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ahlâkını soran bir Müslüman’a: “O’nun ahlâkı Kur’ân idi” cevabını verdi. Keza yine böyle bir soruya şu cevabı verdi: “Mü’minun Suresi’ni okuyabiliyor musun? Bu sureyi onuncu âyetine kadar oku! işte Allah Rasûlü’nün -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ahlâkı böyle idi.” Birgün fakir bir kadın, iki kızı ile Hz. Aişe’yi -radıyallâhu anh- ziyaret etmişti. Evde onlara ikram edebileceği ancak bir hurma vardı. Onu da getirip kızların annesine ikram etti. O da hurmayı ikiye bölüp çocuklarına yedirmişti. Hz. Aişe -radıyallâhu anh- bu durumu peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e anlatınca şöyle buyurdu: “Çocukları hakkıyla sevmek ve onları korumak cehennemden kurtuluştur.” Prof.Dr.Hüseyin ALGÜL |
13 Ocak 2008, 16:54 | Mesaj No:30 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Hz. Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hz. Peygamber'in -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yirmi dört saati.. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in torunları, babaları Hazreti Ali -radıyallâhu anh-’den naklederek anlatıyorlar: “...Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- günlük zamanını üçe taksim ediyordu. Bir kısmını namaz kılmak ve Kur’ân okumak gibi Allah Teâlâ’ya ibâdete ayırıyordu. İkinci kısmını aile fertleriyle alâkadar olmaya ayırıyordu; günlük ev işlerini yapıyor, ev ihtiyaçlarından kendisine düşenleri yerine getiriyordu. Üçüncü kısımda ise, istirahat buyuruyordu. Ancak istirahat zamanını da ikiye böler ve bunun bir kısmında ashabın ileri gelenlerini huzuruna kabul ederek onlara gerekli bilgileri öğretir, onlar da huzurundan çıkınca öğrendiklerini ashabın bütününe öğretirlerdi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisine yakın olmakta ashabında mal, mülk, para, soy sop gibi şeyler aramaz, daha ziyade takvaya önem verirdi, ibadet ve tâata düşkün, dürüst, güvenilir kimselere fazlaca iltifat ederdi.” İhtiyaç sahiplerinden kimileri bir, kimileri ise iki ve daha fazla olan ihtiyaçlarını arz ederlerdi de Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sonuna kadar onları bıkmadan dinler, onlarla ilgilenir ve ihtiyaçlarının giderilmesiyle meşgul olurdu. Kendisine dünya veya âhiretle ilgili bir soru sorulunca, soruyu soranın seviyesine uygun davranarak onun hayrına olacak cevaplar verirdi. Soru sorana verdiği cevapla onu hayra yöneltirdi. Huzurunda bilgi öğrenenlere “Benden öğrendiklerinizi burada olmayanlara öğretiniz. Erkek, kadın, köle, cariye kim olursa olsun çeşitli sebeplerden dolayı bana gelip ihtiyaçlarını arz edemeyen kimselerin de ihtiyaçlarını isteklerini bana iletiniz. Muhakkak ki, ihtiyacını devlet başkanına arz etmeye gücü yetmeyenlere yardımcı olan kimsenin, ayaklarını Cenâb-ı Hak kıyamet gününde sırat üzerinde kaydırmaz.” diye tenbih ederdi. Huzurunda abes yani faydasız söz söylenmesine müsaade etmezdi. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- dışarıda da tevazuu elden bırakmazdı. Çarşıda, pazarda, sokakta veya herhangi yerde olursa olsun herkese güler yüzle davranır, hâl hatır sorar, tatlı dille hitap ederek, gönüllerini alırdı... Meclisinde, camide, cemaatte, cum’ada göremediği ashabının ahvâlini derhâl soruşturur, başına bir şey gelip gelmediğini öğrenmeye çalışır, görüşebildiklerine ise dinî ****netlerini daima takviye ederek, iyilik ve güzelliklere koşturup, çirkinliklerden uzaklaştıracak şeyler söylerdi. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; oturmakta olan bir topluluğun arasına geldi mi baş köşeye geçmek için hiç kimseye sıkıntı vermez, hemen topluluğun en son kısmına ve boş bulduğu bir yere oturuverirdi. Başkalarının da böyle yapmalarını isterdi. Toplantıda bulunanları, durumlarına göre iyilikle anar ve iltifatta bulunurdu, öyle ki herkes onun yanında en çok sevilenin kendisi olduğunu sanırdı. Huzurunda çok oturan bir kişinin de haddi aşan bu tutumu karşısında telâş göstermeyip sabreder ve sükûnet içinde onun ihtiyacını karşılamaya çalışırdı. Kendisinden istenilen bir şeyi, varsa verir, yoksa tatlı sözlerle o kişinin gönlünü alıp vadederdi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şefkati, merhameti, cömertliği, tevazuu herkesin malumu olmuştu. Ahaliden herkes, Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kendisi ile alâkadar olacağından emindi. Bir hakkın tevziinde hiçbir ferdi ötekine tercih etmezdi. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in meclisi; ilim, haya, sabır ve emanet meclisi idi. Orada edeple oturulurdu. Herkes birbirine saygı beslerdi. Yüksek sesle ve edebe aykırı olarak konuşulmazdı. Orada konuşulup orada kalması gereken bazı şeyler de dışarıya taşırılmaz ve dedikoduculuk yapılmazdı. Orada hiç kimsenin aleyhine konuşulmaz, hiç kimse töhmet altında tutulmazdı. Huzurunda -insanlık hâli- ashabdan bazı kusurlar meydana gelse, o kusurlar orada kalırdı, yayılmazdı. O’nun meclisindeki kimseler yek dil ve yek ağız kişilerdi. Yani gönüllerindeki dâvada birleşmiş, konuştukları şeylerde kaynaşmış ve birliğin âhengine erişmiş kişilerdi. O’nun topluluğunda tevazu hâkimdi, bunun sonucu olarak yaşlılara hürmet beslenir, küçüklere şefkat gösterilirdi. Hep beraber ihtiyaç sahibinin ihtiyacı ilk önce giderilmeye çalışılırdı. Yani ihtiyaç sahipleri kendileriyle ilgilenilmek konusunda ihtiyaç sahibi olmayanlara tercih olunurdu Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL |
Konuyu Toplam 13 Kişi okuyor. (0 Üye ve 13 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Peygamber Efendimiz (sav) Ramazan Günlüğü.Medineweb | Allahın kulu_ | Hz.Muhammed(s.a.v) | 0 | 29Haziran 2015 18:58 |
Ahlakta Mükemmel Örnek Hz.Muhammed Mustafa (SAV) Efendimiz | KalbinNûru | Hz.Muhammed(s.a.v) | 4 | 13 Aralık 2012 22:53 |
MUHAMMED MUSTAFÂ'SIN | İmamHüseyin | Şiirler ve Şairler | 1 | 09 Mayıs 2009 15:15 |
HZ. MUHAMMED MUSTAFA (S.A.A) | İmamHüseyin | Hz.Muhammed(s.a.v) | 0 | 10 Nisan 2009 01:50 |
En Sevgili Hz. Muhammed Mustafa ( s.a.v ) | cennet36 | Hz.Muhammed(s.a.v) | 2 | 09 Ekim 2008 00:13 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|